Tumgik
#emek sömürüsü
denizeyuruyen · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
🎬 The Assistant (2020)
"The Assistant, sinema sektöründe ihtişamlı bir yönetici koltuğuna sahip bir adamın asistanlığını yürüten Jane’in yıllar gibi geçen bir gününe odaklanıyor. Gün ışımadan işe koyulan Jane, gün bittikten sonra işten çıkıyor. Güneşin aydınlığından çok uzakta, boğucu bir ofiste, olup biten her şey Jane’i çepeçevre sararken, onun tanık olduğu şeyler bu kurmaca filmin ötesinde, artık herkesin bildiği bir gerçekliğe dokunuyor."
"Harvey Weinstein’ın korkunç eylemlerinin ifşasıyla başlayan #MeToo hareketinden esinlenmekle birlikte, The Assistant, yaşanan korkunç olayların sadece bir “canavar”ın kötülükleri değil, o canavar(lar)ı yaratan ve koruyan sistemin neticesi olduğunu göstermeyi amaçlayan sakin ama güçlü bir yapım."
"Jane, sektörde tutunabilmek için son derece istekli ve hevesliyken, içine dâhil olduğu sömürü düzeni onun bu çabası ve bir gün iyi bir yapımcı olma hayaliyle besleniyor. Bu zincirde Jane daha çok ve en çok çalışması gereken kişi olduğuna belli ki çoktan inanmış ya da inanmak zorunda kalmış ki günlük rutin dâhilinde birbirinden alakasız gibi görünen tüm işleri yapmayı kabul ediyor. Ancak karanlık güçlere sahip kan emen bir canavar gibi ofisin içinde yaşayan ve filmin izleyicisine asla gösterilmeyen yöneticinin tam da bu yoğun iş düzenine ihtiyacı var, çünkü ancak böylece ne Jane ne de diğerleri onun insanlık dışı faaliyetlerini sorgulayacak vakti bulamayacak. Dahası bu yoğun çalışma rutini normalleşirse geriye kalan her şeyin de normalleşmesine öncülük edebilecek. Zaten gücünden kimsenin şüphe duymadığı bu “görünmez” yönetici çalışanlarının her hareketini kontrol ediyor ve eğer kendisinin hoşuna gitmeyecek bir şey yapılırsa gücüne daha da güç katmak için ona yalvaran özür mailleri bekliyor – ya da daha da korkuncu, çalışanları kendi iradeleri dâhilinde bunu yapmaları gerektiğini düşünüyor. Film boyunca birçok kadının deneyimlerinden geriye kalan ufak tefek kanıtları birleştirerek, yöneticisinin sektörde çalışmak için kendisine gelen kadınlara cinsel saldırıda bulunduğu kanaatine varan Jane, yapması gerektiği gibi insan kaynaklarına olan biteni anlatmak istiyor. Elindeki kanıtların yetersiz olduğunu söyleyen bu bir başka erkek çalışan, sahnenin sonunda Jane’in içini rahatlatacak bir şey söylediğini zannederken, bu şiddet ve istismar ağının ne kadar güçlü olduğunu da açık ediyor."
Alıntı Kaynağı: https://filmloverss.com/the-assistant/
5 notes · View notes
maho0326 · 9 months
Text
youtube
Önceleri emperyalizm ucuz ham madde, emek sömürüsü ve denetlenebilir bir dünya pazarı istiyordu. Bugünse hiçbir değeri olmayan bir insanlık istiyor...
John Berger
12 notes · View notes
celalyesilyurt · 5 years
Text
Tumblr media
Müslümanların gözlerinin kamaştığı Batı'nın sanayi ve teknolojisinin arkasında emek sömürüsü ve katliam vardır.
Aliya İzzetbegoviç
0 notes
zeryya · 7 months
Text
Tumblr media
Merhabalar
Bugün biraz yazmak istiyorum. Hiç kimseyi düşünmeden kimsenin ne diyeceğini umursamadan. Yazdıklarımın okunup okunmamasının kaygısını gütmeden. Bugün on üç Ekim Çorum'dayım. Bir yıldır Çorum'da yaşıyorum. Sevgili eşim ile hayatlarımızı birleştirdik ve bir yıldır burda ikamet ediyoruz. Nasıl geçtiği hakkında bi bilgim yok ne ara bir yıl oldu dört mevsimi nasıl da geçirdik inan bilmiyorum. Hatırladığım tek şey hayatımın en güzel zamanlarını geçirdiğim. Hayalini kurduğumuz hayata bir adım attık. Evlenmeden önce bunun hayali için tutusurken şimdi o hayalin içindeyiz. Elhamdülillah. Bir çok şey farkettim. Bir çok şey gözlemledim ve bir çok şey duydum. Yeni hayatımın uyum süreci tam olarak birinci yılın sonunda başladı. Hayatımda eksiklerin tamamlandığını düşünürken başka şeylerin eksikliğini yaşamaya başladım. Öncesinde hallolur dediğim seylerin bı çoğu dediğim gibi kolay hallolmadı. Bahsettiklerim eşimle ilgili durumlar değil hayır. Kendi hayatım bireyselligim ile ilgili. Kafamı hiç susmuyor yaptığım işleri değersiz görüyorum. Sesi susturabilmem için ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum. Deniyorum ama istikrarlı devam edemiyorum. Yirmi altı yaşımı bu endişelerle geçirdiğimi fark ediyorum.ve gelecek için biraz endişeliyim. 'allahım taşınacak suyu göster.' Çok stresli günler geçiyorum. Bu stres bulunduğum hayatın güzelliklerini görmeme engel olacak halde. Yarının telaşına düşüyorum bu günden. Ortada bı tehlike yokken. Evlenmiş olmak mı ağır geldi yoksa lisans hayatımdan sonra yaşadığım stresin bı uzantısı mı bilemiyorum. Ama şunun farkındayım gectigim dört beş senedir bu hissi yaşıyorum. Bundan mutlu değilim bu hissi beslemek daha fazla büyütmek istemiyorum. Hayatın belli safhaları olur. Çocukluk ergenlik üniversite dönemi gibi.. şimdiki dönemde bir iş üzerine uğraşmak istiyorum. Sevdiğim şeylerle uğraşmak ve onu bir meslek haline getirmek. Nasıl yapacağıma dair bir fikrim yok sadece oturmuş bekliyorum. Çalışma hayatına girmek gözümü bir nebze korkutuyor. Başvurduğum işlerin bir çoğu çalışma saatlerinin haftada altı gün ve günun tamamıni kapsayacak şekilde olduğunu söylüyor. Delilik bu. İnsanlara yapılan emek sömürüsü. Haftanın bir günü çalışmamak büyük delilik. Yaşamaya ne zaman vakit bulacak bu insanlar?! İşte böyle bir zamandayım. Hayatımın bu evresi tam da böyle kendi kendime konuştuğum kafamda insanlarla kavga ettiğim bı dönem. Bu süreçte tamamen kendimi kaybetmiş değilim. Sadece bu yazıda hayatımın güzel kısmından değil gündemimde ki ve beni yoran şeylerden söz etmek istedim. Şimdilik bu kadar. Umarım her şey çok daha güzel olur...
