Volendam ve Zaanse Schans... İki kasaba hayal edin. Öyle yerler ki araba yakışmıyor resmen oraya ya. Olmamalı. İnsanları yöresel kıyafetle dolaşıyor. Ortamı cok farklı. Çok uzak benim yaşadığım o İstanbul'daki kaotik hayattan. Zaten genel olarak Amsterdam'ın hayatı, insanları çok farklı bizden. Hiçbir şey için aceleleri yok gibi sanki mesela. Hiçbir dertleri yokmuş gibi. Sakinler, huzurlular ve bence mutlular. İlk durak sabahtan Zaanse Schans'tı. İlk peynir fabrikasına gittim ve nasıl peynir üretildiğini dinledim. Adamlar her şeyden peynir yapmıslar. Pestolu, isli... hindistan cevizlisi bile var. Hepsini tek tek denedim. Birkaç tane eve götürmek için de aldım. İkinci yer olarak takunya dükkanını ziyaret ettim. Ve nasıl takunya yaptıklarını izledim. Hediyelik eşyaları alıp köyü en derinlerine kadar keşfettikten sonra ikinci durak olan Volendam'a doğru yola devam ettim. Voledam bir balıkçı kasabası. O yüzden gitmişken balıkta yedim tabii ki. Ben normalde deniz ürünleri çok sevmem. Ama balık sevmeyene balık sevdirir o derece bir şey. Bir de yanında Volendam'ın ünlü birasını denedim. Ya bu bira denen illeti bir türlü sevemedim. Orda denediğimde daha acıydı bir de bizimkine göre. Bana ekstra uymadı falan. Neyse hepsi tecrübe diyip yola devam edelim. Daha sonra ise tekrar Amsterdam'a geri döndüm. Girmedigim Anne Frank evi kalmıştı. Son olarak orayı da ziyaret ettim. Tabii bu tatil sürecinde biri Meksikalı, digeri Endonezyalı, beşi Türk olmak üzere arkadaşlar edindim, sohbetler ettim. Kim olduklarını bilmeden anlattım birilerine bir şeyleri. Umursamadan... Kaygılanmadan... Sonrası nolucak diye düşünmeden... Sonuç olarak her acıdan beni doyuran bir gezi oldu. Ne olursa olsun insan seyahat etmek için yasamalı. Maddi olan her şey gelip geçiyor. Geriye bir tek kalan yaşadıkların, anıların, o anıların içindeki insanlar, tattıgın yeni lezzetler kalıyor geriye. Ve ben bunlardan olabildiğince çok yaşamak istiyorum. Çok denemek istiyorum. Bazen her yerim adrenalin dolacak kadar çok korkmak, çok heyeacanlanmak istiyorum. Dopamini en derinlerinde hissedebilecek kadar mutlu olmak istiyorum. Ama hayır hayır. Gerçekler diğer türlü de olsa daha fazla üzülmek istemiyorum. Şimdi kendime teşekkür ediyorum. Tek başıma ortalama bir insanın çok üst seviyelerinde var olabildiğim için. Tek basıma mutlulugu en maks tepesinde hissedebildigim için.
0 notes
Üzerinden birkaç ay geçtiği için sadece en çok hatırladığım anıları yazacağım buraya. Havaalanına ilk indiğimde şehir merkezine gitmem gerekiyordu. Airbnb yaptığım ev ordaydı. Ama taksiciler bizim Türklerden daha kazıkçı. Manyaklar on dakikalık yola kırk kıyam istiyorlar. Bu Türk parasıyla altı yüz liradan daha fazlaya denk geliyor. Neyse iki adamla anlaştım taksiye beraber bindik, taksi parasını üçe böldük. O kadar para vereceğime tek başıma beş km yol yürümeye razıydım. Hoş! O parayı dönerken verdim ama hadi neyse.
İnsan hayatı boyunca sadece bir kere karşılaşacağı insanlarla bir arada olduğu zaman daha rahat daha cesur olabiliyor. Sanki yarın kalkıp yüzüne mi bakıcam mentalitesiyle hareket ediyor. En azından ben böyleyim. Zaten karar aldım. İlerde hayatımı günlük tanıştığım insanlar, anlık ettiğim sohbetlerle geçirecegim. Kimseyi kendime onun sorumluluğunu alacak derece de yakın tutmayacağım. Şu ankiler yetiyor bana. Hatta Bosna'dan döndüğümden beri kimseyle uzun vadeli arkadaşlıklar kurmuyorum. Ve mutluyum. Ben tek başımayken zaten hep daha mutluyum. Her neyse bir kafede otururken garson geldi. Kendi ailesinin işletmesiymiş. Allah bağışlasın şimdi yakışıklı çocuk. Zaten bu Balkan erkeklerinde ekstra bir çekicilik var. Siparişi aldıktan sonra "you are so cute" dedim. Ne olabilirdi ki en fazla. Ama asla kötü bir niyet ve beklentiyle söylemedim. Hiçbir şey demedi. Gülümsedi sadece. Kahvemi getirirken iki tane getirdi. Yanıma oturup oturamayacağını sordu. Oturdu, iki saate yakın sohbet ettik. Adı Armin'di, 21 yaşındaymış. İki saatliğine de olsa iyi bir arkadaş edinmiş oldum. Kazançlıydım. Artı bir puan muko farmer'a.
Balkanlara gelmisken bir şeyler içmeden olmaz tabii. Türkiye'deki arkadaşlarım bile yerin varsa bize de getir dediler. Ama ne yeri. Ben bir tek kabin bagaj hakkı almışım kendime. Akşama doğru (btw Bosna'da hava baya erken kararıyor, saat beşte falan) yıllanmış bir puba gittim. Diğer publara oranla daha elit kesime hitap ettiği için biraz daha pahalıydı. Ama olsundu. Aslında normalde de bira sevmem. Nerde içtiğim fark etmeksizin. Yine sevmedim maalesef o yüzden. Ya millet nasıl içiyor on tane on beş tane anlamıyorum bu çişe benzeyen şeyi.
