Tumgik
#merhaba hüzün
umuthalavar · 2 years
Text
Tumblr media
Baştan çıkarıcı olan güçlü yanlarımız değil eksiklerimiz.
Ötekileri eksiklerimizle baştan çıkarıyoruz!
Ötekini sahip olmadığı şey için, eksiği için seviyoruz. Karşılığında kendi eksiğimizi veriyoruz!
Sevmek, sahip olmadığımızı vermektir.
6 notes · View notes
selin-n · 1 month
Text
Günaydınlar ☀️🌤️mutlu, bereketli bir hafta diliyorum 🧚
Her yağmurla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine__
Bulutlar yalnızlığın işaretiydi benim için....
Beni ıslatan yağmur olmadı_
Ben senin özleminle sırılsıklam/dım her mevsim...
Hayat bana merhaba dedi__!
Uzun kıştan sonra gelmez dediğim göçmen kuşların dönüşünü gördüm.
SEN YOKTUN___!!//
Öyle işte...!!
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Sevgilerimle 💙🕊️
Tumblr media
90 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 8 months
Text
Geldik sonbahara... Sonbahar Eylül demek.. Hani şu şairlerin şiirlerinde ilham aldığı, edebiyatımıza konu olan hüzün ayı Eylül. Yitip giden, biten, özlenen aşklara bol bol şiirler yazdıran, kırık kalp çekmecesinden tozlu anıları çıkartan, hazan ayı, güz ayı, bağ bozumu, hasat ayı "canım Eylül". Ilık sonbahar havasının hüküm sürdüğü Eylül...Hem bitiş, hem başlangıçtır Eylül. Yaza elveda derken, kendine "merhaba" demektir. İçe dönmek, yalnızlığa yürümek, sessiz ağlayışlar, şiirler, dizeler, kitap sayfalarıdır Eylül...Sararan yaprakların dallardan kopuşu, tablo gibi manzaraya dönüşüdür Eylül'ün sarı rengi...Sarı Eylül'e özgüdür...Eylül sadece bir "ay" değil, ruhuyla başlı başına bir mevsimdir...
Tumblr media
95 notes · View notes
dilaraaksoykaleminden · 11 months
Text
Zindan Aşk: No 1209
Merhaba Tanrım!
Bu mektubum sana... Seneleri hayra yoran hasretlerin mezar taşına yazılan bir keşkeyim; hayatımın imdatlarına tutunup serde geçmişi, közde kendimi yaktım.
Merhaba, Tanrım!
Ateşkes ilan ediyorum, gözyaşımın takvim harbine. Akıp giden gözyaşlarım gecenin medarıiftiharıdır. Yarattıklarını yine başka kullar için yaratmışsın, haddim olmadan kendime o aşkı ısmarladım. Gökte kayıp yıldızların ayıp yıldızları oldum. Vermedin ya, onu bana; temiz yarattığın yarınların dikeni ona batmasın, canı sağ olsun.
Merhaba, Tanrım!
Gönlüm üşüyor. Soğukta kaldı sevdanın, ayaza teslimiyet çağrısı yaptı, kaç bin odasından yaralı çıktı, biliyorsun. Sen her şeyi bilensin, gücü yetensin, kalemin dergahından çıkıp sultan-ı yegah perdesi olmaya çalıştım; o, sözü bana gelmez, başı sonu bilinmez sevda harımın. Yanmak hep nev-i şahsıma münhasırdı; öteden beri. Cehennemin kapısı bende sadelik niyetine açıldı, röpdaşambırıyla karşıladı beni; senin bana yazdığın kader. Arsız viskimi yudumlarken ben, saadet tecritine; onun kokladığı o güllerde ben soldum.
Merhaba, Tanrım!
Çok sevdim, biliyorsun. Saatim hep ona günahı beş geçti. İstedim; yanmak ikimize ait olsun. Yanacaksak közdeki güneşim o olsun. Affet beni Tanrım! Hakkım olmayanı istedim senden, gözlerimin yağmurları da özür diliyor senden. Sen bu kalbi yangınlara mı verdin? Yanıyor, çok yanıyor... Mutluluğun ona bensiz uğradığı o evde esamem okunmuyor.
Yollar, girdabın mührü hadisesinden ve bir taşın pahalıya kaçmaz yangı düzeninden şimdi gözlerimi yakıyor. Ne vakit oldu, bu kadar hor dökmedim gözyaşlarımı...
Merhaba, Tanrım!
Yakarış istikametimde onu bekliyor gölgem. Ben, suçsuzum. Mutluluk resmi bir kıyafette hüzün geçidimden elleri boş geçti, gölgesinin mahzun yanına sarılmak istiyorum. Peki, Tanrım; sana da, kadere de, ona da peki... Susuyorum. Kabul iskemlelerinden düşüyor bedenim, yerde yatanın ben olduğuma gölgem dahi inanmıyor. Masallarda ayakkabısını düşüren bir sorunum ben, daha fazla yük olmam. Prensin seçtiği o ayakkabı ayaklarıma vurur.
