Tumgik
#içedönüklük
bilgeyim · 1 year
Text
Okan Bayülgen Katarsis'de "Insan sevgim yok" diyor. "Bütün her yere mecburen gidiyorum, bazen zevk aldığım oluyor biriyle görüşmekten ama, bunu talep etmiyorum" diyor.
Tam olarak bunu yaşıyorum hatta yaşıyoruz. Bazen aynı koltukta oturup bütün akşamı konuşmadan geçiriyoruz sevgilimle, demek ki buna ihtiyacımız var. Bazı insanların sosyalleşme için sınırları vardır.
"Değişik insansınız" tepkisi alıyoruz bazen. Aslında içedönük, yalnızlığı seven ve evcimen insanlarız.
20 notes · View notes
insanuzerine · 2 years
Link
“Düşünce insanın büyüklüğünü oluşturur. İnsan bir kamıştır, tabiattaki en cılız şeydir, ama düşünen bir kamıştır.” Blaise PASCAL
0 notes
acid-gramma · 3 years
Note
intp entp arasındaki farklılık sadece dışadönüklük içedönüklük abi siz ne yaşıyorsunuz ne birbirinden çok farklı kişilik tipleri..???
fonksiyonlar farkli
1 note · View note
bozkirveyagmur · 5 years
Text
“İçedönüklük Doğu'nun stilidir, tıpkı dışadönüklüğün Batı'nın stili olduğu gibi... Ne var ki, içedönüklük Batı'da anormal, hastalıklı, mutlaka düzeltilmesi gereken bir şey olarak görülür. Doğu'da ise dışadönüklük arzu yanılsaması ve açgözlülük ifadesi olarak aşağılanır.”
|Jung
96 notes · View notes
ceffelkalem · 5 years
Text
Allah’ını seven defansa gelsin.
Dünyaya karşı durabilmek için kendime has savunma sanatları mekanizması kurdum. 
İlerlemeden, sürekli defansta durarak korunmaya çalışıyorum. Hep bir geri duruş, hep bir koruyup, kollama politikası. Yenilik ve güncellenmenin sürekli olması “gerektiği” dünyada tüm davranışlara ve çalkantılara bir adım geriden bakıyorum. Avantajları yok değil ama bu kabuğunun dışını beğenmeyen kaplumbağa algısını da yakamdan düşmesine izin vermiyorum..
Arkadaş ortamları, yeni deneyimlemeler, kişisel yargılar ve ihtiyaç dışı algıların tümü hayatımı tam manasıyla yaşamamı “engelliyor”. Aslında engel olarak ifade edebilmek biraz güç. Çünkü şuan ki durum rahatlığı sebebiyle bir huzuru empoze ediyorsa, x-1′deki durumlar pek de göze alınacak kadar kıymetli değildir. Ama tüm “dünya” bunun bir “engel” olduğunu bas bas bağırıyor kulağıma her gün.
Bilim belki bunu dışadönüklük ve içedönüklük olarak açılıyordur ama bunu gündelik yaşamında sürekli hayatın defansında duran insanlar açısından açıklamak tüm hikayelere anlam katacaktır. Berisinde durduğu dünya ile forvet olarak yaşadığı sahanın birbirine kıyasını hiç bir zaman göremeyecek olan insan, dünyayı anlamaya son hızlı gayret ediyor.
Zamanında yarıda bırakıp “başlarım böyle tırgırtıya” feveranından sonra geride kalanlar, bazen gerçekten “geride“ kaldığımı hissettiriyor. Keşke başlarım derken mecaz olmayıp ciddi olsaydım diye.
Denemek, yanılmak, yorulmak, yıpranmak ve yaşın artık kaygan zeminde duramacak seviyede olması, düşkünlükler adına üzüntü verebiliyor.
Allah’ın istirahat vakti olarak yarattığı gecenin ortasında ve ne hikmetse saat 3 sularında böyle şeyler hep aklıma ansızın çöküveriyor. Ortaöğretim dönemlerinde top oynadığımızda, arkadaşlarımız üzerinde ikna yöntemi olarak cümle içinde Allah lafzını kullanırdık. Allah’ını seversen öyle yapma, demek de bir bakıma hadi beni kâle almadın bari Allah’ı al demek gibiydi. Ki resmen En Üst Merciden torpil yapar gibiydik. Herkes de O lafzı duyunca akan suların olduğunu bilirdi. Savunma mekanizmasının da zamanla işin içinden çıkılmaz hale geldiğinde de kendimi kontrol ve teskin etme amaçlı Allah’ını seven defansa gelsin mülahazasına sarılıyorum. Belki ikna ediyor bir şekilde ama dünyanın debdebesi bitmiyor. Silsile halinde bir dönüşüm, sürekli dönen bir topaç gibi evirip çeviriyor. Oysa insan kendine has üslubunu dünyaya rağmen dünyada inşa etmek zorunda. Üslubu davranışına sirayet eden insan, omurgasını üç günlük dünyanın fırıldaklığına heba etmemeye ugraşır. Bunun içinde çabalaması, enerjisi, takati bitmeden ve tüm iman gücüyle; Allah’ını seven defansa gelsin sloganını sindirebilmeli.
- Sindirdin mi İsmail ?
* Yuoo. Ne sindirmesi. Bağırsak problemim var benim.
..
7 notes · View notes
cubalap · 4 years
Text
Sevdiklerimiz, Tiksindiklerimiz, Yediklerimiz - Hal Herzog
Tumblr media
"Yılanın et ihtiyacı göz önüne alındığında evcil hayvan olarak boa yılanına bakmak etik miydi? Boa yılanlarını kedi yavrularıyla beslemenin ahlaki bulunacağı koşullar var mıdır?"
"İnsanlar köpeklerine mi benzer? İngiliz Columbia üniversitesinde görev yapan psikolog ve köpek uzmanı için bu olabilir. Sosyal psikologlar insanların gönül ilişkilerinde takriben kendileri kadar çekici eşleri cazip bulduğunu ortaya çıkarmışlardır. Neden hayatımızı birlikte geçirmek istediğimiz bir hayvanın seçiminde de aynı kural geçerli olmasın?"
"Çoğu psikolog beş temel özelliği ölçmek suretiyle bir kimsenin kişiliğine dair iyi bir tanıma varacağımız konusunda hemfikirdir. Bu beş temel özellik şudur: - deneyime kapalı olmak/ deneyime açık olmak - vicdanlılık/ fevrilik - dışadönüklük / içedönüklük - uzlaşılabilirlik / antagonizm - nevrotiklik/ duygusal istikrar"
"Darwin, “bir köpek yavrusunu dövdüm, sanıyorum sırf kudretin tadına varmak adına.”"
"Yeni doğmuş bebek fokların avlanması yasaklandı. Fokların değil. Kanadalılar bebek fokları avlamaya son vermiş değiller, son verdikleri, sevimli bebek fokların avlanmasıdır."
"Japoncada mushi diye bir sözcük var. Böcekler, örümcekler ve hatta bazı yılanlar için kullanılıyor. Mushi erkekleri cezbeder. Oğlanlar bunları yakalar, süslü kafeslerde tutar, hatta mushi dayanıklılık yarışmaları yaparlar. Mushi teraryumları, mushi toplama ekipmanı vs vardır. Bu böcekler bir nevi evcil hayvanlardan sayılırlar. Bir kültürdeki haşarat başka bir kültürde evcil hayvana dönüşebileceğini gösterir."
"3 eylül 1977’de baba ve oğul timsahın kafesine gittiler. Babası timsaha verecek yiyecek ararken timsah küçük çocuğu yuttu. Parkın sahibi gecenin ilerleyen saatlerinde silahını alıp timsahı vuruyor 9 el ateş ederek. NYT yazarı, duygusal olarak tatmin edici ancak tamamıyla akıl dışı olarak yazmıştı. 18.yy felsefecisi David Hume, duyguların ahlakın temeli olduğunu savunur. Immanuel Kant etik anlayışımızın aklı temel aldığını savunur."
"Deneklerde karar verirken rasyonel yolu izleyeceği varsayımında bulunulmuştu ama sezgilerine kulak veriyorlardı insanlar. Duyguların akıldan önce geldiğini savunan Jonathan Haidt insan bilişselliğinin iki süreçten meydana geldiği kanaatindedir. Birincisi sezgisel, anlık, bilinçdışı, çabasız ve duygusal olandır. İkinci süreçse bunun aksine, hesaplanmış, bilinçli, mantıklı ve yavaştır. Duygusal kararımızı verdikten sonra devreye girer ve esaslı kararlarımızın arkasında duracak gerekçeleri üreterek bilişsel karmaşayı düzene sokar."
"Ailenin bir köpeği evlerinin önünde araba çarparak ölür. Onu yerler. Burada akıl yürütme biçimlerinin üzerine gittiğinizde yani çoktan öldüğü ve acı çekmeyeceği belli olan bir hayvanı yemekteki yanlışlık ne olabilir. Haidt, “ahlaki sersemleme hali” olarak adlandırır bunu. Öğürme faktörü etkilidir. Söz konusu eylen bize iğrenç gelir. Tiksinti bir ahlak duygusudur diyor Pensilvanya üniversitesinden biri. Toplumsal sınıf da ahlaki sezgileri etkiler. Yoksul Philedelphia’lıların yüzde 80’i ölmüş köpeklerin yemekten men edilmesi gerektiğini söylemiş fakat üst sınıftakilerin sadece yüzde 10’u buna itiraz etmiş."