Normalde umut tüneli şehre uzak olduğu için gitmeyecektim. Taksiye ekstra para verip iki kere daha kazıklanmak istemiyordum. Kahve içerken yanda bir grup Türk'ün oraya gideceklerini duydum. Btw burda Bosnalıdan daha çok Türk var yemin ederim. Kendimi hiç evden uzak, yabancı gibi hissetmedim bu yüzden. Gidip sordum arabayla geldiyseniz beni de alır mısınız diye. Hemşeri hemşeriyi gurbette s*kermiş lafından uzak bir şekilde kabul ettiler beni. Beraber gittik. Bir posta da onlarla arkadaşlık ettim. Ve şunu fark ettim. Çoğu insan kendi başına vakit geçirebilmekten o kadar aciz ki, tek başına bir şey yapmayı çok tuhaf karşılıyorlar. Ne diyim, ne diyim yani. Ah canım kendim. Arada fazla yükseliyorum kendime ndndndnd.
Siz hiç sabah beşte, karanlıkta, yağmur altında, başka bir ülkede, elinizde bavulla 32 dk yol yürüdünüz mü. Yürümediyseniz de bir şey kaybetmediniz emin olun. Çünkü ben yürüdüm ve hiçbir şey kazanmadım. Saraybosna'dan Mostar'a giden sadece sabah ve akşam treni varmış. Sabah dediğimde, sabahın körü saat 6.30 falan. Allahım bir de soğuk hava. Zaten Türkiye'ye göre ekstra ekstra soğuk bir ülke. Boşuna bizim soğuk hava dalgaları Balkanlardan gelmiyormuş. Ya tren garına gidebilmek için saydığım şartlar altında 32 dk yol yürüdüm ya. Gerçekten Allah Google mapsi bulandan razı olsun. Ama o geçirdigim tren yolculuğu mükemmel bir deneyimdi. 32 dk ye değer.
Son olaraksa belli yemekler, tatlılar, kahveler daha da özeldir kendi başına yaptığın. İnat Kuca diye normalde ev olup sonradan restorana cevrilmiş bir yerde şarap eşliğinde çok güzel bir yemek yedim. Arada değil kendinizi hep şımartmayı unutmayın. Çünkü hayat ancak hatırlanan anların toplamından ibaret
1 note
·
View note
Aylar sonra yayınlıyorum aslında bu blogu. Oysa Bosna'ya gideli aylar oldu. Normalde yazmaktan vazgeçmiştim. Ama ben anılarımın kaybolmaması adına yazacağım. Bence insanın kendini en iyi keşfetmesinin, kendi potansiyelinin farkına varmasının yolu tek başına tatile çıkmasıdır. Hoş! Ben bunu bir defa yaptıktan sonra tüm tatillere tek başıma çıkmak isteyeceğimi nerden bilebilirdim. Bu iyi mi kötü mü tartışılır. Ama bana göre mükemmel bir şey. Eskiden bir yere gidebilmek için birilerinin benimle gelmesinin zorunlu olduğunu düşünürdüm. Eğer onlar gelmiyorsa da gitmekten vazgeçerdim. Ne kadar aptalmışım! Ve şöyle bir durum var ki, benim çevremdekiler için bir yerlere seyahat etmek, yeni yerler görmek hiçbir zaman para harcamak için öncelik meselesi olmadı. Gerçi öğrenci milleti fakir olur. Onlar napsın bir gidiş uçak biletinin üç hin lira olduğu şu dönemde. Normalde Bosna'ya gitmek için de bir arkadaşımla anlaşmıştık aslında. Her şeyin ayarlamasını da yapmıştık. Ama sonra belli sebeplerden ötürü o gelmekten vazgeçti. Onun gelmemesi beni başta biraz tırstırsa da ben güçlü bir kızdım 💪. Gideceğimden ailemin haberi yoktu. Gerçi onlar gitme dese gitmekten vazgeçecek bir yapım da yokki. Bu başına buyurganlığımla ben daha neler yapacaktım. Havaalanında annemi arayıp "anne ben Bosna'ya gidiyorum" dedim. Bizimkiler Niğde'nin Melendiz tarafının köylerinden birinde hayata gelmişler. Annem... Doğduğundan beri doğru düzgün çıkmamış o köyden. Nerden bilsin Bosna'yı. Okuma yazması da yok. "Başka bir ülkeye gidiyorum" dedim. Kimle gidiyorsun diye sordu. Tek gittiğimi duyunca cingar çıkardı. O zamanda İsrail-Lübnan savaşı var. Oraya falan bağladı konuyu. Alem bu kadın yemin ederim. Ablamsa apayrı bir konu. Konuşuyoruz, bana diyor gece senin hakkında kötü kötü rüyalar gördüm, içimde bir sıkıntı var. Hayır arkadaş! Sanki Şırnak'a komando olarak gidiyorum. Bu neyin telaşı. Neyse ne ya. Arada sınırları aşmak gerekiyordu. Ben Tunus'ta yaşamışım bir buçuk ay şurdaki Balkan ülkesine mı gidemeyecektim. Yav yemin ederim aileyi bir kenara koydum. Yolculuk insana illallah dedirtecek cinsten. Koç'tan Bosna'ya gitmek beş saat sürdü. Üç saatte Sabiha'ya iki saatte Bosna'ya gittim. Yok böyle bir matematik. Neyse atladım uçağa, indim Saraybosna havaalanına...
1 note
·
View note
10 gönderi!
1 note
·
View note
Yine uğradığımız bir taciz olayı daha... Adada gençlik merkezi diye bir yerde kalıyorduk. Dört kız bir odada, Arca'yla Başar'da farklı odalarda kalıyordu. Bu sayede arkadaşlarımız gelip gittikçe erkeklerin odasında kalabiliyordu. Fakat yine bir taciz olayı loading tabii ki. Yan tarafımızda dört polis vardı. TDK tanımına göre polis; kentte kamu düzenini, huzur ve güvenliği sağlamakla görevli kişi. Fakat bu adamlar huzursuzluk çıkarmak için doğmuslar. Body shaming yapmak istemiyorum ama hepsi de öküz gibiler. Her akşam içip içip sürekli ayyaş gibi geziyorlar ortalıkta. Yanlarından her geçmem de ısrarla selam veriyorlardı ve ben ısrarla sesimi çıkartmıyordum. Bizim kızları kenara çekip evli misin, müslüman mısın gibi sorular sorup; çok güzelsin, seksisin gibi ithamlar da bulunuyorlamış. Hatta arkadaşlarımıza bakire olup olmadığımızı bile sormuşlar. Gel de öldürme. Ben zaten bu söylediklerini duyduğum zaman inanılmaz öfkelendim ve kaldığımız yeri değistirmelerini talep ettim. Onlar düşünüyor ki beni seçebilirler, istedikleri kadını elde edebilirler. Hayır abi. Sen beni seçemezsin, fiziksel veya sözlü taciz edemezsin, kişisel alanıma müdahale edemezsin, o erkeklik nefsini benim vücudumla ben istemediğim müddetçe doyuramazsın. Ayy yazarken bile sinirlendim. Allah'ın belaları. O yüzden burda hep gittiğimiz raid cafe diye bir yer var. Oranın sahipleri ve çalışanları inanılmaz tatlı insanlar. Sahibinin kızı Lina'yla da arkadaş olduk. Kafelerinin üstü otel olarak kullanılıyor. Sağolsunlar durumu anladıktan sonra bizim gençlik merkezine yalnız dönmemize izin bile vermediler ve eşyalarımızı toplayıp otele geçiş yaptık.