0 notes
hetesiya · 7 months
Text
Padaigmanın İflası – Özgür Üniversite
Padaigmanın İflası
Şahih Doğan
Paradigmanın İflası. Yazar Fikret Başkaya. 366 sayfa. Yeni bitti. Yıllar önce göz
atmıştım. 1991’de yayınlanmış. Sayısız baskı yapmış. Cesur bir kitap, ezber bozan bir
kitap. Yayınlanır yayınlanmaz yirmi yıl hapis cezası almış. Resmi ideolojinin ilmi ve
entelektüel bir eleştirisi. Dili akademik soğukluktan ve sevimsizlikten uzak oldukça
anlaşılır, açık ve akıcı. Kitapta çok çarpıcı tespitler var. Bilhassa dördüncü bölümde “Milli
Mücadele’nin ‘Ulusallığı’ Sorunu” isimli başlıkta söylenenler. İnanmak istemiyor insan.
İlginç olan bu eleştirilerin sosyalist dünya görüşüne sahip olan bir ilim adamından
gelmesi. Cemil Meriç, Hikmet Kıvılcımlı, İdris Küçükömer, Niyazi Berkes, Şerif Mardin,
Kasımlo kitabı süsleyen yıldız isimlerden sadece birkaçı. Milli Mücadele, başından
sonuna kadar emperyalizmle uzlaşma yanlısı bir hareket. Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet,
Cumhuriyet hepsi güdümlü ve kontrollü bir sürecin devamı. Cumhuriyet döneminde kişi
kültü etrafında oluşturulan hurafe zinciri tarihin hiçbir devrinde yok. İslam’ın içindeki
hurafeleri her fırsatta dile getiren ve bunun üzerinden şöhret devşiren malum bazı
zevatın bu hurafelerden hiç bahsetmemesi, bilakis bunlara sığınması, bunları müdafaa
eder bir konuma gelmesi dikkat çekicidir. “Gerçekten Mustafa Kemal ve onun
inkılaplarıyla ilgili yaratılan efsane, yedi yüz yıllık hilafet ve saltanat devrinde
yaratılmamıştır. İlginç olan bir şey de, bu efsane üreticilerinin, sözde efsaneleri yıkmak,
hurafeleri yok etmek amacıyla yola çıkmış olmalarıdır! Topluma, rasyonel düşünceyi
egemen kılmak amacıyla yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde hurafe
ürettiler, putları yıkmak için yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put
ürettiler. Cumhuriyet aydını, put üreticiliği ve bekçiliğine koşulmuştu…” (s.54)
“Tanzimatla başlayan dışarıdan düşünce ve kurum ithal etme süreci, 1920 ve 2930’lu
yıllarda fanatik bir inkarcılıkla sürdürüldü. Merkezi otoritenin güçlendirilmesinin sağladığı
olanakların da yardımıyla Kemalist iktidar, tarihte eşine az rastlanır bir inkarcılığı dayattı.
Bu, kendi geçmişimizi toptan inkar etmek biçiminde tezahür etti. Bu yüzden Takrir-i
Sükun terör rejimi altında insanlara şapka giydirildi. Arapça-Farsça melezleşmesidir diye
Osmanlıca bir çırpıda yok sayıldı. Arap alfabesi Latin alfabesiyle değiştirildi. Bütün bunlar
‘inkılap’ sayıldı. Terör rejimi koşullarında gerçekleştirilen bu inkılapların bekçiliğini
yapmak da, Cumhuriyet aydınlarına düşecekti…”(38-39) Kitabı bitirdikten sonra mevcut
iktidarın bütün eksikliğine ve çürümüşlüğüne rağmen neden hala iktidarda olduğunu
gayet iyi anlıyor insan. Yazarın 2018 tarihli önsöz yazısında mevcut iktidara getirdiği
eleştiriler çok daha haşin ve acımasızdır: “Eğer bugün yazsaydım kitabın ismi
Paradigmanın İflası değil, herhalde “Çöküş” olurdu. (s.12) Metalaşma, paralılaşma,
soysuzlaşma görülmemiş boyutları ulaştı. Emek sömürüsü skandal düzeylere ulaştı, iş
kazaları tam bir katliama dönüştü, ülkenin varı yoğu yerli-yabancı bir avuç soyguncu
çetesi tarafından yağmalandı, talan edildi. O kadar ki geride kalan yaklaşık 100 yılda, son
15-16 yıldaki gibi bir sömürü, yağma ve talan görülmedi. Bu bir rekordu…” (s.16) Ve
anlıyoruz ki inandığımız birçok şeyin aslı astarı yokmuş, koca bir yalandan,
aldatmacadan ve kurgudan ibaretmiş hepsi. Boşuna demiyor Emerson: “tarih herkesin
üzerinde ittifak ettiği bir yalanlar bütününden ibarettir.” Ve yine anlıyoruz ki bu ülkede yüz
yıldır değişen bir yok, bu gidişle olmayacak gibi. Çok yazık! Gerçi yazar sadece
eleştirmiyor kendince bazı çareler de teklif ediyor: “Toplumu sosyal eşitlik, demokrasi ve
sosyalizm zemini üzerine çekmeden, ekolojik kaygıyı önceliklerden biri yapmadan,
ortaklaşmayı, bölüşmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı, karşılıklılığı ve demokrasiyi esas
alan, kavramın jenerik anlamında komünist bir toplum perspektifi ortaya koymadan,
sorunları çözmek, yeni ve farklı bir şey yapmak artık mümkün değil. O halde işe düşünce
ve yaşam tarzımızı değiştirerek başlamak gerekecek. Ya daha geç olmadan bu sefil
durumdan, bu yıkım tablosundan çıkılacak ve yeni bir rotaya girilecek ya da insanlığın ve
uygarlığın bir geleceği olmayacak. Vahşet ve barbarlık ortamına sürüklenmek kaçılmaz
olacak. Ve bu ikisi arasında üçüncü bir seçenek, bir orta yol yok.” (s.20) Yazık ki yazarın
teklif ettiği bu çarelerin mevcut şartlar altında hayata geçirilmesi imkansız. Paradigma
