Tumgik
#gidiyorum derken çıkıyorum
sillagen · 9 months
Text
Neyse ben gidiyorum Allah'a emanet olun
25 notes · View notes
master1wayne · 9 months
Text
Gençlik Öfkesi S1 - B5.3
BÖLÜM 5.3 SON [MASKE DÜŞTÜ]
Evin kapısına geldim, güvenlikçi koşarak geldi ve kapıyı açtı
Gk: Buyrun efendim günaydın!
Kolay gelsin.
Gk: Teşekkürler.
Arabayı otopark'a parkettim ve yavaşça evimin kapısına geldim geldiğimde kapıyı daha çalmadan Ayla açmıştı.
Günaydın Ayla?
Ay: Günaydın, Arabamın anahtarını alabilir miyim?
Sonra alırsın azıcık bekle. Kahvaltı hazır mı?
Ay: Evet.
Haydi masaya.
B/A: Günaydın oğlum neredeydin.
Duymamazlıktan gelerek masaya oturdum ve Derya abla'nın kahvaltılıkları getirmesini bekledim.
De: Günaydın Aras Bey
Günaydın Derya Hanım.
Derya abla bütün ne varsa önüme koydu ve mutfağa geçti.
Ne varsa yiyordum. Bir an kafamı kaldırdığımda herkes bana bakıyordu.
Sorun mu var?
Bunu dedikten sonra herkes kahvaltı faslına döndü.
Lokmalarımı yuttuktan sonra aileme seslendim.
Geceleyin bir film izleyelim.
Herkes bana şaşkın şaşkın bakıyordu.
A: Ne filmi oğlum?
Film hani genelde sinemada izlenir ama evden de izlenilebiliyor. Bildin?
A: Anladım.
Güzel.
Gece 9 gibi güzelce patlamış mısır cips falan ayarlayın yiyerek seyrederiz.
Neyse ben çıkıyorum odama iyi günler.
Ay: Arabam lazım arkadaşlarımla gezece-.
İzin vermiyorum, ne arabayı alabilirsin ne de çıkabilirsin. Konu tartışmaya kapalı.
Bu dediğime kimse itiraz etmemişti.
Odama çıktığımda hemen arkamdan Derya gelmişti.
De: Yakaladın mı görüntü falan?
Evet her şey apaçık çekildi yarın haber kapaklarında birinci sıra olacak.
De: Nasıl yani haber kanalında da mı?
Abla kusura bakma ama babam bundan daha kötüsünü hak ediyor.
Gene vicdanlı davrandım.
Derya bana öyle bakmıştı, kendisine biraz yakınlaştım ve yanağına elimi attım.
Merak etme kötü bir şey olmayacak.
Alışacaklar, ilk başta biraz koyacak babamın bu yaptığı anneme ama sonra alışacak elbet.
Neyse ne. Seni seviyorum abla
De: Ben de seni seviyorum.
Azıcık uyuyayım ben.
De: Tamam canım!
Bütün yorgunluk, yatağıma uzabınxa ortaya çıkmıştı.
Selin ile yaşadığım sex babamın peşinden koşmaca derken yorulmuştum.
[Saat 21.03]
Ayla odama gelmiş beni dürtüyordu.
Ay: Aras kalk, haydi film hazır.
Gözlerim uyku perdesini aralamış odamın lambasının parlaklığı gözümü alıyordu.
N'oldu?
Ay: Film dedin ya hani.
Ha tamam geliyorum.
Ay: Ben gidiyorum?.
Gidebilirsin.
Yavaşça kalktım ve odam'daki lavaboya gittim.
[Suyu açar]
Soğuk suyu yüzüme çarptım ve suyu kapatıp çıktım.
Merdivenlerden aşağı inerken masa kurulmuş film hazırlanmıştı.
Herkes beni bekliyordu.
Bir baktım ki Derya abla da oradaydı ve evine gitmemişti.
Herkese merhaba hane halkı.
Ee ne var film olarak.
B: Gerard Butler'ın bir filmi aksiyon içerikli, bilir misin?
Hayatımda izlediğim belki de ilk film olacak. Fikrim yok iyi mi kötü mü.
B: Başlatıyorum?
Başlat bakalım.
Direk Ayla ile Derya'nın ortasına oturmuş ve ışıkları kapatmıştım.
Film ilerlerken hepimiz merakla izliyorduk. Derya abla birazcık kayıtsız kalıyor, bu tür filmleri pek sevmezdi.
Kafasını omzuma attı ve öyle izlemeye devam etti.
Bir süre sonra Derya Abla filmi izlerken uyuya kalmıştı. Ben de hiç rahatını bozmadım öyle devam ettim.
İçimdeki şeytan beni uyarıyor süt gibi parlak bacaklarını ellememi söylüyordu.
Yavaşça elimi bacaklarına attım ve masaj yapar gibi okşamaya başladım.
Okşarken bacak kasları iyice yumuşamıştı Derya abla belki uyanık olabilirdi.
Birazcık daha ileri gitmek istedim. Tepkisi ne olacaktı acaba, yavaşça elimi eteğinin altına soktum elimi biraz ilerlettim.
Ekim külotuna ulaşmıştı. Yavaşça elimle külotu kenarına çektirdim ve parmaklarımı içeri doğru soktum.
Artık elim direk amına temas ediyordu.
Bu esnada Derya abla'nın nefes alıp vermeleri çoğalmıştı. Hızlı hızlı nefes alıyor ama inlemiyordu.
Parmaklarımı amı'nın kıvrımları'nda dolaştırıyor amı'nın girişine parmağımın ucunu sokup çıkarıyordum.
Bir süre sonra Derya abla elini koluma atınca yüzümü ona çevirdim.
Gözlerinde bitmiş bir hâl vardı kısık bir sesle "lütfen şu an olmaz, burada olmaz" demişti.
Kendime inanamıyordum, en sevdiğim kadın benim ona olan hareketlerimi daha doğrusu ilgimi kabul etmişti.
Yavaşça elimi içeriden çıkardım ve amı'nın içine hafifçe soktuğum parmağımı hiç tereddüt etmeden yaladım.
Derya abla beni öyle görünce tatlı bir gülüş attı ve kafasını tekrar omzuma
dayadı.
Kendi kafamda beni kabul ettiği için kalbimde nasıl tabir etsem bir ferhalama olmuştu.
Kendimi şu an pek bir şey başarmasam bile bir şey başarmış gibi hissetmiştim.
Derya abla elini elime attı ve sımsıkı tuttu, kalan yarım saat boyunca da hiç bırakmadı.