Meryem ve Fathi... Tunus'ta aşk başkadır arkadaşlar. Aşkın kendisi direkt bambaşkadır aslında. Ve sizi hiç ummadığınız bir zamanda, hiç ummadığınız bir yerde kıskıvrak yakalayıverir. Meryem ve Fathi burda tanıştılar. Aralarındaki duygunun bu kadar yoğunlaşabileceğini düşünmemiştim. Sadece takılırlar, flört ederler diye düşünmüştüm. Ama şimdi ayrılık vakti yaklaştıkça Fathi'yi de Meryem'i de sürekli ağlarken görüyorum. Hayır aga. Öyle bir şey ki tesellisi de yok bu durumun. Kanser olmuş ölecek bir insana üzülme iyileşirsin demek gibi bir şey bu. Meryem'de benim gibi. En doruk noktalarda yaşıyor her şeyi. Tam seviyor, tam bağlanıyor. Bizim gibiler için daha zordur o yüzden birinden vazgeçebilmek, kendini önceliklendirebilmek, mantığınla hareket edebilmek. Ve bu tip insan ilişkileri öyle bir şeydir ki, her şeyin belki en zalimi... Kurtulmak istemezsin çogu zaman. Kurtulmaya çalışsan da daha çok yakana yapışır. Çünkü öyle ya da böyle, gerçek duyguların yok olduğu bu dünyada herkesin inanılmaz bir sevgi ihtiyacı var. Bunu bulduklarında ise ilişki toksikleşse bile sadece o sevgiyi almaya devam edebilmek için o iliskinin içinde kalıp kendilerine eziyet etmeye devam ediyorlar. Fathi zaten benim burdaki favori adamım, Meryem'i de çok seviyorum. İkisinin hislerine de inanıyorum. Ellerinden gelse birbirleri için ülke değistirecek durumdalar. Fathi'nin ablası gelmiş uzun zaman sonra Fransa'dan. Çocuk hiç sevmediği Kerkennah Adasında günlerdir Meryem için kalıyor ve bırakıp ablasını görmeye gidemiyor. Allahım bir gün şöyle sevilmeyi bana da nasip et nfndmdmddm. Uzun lafın kısası umarım her şey gönüllerince olur.
Zaaim diye bir cafe var burda. Akşam oraya gidelim diye konuşuyoruz. Ben de sandım ki canlı müzik falan var, eğleniriz gideceğimiz yerde. Hâlbuki mekan Koç odeon nero. Millet piyasaya oturmuş orda. Ayy şaka gibiler gerçekten. Kafeye girdiğimizde elli kişilik insan topluluğu dönüp ibne ibne bizi izlemeye başladı. Hayatımda sosyal anksiyetem daha önce çok nadir anlarda bu kadar artmıştır. Assil o kadar meraklı ki kızlara... Adam en köşeye, her yeri rahatlıkla görebilecek bir yere oturup, gelen geçeni dik izlemeye başladı. Hayır bir de asıl rahatsız edici olan, bunlar böyleyse demek ki diğer oturanlar da böyle. Cinnetlikler gerçekten.
Otostop çekmek... Türkiye'de en son başıma gelen olaydan sonra tövbe etmiştim aslında. Keşke o tövbem de kalsaymışım. Otostop çekip ulaşıma para ödeyen tek insanlar olduk sanırım. Bir gün proje yerinden dönüyoruz, taksi bulamadık. Ben de başladım otostop çekmeye. Transporter durdu bir tane. Gideceğimiz gere geldiğimizde; dört kişiden, kişi başı 5 dinar olmak üzere 20 dinar istedi. Lan ben taksiyle gitsem dört kişi toplam 10 dinar ödüyorum. Bu nasıl kazıkçı bir millet. On dinar verip yürüdük daha sonra. Otostopu çektiğimiz çocukta burda Saida diye çok güzel bir kuruvasancı var, orda çalışıyor. Geçen gün Meryem tatlı almış. Normalde tatlıyı koydukları pakete bu zamana kadar hiç para ödememişken, kızdan 1.3 dinar para almış puşt. Bunlar Türkleri de geçmişler artık gerçekten. He bir de otostop demişken, geçen gün hep beraber kastil otele gittik. Çok kalabalıktık ve tek arabamız vardı. Fathi kızları ve Arca'yı alıp gitti. Fedi, ben ve Assil ise Fathi ikinci tura gelene kadar yürümeye başladık. Saat akşam 7 falan. Ben de dedim ki otostop çekelim. Yola durup gelen arabanın bir tanesini durdurdum. Adamlar durduktan sonra çocuklara sadece o gelsin demişler ya inanabiliyor musunuz. Fedi; bunu bir daha yapma yoksa ikinciye kavga etmek zorunda kalırım, bu adamlar gündüzden beri içiyorlar, ben durdursaydım erkek olduğum için saygı gösterip dururlardı ama sen kadın olduğun için sadece onlarla gitmek istediğin için durduruyorsun zannediyorlar dedi. Hayatımda kendimi ve cinsiyetimi bu kadar aşağılayacak bir an daha yaşamamıştım sanırım. Çok üzüldüm. Hödükler abi kısaca. Dünyadaki hırboların yüzde ellisi buraya toplanmış gibi.