gerçekten iflas etti mi? Pek sanmıyorum. Çünkü bütün işlevselliği ile alttan alta devam
ediyor hala. İflas etse bile yerine gelecek olan paradigmanın öncekinden bir farkı
olmayacak. Bu, bu toprakların kaderi belki de. İslam tutunmak için kendisine bir cahiliye
inşa etti, aydınlanma tutunmak için kendisine bir cahiliye inşa etti, Kemalizm tutunmak
için kendisine bir cahiliye inşa etti, siyasal İslam tutunmak için kendisine bir cahiliye inşa
etti… Kısaca her çağ ve her düşünce her şeyden önce kendi cahiliyesini inşa eder. Şahin
DOĞAN
0 notes
seslimeram · 8 months
Text
Ucu Ucuna Hayat
Tumblr media
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Düzene tabi olmadan, erkanı muktedirin boyunduruğu altına düşmeden hayatta kalabilmek ucu ucuna. Sözün kıymeti harbiyesinin delik deşik olunduğu bir menzilde sözde yol ve rotalar belirleyebilmek hala ucu ucuna. Demokrasi, eşitlik, adalet pratiklerinin boşa düşürüldüğü bir zeminde sukutu terk edip hak aramak ucu ucuna, o da gücünüz / gücümüz yettiği kadarıyla. Derdiniz ya da dert bildiğinizi paylaşmak ucu ucuna, tıpkı bir yerden bir yere yetişme telaşının en çok da işe yetişirken ucu ucuna olduğu gibi bir tahayyül pratiğe dönüştürülür. Her şey hemen, hemen her şey böyle bir girift kapkaranlık fasit döngüye rehin olunandır. Yaşamda yerini muhafaza edebilmekten, sözüne sahip çıkmaya çabaya her şey ucu ucuna denk getirilir de o keskin / yapış yapış ayrımcılık bir yerlerde sökün etmeye devam eder. Bütünüyle bir yer bir yurt imgesinin çürütülmesi bu raddede söz konusu edilir. Kimin yarasının önemli kim ya da kimlerin önemsiz olduğuna dair bir yanılsama süreğen kılınır. Bunlar ucu ucuna var edilmez, hep vardır, her gün yeniden imal edilir. Evde, işte, sokakta, şok doktrinlerinin ol tam ortasında hemen her fırsatta bir yıkım güncellenir. Duraksamak nedir bilmeyen, bariz ve belirgin bir istikamette her gün bu tahayyüle içkin kılınır. Her gün, an, beklentilenin o ötesinde bir süreklilikle ucu ucuna.
Aralıksız kılınmış bir girdap hali içerisinde emek sömürüsü güncellenir. Sömürüyü alenen var eden sermayenin, eline kan oturmuş, servet dışında da hayatta hiçbir telaşeleri, endişe halleri kalmamış zavallı insanımsılar elinde cürümler var edilir. Ne sağlık hakkı meseledir ne hayatta onca yıldır kesilmiş, biçilmiş olan vergilerle olası bir emekliliğin yolu açılır. Bir biçimde sıra neferi olunduğu, ailenin bir üyesi olarak tanımlanmak güncellenirken bir yandan da kapısını süpüren kadar değer vermemenin acı tecrübeleri var edilir. Ucu ucuna kılınmış hayatta her şeye yetişmesi beklenir çalışanın. Ne derdi, ne tasası mühimdir. Tatili rüyasında görmesi beklenirken, hak gasplarına sesi çıkmasın istenir. Günbegün aralıksız bir halde bu satırların yazarının da başına getirilen gündelik baskılama / tehdit / aşağılama ve ötesinde insani hiçbir koşulu var ettirmeyen bir ücrete talim ettirme seçeneğinin aleni kılındığı bir zeminde ucu ucuna olan da görünür kılınır. Siz kimsinizdir ki emekli olmaya ya da geçinemediğiniz ücretinize birazcık iyileştirme talebiniz olsun. Otuz koca yıldır var olan bir emekçilik geçmişine nazaran, büyüklük, efelenme, sen bilemezsin ile geçiştirilen talepler arasında yaşamın doğrudan şekli şemaili, şaftı kaydırılandır. Doğrunun göreceliği alt üst edilirken, bir gıdım yaşama tahayyülüne dahi itirazlar ardılı sıra getirilir. Susmak, sadece susmak değil teslim olmak tek beklentidir. Bunca açık bir devinim, tehdit döngüsü ve hiç kesintisiz baskılama arasında işte o ucu ucuna kalakalmış yaşama eylemi var edilir. Sadece bize değil her yerde, her şekilde. İyi de hayat böyle bir mesele midir, sahiden de?
Bianet’ten aktaralım: “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) ‘geçim şartlarını’ ortaya koymak için her ay düzenli olarak yaptığı ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Ağustos sonuçlarını yayımladı.
Araştırmaya göre;
*Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 12 bin 198 TL’ye,
*Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 39 bin 733 TL’ye,
*Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 15 bin 813 TL’ye yükseldi.
TÜRK-İŞ, Ocak’ta açlık sınırını 8 bin 864, yoksulluk sınırını 28 bin 874, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ ise 11 bin 556 TL olarak ölçmüştü. Ocak'tan bu yana açlık sınırı 3 bin 334, yoksulluk sınırı da 10 bin 859 TL arttı.
Temmuz’da ise açlık sınırını 11 bin 658, yoksulluk sınırını 37 bin 974, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ de 15 bin 123 TL olarak vermişti.