"İnsanbiçimcilik hayvanlara yönelik muamelemiz yüzünden yaşadığımız çoğu suçluluk hissinin kaynağıdır. Yunusların gülümseyen suratları…. Yanlış. Alfa erkek babunun esnemesi sıkıldığı anlamına gelmesi. Köpek dişlerini sergileyerek yüzünü paramparça ederim. Yüzünü bacağına sürdürmek, yanaklarındaki salgı bezini kullanarak işaretlemek ve sahiplenmek anlamında."
"Bir dövüşçü horozu iki yıllık hayatı boyunca refah ve bolluk içinde yaşar. Hayatının ilk 6 ayında serbest gezinir. Çimenlik alana ve hatta üzerinde uyuyabildiği bir yatağa kavuşur. Egzersiz yapar bol bol. Bazı insanlardan bile daha iyi beslenir. 1 saat içinde de ölecek. Civcivler, bacakları ağrıyarak, akciğerleri yanarak, gökyüzünü görmeden çimenlerde yürümeden börtü böceği gagalamadan her allahın günü aynı kümes hayvanı yeminden yiyerek bir sefalet içinde yaşayacak".
"Bana niçin et yemeyi reddettiğimi sorabilirsiniz. Bense, kendi adıma, sizin ölü bir hayvanın cesedini ağzınıza koyabilmenizi hayretler içinde karşılıyorum; kesilip biçilmiş eti çiğnemeyi ve ölüm yaralarının suyunu gırtlağınızdan geçirmeyi iğrenç bulmamanıza hayret ediyorum. J.M Coetzee"
"İnsanların, şempanzelerin, babunların ve kapuçin maymunlarının yani en çok et yiyen primatların aynı zamanda sosyal davranışları yönetmekte en mahir canlılar olması. Bunlar dolap çevirmek, ittifak kurmak, bireyler arası karmaşık ilişkilerin incelikli noktaları konusunda beceriklidir. Et paylaşımının sosyal zekanın gelişimine olanak vermek suretiyle beyin evriminde bir sıçrama gerçekleştirdiği kanaatindedir.
"Arkeolojik deliller insanların binlerce yıl boyunca köpekleri yediğini gösteriyor. Aztekler, yemeyi düşündükleri için tüysüz cins geliştirmişlerdi. Köpek eti pek çok kuzey Amerika Kızılderili kabilesinde temel gıdaydı. Asya’da özellikle çok popüler. Çinliler herkesten daha fazla köpek yerler. Yavru köpek çok tercih edilir. Sığır eti kadar pahalıdır. Chow chow köpekler yenir daha çok. Danua gibi cinsler yetiştirdiler eti daha iyi olan ve daha hızlı büyüyen. Güney körede de hem köpek eti yenir hem de evde beslenir."
"İnsanın eti bırakıp bırakmaması üzerinde kişiliğin de etkisi vardır. Et yiyenlerle karşılaştırıldığında vejetaryenler daha yaratıcı, daha geniş hayal gücüne sahip ve yeni deneyimlere daha açık insanlar. Fakat aynı zamanda bunlar arasından endişeli ve dertli kişisel çıkması ihtimali de daha yüksek."
"Vejetaryenlerin yemek yedikten sonra kendilerini suçlu hissetme ve ince olmayı daha fazla kafalarına takma ihtimali daha yüksektir."
"Şempanzelerin bilimsel araştırmalarda denek olarak kullanılması ve farelerin kullanılması paradoksu. “
“Araştırmaları hayvanlarda yapmak yerine anensefalik denen, gözleri görmeyen kulakları duymayan ve acı çekme yetisine sahip olmayan insan yavrusunda yapmak.”
“Hayvan deneylerinin yapılmaması gerektiğini göstermek için hayvan deneylerini kullanmak.”
“Bal arıları bilişsel olarak yüksek seviyededir.”
“Fareler birbirlerinin çektikleri acıyı hissediyor. Ağrı sadece öbür fare bir akraba yahut kafes arkadaşıysa bulaşmakta. Salt görme duyusundan dolayı.”
“Afrika’daki çocuk ölümlerinin önüne geçecek bir hastalıkta kullanılacaksa evet ama cinsel gücü artırmak için vs içinse doğru gelmiyor.”
“NYT köşe yazarı Nick Kristof: ruhsal hissizleşme New York ahalisinin, bir tanecik kırmızı kuyruklu atmacanın lüks bir Fifth Avenue apartmanının duvarındaki çıkıntıya yaptığı yuvadan tahliye edilmesine o denli bir büyük öfke duymasının fakat 2 milyon evsiz Sudanlının içinde bulunduğu kötü duruma pek az tepki göstermesinin sebebi. Çok büyük sayılar karşısında ortaya çıkan insani kayıtsızlık için merhametin çöküşü tabirini kullanır.”
3 notes · View notes
kaanozer · 5 years
Text
İnsanın iki dünyası vardır. Nesnel dünya, kişinin çevresindeki diğer insanlar, eşyalar, gelenekler, ekonomik ve toplumsal kurumlar ve doğa koşullarından oluşur. Bu nesnel dünyaya, çevre ya da dış gerçek de denir. Öznel dünya, psişenin içsel ve kendine özgü içeriğini tanımlar. Öznel dünya, dıştan gözlemlenemediği gibi, çoğu kez kişinin bilincine de ulaşamaz.
İnsanlarda var olan iki temel tutumdan biri olan dışadönüklükte, ruhsal enerji nesnel dünyaya çevrilmiştir. Dışadönük kişi, algılarını, duygularını ve düşüncelerini çevresindeki insanlara, eşyalara ve durumlara yöneltmiştir. İçedönüklükte enerji, öznel ruhsal öğelere ve süreçlere odaklaşır.
Bu iki tutum, bilinç düzeyinde ve aynı zaman içinde birlikte bulunamazlar. Ancak, sürekli olarak birinin yerine diğeri geçer. Bir insan bazı durumlarda dışadönük, bazı durumlarda ise içedö­nük tutumlar gösterebilir. Ne var ki, bu tutumlardan yalnızca biri yaşamı boyunca kişiye egemendir.
Dışadönük kişi çevresiyle olan etkileşimlerle ilgilidir, etkin gö­rünümlüdür, insanlara kolay yaklaşır. İçedönük kişi kendi içsel dünyasını çözümlemeye ve anlamaya yönelmiştir. Diğer insanlar tarafından soğuk, kapalı ve ilgisiz biri olarak tanımlanır. Hiçbir insan kesin bir biçimde içedönük ya da dışadönük de­ğildir. Her insan hem içedönük, hem dışadönüktür. Aradaki fark, genel olarak kişiliğe egemen olan tutumla belirlenir. Üstelik, bilinç düzeyindeki tutumla, bilinçaltında egemen olan tutum daima birbirinin karşıtıdır. Dışadönük bir bilincin bilinçaltı içedö­nük ve içedönük bir bilincin bilinçaltı dışadönüktür. Bu olgu bilinçdışının ödünleyici görevidir.
Bazen o güne değin sessiz, içine kapanık ve dünyadan kopuk tanınan biri, birden kendisinden hiç umulmayan taşkın davranış­larda bulunabilir. Böyle bir davranışın kökeninde bilinçdışında bastırılmış dışadönük eğilimler bulunur. Bilinçdışı süreçler bilinçtekiler kadar gelişmiş ve ayrımlaşmış olmadıklarından, bastı­rılmış tutumların ortaya çıkış biçimi de ilkel bir nitelik taşır.
Jung, ruhsal işlevleri dört bölümde toplamıştır: Düşünme, hissetme, duygu ve sezgi.
Düşünme: Düşünceler arasında bağlantı kurarak, genel bir kavrama ulaşma ya da bir soruna çözüm getirmeyi amaçlar. Olayları anlayabilmemizi sağlar.
Hissetme: Değerlendirme işlevini üstlenir. Bir düşüncenin olumlu ya da olumsuz duygular oluşturmasına göre o düşünceyi kabul ya da reddeder.
Duyu: Duyu organlarının uyarılması sonucu algılanan duyuları içerir.
Sezgi: Bir düşünce ya da duygu katkısı olmaksızın, o andaki yaşantının insanda oluşturduğu izlenimi tanımlar. Sezgi işlevinin ortaya çıkabilmesi için yargılama ve mantık gerekli değildir. Esasen kişi, sezgilerinin nereden kaynaklandığını da kestiremez.
Jung’un tanımladığı bu dört işlev bilincin yaşantılara ayarlanmasını sağlarlar. Duyular bizi bir şeyin varlığından haberdar eder; düşünce bize bu şeyin ne olduğunu anlatır; hissetme bu şeyin bizim için iyi ya da kötü olduğunu bildirir; sezgi ise bu şeyin nereden gelip nereye gittiğini fark etmemizi sağlar.