Merhaba, Tanrım!
Sesinin can pınarından sular seller gibi akmak vardı onun aşkına. "Aşkım" kelimesine ayaklarımı uzatmak vardı, gözlerinde doyum sofralarının en leziz ikramlarını tatmak ve dudaklarında canıma kavuşmak vardı... Olsun... Kulunu, benden ayrı yaşamaya teslim etmişsin. Benim merhabam ona hep hoşça kal kalır.
Durumum, düğüm Tanrım!
Eteklerimde zil çalan mutluluk, es verdi hayata. Artık ayağa kalkmalıyım. Bu geceler, Tanrım... onun mutluluk, benim ölüm gecelerim... Ecelin yontma hakikatlerinde sürgün aşkıma monte bir acı inşa edişim; bu geceler... Ayağa kalkmam gerek, gücümü bulmam gerek. Bütün gereklilik kiplerinde bir zorunluluk inşası şimdi bende; yaşamın esrik ve eksik her harfi.
Kabulüm, kabulün; Tanrım. Yokla bakalım, gönlümün cebini; o, hiç kalmış mı?
Fazla mı, Tanrım? Affet, ne olur affet. Ceplerimde yırtıklar, varıp susuşlarımda bir gerçek o var.
Gidiyorum, Tanrım. Umudun fişini çekmeye.
Eğer bir gün onu bana gönderirsen aynı adresteyim.
Onu hep sevmeler sokağı, zindan aşk no 1209.
Anladın, beni; Tanrım.
Haydi, kapattım bu gecenin de hüzün ışıklarını...
Dilara AKSOY
36 notes · View notes
huzunteroristi · 3 months
Text
Günlük
Madem kimsenin kimseyi anlamadığı konusunda hemfikir olduk. Anlaşılmak gibi bir çabamızda kalmadı. Delirmemek için belki içimizi dışımıza çıkarabiliriz. Kusmak gibi ama kusmak değil. İçimizdeki insanımsılık yığınını atmak gibi. Biraz hüzün aşılayacağım size. Sanki hiç yokmuş gibi. Bakın ben bunu yazarken günün ortası.. kafam mı? O her zaman gecenin 3ü gibi. Merhaba...
3 notes · View notes
cansenligim23 · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Ağlamak acıların yontulmuş biçimidir hüzünse bir çocuğun gökyüzünü sevmesidir
yorgunum bir gülü devşirmekten görseniz artık
yüzüm
bozulan bir çiçektir
evde kalmış kızların göğsünde sık bulunan
beni solduran akşamüstleridir pencerelerde
çünkü hüznü hüzün besler yalnızca merhaba diyorum
bir acıyı ikiye bölmek
bir elmayı ikiye bölmek kadar güçtür görseniz artık
yüzüm
bozulan bir dengedir.
29 notes · View notes
b12eksikligi · 2 years
Text
Yüreğimde bir hüzün ile Filistin'den ayrıldım...
İsrail askerleri ve polisleri, Havalanın'da o kadar sıkıntı yapmalarına rağmen.. Geri gönderilme noktasına gelmeme rağmen, Onları bir gram takmadık, Şu an tekrar ne zaman giderim hayalleri kuruyorum. Gitmek isteyen herkese nasip et Rabbim.. Pasaportumun arkasına 6 sayısını yapıştırdılar. Yani korkun benden, teröristim onların gözünde ahahah
Kudüs'e hoşça'kal dedikten sonra, İstanbul'a Merhaba diyoruz...
23 notes · View notes
Son deminde akşam, merhaba dostum hüzün
Yalnızım yine yalnız, nerdesin iki gözüm?
4 notes · View notes
hisleerzerzelesii46 · 11 months
Text
Her sayfası kederle kararan bir hüzün defterine döner günler ,Ve Her sabah " Merhaba hüzün ", " Merhaba yalnızlık " diyerek başlarsın hayata .
2 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
“Her sayfası kederle kararan
bir hüzün defterine döner günler
ve her sabah “merhaba hüzün”
“merhaba yalnızlık”
diyerek başlarsın hayata
Ama hayat bağışlamayacaktır seni
Unutma
Üstelik günlüğü yoktur hüznün
hiçbir zaman da tutulmayacaktır
Serüvenlerin yorgun yeniği
elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün
ya da hasta bir tanıdıktır ancak
hepsi o kadar
Unutma”
Ahmet TELLİ
7 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 8 months
Text
Ben yaz mevsimiyim" derim hep.. Ve yaz mevsimini "gençlik çağına" benzetirim... Gençlik de "yaz" gibi deli doludur, aymazlıktır, neşedir, umuttur....Ve her güzel şeyin çabuk bitmesi gibi o güneşli yaz günleri de, gençlik yılları da göz açıp kapayıncaya kadar yitip gider... İşte yine bir yaz mevsiminin son ayı da bitti.