3 notes
·
View notes
Hayatımız boyunca ırkçılıktan şikayet ederiz. Çoğu kişiye bundan bahsedildiği zaman "hayır ben ırkçı değilim" diyerek bunu reddeder. Ama ne olursa olsun hepimizin içerisinde bir yerlerde olduğunu biliyorum. Dünya resmen ırkların birbirini aşağılaması üzerine kurulmuş. Avrupalılar, Türkleri; Türkler, Arapları; Araplar, Afrikalıları... Burdakilerle konuşup Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz, ne biliyorsunuz diye sorduğum zaman, genelde Türklerin hiç misafirperver olmadıklarını ve onları istemediklerini söylüyorlar. İtiraz edemiyorum, biliyorum ki haklılar. Bazılarının bizi görünce fikirleri değişti ama bu durum gerçeği değiştirmez. Aslında bu şikayetlerine rağmen kendileri de öyleler. Tunus'ta özellikle Sfax'ta pek çok Afrikalı siyahiler var. Genel amaçları Sfax'tan Kerkennah Adasına, ordan da İtalya'ya gitmekmiş. İtalya Tunus'a bunu engellemesi gerektiğini söylemiş. Tunus'ta bunu engelleyecek parası olmadığını belirtince İtalya bu konuda Tunus'a sürekli para öder hale gelmiş. Polis baskısı yüzünden adamlar Sfax'ın dışarısına bile çıkamıyorlar. Her gün belediyenin onlar icin dağıttığı ekmek kuyruğunu bekliyorlar. Evsizler. Arkadaşlarım pek çok hastalık taşıdıklarını da söylüyorlar. Bunların haricinde sorguluyorum; bu insanlar ne için yaşıyorlar, hayat amaçları ne, bu durum böyle böyle nereye kadar gidecek? Dünya çok adaletsiz bir yer, bunu bir kere daha anlıyorum. O insanın benden veya bir Amerikalıdan hiçbir farkı yok aslında. Ama coğrafya kaderdir diye lanet olası bir gerçek var. Ve bazen o kaderi değistirmek için yapılacak hiçbir şey yok
Ülkede pek çok sorun var. Bunlardan birisi de daha önce bahsettiğim, projenin de temel konusu olan deniz ve çevre kirliliği. Devletin parası yok, o yüzden asla bu alanda yatırım yapamıyor. Sadece belli gönüllülerin bu alanda primitif teknolojiyle yaptıkları geri dönüşüm çalışmaları var. İnsan eliyle topladıkları plastik atıkları, yine insan eliyle ayrıştırıp ilkel bir makinede geri dönüştürüyorlar. Fakat bunu yaparken aynı zamanda etrafı kirletmeye devam ediyorlar. Bu bir eliyle yaparken diğeriyle yıkmak gibi bir şey. Buldukları çözümün asla bir sürdürülebilirliği yok. Onlara temel sorunun fazlaca tüketilen plastik şişeler olduğundan bahsettim. Evlerdeki suyu içilebilir hale getirmemiz gerektiğini söyledim. Fakat cevap yine aynıydı. Bu maliyetli bir şey ve devletin buna verecek parası yok. Aynı zamanda Türkiye'nin diğer ülkelerden çok fazla plastik aldığını ve geri dönüştürdüğünü öğrendim. Bu kirlilik ve çaresizlik ben de inanılmaz bir etki yarattı. Ne olursa olsun bir gün geri geleceğim ve bu alanda çalışacağım sanırım.
4 notes
·
View notes
Kaderimize karşı geliriz çoğu zaman. Başımıza bir şey geldiği zaman bu dünyanın yükünü bir tek biz yükleniyormuşuz gibi veryansın etmeye başlarız. Şükretmeyi bilmeyiz örneğin. Yemek yiyebilmenin, temiz suya ulaşabilmenin ne büyük bir lütuf olduğundan bihaberizdir. Boş yere duyar kasma, yıl olmuş 2023 diyenleriniz olabilir belki. Onlara da saygım var. Bugün Kerkennah'tan Mahdiya'ya giderken yolda şahit olduklarım... Ellerinde şişelerle su bulmak uğruna yola çıkanları gördüm, su şişesini göstererek arabaları durdurmaya çalışanları. Televizyonda gördüğüm, haberlerde işittiğim o hikayelere bizzat tanık oldum. Hepimizin insanlığını sorgulamaya başladım o an. İnsanoğlu olarak ne kadar bencil yaratıklarız. Birileri bir yerlerde yardım beklerken, başımızı nasıl yastığa koyabiliyoruz. Hep daha fazlası olsun diye nasıl hırslanabiliyoruz. Kendimden, vicdanımdan soğumaya başlıyorum sanırım.
Şimdi ise ikinci bir hassas konuya değineceğim. Mahdiya her şeyiyle çok güzel bir yer. Bize istediklerimizi daha rahat bir şekilde orda giyebileceğimizi söylediler. Denizi burada gördüklerimin en temizi, bizim Antalya'yı aratmaz o kadar söyleyebilirim. Burda bir iki günlük evler kiralanabiliyor. On kişi, kişi başı 60 dinardan iki günlük ev kiraladık. Her şey çok zevkli gidiyordu. Gündüz denize girdik, akşamsa canlı müzik olan güzel bir mekana gittik. Dj, Assil'in arkadaşıymış. Mekan çıkışı ben, Hassen, Mohammed ve Arca önden gidiyorduk. Ceren ve Ayşe ortada; Assil, Marriem ve Nour'da en arkadan geliyorlardı. Puştun biri takılmış peşimize. Hayır, bir de kızlar bağırsalar duyacak mesafedeyiz. Üç kere yolda durup laf atmış kızlara. Ayşe en son dayanamayıp orta parmak çekmiş. Arkamı döndüğümde kızlar fena bir haldeydi, Assil'le adam tartışıyorlardı. Çocuklar müdahale etti hemen. Arca'yı bıraksam adama dalacak. Uzaklaştırıp sarıldım, bırakmadım. Başı bizim yüzümüzden belaya gitsin istemiyorum. He bir de sarkıntılık yapan Tunuslu da değil, o da turist. Hödük işte. Kızlar çok kötü oldular. Sakinleştirmeye çalıştım ama nafile. Ceren'in ilk defa başına geldi böyle bir şey. O yüzden daha kötü etkilendi. Ayşe'de onun haline üzüldü. Kadın olmak nerde olursan ol zor iş kısaca. Geçen gün yolda yürüyorum. Akşam saat 11 falan. Motosikletle biri geçti yanımdan. İleride durdu, beni beklemeye başladı. Ben de durdum. Geri gidiyorum, geri geliyor. Daha sonra bir cesaretle yerden bir kaya alıp eve doğru yürümeye devam ettim. Daha sonra bastı gitti zaten. Ne denilir inanın bilmiyorum. O kadar fazla başımıza geliyor ki normalleştirmekten bıktım.