Film bittikten sonra Derya abla müştemilat'a döndü ve ben de odama çıktım ve telefonumu kurcalamaya başladım.
[5 dakika sonra]
-Gelen sesli mesaj var-
L: Merhaba Aras Bey ben Leyal hani birlikte geçenlerde ııı yani anladınız siz. Acaba yarın bu haberi paylaşsak olmaz mı? Mesajı görünce dönüş yaparsanız sevinirim.
Sesli mesajı dinledikten sonra Leyal'i aradım.
Merhaba Leyal hanım geç saat oldu biliyorum ama müsait misiniz?
L: Evet, sorun yok müsaitim.
İyi güzel, öncelikle haber işini biraz erteleyelim.
L: Neden ki?
Yarın büyük bir işim var ama söz size salı günü haber vereceğim.
L: Ne gibi bir işiniz var?
Sizi ilgilendirmeyen türden Leyal hanım iyi geceler.
Telefonu direk yüzüne kapattım, hayır hepsi gelir bana hesap sorar anlamadım gitti.
Tekrar uyumama gerek yoktu, hemen bir siteye girdim ve nasıl mal varlığı üstüme geçirilir baktım.
1 buçuk saatlik araştırma sonunda, istediğim şeyleri kendime göre sıralamıştım.
Sabaha kadar uğraştım ve istediğim planı kurdum.
[Kapı tıklatması]
De: Aras?
Evet abla gel içeri.
Derya girdiği gibi ayağa kalktım ve kendisine yürüdüm.
De: Ne ara uyandın?
Oldu baya abla, nasılsın dün nasıldı?
Böyle sorunca yüzü kızardı, küçük bir gülücük atarak yere doğru kafasını çevirdi.
De: Aras.
Evet!
De: Dün yaptığın normal şartlarda yanlış bir şey ama ben de biliyorum ki sana karşı bir şey hissetmeye başladım.
De: Ama sen benim kardeşim gibisin nasıl sana yakınlaşır nasıl seninle..
Seninle ne yani?
De: Yani yeri gelecek seninle cinsel ilişki yaşamak isteyeceğim aynı evime geldiğinde olduğu gibi ama kendi kafamda bir şey beni tutuyor senden uzaklaştırıyor.
De: Sana olan sevgim çok fazla ama nasıl bunu yapabiliriz birbirimizi aşıklar gibi nasıl sevebiliriz bilmiyorum, anlayamıyorumda hem.
Abla otur şuraya gel hadi.
Ben bu eve ilk geldiğinden beri sana hayranlık duyuyorum, seni her gördüğümde mutlu oluyorum, senin kokunu içime çektiğimde dünyadan bütün dertlerden uzaklaşıyorum.
Yani anlayacağın ne kadar bana ablalık etsen bile ben hep seni çok sevdim.
Keşke dedim kendime hep. Keşke Derya abla beni sevse ama kardeş sevgisi değil gerçek olması gereken sevgi aşk ile başlayan sevda ile devam eden hani.
Ben hep öyle baktım dün de öyleydi.
Seni çok seviyorum lütfen anla beni.
Sen benim için çoğu şeyden önemlisin, lütfen bana bir şans ver.
(Hayatta yalvardığım ve yalvaracağım belki de tek insandı ve bir tek ona yalvarmıştım şu an)
Derya Abla'ya dudaklarımı yaklaştırdım bu sefer o beni öpecek mi diye bekledim.
Gözlerinde bir istek vardı ama acaba pişman olur muyum diyen bir hali de var gibiydi.
Bekledim öylece durdum. Derya abla gözlerini kapattı ve ıslak dudaklarını, dudaklarıma değdirdi.
Artık aşık olduğum gerçek kadına sahip olmuş gibiydim.
Kafasını çekti ve gülerek. "Haydi artık kahvaltıya bekliyorlar bizden şüphelenmesinler" dedi.
Bunun sevinci ile güm güm atan kalbim bildiğin vücuduma adrenalin pompalıyordu. Hızlıca kahvaltıya şarkı söyleyerek indim.
Ev halkı halime şaşırmıştı.
Ne oldu şarkı söylüyordum?
A: Yok bir şey sadece alışık değiliz.
Eğer ki boyun eğseydim bunları yaşamazdık zaten annecim.
Ha bu arada baba seninle şirkete geliyorum.
B: Neden, ne oldu?
Hiç sonuçta bir aile şirketi bu aile de ben de varım.
Bunu söylediğimde herkesin suratı bozulmuştu özellikle de ablamın.
Maalesef ki başına geleceklerden haberdar değildi kendisi daha ama yakında bütün bana ne yaşattıysa hepsinden çektire çektire alacaktım intikamımı.
[yemek sonrası]
Hazırlık yapıp arabaya binmiştik.
Araba da ikimizde ayrı taraflara oturmuştuk.
Babam bir an gizlice telefonda birine mesaj yazıyordu. Farkettiğimi anlayınca bir şey olmamış gibi telefonu cebine koydu ve yolu seyretti.
Şirkete varınca kapıda bizi babamın metresi karşıladı.
A.R: Aras Bey. Hoş geldiniz!
Hoş buldum Alya Hanım.
Babam şirkette odasına geçmek için asansöre bindi Alya ise bana etrafı gezdirmek istiyordu.
Bu isteğini kırmadım, önümde yürüyen Alya götünü bir orospu gibi kıvıra, sallaya gidiyordu.
30 dakikalık bir gezmenin ardından telefonumu açtım.
[Kapıyı tıklatır]
Gelebilir miyim?
B: Gel oğlum! Nasıl Oğlum şirket beğendin mi, Alya hanım seni iyi gezdirdi mi.
Gezdirdi sağ olsun.
Teşekkür ederim Alya hanım.
Fakat baba bir şey sormak istiyorum.
B: Ne soracaksın?
Alya hanım oturur musunuz lütfen.
Babam ve Alya birbirine bakıp ne diyor bu çocuk der gibi bakıyordu.
Aslında bu çocuk çok şey derdi ama anlatmasına ne gerek vardı ki, video da her şey ayrıntılıydı.
Babam eli ile koltuğu gösterdi.
A.R: Tamamdır oturayım.
Telefonumun sesini sonuna kadar açtım ve videoyu başlattım.
Video da ilk baş arkadan çekilmiş bir kadını gördüğünü düşünüyorlardı eve arkadan dı fakat kim olduğunu unutmuştu.
B: Oğlum Hanımefendi'nin yanında böyle video mu açılır ayıp değil mi?