"Daha zor bir yaşam mücadelesi"
Araştırmada ekonomik göstergelere de değinen TÜRK-İŞ, şu yorumu yaptı:
"Hayat pahalılığı, yüksek enflasyon altında satın alma gücü gerileyen ücretler, geçim sıkıntısı, özellikle gıda fiyatlarındaki sürekli gerçekleşen sert yükselişler insanların daha da zor bir yaşam sürmesine neden oluyor. Artan vergiler, akaryakıt fiyatları, kiralar vs. haneleri fedakârlık yapmaya zorluyor.
"Türkiye ekonomisinde makro görünümdeki bozulma ile enflasyonun yarattığı olağanüstü talep artışı, büyümenin küçülmeye dönüşmesini ve işsizliğin artmasını engelliyor. Ancak kamu tasarrufu olmadan talebi düşürebilmek ve makroekonomik koşulları en azından Eylül 2021 öncesi seviyeye getirmek mümkün gözükmüyor.
"Resmi açıklamalara göre önümüzdeki süreçte enflasyonun artma eğiliminde olduğu ve ancak 2024 ortasından itibaren düşüşe geçeceği belirtilirken, geçtiğimiz aylarda baz etkisi ile gerileyen yıllık enflasyonun yönünü tekrar yukarıya çevirme eğiliminde olduğu gözlemleniyor. Faiz artırımları gibi parasal sıkılaştırıcı düzenlemelerle talep kaynaklı enflasyon bir miktar hız kesebilecek olsa da birikmiş maliyetler ve beklentilerdeki bozulma bunun en önemli nedenleri arasında. TÜİK verilerindeki görece yüksek çekirdek enflasyondan da bu durum izlenebiliyor."
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Laf değil, kuru kalabalık bir mesele değil, doğrudan asgariyi müşterek bir yaşam idesinin köküne dikilmiş olanın her nasıl bir cendereden / kapandan ibaret kılındığını gösteriyor açlık ve yoksulluk sınırı araştırması. Her ay, mütemadiyen bir tırpan halini alan, ele avuca geçen üç kuruşu da tastamam un ufak eden bir enflasyon hali, zam tufanı, iktidarın allem edelim kallem edelim bu badireleri de bir mizansen / kurgunun ta kendisi sayalım yollu izahatı arasında cürümlere rehin edilmiş halk görünür kılınır. Bir biçimde oyun / simülasyon / kurgu addedilen yoksulluk da mihraklara bağlandığından bu yana, operasyon çekmelere karnımız tok diye duran muktedir eliyle bizatihi sıradan insanın hayatı dümdüz altüst olunur. Böyle bir halde, bu kadar afaki bir biçimlendirme ile birlikte bir yarın tahayyülüne de yer bıraktırılmaz. Yoksulluk ve açlık sınırı bir paydaş olarak takdim edilir. Yüzüncü yılındaki bir cumhuriyet olgusunun var edebildiği yegane şey bu katran karanlığı haldir. İyi midir?
Cumhuriyet Gazetesinden aktaralım: “Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Koyunağılı köyünde bulunan, SSS Yıldızlar Holding’e bağlı Doruk Madencilik’e ait Yunus Emre Termik Santrali olarak faaliyet gösteren kömür maden ocağında çalışan işçiler haklarını alamadıkları için önce 5 gün oturma eylem gerçekleştirdi.
Taleplerine karşılık bulamayan işçiler, ekmek parasını kazandıkları madene bu sefer eylem için girdi. Maaşlarını alamadıkları ve sosyal haklarına şirket tarafından el konulduğunu belirten işçilerin açlık grevi 48’i saati geçti. Şu zamana kadar ise 165 işçiden 2’si rahatsızlanarak dışarı çıkartıldı.
“Yeraltında 163 Arkadaşımız 48 Saattir Aç Ve Susuz”
Türkiye Maden İşçileri Sendikası Orta Anadolu Şubesi Şube Sekreteri Selim Arslan, yaşadıkları sıkıntıların giderilmediği için bu şekilde bir eyleme başladıklarını söyledi. Arkadaşlarının yer altında 48 saati geride bıraktıklarını ifade eden Arslan, yaşanan süreci ve taleplerini şu şekilde dile getirdi:
“12 Aralık 2022 tarihinde burası TMSF’den Yıldızlar Es Holding'e devredildi. Yaklaşık 9 ay oldu. 250 kişiyi süresiz izne ayırdılar. Bu izne ayrılan arkadaşlardan 240’ı başka sektörlere gittiler. Giden arkadaşların tazminatlarını bize en geç 3-4 ayda ödeme vaadinde bulundular. Ama yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen hiçbirine ödeme yapılmadı. Akabinde çalışma sürerken çalışan arkadaşlarımızdan kesilen paralar hesaplarına aktarılmadı. İcra kesintileri hesaplarına aktarılmadı. Temmuz ayı itibariyle 165 kişi habersiz bir şekilde yer altında çalışırken yer üstüne çıkartıldı. Normalde kendilerine tebliğ edilmeleri lazımdı. Bunların hiçbiri olmadı. Bu da bardağı taşıran son damla oldu. Pazartesi günü eylemi başlattık. Oturma eylemiydi. Ne devletin, ne şirketin malına zarar vermeden, şirkette işleri aksatmadan vardiyası gelen arkadaşlarımız işlerinde çalıştı. Vardiya çıkışında oturma eylemine geçtiler. Dört günde biz sonuç alamadık. Arkadaşlar daha sonra yeraltında 'oturma ve açlık grevi yapıyoruz' dediler. Bu karar Perşembe günü saat 16’da alındı ve yer altına indiler. Eylem 48 saate yaklaştı. İki kişi rahatsızlandı, onları hastaneye gönderdik. 112’yi aradığımız zaman ambulanslar geliyor, rahatsızlananları hastaneye götürüyorlar. Yeraltı eylemi başladığında müdürler geldiler. Birkaç teklifte bulundular. Şu ana kadar vaatler yerine gelmediği için arkadaşlarımız onlara inanmıyor. Paramızı istiyoruz dediler. Yeraltında şu anda 163 kişi var. 48 saattir aç ve susuzlar.”