Mehdiya... Tunus'un Bodrum'u adeta. Cumartesi günü akşamı Medina denen bizim kapalı çarşıya benzeyen bir yerine gittik. Arkadaşlarıma ve benim icin özel olan o kişiye hediye aldım. Türkiye'ye dönünce neler olucak bilmiyorum. Ama birisi Tunus'tayken bile aklıma gelebiliyorsa bende farklı bir yere sahip demektir. Bugün Mehdiya'dan adaya dönüyoruz tekrar, proje için. Otobüs burda erken saatte bitiyormuş. Tabi bunları bilmeyen ve bilgilendirilmeyen biz otobüsleri kaçırdık. Öyle olunca El jem şehrine geçip ordan trenle gitme kararı aldık. Minicik bir şehir. Tarih kokusunu girişte alabiliyorsunuz. Sizi karşılayan ilk şey zaten Roma benzeri amfi tiyatro. Şehri biraz gezdikten sonra Sfax'a geri dönmek için tren garına gittik. Daha önce tren hakkında olumsuz yorumlar duymuştum ama aldırmamıştım. Tamamen haklılarmış. Trene binmeden uyardılar, eşyalarınıza sahip çıkın diye. Adamlar, Türk halkı gibi kazıkçı oldukları için koltuk sayısının üç katı falan bilet satıyorlar. Bilet almış olmama ve koltuk numaram belli olmasına rağmen şu an ayakta tıklım tıklım dolu bir trenin içinde Sfax'a gitmeye çalışıyorum.
6 notes
·
View notes
TUNUS DEĞİŞTİRİR ARKADAŞLAR...
Sizin de hiç efkarlanmak isteyip efkarlanamadığınız oldu mu? Arada bir denizin kıyısına gideyim, efkarlanayım diyorum. Çöpler o kadar çok görüntü kirliliği yaratıyor ki... Tüm derdimi unutuyorum. Zaten projenin de temel amacı deniz kirliliği falan ama bu insanlara biz değil tüm Türkiye kalkıp gelse çözüm bulamaz. Geçen gün tekneyle açıldık, dağılıp denizdeki çöpleri temizlemeye çalıştık. (Açılmışken cerenle bir titanicte patlattık tabii jfndnfndn) Ama o kadar fazla ki Tunus yönetiminin ekstra bir çöp poşeti üretim fabrikası açması gerekiyor. Amacımız olabildiğince deniz kaplumbağalarını korumak ve insanları bu konuda bilinçlendirmek. Fakat kaplumbağaları yakalayıp kuskusla yemeye alışmış bir millete neyi ne kadar aşılayabiliriz bilemedim. Bir de şöyle bir inançları var: Bebekler doğduğunda onları koruyacaklarını inandıkları için kamplumbağaları öldürüp bebekleri onların kabuklarına yatırıyorlar. Canilik diz boyu...
Tunus'a gelmeden önce hayatımda sadece bir kez otostop çekmiştim. Geçen gün dokuz kişi falan yolda kaldık. Dedim otostop çekelim. Adamın bir tanesi durdu. Biz dört kız ve Arca bindik. Meğer bizdeki ovarlokçu tarzı bir arabaya binmişiz. Ovarlok makinesi ayağınıza geldinin Arapça anonsunu yapa yapa Kerkennah'ı dolaştık. Rezillik diz boyu... He bir de arkamızda dört erkek kalmıştı. Bir saat boyunca otostop çekmişler, gariplerime kimse durmamış.
Geçen başıma tuhaf karşıladığım bir olay geldi. Her zaman gittiğimiz remla adlı bir kafe var. Türkiye'de hiçbir garson çalışan, şikayet edilme ve ardından kovulma korkusuyla karşı taraftan bir işaret olmadığı müddetçe yürüyemez. Geçen akşam yemek yedik. Limonata isteyecektim, etrafta garsonu göremedim. Kendim gittim, rica etmek için. "How are u?" diye sordu bana. Good falan dedim onun nasıl olduğunu sordum. Bana "you are very very beautiful, give me your instagram" dedi. "No" dedim, arkamı döndüm. Şimdi her gördüğü yerde beni dik dik izliyor ama bizim masaya sipariş almaya hiçbir zaman gelmiyor jfjdjdkdkdkd. He bir de bu konuya gelmişken ilginç bir bilgi paylaşacağım. Burda Tinder kullanmak, Türkiye'de instagram kullanmak kadar normal bir şey. Arca geldiğimiz günden beri kaç kere Tinder üzerinden date çıktı. Bizdeki gibi gel şurda buluşalım sonra da seks yapalım mantığı yok yani.
Btw hayatımın en huzurlu ve emeklilik dönemlerini geçiriyorum son zamanlarda. Buradaki kadar güzel gün doğum ve batımlarını daha önce hiçbir yerde izlemedim sanırım. Genel olarak bakarsak sefalet içinde yaşıyor gibiyim. Hayatımda ilk defa kendi çamaşırlarımı ellerimde yıkıyorum, belki 16 metrekare bile olmayan bir odada dört kız yaşamaya çalışıyoruz. Kapalı mekanların hepsinde sigara içiliyor. Burada kapalı alanlarda sigara icilmesi yasaktır gibi bir kural yok. Kısaca yaşam standartlarım Türkiye'dekinin çok altında. Ama bunlara rağmen mutluyum. Kısaca Tunus çok fazla değiştirdi beni. Küçücük şeylerle inanılmaz derecede mutlu olmayı öğretti. Empati yeteneğimi fazlasıyla geliştirdi. En önemlisi hayatıma inanılmaz güzel insanlar girdi. Kendimi keşfediyorum en derininden. İçime sakladıklarımı, yokmuş gibi hissettiğim duygularımı ortaya çıkartıyorum bazen. Kendimin farklılıklarıyla yüzleşiyorum. İyice olgunlaştığımı fark ediyorum bu yüzden.
3 notes
·
View notes
KERKENNAH....