Bu dört işlev iki tutumla karışımlar yaparak, bir insanın bilinçli varlığına anlatım verebilmesi için sekiz ayrı seçenek oluştururlar. Jung, bu seçeneklerden hareket ederek sekiz ayrı insan tipi tanımlamıştır:
PSİKOLOJİK TİPLER 1) Dışadonük Düşünen Tip: Bu tipte bir insanın yaşamına nesnel düşünceler egemendir. Enerjisini öğrenmeye ve nesnel dünya hakkında bilgi toplamaya yönelten bilim adamı bu tipe örnek olarak gösterilebilir. Dışadonük düşünen tip insan, duygusal yönlerini bir yana ittiğinden, diğer insanlara soğuk ve kendini beğenmiş biri izlenimini verebilir.
2) İçedönük Düşünen Tip: Bu tipte insanın düşünceleri kendine dönüktür. Kendi benliğinin gerçekliğini araştıran bir filozof bu tipe örnek oluşturabilir. Aşırı durumlarda, araştırmalarının sonucuyla gerçeklik arasında bir ilişki olmayabilir, giderek gerçeklikten kopabilir ve şizofrenik olabilir. İçedönük düşünen tip, dışadönük düşünen tip gibi, kendisini duygularından korumak için onları bilinçdışma itmiştir. Duygusuz ve uzak bir insan izlenimini verir, düşünceleriyle baş başa kalmak ister. Kendisi gibi olan birkaç yakın dostunun dışında, insanlar onu pek ilgilendirmez. Genellikle inatçı, bildiğini okumak isteyen, hoşgörüsüz, gururlu, çevresindekilere küçümseyici tutumları olan, iğneleyici ve yakla­şılması güç bir insandır.
3) Dışadonük Duygusal Tip: Duyguların düşüncelere egemen olduğu bu tipe kadınlar arasında daha sık rastlanır. Durumlar değiştikçe bu tip insanların duyguları da değiştiğinden, kaprisli olma eğilimindedirler. Ortaya çıkabilecek küçük bir değişiklik duygularının değişmesine neden olur. Duygusal, sürekli kendilerinden söz eden, gösterişi seven, duygusal tepkileri oynak ve de­ğişken kişilerdir. İnsanlara kolay bağlanırlarsa da bu bağlar geçicidir, sevgileri kolayca öfke ve nefrete dönüşebilir. Çevrelerinde olan her olaya, özellikle moda olanlara kolayca katılırlar. Düşünce işlevleri genellikle iyi gelişmemiştir.
4) İçedönük Duygusal Tip: Bu tipe de kadınlar arasında daha sık rastlanır. Bu tip insanlar duygularını dış dünyadan saklayan, sessiz, ilgisiz, ilişki kurulması ve anlaşılması güç kişilerdir. Genellikle melankolik bir havaları olmasına karşılık, aynı zamanda, kendine yeten ve iç huzuru olan kişiler izlenimini de verebilirler. Gerçekte derin ve yoğun duygularla dolu olduklarından, arada bir ortaya çıkan duygusal patlamaları çevrelerindeki insanlarda şaşkınlık yaratır.
5) Dışadönük Duyusal Tip: Daha çok erkeklerde rastlanan bu tipler, gerçekçi, pratik ve aklıma koyduğunu yapan kişilerdir. Dış dünya gerçekleriyle ilgilenir, ancak bunların ne anlama geldiği üzerinde fazla düşünmezler. Zevk ve heyecan veren şeyleri severler, ama duyguları yüzeysedir. Dış dünyadan gelen uyaranlara dönük yaşarlar. Duyulara yönelik tutumlarından ötürü, bu ki­şiler arasında ilaç tutkusu ve cinsel davranış sapmaları daha sık görülür.
6) İçedönük Duyusal Tip: Dış dünyadan uzak durmayı yeğleyenbu tipler kendi duyularına yönelirler. Kendi iç dünyalarını dış dünyadan daha ilginç bulurlar. Dıştan gözlemleyene, sakin, edilgin ve davranışlarını denetim altında tutan biri izlenimini veren böyle insanlar, duygu ve düşüncelerinin kısırlığından ötürü di­ğer insanların ilgisini çekmezler.
7) Dışadönük Sezgili Tip: Genellikle kadınlarda rastlanan bu tip oynak ve tutarsız bir karaktere sahiptir. Sürekli olarak dünyadaki yenilikleri izleme çabası içindedirler, ancak bir konuyu bitirmeden bir İkincisine başlarlar. Bunun nedeni, düşünce işlevinin kı­sırlığından ötürü davranışlarına sezgilerine göre yön vermeleridir. Büyük bir istekle başlattıkları dostlukları sürdüremez, aynı işte uzun süre çalışamazlar.
8) İçedönük Sezgili Tip: Bu tipteki insanlara genellikle artistler arasında rastlanır. Bu tipte bir insan çevresindekiler tarafından çözülmesi güç bir bilmece gibi algılanır. Kendisine göre ise değeri anlaşılamamış bir dahidir. Törelerle ve dış gerçeklerle ilişkisi olmadığından insanlarla da iletişim kuramaz. Anlamını kendisinin de bilmediği bir imgeler dünyasında yaşar, ama bu imgelere duyduğu ilgi sürekli olmadığından bir sonuca ulaşamaz.
Jung, yukarıda tanımlanmış olan karakter tiplerinin, fazla gelişmiş bilinçli tutumları ve bastırılmış bilinçdışı tutumları içerdikleri, dolayısıyla uç örnekler olduğuna işaret eder. Gerçekte bir insan dışadönüklük ya da içedönüklük tutumlarından birini daha çok kullanır. Dört işlevden biri diğer üçüne oranla, bilinçli dünyasına daha çok egemendir. Jung bunu birincil işlev diye adlandırmıştır. Birincil işlevin yanı sıra bir yardımcı işlev bulunur. Yardımcı işlev, birincil işleve hizmet eder ve bağımsız değildir. Bundan ötürü birincil işleve karşıt çalışamaz. Örneğin, düşünce ve duygu ya da duyum ve sezgi birbirlerine yardımcı olamazlar. Jung’un tipolojisi, insanların bölümlendirilemeyeceği görüşü­ nü savunan psikiyatristlerin ağır eleştirisine uğramıştır. Oysa, Jung da diğer psikiyatristler gibi, her insanın tek ve kendine özgü bir varlık olduğunu kabul eder. Gerçekte Jung’un anlatmak istediği, her insanın bu sekiz kategoriden birine ait olduğu değil, bilinç ve bilinçdışı düzeylerinde çeşitli tutum ve işlevlerin farklı bir dağılım gösterdiğidir.
Engin Geçtan Psikanaliz ve Sonrası
11 notes · View notes
wwwcafrandeorg · 7 years
Text
Kişiliğimizi açığa vuran gündelik davranışlar - Christian Jarrett
Kişiliğimizi açığa vuran gündelik davranışlar – Christian Jarrett
Yapılan araştırmalar, baharatlı yemek sevmek, banyo yaparken şarkı söylemek gibi önemsiz görünen davranışların, insanın kişilik özelliği hakkında önemli verileri içerdiğini gösteriyor. Psikolojide kişilik, nasıl bir hayat süreceğimize dair ipuçları sunduğu için önemli bir konudur. (more…)
View On WordPress
0 notes
cafrandeorg · 7 years
Text
Kişiliğimizi açığa vuran gündelik davranışlar - Christian Jarrett
Kişiliğimizi açığa vuran gündelik davranışlar – Christian Jarrett
Yapılan araştırmalar, baharatlı yemek sevmek, banyo yaparken şarkı söylemek gibi önemsiz görünen davranışların, insanın kişilik özelliği hakkında önemli verileri içerdiğini gösteriyor. Psikolojide kişilik, nasıl bir hayat süreceğimize dair ipuçları sunduğu için önemli bir konudur. (more…)
View On WordPress
0 notes
bilgeyim · 2 years
Text
Günlüğüme şöyle bir göz gezdirdim. Neler yaşamaşım, hangi duygular beni esir almış, ne zamanlar coşkuyla dolmuşum inceledim. İyi iş çıkarmışım, aferin Bilge.
Daha çok yalnızlaştım, bu kesin. Sebebi etkileşim kurduğum insanların pek çoğunun beni tatmin etmemesi. Böyle deyince de SEN ÇOK MU ŞEYSİN KIZIM uyarısı geliyor içerden ama naaapabilirim! Zorlamayla olmuyor. Geçen hafta arkadaşlar birinin evinde (anneleriyle hem de!) toplanacaklarmış, biz de davet edildik. "Evde takılacağız kalabalık olacak gelmeyelim dedik" Cümlesine şöyle karşılık aldık; "ARKADAŞ NE DEĞIŞIK İNSANLARSINIZ cık cık cıkss!" Değişik değiliz içedönük insanlarız. Hafta içi sosyalleşmek bize göre değil. Hele ki çocuk sorularıyla boğacak teyzeler varsa.