“Yer Üstü Sigortası Yaparak Maaş Ödemek İstediler”
Madende 48 saattir açlık grevinde bulunan Sinan Koçak isimli işçi ise yaşadıkları sorunu yerin altında kayda aldı. Yaşadıkları sorunları ve taleplerini madende çektiği video ile anlatan Koçak, diğer arkadaşları adına da şöyle konuştu:
“TMSF’den SSS Yıldızlar Holdinge bağlı Doruk Madenciliğe devrolmuş bulunan madencilik çalışanlarıyız. Bizler şirketimizden devr olduktan sonra 250 kişi ücretsiz izne çıkarılmaya zorlandık. Geriye kalan arkadaşlarımız ise maaşlarını düzensiz ve zamanında alamadılar. Bu süreçte bu ücretsiz izin sürecine dayanamayıp işten ayrılan arkadaşlarımıza da vaat edilen kıdem tazminatları ödenmedi. O gündem bugüne kadar bizler bu şartlara katlandık. 7’inci ve 8’inci ayın maaşları bize bildirim yapılmaksızın yer üstü sigortası ve yer üstü maaşı olarak yatırılmış durumdadır. Bu noktada bizler sendikamız öncülüğünde yönetime başvurduk, sendikamız birçok görüşmeler yaptı fakat olumlu neticeler alınmamıştır. Pazartesi günden itibaren işimizi aksatmadan vardiyalarımıza gelerek vardiya sonlarında evlerimize gitmek yerine oturma eylemi yaprak hak aramak başladık. Bundan da bir netice alamadığımız için sendikamız öncülüğünde yer altında eylem kararı alınmıştır. Bu karara uyarak bizler de haklarımızı alabilmek için sonuna kadar bu eylemi devam ettirmeyi düşünüyoruz.” Çekilen videoda diğer işçiler de yaşanan sıkıntı ve taleplerde bulunarak yetkililere seslendi.”
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Eskişehir’de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan, Doruk Madenciliğe devredilmiş olan maden sahasındaki sesleniş aynı zamanda müştereken bir yurtta emeğin nasıl bilinçle sömürüldüğünü de göstere geliyor. Patronajın eline geçtikten sonra kamusal bir sahanın cendere kılınması, kapana benzetilmesinin yolu ve rotası belirgin kılınır. İnsani yaşama gailesi ve tahayyülü hiç addedilir. Verili haklar ya eksiltilir ya da ismi dahi anılmaz. Sözleşmeler, hükümlülük halleri geçersiz konulur. Uyarılar, imdat çığlıkları “vardiya” öne sürülüp devamlı unutturulur. Hal böyleyken yüz altmış beş insan için direnişten gayrı bir yol kalmaz. Hak mücadelesinin, emeğin karşılığının mütemadiyen yok sayıldığı, ezildiği bir zeminde onun temini / tadili için mücadeleyi var ederler. Durum yukarıda okuduğunuz gibidir, açlık ile sınanırken yer üstünde, yeraltında da ümit var olabilmek için aç kalınmaya devam edilir. Hayatı bir badireler sarmalı, yaşamdan alıkoyan bir kısır döngüye dönüştürmüş, ne çoluk çocuk sahibi, evli barklıya, ne kendi halinde yaşayan, sıradan ötekisine ya da gencine ol nihayet bekarına hiçbir yaşamsal ümidi vermeyen / bırakmayan düzen sömürüsüne karşı direniş devam edendir. Görünen her şey ulu orta ucu ucuna yetiştirilmeye, yetişilmeye çabalanan hayatta var olma mücadelesinin de bir yüzüdür. Fark ediyor musunuz?
Her şey ucu ucuna yetişiyor. İmdat seslenişleri, avazlar, çıplak hakikati anlatmaya devam ederken kimseler ayırtına varmasın diye gümbürtüde yaşam kuşatılıyor. Her şekilde tam teşekküllü bir yoksunlaştırma tek gaile / istikamet kılınıyor. Ele geçen ile bir hayat idamesi mümkün değilken, yaşarsınız, tasarruf da edersiniz bahisleri birbiri peşi sıra zikrediliyor. Çarşının, pazarın ateş kılındığı, dokunduğunuz her şeyin pahasının uçtuğu bir zeminde, içeriklerin bozulduğu, yenilenin gıdadan çok endüstriyel atıkların birleşimi, bir kompost halini aldığı, bunun da önünün alınması bir yana gizli / örtük desteklendiği bir zeminde yoksullaştıkça, her şeyden mahrum kalmak söz konusu ediliyor. Önce açlık sonra yitirilen sağlık. Ucu ucuna yetişilen bir hayatta var olma hakkı, cumhurun elinden öyle ya da böyle alınmaya devam olunuyor aralıksız. Binbir badirenin ortasında cambazlık etmeden yaşamda kalabilmenin hiç mümkün kılınmadığı zeminde masallar anlatılırken, kıyıda köşede berhava edilen umudun külleri dağıtılmaya devam olunuyor. Hiçbir biçimde yaşamsal idesini tam sağlayamayan, dahası günü de geleceği de karanlık, yıkıcı ve öğütücü bir cendere / sarmal kılan bir ülkenin hali nice olur? Bütünüyle gemi battı batıyorken, anlatılan kahramanlıklar, şanlı destanlar, kutlu zaferler, biraz daha sıkın dişinizi halleri arasında bir gelecek söz konusu edilebilir mi? Bu ucu ucuna yetişilen ya da öyle sanılan gümbürtüde hayat ne olacaktır, sahiden hayat! Bütünüyle bozguna çıkartılırken yaşam hakkı, geleceğin karanlığı da mı bir şey anlatmamaktadır, sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Image Credit: Euronews
1 note · View note
yenikibris · 9 months
Text
Mezarlıkları ne zaman imara açacaksınız? - Fikret Başkaya
“Modernlik, insanların geçim araçlarına sistematik olarak yabancılaşmasından ve hayatın bekasını sağlayan doğal ortamlar ile ekosistemlerin ortadan kaldırılmasından ayrılamaz”. Jonathan Crary Kapitalizm, ücretli emek sömürüsü, karşılığı ödenmeyen kadın emeği ve doğa yağma ve talanıyla yol alan bir sistemdir. Sınırsız büyüme-genişleme-yayılma eğilimine ve dinamiğine sahiptir… Varlığını büyümeye…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
maho0326 · 1 year
Text
youtube
ŞİŞLİ MEYDANI’NDA ÜÇ KIZ
Şişli Meydanı'nda üç kız
Biri Çiğdem, biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün, sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar
Bin dokuz yetmiş yedi
Unutulmaz yılın adı
Bir Mayıs bayramı idi
Sorarlar bir gün, sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar
Beş yüz bin emekçi vardık
Taksim Meydanı'na girdik
Öyle bir İstanbul gördük
Sorarlar bir gün, sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar
Al gözlerim seyir eyle
Birin bırak, birin söyle
Bu yeryüzü ilk kez böyle
Bir İstanbul görüyordu
Kucaklayıp sarıyordu
Söz-Müzik: Mehmet Ruhi SU
“Önceleri emperyalizm ucuz ham madde, emek sömürüsü ve denetlenebilir bir dünya pazarı istiyordu. Bugünse hiçbir değeri olmayan bir insanlık istiyor...”