Proje için Kerkennah adasına geldik. Bileti sadece bir dinara aldık. İstanbul'da, Sarıyer'den Büyükada'ya gitmeye kalktığımda en az otuz liramdan oluyorum. Gemi kıyıya yanaştığında birden anlamadığım bir sebeple insanlar bağından boşanan dana gibi koşmaya başladılar. Meğer boş taksi kapışmaya çalışıyorlarmış. Bizde taksi ararken ilk defa bir kadın taksiciye denk geldik. Feministliğim tuttu bir de o an. Ablam ya. Aslan aslan. Kaptı bizim bavulları, yerleştirdi bagaja hemen. Ama taksicilerin hepsi her yere en az on dinara gidiyor. Ada hayatı oldugu için yüksek ihtimalle Sfax'a göre her şey daha pahalı. Ada diyince gözünüzde bizim Heybeli falan canlanmasın. Sfax'ın fazla deniz görmüş hali gibi düşünebilirsiniz. Zaten burdaki yaşamımdan kendime çıkardığım ilk ders, her şeye olan beklentini minimum da tut ki gerçekle yüzleştiğinde boş yere hayal kırıklığına uğrama. Buraya gelmeden önce dediler ki insanlar orda daha kendi halindedir, kimseyi umursamazlar. Durum ise bunun tam tersi. Halkın hala farklı olanlara saygısı ve onları normal karşılama gibi bir durumu yok. Bunların devrimden sonraki hali buysa öncekini hayal bile etmek istemiyorum. Akşam hava karardıktan sonra bir kız olarak asla tek başıma dışarı çıkamıyorum, Aiesec ekibi de izin vermiyor zaten. Başta özgürlüğümü kısıtlıyorlar gibi hissettim. Ama sonradan fark ettim ki ellerinde olan bir durum değil. Sadece dışarısı akşamları bir kız için fazla tehlikeli. Sadece bu değil. Kız veya erkek arkadaşını yolda öylece öpemezsin mesela. Yoldan geçen herhangi birinin bile bunu aşağılamaya hakkı var. Ağızlarını açtıklarında ettikleri ilk laf biz müslümanız. Fakat o çok ayıpladıkladı zinalar, sarkıntılıkar, cinayetler de ortalıkta kol geziyor. Ama gel gör ki adam sevgilisini öpemiyor. Aklım ermedi benim bu işe. Geçen gece belli olaylar sonucunda sinirlerim bozuldu biraz. Gece 12.30 falan dışarı çıktım, yemek yemek ve biraz da dolaşmak için. Hadi bak kulaklık takılı olmasına rağmen dolaşırken işittiklerimi bir kenara koyuyorum. Kafeden çıkarken, sahibi "I need you, I miss you, come back" dedi ya. Adamlar ellerinden gelse ayaküstü s*kecekler.
Farkında olmasakta Sfax'ta tanıştığımız arkadaşlarımıza fazla alışmışız. Geldiğimiz ilk günden itibaren çocukları adaya gelsinler diye darlamaya başladık. Onlar da sağolsunlar yalnız bırakmıyorlar zaten. Hostel tarzı bir yerde kalıyoruz. Yan odamızda iki Cezayirli, bir Türk bir de Çinli kalıyor. Çinli ya... 19 yaşında ama 12 gibi duruyor. Paytak paytak yürüyor. İstisnasız her yere sünger boblu pijamasıyla gidiyor. Tekne turuna çıktık geçen hep birlikte, bana elleriyle yengeç yedirdi. Abim ya... Btw bir de telefonu var, daha önce kimsede örneğini görmedim. Çocuk bize göre 20 sene falan sonrada yaşıyor sanırım. Çinli sonuçta. Çok şaşırmamam gerektiğini düşünüyorum. Türk'ü başta sevmedik. Hayatımda bu kadar narsist bir insan görmedim. Bir de koçlulara laf atarlar. Adımızı bile sormadan iki saat sadece kendini övdü. 1 aydır kendi memleketinden birini göremeyince dili şişmiş sanırım. İki saat nefes bile almadan konuştu durdu. Buranın güzel tarafı ise gündoğumları ve batışları. Hayatınızda hiç bu kadar güzel manzaralar görmemiş olabilirsiniz. Ama denizleri hiç derin değil. Ne kadar gidersek gidelim deniz asla boyumuzu aşmıyor. Sadece tekneyle açıldığımız gün yarım saat falan gittikten sonra ancak ayağımızın değmeyeceği 2-3 metre derinliğinde bir yere ulaştık. En güzel olaylardan biri ise kano yaptık. Denizin kıyısı çok fazla yosunluydu. Ceren hanımsa ayaklarına kıyamadı. O yüzden kıyıya kadar taşıttırdı kendini bana kanoyla. İtalya çok yakındı o sıra bize. Aklıma bir gelmedi değil; Tunus üzerinden İtalya'ya mülteci olarak kaçmak. İşin esprisi bu sadece tabi. Çok farklı hissiyatlarla başladım bu maceraya. Hatta daha başlamadan bitirmek bile istedim. Bunu söyleyeceğimi düşünmezdim ama şu andan itibaren bile fark ediyorum ki Türkiye'ye döndüğüm zaman özleyeceğim burayı.
5 notes
·
View notes
COĞRAFYA KADER MİDİR??
Şansa hayatta kalmak. Sollayan arabalar, bizim solladıklarımız... Önümüze kıranlar, bizim önüne kırdıklarımız... Daha neler neler... Geçen çocuğun birinin arabasına bindik, 130 basıyor. Ön camdan fırlıycam sandım, agam napyon, a bit slower yani. Çocuk da geçen doğum gününe gittiğimiz ama tam bir tunusian playboy. Olaylar sonucunda hepimiz ayar olduk. Size anlatıcam hak vereceğinize eminim. Bir akşam oturuyoruz falan. Yanımıza geldi. Anladım bana olan ilgisini. Hadi bak o sorun değil, gayet normal bir şey. Doğruluk cesaret oynarken söyledim, I have no boy friend but I love someone unrequidetly diye. Bana göre okey olmasa da şansını denemek istemiş olabilir. Ona da lafım yok hadi. Daha sonra ayberkle görüntülü konuşurken ayberki erkek arkadaşım zannetmiş. O yüzden rotayı benden cerene çevirmiş, ceren de mutlu bu durumdan. Tamam onu da tölere ettim ve bir şey demedim. O anlamda kimseden bir beklentim olmadığı için ceren mutluysa ben de mutluyum. Ama çocuk, doğruluk cesaret oyununda ona birisi aramızdan kimi beğenip etkilendin diye sorduğunda cerenle flörtleşmesine rağmen Mukaddes cevabını verdi. Ben boşuna dua etmiyorum, bunlara birileri sosyal zeka bağışlasın diye. Ceren direk uzaklaştı zaten. Haklı... Aah bazıları... Kıymetini bilmiyorlar bazı şeylerin. Mis gibi kızı bulmuşsun işte. Ne diye soğutuyorsun kendinden. Daha sonra hep birlikte ünlü bir yere waffle yemeye gittik. Fotoğrafımı da ekliycem ve hangi komik hallerde, ilk defa çikolata yiyormuş gibi davrandığımı göreceksiniz. Bu gidişle zaten diyabet hastası olup çıkıcam. Günlük aldığım şekerin haddi hesabı yok.