Geldik sonbahara... Sonbahar Eylül demek.. Hani şu şairlerin şiirlerinde ilham aldığı, edebiyatımıza konu olan hüzün ayı Eylül. Yitip giden, biten, özlenen aşklara bol bol şiirler yazdıran, kırık kalp çekmecesinden tozlu anıları çıkartan, hazan ayı, güz ayı, bağ bozumu, hasat ayı "canım Eylül". Ilık sonbahar havasının hüküm sürdüğü Eylül...Hem bitiş, hem başlangıçtır Eylül. Yaza elveda derken, kendine "merhaba" demektir. İçe dönmek, yalnızlığa yürümek, sessiz ağlayışlar, şiirler, dizeler, kitap sayfalarıdır Eylül...Sararan yaprakların dallardan kopuşu, tablo gibi manzaraya dönüşüdür Eylül'ün sarı rengi...Sarı Eylül'e özgüdür...Eylül sadece bir "ay" değil, ruhuyla başlı başına bir mevsimdir...
Tumblr media
82 notes · View notes
dilaraaksoykaleminden · 6 months
Text
Acuze Aşk
"Günaydın sevgilim" demek vardı, şimdi; sana... Avuç içinde parlayan gönlümün bütün bir bedeninde sabahladığını görmek vardı. Sen, giden gülü; ben, yiten gülü olmadan...
Namusumdu bu aşk, keyfe keder yorduğum hasretin nizamıydı, hadsiz ayrılıklara hesap soran...
Vitrinin en yalnız köşesindeki cansız mankenim, senden sonra. Çarşambayı alan sel, perşembenin kaderine de zerk oldu. Göz çukurlarına bir veda, kirpik uçlarına hasret bıraktı sensiz perşembe; bugünden önce.
Sabahın yedisi, sevgilim. Sensiz yeni bir gün daha doğuyor, merhabasında asılı kalırken umutlarım; asil susuşundan vuruluyorum, her yokluğunun. Nereden tutukluysam oradan hasreti zor ediyorum. Nazımlar yaralı, Orhan Veliler çok kırgın; bu aşka... Yirmi birinci yüzyılın ihanet dergahından vurdun, yaralı müphemlerimi. Ben öldüm, onlar gömüldüler.
Yatağımın hüzün günaydınları, sensiz öten kuşları da öldürdü. Hiçbir günaydın kuşu ötmüyor artık. Gün, sensizliğe hasta ve yirmi dört saat, sanat için değil; sensizlikte ölmek için soyunuyor aşka.
Kalorifer petekleri kalbimden soğuk, kedilerin miyavlamaları sesimden çok çıkıyor sabaha. Gecelerin resmedilen çıplak gerçekleri göz çapaklarımdan çok önce kirletiyor, sensiz günleri. Günaydın kuşları ötmüyor, sensiz artık.
Köpeklerin beni her havlamada sahipsiz sandıkları sahiplendirme telaşlarında tasmamı acuze kederlere takılan bin merhabalık hasretleri daha birikiyor sana. Aşk havlıyor, kalbimin ecza dolabında; merhemi kalmamış yırtık bir kasım, o şimdi... Ayın on beş sensizliği, kalbe damlayan takvim budalası çünkü.
Koptu, yazarın kolyesi; elveda dikenlerine battı bu sonbahar. İflah olmaz artık kalemi! İndirimden yararlanılan bir yalnızlıktı zaten, kutuya konan yanlış bir ilaç ve sütünü anne memesinden değil; günlük sütten alıp zehirlere pelesenk olan... Ucu kırıldı, mürekkep kan akıttı aşka.
Ona soyunduğun her gün, gasilhanede tertemiz ölümler beğeniyor bende aşk. Çıplak öldürüyorlar, giyinik severken ben. Olmuyor, Tanrının kaleminde kırılıyorum her akşam.
Tükenir gibi ve mutlu yalnızlıklardan bir merhaba daha çalarak sana bu sabah da ölerek koştum, ayak seslerimin kalbimden az duyuluşunun kusuruna bakma.
Ben, tükenmez sanılan tükenir kalemdim; kalbinin zarfında. Mektuba yazılamadım, kader kusuruma bakmasın. İadeli taahhütlü posta vasıtasıyla kalbimi teslim ediyorum, bu mevsime. Geri alamazsam üzülme; sensiz artık atmıyor zaten.
Şiirimin yaşı kadar bende tükenen ömür aşk; kâğıtlarım sana uçak şimdi...
