Odaların daralmaya, içimdeki sarmaşığın gövdeme dolanmaya başladığı filiz yeşili bir zamandı. Her kirpiğimden bir kuş uçuyordu. Bahar, kalbimden yürüyordu dünyaya. Her şeyi duyguların düzene koyduğu yaşlardaydım. Dört mevsimden damıtılmış beşinci bir mevsim gibi doldu boşluğuma. Gülünce içimde binlerce karınca yürürdü. Baktığı yerlerim kıpkırmızı kesilirdi. Sesi, içinde ayrılık olmayan bir ülkeydi. Dünya bir boşluğa düşerdi elimden tutunca. Kalbim çoktan varmıştı varacağı yere. Gövdemden başka olanağım kalmamıştı bu coşkuyu karşılayacak. Başka nasıl öğrenebilirdi insan sınırlarını?’
Fyodor Dostoyevski; “Çünkü gidecek yeri yoktu. Gidecek bir yerinizin olmasının ne anlam taşıdığını anlıyor musunuz?”
İnsan bu dünyaya tek başına gelir, tek başına gider.
Birhan Keskin Şubat şiirinde bu hüzün dolu ayı uğurlarken şöyle sesleniyor: “Adı Şubat olan bu şiirde kalbim uzun bir nehir gibi ağrıyor. İnat yumağım çözüldü. Sol omzundan siyah atımı, sana düştüğüm o eski şubattan çukurumu alıyorum. Benden kalan boşluğa kırmızı bir araf düşüncesini koy. Nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman bu kez o olsun beni sana hatırlatan.”
Yıllardır hep bu şiire tabi birileri... Nurullah Genç... "Fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına... Bir güvercin uçurup kıtalar arasında... Çağırdın beni..."