Tumgik
#teskin etmiyor
muratmesutfan · 2 years
Photo
Tumblr media
Ömrümün yorgunluğu üzerimde bu aralar. Teskin etmeyecek, ne kanla yazılmış şiirler ne de sıralı şarkılar...
Murat Mesut
17 notes · View notes
yantekerlek · 4 months
Note
Filistin'de yaşanan acı olaylar beni çok üzüyor gerçi benim üzülmem nedir ki onların yaşadıklarının yanında ama bir şey de yapamıyorum dua etmekten başka siz nasıl kendinizi teskin ediyorsunuz?
teskin etmiyorum. teskin edemem. etmemeliyim. üzülmem imanımın göstergesi. ruh halimin alt üst olması imanımın göstergesi. üzülmekten ve dua etmekten yorulmayacağız. ağlamaktan yorulmayacağız. rutinlerimizi yaşarken kahrolacağız yine de devam edeceğiz. namaz kılacağız. teheccüde kalkmayı başaracağız. yenileceğiz uykuya ama bir gün başaracağız. boykota sıkı sıkı devam edeceğiz. elimizden geldiğince boykot etmek de imanımızın göstergesi. aman bana ne demeyeceğiz, ben yapsam nolur ki diyerek ümitsizliğe kapılmayacağız. yeryüzü doktorları (YYD) ve yeryüzü çocukları (YEÇED) derneklerinin banka hesaplarını yoğun bir şekilde ziyaret edeceğiz. nazımızın geçtiği herkese anlık bağış yaptıracağız. laf arasında hadi bağış yapalım diyeceğiz 50 lira, 100 lira, 10 lira, 1000 lira fark etmiyor. evde boykot sakızı görünce alanla ciddi kavga edeceğiz. oturup karar alacağız. evet bir sakız için bile. gazze kudüs'tür, kudüs gazze'dir. diğer yandan mirasımız derneğinin de her cuma banka hesabını ziyaret edeceğiz. canımızla koruyamıyorsak kudüs'ü, aksa'yı, kudüsteki müslüman evlerini malımızla destekleyeceğiz. mirasımıza sahip çıkacağız. paramız yoksa çalışmıyorsak para kazanan babamız, eşimiz, anamız, gardaşımız varsa onları yolacağız. tırtıklayacağız. hadi diyeceğiz. 10 lira 1 lira 100 lira fark etmez.
Tumblr media
müminliğin/imanın göstergesi dememin sebebi bu. şu an yüksek ateş içerisinde olmamız dünyanın en güzel ve gerekli şeyi. ateşimiz çıkmasa endişe etmemiz gerekirdi. endişe etmeyin. duadan yoruluyoruz sık sık. dua etmeye kendinizi teşvik edin. duadan başka bir şey yapamıyorum demek duanızın ehemmiyetinin farkında olmamanız demek. önce ondan başka bir şey yapamıyorum dediğiniz duanın müthiş devasa bir şey olduğunun farkına varın lütfen.
dua etmediğimiz her gün bizim için bir kayıp. üzülmek, göğsümüzden bir ahın göğe yükselmesi de duadır.
hepimiz Allah'a emanetiz.
9 notes · View notes
musfika-hanim · 7 months
Text
insanların işine gelmeyen her şeyi hatırlamaması acaba onları vicdanen ne kadar rahatsız ediyor. yoksa hiç etmiyor mu zaten hatırlamıyorlar ki dimi? ben böyle bir şey yapmadım, hayır yapmam, hiç sanmıyorum.. bu cümlelerin hepsi kendinizi vicdanen teskin etmek için kurgudan ibaret laflar. bal gibi de yaptınız. pehhh
8 notes · View notes
fikrimincekurdu · 10 months
Text
Tumblr media
Sesini, fotoğrafını, ruhunu benden esirgeme. Hafızam, güzelliğin kadarını anımsatmaya yetmiyor. Belleğim bir şeyleri hep eksik bırakıyor. Hatırladıklarım beni teskin etmiyor sevgilim, özlemimi arttırıyor
10 notes · View notes
huznunbahari · 7 months
Text
Seninle ben birbirimizi unutsak dahi aslında hiç unutmayacağız.
Aramızda bir şey kalmasa bile hep bir şeyler kalacak..
Bir gün öldüğümde, bir yanım hep senin içinde yaşayacak.
Ama hiçbir sokakta karşılaşmayacağız.
Sen ve ben..
Artık birbirimizi hiç görmeyeceğiz.
Ya da uzat ellerini,
dokun güneşe,
yazın kışa soluşunu dindir.
Anla,
bir ömre sığmaz seni sevmek
Anlat,
sana kavuşamamanın kaç ölüm ettiğini onlara.
Son defadır bazı şeyler, anlayamazsın. Son kez sarılırsın, son kez hoşçakal dersin, son kez sevilirsin, son kez görürsün. Fotoğrafına saatlerce bakarsın da rastlantılar bile başka sokaklara çıkarır seni, son defa göremezsin.
Seni ne kadar özlediğimi söyleme fırsatım olmadı hiç.
Sesini özledim.
Saçının kokusunu ise saçına taktığım çiçeklerin kokusundan daha çok özledim.
Seni unutmadım
denemedim bile.
Ne bugün, ne yarın
Ölüme, acıya ve yokluğuna
alışmadım..
...
Seni saf bir güzellik için sevmedim, ruhunun ışıltısını, gözlerinin buğusunu, heyecanlanınca ve üzülünce titreyen sesini, o masum çocukluğunu sevdim.
Ölürken bile tutmak istediğim eller, senin ellerindi..
Ölüm ayırsaydı bizi, yaşam hatıraları saklayan bir aşina yüz olacaktı. Hayat ayırdı. Artık ölüm, içimizde duran, içinde durduğumuz bir manasızlık. Artık bu manasızlık, yaşama sevincinden arınmış, üzerimizdeki bir donuk bakış.
Çocukluğundan başlayarak tuttum ellerinden.
Hayalini her gece benim göğsümde uyuttum.
Ama şuramda bir sancı
Nefes aldıkça yaşamımı sızlatıyor.
Sesini, ellerini, yüzünü, ruhunu benden esirgeme. Hafızam, seni yanımdaymışsın gibi anımsatmaya yetmiyor. Belleğim bir şeyleri hep eksik bırakıyor. Hatırladıklarım beni teskin etmiyor sevgilim, özlemimi arttırıyor.
Sana sarılmadan geçmez göğsümdeki ağrı.
Yüzünü ellerimin arasına almadan yaşadığımı anlayamam.
Özlem, bizden esirgenmiş bir yakınlığa varamamaktır..
Saçlarına takacağım çiçeklerin kokusunu özledim,
Kalbimdeki şiirlere bakışlarınla kanat olmanı,
bilhassa seni özledim.
Bağışla, saçlarına örülen gül kokulu şiirler yaraşırdı sana.
Aykut Özcan
5 notes · View notes
kahveedenhatun · 7 months
Text
Seninle ben birbirimizi unutsak dahi aslında hiç unutmayacağız.
Aramızda bir şey kalmasa bile hep bir şeyler kalacak..
Bir gün öldüğümde, bir yanım hep senin içinde yaşayacak.
Ama hiçbir sokakta karşılaşmayacağız.
Sen ve ben..
Artık birbirimizi hiç görmeyeceğiz.
Ya da uzat ellerini,
dokun güneşe,
yazın kışa soluşunu dindir.
Anla,
bir ömre sığmaz seni sevmek
Anlat,
sana kavuşamamanın kaç ölüm ettiğini onlara.
Son defadır bazı şeyler, anlayamazsın. Son kez sarılırsın,
son kez hoşçakal dersin,
son kez sevilirsin, son kez görürsün. Fotoğrafına saatlerce bakarsın da rastlantılar bile başka sokaklara çıkarır seni, son defa göremezsin.
Seni ne kadar özlediğimi söyleme fırsatım olmadı hiç.
Sesini özledim.
Saçının kokusunu ise saçına taktığım çiçeklerin kokusundan daha çok özledim.
Seni unutmadım
denemedim bile.
Ne bugün, ne yarın
Ölüme, acıya ve yokluğuna
alışmadım..
...
Seni saf bir güzellik için sevmedim, ruhunun ışıltısını, gözlerinin buğusunu, heyecanlanınca ve üzülünce titreyen sesini, o masum çocukluğunu sevdim.
Ölürken bile tutmak istediğim eller, senin ellerindi..
Ölüm ayırsaydı bizi, yaşam hatıraları saklayan bir aşina yüz olacaktı. Hayat ayırdı. Artık ölüm, içimizde duran, içinde durduğumuz bir manasızlık. Artık bu manasızlık, yaşama sevincinden arınmış, üzerimizdeki bir donuk bakış.
Çocukluğundan başlayarak tuttum ellerinden.
Hayalini her gece benim göğsümde uyuttum.
Ama şuramda bir sancı
Nefes aldıkça yaşamımı sızlatıyor.
Sesini, ellerini, yüzünü, ruhunu benden esirgeme. Hafızam, seni yanımdaymışsın gibi anımsatmaya yetmiyor. Belleğim bir şeyleri hep eksik bırakıyor. Hatırladıklarım beni teskin etmiyor sevgilim, özlemimi arttırıyor.
Sana sarılmadan geçmez göğsümdeki ağrı.
Yüzünü ellerimin arasına almadan yaşadığımı anlayamam.
Özlem, bizden esirgenmiş bir yakınlığa varamamaktır..
Saçlarına takacağım çiçeklerin kokusunu özledim,
Kalbimdeki şiirlere bakışlarınla kanat olmanı,
bilhassa seni özledim.
Bağışla, saçlarına örülen gül kokulu şiirler yaraşırdı sana.