Dilara AKSOY
9 notes · View notes
yasamaksarkisi · 1 year
Text
kaygım artık alıştığım bir misafir gibi. geliyor, ağırlıyorum, teşekkür edip gidiyor. gelmeden önce haber verme şeklini, neyden hoşlandığını, neye sıkıldığını biliyorum. bazen yoğun bazen daha sakin, sinsi.. kimdi bilmiyorum bi budist rahip demişti, merhana hüzün, eski dostum :") merhaba kaygım, seninle barışmaya başlıyorum. tanıdığıma sevindim
2 notes · View notes
lesusu · 2 days
Text
Bilmiyorum bir çok şey biliyorum aslında dünyaya yetmeyecek kadar az şey bildiğim kadar noktalamalar kullanmayacağım akısı kesermişçesine bilmiyorum hislerini adlandırmak garip gerekirmiş gibi ama istersin ne hiisettiğini bilmek dedim ya bilmiyorum bi hüzün hüzün de neyse sürekli bir yere yetişmem gerekiyormuş gibi hissedersin ya işte öyle histen dolu bu aralar, ara ara içim (virgülkullanıldı) hislerimen bahsetmek niye istedim bilmiyorum ama imden bir yer yazmak istedi içimde biri daha var ki benden içeri çok şey yazacaktım bitmek bilmeyen saliseler içerisinde bir sürü şey düşünürkeb her düğüncenin ardına gizlenmiş aralanmış düşünce perdeleri herkeste böyledir ya muhtemelen yani ara ara olur böyle sanki her hareketin son hareket yaptığın şey içtiğin su çektiğin duman sonmuş sondaymışsın hissi hisler... bunlaro yazarken ne kadar hızlı yazarsam sanki anlık nefesim kesilip duruyorum ama hayır durmuyo hep bir arkada bekleyen perdenin ucundan göz kırpan heyecanla bahsedilmeyi bekleyen şeyler var anlam karmasası bundandır yoksa azok türkçemiz var sükür yorgunluk var üzerimde saf bi yorgunluk bu omuzlarımdan çöküyor ve beni daha da soyutluyor dğnyada varlığım kadar soyutluyor merhaba balığım okuyorsan diye çok düşünme öyle saçmalıyorum yinebir şeyler aha yanlış anlama özgürlüğün bir kısmı gitti ama düşünmeyecepim ne düşüneceğini neyse neyse ne demekse zorunluluk zorunluluk zorunluluk.. yasama ayakata durma nefes alma beklentileri karsılama kendi kendinden beklentilerin insanların beklentileri annemin bir şeyler farkedip de bir sorun mu var dedikten sonra yok dememe ikna olmuş gibi yapıp komik bir video atması ama yine de bir şeyler yapmaması ne yapabilir gerçi beklentiler işte .. neyse beklemiyorum artık ama durakdayım taha demişt bi güm bi arkadası tahaya sen durak insanısın demiş düşündürdü bu beni çoğu zaman hepimiz bir duraktayız ne bekliyoruz neyi kimi sürekli birinin eksikliğini hissediypum sanki kim bu ne bu bilmiyorum aslında beklemiyorum bir yansan bir yandan sa bekliyorum neyse anladınız işte siz kimseniz apwidöksğa kendimle sohbet keyifli mi değil ama keyifli hep bi kararsızlık arada kalmışlık var sıkışmışlık hür olmak istiyorum ben dğşüncelerimden de dünyadan da nefes almaktan da zevklerden de isteklerimden de gündüzleri böyle daha doğruru uyanık oldupum her dakika böyle kosmam gerkiyormjş gibi herşeye yetişmem gerekmiş gibi o her şey neyse ona resim çizmek dersler seviyor muyum bilmiyorum artık çnceden seviyormuydhm onu da bilmiyorum düşünüyorum geçti bitti kazandım ilerledşm ne olacak bitecek sonuçlar değil süreçler sıkıyor artık uyuduğum zamanları da hatıröamıyorum ki zaten hatırlasam o da çekilmez olurdu herhalde bıkkınlık var ama umurumda olmayan bir bıkkınlık sadece kafamı bir yere koyup düşünmemek isitoyeum mümkünmüş gibi büyğk şeyler mi olmalı böyle hissetmek için bilmiyorum ama hissediyorsam demekki olmasa da oluyormuş büyğk bişiler neyse neyse ne olurdu benim olsan şu yaralarımı sarsann bıktım artık yol almaktan yol almak yol almak uyuyup uyanıyoruz ve bir gün uyanmayacğaımız bir güne doğru ne olacak sonra niye geldik neden varolduk her şey bir deney sonucu olmuş olamaz ben bunu istemiş olamam bu deneyin bir parçası kime sorsan istemezdi zaten gerçi bunu isteyip istememek de bir bilinç işi o bilinci de istemiyorum ben karar vermek de ama artık verilmiş bir şeyler var hepimizin adına doğup büyüyoruz 19 senedir nefes alıyorum dünya için ne büyük kayıp..
