Toplumda hatırı sayılır, sözü dinlenir bir kimse olmak isteyenler cömert ve yardımsever olmalıdır. Yiğitler de bileklerinin gücüyle kendilerini kabul ettirirler
Ey Müslüman, sen kendi kendinin doktorusun! Ve sizi neyin harekete geçirdiğini, motive ettiğini ve teşvik ettiğini en iyi siz bilirsiniz! Eğer ölülerin, mahkumların ve vücut parçalarının resimleri öfkenizi, hareketinizi ve heyecanınızı artırıyorsa, o zaman bunlar sizin ilacınızdır ve ilaç acı olabilir. Ancak bu görüntüler sizde daha fazla umutsuzluk, hayal kırıklığı ve umutsuzluk hissi uyandırıyorsa o zaman bunlar kaçınmanız gereken bir hastalıktır! Aynı şekilde direniş, kurtuluş, kahramanlık ve yiğitlik görüntüleri de vardır. Eğer enerjinizi uyandırıp kıskançlığınızı ateşlerlerse, o zaman bunlar bir çaredir. Eğer sizi uyuştururlarsa, size güven verirler ve bunları eksikliklerinizi ve hayal kırıklıklarınızı mazur görmek için kullanırlar. o zaman bunlar bir hastalıktır, o yüzden onlardan kaçının! İster Gazze kazansın, ister Allah korusun, Allah'ın hesabı yaklaşıyor ve siz bundan kaçamayacaksınız!
"Yemenden öte bir yerde Düldül hala savaştadır. Ali daha savaştadır. Kafdağının arkasında Köroğlunun Kıratı, dostluk için, yiğitlik, doğruluk için, zulme karşı, bilcümle kötülüklere karşı savaştadır. Alagözlü Dedem Pir Sultan, yedi derya ötede zulme karşı savaştadır. Cümle Kırklar, pirler, iyi kimseler zulme karşı savaştadır, diyordu. Dünya kurulduğundan bu yana güzel dünya savaştadır, kötü dünyaya karşı, çirkin dünyaya karşı. Her gün başka bir gün doğuyor, her gün yeni yıldızlar döşeniyor gökyüzüne, diyordu Dursun Dede. Her doğan gün, her gece gökyüzüne yeniden döşenen yıldızlar savaştadır. Her sabah yeni çiçekler açıyor, dünkünden daha güzel, diyordu Dursun Dede, yeni bebeler doğuyor, her gün, her gün yeniden, eskisinden daha sağlıklı. Dünya her gün, her gün, her gün güneş doğarken deri değiştiriyor, yepyeni, terütaze oluyor. İnsan, her insan, eğer insansa, her gün tanyerleri ışırken yeniden doğuyor. Toprağa düşen her tohum, toprağı yaran her filiz yenidir. Gökyüzü her ışıyışında yeniden kuruluyor, dünya yeniden kuruluyor her tan atışında, tohum yepyeni uçuyor, su yepyeni akıyor, ışık yepyeni akıyor. İnsan yüreği yepyeni yepyeni atıyor. Çiçek sevgiye duruyor, yürek sevgiye duruyor, şırlayıp gelen ışık sevgiye duruyor. Ölüm yok, diyordu Dursun Dede... İnsana ölüm yok. İnsan muhabbete, insan sevgiye doğuyor. İnsan sevgiye doğmuyorsa insan olamazdı, o zaman ölürdü işte... İnsan insana doğuyor."
Bazı erkeklerin en büyük hayali; kazanacakları dışında kaybedecek hiçbir şeyi olmayan asil bir o kadar fevri hareketle cansiperane, sırf davası için cesaretini, arzularını geleceği ve bedenini sarf eden bir yiğitlik. Arkasında bırakacağı gururlu içine ağlayan bir baba, mürüvvetini görme hayali kuran anne, onu anlayıp övgüyle yad edecek kardeş ve kadim dostlar. Sevdiği kıza dostları ulaşıp haber verecek veya altyazı da görecek ismini, iki damla gözyaşı döker, şanslıysa oğlan belki aşırıcı bulur anlayamaz zaten hiç anlamaya çalışmadı ki o yanında durmaya çalışırken.
"Aldırma, üzülme, insan olanın başına akla gelmedik iyilik de gelir, kötülük de... İnsan olanın başına her türlü alçaklık da gelir, yiğitlik de. İnsan, insandan her şeyi beklemeli..."
ne dövüş bilirim ne de güçlü kuvvetliyim. ama biliyorsun a canım kendimi korumakla mükellefim. kimim kimsem yok, olmadı da. yılan gibi dilim olmasa, sözlerimle incitemezsem nasıl olacak bu işler? silah doğrultan, tenha köşe kovalayan bir kadın olamam. sen dersin kadın kadındır diye. kadınlığımla iyi bir kombin olmuyor. kendimi korumanın yollarını bulmak zorundaydım. karaktersiz de, sinsi de, şerefsiz de. gönlün olacaksa orospu çocukluğu de.