Aykut Özcan - Gül de solar
2 notes · View notes
Text
Depremin olduğu gün gözümü “ Deprem olmuş.” mesajına açmıştım. Bir önceki gün de İstanbul’da olduğu ve gözümü yine aynı mesaja açtığım için haberleri görene kadar yıkıcı olmayan benzer bir deprem sandım. Hepimizin başı zonklayana kadar haber izlemesi ve içi çıkana kadar ağlaması bu güne tekabül ediyor. İlk refleks hemen orada olduğunu bildiğim arkadaşlarıma ulaşmaya çalışmak oldu. Cevaplar aldık, alamadık. Lisanstan dönem arkadaşımızın göçük altından iki gün sonra çıktığını, ailesini kaybettiğini öğrendik. Göçük altında kalmasa da o bölgede olan ve mental olarak çok zor durumda olan arkadaşlarımızı teskin etmeye çalıştık. Aldığımız her iyi haberin ortak cümlesi “çok şükür” oldu. Sonraki günler süregelen bir yas havası. Karmakarışık duygular. Bir yandan devam eden hayat. Bir yandan devam etmiyor da aslında. Geçtiğimiz cuma, tez savunmam vardı. Başım zonklayana kadar haber izleyip, ihtiyaç oldukça yardımlara dahil olup, bölgede olup da çıkmak isteyen arkadaşa bilet kovalamakla geçen, birkaç saat zorla uyuyarak gittiğim bir savunma. Hoca arayıp erteledik diyecek diye beklediğim savunma. Bilakis, gel aradan çıksın, denilen savunma. Ne bir sunum hazırladığım, ne tekrar tezi okuduğum savunma.  Çıksın bakalım. Yolda artık nereye gittiğimi idrak edip, sanırım çalışmam gerekiyordu diye düşündüm. Çalışmayı o kadar yabancıladığım bir an olmamıştı. “Yemişim tezini de savunmasını da” boşvermişliği. Rabbim bir daha yaşatmasın. Okula vardığımda 3 saatlik boşlukta kendi kendime gelebilecek sorulara yanıt vermeye çalıştım, o kadarlık bir hazırlıkla savunmaya girdim. Hocalar sakin, sevecen, anlayışlı. Benden önceki arkadaş daha çıkmamıştı odadan. Uzadığını anladım konuşmalardan. O çıktı, ben yerine oturdum. Hadi bismillah. Aklımda kaldığınca, dilim döndüğünce anlattım ne yaptığımı. Sorulan sorulara kaybedecek bir şeyi olmayan insan sükunetiyle cevap verdim. Daha kötü ne olabilir ki kabullenişi. Uzarsa uzasın boşvermişliği. Kendimi böyle bir ortamda bu kadar sakin bulmama şaşırdım sonra. Hazırlansaydım elim ayağıma dolaşırdı. Bilmediğim yerden gelseydi korkar, kekelerdim. Hazırlıksız olunca hepsi bilmediğim yerden gelebilir huzuru vardı. En son “ bize bir beş dakika müsaade et” diyerek odadan çıkarıldım. Danışman hocamla daha öncesinde konuştuğumuzda diğer hocaların uzatma isteyebileceğini söylemişti. Kendisi de o fikirde sanıyordum. Dışarıda Tuğba’ya “ aslında iyi geçti ama uzayacağını konuşuyorlar bence” dedim. Sonra odaya girdim. Alanımdaki hocaları yetiştiren hocam biraz girizgah yaptı, o girizgah bende yok. En son “tezini onayladık” cümlesini duydum. Danışman hocama “ uzamıyor muydu” dercesine bakıp kalmışım. “Taş gibi tez, niye öyle bakıyorsun.” diyerek açıklama yapıverdi. Jürideki kadın hoca da “ gel sarılayım” diyerek sakinleştirdi sağ olsun. Velhasıl, YL macerası, bu karmaşık ve korkunç günlerde hiç beklemediğim şekilde bitiverdi. Bir hafta olmuş, koşturmacadan yeni idrak ediyorum. Sınav bitip eve giderken Tuğba’ya şöyle diyordum: “Gülmek istiyorum ama gülmemeliyim.” Öyleydi, hala öyle. Rutinlerimize döneceğiz elbet, bugün değilse yarın. Ama bir şeyi ya hep ya hiç yapma olayını bırakmamız gerekiyor. Rutinlerine dönenler hiçbir şey olmamış gibi davranamaz, dönmeyenler de bu ruh haliyle sonsuza kadar yaşayamaz. Denge her şeyin esas ölçüsü, sağlamak lazım. 
14 notes · View notes
pembemanolyalar · 3 months
Text
Seninle ben birbirimizi unutsak dahi aslında hiç unutmayacağız.
Aramızda bir şey kalmasa bile, hep bir şeyler kalacak..
Bir gün öldüğümde, bir yanım hep senin içinde yaşayacak.
Ama hiçbir sokakta karşılaşmayacağız.
Sen ve ben..
Artık birbirimizi hiç görmeyeceğiz.
Ya da uzat ellerini,
dokun güneşe, yazın kışa soluşunu dindir.
Anla, bir ömre sığmaz seni sevmek
Anlat, sana kavuşamamanın kaç ölüm ettiğini onlara.
Son defadır bazı şeyler, anlayamazsın.
Son kez sarılırsın, son kez hoşçakal dersin,
son kez sevilirsin, son kez görürsün.
Her gece fotoğrafında saatlerce izlediğin o yüzü rastlantılar bile başka sokaklara çıkarır, son defa bile göremezsin.
Seni ne kadar özlediğimi söyleme fırsatım olmadı hiç.
Akıp giden manasız sesler arasında, senin sesini özledim.
Saçının kokusunu ise, saçına taktığım çiçeklerin kokusundan daha çok özledim.
Seni unutmadım, denemedim bile…
Ne bugün, ne yarın
Ölüme, acıya ve yokluğuna alışmadım..
Seni saf bir güzellik için sevmedim, ruhunun ışıltısını, gözlerinin buğusunu, heyecanlanınca ve üzülünce titreyen sesini, o masum çocukluğunu sevdim.
Ölürken bile tutmak istediğim eller, senin ellerindi.. ölüm ayırsaydı bizi,
yaşam hatıraları saklayan bir aşina yüz olacaktı.
Hayat ayırdı…
Artık ölüm, içimizde duran ve içinde durduğumuz bir manasızlık.
Artık bu manasızlık, yaşama sevincinden arınmış, üzerimizdeki bir donuk bakış.
Çocukluğundan başlayarak tuttum ellerinden.
Hayalini her gece göğsümde uyuttum..
Fotoğraflarda saçlarını ellerimle taradığımı nereden bileceksin ?
Hiç kavuşamayacak mıyız?
Yoksa birimizin öldüğünü diğerimiz bilmeden, birer yangın halinde yanıp gidecek miyiz?
Ama şuramda bir sancı, nefes aldıkça yaşamımı sızlatıyor…
Sesini, ellerini, yüzünü, ruhunu benden esirgeme…Hafızam, seni yanımdaymışsın gibi anımsatmaya yetmiyor!
Belleğim bir şeyleri hep eksik bırakıyor..
Hatırladıklarım beni teskin etmiyor sevgilim, özlemimi daha da arttırıyor..
Sana sarılmadan geçmez göğsümdeki ağrı!
Yüzünü ellerimin arasına almadan yaşadığımı anlayamam..
Özlem, bizden esirgenmiş bir yakınlığa varamamaktır..
Herkesin, her şeyin sahibi olmak istediği şu dünyada, senin her şeyin olmak isterdim..
Bağışla!
Senin yanında yaşamak gibi bir hayatı ıskaladım..
Saçlarına takacağım çiçeklerin kokusunu özledim, kalbimdeki şiirlere bakışlarınla kanat olmanı, bilhassa seni özledim.
Bağışla!
Saçlarına örülen gül kokulu şiirler yaraşırdı sana. ..
Alıntı/ Aykut Özcan
#bazıanlaryenidenyaşanmıyor 💔
#coksevinceolmuyor💔
1 note · View note
gizli-bolge · 7 months
Text
Seninle ben birbirimizi unutsak dahi aslında hiç unutmayacağız.
Aramızda bir şey kalmasa bile hep bir şeyler kalacak..
Bir gün öldüğümde, bir yanım hep senin içinde yaşayacak.
Ama hiçbir sokakta karşılaşmayacağız.
Sen ve ben..
Artık birbirimizi hiç görmeyeceğiz.
Ya da uzat ellerini,
dokun güneşe,
yazın kışa soluşunu dindir.
Anla,
bir ömre sı��maz seni sevmek
Anlat,
sana kavuşamamanın kaç ölüm ettiğini onlara.
Son defadır bazı şeyler, anlayamazsın. Son kez sarılırsın,
son kez hoşçakal dersin,
son kez sevilirsin, son kez görürsün. Fotoğrafına saatlerce bakarsın da rastlantılar bile başka sokaklara çıkarır seni, son defa göremezsin.
Seni ne kadar özlediğimi söyleme fırsatım olmadı hiç.
Sesini özledim.
Saçının kokusunu ise saçına taktığım çiçeklerin kokusundan daha çok özledim.
Seni unutmadım
denemedim bile.
Ne bugün, ne yarın
Ölüme, acıya ve yokluğuna
alışmadım..
...
Seni saf bir güzellik için sevmedim, ruhunun ışıltısını, gözlerinin buğusunu, heyecanlanınca ve üzülünce titreyen sesini, o masum çocukluğunu sevdim.
Ölürken bile tutmak istediğim eller, senin ellerindi..
Ölüm ayırsaydı bizi, yaşam hatıraları saklayan bir aşina yüz olacaktı. Hayat ayırdı. Artık ölüm, içimizde duran, içinde durduğumuz bir manasızlık. Artık bu manasızlık, yaşama sevincinden arınmış, üzerimizdeki bir donuk bakış.
Çocukluğundan başlayarak tuttum ellerinden.
Hayalini her gece benim göğsümde uyuttum.
Ama şuramda bir sancı
Nefes aldıkça yaşamımı sızlatıyor.
Sesini, ellerini, yüzünü, ruhunu benden esirgeme. Hafızam, seni yanımdaymışsın gibi anımsatmaya yetmiyor. Belleğim bir şeyleri hep eksik bırakıyor. Hatırladıklarım beni teskin etmiyor sevgilim, özlemimi arttırıyor.
Sana sarılmadan geçmez göğsümdeki ağrı.
Yüzünü ellerimin arasına almadan yaşadığımı anlayamam.
Özlem, bizden esirgenmiş bir yakınlığa varamamaktır..
Saçlarına takacağım çiçeklerin kokusunu özledim,
Kalbimdeki şiirlere bakışlarınla kanat olmanı,
bilhassa seni özledim.
Bağışla, saçlarına örülen gül kokulu şiirler yaraşırdı sana.
Aykut Özcan - Gül de solar
0 notes
awesome-kadi · 3 years
Text
Batı, Neden Allah Resûlü'ne Saldırıyor? - Halis Bayancuk Hoca
Allah'ın adıyla.
Allah'a hamd, Resûl'üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Tüm kardeşlerim için yüce Allah'tan afv ve afiyet talep ediyorum. Rabbim sizleri maddi manevi tüm bulaşıcı hastalıklardan korusun. Hastalığa yakalanmışlara acil şifa ihsan etsin.
Yüce Allah'a hamdolsun, ben iyiyim. Sizlerin salih duaları ve Rabbimin icabetiyle her daim iyi olmayı ümit ediyorum. Müsaadenizle bu yazıda, birçok soruyu tek soru hâline getirerek yazıya başlamak istiyorum: Batı, Allah Resûlü'ne (sav) neden saldırıyor?
Bu sorunun cevabına geçmeden önce şunu belirtmek istiyorum: İslam ümmetiyle Haçlılar arasında birçok savaş yaşandı. Bu savaşlarda Allah'ın takdiri gereği bazen onlar kazandı, bazen biz kazandık. Kur'ân'ın ifadesiyle Allah (cc), günleri insanların arasında döndürdü.[1] Ancak Ehl-i Salib, Allah Resûlü'ne (sav) hakaret ettiği her savaşta, mutlaka yenildi. Öyle ki; İslam âlimleri Allah Resûlü'ne hakaret cümleleri duyduklarında, İslam ordularını zaferle müjdelerdi. Hâliyle; bugün Haçlılar, Allah Resûlü'ne (sav) söverek yaklaşan sonlarını haber vermiş oldular. Hatırlayacağınız üzere ilk Charlie Hebdo densizliğinden sonra, Fransa ekonomik ve sosyal kriz yaşamıştı. İçeride sarı yelekliler, dışarıda Afrika sömürgeleri kazan kaldırmaya başlamıştı.