Projeye başladık. Deniz kaplumbağasının ölüm nedenini bulabilmek için onu kestik, buna inanabiliyor musunuz? Yani insana otopsi yapar gibi ona da nekropsi yaptık. Tüm organların içini tek tek inceledik nerdeyse. Daha doğrusu sadece ben ve ayşe bunu yapabildik, diğerlerinin bu durumdan midesi bulandığı için yaklaşmadılar pek. Beni de midesiz ilan ettiler. Darüşşafakada büyüdüm zaten, hiç anormal gelmedi midesiz oluşum. Çok farklı bir deneyimdi benim için. Hayvancağız denizdeki metal kirliliği yüzünden ölmüş 😔 Sonrasında da gömdük hayvanı bildiğiniz. Bir de ruhuna Fatiha. Yeni yeni anlıyorum şehrin belli yerleri neden bu kadar pis kokuyor. Bense daha bir buçuk yıl öncesine kadar kelebeğe bile dokunamazken, kendimi aşmış gibi hissediyorum. Burdan gittikten sonra hayatımı ikiye ayırıcam zaten. Tunus öncesi ve Tunus sonrası mukaddes olarak. Bu hayatta pek çok dönüm noktası yaşadım fakat hiçbirinde bu kadar bilinçli değildim. Biraz daha büyüdüm sanırım sadece iki hafta içerisinde. Tuhaf bazı şeyler... Kabullenilmiş hayatlar, edilmeyen isyanlar, belki de kadere bir boyun eğme söz konusu burda. Öyle insanlar görüyorum ki, açlar ve karınlarını doyuracak bir ekmek uğruna her gün metrelerce sıra bekliyorlar. Ne olursa olsun kimse ona verileni yeterli bulmamalı, fazlasını istemeli ki bulunduğu yerden çıkartabilsin kendini. Coğrafya kader midir bilemem. Ama ben doğduğum büyüdüğüm yerin kaderim olmaması için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Umarım onlar da yapar. Her şeyi herkes gibi fazla fazla hak ediyorlar çünkü.
6 notes
·
View notes
HALKUM DEĞİL LOKUM LOKUM !!!
Ne yaşadığınıza bağlı olarak iyi veya kötü oluşu değişir ama hayatım boyunca bir daha unutamayacağım anılar biriktiriyorum. İyi mi? İlk günler aşırı şikayetlensemde şu an mutluyum. Sanırım insan alışıyor her şeye. Ömründe Türkiye'de türkü bara gitmemiş bizi Tunus'ta götürdüler. Halay çekerken kafayı öne arkaya sallaya sallaya içmiş kadar sarhoş oluyor insan. Sebebini bir türlü anlayamadığımız bir şekilde burada kadın erkek fark etmeksizin herkes sürekli bizi izliyor. Bunun sebebinin giyim tarzımız olduğunu asla düşünmüyorum. Kapalı giysekte durum aynı. Arada sırada birileri tarafından takip ediliyoruz. Biraz acı bir durum olan kadın olmak nerde yaşarsan yaşa zor, denen noktaya geliyorum. Taksiye bindik. Adam müslüman mısınız diye sordu. Evet dedik, o zaman neden Arapça konuşmuyorsunuz diyor. Aga bu nasıl bir zihniyet.
Global village etkinliği vardı bugün. Herkes ülkesini tanıtmak amacıyla yiyeceklerini getirdi, geleneksel oyunlarını falan oynadı. Çinliye damat halayı çektirip, erik dalı oynattık. Gelin ortamı siz hayal edin. Tunuslular bizim horon şarkısını alıp kendilerinin gibi sahiplenip kareografi uydurmuşlar. İnsan sözlerini bir şekilde Arapça ya da Fransızca'ya falan çevirir bari. Bu kadar hazıra konmak fazla... Zaten kızarımış sosisle, mangalda tavuğu koymuşlar önümüze, bizim diye millete kakalıyorlar. Bizim lokum da oldu halkum. Ama çok seviyor herkes. Teyzenin biri bizim masadan karnını doyurdu gitti zaten krkrkrmmr. İtalyanlar pizzayı, Hollandalılar krepi dayadılar, miss. Btw Türkçe şarkıları bizim yerimize onlar seçti resmen. Alakasız biçimde bizim playlistimiz dışında bir dualar eder insan çalıyor, arkasından da Tarkan'dan yakalarsam 😘😘. Kız erkek karışık hepsinde bir hayranlık var zaten Türkiye'ye, Türklere karşı. Bunu sık sık hissettiriyorlar. Etkinlikten sonra dolaşırken göl gibi bir şeye rastladık. Meryem, ilk defa su gördüğü için göle bakana kadar gereksiz bir heyecana kapıldı. Ama göl müydü yoksa çöplük müydü tartışılır. Jwajem diye bir tatlısını denedik daha sonra. Belli çeşitleri vardı ama genel olarak yoğurdun içine kivi, muz, bisküvi, badem, ceviz, dondurma koyarak yapmışlar. Ne bulmuşlarsa karıştırmışlar kısaca. Lezzetine bişey diyemem ama. Bizdeki magnolia tatlısının muhallebi yerine yoğurt koyulmuş hali gibiydi. Ertesi gün taksiye bindik. Kapalı olan arkadaşa taksici, you are muslim dedi. Ayşe de, we are all muslim dedi. Taksici de beni gösterip this one no muslim dedi mdjdmdmdm. Saçı sarıya boyatmak zor iş arkadaşlar. Müslümansam da senle benim müslümanlığım zaten aynı değildir demek geldi içimden. Nour'dan bahsetmedim hiç. O burda tanıştığım en iyi insanlardan bir tanesi. Bizi evine davet etti, annesi yemek pişirmek istiyormuş. Tunus'ta bir eve misafir olmak... Burdaki normal bir ailenin yaşamına tam anlamıyla yakından şahit olmak. Çok tatlı insanlar Nour ve ailesi. Bana Türkiye'de aşılanan gittiğin eve olabildiğince minimum yük ol davası burda geçerli değil. Çeşit çeşit yemekler ve hediyeler... Sanırım kendimi uzun zamandır bu kadar değerli hissetmemiştim. Bir gün de evlerinde kaldık. Ama genel olarak inanılmaz şeker tüketen bir halk. Türk halkının pişi dediği şeyi bile şekere bulayıp yiyorlar. Yani yılların pişisini bizdeki fakir tatlısı olan halka tatlısı gibi bir şeye dönüştürüyorlar. Ben çok fazla şeker severim ama bana bile ağır geldi Tunusluların yediği kadar şekeri bir anda yemek. Alakası ne ben de bilmiyorum ama arabalarla yayaya aynı anda kırmızı yanan bir ülke burası kdjdjdj. Her şey mümkün yani. Sanırım Tunus'tan artı on kiloyla döncem o yüzden.