John Berger
1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı kutlu olsun...🛠🍀💐
5 notes · View notes
isvicreninsesi · 1 year
Text
İsviçre'de istismar ve insan kaçakçılığı artıyor
Tumblr media
ZÜRİH- Zürih merkezli Kadın Ticareti ve Göçü konusunda Hizmet sunan örgüt (FIZ), 2022 yılında 822 kişiye yardımda bulunduklarını, bunlardan 375'inin insan ticareti mağduru olduğu açıkladı. FIZ Pazartesi günü yayınladığı yıllık raporunda, mağdur sayısının önceki yıllara göre arttığına dikkat çekti. Artışın kısmen “Avrupa göç rejimi ve göçmenler üzerindeki İsviçre politikasından” kaynaklandığını savundu. Örgüt 2021'de 289 kişinin insan ticaretine maruz kaldığını kaydetti. FIZ, Ukrayna'da Şubat 2022'de başlayan savaşın, kaçış yolları güvenli ve yasal göç yolları olduğunda, insanların insan kaçakçılığı mağduru olma olasılığının daha düşük olduğunu belirtti. Çoğunluğu kadın ve çocuklar olmak üzere yaklaşık yedi milyon insan Ukrayna içinde yerinden edildi veya İsviçre de dahil olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine kaçtı. Geçen yıl FIZ'in yardımda bulunduğu insanların üçte ikisi İsviçre'de istismar edilmişti. Yardım arayan göçmenlerin üçte biri Latin Amerika ve Karayipler'den ve dörtte biri Avrupa'dandı. Yaklaşık 'i seks işçisiyken, dörtte birine yakını aile içi şiddete veya sömürüye maruz kalmıştı. FIZ, erkek ve emek sömürüsü mağdurlarından daha fazla sayıda talep aldığını da kaydetti. Örgüt, Avrupa'daki Schengen bölgesi "kalesinin" üçüncü ülkelerden gelen insanlar için yasal göçü imkansız hale getirdiğini ve onları bir bağımlılık durumuna zorladığını savundu. Göçmenlerin yalnızca kayıt oldukları ilk ülkede sığınma başvurusunda bulunabilecekleri Dublin anlaşmasının, mağdurların istismarcıların eline geri gönderilmesine yol açtığını da sözlerine ekledi. Örgüt ayrıca, İsviçre'de yabancılar yasasının aile içi şiddet mağdurlarını yeterince korumadığını, çünkü ülkede ikamet etmek, ev içi taciz vakalarında bile genellikle bir eşin yanında kalmaya bağlı olduğunu öne sürdü. Read the full article
0 notes
gatabs · 2 years
Text
Türkiye'de Stajyer Olmak: "Çok Ciddi Bir Emek Sömürüsü" gatabs.com #Staj Türkiye'de stajyer olmak: "Çok ciddi bir emek sömürüsü" #Staj Her yıl yüz binlerce üniversite öğrencisi mezun oluyor. Ancak gençler, mezun olduktan sonra iş bulamamak gibi kaygılar yaşıyorlar. İş bulmanın en önemli yollarından biri stajy...
0 notes
bluesyemre · 2 years
Text
Vakıf Üniversitelerinde reklam (tercih) dönemi sömürüsü
Vakıf Üniversitelerinde reklam (tercih) dönemi sömürüsü
Vakıf üniversitesindeki güvencesiz ve ağır çalışma koşullarının baskıcı bir emek rejimi ile destekleniyor oluşunun merdiven altı tekstil atölyelerine benzetiliyor olması önemli noktaya işaret ediyor. Ekinsu Devrim DANIŞ ÖSYM tarafından 18-19 Haziran 2022’de düzenlenen üniversite sınavı sonuçlarının açıklanmasıyla vakıf üniversitelerinin reklam yatırımlarının en yüksek düzeye ulaştığı ‘tanıtım…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
fotode · 2 years
Text
Öğrenci vizesiyle kaçak işçi skandalı üniversitede birer birer kayboldular
Öğrenci vizesiyle kaçak işçi skandalı üniversitede birer birer kayboldular
İngiltere’de emek sömürüsü için önde gelen istihbarat kurumu Gangmasters and Labor Abuse Authority tarafından yayımlanan bir rapora göre, Greenwich, Chester ve Teesside üniversitelerindeki Hintli öğrenciler İngiltere’ye geldikten kısa bir süre sonra derslere katılmayı bıraktılar. Zorla çalıştırılıyorlarYapılan başka bir araştırmaya göre İngiltere’ye gelen öğrencilerin pasaportlarına el konulduğu…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hetesiya · 9 months
Text
Mezarlıkları ne zaman imara açacaksınız?