Siyaset bilimciler, Fransız Devrimi'nden bu yana Fransa'nın yaşadığı en büyük krizin bu olduğunu söylüyor. Her ne kadar onlar, bu krizi Allah Resûlü'ne hakaretle ilişkilendirmese de biz, krizin ona (sav) hakaretle ilişkili olduğunu biliyoruz. İkinci Charlie Hebdo ve Macron densizliğinin daha yıkıcı olacağına inanıyoruz. Zira biliyoruz ki; biz Müslimler Allah'ın (cc) yardımını hak etmiyor olabiliriz. Günahlarımız, itikadi ve ahlaki sapkınlıklarımız bizi İlahi yardımdan mahrum edebilir. Ancak Allah Resûlü (sav), bizim değil, Rabbinin koruması altındadır ve Rabbi, her durumda ona yardım edeceğine söz vermiştir:
"Kim de Allah'ın, ona (Nebi'ye) dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğine inanıyorsa göğe bir araç uzatsın, sonra da (gökten ona gelen yardımı) kessin. (Sonra da) baksın (bakalım), bulduğu bu çare (İslam'a ve Peygamber'e) karşı öfkesini gidermiş mi?"[2]
Fransa, Allah Resûlü'ne hakaret ederek gökyüzüne mızrak/ok fırlatan Ye'cuc ve Me'cuc durumuna düşmüştür. O mızrak, fırlatıldığı yerden kana bulanmış olarak dönecek ve fırlatanı can evinden vuracaktır.[3]
Biz bu yazıda Fransa'nın akıbetinden ziyade, Allah Resûlü'ne (sav) yapılan saldırının ardındaki gerçeğe, saldırının perde arkasına bakmak istiyoruz. Öncelikle bu saldırının ardında bir değil, birçok sebep olduğuna inanıyoruz. Batı dünyası; İslam'a ve Resûl'e saldırganlıkta birlik olsa da saldırma nedenleri farklılık gösterebiliyor. İşte bu nedenlerden bazıları:
Batı Toplumunda Arayış ve İslam
Batı dünyasında bir anlam krizi yaşanıyor. İnsanlar yaşamın, ölümün, varlığın... anlamını sorguluyor; ama bir neticeye ulaşamıyor. Zira sorularına cevap bulacakları bir zeminden mahrumlar; din yok, felsefe yok, gelenek yok, kültür yok... Özgürlük, insan hakları, eşitlik... gibi kavramlar kulağa hoş gelse de insanın anlam arayışına cevap vermiyor. Kaldı ki, arayan insanın karşılaştığı ilk hakikat; Batı'nın bu konudaki ikiyüzlülüğü oluyor. Bu değerleri dünyada en fazla çiğneyenin yine Batılı devletler olduğunu görüyor. Yine Batı'nın kendine mâl ettiği bu değerlerin, aslında başka toplumlara ait olduğunu; Batı'nın, toplumların yer altı ve yer üstü kaynaklarını çaldığı gibi değer/kültür hırsızlığı yaptığını da fark ediyor. Hangi gerekçeyle yola çıkarsa çıksın; arayan her Batılı, kendi toplumundan tiksiniyor, Batılı değerlerden (!) uzaklaşıyor...
Batı dünyası bu arayışın farkında ve bundan rahatsız. Dahası, arayış içinde olanların çoğunlukla İslam'la buluştuğunun da farkında. Kendi yaptırdığı araştırmalar genel olarak dünyada, özel olarak Batı'da en hızlı yayılan dinin İslam olduğunu gösteriyor. Topraklarını işgal ettiği, tüm kaynaklarını sömürdüğü, elindeki tüm imkânlarla kötü gösterdiği İslam; kendi evinde, kendi insanını kalbinden yakalıyor. İşte bu durum Batı dünyasını histerik bir ruh hâline sokuyor; onlar da Allah Resûlü'ne ve İslam'a saldırıyorlar.
Batı ve Öteki
Bireyin bir karakteri olduğu gibi toplumların/medeniyetlerin de bir karakteri, genetik özellikleri vardır. Bununla birlikte her toplumun "öteki" olarak gördüğü topluluklar ve onlarla kurduğu bir ilişki vardır. Örneğin İslam dini için "öteki", İslam inancını kabul etmeyen herkestir. İnsanları diline, ırkına, coğrafyasına bakmaksızın inanan ve inanmayan olarak ayırır. Sonra inanmayanları İslam'a davet eder. İslam'ı kabul etmeyeni, vatandaş olmaya davet eder. Bu iki seçeneği kabul etmeyenleri ise iki kısma ayırır: İslam toplumuyla barış içinde yaşayan komşularıyla sulh ilişkisi kurar. Düşmanca tavır takınanlarla savaşır...
Batı için "öteki", ırk anlamında Batılı olmayan herkestir. Öteki, yalnızca Batı'ya hizmet etmekle memurdur. Öteki, düşmandır ve düşman ancak köle olursa kontrol altında tutulabilir. Bu sebeple ötekinin ya imha edilmesi ya da Batı hizmetinde çalıştırılması gerekir. Batılıların Amerika, Afrika ve Hindistan yerlilerine yaptıklarına baktığımızda bu anlayışı net olarak görürüz. Şiarları bellidir: Köleleştir veya imha et!
Batılılar için "öteki", barbardır. Tüm Batı tarihi, barbarları bekleme tarihidir. İç bütünlüğü sağlamak için, toplumu, barbar olan ötekiyle korkuturlar. Bu korku, Batı toplumunu bir arada tutar, meşhur şair Kavafis bu durumu ironik bir üslupla şiirleştirmiştir:
Ve ne olacağız şimdi barbarların yokluğunda?
O insanlar ki, bir çeşit çözümdüler.
Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı'na kadar Batı için öteki, Osmanlı, yani İslam'dı. Ekim Devrimi'yle beraber Batı için "öteki" değişti. Yeni öteki, Sovyetler, yani komünizmdi. Asırlarca halklarını Osmanlı'yla, son bir asırdır da komünistlerle korkuttular. Sovyetlerin dağılmasıyla beraber, Batı için, halkını kendisiyle korkutacağı yeni bir öteki lazımdı. Düşmanlık/Öteki listesini güncellediler ve İslam'ı ikinci sıradan tekrar liste başına aldılar. O günden beri İslam'la savaşta olduklarını hiç gizlemediler:
"Medeniyetler çatışması tezinin mucidi Samuel Huntington 'Voice of America' (Amerika'nın Sesi) programına yaptığı açıklamada şöyle demiştir:
'Batı medeniyetinin önündeki en büyük tehdit; İslam fundamentalizmi değildir. Bizatihi İslam'ın kendisidir. İslam'ı doğrudan düşman ilan etmek Müslümanları asırlık uykusundan uyandırır. İslam fundamentalizmi ve İslami terör maskesi altında saf dışı ve imha edilmek istenen İslamiyet'tir.'
11 Eylül hadisesinden sonra İslam âlemine yönelik başlatılan ve Bush'un ağzından 'Haçlı Seferi' olduğu itiraf edilen işgal, genişleyerek devam ediyor."[4]
Bugün Batı için "öteki", İslam'dır ve Batı İslam'la savaş hâlindedir. Kendi iç bütünlüğünü sağlamak için sürekli bu korkuyu canlı tutmalıdır. İslam'a ve Resûlullah'a (sav) hakaretin arka planındaki sebeplerden biri de budur.
Nüfus Yaşlanması ve Batı
Batı dünyasında bir anlam krizi ve bu krizin tetiklediği bir arayış olduğuna değinmiştik. Aslında her insanın derinden duyduğu "Niçin varım/yaratıldım ve öldükten sonra ne olacak?" sorusuna yönelik bir arayıştır bu. Zira insanın tüm eylemleri varlık sebebiyle anlam kazanır, öldükten sonra ne olacağının cevabı da bu anlama değer ve derinlik katar. Bu iki soruya aklı ve kalbi tatmin, ruh ve bedeni teskin edici cevabı yalnızca İslam verir. Batı, bu nedenle insanları bu arayıştan alıkoymak için onları suni gündemlerle oyalamaya çalıştı. Amacı; bireyin kendi iç dünyasına doğru derinleşmesine engel olmaktı. Evet, başardı ve toplumu oyaladı, ancak daha büyük sorunlarla karşılaştı. Örneğin geçen yüzyıl boyunca Batı toplumunu bireysellik ve cinsiyet tartışmalarıyla oyaladılar, istediklerini elde ettiler, ne ki, çok daha büyük bir sorunla karşılaştılar. Bireysellik ve cinsiyet inkârı, toplumun varlık ve devam şartı olan aile kurumunu çökertti. Evlilik oranları düştü, boşanma oranları arttı. Aile kurumu angarya olarak görüldü. Üremeyen, çoğalmayan ve hızla yaşlanan bir Batı dünyasıyla karşılaştılar.
Buna mukabil evlenen, çoğalan ve genç olan "Müslüman" bir nüfus var. Batılı kuruluşlar farklı tarihler verse de, hesaplamalar bir noktada ittifak hâlinde: Yakın gelecekte Müslüman nüfus yerli nüfusla dengelenecek, sonra da hızla artışa geçecek. Bu durum Batı için bir kâbus. Ne yapacaklarını, bu sorunu nasıl çözeceklerini bilmiyorlar. İçlerindeki korku ve nefret, dillerine hakaret olarak yansıyor.[5]
Batı ve Tahakkümcülük
Batı medeniyeti tahakkümcüdür, kontrolcüdür. Herhangi bir varlığı kontrol edebiliyor ve onun üzerinde egemenlik kuruyorsa, onunla geçinebilir. Tahakküm kuramadığı her varlık onun için düşmandır, yok edilmelidir. Her şeyin üstüne çıkıp kontrol altına alma, Kur'ân'ın ifadesiyle 'uluvv' ahlakı, beraberinde mutlaka fesadı/bozgunculuğu getirir. Ve bu ahlak; Allah (cc) ile karşılaşmayı ummayan, ahireti istemeyen, tek dünyalı kimselerin özelliğidir:
"İşte (bu) ahiret yurdudur. Biz, onu yeryüzünde üstünlük taslamayan ve bozgunculuk istemeyenlere veririz. (Güzel) akıbet muttakilerindir."[6]
Batı medeniyeti tahakkümde o denli aşırı gitmiştir ki; varlığın genine, yaratılış kodlarına müdahale etmeye başlamıştır. Yeryüzünde bugün var olan fiziki ve ruhsal hastalıkların birçoğu geniyle oynanmış gıdalar ve insan eliyle zehirlenmiş içme sularıyla ilgilidir. Geçmiş medeniyetlerin tümü, dönemlerindeki teknik/bilimsel gelişmeleri, varlığı anlamak ve anlamlandırmak için kullanmışlardır. Oysa Batılılar, bilim ve teknik kendi uhdelerine geçtiğinden beri bilimi bir tahakküm aracı olarak kullandılar. Nükleer ve konvansiyonel silahlar, gıda ve giyim sektörüne karışan kimyasal zehirler, iki büyük dünya (paylaşım) savaşı, sömürge ve köleleştirme; bilimin, Batı elinde ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Buradan konumuza dönecek olursak şunu söyleyebiliriz:
Batı için İslam büyük bir sorundur. Zira İslam'a müntesip toplumlar, şeriat sahibidir; helal haram bilincine sahiptir. Sizin dayattığınız dünya onların helal haram anlayışına uymuyorsa reddediyorlar. Nefsine yenik düşenler dahi, yaptıklarının yanlış olduğunu kabul ediyor, bir gün pişman olup Batılı değerleri terk etme potansiyeli taşıyorlar. İşte Batı'nın İslam'a ve Resûlullah'a (sav) saldırma nedenlerinden biri de budur: Bir türlü İslam ehli üzerinde mutlak tahakküm kuramamış olmak! Batılıların özellikle sünnet üzerine akademik (!) çalışmalar yapmasının nedeni de budur. Sünnet şeriattır. Sünnet detaydır. Sünnet hayatın her alanını düzenleyen yasa, tüzük, genelge, talimatnamedir. Sünnetsiz, yani şeriatsız bir toplum; her yöne çekilebilecek ve yaşamlarının detayları başkaları tarafından çizilebilecek, tahakküme açık bir toplumdur.