Neyse, bu yıl için istediğim pek çok alışkanlığı kazanmışım. En başta vegan yaşamak, bu çok uzun konu derine girmeyeceğim ama artık sevgilim de çok alıştı ailesinde ya da iş yerinde süt ürünü veya et, tavuk yediğinde uykusu geldiğini, yorgun hissettiğini söylüyor.
Başardığımı düşündüğüm ikinci konu paketli, işlenmiş çöp besinlerden ve rafine şekerden uzaklaşmak. Bunu öyle çok istiyordum ki uzun zamandır. Vegan olan paketli ürünleri de almıyorum artık. Market rafındaki her şeyin içeriğine bakıyorum şeker, palm yağı, emülgatör yazıyorsa bırakıyorum, ki bunlar diyet ürünler dahil herrr üründe yazıyor. Yaşam tarzı hâline getirme işine ilk kez bu kadar yaklaştığımı hissediyorum. A101 hazır börekleri yediğim son iki sefer midem feci yanmıştı artık yemiyorum. Sanırım vücudumu dinlemeyi öğrendim.
Aralıklı oruç yapmak çok iyi hissettiriyor. Gerçek besinler yemek de öyle. Bazen Cem Özkök gibi hissediyorum dkdkdkdkj Tüm çabam sağlıklı yaşamak için, ipin ucunu kaçırdığımda beni tetikte bekleyen hastalıkları çok iyi bildiğim için, böyle yaşamak bana çok iyi geliyor.
11 notes · View notes
pskdenizakinci · 2 years
Text
Konya Uzman Psikolog
Merhaba, İçe dönük ve dışa dönük kavramlarını ele alırken bu başlıklar altındaki farklı davranış türlerini de gözden kaçırmamak gerekir. İçe dönüklük denilince ortak davranış kalıplarından bahsedilse de 4 ayrı alt tür içedönüklük söz konusudur. Bunlar sosyal, düşünceli, kaygılı ve ölçülü içe dönüklük olarak tanımlanır. Sosyal içe dönüklük en sık rastlanan içe dönüklük türüdür. Kişi küçük…
View On WordPress
0 notes
mantikutayr · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
görsel : anima - animus
psişe jung ekolünde kişiliğin tümü psişe olarak adlandırılır. latince kökenli olan bu sözcük, o dilde “ruh” anlamına gelirse de günümüzde daha çok “zihin” sözcüğünü karşılamaktadır. psişe, bilinçli ya da bilinçdışı tüm duygu, düşünce ve davranışları içerir. İnsanın fiziksel ve toplumsal çevresine uyum göstermesini sağlar. psişe kavramıyla jung, insanı bir bütün olarak ele alır ve kişiliğin birbirinden farklı yapıda parçaların bir araya gelmesinden oluştuğunu kabul etmez. gerçekte insan bütünleşmek için çaba göstermez; buna zaten sahiptir, onunla birlikte doğmuştur. ancak yaşamı boyunca bu bütünlüğe yeni boyutlar katmaya ve onu birbirine karşıt çalı şan parçalara bölünmekten korumaya çalışır. psikanalistin görevi, bütünlüğünü yitiren kişilerin bunu yeniden kazanmalarına yardımcı olmak ve psişeyi güçlendirerek böyle bir dağılmanın gelecekte yeniden yaşanmasına karşı önlem almaktır. bir başka deyişle, psikanalizin amacı psikosentezdir. psişe, birbirinden farklı biçimlerde çalışan ancak birbiriyle etkileşim durumunda olan sistemlerden oluşur: bilinç, kişisel bilinçdışı, toplumsal (ırksal) bilinçdışı. bilinç bilinç, kişinin doğrudan farkında olduğu ve tanıdığı bir zihin parçasıdır. yaşamın ilk döneminde, belki de doğum öncesinde belirmeye başlar. çocuk giderek ana-babasını, oyuncaklarını ve çevresindeki diğer objeleri seçmeye başlar. bilinç alanının geliştirilmesi, jungun düşünme, hissetme, duyu ve sezgi diye adlandırdığı zihin işlevlerinin günlük yaşamda sürekli uygulanmasıyla sağlanır. çocuk bu işlevleri eşit oranlarda kullanmaz, genellikle birini diğerlerine oranla daha sık kullanır. işte bu seçicilik, temel karakter yapısı olarak, bir çocuğun diğerinden farklılığını belirler. düşünmeye yönelik bir çocuğun karakteri, duygulara yönelik çocuğunkinden farklı olur. bu dört zihinsel işlevin yanı sıra, bilinçli zihnin yönelimini belirleyen iki tür tutum vardır. bu tutumlar içedönüklük ve dışadönüklük’tür. dışadönük tutum dış ve nesnel dünyaya yöneliktir; içedönük tutum iç ve öznel dünyaya yöneliktir. bir insanın bilincinin diğer insanlarınkinden farklılaşması süreci ne bireyleşme denir. bireyleşmenin amacı, bir insanın kendisini tanıması, bir başka deyişle bilinç alanını genişletmesidir. bir insanın gelişmesinde bilinçlenme ve bireyleşme birlikte rol oynar. bilinçlen menin arttığı oranda bireyleşme de gelişir. bilincin bireyleşmesi sü reci Jung’un ego adını verdiği bir diğer öğeyi oluşturur. ego ego, bilinçli zihnin örgütüdür; bilinç düzeyindeki algılardan, anılar dan, düşünce ve duygulardan oluşur. ego, psişenin tümü içinde ol dukça küçük bir alan kaplamakla birlikte önemli görevler üstlenmiş tir. ego bir düşünceyi, bir anıyı ya da bir duyguyu seçmedikçe kişi bunların varlığından haberdar olamaz. son derece seçici olan ego, bir damıtma aygıtına benzer. kendisine ulaşan ruhsal olayların pek azı bilinç düzeyine çıkabilir. bu nedenle günlük yaşantılarımızın birçoğunun farkında olmayız. egonun bu görevi olmasaydı, insanın katlanamayacağı sayıda duygu, düşünce, algı ve anı bilinç düzeyini dol durmuş olurdu ego, kişiliğin kimliğini ve tutarlılığını sürdürebilmesini sağlar. egonun seçiciliği sayesinde biz bugün, dünküyle aynı insan olduğu muzu hissederiz. Bu yönden, bireyleşme ve ego kişiliğin kendine özgü niteliklerini oluşturmada ve sürdürmede yakın işbirliği içindedir. egonun yaşantıların bilince ulaşması için geçit verdiği oranda bireyleşme gerçekleşir. egonun hangi tür yaşantılara geçit vereceği, bireye egemen olan zihin işlevi tarafından belirlenir. eğer insan duygusal tipte ise ego da ha çok sayıda duygunun bilince ulaşmasına geçit verir. düşünmeye yönelik bir tipte, düşünceler öncelikle bilince kabul edilirler. anksi yete yaratan düşünce ve anılarm bilince geçmesi genellikle engellenir. bilince ulaşan duygu, düşünce ve algıların sayısı, bir insanın bireyleşme oranına ve yaşantılannın yoğunluğuna bağlıdır. yüksek düzeyde bireyleşmiş bir insanın egosu, daha fazla sayıda yaşantının bilince geçmesine olanak tanır. güçlü yaşantılar egonun kapılarını zorlayarak bilince ulaşır, zayıf olanlar geri çevrilir. bilinçdışı egonun geri çevirdiği yaşantılar psişenin içinde yok olmazlar, çünkü yaşanmış olan hiçbir şey varlığını yitirmez. jung’un kişisel bilinçdışı diye adlandırdığı kişilik düzeyinde birikirler. zihnin bu düzeyi ego ya komşudur. burada ya bilince hiç ulaşamamış ya da bilince ulaştıktan sonra çatışma yarattığı için bastırılmış ve geri gönderilmiş yaşantılar bulunur. bir başka deyişle, bu yaşantılar ya bilince ulaşamayacak kadar zayıf ya da bilinç düzeyinde varlıklarını sürdüremeyecek kadar güçsüzdürler. kişisel bilinçdışı içeriğinin bazı bölümleri, kendilerine gerek duyulduğunda kolayca ilince ulaşırlar. gerçekte egoyla bilinç arasın da iki yönlü bir trafık bulunur. örneğin, bir insan dostlarının isimlerini bilir, ama bu isimler sürekli olarak bilinç düzeyinde bulunmazlar, gerektiğinde oraya getirilirler. bu tür bilgiler, algılar ve duygular bilinçte bulunmadıkları zaman bir tür bellek bankası olan kişisel bilinçdışında saklanırlar. kişisel bilinçdışında depolanan yaşantılar rüyalarda da ortaya çıkar. dolayısıyla kişisel bilinçdışı rüya oluşumunda önemli bir rol oynar. kompleksler kişisel bilinçdışının içeriğindeki bazı düşünce ve duygular, araların da gruplaşarak kompleks denilen durumları oluştururlar. jung komplekslerin varlığını, geliştirmiş olduğu sözcük-çağrışım testinin uygu lamalarında fark etmiştir. bu test süresince deneğe art arda bazı söz cükler verilir ve her sözcükten sonra zihnine gelen ilk sözcüğü söylemesi istenir. jung deneklerin bazen takıldıklarını ve bazı sözcüklere çağrışım yapabilmeleri için oldukça uzun bir süre beklediklerini gözlemlemişti. kendilerine