Tumblr media
Fikret Başkaya
“Modernlik, insanların geçim araçlarına sistematik olarak yabancılaşmasından ve hayatın bekasını sağlayan doğal ortamlar ile ekosistemlerin ortadan kaldırılmasından ayrılamaz”.                                                                                               Jonathan Crary
Kapitalizm, ücretli emek sömürüsü, karşılığı ödenmeyen kadın emeği ve doğa yağma ve talanıyla yol alan bir sistemdir. Sınırsız büyüme-genişleme-yayılma eğilimine ve dinamiğine sahiptir… Varlığını büyümeye borçludur. Aslında söz konusu olan da sermayenin büyümesidir… Büyüme veya yok olma ikilemiyle malûldür… Balıklar nasıl su olmadan yaşayamazsa, kapitalizm de büyümeden var olamaz…
Gerçi kapitalizm sınırsız büyüme-genişleme-yayılma dinamiğine sahiptir ama bu dünyanın kayrakları sınırlı, sonlu… Bir zaman geliyor, şimdilerde olduğu gibi sınırsız büyüme, kaynakların sınırına dayanıyor… Sermayenin büyümesi, eş zamanlı olarak sosyal kötülükleri (işsizlik, yoksulluk, sefalet, aşağılanma, etik yozlaşma…) büyütmeden, ekolojik (doğa) tahribatı derinleştirmeden mümkün olmuyor…
Neoliberal çağda kapitalizm (sermaye) büyümekte zorlandıkça, değerlenme sıkıntısı çektikçe, kamuya ait kaynakları ve müşterekleri  gasp etti, ki, ona özelleştirme diyorlar… Burjuva iktisatçıları, burjuva politikaları ve bir kısım sendikacı (ki, bizde küçük bir istisna dışında kalan sendikalar, işçi sınıfının, ezilen ve sömürülen sınıfların değil, devletin ve sermayenin örgütleridir…), özelleştirmenin verimliliği artırdığını söylüyorlar… Oysa asıl amaç,  büyüme sıkıntısı çeken sermayeye yeni değerlenme alanları açmaktı… Özelleştirme, vergilerle oluşturulmuş (Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) denilen kurumların sermayeye satılmasıyla (peşkeş çekilmesiyle densin) başladı ve şimdilerde hava ve sokaklar dışında özelleştirilmemiş, metalaşmamış, kâr aracına dönüştürülmemiş, soysuzlaşmamış hiç bir şey kalmadı… Aslında bu yazının başlığı ‘sokakları ne zaman özelleştireceksiniz’ de olabilirdi…  
Oysa, tüm yaşam kaynaklarının ve araçlarının özelleştirilip, kâr aracına dönüştürüldüğü bir toplumsal yaşam sürdürülebilir değildir… Müştereklerin, herkesin kullanımına sunulan, sunulması gereken, yaşam araçlarının, alanlarının ve kaynaklarının özel mülkiyet konusu olduğu, sermaye tarafından gasp edildiği bir toplum, insanları bir arada tutan, birlikte yaşamın temelini oluşturan tutkaldan, temelden yoksun demektir…
Velhasıl insan ve toplum yaşamının tüm veçheleri utanmazca yağmalandı, talan edildi, bir kâr aracına dönüştürüldü… Su parayla satılıyor ve bir de vergi alınıyor… Doğrusu, suyun parayla satılmasını sorun etmeyen, kabullenen, sineye çeken toplumun da sorun edilmesi gerekmiyor mu? … Eğitim, sağlık, güvenlik dahil her şey özelleştirildi… Sağlığın bir kâr aracına dönüştürülmesinin mantığı nedir? Hastanelerin birer şirkete dönüştürülmesi utanılacak bir şey değil mi? Parası olanın sağlık hizmetine ulaşabildiği bir toplum ne demektir? Eğer insanlar soru sorma yeteneklerini kaybetmişse olacağı budur…
Artık yollar, köprüler, tüneller, yaylalar, meralar, deniz sahilleri… özelleştirilmiş durumda… Sahillerin özelleştirilmesi demek aslında denizlerin de özelleştirilmesi demektir… Artık özelleştirilmemiş, meta kategorisine indirgenmemiş, yağmalanmamış, talan edilmemiş hiçbir şey yok…
Gerçi Türkiye’de siyaset oldum-olası bütçenin, hazineni ve müştereklerin(herkesin olan, olması gereken ortak yaşam kaynaklarının ve alanlarının) yağmalanmasıyla yol alıyor ama dinci AKP tüm rekorları kırdı… AKP iktidarında müştereklerin yağmalanması insan havsalasını zorlayacak boyutlara ulaştı… Artık bir şey ‘ihtiyaç’ olduğu için yapılmıyor… Ne yaparsam kâr ederim, bütçeyi, hazineyi yağmalarım, talan ederim sorusunun cevabı olarak yapılıyor…
Ne zaman ‘imara açıldı’, ‘turizme açıldı’, ‘ÇED raporu gerekli değildir’, ‘acele kamulaştırma kararı alındı’ dendiğini duysam için cız ediyor… İmar, umrân’dantüremedir. Şenlendirme, bayındır hale getirme demektir… Şimdilerdeyse tam bir yıkım ve yok etme aracı… Güzelim topraklar turizm için betonlaştırılıyor, asvaltlanıyor… Turizm amacıyla verimli toprakları telef etmenin, zengin turizmi için ülkenin geleceğini yok etmenin mantığı nedir? Eğer ekolojik yıkım, atmosferin ısınması bu hızla devam eder, vakitlice durdurulamazsa, o beş yıldızlı otellerinizin birer çöp yığını olacağından kuşkunuz olmasın… Korona virüs günlerinde turizme bel bağlamanın ne demeye geldiği anlaşılmadı mı?