Allah Resûlü'ne (sav) hakaret densizliğinde mezkûr özelliğe işaret eden ilginç açıklamalar oldu. Fransa Sağlık Bakanı, bir giyim markası olan Decathlon'un tesettüre uygun koşu kıyafeti üretmesini kınadı. Yine İçişleri Bakanı, marketlerde satılan helal yiyeceklerin, ayrılıkçı/radikal görüşleri beslediğini söyledi. Bir İtalyan gazetesi, "Müslümanlar kantinleri dahi kontrol ediyor!" diyerek, kantinlerde satılan helal yiyeceklerden rahatsızlığını faş etti. Bu açıklamalar dikkatle okunduğunda her birinde derin bir rahatsızlık olduğu görülür. Bu rahatsızlığın nedeni; İslam'a müntesip toplumların kontrol altına alınamıyor olması ve buna sebep olan helal haram hassasiyeti, yani şeriattır. Şeriatın detaylarını Allah Resûlü'nün sünneti belirlediğine göre, ona (sav) olan düşmanlığı anlamak da zor değildir.
Batı, Bir Aşırılık Medeniyetidir
Aşırılık, Batı medeniyetinin karakteristik özelliklerindendir. Batı tarihinde normallik geçici, aşırılık kalıcıdır. Örneğin uzun yüzyıllar temizlikten kaçan ve pislik içinde yaşayan Batı, şimdi hayatın her alanını steril hâle getirmiş, aşırı bir temizlik tutkusuna kapılmıştır. Uzun yüzyıllar cinselliği bir tabu olarak kabul eden ve buna bağlı olarak ruhsal sorunlar yaşayan Batı, son bir yüzyıldır, sapkınlığa varan bir cinsel hürriyeti savunmaya başlamıştır.[7] Uzun yüzyıllar kilisenin onay vermediği her düşünceyi ölüme mahkûm eden Batı, son yüzyıllarda her türlü düşünceye özgürlük noktasına savrulmuştur…
Görüldüğü gibi Batı tarihi, bir aşırılıklar tarihidir. Batı, sevgisinde de nefretinde de aşırı bir medeniyettir. Şu an İslam'a ve Peygamber'ine gösterdiği reaksiyon, aşırılığının bir tezahürüdür. Koronavirüs'ün çıktığı ilk dönemlerde bilbordlara onun (sav) hadislerini asan Batı, bir yıl sonra ona hakaret eden karikatürleri kamu binalarına yansıtarak bu aşırı tabiatını bir kez daha sergilemiştir. Bu, normaldir! Zira vahiyle desteklenmeyen insan tabiatı, uçlarda yaşamaya mahkûmdur. Vahiyden yoksun insan, kâh aklın kâh duyguların savurmasına maruz kalır. Denge ancak vahiyle, Kitap ve açıklaması olan sünnetle mümkündür.
Batı ve Değerlere Saygı
Üzülerek belirtmeliyim ki; kendini Muhammed'in (sav) ümmetinden gören bazıları, Batı'yı insani ve dinî değerlere saygıya davet ediyorlar. Bu davet sorunlu; zira, normal şartlarda Batı'nın insani ve dinî değerlere saygılı olduğu, bu meselede kendi değerlerini çiğnediği ön kabulünden neşet ediyor. Böyle bir davet, ancak Batı'yı tanımayan, Batı propagandasına maruz kalmış zihinlerin daveti olabilir. Batı'yı, söylemlerinden değil de eylemlerinden tanıyan biri, böyle bir davet yapmaz; yapılmasını da gülünç bulur. İnsanlık tarihinden az çok haberdar olan her insan, tarihin şahitlik ettiği en barbar, ahlaksız ve yalancı topluluğun, mevcut Batı dünyası olduğunu bilir.
Sorun şu: Batı'yla ilgili algı ile olgu, söylem ile vaka arasında yerle gök arasındaki kadar fark vardır. Batı dünyası, insanlık tarihine "kültür işgali" kavramını kazandırmıştır. Bu; sizin nasıl düşüneceğinize, olayları nasıl algılayacağınıza ve nasıl tepki vereceğinize kültürel araçlarla yön veren bir düzendir. Şöyle bir düşünün: ABD, Vietnam'ı işgal etti. Tarihin gördüğü en barbar işgallerden birini gerçekleştirdi ve yenildi. Bugün dünyada kaç kişi ABD'nin işgalci olduğundan ve yenildiğinden haberdar? Bir taraftan Vietnam'ı işgal ederken diğer yandan Rambo serisiyle, işgali nasıl algılayacağımıza dair sinemayı kullandı ve milyarları zehirledi… Dünyanın gözlerinin içine bakarak, Irak'ta kimyasal silah olduğunu iddia etti ve etkileri bugün de devam eden Irak işgalini gerçekleştirdi; bugün de işgale ve yalana devam ediyor… Karşımızda böylesine ahlaksız, ikiyüzlü ve yalancı bir topluluk var.
George Floyd olayı sonrasında yaşanan ABD ve AB merkezli sokak olaylarında dünya şunu gördü: Milyonlarca insanı katleden ve yüzbinleri köleleştiren savaş baronlarının heykelleri meydanları süslüyor (!) Şayet Batı, iddia ettiği gibi köleleştirme tarihinden utanıyorsa, bu vahşi insanların heykellerini nasıl ve neden en ünlü meydanlara dikebiliyor?
Örneğin Hitler; Yahudi ve Romenleri/Çingeneleri toplama kamplarında zehirleyerek ve fırınlarda yakarak katletti… Tüm dünya Yahudilerin yaşadığı soykırımı konuşuyor. Peki, Romenler insan değil mi? Daha birkaç yıl önce Fransa'da Romenleri Romanya'ya geri gönderme konusu konuşuluyordu. Bugün bir Yahudi'yle ilgili böyle bir konuşma yapılabilir mi?
Salman Rüşdi, Allah Resûlü'ne (sav) hakaret eden paçavrayı yayınladığında bu kitabı basmak için yayınevleri sıraya girdi Batı'da. Roman aynı anda birçok dile çevrildi. İngiltere'de Ziyauddin Serdar ve arkadaşları ise bu kitaba karşı ilmî bir reddiye kaleme aldı. Ne oldu dersiniz? Hiçbir yayınevi bu kitabı basmayı kabul etmedi! Düşünün; Ziyauddin Serdar tüm Batılı değerleri özümsemiş, Liberal Demokrat bir Batızede… Humeyni'nin Salman Rüşdi hakkında verdiği ölüm fetvasını ilk eleştirenlerden ve fikre karşı fikirle karşılık verme taraftarlarından… Daha önce Ziyauddin Serdar'ın kitaplarını basan yayınevi dâhil, hiçbir yayınevi bu kitabı basmadı. Öyleyse buradan ne anlamalıyız? Salman Rüşdi Allah Resûlü'ne (sav) hakaret edebilir, çünkü ifade özgürlüğü var. Ama birileri bu kitaba reddiye yazıp Allah Resûlü'nü savunmak isterse, derin bir sessizlik!
Bugün Allah Resûlü'ne (sav) hakaret eden Charlie Hebdo paçavrası, bu yaptığını ifade özgürlüğü olarak tanımlıyor. Ancak aynı paçavra, Yahudileri mizah konusu yapan bir yazarını 2016'da işten kovabiliyor!
Siz Charlie Hebdo'yu mahkemeye şikâyet ettiğinizde -ki; kim, hangi akılla böyle bir şeye başvurur, o da ayrı bir konu- dava dahi açılmıyor. Talebiniz "ifade özgürlüğü" gerekçesiyle reddediliyor. Ancak gay, lezbiyen veya Yahudileri ima yoluyla dahi eleştirdiğiniz anda hakkınızda dava açılıyor. Gerekçe; özgürlüklere müdahale, antisemitizm ve benzeri şeyler... Bir lezbiyeni incittiğiniz için davalık oluyorsunuz. Allah Resûlü'ne (sav) hakaret edip milyarlarca insanı incittiğinizde ise özgürlük havarisi oluyorsunuz. Acaba tarih, böylesine ölçüsüz bir terazi görmüş müdür?
Evet, Batı ahlaksızdır, ikiyüzlüdür, ölçüsüzdür. Batı'dan; şirke, sapkınlığa ve siyonizme saygı bekleyebilirsiniz. Ancak Batı'dan, Allah Resûlü'ne (sav) saygılı olmasını istemek, kişinin yalnızca Batı'nın kültür işgaliyle yaralı bir Batızede olduğunu gösterir. Batı; dine, enbiyaya, güzel olana saygı göstermez.
Batı Dökülüyor
Batı'yı İslam'a karşı histerik bir ruh hâline sokan bir diğer neden; son dönemde yaşanan bazı hadiselerdir. Zira bu hadiseler Batı'nın kitle iletişim araçlarıyla oluşturduğu makyajı akıtmış, boyanın altındaki gerçekliği ortaya çıkarmıştır. Yukarıda zikretmiştik, bir daha tekrarlayalım: Batı'ya dair var olan "algı" ile "olgu" arasında ciddi farklılıklar vardır. Örneğin dünya halkları Batı'yı sosyal, siyasal ve ekonomik yönden hiç aksamadan işleyen bir mekanizma olarak görüyor. Batı kendini böyle tanıtıyor ve izleyici konumundaki dünya, gördüğüne inanıyor. Koronavirüs'le birlikte, aslında sistemin hiç de oturmadığı, Batılı değerler (!) denen safsatanın içinin boş olduğu ve sistemin ne kadar dayanıksız olduğu anlaşıldı. O çok medeni (!) Batılı devletlerin nasıl da birbirlerinin sağlık malzemelerine el koyduğu, yine o medeni Batılı halkların market reyonlarını yağmalarkenki barbarlığı, hiç de filmlerde gördüğümüz asil Batılı profiliyle uyuşmuyordu.
Yunanistan sınırında mültecilere reva görülen muameleyi dünya canlı canlı izledi. Kampları, içindekilerle birlikte ateşe veren; insanların malına el koyup çıplak olarak geri gönderen; mültecileri zehirlemeye çalışan; uzaktan ateş ederek öldüren veya sakatlayan bir Batı'yla karşılaştı dünya. Bundan yirmi yıl önce olsa, mezkûr manzaraları göremeyecektik muhtemelen. Kitle iletişim mafyası Batı, ne yapıp edip gerçekleri gizleyecekti. Ancak bugün, insanlar bazı şeyleri kendileri çekiyor ve sosyal medyada yayıyor…
Şu an Batı; makyajsız yakalanmış yaşlı bir ünlü, peruğu çekilip alınmış bir kel… gibi öfkeli. Gerçek yüzü açığa çıktıkça öfkeleniyor; saldırıyor, saldırıyor, saldırıyor. Zira en fakir İslam ülkeleri dahi, mülteciler karşısında onun sergilediği barbarlığı sergilemiyor. Batı'nın çaldığından arta kalanı mültecilerle paylaşıyor. Batı'ya göre geri kalmış, evrimini tamamlayamamış Doğulular, muharref/geleneksel İslam'la dahi insani olarak Batı'nın bu denli ilerisindeyken, Batı öfkelenmesin de ne yapsın? Tahrif edilmiş İslam buysa, sahih İslam karşısında Batı nasıl direnecek?