sorulduğunda bu gecikmenin nedenini açıklayamıyorlardı. jung giderek bir denekte gecikmeye neden olan sözcüklerle ilişkili bazı sözcüklerin de deneğin tepki süresinin uzamasına neden olduğunu fark etti. ona göre bu bulgular, bilinçdışında birbiriyle ilintili bazı düşünce, duygu ve anı gruplarının (kompleks lerin) varlığını kanıtlıyordu. bir komplekse yakınlığı olan sözcük, yapılan çağrışım gecikmesine neden oluyordu. bu konuda sonra dan sürdürülen incelemeler, komplekslerin kişiliğin bütünü içinde bağımsız küçük kişilikler oluşturduklarını göstermiştir. oldukça öz erk bir biçimde işleyen bu komplekslerin kendi güdüleyici güçleri vardır ve insanın davranış ve düşüncelerini güçlü bir denetim altında tutarlar. jung kompleks sözcüğünün günlük yaşama girmesine katkıda bu lunmuştur. olağan konuşmalarda bile insanlar aşağılık kompleksin den ya da para ve cinselliğe ilişkin komplekslerden söz ederler. güçlü bir kompleks kişinin çevresindekiler tarafmdan kolayca görülebil diği halde kendisi tarafından çoğu kez fark edilmez. jung komplekslerin nevrozlarm oluşumunda önemli bir rol oynadığını klinik çalışmalarında gözlemlemiştir. ona göre, bir insanın kompleksi olduğundan söz etmek yerine, kompleksin o insana sahip olduğunu söylemek daha doğrudur. analitik terapinin bir amacı da kişinin komplekslerini çözümlemek ve onu komplekslerinin egemenliğinden özgürleştirmektir. jung’a göre bir kompleks her zaman insanın uyumunu bozacak sonuçlar doğurmayabilir. bazen kompleksler insanı güdüleyen, esinleyen ve olağanüstü başarılara ulaşmasını sağlayan güçlere kaynak olurlar. komplekslerin nasıl oluştuğu konusunda jung önceleri freud’un görüşlerini paylaşmış ve bunların ilk çocukluk yaşantılarından kaynaklandığım kabul etmişti. sonraları bu görüşle yetinmeyen jung, insan varlığında çocukluk yaşantılarından daha derin bir olgunun var olabileceğini düşünmüş ve araştırmaları sonucunda psişenin bir diğer yüzeyi olan ortak bilinçdışı’nın tanımını yapmıştır. bu kavram jung’un, çağdaş düşünce dünyasında seçkin bir yer almasına ne den olduğu kadar, onu acımasız eleştirilerin hedefi durumuna da getirmiştir. ortak (kolektif) bilinçdışı gerek bilinç ve gerekse bilinçdışı insanın yaşantılarının bir ürünüdür. jung ise çevreyi zihnin işleyiş biçiminin tek belirleyicisi olarak kabul eden görüşleri yıkmış, kalıtım ve evrimin beden yapısında olduğu gibi ruhsal yapıda da bir iz bıraktığı görüşünü savunmuştur. jung’a göre insan zihni, onun evrimi tarafından biçimlendirilmiştir. dolayısıyla birey geçmişiyle bağlantılıdır. bu bağlantı yalnızca çocukluğunu değil, kendi türünün geçmişini ve hatta tüm insanlık evrimini içerir. psişeyi evrim sürecinin içine yerleştirmiş olması, jung’ un psikoloji alanına yapmış olduğu en önemli katkıdır. kişisel bilinçdışının içeriği, daha önce bilinçte var olmuş yaşantılardan oluşur. kolektif bilinçdışının içeriğiyse, insanın yaşamı süresince hiçbir zaman bilinçte yaşanmamıştır. kolektif bilinçdışı, jung’un birinci! imgeler diye adlandırdığı gizil imgeler topluluğundan oluşur. bu imgeler psişenin ilk gelişim aşamasını oluşturur ve insana atalarından aktarılırlar. yalnız insanlık tarihinin değil, insan öncesi evrimin de ürünüdürler. bu ırksa imgeler insanın, vaktiyle atalarının geliştirmiş olduğu davranışlara benzerlik göstermesine neden olan eğilimler ve gizilgüçlerdir. örneğin, bir insanın yılandan ya da karanlıktan korkması için yılanla karşılaşmış ya da karanlıkta kalmış olması gerekmez. yılandan ya da karanlıktan korkma eğilimleri, atalarımızın kuşaklar boyu yaşantıları sonucu bize aktarılmış ve beyin dokumuza işlenmiştir. bir başka deyişle kolektif bilinçdışının evrimi, tarih boyunca insan bedeninin geçirmiş olduğu evrimle özdeş biçim de açıklanabilir. zihnin işlevlerinin organı beyin olduğuna göre, kolektif bilinçdışının oluşumu da beynin evrimine doğrudan bağlıdır. insan doğarken belirli bazı düşünme, hissetme, algılama ve davranış eğilimlerini de birlikte getirir. bu eğilimlerin ve gizil imgelerin gelişimi ve anlatım bulma yolları ise bireyin kişisel yaşantıları tarafından biçimlendirilir. önceki örnekte de görüldüğü gibi, belirli bir objeye karşı kişinin ortak bilinçdışında zaten var olan bir eğilim, böyle bir korkunun o insanda daha kolay yerleşmesine neden olur. gizli eğilimlerin ortaya çıkması için küçük bir uyaran bile çoğu kez yeterli olur. zararsız da olsa ömrümüzde ilk kez bir yılan gördüğümüzde korkarız. ancak bazı durumlarda, kolektif bilinçdışı eğilimlerin canlılık kazanmasına neden olabilecek uyaranın çok güçlü olması gerekebilir. içinde doğduğu dünyanın genel bir imgesi, doğduğu anda insanın içinde de vardır. insan dış dünyasında içsel imgelerinin karşılığı olan nesneleri tanıdıkça bu imgeler bilinçli gerçeğe dönüşürler. örneğin çocuk dünyaya geldiğinde, kolektif bilinçdışındaki anne imgesi sayesinde annesini derhal algılar ve onunla ilişkiye geçer. dolayısıyla insanın algı ve eylemlerdeki seçiciliği ortak bilinçdışının içeriğiyle açıklanabilir. bazı şeyleri kolaylıkla algılamamızın ve onlara karşı belirli tepkilerde bulunmamızın nedeni, ortak bilinçdışında var olan eğilimlerimizdir. arketipler kolektif bilinçdışının içeriği arketipler terimiyle adlandırılır. arketip, ilkörnek (prototip) sözcüğüyle eşanlam taşır. jung yaşamının son kırk yılının büyük bir bölümünde arketipleri araştırmaya yönelmişti. tanımını yaptığı arketipler arasında doğum, yeniden dünyaya geliş, ölüm, güçlülük, sihir, kahraman, çocuk, üç kağıtçı, akıllı ihtiyar, toprak ana, dev gibi imgeler; ağaçlar, güneş, ay, rüzgar, ırmak, ateş ve hayvanlar gibi doğal objeler; yüzük ve silah gibi insan yapısı objeler sayılabilir. jung’a göre arketiplerin sayısı, gerçek yaşam olaylarının ve objelerinin sayısına eşittir. arketipler, bir insanın geçmiş yaşantılarının ürünü olan bellek imgeleri gibi canlı görüntüler değildir. örneğin anne arketipi, bir kadının ya da bir annenin fotoğrafı değildir. eğer bir benzetme yapmak gerekirse, banyo edilmesi gereken negatif filmleri andırırlar. gerçek dünyada bir karşılığı bulunduğunda, bu belirsiz imgeler canlı ya da cansız varlıklara dönüşürler. arketipler bağımsız yapılar oldukları gibi, bazen bir araya gelerek yeni alaşımları oluşturabilirler. örneğin kahraman arketipi, şeytan arketipiyle birleşerek “acımasız lider” tipinde bir insanı oluşturur. arketipler evrenseldir. bir başka deyişle, her insan aynı temel arketip imgelerine sahiptir. bir çocuk dünyanın hangi yöresinde doğarsa doğsun, anne arketipini de birlikte dünyaya getirir. ancak kendi annesiyle etkileşime başladıktan sonra bireysel farklılıklar ortaya çıkar. çünkü çocuk yetiştirme biçimi, bir toplumdan diğerine, bir aile den diğerine ve hatta aynı aile içinde bir çocuktan diğerine farklılıklar gösterir. bazı arketipler kişiliğin oluşumunda çok önemli bir rol oynadıklarından jung onlara özel bir yer verir: persona, anima ve animus, gölge ve ben. persona  persona sözcüğü, tiyatro oyuncularının çeşitli rolleri canlandırırken taktıkları maske anlamına gelir. analitik psikolojide bu sözcük, insanın kendisi olmayan bir karakteri yaşaması anlamına gelir. bir başka deyişle, persona toplumun onayını sağlamak amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da takındığı kimliktir. persona bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için zorunludur. İnsanlarla iyi geçinmemizi, hatta hoşlanmadığımız kişilerle