doğru adamsın biliyorum. ama ben belini doğrultamamış bir çocuğum. ben doğrulturum dersen amenna ama çocuk büyütmek istesen yapardın diye düşünüyorum. kaç yaşında adamsın, eğilip bükülmezsin. ben bunu zaten biliyorum ve korkuyorum.
doğrulmak acı verici olsa gerek. canım yansın istemiyorum. canımı yakmanı istemiyorum. canımı yakarsan diye çok korkuyorum. incinmek dert değil, senin tarafından incitilme fikrine tahammül edemiyorum.
her şey çok güzel ve sanki birden tersine dönecek gibi. mevsimler kışa döner, insanlar sırtını döner, siyah beyaza döner. ama ben biliyorum ki bu adam giderse iki cihan bir olsa geri dönmez. evet korkuyorum.
bir şey olacaksa şimdi olsun. kestirmeden gidelim. yanlış anlama yol bitsin istemem. bitmeyecekse sonsuza. ama madem bitecek, hemen bitsin. vur aşağıdaki tabureye, ince boynum kırılsın. her gün acıyla yaşamaya bu kadın nasıl dayansın?
çok güzelsin, çok gerçek, çok erkek. bunlar benim için çok yeni. yenilik korkutabilir, biliyorsun. korkuyorum. hiçbir zaman yüreklice 'korkuyorum' diyemedim. müsaadenle erkeğimin yüzüne yüzüne korkuyorum diyebileyim. eminim korursun, yatıştırırsın ve incitmezsin. şüphem yok doğrudan sapacağına ama insan hep aklı ile hareket edemez ki.
yiğitlik sende kalsın. affet. ben de aynı çukura düşmemek için elimden geleni yapayım. kalırsan güvencem olur, kendimi korumak için alicengiz oyunları yapmam. kalmazsan can feda, vardır bir bildiğin. gecen güzel olsun.
Dağlarının, dağlarının ardı
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.
Seni sevmek,
Felsefedir kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İp'in, kurşun'un rağmına,
Yürür pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...
Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uyanmasın dağ.
Bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl - pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böyle yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü...
Aaah, ah! Ne talihsiz başımız varmış bizim. Bizim. Yani dindarların arkadaşım. Osmanlı’yı ceddi bilenlerin. Kelime-i Şehadet getirenlerin. Müslüman oğlu/kızı müslümanların. Niye böyle söyledim, a dostlar, izah edeyim: I. Cihan Harbi’nde olanları okumuşsunuzdur. Hani ilkokuldan beri ders kitaplarında anlatılır: “Biz yenilmedik. Ne münasebet? Almanlar yenilince biz de yenik sayıldık.“ Hepten de yanlış değildir ha söylenen. Fakat Almanya yenildikten sonra bizim de savaşı sürdürecek gücümüzün kalmadığını itiraf etmede eksiktir. Nihayetinde o kadar devletle birden tek başımıza başedemezdik. Her neyse... Mağlubiyetin mâkul bir tarafı var yani. Birşey demiyorum. Her girdiğin kavgayı kazanacaksın diye bir dünya yok. Takım arkadaşın yenilmişse sen de yenilmiş sayılabilirsin.Mevzuun bu tarafını kavrıyorum da, arkadaşlar, geçenlerde başımıza gelen mağlubiyeti bir türlü kavrayamıyorum. Kavrayamıyorum, niye, çünkü bu defa bizzat kendi devletimiz kazandığı halde biz yine kaybettik. Evet. Hatırladınız tabii. Malum, kadın milli voleybol takımımız, her ne kadar kadronun tamamı kendisini kadın gibi hisseden kadınlardan oluşmasa da, Sırbistan’a karşı bir zafer elde etti. Zaferden sonra epey bir süre Türkiye bayrakları sallandı. İstiklal marşı okundu. Zafer nârâları atıldı Türkçe. “Vay!” dedik, “Herhalde bu sefer biz kazanmış oluyoruz!” Parasında gözümüz yok efendim. Afiyetle yesinler. En azından azarını işitmeyelim. Fakat o da ne? Dedim ya: Başımız talihsizdir. Sosyalmedyayı açınca bir baktık. Ohooo! Osmanlı yine kaybediyor. Sarıklıyı gömen mi dersin. Çarşaflıyı ezen mi dersin. Fese tokat atan mı dersin. Kıçından gökkuşağı çıkan mı dersin.
Allah Allah! Yüzbin kere Allah Allah. Biz yine kaybetmişiz yahu. Sırplarla hiçbir ittifakımız bulunmamasına rağmen yine golü bizim kalemize atmışlar. Müslüman oğlu/kızı müslümanlar bir harpten daha mağlup çıkmışız. Vay arkadaş. I. Cihan Harbi’nden beri başımızda dönen karabulutlar bahtımızı hiç terketmiyor. Nitekim, Kurtuluş Savaşı’nda da böyle olmamış mıydı, a dostlarım! Cephede ‘Allah Allah’ diyerek, halifeyi-İslam’ı kurtardığını sanarak, şehitliği düşleyerek, çarşaflısı-sarıklısı onca mücadele ettikten sonra, netice ne olmuştu? Yunanlılar mı denize dökülmüştü? Yok yahu. Yunanlılar birkaç sene sonra takıp takıştırıp geri döndüler. Venizelos Beyler İsmet Paşa’nın hanımını da koluna takarak etrafı gezdiler. Asıl yurdun üç tarafındaki denizlere dindarlar döküldü.