Batı ve Yükselen Irkçılık
Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı'ndan sonra yüce Allah, Batı dünyasını ırkçılıkla cezalandırdı. Avrupalıların bugün dahi utanma numarası yaptıkları Hitler ve Mussolini bu dönemde ortaya çıktı.[8] Yüce Allah bu liderlerin eliyle Avrupa'yı yıktı, yerle bir etti. Avrupa, İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı'ndan sonra toparlandı, ama geçmişten ders almadı. Yine o kibre, sömürgeciliğe ve zulme geri döndü. Şimdi yüce Allah, onları yine ırkçılıkla cezalandırıyor. Tüm Avrupa ülkelerinde ırkçı partiler her seçimde oylarını arttırıyor, Avrupa siyasetinde daha görünür oluyorlar…
Şu an Batılı liderler artan sağ oyları almak ve seçimleri kazanmak istiyorlar. Bunun için popülist davranıp sağcıları memnun edecek bir dil kullanıyorlar. Bu sebeple de İslam'a ve Müslimlere saldırıyorlar. Aslında ırkçılığı besleyecek söylemlerle, Avrupa'nın çöküş zeminini hazırlıyorlar. Unutmamak gerekir ki; tarih tekerrürden ibarettir ve insan unutkandır. Yarım yüzyıl önce ırkçılığın Batı'ya neler ettiğini unutmuş (veya unutturulmuş) olabilirler, ancak biz unutmadık.
Batı ve İslam'ı Terörize Etmek
Batılılar, İslam’ı ve Müslimleri terörize etmek istiyor. Bu nedenle sürekli Müslimlerin sinir uçlarına dokunuyor; Kur’ân yakıyor, Nebi’ye (sav) hakaret ediyor ve Müslimleri aşağılıyor… İslami toplulukları kışkırtmak için elinden geleni yapıyor. Bunun özel bir nedeni var: Batı dünyasının yaşadığı manevi krize ve arayışa daha önce temas etmiştik. Batılı insan bu krizden ya uyuşturucuya sığınarak ya dijital bağımlılıkla ya da arayışla/sorgulamayla çıkış arıyor. Arayanların büyük çoğunluğunun yolu İslam’la kesişiyor. Zira Batı, insanı materyalistleştiriyor; İslam ise ruh ve mana dini. Batı, insanları yalnızlaştırıyor; İslam ise cemaat dini. Batı, insanları katılaştırıyor; İslam ise merhamet dini… Tüm bu nedenlerle Batı, İslam’ı şiddetle özdeşleştirip, fırtınadan kaçan insanlara İslam’ın sığınılacak bir liman olmadığını göstermek istiyor. Bir ırkçının eyleminde dahi tüm medyasıyla Batı; “Tekbir getirerek saldırdı.” diye yayın yapabiliyor. Kısa bir zaman sonra gerçek ortaya çıkıyor, ama durum Allah Resûlü’nün (sav) dediği gibi: “Utanmıyorsan dilediğini yap.”
Daha üzücü olanı ise İslam dünyasında Batı'nın bu isteğine icabet eden/edecek yığınla insanın olması. Çoğu samimi, ama şeriat bilgisinden ve Nebevi hikmetten yoksunlar. Yaptıkları yanlış işler sebebiyle haklıyken haksız duruma düşüyorlar. Ayrıca Allah Resûlü'ne (sav) hakaret eden ve bu ateşi körükleyenler keyif sürerken, hakaretin faturasını sokaktaki insana kesiyorlar. Konuyla hiçbir şekilde ilgisi olmayan, belki bu çirkefliği lanetleyen insanları katlediyorlar. Üstelik Batı'nın istediği tam da bu! İslam'ı ve Müslimleri dengesiz göstermek.
Evet, Batı bir plan yaptı ve tuzak kurdu. Bakalım Allah (cc) bu planı nasıl boşa çıkaracak!
"(Hatırlayın!) Hani kâfirler seni hapsetmek, öldürmek ya da (yurdundan) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar, Allah da (tuzaklarını boşa çıkaracak ve onlara zarar verecek şekilde karşı) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır."[9]
Hatırlatma!
Ne yazık ki bu olay vesilesiyle şöyle bir tablo çıktı ortaya: Birçok insan, bu olayı vesile ederek Avrupa'nın ne kadar kötü, bizlerin de ne kadar iyi olduğunu anlatmaya başladı. Onlar yıkılayazmış, biz de uçayazmışız... Ortaya çıkan ilginç tabloya binaen derim ki:
Bu yazıda amacımız; Allah Resûlü'ne (sav) yapılan saldırılar özelinde bir Batı tahlili yapmaktı. Diğer bir amacımız da Batı'nın ahlaksız, ilkesiz ve şişirilmiş imajına ve işlediği insanlık suçlarına işaret etmekti. Hiçbir şekilde Batı dünyasıyla İslam'a müntesip Doğu dünyasını karşılaştırmak ve Doğu'yu Batı'ya tercih etmek gibi amacımız yoktu. Bu konudaki düşüncemiz şudur: Biz Doğu cahiliyesiyiz, onlar Batı cahiliyesi. Onlar İslami değerlere açıktan hakaret ediyorsa, Doğu cahiliyesi dolaylı hakaret ediyor. İslami değerleri gündelik siyasete alet etmek, aziz İslam'a bir hakaret değil midir? Sonra Charlie Hebdo paçavralarını, bu topraklara ait bir gazetenin yayımlamaya kalktığını nasıl unuturuz? Hâlâ gösterimde olan Yeşilçam müsveddelerinin İslami değerlere hakaretle dolu olduğunu bilmeyen mi var? 28 Şubat'ta kutsallarımızı aşağılayanlar, bugün ülkenin en itibarlı insanları değil mi? Allah'ın (cc) ayetleriyle dalga geçen siyasetçiler, diplomatik atamalarla taltif edilmiyor mu? Cahiliyenin her türünden, Doğulusundan ve Batılısından beriyiz... Cahiliye cahiliyedir, İslam'a hakaret de hakarettir. Bunun Doğulusu Batılısı, direkti dolaylısı yoktur. İki cahiliyeyi kıyaslamak ve birini diğerine tercih etmek anlamsız olsa gerektir.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.
[1]        .     "Şayet size bir yara dokunduysa hiç şüphesiz (düşman) topluluğuna da yara dokundu. (Mutlak ve daimi galip Allah'tır. İnsanlara gelince) biz bu günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, iman edenleri açığa çıkarmak ve sizden şahitler/şehitler edinmek (için böyle yapar). Allah, zalimleri sevmez." (3/Âl-i İmran, 140)
[2]        .     22/Hac, 15
[3]        .     bk.Tirmizi, 3153; İbni Mace, 4079
[4]        .     İslam Ümmetine Açılmış Haçlı Savaşının Kodları, Halis Bayancuk, Tevhid Dergisi, S 49, s. 18
[5]        .     Bu, böyledir! Beşerî sistemler, çözüm üretir. İlmi ve tecrübesi nakıs insanın çözümü, daha büyük sorunlara sebep olur. Şu anda Batı, geçen yüzyıl ürettiği çözümlerin hasat mevsimini yaşıyor. Toplumu Allah'a (cc) kulluktan alıkoymak için altı çizilen bireysellik; yalnız yaşayan ve hiçbir değer tanımayan nihilist tipler meydana getirdi. Bu kişiler o kadar çok ki bazı Batı ülkeleri yalnızlık bakanlığı kurmak durumunda kaldı. Hiç şüphesiz, bugün ürettikleri çözümler de yarın daha büyük sorunlara sebebiyet verecek.
[6]        .     28/Kasas, 83
[7]        .     Örneğin Freud'un insanı hazza, hazzı da cinselliğe indirgeyen yaklaşımı; insanı tarif etmez. Cinselliği tabulaştıran ve buna bağlı olarak psikolojik rahatsızlıklar yaşayan Batı toplumunu tarif eder. Yaşadığı dönemi anlamaya çalışan, kendisi de o dönemin insanı olan ve benzer sorunlar yaşayan Freud, tüm insanlığı Batılılar gibi aşırı, hasta ruhlu zannetmiştir. Batılıyı tarif etmek yerine insanı tarif etmeye kalkışmıştır. Körün fil tarifine benzeyen ve insanın yalnızca bir yönünü anlatan bir inanışa sahip olmuştur.
[8]        .     Utanma numarası dememin bazı nedenleri vardır: İlki; Almanlar Yahudilere yaptıklarının fazlasını daha önce sömürge bölgelerindeki yerlilere yapmıştı. Yahudilere yönelik soykırımdan utanmalarının nedeni Avrupalıların insanlaşmış olmasından değil, sermayeyi elinde tutan Yahudilerin baskısındandır. Şayet bu insan olmaktan kaynaklanan bir utanma olsaydı sömürge bölgelerindeki yerlilere  yaptıklarından utanır, özür dilerlerdi. İkincisi; Almanlar bunu bir fırsat olarak kullandı. Âdeta "Bu kadar akıllı Almanlar nasıl oldu da Hitler'le birlikte canavarlaştı? Demek ki kitle psikolojisi, Almanlar gibi disiplinli bir milleti dahi yoldan çıkarıyor." dedirttiler. Ne var ki sosyal psikoloji alanında çalışan, kapitalist sistemin beyin işçileri de bu ezberi tekrarlayıp duruyor. Oysa Almanların Hitler'den önce, sömürge bölgelerinde işledikleri vahşet; Hitler'in Almanları değil, Almanların Hitler'i yoldan çıkardığını ve Hitler'in, benzeri Alman liderlerden bir farkının olmadığını gösteriyor. Üçüncüsü; bazı Batılı düşünürlerin de itiraf ettiği gibi Hitler, Avrupalıları/Beyazları değil de Doğuluları katletseydi Napolyon gibi bir kahraman olacaktı. Onun kusuru, beyazları katletmesiydi… Avrupalıların nasıl barbar bir topluluk olduğunu anlamak isteyenler, Hitler'den çok daha vahşi Belçika Kralı II. Leopold'un yaptıklarını okuyabilir. Sömürge bölgelerinde on milyona yakın insanı katleden bu barbar, heykelleri dikilerek ödüllendirilmiş bir liderdir. Bu nedenlerle onların utandığına değil, utanma numarası yaptıklarına inanıyorum.
[9]        .     8/Enfâl, 30
1 note · View note
yitikyasam · 4 years
Text
Âyân olan gelişin olsun, hiçbir şey âyân değilken gel.
Bir yanın anne merhameti, bir yanın dost sıcaklığı ve bir yanın aşk ateşi olsun.
Bölündü yine uykularım.
Tüm dertler birleşip keskin bir bıçağa döndürdü yatağımı.
Karanlığa yüklediğim senfoniler nafile, teskin etmiyor beni.
Depreşip duran bir acı var boğazımda.
Gelmedin.
Gelseydin ne değişirdi bilmiyorum.
Boşluğuna yazmakla varlığına yazmak çok mu farklıdır?
Varolmak dokunmayı gerektirirdi belki.
Silinirdi tüm buğulu sözler ve isli kelimeler, kim bilir?
Gelişin,
hayatımın yekün bir cevabı olmayacaksa tüketmez elbet sorularımı.
Süreklerdedir yüreğim. Artık nereye yaslasam başımı fark etmez.
Olacaksa sıla olsun, Hira olsun gelişin.
Uzanan yüreğim olsun, katık kılma ellerini kızıl alevlerime.
Âyân olan gelişin olsun, hiçbir şey âyân değilken gel.
Bir yanın anne merhameti, bir yanın dost sıcaklığı ve bir yanın aşk ateşi olsun.
.......