birlikteyken bile dostça tutumlar takınmamızı sağlar. insanın çıkarlarını korumasına ve başarıya ulaşmasına yardımcı olur. insanlar özellikle çalışma yaşamlarında bu maskeyi sürekli kullanırlar, akşam eve gidince çıkarırlar. birçok kişi ikili bir yaşam sürdürür; bunlardan biri personanın egemenliğindedir, diğeri kişinin iç dünyasının ihtiyaçlarını karşılar. bir insanın birden fazla maskesi olabilir. çalışırken taktığı maske, evdeki maskesinden farklıdır. arkadaşlarıyla buluştuğu zaman üçüncü bir maske kullanabilir. böylece değişik durumlara kendini uyarlamaya çalışır. aslında bu maskelerin varlığı öteden beri herkesçe bilinen bir olgudur. ancak bunların doğuştan var olan arketiplerin bir anlatım biçimi olduğunu tanımlayan kişi jung olmuştur. personanın kişiliğe sağladığı yararların yanı sıra zararlı olabildiği durumlar da vardır. bir insan oynadığı role kendini çok kaptırır ve egosu yalnızca bu rolle özdeşleşirse, kişiliğin diğer bölümü bir yana itilir. personasının bu denli egemenliği altına girmiş biri kendine yabancılaşır ve aşırı gelişmiş personasıyla kişiliğinin azgelişmiş bölümleri arasındaki çatışmadan ötürü sürekli bir gerilim yaşar. egonun persona ile özdeşleşmesine “şişme” (infiation) denir. böyle bir insan, rolünü çok başarılı oynaması sonucu kendine aşırı önem verir. bununla da yetinmez, bu rolü diğer insanlara da yansıtır ve onların da aynı rolü oynamasını ister. otorite durumuna geldiğinde kendisiyle birlikte çalışanları bunaltır, ana ya da baba olduğunda çocuklarından çok fazla şey bekleyerek onların ruh sağlığının bozulmasına neden olur. Yasa ve gelenekler “grup persona’sını simgeler. bireyin kişisel ihtiyaçlarını bir yana iterek, tüm grup üyelerini belirli normlara uygun ve birbirine benzer biçimlerde davranmaya zorlar. ego şişmesi kişinin aşağılık duygularına kapılmasına neden olur. geliştirdiği amaçlara ulaşamadığından kendisini yetersiz görür, çevresine yabancılaşır ve yalnızlık çeker. jung, toplumda önemli başarılar kazanmış birçok kişiyi klinikte izleme olanağı bulmuş ve bu insanların nasıl boşluğa ve anlamsızlığa düştüklerini gözlemlemişti. bu insanlar tedaviye başladıktan sonra, o güne kadar kendilerini aldattıklarını ve gerçekten ilgilenmedikleri şeylerle ilgilenir görünmüş olduklarını fark etmişlerdi. tedavinin bir amacı da personayı söndürmek ve insanın gelişememiş yönlerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktır. anima ve animus jung personayı insanın dışadönük yüzü olarak nitelemişti. içedönük yüzünü ise erkeklerde anima, kadınlarda animus diye adlandırmıştır. anima arketipi erkek psişesinin kadın yönü, animus arketipi ise kadın psişesinin erkek yönüdür. jung’a göre insan, karşıt cinse ait niteliklere de sahiptir. kadın ve erkek her iki cinse ait hormonlar salgılamalarının yanı sıra psikolojik anlamda bazı tutum ve duyguları da birbirlerinden edinmişlerdir. kuşaklar boyunca kadınla birlikte yaşayan erkek anima arketipini, erkekle yaşamını paylaşmış olan kadın da animus arketipini geliştirmiştir. tarih boyunca etkileşimlerini sürdürmüş olan kadın ve erkeğin birbirlerine ait bazı özellikler edinmiş olmaları, karşı cinsi daha iyi anlayabilmelerine yardımcı olmuştur. dolayısıyla persona gibi anima ve animus da insanın yaşamını sürdürebilmesinde önemli bir rol oynar. uyumlu bir insanda karşı cinse ait yönler davranışlara da yansır. eğer bir erkek yalnızca erkeksi özellikler gösterirse dişilik özellikleri bilinçdışında kalır ve gelişemez. böyle bir durum bilinçdışının zayıf ve etkisiz kalmasına neden olur. çok erkeksi görünen ve davranan erkeklerin, bu görünümün gerisinde çoğu kez zayıf ve bağımlı bir yapıya sahip olmalarının nedeni de budur. jung’a göre her erkekte doğuştan var olan kadın imgesi (anima), o erkeğin bilinçdışında bazı normların oluşmasına neden olur. erkek bu normlara göre seçimini yapar; kimi kadını beğenir, kimi kadına istek duymaz. erkek çocukta animanın ilk yansıdığı kişi anne, kız çocukta animusun ilk yansıdığı kişi ise babadır. bir erkek bir kadına karşı “istek” duyarsa, bu kadın o erkeğin animasına uyan özellikler taşıyordur. bir kadın bir erkeğe “itici” gelirse, bu kadın o erkeğin anima imgesine uygun düşmeyen niteliklere sahiptir. Benzer olaylar bir kadının animusunun yansımalarında da görülür. personanın şişmesi gibi, anima ya da animusun sönmesi ya da gelişmemesi zararlı sonuçlar yaratabilir. jung’a göre, batı kültürünün kadındaki erkeksi eğilimleri ve erkeklerin dişilik özelliklerini hoş karşılamaması, personanın egemen olmasına ve anima ya da animusun ezilmesine neden olmaktadır.
jung psikolojisinin ana çizgileri / calvin s. hall,vernon j. nordby
11 notes · View notes
acid-gramma · 3 years
Note
Testin sonucuna göre tanıyı yapıştırmıyorlar bir profil elde edip süreci hızlandırmak işleri kolaylaştırmak için diye biliyorum. Ayrıca hipokondriazis, depresyon, histeri, psikopatik sapma, erkeklik-dişilik, paranoya, psikasteni, şizofreni, hipomani, sosyal içedönüklük diye ayrımlar var sosyopati yok bu testte.
evet :)
0 notes
netbilgikilavuzu · 5 years
Text
Beş Faktör Kişilik Kuramı Bağlamında Kişilik Kavramı
Kişilik
Kişilik, bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, diğer bireylerden ayırt edici, tutarlı ve yapılaşmış bir ilişki biçimidir (Cüceloğlu, 2008).  Kişilik bireyi diğerlerinden ayıran, bireye özgü, tutarlı ve yapılaşmış özellikler bütünüdür (İnanç, Yerlikaya, 2010). İnsanlığın varoluşundan bu yana kişilik üzerinde çeşitli görüş ve düşünceler ileri sürülmüştür (Tatlıoğlu, 2014). Her kuram kişiliği farklı bakış açılarıyla tanımlamaya çalışmıştır. Bu durumun nedeni, kişilik kavramının, çok yönlü ve karmaşık bir kavram olması ve insan davranışlarıyla ilgili çok sayıda özelliği çağrıştırmasıdır. Kişiliğin oluşumunda genetik ve çevresel etkiler doğum anından itibaren iç içe geçerler.
Her kuram, farklı bakış açılarıyla kişiliği tanımlamaya çalışmıştır(Tatlıoğlu, 2013). Kişiliğin gelişimine etki eden faktörler şu şekilde belirtilebilir: Kalıtım ve bedensel yapı, içinde yaşanılan toplumun sosyo-kültürel özellikleri bireyin içinde bulunduğu sosyal sınıf ve sahip olduğu ailesi, toplumun antropolojik yapısına etki eden coğrafi faktörler, kişinin doğum sırası, kitle iletişim araçları (Tatlıoğlu, 2013). Tüm bu özellikler bireyin kişilik gelişiminde ayrı ayrı öneme sahiptir. Kişiliği ölçme araçları genellikle bireylerin kişilik özelliklerini, benlik algılarını ve uyum düzeylerini tanıma amacı ile kullanılmaktadır (Özgüven, 2007).
Beş Faktör Kişilik Kuramı
Beş Faktör Kişilik Kuramı, insanların gösterdikleri bireysel farklılıkların dünyadaki bütün dillerde kodlanacağı, konuşma diline sözcükler halinde yansıyacağı ve bu sözcüklerden yola çıkarak insanın kişilik yapısını kapsayacak bir sınıflamanın olabileceği temel varsayımına dayanmaktadır (Tatlıoğlu, 2014). Beş faktör kişilik modeli sözlükteki kişilik belirten sıfatlara dayalı olarak geliştirilen bu modele ilişkin çalışmalar yaklaşık 70 yıllık bir geçmişe sahiptir ve son yıllarda farklı dil grupları üzerinde yapılan çalışmalarla da desteklenmiştir (Somer, Korkmaz ve Tatar, 2002). Başlangıçta yalnızca kişilik özeliklerinin sınıflaması olan bu beş faktör zaman içinde bir kişilik kuramına dönüşmüştür (İnanç, Yerlikaya, 2010). Büyük beş faktör, kişilik bozukluklarını normal kişilik özelliklerinin basit ve aşırı varyasyonları olarak görmektedir (Taymur, Türkçapar, 2012).