0 notes
thecompasss · 3 months
Text
merhaba bugün burdaki bedenimin seni gök yüzünde gördüğü bir güzel resmini çektiği gün umarım tekrar burda olurum olucam da seni çok özliycem fazlaca çok seninle aramız biraz uzak benim hatam biliyorum bunun için çok üzgünüm sevgilim seni çok seviyorumm fazlaca hüzün doluyum gidicek olmaktan seni üzgün görmekten ve çoğu şeyden umarım çok iyi düzelir herşey gitme kararı aniden alındı ve çok kötü bir zamana denk geldi ruhum seninle bir ömür hep yanında asla yalnız değilsin bende öyle boğazım düğümlendi keşke zaman dursa keşke insanlar yok olsa yalnız sen ve ben olsak seni çok seviyorum ya uzaklaşıcak olmak korkutucu korkuyorum bize iyi bakalım nolur en büyük korkum bu daha fazla yazmaya gücüm yok seni her zaman seven 3.5 yaşındaki çocuğun... ⭐
15.02.24
Tumblr media
0 notes
rubicontarih · 3 months
Text
youtube
Mustafa Kemal’e Kuvayi Milliye’yi teklif eden İtalyan Yüksek Komiser: Kont Sforza
Rubicon Tarih’ten herkese merhaba. Bu programda, İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edildiği ve Mustafa Kemal’in ülkenin kurtuluşu için projeler hazırladığı günlere gideceğiz. Kuvayi Milliye’ye ve Türk Kurtuluş Savaşı’na çok ciddi etkisi olmuş bir İtalyan Yüksek Komiseri ve çalışmalarını masaya yatıracağız. İtalyanların işgal güçleri lideri Yüksek Komiser Kont Carlo Sforza’yı, Mustafa Kemal ve diğer kuvvacılarla görüşmelerini ve işgale karşı direniş hazırlanması için yaptığı teşvikleri anlatmaya çalışacağım.
Atatürk, isim vermeden bahsediyor Kont Sforza ile görüşmelerinden. Elbette Atatürk’ün hatıralarına da müracaat edeceğiz. Ancak daha çok Cumhuriyet Gazetesi’nin bağlı olduğu Cumhuriyet Vakfı’nın başkanı Alev Coşkun’un kaleme aldığı ve Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçmeden önce İstanbul’da geçirdiği 6 ayını anlattığı, “Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay, İşgal, Hüzün, Hazırlık” adlı kitabından faydalanacağım. Tek videoda anlatmayacağım bütün konuyu. Birkaç bölüm sürebilir. Onu da şimdiden belirteyim.
Videoyu beğenmeyi unutmamanız, eleştirilerinizi ve görüşlerinizi yazmanız ve Rubicon Tarih’e abone olmanız talebimi hatırlatayım ve programa geçelim.
Rubicon Tarih, “Mustafa Kemal’e Kuvayi Milliye’yi teklif eden İtalyan Yüksek Komiser: Kont Sforza. Mustafa Kemal’e neler anlattı?” dosyasıyla başlıyor.
Tarih her ne kadar günümüzde birçok diziye konu olsa da gerçekten çok spesifik bir alan. İlkokul, ortaokul, lise belki üniversitede bir sürü tarih dersi verilir okullarda ama üniversite mezunu biriyle dahi tarih üzerine sohbet etseniz, bilgilerin çok sığ kaldığını görürsünüz. Dizi izliyorsa, belki oradan aklında kalanları anlatır. Bunları insanımızın tarihe bigane kalışını eleştirmek için anlatmıyorum. Hemen herkes bu durumda ise, ki öyle, demek ki bu durum bir insan değil, bir sistem sorunu. Tarihi ezberlemek eziyeti ile eşdeğer olarak öğretirseniz, daha doğrusu öğrettiğinizi zannedersiniz, elbette kimse tarihini öğrenmez, öğrenmek de istemez. Öğrenmeye çalışanlar da genel olarak ideolojisine malzeme aramak için merak ediyor. Böyle durumlar için “Hiç öğrenmeseler daha iyi diyesim” geliyor ama neyse.