Alya Hanım özür dilerim.
Aaa ama yapmayın böyle bu sıradan bir video değil ki.
Siz hani ******* evde beraber sex yaptınız geçen gün bu o işte!
Bunu söylediğimde babamın ve Alya'nın beti benzi atmış dilleri tutukluk yapmıştı.
A: Na-nasıl?
B:...
Nasıl mı bence size sormak lazım? Ne zamandır sikişiyorsunuz?
B: O-oğlum lütfen sil o-...
Şşş ikinizde susacaksınız. Konuşma sırası bende.
Yıllardır beni ezdin hayatımı mahvettin annemi ne kadar sevmesemde onu aldatman hoş bir durum değil, sana olan bağlılığının farkında mısın?
B:...
Anca öyle sus!
Şimdi al bakalım şu kağıdı.
Cebimde çıkardığım kağıtla babamın ve şirketin bazı arazi ve yurt dışı yatırımlık arazi VS ne varsa bir kısmını yazdım.
B: Bunlar ne böyle?
18 yılın borcu, ya bunları üstüme geçirir ve o parayı geçen ay açtığım banka hesabıma geçirirsin ya da bunu sadece anneme gösteririm.
Babam yutkunuyor ve boğazını kaşıyordu.
A.R: Yalvarırım ne istiyorsa ver yoksa mahvolacağız. Zaten başımızda Siber suç ve para aklama da var.
Vay be siz neler yapıyormuşsunuz.
Şimdi anlat bakalım baba bu para nasıl aklanıyor ve Siber suça karıştınız.
B: Parayı kurduğum şirkete karşı kurduğum bir paravan şirkete yatırıyorum.
B: Bir kaç tane de kurduğum bahis siteleri ile hepsini kaybediyor gibi gözüküyorum ama vergi vermeden bütün parayı himayemde saklıyorum sistemi o kadar büyüttüm ki herkese yapıyorum.
(Bu olanları aslında ses kaydına da alıyordum)
Hm, siz baya büyütmüşsünüz işi neyse benim istediklerimi veriyor musun yoksa ben anneme yollayayım mı bu videoyu.
Hangisi sen seç?
B: Yapamam.
Tamam o zaman anneme yolluyorum.
Tam yollama tuşuna basacakken...
B: Durr tamam tamam yapma.
Haydi geçir bakalım bunların hepsini, parayı da istiyorum.
Babam bilgisayardan girdiği siteyle her şeyi 40 dakika içinde benim hesabıma aktardı ve bazı arazileri üstüme geçirdi.
B: Tamam artık bitti geçirdim lütfen sil videoyu.
Bir süre video duracak sana güvenmiyorum. Sakın bunun hakkında da konuşma kadının gözü önünde döverim seni.
Şimdi kalkıyorum ve evime gidip yeni zengin hayatımın sefasını sürüyorum.
Görüşürüz baba, görüşürüz kaltak!
Hemen çıktığım gibi babamın özel aracına kendim bindim ve Leyal Hanım'ın yanına gittim.
[Ofise girer]
Merhaba Leyal!
L: Merhaba Aras Be-...
Bey demene gerek yok, siz biz falan biraz gereksiz.
L: Tamam o zaman Aras nasılsın neden geldin.
İyiyim ve şunu vermek istiyorum.
Artık ses ve video kaydı tamamen sende bende bunların bir kopyası var zaten.
Yarın bomba bir haber ile bunu bütün Türkiye duyabilir mi?
L: Duyacak merak etme babanın ne kadar şerefsiz biri olduğunu herkes görecek.
Bu da Emniyet'e gidecek ama yarın kendim vereceğim.
L: O ne?
Yarın karakolda ol öğreneceksin.
[2 saat sonra]
Tamam videoda ki tehdit ettiğim yerleri sildim sonunda yeni kopya Emniyet'e verilmeye hazır.
[Telefon çalar]
Efendim Leyal?
L: Ya Aras bunu verdin ama bu kasedi nerede yayınlayacağız?
Xxx (uygulama) *** bu adamı bul o sana yardım eder bana çok yardımı dokundu dışarıda ki hayatımda.
L: Emin misin?
Hem de çok!
Telefon kapanır.
Akşam olmuş babam işten gelmiş ve benim yüzüme bakamaz halde karşımdaydı annem bir şey olduğunu anlamıştı ama sormuyordu. Fakat dayanamadı.
A: Sorun mu var hayatım?
B: Y-yok bir şey sadece yorgunum!
Babam yemeğini yediği gibi kalktı ve yatağına gitti.
Sonra ablam la annem kalktı ve ben Derya ile kaldım.
De: Bir şey mi oldu?
Artık bitti Derya yarın babam yok!
De: Nasıl yani?
Yarın bütün olanları gözünle göreceksin ben bir şey anlatmayayım.
De: Aras.
Evet ab.
De: Seni seviyorum. Gerçekten seviyorum.
Ben de seni seviyorum.
Bunu dedikten sonra orada kendimi tutamadım ve Derya'nın dudaklarına yapıştım.
Derya karşılık veriyor büyük zevk alıyordum.
AA dur.
De: Ne oldu.
Yarın önemli bir işim var sabah erkenden kalkıp polise gideceğim.
Beni uyandırır mısın?
Güldü ve "olur aşkım" dedi.
Senin dilini yerim ben bitanemsin.
Ben şimdilik odama çekilsem olur mu?
De: (gülerek) Tamam tamam izin verdim.
Teşekkürler matmazel.
Odamda yatağıma yattığım gibi rahatlıkla uyumuştum.
Sabah Derya beni erkenden kimse uyanmadan uyandırdı bunu fırsat bilerek hemen merkez'e gittim ve ses kaydını verdim artık babam tescil edilmiş bir suçluydu.
Tek bir şart istedim 1 saat sonra gelmeleriydi.
Eve tekrar döndüğümde herkes uyanmış son kez bu masada babam oturuyordu.
Ablam masada otururken gp haber sitesinden aldığı bildirim ile sarsıldı
"ünlü iş adamı Ahmet Şura eşini aldattığı ortaya çıktı görüntüler telegram kanalında"
Ay: Baba bu ne demek?
B: Ne oldu kızım?
Ay: Baba bu video da ne?
Ayla telefonu babam'a uzatınca babam videoyu görüldüğü gibi telefonu elinden masaya düşürdü.
A: O ne?
Hemen ayağa kalktım ve telefonu anneme uzattım "al anne kendin bak" dedim.