    Kişiliğin Boyutları
Bir özellik kişilik kuramı olan beş faktör modeline göre, insanlar duygu, düşünce ve davranış örüntülerini etkileyen özelliklere sahiplerdir ve bu özellikler beş temel boyutta sınıflanabilir. Beş faktör sınıflamasına göre, bu özellikler dışadönüklük, duygusal dengesizlik, yumuşak başlılık, sorumluluk ve deneyime açıklık olarak adlandırılmaktadır (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012). Kişilik özellikleri çift kutuplu olarak şu şekilde sıralanmaktadır; duygusal denge duygusal dengesizlik, dışadönüklük-içedönüklük, deneyime açıklık – deneyime kapalılık, yumuşak başlılık – düşmanlık, sorumluluk – dağınıklık.
Duygusal Denge – Duygusal Dengesizlik(Nevrotizm, Nörotizm)
Beş faktörden birincisi olan duygusal dengesizlik, kaygı, depresyon ve öfke gibi olumsuz duyguları yaşama eğilimidir. Duygusal dengesizliği olan (nörotik) bireyler kaygı yaşama eğilimi ile karakterize edilirler. Duygusal dengesizlik eğilimi düşük olanlar ise tam tersine rahat ve sakin kişilerdir (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012). Bireylerde duygusal tutarsızlık yüksek olduğunda hem dürtülerini daha az kontrol edecekleri hem de stresle daha az etkili biçimde mücadele edecekleri düşünülür (Tozkoparan, 2013).
Duygusal sıkıntı yaşayan ve duyguları aşırı değişik­lik gösteren insanlar nevrotizm boyutundan yük­sek puan alacaklardır. Nevrotiklik düzeyi yüksek insanlar, düşük olan insanlara göre günlük olaylar karş��sında daha sık stres yaşarlar (Deniz, 2011). Nevrotiklik düzeyinin yüksek oluşu kişilerin endişeli, gergin, sinirli, telaşlı, duygusal olarak iniş-çıkışlı oluşlarıyla, düşük oluşu kişilerin , sakin, uysal, güvenilir, duygusal olarak dengeli, rahat oluşları ile ilgilidir.
Dışadönüklük-İçedönüklük
İkinci bir kişilik boyutu olan dışadönüklüğün temel özellikleri sıcaklık, girişkenlik, atılganlık, heyecan arama ve olumlu duygular yaşama eğilimidir (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012). Dışadönük olmayanlar ise oldukça sessiz ve çekingen davranışlarla karakterize edilirler (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012). Dışadönük bireyler, sosyal etkileşimi başlatmaktan hoşlanırlar ve bu etkileşimde özellikle içedönük bireylerden daha başarılıdırlar (Batıgün, Kılıç, 2011). Dışa dönük bi­reyler sosyal, konuşkan, canlı, hareketli, neşeli, coşkulu, iyimser ve gi­rişkendirler. Ayrıca sosyallik ve insanlarla birlikte olmayı sevme, eğlenceyi sevme, liderlik, güç, istek­li olma ve arkadaşça davranma gibi özellikler de bu faktörü temsil etmektedirler (Deniz, 2011).
Deneyime Açıklık – Deneyime Kapalılık
Deneyime açıklık olarak adlandırılan üçüncü kişilik boyutu, entellektüel etkinliklere katılma, yeni duygu ve düşüncelere açık olma eğilimini temsil etmektedir (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012). Deneyime açık bireyler meraklı, yaratıcı, hayal gücü kuvvetli olarak tanımlanmaktadır (Tatlıoğlu, 2014). Deneyime açıklık, bir bakıma, entellektüel ilgi, estetik duyarlık, hayal gücü, esneklik ve geleneksel olmayan tutumlarla ilişkilidir. Deneyime açıklığı yüksek olanlar tutucu olmama özelliğine sahiplerdir (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012). Eğitim ve yaratıcı görevlerde çok önemli bir faktör olan gelişime açıklık; başkalarının fikirlerine açıklık, eleştiriye açıklık, entelektüel aktivite, kültürel gelişmişlik, yüksek derecede bireysellik, yaratıcılık, hayal gücü, düşüncelilik ve çeşitlilik konularını içermekte olup, yeni deneyimler kazanma konusunda ilgili ve proaktif olma ile ilişkilidir.
Gelişime ya da deneyime açık olma; yaşanan çeşitli çatışma durumlarında karşı tarafın da fikrini dikkate alarak empati yapabilme yeteneğini de içermektedir (Tozkoparan, 2013). Deneyime açıklık bo­yutunu oluşturan özellikler arasında güçlü bir ha­yal gücü, yeni görüşleri kabul etme isteği, çok yön­lü düşünme ve zihinsel merak vardır (Deniz, 2011).  Gelişime açık bireyler işlerinde daha başarılı olmak amacıyla kendilerini yenileme, yetenek ve becerilerini geliştirme eğilimindedirler (Merdan, 2013).  Deneyime açıklığın yüksek oluşu kişilerin geniş zevkler, bağımsız düşünce yapısına sahip, hayal gücü kuvvetli, entelektüel, sosyal, duygusal, düşünceli oluşlarıyla, düşük oluşu kişilerin sanatsal duygudan uzak, dar düşünce yapısına sahip, sıkılgan, az sayıda ilgi odağı, sosyallikten uzak oluşları ile ilgilidir.
Yumuşak Başlılık(Uyumluluk) – Düşmanlık
Dördüncü boyut olan yumuşak başlılık, prososyal davranış eğilimine sahip olmaktır. Yumuşak başlı kişilerin en belirgin özellikleri insancıl, arkadaşça, sıcak, hoşgörülü (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012), yardımsever, affedici, doğru sözlü olmalarıdır (Tatlıoğlu, 2014).  Yumuşak baş­lılık boyutu alçakgönüllük, merhamet ve uzlaşmacı  olma özellikleri ile de  tanımlanmaktadır. Yumuşak başlılık faktöründe yüksek puan alan kişiler başkalarını seven, olan, sosyal in­sanlardır.
Ayrıca diğer insanlarla duygusal verici yakın­lık kurabilirler (Deniz, 2011). Uyumluluk ve duygusal zeka birbiri ile ilişkili iki özelliktir. Duygusal zeka kavramı; kişilik gelişimi ve çalışma hayatı gibi alanlarda önemini giderek arttırmakta olup, sosyal yasamı mantıksal zekadan daha iyi bir düzeyde yordamakta ve psikolojik uyumla ilgili  olması duygusal zekanın önemini arttırmaktadır.
Bireyin duygularını tanıması, yönetmesi kişinin yasam kalitesini ve yasam doyumunu arttırmaktadır. Araştırma sonuçları da göstermektedir ki, duygusal zeka, akıl sağlığı, psikolojik iyi olma ve yasam doyumu ile pozitif ilişki göstermektedir. Bireyin duygularındaki düzensizlik kişilerarası ilişkilerin bozulmasına, kaygı artısına ve ruhsal bozukluklara neden olur ve yasam doyumunu olumsuz etkilemektedir insanlar duygularını diğer bireylerle paylaştığı, hissettiği ve sosyal ilişkilere girdiği sürece mutlu olur psikolojik doyum sağlar (Tatlıoğlu, 2010).
Yumuşak başlılığın yüksek oluşu kişilerin kıskanç olmayan, ılımlı, duygusal, yardımsever, güven veren, nazik, diğerlerini dikkate alan, sempatik oluşlarıyla, düşük oluşu kişilerin sinirli, kıskanç, dik başlı, negatif düşünen, rekabetçi oluşları ile ilgilidir.
Sorumluluk(Özdisiplin) – Dağınıklık
Kişiliğin beşinci faktörü olan sorumluluğu temsil eden temel özellikler ise liderlik, özdisiplin, amaç yönelimlilik, düzenlilik, yeterlik, görev bilinci, üretkenlik, kararlılık (Çivitçi ve Arıcıoğlu, 2012), çalışkanlık, güvenilirlik ve dakikliktir (Tatlıoğlu, 2014). Sorumluluğun yüksek oluşu kişilerin titiz, düzenli, sorumluluk sahibi, dürüst, vicdanlı, sebatkar, bilinçli, sıradan, düşünceli, amaç sahibi, dakik oluşlarıyla, düşük oluşu kişilerin dikkati dağınık, zor güvenilen, sabretmekte zorlanan, işleri yarım bırakan, hedonist oluşları ile ilgilidir.
Sorumluluk boyutunda, başarı çabası, yeterlilik, görev temelli davranma, düzen, öz disiplin ve tedbirli olma gibi özellikler yer almaktadır. Sorumluluğun öteki ucu olan sorumsuzluk boyutunda yer alan bireyler, kendini yeterince organize edememiş ve öz disiplin ve enerji yetersizliği nedeniyle kendi standartlarını oluşturmakta güçlük çeken bireylerdir (Atak, 2013).