Neden böyle giriş yaptım? Şimdi daha iyi anlayacaksınız. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal ettiğinde, İtalyan işgal güçlerinin başında kişi olan Kont Carlo Sforza’nın adını, bu videoyu izlemeden önce duyan kaç kişi var? Eğer siz onlardan, yani duyanlardan, bilenlerden biriyseniz, lütfen yorumlara yazın. Ben de doktora eğitimin sırasında Cumhuriyet tarihi profesörü hocamızın bahsetmesi sayesinde işitmiş oldum. Birkaç cümleyle geçti bahsi Kont Sforza’nın. Oysa ki Osmanlı’nın son dönemine ve Kurtuluş Savaşı sürecine dair öyle ibretlik güzel konular ve bilgiler var ki, çocuklarımıza, gençlerimize hemen ertesi gün unutacakları anlaşma maddelerini ezberletmek yerine, ibretlik hadiseleri hamasete kapılmadan rasyonel bir düzlemde anlatsak, öğretsek daha güzel olmaz mı? Olur tabi de. Çok zahmetli. Ezberletilmiş kısır döngüde kalmaya devam, maalesef.
Evet, asıl konumuza geri dönelim. Ben, Kont Sforza ile ilgili asıl kapsamlı bilgiye, az önce de ifade ettiğim gibi, Alev Coşkun’un kitabından ulaştım. Alev Coşkun uzun uzun anlatmış Kont Sforza’yı. Kurtuluş Savaşı sırasındaki ve öncesindeki faaliyetlerine geçmeden önce, biyografisini kısaca aktarayım Kont Sforza’nın. Aslında hayatını uzun uzun anlatmak isterdim ama formatımız biyografik bir program değil. 
1872 yılında doğup 1952 yılında vefat eden İtalyan bir diplomat ve faşizm karşıtı bir politikacıdır Kont Sforza. Kont Giovanni Sforza'nın ikinci oğludur.  Soylu bir aileden geliyor. 
Pisa Üniversitesi'nde hukuk fakültesini bitirdikten sonra, Sforza 1896'da diplomasiye girdi. Kahire ve Paris'te konsolosluk ataşesi, ardından 1901 yılında İstanbul’da ve Pekin'de konsolosluk sekreteri olarak görev yaptı. Bükreş'te Maslahatgüzarlık yaptıktan sonra istifa etti ama diplomasi ile bağını kesmedi. 1906 yılında Madrid'de elçilik ilk sekreteri görevine geri döndü. Jön Türk Devrimi'ne tanık olduğu İstanbul’da ise 1908 - 1909 yıllarında maslahatgüzar olarak görev yaptı. İstanbul’daki ikinci görevi bu Kont Sforza’nın. Osmanlı’yı ve İstanbul’u gayet yakından biliyor. İşgal sonrası İtalyan kuvvetlerinin başı olarak görevlendirilmesi tesadüfi değil yani.
1909'da Londra Büyükelçiliği Müsteşarlığı ve sonrasında İtalyan dışişleri bakanının kabine sekreterliği yaptı. 1911'den 1915'e kadar da, Çin İmparatorluğu'nun çöküşüne tanık olduğu Pekin'e geri gönderildi.
Sforza, I. Dünya Savaşı'na İtilaf Devletleri tarafında bir İtalyan müdahalesinden yanaydı. 1915'ten 1919'a kadar, Korfu'da sürgündeki Sırp hükûmetine büyükelçi olarak gönderildi. Ardından, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Müterakesi akabinde İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi akabinde, İtalyan güçlerinin başına Yüksek Komiser olarak atandı. İstanbul’a gelişi, Mustafa Kemal’in gelişi ile aynı gün: 13 Kasım 1918. 
Sonrasında 4 Temmuz 1921'de Giolitti kabinesinin düşüşüne kadar dışişleri bakanı olarak kaldı. Sforza, Şubat 1922'de Fransa'ya büyükelçi olarak atandı, ancak dokuz ay sonra, Benito Mussolini'nin iktidara gelmesinden sonra 31 Ekim'de görevinden istifa etti. 1926'da sürgüne zorlanana kadar Senato'daki anti-faşist muhalefete önderlik etti. 
Eşinin memleketi Belçika'da sürgünde yaşarken Sforza, Avrupa Diktatörlükleri, Çağdaş İtalya veya Avrupa'nın Sentezleri adlı kitapları da yayınladı. Faşist ideolojiyi analiz ettiği ve pasif destekçilerini çok sert eleştirdiği makaleler yazdı. Marksist olmayan sol çizgideki Giustizia  Libertà hareketinin lideri Carlo Rosselli'nin 1937'de Fransa'da öldürülmesinden sonra, Kont Sforza sürgündeki İtalyan antifaşizminin fiili lideri oldu. Sonrasında Belçika, Fransa, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşadı, faşizme karşı mücadelesini sürdürdü. "İtalyan antifaşistlerinin manevi lideri" olarak nitelendirildi.