E.İBRAHİM
9 notes · View notes
yantekerlek · 3 years
Note
Filistin'den İsrail'e atılan roketlere ne diyorsun? Bir topluluk var onlara ne laf anlatacağımı bilmiyorum
misliyle karşılık veriyorlar diyecektim ağzımı doldurdum ama diyemedim. keşke binde bir karşılık etse. bunu soranlar dalga mı geçiyor ya? dalga mı geçiyorsunuz? deyip yolunuza devam edin lütfen.
yaajdjfkgk başlarına herhangi bir zarar gelmediği için mizansen yapıyorlar. bilmiyorum gördünüz mü? güya israilli bir genç delikanlı kız kardeşini saldırılardan koruyor. saldırıyı göremiyorsunuz videoda çünkü yok. günlük güneşlik havada kuş cıvıltıları arasında keriz gibi yere yatırmış kızcağızı korkmaması için teskin ediyor.
bir de israil'in her isabetli atışından sonra şehit veriliyor. kassam şehit düşen insanlardan sonra şuraya atacağız diye önceden haber veriyor. geri çekilin diyor, uyarıyoruz diyor. ben de mesela onu anlamıyorum. vursana abicim. direkt vur.
bir de kassam'ın silahlarıyla israil'in silahlarını karşılaştıran gerizekalı varsa gitsin başka yerde karşılaştırsın. sizi oyalamasınlar. rica ediyorum. israil'in üzerindeki kalkandan da haberleri yok bunların herhalde ya. gerçekten akıl alır gibi değil.
ha e niye bu kadar etkisizken atıyorlar o zaman hiç atmasınlar diyen de varsa ben artık bir şey diyemiyorum. en basit kedi bile, kuş bile yavrusuna saldırıldığında dev kesiliyor. dışarıdan sizin için bir şey ifade etmiyor olabilir ama yürek çok önemli bir şeydir. o yüreğin zalimlere isabet etmesini temenni ederim.
onlara korkmamalarını söyleyin. israillilerin dünyadaki sığınakları sağlam. ahiretteki sığınaklarını düşünsünler.
17 notes · View notes
kinyasvekayra · 5 years
Quote
Evet, birçoğunuz şimdi yazacaklarım için bir bakış kadar vakit bile ayıramayacaksınız. Benim yüreğime bir bıçak gibi saplanıp kalbimi ağrıtan olaylar sizin için hiçbir anlam ifade etmiyor olabilir. Bu yazıyı yazarken gözlerimi kapatarak yazıyorum. Her hangi bir şeyi silmeden. Tamamiyle billincimin akışı ile. Eğer imla hataları yapıyorsam affedin. Gözlerimi kapayarak yazıyorum;çünkü kendimi tamamiyle düşünebilmek istiyorum. Tüm her şeye, bana, öylece kafamın içerisinden bakmak. Ne oldu peki? Ben neden yaşamıyorum, ben neden mutlu değilim, ben neden basit bir insan gibi, yaşadıklarımı unutup hayatıma kaldığım yerden devam edemiyorum? Nedeni çok basit aslında. Çünkü dediğim gibi diğerlerini belki de hiç incitmeyecek olan darbeler, beni eski bir bina gibi yerle bir ediyor. Aslında size neler hissettiklerimi yazmak istiyorum. Olaylardan bahsetmek değil.Ne hissediyorum, biliyor musunuz? Benim varlığımın aslında hiç olmadığını, bir taş kadar bile varolamadığımı. Kimi zaman bana yaşatılanlar için ağır bir intikam duyuyorum. İnsanlar öldürmek istiyorum. İçimdeki öfkeyi bu şekilde birazcık teskin etmek. Ama düşünsenize, size karşı bir suç işleniyor ve elinizi kolunuzu kımıldatmadan kalıyorsunuz. Peki gerçekten elinizi kolunuzu kımıldatsanız ne olabilir? Olacağı açıktır aslında. Ya bütün bu eylemleri yaptıktan sonra, yani öldürdükten sonra, kendinizi öldürmeniz veya kendinize kıymayıp hapishanelerde çürümeniz. Oysa ki sizin canınız acımıştır. Oysa ki, sizin kalbiniz ağrımıştır. Biliyor musunuz? Hani toplumumuz ne kadar da çirkef bir toplumdur. Ne kadar ikiyüzlü, ne kadar çıkarcı, ezebileceği birini gördüğünde bunu fırsat olarak değerlendirip kullanan bir toplumdur. Oysa ki herkes, gerçek yüzleriyle kalsa ya. Gerçek yüzleri derken, neyi kastediyorum? Yani kötüyseniz, kötü olduğunuzu söyleyin, dolandırıcı iseniz, dolandırıcı... Yeter ki yalan söylemeyin, dürüst olun. Herkes değişiyor, biliyor musunuz? Bugün tanıdığınız kişiyle, yarın tanıdığınız insanlar aynı olmayabiliyor... Ve bu değişme bir an kadar bile bir çabuklukla gerçekleşebiliyor. Ne hissediyorum biliyor musunuz? Tam olarak ezilmiş, aşağılanmış, yoksayılmış, dürüstçe davranılmamış, arkasından bıçak yemiş biri gibi. Kimin bıçakladığını az çok biliyorum. Tahmin edebiliyorum. Bıçaklandığım ise gayet açık. Sırtımdan kanımın sıcak akışını hissediyorum. Dayanamıyorum. Ölüyorum sanki. Neden bizim gibiler bu dünyada hep kaybetmek zorundadır? Neden mesela ben, eskisi gibi kitaplarıma sarılmıyorum.. Neden Elime bir kitap alınca coşku duymuyor, o kitabı bitirip sizlere anlatmak için büyük bir tutuku hissetmiyorum... Soru cümlelerine bile nokta koyuyorum bazen, affedin, klavyede soru işareti parmaklarımın yetişebileceği yerde değil. Deniz kıyılarına da gitmiyorum artık, ne bileyim, oturup bir ağacın dibinde hayaller de dalmıyorum. Çünkü bu dünyada sevgi adına kurulabilecek bir hayal dahi kaldığını hissetmiyorum. Nefes alan bir ölü gibi bakıyorum hayata. Şu meşhur depresyon makalelerini boşverin. Onlara insanlara iyi hissettirmek için varlar, her şeyi unutturmak için. Unutun ve hayatınıza devam edin. Herkes yaptığı ile kalsın. Yanına kar olarak alsın. Geçmişte kalmak iyi değil derler. Evet geçmişte kalmak iyi değildir, ama geçmiş beni çekiştiriyor. Bir türlü gömleğimi kurtaramıyorum elinden. Devam edemiyorum. Bir hayalet gibiyim. Güzel bir yarın düşünemiyorum, güzel bir sabah düşünemiyorum, gülüyorsam bile ağlayacak gibi gülüyorum. Sorun değil. İnsanın midesi bulanıyor. Büyük suçlar sizce neden işlenir. Bir cinayet neden işlenir. Peki bir cinayet işlemeyip de kendi canına kıymayı mı tercih etmeli insan, herkes size güler değil mi? Bakınız, aptal kendisini öldürmüş, der. Bakınız...
Anonim
8 notes · View notes
seslimeram · 5 years
Text
Hayatı Tüketenlere Karşı Söz...
Tumblr media
Hayatın behemehal dönüşümünün fecaat olduğu bir uzamda ol eylemin şu sathı mahalde var olma mücadelesini her nasıl törpülediği açıktır. Bir katran karasına saplı kalmış yer ülke midir hala? Bir düzlemde yaşam ihtimalleri her gün yapılanlarla gölgelenir hem de eksiltilirken hal midir, yol mudur, gidişat mıdır? Boşa düşürülen hayatta var olma isteği ol istencinin ta kendisidir. Güncelliği sağlama alınan, bir biçimde sağlaması yapılan rehin kılmanın yol bildirildiği bir ülke tahayyülü hakikat kılınır. Hayat muktedirin var ettiği bir mekanizmanın / dişlilerin arasında bir ihtimal değil her gün hesaplı / kitaplı ölçülüp bir de biçilip derdest olunandır. Her gün başka bir deney sahası kılınır. Her gün yine yeniden bir kuşatma, iki çitleme, üç özgürlük kısıtlamasının, eksik tamamlanmaya devam edildiği bir deneyim kılınır.
Hayatın behemehal dönüşümünü tastamam bir yıkım olarak var edilmesi gözlerden inatla ve ısrarla kaçırılır. Biyopolitik bir cerahat ülküsü bu yeri, şu zamanı, yurt denileni tüm ol memleket olma halinden uzak kılar. Yaşatılanın Türkçesi züldür! Hayatta kalmak bütün o fasit döngünün içinde bir yol / yön bulabilmek o hal ve şu hakikat dahilinde salt kendine de herkesin yollandığı karanlığı sorgulamak mümkünsüz kılınır. Tersine bir ülkenin inşa edilmesi süreğen kılınmaktadır. Bağdaşık, daimi devamlılık, bir süreğen hamle silsilesini devamlı kılarak yeni çürümenin ta kendisiyle mesh edilir. Hemen her türden çürümenin bir devamlılık silsilesi içerisinde varlığının kutsandığı saha gerçekten gerçek kılınır. Ol tek adamın tahayyülünün şu son İstanbul mahalli seçimi sonrasındaki bozgun sonrasında her kurmaya mal edildiği, sahnenin artık daha kalabalık kılınıp herkes konuşuyor, burası özgür bir ülke denilirken çürümenin yön / rota / istikamet, dünü ve günü ve olası yarınları şekillendirilir.
Bayram telaşesinin sıradana karşılığı ancak üç / dört gündür. Onun da tastamam yaşamak bir yana oradan oraya sürüklenmek olduğu afaki kılınır. Bu çürüme menzilinde belki bir ihtimal hayata yer vardır diye sokaklara düştüğünüzde, ancak bedava olduğu için toplu taşıma araçlarını kullanabilen geniş kitleleri bulabilmek mümkündür. Bedava kılındığında bir yere hareket edebilme hürriyetini deneyimleyen insanlar vardır. Bedava kılındığı için değil ancak o kadar ilan edildiğinde bir ucunu, bir yöresini görebilen insanların varlığı söz konusu olur. İstanbul boşalmıştır, o hendek, şu çukur, bildiğiniz kuyu kılınmış kent birkaç günlüğüne garibanların kılınır. Gariban, yoksunlaştırılmış, emeği sömürülmüş, silikleşmiş ve sinmesi teskin edilmiş insanların (bizler gibi). Üst yönetim her günü dar ederken, altta kalanların ancak vapurlar taşana kadar istif olduğu bir ülke, kapısı kapanmayan trenlerle seyahat edebilme hakkına ulaşabildikleri bir düzlem var edilir. Koca bayram ancak böyle bir seyahat özgürlüğü var olunur. Handiyse asgari müşterek hayatta kalma hakkının bile üç otuz kuruşa endekslenip, memleket iyiye gidiyor şartlanmışlığı zikredilirken insanların ortada ortak sahada yetememe halleri, düzene isyanları ancak bayramlarda karşılaşılabilir kılınır.
Ucuza koyulan yaşamlar, uzun bir vaveylaya gerek kalmadan fakirliğe mahkum edilen her insanın yönü ve rotası belirsizliği korurken, saltanat koltukları, saray sofralarından caka satanlar, memleket çok iyi, bunlar da zam oranlarınız diye cümleler kurulurken ol esnada olmakta olan ekranlara yansır. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın var ettiği tüm o kameralar önünde bir kerede sunduğu tavır ile memleketin nasıl bir dönüştürmeye tabii kılındığı ortaya çıkmaktadır. İnsanların yaşamları pamuk ipliğine rehin kılınırken dahası her gün bir öncesinden de ağır sınavlara terk edilirken muktedir bir yandan, patronaj öte yandan, basınından, sokağına bir baskı unsuru güncel kılınırken bütün o sunuş, iki satır cümlenin arkasında yeniden bir başına koyulan insan meseli karşımıza çıkmaktadır. Vah ki zamana...