Beş faktör kuramının kesin olarak kişiliğin temel yapısını keşfettiği ve beş boyutlu bir yapı olduğu iddiasında bulunmak doğru değildir. Kişiliğin olası farklı boyutlarına ilişkin veriler toplanamamış ve analizlere dâhil edilmemiş olması mümkündür (İnanç, Yerlikaya, 2010). Karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahip olan kişiliğin farklı boyutlarını keşfetmeye yönelik yapılacak yeni araştırmalar kişiliğin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Beş Faktör Kişilik Kuramı Bağlamında Kişilik Kavramı
0 notes
haberihbarhatti · 6 years
Text
DERGİ - İşyerinde başarı hangi özelliklere bağlı?
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/dergi-isyerinde-basari-hangi-ozelliklere-bagli/5216/
DERGİ - İşyerinde başarı hangi özelliklere bağlı?
Telif hakkı Getty Images
Meraklı, sorumlu ve rekabetçi biri misiniz? ‘Kolay adaptasyon”, “belirsizlikleri kabullenme” ve “risk yaklaşımı” özellikleriniz gelişkin mi? Öyleyse tebrikler! Yeni psikolojik araştırmalar, insanı hayatta başarılı kılacak “yüksek potansiyelli” kişilik için bu özelliklerin gerekli olduğunu ortaya koyuyor.Ancak bu özelliklerin dengeli olması gerekiyor. Biraz fazlası performansı engelleyebiliyor. Bu nedenle her özellik bakımından spektrumdaki yerinizi bilmek, güçlü yönlerinizden azami bir şekilde yararlanıp zayıf yanlarınızı hesaba katmak büyük önem taşıyor. Bu yeni yaklaşım, kişilik özelliklerimizin iş hayatımız üzerindeki karmaşık etkilerini anlamada yardımcı olabilir. İş hayatında kişilik özelliklerini tespit edip sınıflandırmada en yaygın kullanılan test Myers-Briggs Kişilik Tip Göstergesi’dir. Bu testte insanlar “içedönüklük/ dışadönüklük” ve “düşünme/ hissetme” gibi çeşitli düşünce tarzlarına göre ayrılır.ABD’de şirketlerin yüzde 90’ı çalışanlarına bu testi uygulamakla birlikte, birçok psikolog testteki gruplamaların eski olduğunu ve gerçek performans kriterleriyle ilgili olmadığını öne sürüyor.Londra’daki UCL üniversitesinden MacRae ve Adrian Furnham, psikoloji alanındaki son araştırmalardan yola çıkarak işyerinde başarıya götüren altı özellik belirleyerek Yüksek Potansiyel Özellik Envanterini oluşturdu.Ancak bu özelliklerin her biri aşırıya kaçtığında sakıncalı olabiliyor; yani ancak optimum seviyede yararlı oldukları görülüyor. Ayrıca bu eşiklerin farklı işlere göre uyarlanması gerekiyor. Liderlik rolü için gereken özellikler ise şu şekilde sıralanıyor:
Telif hakkı Getty Images
Image caption
Merakı teşvik etmek öğrenmeyi kolaylaştırdığı gibi, iş tatminini artırır, çabuk bıkkınlığı önleyebilir.
Sorumluluk duygusuSorumluluk duygusuna sahip insanlar, belirlenen planları harfiyen hayata geçirmek için elinden geleni yapar. Güdülerine göre değil, uzun vadeli sonuçlarını gözeterek karar alırlar. Eğitimde ve hayatın diğer alanlarında başarının en önemli ölçüsü IQ seviyesinden sonra sorumluluk duygusudur. İşyerinde stratejik planlama açısından sorumluluk duygusu önemlidir. Ama fazlası insanı esnek olmama gibi olumsuz bir duruma itebilir. Uyumİş hayatında herkesin endişeleri vardır; ama kolay uyum sağlayan insanlar, bu endişelerin kararlarını ve davranışlarını olumsuz etkilemesine meydan vermeden onların üstesinden daha kolay gelebilir. Uyum özelliği düşük olan insanlar işyerinde kötü performans gösterir. Ama doğru bir yaklaşımla bunun etkileri azaltılabilir. Örneğin stresli ve negatif bir durum büyüme potansiyeli olarak görülüp buna yönelik adım atıldığında daha kolay ve verimli bir şekilde aşılabilir.Belirsizliği kabullenmeGörev ve sorumlulukların çerçevesinin bilinmesi ve harfiyen tanımlanmasından yana mısınız, yoksa belirsizliklerden keyif mi alıyorsunuz? Belirsizliklere tolerans gösteren insanlar herhangi bir konuda karar almadan önce pek çok farklı görüşe başvurur ve daha az dogmatik ve daha fazla nüans içeren fikirlere sahip olurlar.MacRae’ye göre “Belirsizlik toleransının düşük olması diktatöryel bir özellik olarak görülebilir. Bunlar karmaşık mesajları sade ve kolay aktarılabilir bir mesaja dönüştürmeye çalışır ve bu da yıkıcı liderliğin tipik özelliklerinden biridir.”Oysa belirsizliği kabullenen biri değişime daha kolay tepki verir, karmaşık sorunlarla daha kolay başa çıkabilir.
Telif hakkı Getty Images
Meraklı olmakDiğer zihinsel özelliklere kıyasla merak, psikologların biraz ihmal ettiği bir özellik oldu. Oysa son araştırmalar, yeni fikirlere ilgi göstermenin işyerine pek çok avantaj sağladığını gösteriyor. Kullanılan prosedürlerde daha yaratıcı ve esnek olma, daha kolay öğrenme, iş tatmininin yüksek olması ve bıkkınlığa karşı koruma özelliği vb.Ancak fazla merak ‘maymun iştahlı’ olmaya neden olup bir proje sonuçlanmadan bir diğerine geçme gibi olumsuzluklara yol açabilir.Risk yaklaşımı (veya cesaret)Tatsız bir çatışmadan kaçınır mısınız, yoksa bir sorunu çözmek ve uzun vadeli yarar sağlamak için kısa vadeli bir rahatsızlığı göze alıp harekete geçer misiniz? Muhalefeti göze alarak zor sorunlarla baş etme üzere harekete geçmek yönetici konumdaki insanlar için çok önemlidir.
Telif hakkı Getty Images
Rekabetçi olmakBireysel başarı için çaba harcamak ile başkalarını kıskanıp yarışa girmek arasında ince bir çizgi vardır. Rekabetçi özellik kişiyi bir adım daha öteye taşıyabileceği gibi ekiplerin yıkımına da neden olabilir.İşte bu altı özellik iş performansı açısından, özellikle lider konumuna gelmek isteyenler açısından önem taşıyor.Fakat MacRae ile Frunham’ın envantere almadığı diğer kişilik özellikleri bakımından ilginç sonuçlar oraya çıkabiliyor. Örneğin içedönüklük – dışadönüklük skalası belli durumlarda nasıl davranacağımızı belirleyebiliyor, ama bu iş performansına pek etkide bulunmuyor. Diğer insanlarla iyi geçinme kapasitesini gösteren uyumluluk özelliği de profesyonel başarıyı pek etkilemiyor. Bu konudaki araştırmalar devam ediyor. Ancak geçen yıl yapılan bir araştırma, bu özelliklerin öznel ve nesnel başarıyı belli ölçülerde ortaya koyabileceğini gösterdi. Özellikle rekabetçilik ve belirsizlik kabulü özellikleri ile kazanılan gelir arasında bir ilişki olduğu görüldü. Bu bağlantı zekanın etkisiyle kıyaslanabilir düzeydeydi. İşe alma prosedürlerinde bu envanterden yararlanılabilir. Adaylara çeşitli senaryolarda nasıl davranacaklarına dair sorular sorularak bu özellikleri ne kadar taşıdıkları tespit edilebilir. Kişinin güçlü ve zayıf özelliklerini tespit etmesi kişisel gelişim bakımından da yararlı olur. Ayrıca bu yolla birçok özelliği barındıran bir ekip oluşturmak da kolaylaşır. Peki tüm bu özellikleri taşıyan kimse var mıdır? MacRae bir-iki kişinin olduğunu söylüyor. “Böyle insanlarla çalışmak ürkütücü gelebilir; ama neyle karşı karşıya olduğunuzu ve ne beklediğinizi tam olarak biliyorsunuz; onlara güvenir ve saygı duyarsınız,” diyor.Bu haberin İngilizce aslını BBC Capital sayfasında okuyabilirsiniz. Diğer dergi haberlerine buradan ulaşabilirsiniz.
kaynak: DERGİ – İşyerinde başarı hangi özelliklere bağlı?
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/dergi-isyerinde-basari-hangi-ozelliklere-bagli/5216/
0 notes
acid-gramma · 4 years
Note
Sence içedönüklük ve sessizlik eziklik mi?
Siz bu eziklik tanımlarını nerden öğrendiniz eziklerden mi?
14 notes · View notes