6 notes
·
View notes
HOUSE PARTY DEDİLER GELDİK !!!
Mariem diye çok tatlı bir kız var. Öğle yemeğini beraber yiyelim dedi. Kuskusu tattık. Kısırın sıcak ve otsuz hali gibi düşünebilirsiniz. Farklı yanıysa şov uğruna adamlar yemeğin yanına alev atan kase koymuşlar. Keven gibi tutuşucam sandım bir an. Ama tabii ki yediğimiz her şey benden yine on puan aldı. Akşama house party davetliyiz. Kaderde Allahın Tunusunda house party gitmekte varmış işte. Biz hazırlandık ama düşünüyor bizimkiler acaba buraya fazla gider mi giydiklerimiz diye. Ama bende yine aynı durum, banane yarın kalkıp yüzlerine mi bakcam sanki gamsızlığı. Eve girdik ama hocam bu nasıl bir zenginlik. İçimden belli söylemler geciyor aslında ama ırkçı falan sanarsınız beni diye tutuyorum şimdilik. Btw parti de kız cinsiyeti adı altında biz hariç sadece çocuğun kız arkadaşı ve iki tane falan kuzeni vardı. Bir de far görmüş tavşan gibi bize bakan birkaç hanım teyze. Buradaki kadınların aslında çok güçlü ve feminist olmalarına rağmen akşamları kızların dışarı çıkmalarına aileleri izin vermiyor. Bizim bir ortama giriş şekli var, sanki Muhteşem Yüzyıldaki Hürrem Sultanız aq. Adamlar davulla zurnayla karşılıyor geleni. Ben hani house party di falan oldum bir de, sanırım parti anlayışımız uyuşmuyor bu agalarla. Kendimi teyzelerin bakışlarından kaynaklı Niğde Melendizde düğünde gibi hissettim. Zaten arada bir düşünmüyor değilim. Acaba yanlışlıkla Türkiye'nin doğusuna indikte, bunlar bizi kekliyor mu diye. Durumumuz o kadar, aratmıyor yani. Bir sürü tatlılar, ikramlar, içecekler… Hepsi de birbirinden lezzetli. Adamlar bir parti uğruna catering yemek firmasıyla anlaşmış; davulcu, zurnacı, dj falan tutmuş. Dj de bizim Asil. Adamım ya. Her telde çalıyor. Ama bir doğum günü partisine yaptıkları masrafı ülkeye dağıtsalar ülkenin kişi başına düşen geliri yükselir yeminle. Saat gece bir gibi geleneksel müzikler bitti, tam parti havasına döndü ortam. Ama yan tarafta teyzeler hala bizleri izliyor, Türklerin iş makinesi izlediği gibi. Ben 90 dk futbol maçı yaparken bu kadar terlemiyordum ya. Bu nasıl bir havadır. Dışardan bakan biri duş almış zanneder gerçekten. Partide Assil'in arkadaşı Muhammed Ahmed diye bir çocukla tanıştım. O da Assil gibi inanılmaz şeker bir insan. Ama o da buraya ait değil ve bir şekilde değerlenmesi gereken birisi. Almanya'ya gidecekmiş zaten, çok mutlu oldum onun adına. Gece dörtte beraber kamyon kasasında yolculuk yapmaya niyetlenirken anlattı. Parti çıkışı, yok artık olmaz diyebileceğiniz şeyler bir bir oldu. Arabanın lastiği yolun ortasında patladı. Yeni lastik arabaya uygun olmayınca da gideceğimiz yere kasalı transporter ile gittik. Arabanın lastiği değişecek mi diye beklerken, aklıma gelen şu oldu: Issız bir yerde dört kız ve bir de Arca daha yeni yeni tanıştığımız insanlarla kaldık. Aga adamlar s….. kimsenin ruhu bile duymaz, bizdeki bu güvene hayret ettim o an. He bir de benim ekstra şöyle bir durumum var. Hiperaktiflikten kaynaklı bazen kendimi kontrol edemiyorum ve kendimi bir yerlerde koşup yürürken buluyorum. İşte gece dörtte bir deli cesaretiyle Tunus sokaklarını tura çıktım. Arkamdan Muhammed'de geldi. Tamam çok iyi bir çocuğa benziyor ama bende sürekli birilerine güvenmeme ve kendimi koruma iç güdüsü olduğu için o anki hareketimi doğru bulmadım. Tabi bizimkiler merak etmiş beni. Arama ve sesli mesaj… Telefona da hiç bakmadım, manyaklar dağılmış beni aramaya çıkmışlar. Tabi manyak olan hangi taraf tartışılır ama. Bendeki bu rahatlık der, susarım. Geldiğimde başta Arca olmak üzere herkes tonla laf yaptı. Kendin dememişmiydin, bizi burda s… kimsenin haberi olmaz, neyine güveniyorsun diye. Haklılar :(( Yusuf… Ayy gerçekten… Anlatılmaz yaşanır denen bir insan. Dün biraz sert çıkıştım sanırım. Sonra da üzüldüm kalbini kırdım diye. Özür diledim kabul etmedi. Barışmak karşılığında söylediği şeyde "Just give me a kiss" dedi. Çocuğa "fuck off, you don't need talk to me as much as you want" diyip arkamı döndüm. Allahım birazcık sosyal zeka bağışla şunlara. Amin !!! Bu arada bilmeyenleriniz hoşlandığın çocuk kim diye sorguluyorlar. Bunu şu anlık söyleyemem sanırım. Biraz daha merak is loading.
6 notes
·
View notes