Annem gördüğü video karşısında şok oldu babamın yüzünü görünce gözlerinden bir damla yaş süzüldü ve ayağa kalktı.
A: Nasıl yaparsın bunu bana, nasıl ya nasıl. Ne demek bu? Beni aldattın demek ha, neden Ahmet neden?
Babam sadece susuyordu.
A: Senin için her şeyi yaptım sana iki çocuk verdim sana olan sevgimden Aras'a yaptıklarına göz yumdum, bu video ne şimdi!
B: Söz vermiştin Aras?
Ben öyle bir şey hatırlamıyorum da bilmiyorum da ne sözü?
[kapı çalar]
De: Ahmet Bey polis geldi.
A.C: Sayın Ahmet Şura karapara aklama ve siber suçtan tutuklusun avukat hakkına sahipsin.
Babam'ı iki polis kolundan tuttu ve kelepçeleyip ekip otosuna götürdü...
Annem ve ablam ağlıyor ben ve Derya seviniyorduk.
A.C: Delikanlı
Evet amirim.
A.C: Yanlış adamın çocuğuymuşsun ama ona benzemiyorsun ve umarım benzemezsin!
Benzemeyeceğim Amirim söz veriyorum.
Amir kapıdan çıktıktan sonra kapıyı kapattım ve kahvaltı masasına geri döndüm ve babamın oturduğu yere oturdum.
Artık bu evde tek bir Adam vardı o da bendim ve benim intikamım daha yeni başlıyordu...
-HERKESE İYİ OKUMALAR AMINA KOYAYIM-
26 notes · View notes
sinestezii · 1 month
Text
Tumblr media Tumblr media
Yıl 2018, yıllardır içimde büyüttüğüm bir hayale sıkı sıkı sarılmışım; hayalim de öyle masum ki, tertemiz ve kendi hâlimizde bir yol tutturmuşuz. Fakat herkes ve hatta kalbimin çemberi dışında kalan nesneler bile sanki biz, asrın en hatalı işiymişiz gibi karşımızda durmuş. Ben öyle çok inanıyorum ki kendime, hayalime, tutturduğum yola; doğanın, kaderin ya da şansın tüm zorlamasına rağmen direniyorum. Ve hatta kalbimin üzerinde bir ağırlık gibi taşıyorum ondan uzaklaştığım her anı.
Hastalıklar, kavgalar, yalnız bırakılmalar (sanki daha fazla bırakılabilirmiş gibi) ile sınanıp duruyorum. Derken o hayalin ilk minik parçasına bir adım atarak bu kente geliyorum. Kısacık kalıp dönüyorum. Çabucak geri geleceğimi sanıyorum. Olmuyor ama. Pandemi dönemi gelip çatıyor. Sokağa çıkma yasağı var, belirsizlik almış başını gitmiş, gidemiyorum ama kalamıyorum da. Gün geçtikçe çevremdekilerden yükselen her yorum tuttuğum yolun hayırsızlığına, imkansızlığına çalan cümleler kuruyor. Bense bir rüyadan ve imgeleri tesadüf olamayacak kadar güzel birinden cesaret buluyorum. Bütün bunların iç bilinciyle yeniden geleceğime inanıyorum. Bütün bunlar tesadüf olamaz çünkü. Yine de yoruluyorum. Öyle içsel bir yorgunlukta, çıkmazda olduğum bir gün bu sokağın fotoğrafını tesadüfen instagramda görüyorum. Kalbimden bu sokakta oturmaya ilişkin bir dua geçiyor. Sonra çok turistik buluyorum burayı. Bu sokağa bakan bir sokak dileğinde karar kılıyorum böylece. Diyorum ki “hemen bu sokak olmasın ama buraya da çok yakın, burayı gören bir yer olsun oturacağım yer.”
Vizeler, evraklar, polis kontrolünde ülkeye alınmayışlarım, inadım, teslimiyet sınırım, şaşkınlığım ama sonunda Marburg’a dönüşüm…
Aradan bir yıla yakın zaman geçiyor. Ben ev bulmak konusunda sıkışıp kalmışım. Bulduğum ilk eve, ev çok eski de olsa, içime sinmese de ve hiç eşyam olmasa da tamam diyorum. Taşınırken kendi kişisel eşyalarımı eve bırakıp İstanbul’a gidiyorum. Babamın ameliyat olması lazım ve benim yeni evimi temizlemeye bile vaktim yok. Dönüyorum, karantinada kalıyorum. Evimi temizliyorum. Nisan ortasındayız. Karantina sonrası ilk defa alışveriş için sokağa çıkıyorum. Hava mis gibi. Çıkıp minik marketin sokağına yöneldiğim anda bu çiçekleri görüp şok geçiriyorum güzelliği karşısında. Hayranlıkla biraz ilerledikten sonra o sokağın bu sokak olduğunu, bilinçsiz biçimde buraya taşındığımı; üstelik tam da buraya bakan, burayı kesen sokakta üç öte binada oturduğumu fark ediyorum.
Yani o soru kalbimin kapısına dayanıyor yeniden: “Allah’ım yine, bunu ben senden dilediğim için mi oldu yoksa sen olacağı için mi bana bunu dilettirdin?”
Bu soruyu, sorunun cevabını bilsem de öyle çok seviyorum ki. Tertemiz, çaba ile bezenen ve en nihayetinde dinginliğini bulan pek çok şeyin ardından bana tekrar tekrar sordurttuğun için, bin şükür. Yanıtını bile bile bunu seninle şükür hissiyle konuşacağım, bir ömür. Buna da bin şükür. Ve bu kentin beni yıpratan, ömrüme göründüğünden çok daha fazla yaş ekleyen onlarca yönüne rağmen; neden buradaydım, burada olmalıydım? Sen neden yollarım buraya çıksın istedin? Varmam gereken neresiydi, kimdi? gibi soruların henüz kavrayamadığım cevaplarına da böyle varacağımı biliyorum. Çünkü zaten hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın. Senin kalbimi korumadığın bir an yok ki ben dilediğimin, ağzımdan çıkan kelamın, gönlümden geçen niyetin farkına varmayayım, fevriliğine kapılayım.