Eylül 1943'te İtalya müttefiklere teslim olduktan sonra Sforza ülkesine döndü. 1947 - 1951 yılları arasında Dışişleri bakanı olarak görev yaptı. 18 Nisan 1951'de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kuran Antlaşma'yı imzalayarak İtalya'yı kurucu üyelerden biri yaptı. Kont Carlo Sforza 1952'de Roma'da öldü. Çok hızlı yaşanmış ve çok şey doldurulmuş bir hayat. İçeriğinden bağımsız olarak ifadeyim, bir hayata bu kadar hadiseyi, yaşanmışlığı sığdırmak, imrenilecek bir durum doğrusu.
Alev Coşkun’un kitabından bilgilerle konuyu anlatmaya devam edeyim. Coşkun, İtalyanlarla İlişkiler başlığı altında “İtalyanlar Mustafa Kemal’in Ege bölgesinde direniş örgütü kurmasını istediler” alt başlığına yer veriyor. Bu durumun pek araştırılmamış bir konu olduğunu belirtiyor Alev Coşkun. Böyle bir örgüt kurulmasının genç general Mustafa Kemal’e önerildiğinin incelenmediğini ifade ediyor ve şunları kaydediyor: “İtalyanlar, Anafartalar’da İngilizleri yenilgiye uğratmış olan Mustafa Kemal’in Ege bölgesinde Kuvayı Milliye örgütü kurmasını istediler ve bu girişim için her türlü silah, araç ve gereci sağlayacaklarını belirttiler.”
Alev Coşkun, İtalyanların bu önerisinin arkasında, İngilizlerin İzmir’i ve Ege bölgesini Yunanlılara bırakmasına duydukları öfke olduğunu belirtiyor. Yani İtalyanların hem İngilizlere hem de Yunanlılara duyduğu büyük bir hınç var ve bu nedenle Kuvayı Milliyeyi destekliyorlar. Kendilerini aldatılmış hissediyorlar. İzmir’in Yunanlıların eline geçmesini hazmedemiyorlar.
Alev Coşkun’un kitabındaki anlatımlara dayanarak devam edelim. İşte bu yüzden, İtalyanlar hem Ege bölgesinde hem de İstanbul’da çeşitli girişimler başlatıyor. Coşkun, “İstanbul’daki İtalyan siyasi komiseri Kont Carlo Sforza birçok ilişkiye girdi; özellikle İttihat ve Terakki üyeleriyle konuşmalar yaptı” diyor. 
Bu noktada Komiser kelimesinin anlamını ve görevini izah edeyim. Fransızca kökenli bir kelime komiser. Komiser ünvanına sahip yetkili, İstanbul’da itilaf devletleri adına her birinin tüm işlerini yürüten etkili kişidir. İngilizler ve Fransızlar birer Amirali, İtalya ise Kont Sforza’yı görevlendirdi komiser olarak. Alev Coşkun, İngilizler ve Fransızların aksine, Kont Sforza’nın Türkiye ile adil bir barış yapılmasını istediğinin altını çiziyor. 
Kont Sforza, İngilizlerden ve Fransızlardan farklı olarak Türkiye’nin kolayca parçalanacağına inanmıyor. Makers of Modern Europe adlı kitabındaki şu ifadeleri kullanıyor: “Türkiye hiç de ölü değildi, sadece geçici olarak batmıştı ve ipe çok fazla asılacak olursak elimizden kurtulacaktı… Türkiye’nin faal kuvvetlerini Anadolu içlerine, yani ulaşamayacağımız yerlere çekip sonra bizi karşılarına alabilirlerdi.”
Evet, kitabında böyle diyor Kont Sforza. Makers of Modern Europe adlı kitabını buldum. Yukarıda alıntıladığım kısım aynen yer alıyor. Mustafa Kemal’le ilk kez 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket ordusunun kurmay başkanı ile tanıştığını belirtiyor kitabında Kont Sforza. İttihatçılarla İtalyan sefareti görevlilerinin yakın ilişkisi biliniyor. İttihatçılar, İkinci Meşrutiyet öncesi, İtalya’nın büyükelçilik ve konsolosluk binalarını buluşma ve toplantı mekanı olarak kullanıyorlardı. Zira Sultan 2. Abdülhamit’in zabitleri ve hafiyeleri, yabancı misyon binalarına giremiyordu. Mustafa Kemal’la tanışması, İttihatçı günlerinde bu vesile ile mi oldu, bilemiyoruz. O konuya dair detay vermemiş.
Alev Coşkun kitabında, Prof. Dr. Mevlüt Çelebi’nin “Mütareke Döneminde Kont Sforza - Mustafa Kemal Görüşmesi” başlıklı makalesinden de epey alıntı yapmış. Makaleyi ben de buldum. Hem kitaptaki hem de makaledeki bilgilerden yararlanarak devam edeceğim anlatmaya.