Adı ‘Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği’ olan bir bakanlık var. Öyle bir bakanlığın ne yapması gerekir? Ekolojik dengeleri gözetmesi gerekmez mi? Bizde yıkımın ve yok etmenin hizmetinde… Yangına körükle gidiliyor… Yağma ve talanı meşrulaştırıyor. Acele kamulaştırma doğa yağmasının önündeki sınırlı engelleri de ortadan kaldırıyor… Aslında ‘kamulaştırma’, tanımı gereği kamu yararı amacıyla yapılana deniyor ama bizde tam tersi söz konusu… Özel çıkar için kamu kaynaklarını, müşterekleri yağmalamanın gasp etmenin hizmetinde… İnsanlar evlerini, bahçelerini, tarlalarını gözü kararmış şirketler hesabına yıkmak özere gelen ‘iş makinalarının’ gürültüsüyle uyanıyor… Yıkıma itiraz etmeleri kanunlarla yasaklanmış durumda… Aslında Orta Çağın sonlarında, kapitalizmin şafağında, Avrupa’da kamusal alanların, müştereklerin (tarlaların, otlakların, ormanların, suyun…) yeni yetme kapitalistler ve soylular tarafından gasp edilmesine çitleme deniyordu… İnsanlar ortak yaşam alanlarından kovuluyor, çitlerle çevriliyordu… Şimdilerde bizde yapılan onun XXI’inci yüzyıldaki tekrarı gibi…
Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm adlı ünlü eserinde, toprakların, meraların, otlakların, bir bütün olarak ortak yaşam alanlarının yağmalanmasından söz ederken şöyle diyordu: “Toprak çevrimlerine haklı olarak, zenginlerin yoksullara karşı gerçekleştirdikleri bir devrim denilmiştir. Soyular bazen şiddete başvurarak, sık sık da baskı ve yıldırma yoluyla, eski düzeni bozuyor, eski yasa ve gelenekleri ortadan kaldırıyorlardı. Yoksulların ortak arazideki paylarını alenen ellerinden alıyor, onları eskiden geleneğin yıkılmaz gücüne dayanarak kendilerinin ve mirasçılarının bildikleri meskenleri yerle bir ediliyordu. Toplumsal doku parçalanıyordu. Terk edilmiş köyler ve yıkılmış evler, ülkenin savunma mekanizmalarını tehdit eden, şehirleri yerle bir eden, nüfusunu azaltan, toprağını yıpratıp toza çeviren, insanlarını bizar eden, onları namuslu çiftçilerden dilenci ve haydut çetelerine dönüştüren devrimin acımasızlığına tanıklık ediyorlardı”.   
İnsanların aklını başına alıp, bu sefil sürece dur demek için daha ne kadar beklemeleri gerekiyor? Ayaklarının altındaki zemin hızla çökerken bu atalet niye?..
0 notes
onderkaracay · 2 years
Photo
Tumblr media
🗣️ Çin Modeli Emeğin Hakkını Çaldırmaktır
Biliyorsunuz bunlar milli görüş gömleğini çıkararak başka gömlek giyerek iktidar oldular.
Hangi gömleği giydiklerini yakalarına taktıkları cesaret madalyasından herkes anlayabilir.
Gelelim Çin Modeli'nin ne olduğuna!
İlk önce ihracat yapmak için tahrip edilen üretim altyapısı nasıl yeniden imar edilecek? Para yok çünkü. Satmaktan ve borçlanmaktan başka bir çözümünüz yok.
Üretimin yarıdan fazlası ithalat ile mümkünken uygun fiyata üretim nasıl yapılacak?
İşte burada yeni bize giydirilmek istenen gömlek şudur;
Ucuz işçilik karşılığında Çin gibi üretim yapmayı planlıyorlar.
Bizim emek gücümüz üretecek, çalışacak, didinecek sömürgeci yatırımcılar ceplerini dolduracak. Emperyalizmin ve batının talebidir bu.
Ülkemiz insanı buna rızası olabilir mi?
Kimi kime pazarlıyorsunuz?
Eğer üretim niyetiniz varsa yirmi yıldır üretim tesisleri neden satıldı ve fabrikalar neden kapatıldı?
Şimdi neden bu fatura tekrar emeğe çıkıyor?
Biz bunu kabul etmiyoruz.
Artık milleti kamdırma devri bitti.
Sat sat sat nereye kadar?
Varlıklarını batan devletler satar. Siz bu ülkenin kaynaklarını, kurumlarını batmadan satmaya başlayarak ekonomiyi batırdınız. Yola satmak için çıktınız. Sonu başından belli bir maceraydı.
Hepsini geri alacağız.
Milli bir yönetim ile Atatürk'ün yarım kalan devrimlerini tamamlamak milli üretim ekonomisini kendi tasarruflarımız ile yeniden yapacağız.
Hukuk içinde kalarak kamulaştırmalar yapacağız.
Atatürk fikri varken sömürgeci Çin modeli yeni bir maceradır, emperyalizme emeğin hakkını özelleştirme gibi peşkeş çekmektir.
Tarih, insanlık ve Türk Milleti sizi asla affetmeyecek.
[] Önder KARAÇAY []
#önderkaraçay #mobbingbank #çin #çinmodeli #ucuz #işçilik #emek #sömürüsü https://www.instagram.com/p/CXdDeDXAI8r/?utm_medium=tumblr
0 notes
hzrinan · 3 years
Photo
Tumblr media
Sedat Peker e "#Allah seni #star yapsın" diyenin duası kabul oldu mu? Zaman gösterecek. Vahşi #kapitalist #sistemin, #emek, #inanç #değer #sömürüsü #acımasızca #devam #ediyor. #internet #medya #piyasasında #yükselen #ekonomik değer. #Sedat #Peker. #Herkes Sedat Peker den nemalanıyor. Tıpkı inanç, millî, manevî değerlerin, #Atatürk v.b. söndürülmesi gibi. Herkes #PAZARLAMA, #PARA kazanma derdinde. Gerisi #Dede #KORKUT tan #masallar. #Vatan #Millet Sakarya #HAMASET #hikayeleri ... @sedatpeker @hizir.inan @hizirinan @hizirinann @hizirinan0653 https://www.instagram.com/p/CPSm2kWgImo/?utm_medium=tumblr
0 notes
jineolojikamplar · 3 years
Text
Jineoloji Kampları/ Ekonomi- Emek Sömürüsü
Çokça gündemimizde olan bir konudan bahsediyoruz bu hafta. Ekonomi!
İşsizlik, açlık, artan fiyatlar… Bir çok konu şu an kafamızı meşgul ediyordur. Eldekiyle ay sonunu getiremiyoruz. Özellikle kadınlar olarak, iki kat daha fazla kapitalist ekonominin sömürüsü altına giriyoruz. Oysa, toprağı eken, evi yapan, doyuran, yaratan biz kadınlarız. Tarihten şimdiye böyle olmuştur bu peki nasıl oldu da bu kadar ekonomiden müzdarip olan bir konuma getirildik. Öyle ki, evini geçindiremeyip intihar eden bir halk gerçekliği karşısında, yediği önünde yemediği yine önünde bir saray gerçekliği tarafından yönetiliyoruz. İnsanlık tarihinin ilk günlerinden bugüne kadar, kişilerin emek vermediği ve ona ait olmayan bir şeyi kullanması ayıplanmış, cezalandırılmıştır.
Videonun devamını Youtube kanalımızdan izleyebilirsiniz 😊
https://youtu.be/Z3_5G5bP6L4
8 notes · View notes