0 notes
carmillalia · 1 month
Text
adını duyunca gözlerim dolar.. biraz yazalım, sürûr içinde biraz, az bir şey derdimi anlatayım.
burayı sadece aşık olduğum zamanlarsa hissettiklerimi paylaşmak için kullandığımda kendime çok kızıyorum fakat şu da var; bir insanın bir başka insana beslediği hisler kadar ihtişamlı ve yoğun olarak bana nükseden herhangi bir duygum yok. aşk sandığım kalp çarpıntısı ve heyecan dışındaki hislerin hepsi alışılagelmiş hissettiriyor.. bu sebeple yazıyorum. ha bir de bir gün vazgeçersem böyle hissetmekten, bu hissetmelerin nasıl güzel hissettirdiğini bir an olsun unutmamak için de olabilir. bilmiyorum. çok fazla hissetmek dedim. hissediyorum. evet. konu dağılmadan anlatayım,
okulun ilk zamanları sınıfa bir oğlan girdi. gözüme çarptığını inkâr etmiyorum fakat içimden "bu ne berduş hâller.." diye geçirdiğimi çok net hatırlıyorum. dağınık uzun kıvırcık saçlar ve siyah uzun kaban.. evet. sonrasında aylarca bu deli heyecanı şu an yaşatan insan yörüngemde değilmiş gibi her sabah hazırlanıp fakülteye giriyorum. bir gün amfide kaynaşabildiğim tek dostum bana artık ikimizin eylemlerinin sıkıcılaştığını, sınıf ortamına çok uzak kaldığımızı ve insanlarla aktivite yapmamız gerektiğini söylüyor. pekâlâ, huzurum bozulacak demek bu. ama tamam dedim belki de doğru söylüyor. dostum gözüne o'nu ve iki arkadaşını çoktan kestirmiş. bana diyor ki, "çok kafa gözüküyorlar. gel selam verelim." demeye kalmadan onlar gelip bizimle selamlaşıyor. sonrasında bir vizede panoda notlarımız asılıyken dönüp finalde kaçla tamamlayabileceğini sordu. ilk ikili konuşmamız gerçekten buydu. sonra gidecekken saçma, klişe o an yaşandı.. ikimiz de aynı tarafa doğru birbirimize yol vermeye çalışıp gülmüştük. sanırım o ara kalbim ilk defa farklı attı o kişi için. sonrasında denk gelişler.. ortak proje ödevleri, kahve içme teklifleri ve gerçekten oluşturabildiğimiz o arkadaş grubumuz. gayet keyifli ilerliyor her şey. bir gün sohbet dönerken kütüphaneye gitmem gerektiğini söylüyorum, ne alacağımı soruyor. Hakan Günday'dan Daha'yı alacağımı söyledim. pekâlâ dedi sohbet devam etti. bir de onun bulamadığı -muhtemelen aramadı ve almaya üşendi- proje ödevi materyali olan bir divan söz konusu.. kütüphane'de daha'yı aradığım rafta onun ödevi için gerekli olan kitabı buluyorum. tam da 1 adet var. onu ilk arayışım da bu şekildeydi. heyecanlanıyor, okulun çevresindeyim sana yük olmasın gelip alırım ben diyor, ya başkası alırsa diye korkutuyorum ki gelsin de yüzünü tekrar göreyim. kendi kitabımı bulamadan onun divan'ı ile çıkıyorum. sonra kampüsün karşısındaki kafe'ye geçip onu tekrar arıyorum. heyecanla yanıma geliyor, oturuyor yanıbaşıma. sanki geçimi zor bir ailede yetişip babası sınıfındaki herkesin oyuncaklarından bile en güzel oyuncağı almış küçük bir çocuk gibi diyebilirim. gereğinden fazla mutlu olduğunu hatırlıyorum. hatta bi ara arkadaşım, "yeter lan teşekkür ettin kıza git artık." diye alayla kovmuştu onu yanımdan.. kalkmadan bana dönüp önce elimi kolumu, sonra masayı inceleyip "ben de yarın senin kitabını getiririm." dedi. "anlamadım.." dediğimde daha'yı diyorum demişti. aslında bu şekilde gerçekten benim için başladı. bir ateşi yaktı yani. sonrasında bazı anlık hevesle atılan mesajlar, takipleşmeler, göndermeler derken.. biz birkaç defa baş başa kalabildik. ilki, kütüphaneye onun için aldığım divanı iade etmeye giderkendi sanırım. -biraz romantize edeceğim çünkü romantize edilmeye değer görüyorum- yağmur yağıyor, saat öğlen dersi suları. hava kapalı. biz konferanstan çıkıp yan yana yürüyoruz. okul boş çünkü herkes derste. "kestirmeden niye gitmiyoruz?" gibi bir şey demiştim. "yürüyoruz işte ne güzel." demişti. sohbet etmeye başladık. kütüphanede annesinden gelen mesajı okutup utanmıştı, 2. kata indiğimizde çantasına divan'ı yeniden koymak için çantasından 2 kitap uzatıp tutar mısın dedi. biri ah muhsin ünlü - gidiyorum bu, diğeri ise emil michel'dı. doğru kişi olduğuna emin olduğum kadar intihar etmesinden de korktuğumu o an hatırladım. sonra çıkarken sohbet etmeye başladık. "kedi istiyorum ama alerjim var. huyum bu." dedi. "burcun ne ki" dedim.. korktuğum cevabı aldım. sonra o sordu, eskilerden yenilerden, felsefeden, kitaplardan konuşa konuşa gittik. zeki demirkubuzdan, haluk bilginere kadar, emil michelden benim karınca yeme anılarıma kadar konuştuk. ilk yürüyüş buydu. sonrasında beraber sigara almaya giderken sohbet etmiştik. okulun ortasındaki Atatürk büstünün önünde onu durdurup selam verdiğimiz anı hatırlıyorum. o kadar hoşuma gitmişti ki.. ona "bence sen marjinal kızlardan hoşlanıyorsun." dedim. dönüp "nasıl yani nereden çıktı?" demişti. ben de ne bileyim öyle geldi saçları boyalı kızlar falan dedim.. sevince salaklaşma ve saçmalama meselesi.. sonrasında bana "bilmem olabilir." deyip konu değişti. +
0 notes
rebelpuppet · 3 years
Text
Tembel Teneke
Tumblr media
Cumartesi sabahı ve sıcak…
Ter içinde, baş ağrısının dayanılmaz eşliğinde uyanıyorum. Klima açacağım ama şu an pek etkilemeyecek gibi duruyor. Baş ucumda duran ama sessize aldığım ve bildirim ışığı yanan telefonuma bakıyorum. Hiç uğraşamam seninle çocuk!!!
Duvardaki klimanın kumandasını arıyor gözlerim hızlı hızlı. Çalıştırmamla, klimanın çığlığı kaplıyor bir anda odayı. Klima bile çığlık atıyor gibi geliyor bana, o da lanet okuyor galiba bu sıcaklara. Kim kızdırdı ki acaba Güneş ağabeyi bu kadar! Ne zoru var? Ya da ne alıp veremediği var bizimle!?