Evrensel Gazetesi’nin haberidir: “Türk-İş Başkanı Ergün Atalay ile Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk arasındaki konuşma açık kalan mikrofona yansıdı. Mikrofonunu kapattığını düşünen Atalay, iktidarın düşük zam teklifini kabul etmesini Bakan Selçuk'a, "Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle" diyerek açıkladı.
Hükümet ile Türk-İş, 12 Ağustos'da yapılan bir toplantıyla yaklaşık 500 bin işçiyi ilgilendiren kamu toplu iş sözleşmesini imzaladı. Toplantı sıralarda, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay'ın kapattığını düşündüğü mikrofona "Uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle." dediği ortaya çıktı. İktidarın teklifinin Türk-İş'in talebinin çok altında olmasına rağmen Atalay anlaşmaya imza atmıştı. Atalay’ın, Bakan Selçuk’a söylediği sözler Fox TV kameraları ve mikrofonuna yansıdı. Görüntülerde Atalay'ın, Bakan Selçuk'a "Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle" dediği görülüyor.
Türk-İş'in Twitter hesabından "Hükümet ile Türk-İş, kamu işçisinin 2019-2020’deki toplu iş sözleşmesi üzerinde anlaştı. Ücreti 3 bin 500 TL’nin altındaki işçiye 150 TL iyileştirme, tüm işçilere bu yıl için yüzde 8+4, 2020 için yüzde 3+3 ve enflasyon farkı oranında zam yapılacak" paylaşımının altına yorum yapan yüzlerce işçi anlaşmaya tepki göstermişti.”
Atalay tepkiler sonrasında şöyle bir açıklamaya daha imza atar: “Atalay, toplantının yapıldığı gün Bakan Selçuk ile konuştuklarını anımsatarak, "Sayın Bakanım, zammı bakanın açıklaması lazım' dedim. Bakan çıktı, zammı açıkladı, canlı yayın durdu. Bana döndü, 'Bir şey söyleyecek misin?' dedi. 'Benim söyleyecek bir şeyim yok, ne söyleyeyim de ortalığı karıştıracağım.' Laf şu, ben kadrodan geçen taşeronları buraya yazdıramamışım, benim problemim o. Ben zaten oraya oturmuşum, imza edeceğim. 17 adam imza atmış, herkes benim yanımda, gizli kapaklı bir iş yapmıyorum ki. 'Neyi söyleyeyim' dedim. Onu söylesem kamu sözleşmesi mi bu, taşerondan kadroya geçenlerin sözleşmesi mi bu? Bunun adı kamu sözleşmesi ama ben onu aldığım zaman gündem değişecek. Ben de gayriihtiyari herkesin duyacağı şekilde bunu söyledim. Dediler ki 'Bu ne?' Ben hiçbir şey demedim. Dediğim şu; 'Taşeronu halledemedim, yazdıramadım" diye konuştu.
"Ülkeyi satanlar, işçiyi satanlar, insanlara hakaret edenler, esas alçak onlardır. Bir daha söylüyorum; ülkeyi satan, işçiyi satan, bir de iftira atanlar, alçağın ta kendisidir. Bugüne kadar ne ülkemi ne mazlumu ne de işçiyi sattım. Allah şahidimdir. Ben bunları hak etmiyorum, ailem hak etmiyor ama maalesef böyle bir ülke..."”
İnsanların gözlerinin içine baka yalanla, riyayla, en olmaz denilenleri yineleye gelerek ve her dem daha kötüsünü ehven gibiymiş gibi duyurarak hayatın fecaate rehin kılınması bir süreklilik kazanır. Sarı sendika ağası ile devletlinin memuresinin ortak çatı altında varlığı için çabaladığı şey, gemimizi kurtardık kalanın da canı cehenneme halidir. Hani geminin aynısı, hani aynı sularda yüzmeye devam eden ülke, seksen iki milyonu bir de böylesi bir tahayyülle mi kucaklayacak muktedir, her nedir, her nasıldır? Emek ücretlerini kırımlarla alt üst ederek, en ufak bir itirazı bile kaile almadan, nasılsa meşrebimize uygun diyerek bir de alaya alarak şu rakamlara varılan bir sahnede nedir ki hakikat? Neresindedir ol asıl konuşulması gereken?
İnsanları yoksunluğa mahkum kılıp, her gün en olmadık şeylerden vergi tahsilatına girip, ondan vergi, şundan vergi, bunun az, şunun daha da azmış diye ortaya çıkan ulufelerle yok pardon kanunlarla, memleket soyup soğana çevrilirken daha ne kalmıştır eksik değil mi sevgili okur? Cep telefonu almaya tenezzül ettiğinde iki kere soyulan, bir paket sigara için ulus ötesi bir vergiye eyvallah deyip yüzde 90’a takanları seyreylerken, söğüşlemek öyle olmaz böyle olur diye benzinden doğal gaza, elektrikten ince ayarlara saman altından da değil göstere / bildire soygun düzenine devam olunan bir yerde, yazlık meyve sebzenin bile müzelik olarak adetle temin edilebildiği bir tahayyülle kuşanırken ne yapacaktı işçi, memur, emekli değil mi, zam neyin nesiydi sahiden Allah sizi inandırsın! Üçün beşin her neyine baksındı, fakir! Çok da uzatmadan şey etmeliydi devletli ve onun emir eri kılınan sendika ağası. Olan olmuştu, var edilen katran karanlığına devam diyebilmek bunu da, onu da, şunu da sineye çekecekler demek güncel kılınan bir meseldi. Hesap verilmeyecek olduğu için hayatın tükenişe sevk edilmesi, daha derin çürümeye rehin edilmesi ve tabi olanın gayri tabi kılınmasının yolunda devletimiz durmak yok yolmaya devam edecektir, bu bahis bir kez daha ifşa olunur!
Tumblr media
Sadece bu bahisle kalsa iyidir. Bir de madalyonun kentsel dönüşüm ayağı vardır ki orada var edilen yıkımın da en az yoksunlaştırma kadar esamesi okunmamaktadır. Birgün’den Baran Döner’in haberinden alıntılayalım: İstanbul’da 70’li yılların sonlarına doğru Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelerek oluşturulan birçok gecekondu mahallesi bulunuyor. Kağıthane’deki Nurtepe Mahallesi, Şişli’ye bağlı Okmeydanı Mahallesi ve Sultangazi’de bulunan Gazi Mahallesi sakinleriyle kentsel dönüşümün sonuçlarını konuştuk. Gecekonduların yıkılıp yerlerine apartmanların dikildiği mahallelerin sakinleri, zorluklarla kurdukları mahalle kültürlerinin yok olmaya başladığını söylüyor. Mahalleliler, yaşam tarzlarının da değiştiğine dikkat çekiyor.
Şişli’ye bağlı Okmeydanı Mahallesi sakinleri ise zamanın ilerlemesiyle beraber yaşam tarzlarının değiştiğini ve eski günleri aradıklarını söyledi. Eskiden insanların birbirine saygı ve sevgi duyduğunu aktaran Murat Ercan, “Mahallemize yabancı bir insan geldiği zaman anlaşılıyordu. Şimdi ise uyuşturucu satmaya çalışanlar, insanları fuhuş yapmaya zorlayanlar doldu mahallemize” diye konuştu.
1996 yılında Okmeydanı’na geldiğini belirten Cemal Karyemez de gecekondu kültürünün yok olmaya başladığını ve birçok şeyin değiştiğini söyledi. Karyemez, “Market zincirlerinin gelmesiyle beraber esnaf kültürü de yok olmaya başladı. Paramız olmadığı zamanlar ihtiyacımız olan şeyleri alabiliyorduk fakat artık bunun mümkün olmadığını söyleyebilirim” ifadelerini kullandı.
Gecekondu mahalleleri genel olarak işçi sınıfının yaşamını sürdürdüğü mahalleler arasında. 70’li yılların ortalarında kurulmaya başlayan ve 80’li yıllarda ekonomik nedenlerle işçi sınıfının göç ettiği Gazi Mahallesi de bunlardan biri. Sadece 20 sene önce farklı bir hayat yaşadıklarını anlatan Ahmet A., yılların geçmesiyle yaşam tarzının da değiştiğini söyledi. Eskiden mahalledeki insanların iyi olduğunu belirten Ahmet A., “Şimdi ise yüksek derecede yozlaşma olduğunu söyleyebilirim. Uyuşturucu ve esrar satışı, çeteleşme, fuhuş ve hırsızlık almış başını gidiyor. Çocuklarımız sokaklarda özgürce oynuyorlardı. Şimdi ise dışarı bırakırken tedirgin oluyoruz” dedi.
Ahmet A. sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizler kapılarımızın önünde otururduk. Sohbet eder dertleşirdik. Fakat kentsel dönüşüm olduktan ve gecekondular yerini apartmanlara bıraktıktan sonra insanlar göç etmek zorunda kaldı. Burası metropol bir semt haline gelip daha da değerlenmiş olsa da eski mutluluk yok artık. Sistemin içinde gecekondularla beraber biz de yok olup gidiyoruz.”
Bir menzilin dönüşümünün fecaat kılınması kesintisiz var edilir. Dönüştürülen, yerle bir edilen kestirmeden yaşamsallıktır. Kentsel taarruzun şekillendirilmesi yoksulun enikonu bu sahada yoksullaştırılması bir devamlılık halini alır. Hemen her anlamda sıradan olanın hayatına kastın devamlılığı mevzubahistir. Yerle bir ederek, yok ederek, yok sayarak bir uzamı modernleştirme ve sterilizasyona tabi tutarak, bununla hayatı dönüştürme hali gerçek kılınır. Yıkımın, tarumar etmenin, abecesi güncellenen bir saha var edilir. Biyopolitik cerahat hayatımızı kuşatmakta, hayat devletlinin rehini kılınmaktadır.
Biyopolitik tahakkümün sacayakları var edilen her yıldırı hamlesiyle bir ve birlikte iş bu sahanın ülke olma hali tükenmeye rehin edilmektedir. Bütünlük, var edilen kabus hali bütün bu istikametin sterilizasyon hamlelerinde her seferinde varlığı tescillenen, denetim, gözetim ve tahakküm enstrümanları ve etmenleriyle birlikte bir sahne yıkımın kılınır. Bu sahada güncelliği var edilmiş olan yinelenmesi eksiksiz kılınmış olan Türkiye gerçeği hepimiz için insanlık sınavının daimi halini göstere gelir. Bir yıkım hali o istimlak edilen, olunan yerler gibi içi dışına çıkartılan menziller, ketsel dönüşüm diye var edilmiş işkence tezgahlarından, modern açık mahpushanelere süreğen kılınır. Böyle bir hal midir ülke, her nedir? Bu kadar afaki bir o kadar devamlılığı sağlama alınan bir yurtsuzlaştırma, yersiz ve evinden etme hali ve tahakküm güncellenirken böyle bir toplam yaşatan mıdır?
Mezopotamya Ajansı’na bağlanalım: “Mardin ve Şırnak’ta dün (Perşembe) yapılan ev baskınlarında aralarında HDP’li Belediye Meclis üyeleri ve partililerin de olduğu çok sayıda kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanların işlemleri devam ederken, Şırnak merkezde gözaltına alınan 5 kişi emniyet ifadelerinin ardından Şırnak Adliyesi’ne sevk edildi. Adliyeye sevk edilen Fatih Artuç, Muhammet Veysel Kadırhan ve Yusuf Nas Savcılık tarafından adli kontrol şartı uygulanması istemi ile Abdülaziz Beyter ve Hüseyin Çiftçi ise tutuklanmaları istemi ile Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi. Mahkemeye sek edilen 3 kişi adli kontrol şartı ile serbest bırakılırken, Beyter ve Çiftçi “Örgüt üyesi olmak” iddiası ile tutukladı.