Denize dökülmeyen kısmın üstüne de beton döküldü. Medreseler kapatıldı. Ezan yasaklandı. İslam harfleri kapıdışarı edildi. Asayofya puthaneye çevrildi. Camiler ahır yapıldı. Türbeler yıkıldı. Sarık-çarşaf berhava edildi. Frenk fotörüne dönüldü. Sanki savaşı kazanan başkasıymış gibi, yahut da kaybedeni bizmişiz gibi, her ne edildiyse müslüman oğlu/kızı müslümana edildi. Belki biraz da bu yüzden Kadir Mısıroğlu merhum şöyle bir laf etti: “Keşke Yunan galip gelseydi!” Herkes bunu yanlış anladı. Ben doğru anladım arkadaşım. Biz kazanınca başımıza bunlar geldiğine göre, belki de, karşı taraf kazanınca biz kazanmış sayılacaktık? Oyunun kuralı başka türlüydü de biz kendi taşımızı ütmüştük. Maçın başında kaleleri şaşırmış da olabilirdik? Yaşananların başka açıklaması var mıydı?
İşte, sosyalmedyada kopan kıyameti görünce, ben de içimden dedim: “Keşke Sırbistan galip gelseydi!” Ama içimden dedim. Ben Kadir Mısıroğlu değilim. Onun kadar yiğitlik edemem. Sonra kim sahip çıkar bana? Bu kadar suratlarına tükürülmesine rağmen zaferi(!) tebrik eden İslamcı yazarlar mı? Peh. Buradan başka hiçbir yere yazmadım elbette. Sizden başkası da okumadı. Peki niye yazdım böyle birşeyi? Zira Kurtuluş Savaşı’ndan sonra başımıza gelenlerin bir benzerinin başımıza getirildiğini gördüm. O zaman Bediüzzaman’a birkez daha hakverdim. Hani o bir yerde diyor:
“Tarik-i gayr-ı meşru ile bir maksadı takip eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür. Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru muhabbetin âkıbetinin mükâfâtı, mahbubun gaddârâne adâvetidir.”
Sen misin Allah’ın razı olmadığı şekillerde muvaffakiyetler bekleyen? Sen misin bir de bunlara ‘milli gurur’ falan filan gözüyle bakan? Sen misin, hanımı gibi Lut aleyhisselamın salih arkadaşlığını boşverip, Lûtîlerden yarenlik uman? Oh olsun sana işte. Az bile tükürdüler yüzüne. İnşaallah, daha da çok tükürsünler. Çarşafını, sarığını, Abdülhamid’ini, Osmanlı’nı, dindarlığını, namazını, orucunu, duanı... Hülasa: İslamlığınla övündüğün ne varsa hepsini çalçaput edip üzerinde bir güzel tepinsinler. Tepinsinler ki eşekliğinden bir nebze kurtulasın. En azından kurtulman ümit edilsin. Zira eşek bile, körkütük eşekliğine rağmen, sırtına ağır yük vurulunca huysuzlanır, çiftelenir, yürümez, inat eder. Senin de uğradığın hakaretler sayesinde gayr-ı meşru muhabbetlerinden ayılman beklenir. Yok, ayılmadın mı, o zaman semerin sana hayırlı olsun. Senin gibi eşeğin sırtına daha çoook binerler. Hem de revadır sana. Çünkü, izzetsizliğinde öyle bir eşeklik saklanmıştır ki, semercinin parasını da sen verirsin. Kıçına kamçıyla vuranların ellerini öpersin. Böyle eşeğe eşekler bile acımaz. Kul niye acısın?
Gözyaşlarının yas için yeterli olmadığı o yere varmıştı küçük, Ali bunun farkındaydı. Kendi çocukluğu gibi iki eli kan, gelse yapışsa şimdi bu susukunluğun hesabını herkesten sorardı. Bunu biliyordu. Yiğitlik babanla birlikte öldü, dedi. Gözlerini bir saniye olsun çocuğun babasının andıran henüz oturmamış hatlarından çekmiyordu. Bir dünya kaybettim ben bir gecede dedi Ali, ateşim de kendinden daha büyük bir şeye dönüştü. Her parmağımda başka birinin yası. Hepsi yaşamaya devam etti belim bükülerek taşıdım bu yaşıma. Çocuğun ağlamamak için yaptığı her mimiğin sahte olduğunu bilerek dişlerini birbirine bastırdı. Babanın canını alan ben değildim. Olsam şayet yine üzülmem, dedi. Çocuk lafını bölecek gibi olduğu her an aralıksız devam ediyordu Ali, kendini* sarsar gibi sarstı. Sen can acısıya doğmuşsun. Sen. Yaranı yuvan zannediyorsun oğlum.