Beynim yeni yeni kendine geliyor, saate bakıyorum. Öğlen olmuş, tam on iki! Kalkmak istemiyorum, yatıp uyumak istiyorum hatta mümkünse bir kaç gün de uyanmayayım! Ama o beynimdeki dayanılmaz ağrı pek izin vermeyecek gibi duruyor. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkıyorum.
“Duşa gireyim bari, iyi gelir”…
Tam duşakabinin kapısını açacakken nedendir bilmem vazgeçip mutfağa gidiyorum. Bir bardak soğuk su daha etkili olabilir. Dişleri donduran o buz kokulu suyu içiyorum, aynı zamanda balkona çıkıyorum. Komşucuklarımın yarı çıplak halimi görmelerini aklımın ucuna dahi getirmeden. Denize, sokaklara bakıyorum boş, boş… En az onlar kadar boş hem de! “Sokak niye boş lan?” diyecekken kendi kendime, o zalim güneşin derimi yaktığını hissediyorum hatta galiba duyduğum ses bir cızırtı, yanıyor muyum ki acaba!?
İçeri girmenin vakti geldi de geçiyor. Salona geçiyorum bu sefer… Daha klimayı çalıştırmadan, hayatımı geçirdiğim köşemde duran ve gece dinlemeye bıraktığım oyun canavarının açılış düğmesine basıyorum. Bir kaç saniyede açılması şu ana kadar yüzümde gülümsemeye sebep tek olay oldu! Komik mi? Yoo gayette değil! Olsun hoşuma gitti!
Yok, oyun oynamak istemiyorum. Şarkı listemi oluştururken fazla zorlanmadığımdan olsa gerek, müzik setinin de ses ayarlarıyla oynuyorum, tabi ses en sonda! Ve derken müzik başlar…
“Ne zaman geldin ruhum, görmedim seni!”
Klimayı çalıştırmaktan vazgeçtim. Camların hepsini açtım, ama tüller, perdeler kapalı. Mantık yok işte. “Sarıl bana ruhum, ne olur sar beni” dedikçe, müzik sarıyor beni. Bende söylemeye başlıyorum müziğin sesi yetmezmiş gibi. Şu an ilk defa etraf aklıma geliyor ama vallahi hiç uğraşamam bir de onlarla!
Koltuğa yatıyorum, camın hemen önünde hem de. Rüzgar yok! Esinti yok! Halim de yok! Sadece sesim çıkıyor. Avazım çıktığı kadar böğürüyorum. Şarkılar gelip geçiyor, ses geçmiyor. Komşular ne düşünebileceğini düşünüyorum! “Müziği anladık da, bu böğürtü ne!?” deseler bile, benim umurumda değil ki!
Tepemdeki saate bakıyorum saat bir olmuş… Yaklaşık bir saattir kıpırdamadan yatıyorum. Ne yaptım, koca bir hiç. Böğürdüm sadece. Olsun hoşuma gitti… Güneşe küfretmişim kadar rahatlamış hissediyorum şu an kendimi.
Bir taraftan bağırıyorum, bağırdıkça yoruluyorum, yoruldukça hareket etmeden sadece düşünüyorum. Düşünceler alıyor beni. Gereksiz şeyleri düşünmek huyum oldu bu sıralar.
Mesela; Akdeniz insanının neden bu halde olduğunu gayet iyi anlıyorum şu anda, bu fırın tadındaki diyarda. “Siesta” uygulansın buralarda da! Lütfen. Eminim aslında herkes istiyor bunu ama kimse sıcaktan sesini çıkaramıyor. Lütfen duyun bu sessiz çığlıkları…
Neyse ben yoruldum yatacağım, başım hala ağrıyor ve ayrıca cidden yoruldum.
Şu andan itibaren kendi üç artı bir cumhuriyetimde “siesta” uygulamasını hayata geçiyorum.
Haydi iyi günler..
0 notes
ehilal · 7 years
Text
Bataklık
Bir bataklığın içindesin. Ben de ardın sıra geliyorum. Yolumu adımlarından seçiyorum. Ah ne büyük hata, bugüne kadar kendi yoluna her daim yalnız baş koymuş ben adımlarını takip ediyorum. Elimi tutuyorsun. Sanıyorum ki hiç bırakmazsın. Bataklığın ortasında bir çiçek gibi açacağız, yüzümüze bakmayanlara güzel bir çiçek olduğumuzu göstermek için uğraşmayacağız, koparmak isteyenlere kafa tutacağız. Bu fikirlerdeyken elimi bırakıyorsun. İlkinde şaşalıyorum, çok ağlıyorum, batıyorum, çıkıyorum, debeleniyorum. Kimselere kafa tutamadığını görüyorum. İki yol çıkıyor önüne biri ben sakin, kimsesiz, hayal gibi ama huzur var mutlu olabildiğini görüyorum yanımda. Bir diğeri düzen, intizam, standart bir yaşam hali. Düşünürsün sanıyorum, düşünmeden koşarak gidiyorsun. Orada mutlusun sanıyorum. Değilsin, sonra anlıyorum. 
Ummadığım başka bir anda yine tutuyorsun elimi. Ne zaman gelsen senin için hazır bulunan bir insan en kolayı olmalı şu hayatta. Durup soluklanıyor, gülümseyip düzeni kenara koyuyorsun. İşin kötüsü ikimizde düzene baş kaldıramayacağını biliyoruz artık. Ama ben bataklığın ortasında terk edilmekten korkmuyorum. Karanlığa alıştım sanıyorum, bir daha o kadar yaralanmam. Yaralamaktan korktuğunu söylüyorsun, sarılıyorsun, “mutlu günleri bir yerinden yakalayacağız el değmemiş bir çiçek olamasak sonsuza kadar bir hayalimiz olmasa dahi” diyorum. Yine bir yol ayrımı, gitme bile demiyorum sana. Gideceksin biliyorum. Sadece giderken yanımda olduğunu hissettir, beni bil, gör, düşün, bir dakika olsun bencilliğinin köpeği olmadan yüzüme bak istiyorum. Özür dile istiyorum dirayetli, metanetli, dimdik ve güçlü bir insan olamadığın için, beni sever gibi yaptığın, her defasında sayısız kere kandırdığın için. Haklı olduğum tek konu evet canım eskisi kadar yanmıyor. İnancım soluyor mu dersen, büyük konuşmak insanın başını eğer çıkarmıyorum sesimi. Bildiğim bir şey varsa o bataklıktan çıkıp üstümü başımı temizlemek istiyorum şimdi, deniyorum. Sen “ne şiş yansın ne kebap” derken ben aldığım tüm riskler ve göze aldığım tüm zorluklarla birlikte gidiyorum. İkimizin olduğu, hayalinle dolu bir geleceğe değil, Senin adının sanının okunmadığı, yok olduğun bir yere. Mutlu olacağım inan! Bu defa giden sen olsan da bataklığın ortasında tek başıma kalan ben değilim. Acı çekecek bir kalbin yok biliyorum, umarım yaşadıklarımın aynısı boynuna ızdırap olur. 