İdil’de ise gözaltına alınan HDP’li Meclis üyesi Hatice Kaya ve Mehmet Erarslan dün emniyet ifadeleri ardından serbest bırakılırken, HDP’li Vahap Özel ve İdil Yalçınkaya da bugün emniyet ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. Şırnak Valiliği yaptığı açıklamada 21 kişinin gözaltına alındığını duyurmuştu.
Mardin’in Nusaybin ilçesinde gözaltına alınanlar hakkındaki soruşturmaya gizlilik kararı konulduğu belirtildi. İki kişi hakkında 4 günlük gözaltı kararı olduğu belirtildi. Yine Kızıltepe’de gözaltına alınan isimlerin ise, emniyet ifadelerinin bugün alınması bekleniyor. Kızıltepe’de gözaltına alınanların tam sayısı bilinmezken, Dargeçit’te gözaltına alınan İrfan Yakut’un savcılığa sevk edilmesi bekleniyor. Öte yandan Mardin Artuklu ilçesi Yalım Mahallesi’nde de yapılan ev baskınında Yusuf Abukan gözaltına alınırken, kardeşi Vedat Abukan hakkında da gözaltı kararı olduğu bildirildi. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı açıklamada gözaltına alınanların sayısı ise, 11 olarak açıklandı.”
Cizre’de HDP Yöneticisi Orhan Tunç’un eşi, Güler Tunç’da gözaltına alınır: Milletvekili Remziye Tosun’un Twitter’da bildirdiğidir: “Önce evini bombalarla yıktılar, sonra eşi Orhan Tunç’u üçüncü bodrumda katletiler, sonra bekesi babasız bıraktılar şimdide gözaltına aldılar. Tanıdığım en cesur kadınlardan biri Güler Tunç derhal serbest bırakılsın ...”
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Elazığ 1 No’lu Cezaevi’nde maruz kaldığı kötü muamele ve işkence uygulamalarına karşı 18 gündür ölüm orucu eyleminde olan Mehmet Adsiz’in annesi Redda Adsiz, “Çocuklarımıza işkence yapmaktan vazgeçsinler. İHD ve siyasi partiler bir çare bulsunlar” çağrısında bulundu.”
Birbiri içerisine geçmiş, birbirinin devamlılığı kılınmış, birbiriyle süreğen addedilmiş bir biçimde yalansız ve hilafsız bir yıkımın ta kendisi olarak biçimlendirilmiş olanın varlığı güncelleniyor. Ekonomik daraltmalar yerini tehditlere, baskılara, giderek zorbalaşmaktan kendini alıkoymayan bir cerahatli rehin almalara, göz dağlarına bırakıyor. Demokrasinin hali içler acısı iken, barış masası her defasında bizzat devlet tarafından devrilirken bunlar kafi görülmeyip daha fenasının zemini yoklanıyor. Kentsel dönüşüm gayretinden kentleri yaşanmaz kılmanın yollarında ilerlemeye kent suçları güncelleniyor. Bakur Kürdistan’ını bu sahanın ötekisi kılmaya devam ediliyor.
İşkence dört bir yanda var edilirken, düz ovada siyasetin çatısı Halkların Demokratik Partisinin işlevsiz, tecrit edilmiş hali, sıradana kastederek güncellene geliyor. Gözaltıların ve baskılama gayretlerinin ardı yeni yıkımların zeminine dönüştürülüyor. Muktedir ve tüm o avenesinin koşulsuz şartsız güncellediği bir faşizan iklimin hem sosyolojik, hem siyasi, hem ekonomik hem de hayatiyet bahislerinde yıkımını ihtiva etmektedir. Bu kadar aleni, böylesine kindarlıkla güncellenen bir sahada, bir şimdinin bırakılmadığı bir yarının ise hiç edildiği ortadadır. Sesin, sözün, canın, yaşama istenci ve emeğin karşısında artık sabık bir devletin hiç tükenmeyen şiddet pratikleri mevcuttur.
Mevcudiyetini daha fazla tükenişi var ederek güncelleyen bir cerahat sarmalı, bununla övünüp duran bir iktidar tahayyülü vardır. Hayat bunca ucuza koyulurken, berhava edilip bir de eksiltilmesi güncellenirken yolun da yönün de, günün de geleceğin de kapkaranlık kılınması eksiksiz hakikat kılınmaktadır. Böylesi bir cerahat sarmalından çıkış için ses edip, mücadele etmeye, dahası hayatı tüketenlere karşı yeter artık çığlığını görünür kılabilmeye ihtiyacımız vardır. Her gün hayat başımıza çalınırken, bu kadarından ötesini var etmekten kaçınmayanlar yeni yıkımları tasarlarken hiç değilse bunu yapabilmeliyiz. Yetti artık mefhumunu, mesajını duyurabilmeliyiz, iş işten geçmeden! Yeteni, kafi geleni ve dahası üstümüze çökertilen ülkenin hakikatini anlıyor musunuz, iş işte geçmeden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Lost Fragments, Failed Memories By David SZAUDER via Behance
0 notes
kanatlihercai · 6 years
Text
gökkuşağı evleri
lise birin ilk haftası. yepyeni bir muhitte el yordamıyla okula gidip gelmeye çalışıyorum. ilk gün servis evin tarifini babamdan almış, sorunsuz dönüyorum. ikinci gün farklı bir servise binmem gerekiyor. servis şoförü mahalleye girince benden tarif bekliyor. fakat hiçbir yer tanıdık gelmiyor bana. servis şoförünün söylenmelerine gıcık olunca rastgele bir yerde "burası" diyip iniyorum. tepede eylül ayına rağmen kavuran bir güneş. karşımda gökkuşağı evleri diye bir yer. hiçbir şey ifade etmiyor. okul zaten kötü geçmiş. mahalle yeni. servis şoförü gıcık. evi bulmaya çalışıyorum yokuşlu yollarda. nafile. hedeften iyice uzaklaşmış gibi hissedince ağlaya ağlaya babamı arıyorum. gelip alıyor beni, binbir türlü şaklabanlık yapıyor yüzüm gülsün diye. işe de yarıyor.
tüm bunlar 2009 eylülünde yaşanıyor, hem çok yakın hem çok uzak bir tarih gibi, her ayrıntısını hatırladığım bir rüya gibi.
geçtiğimiz pazar istanbuldan adapazarına gidiyorum. beş senedir sık sık yaptığım gibi. otobüs firmasının servisinden inip eve yürümeye koyuluyorum. gökkuşağı evleri çıkıyor karşıma. kocaman bir gülümsemeyle duruyorum. bir süre hâlâ yaz mevsiminde gibi hissettiren akşam seslerini dinliyor, bir yandan da sonbahara girdiğimizi anımsatan serinliği tatlı tatlı hissederek 2009 eylülünü düşünüyorum. saçlarını sımsıkı atkuyruğu yapmış, okul eteğinin içinde huzursuz olduğu her hâlinden belli, adapazarında olmaktan nefret eden on dört yaşındaki elifi teskin etmek, ona kaybolduğu yolda eşlik edebilmek ve "üzülme bak, çok güzel yıllar geçireceksin şimdi adım atmak istemediğin okulunda" demek, ayrıca etek giymek zorunda olmadığını, gri bir pantolonla da okula gidebileceğini söylemek istiyorum.
bu karşılaşma içimi rahatlatıyor. yirmi üç yaşındaki elife bir on sene sonrasından seslenemiyorum elbette ama her şey gerçekten geçiyor sanki diyebiliyorum ona. aheste aheste, geçtiğini fark ettirmeden.. bi bakıyorsun izler kapanmış, yeni yaralar açılmış, taze korkularla baş etmeye çalışıyorsun.
şimdi kaybolduğumu sanıp ağladığım, işin kötüsü babamı da nerede nasıl kaybolduğumu izah edemeyeceğimden arayamadığım, bir başıma düşüp kalkmaya mecal bulamadığım tüm anların gelir geçer olduğuna ikna oluyorum.
içim huzurlu, annemin geldiğim için özenerek hazırladığını bildiğim sofraya oturmak için sabırsızlanarak yola devam ediyorum.
0 notes
yantekerlek · 4 years
Note
Daimi olarak zor şeyler yaşıyorsak ve bundan ailemizde çok etkileniyorsa... Ne yapmak gerek... Nasıl hayata dönmek gerek... Uyuyamıyorum yante ...
tabiat da maneviyat da boşluk kabul etmiyor. hemen doluveriyor. ben genelde şeye bakıyorum böyle durumlarda ne gibi boşluklar bırakıyorum içimde ki kötü şeyler gelip doluşuyorlar. doluşup doluşup beni aşağı doğru çekiyorlar. bu aşağı çekilme hallerinde huzursuzluk hadsafhaya çıkıyor. üzgün bir suratla gezmenin yanı sıra hemen evdekilere de cümlelerimle anlattığım için içimde anlayamadığım hisleri aile efradım da bundan etkileniyor. teskin etme çabaları, nedenini anlama çabaları ya da ben de öyle hissediyorum demeleri bile bana iyi geliyor. sonra çözüme dair bazı cümleler kurmam kolaylaşıyor birileriyle konuşunca. çözüme dair bir cümlem yoksa bir şeylere yoğunlaşıp o hisleri kendi hallerine bırakıyorum. kendi hallerinde eğlenip sonra kapıyı çekip gidiyorlar. insan insandan etkilenir. aynı evde yaşıyoruz, aynı karınlardan çıkıyoruz hammaddemiz aynı iki kişiden geliyor. ailenin etkilenmemesi mümkün değil böyle durumlarda. etkilenmiyorsa ya yaşayan anlatmıyordur, ya da anlatan dinlenmiyordur o evde maalesef. böyle. uykusuz geceleri herkes geçirir. bu her geceye haftaya haftalara aylara yayılıyorsa kişi çözüm yolunu bulamıyor kendini rahatlatacak adımları atamıyor demektir. bu konuda muhakkak bir uzmana başvurulmalı. dişin doktoru var ruhun da doktoru var. ruh da ağrıyor bazen. bir sürü sebebi oluyor. çok soğuk sıcak olaylar ruhu hassaslaştırıyor. ruhun boşluklarının çürüdüğü oluyor dolguya ihtiyaç hasıl olabiliyor. bu normal. anormal olan çözüm için alternatifleri zorlamamak. derde kedere gömüldükçe gömülmek. Allah kolaylıklar ve hayırlı çözüm yolları, rahat uykular göstersin gözlerinize inşallah. uyuyamamak hapsinden salıverilmenizi niyaz ederim Rabbimden.
yaşanan zorların sebeplerini sıraladıktan sonra kaldırmaya gücünüzün yetebileceklerini güzellikle ortadan kaldırmanız, kaldırılamayıp üstlerinden atlanacakların üzerinden atlamanız, atlayamayacaklarınızın da kenarından dolaşmanız nasip olsun inşallah.
gönülse mesele gönlün vücutta kapladığı alana bir sınır çizilmeli. asıl meselenin sevmek sevilmek olmadığını ona anlatmalı. maddiyatsa mutlaka rızkın peşinden kabiliyetleri doğru kullanarak elimizden nelerin gelebileceğini keşfederek koşturmalıyız çabalamalıyız, sürünmek değil bizim işimiz. Allah yardımcınız olsun. ailenize birlik ve beraberlik versin inşallah. huzur ve sekinet insin efradınıza. amin. 🌸
1 note · View note