Prof. Dr. Çelebi, Kont Sforza’nın İstanbul’da bulunduğu dönemde 3 yönlü politika izlediğini belirtiyor. Birincisi, Osmanlı Devleti’ne yönelik resmi politika; yani işgali kabullenmek, itilaf devletlerinin her istediğini ve Sevr’i kabul ettirmek. Padişaha ve hükümete dayatılan resmi politika bu. İkinci politikası, müttefik olduğu İngilizler ve Fransızlarla ilişkileri; üçüncüsü de Mondros ateşkes antlaşmasına ve işgallere karşı gelişen oluşumlarla ilgilenmek ve kimi önemli kişilerle dostluklar kurmak. 
Bu bağlamda birçok kuvayı milliyeci ile irtibat halindeydi Kont Sforza. Mustafa Kemal de ilişkide olduğu komutanlardan biriydi. Alev Coşkun kitabında şunları ifade ediyor bu ilişkiye dair: “Mustafa Kemal, Kont Sforza ile yaptığı görüşmeyi 1926 yılında isim vermeden “bir İtalyan şahsiyeti” nitelemesi yaparak anlatır. Bu önemli şahsiyetin İtalya’nın siyasi Komiseri Kont Sforza olduğu kesindir.”
Alev Coşkun, Kont Sforza ile Mustafa Kemal arasındaki görüşmelerin iki başlıkta incelenebileceğini söylüyor. İlki, Mustafa Kemal’in tutuklanmasıyla ilgili İtalyanların aldığı tavır; ikincisi, İzmir’de Kuvayı Milliye direniş örgütü kurması yönünde Mustafa Kemal’le yapılan görüşmeler. Mustafa Kemal’in tutuklanması ve diğer arkadaşları gibi Malta’ya sürgüne gönderilmesi konusunda İngilizler bir istihbarat raporu hazırlayıp Londra’ya gönderiyor. Mustafa Kemal’in Kont Sforza ile ilk görüşmesi bu tedirginlik içinde gerçekleşiyor. İlk karşılaşmaları 1918 yılı Aralık ayında oluyor. Mustafa Kemal, Kont Sforza’ya şu soruyu soruyor: İtalyanlara güvenebilir miydi? 
Kont Sforza kitabında bu konuyla ilgili şunları ifade ediyor: “1919 başlarında İstanbul’daki İngiliz ajanları Mustafa Kemal’i Malta’ya veya başka bir yere hapsetmeyi planlıyorlardı. O, bundan haberdar oldu ve desteğime güvenip güvenemeyeceğini sordu. Ben de ona cevaben, İtalyan elçiliğinde bir dairenin hizmetinde olduğunu bildirdim. Bu durumun İngiliz istihbarat servisi tarafından öğrenilmesi, diplomatik karışıklıklara sebep olacak adımlar atmalarını önlemeye yetti.”
Kont Sforza’nın Alev Coşkun’una aktardığı ifadeleri böyle. Serinin ikinci bölümünde, Mustafa Kemal’in Şişli’deki evine İtalyan askerlerinin yaptığı baskını ve akabinde yaşanan olayları anlatacağım. Serinin birinci bölümünü, Alev Coşkun’un yaptığı durum değerlendirmesini aktararak noktalayayım.
Şunları kaydediyor Alev Coşkun: 
Durumu özetleyerek çözümlersek, şöyle bir anlam çıkmaktadır: İngilizlerle birlikte İstanbul’u işgal etmiş olan bağlaşık bir devlet, İngilizlerin tutuklamak istedikleri bir kişiye, onu korumak için büyükelçilikte sığınma olanağı tanıyor. Bunun anlamı, böylesi bir durumda müttefik devletlerin kendi aralarında bir sorun, bir çelişki çıkmasıdır…. Bu nedenle, İtalyanların bu konudaki kesin tavırlarının anlaşılması üzerine, İngilizler Mustafa Kemal’i tutuklamaktan kaçınmışlardır.”
Serinin ikinci bölümünde, Kont Sforza’nın Mustafa Kemal’le görüşmelerinin devamında gelişen olayları, Ege’deki Kuvayı Milliyecilerle kurduğu temasları ve onları cesaretlendirmelerini anlatmaya çalışacağım. Hepsini tek programda anlatmaya kalksam, çok uzun olacaktı. Umarım bölüm bölüm anlatmayı tercih etmem daha uygun olmuştur. 
Bir programın daha sonuna geldik. Bu tür yayınların devam etmesi için, programı faydalı bulduysanız beğeni butonuna tıklamayı ve Rubicon Tarih’e abone olmayı lütfen ihmal etmeyin. Yeni bir programda görüşmek ümidiyle. Rubicon Tarih’i takipte kalın.
Bir programın daha sonuna geldik. Yeni programda görüşmek ümidiyle.
Rubicon Portal’ı takipte kalın.
0 notes