11 notes · View notes
insideofaredapple · 5 years
Text
Yoksa siz de mi etkinlik kovalayanlardansınız?
Hava yaz havası ve aylar sonra tiyatroya gidiyorum,köşemden çıkıyorum,hayat çok ilginç bir yerdesin bir gökte.Ceyda Düvenci ve Bülent Şakrak'ın oyunu Hanım& Efendi'yi izleyeceğiz.Oyun hakkındaki taraflı görüşlerimi oyun sonrası eklerim.Çünkü bayıldığım bir aile,geçen günlerde Ceyda Düvenci bir fotoğrafın altına bir not yazmış çok hoşuma gitti.Not şöyle "Seninle gelişmek,dönüşmek,üretmek,kazanmak,eğlenmek,gezmek,yorulmak,yaşamak,yaşlanmak ne güzel,çok seviyorum."Hayatın ağırlığından,ayakların yere aşırı çivilenmesinden kurtaran,kişiyi kendisine dönüştüren tek duygu güzel bir aşk,beraber daha iyisi için küreklere asılabilmek,batmak çıkmak ama hep kafaya bir şeyler takıp peşinden gitmek.
Not : Hanım & Efendi oyununa kesinlikle gidilmeli,oyun tek perdeydi,2 saatti ve uzun zaman sonra bu kadar zaman boyunca güldüm ve gerçekten çok sıkılmadım.Cinsel göndermeler olmadan ama ülkece oyun götüremiyoruz,en büyük güldürü unsuru,seyirciyi ele geçiren unsur olarak sunuluyor,bu konuyu bir elden geçirmek gerektiğini düşünüyorum.Ama cinsiyetler arası empati geliştirmek üzerine komik bir oyun.Genel olarak birçok espiriyi çoğu zaman yaptığımız gibi çok da şey yapmamak lazım diyerek dinledim.Kadınlığı doğurganlıkla yücelteyim derken meziyetimizi ona aslında indirgemiş olduğunun farkında olunması lazım.Regl olmak hadi mecbur, ama hamile kalıp doğurmayı peşi sıra doğal akış gibi halka sunmak bence yanlış.Ama oyunu izleyin,sadece benim takıldığım birkaç nokta oldu ama eğlenceli,tatlı bir oyun.
0 notes
kucucukbirmuptezel · 7 years
Text
Neredeyim, kiminle birlikteyim hiç bir önemi yok. İstediğim tek şey hayatımda büyük olaylar olduğunda biraz eğlenmek, geceyi dışarıda geçirmek. Tanıdığım insanlarla birlikte olmaz zorunda değilim. Aksine tanımadığım insanların yanındayım, hiç bilmediğim mekanlarda. Önümde dördüncüyü bitirdiğim biram. Boş şişe duruyor, zihnimde sürekli hareket edip duvarlara çarpan kelimelerin aksine. O gece de susuyorum diğer geceler de olduğu gibi. Birileri soru soruyor. Ağız ucuyla cevap veriyorum. Kalkıp yenisini alıyorum. İçeriye geçip oturmak yerine dışarıya çıkıyorum ve merdivenlere çöküyorum. Yanıma içerideki gruptan bir çocuk oturuyor, adını bilmiyorum. Uzattığı sigara paketinden bir tane alıyorum. Teşekküre gerek duymuyorum. Kafam hala dağılmadı, tek istediğim zihnimdeki çığlıkların biraz olsun susması. En azından bu gecelik. Sigaradan bir nefeslik dumanı ciğerlerime hapsediyorum, gözlerim kapalıyken dışarıya üflüyorum. Çocuk hala yanımda, bakışlarını hissedebiliyorum. Başımı sola doğru çevirip ona bakıyorum. İkimizde konuşmuyoruz. Bakışlarının ağırlığı ürkütüyor beni. Sigaradan son nefesi çekip izmaritini yere atıyorum. Elimden şişeyi alıp içiyor, sesimi çıkarmıyorum. Geri verdiğinde kalanını içip boş şişeyi de merdivenlere bırakıyorum. Kalkıp merdivenleri iniyorum, usulca peşimden geliyor. Konuşmadan yürüyoruz sokaklarda. Bir ara tökezliyorum, kolumdan tutup kendine çekiyor. Bir adım geri çekiliyorum, bir adım da o yaklaşıyor bana doğru. Sarılıyor, kasılıyorum. Omuzlarım titrerken daha çok çekiyor kendine doğru. Başım göğsünde, ellerimi kaldırıyorum usulca ve beline doluyorum. Sanki ihtiyacım olan tek şey birine sarılmak gibi geliyor o an. Ne kadar öyle kaldığımızı hatırlamıyorum. Gece nerede kalacağımı soruyor geri çekilince. Sokaklar bizim diyorum, gülüyor. İlerideki büfeye giriyoruz içecek bir şeyler almaya. Telefonu çalıyor o sırada. Açıp benimle birlikte olduğunu söylüyor. Barda kalan arkadaşlarından biri olduğunu anlıyorum. Telefonu kapatıyor. Siyah poşet elinde o önde ben arkada çıkıyoruz büfeden. Kaldırıma çöküyoruz bu seferde. Biramı açıp veriyor. Ufak  bir yudum alıp iki sigara yakıyorum. Birini ona uzatıyorum. Sigaradan uzun bir nefes çekiyor. Bu gece sokaklardayız, bütün gece susamayız deyip gülüyor yine. Ben yine susuyorum. Adını söylüyor, sesi uzaktan geliyor o sırada duymuyorum ne dediğini.Başımı usulca omzuna koyuyorum. Tekrar sarılman mümkün mü diye soruyorum. Sebebini sormuyor, sarıyor kollarını bana. Mart ayının o üşüten cuma gecesinde kollarında ısınıyorum. Neyin var diye soruyor bir süre sonra. Hiçbir şeyim yok diye fısıldıyorum. Hiçbir şeyim yoktu, kalmamıştı, gitmişlerdi. Kimsem kalmadı diyemiyorum. Saçlarımı okşuyor yavaş yavaş. Yine bir şey demiyorum. Sen geliyorsun aklıma, yumuyorum gözlerimi. Güçlüsün diyor. Bu sefer ben gülüyorum. Ne olduğunu bilmiyorum ama güçlü olduğunu hissediyorum diye tamamlıyor cümlesini. Konuşmamı ister misin yoksa susalım mı diye soruyor daha sonra. Geri çekilip biramı elime alıyorum. Anlatırsan dinlerim diyorum. Anlatmaya başlıyor. Kaç yaşında olduğunu, ailesini, barda onu bekleyen arkadaşlarını, sevgilisinden bahsediyor. Buruk bir tebessüm oluşuyor dudaklarımda. Telefonu çalana kadar devam ediyor anlatmaya. Arkadaşları gideceklerini haber veriyor. Bara giriyoruz. Çantamı alıp diğerleriyle vedalaşıyorum. Eve çağırıyorlar, reddediyorum. Benimle kalıyor o da. Tekrar sokağa çıkıyoruz. Nereye gittiğimizi sormadan takip ediyorum onu. Bir motorun önünde duruyoruz. Bakışlarımı fark edince bir yere gideceğimizi söylüyor. Kaskı başımdan geçirip takıyor. Çok tepkisizim. Ne yapmamı isterse yapıyorum. Motora binince ellerimi tutup beline sarıyor. Motoru çalıştırıyor, hızlı sürmesini istiyorum. Sürüyor, o hızlandıkça ellerim gevşiyor. Kollarımı yana açıyorum ve rüzgarı hissediyorum. Bir süre sonra motoru bir büfenin önünde durduruyor. Büfeye doğru ilerliyor, peşimden gidiyorum. 8 bira diyor. İtiraz edip tekila istiyorum. Bakışları bana dönüyor. Limon dilimletip tuz alıyoruz. Tekrar motora bindiğimizde kask istemiyorum. Sesini çıkarmıyor. O hızlandıkça ben gülüyorum. Bir süre sonra gülüşüm kahkahalara, daha sonra da hıçkırıklara dönüyor. Motor ani bir şekilde duruyor. İniyor ve sorgusuz sualsiz birkaç saattir tanıdığı, güçlü birisin dediği, ağlayan kıza sarılıyor. Senin sarılışın aklıma geliyor, hıçkırıklarım artıyor. Bir haftadır akmayan gözyaşlarım sanki doğru kişiyi bulmuş gibi akıyordu, durduramıyordum. Acıyor dedim hıçkırıklarımın arasından. Ardında bıraktığın ben, senin yanında bile ağlamazken hiç tanımadığım birinin yanında ağladım. Geri çekildim bir süre sonra. Tekrar motora bindik ve bir uçurum kıyısında durduk. Karşıda cinayetimi işlediğinden habersiz Ankara var. Yere oturduk. Bardaklara tekilaları döktük. Sigaralarımızı yaktık. İstediğin zaman anlatabilirsin buradayım dedi. İlk shotları attık. İki, üç, dört derken konuştuğumu fark ettim. Seni anlatıyorum farkında olmadan. Kelimeler istemsiz olarak dökülüyor dudaklarımdan. Ne kadar sevdiğimi söylüyorum. Kelimeler yuvarlanıyor dilimde. Her sarhoş olduğumda yaptığım gibi yine seni sevdiğimi söylüyorum ama bu sefer sana değil bir yabancıya söylüyorum. Özlüyorum diye fısıldıyorum. Telefonumu çıkartıyorum, gözlerim bulanık görüyor. Fotoğrafını gösteriyorum. Bir damla yaş düşüyor ekrana. Yine sarılıyor bana yabancı dediğim çocuk. Fotoğrafta senin sarıldığın gibi. Şefkatini hissediyorum ama istediğim şefkat onunki değil. Ben seni istiyorum ve sen artık yoksun. Gelip beni kurtarmanı istiyorum, düştüğüm çukurdan tutup kaldırmanı istiyorum. Hava aydınlanmaya başlıyor, gözlerim ağlamaktan acıyor. Teşekkür ediyorum yanımdaki yabancı dediğim çocuğa. Utanarak adını soruyorum o an. Çağan diyor. Özür diliyorum. Kafasını sağa sola doğru sallıyor. Bu sefer ben sevgilisini soruyorum ona. Tereddüt ediyor ilk başta anlatmıyor. Israr ediyorum, anlatmaya başlıyor. Onu ne kadar çok sevdiğini hissediyorum, gözlerinde görüyorum. Bana bakarken gözlerinde olan bakışların aynısına sahip. Tekrar susuyoruz. Güneş yüzünü göstermeye başlayınca kalkıyoruz. Yeni bir gün, yeni bir şans diyor. Bu sefer içten bir şekilde gülüyorum. Umarım diyorum. Gidiyoruz motoruna binip, yeni güne, yeni umutlara doğru...      24.07.2017
20 notes · View notes
hazaldmr · 7 years
Text
Uzay
Gazetenin sağ alt köşesinde yayınlanmış yedi veya sekiz sene öncesine ait olan fotoğrafıma bakıyorum. Saçlarım daha uzunmuş. Üniversite ikideyim sanırım. Süleymaniye burası da, yanlış hatırlamıyorsam. Göründüğümden daha çirkin çıkmayı başardığım bir fotoğrafımı yayınlamışlar, sağ olsunlar. Fotoğrafın yanında da orta boydan biraz daha küçük harflerle “Mars’a gidecek Türk belli oldu” yazıyor. Benim için kocaman, insanlık için minicik bu haberdeki fotoğrafıma bakıp gazeteyi kenara kaldırıyorum. Bundan önce okuduğum en son haberde onun ölümünü tekrar, tekrar ve tekrar yaşamıştım. Bu uzaydır, Mars’tır olaylarına bilime katkı sağlamak adına ufacık bir istekle gittiğimi zanneden varsa maalesef hayal kırıklığına uğratacağım onu. Ben “gidiyorum”. Hayatı kendimi öldürmeyecek kadar çok seviyorum ama kendimi sevmiyorum artık. O fotoğraf çekildikten dört sene sonra tanıştığım biri, bana çiçekleri, hayvanları, yaşlıları, geceyi ve gündüzü sevdirmişti. Kokuları, sesleri ayırt edebilmeyi, mutluluğun o kadar da uzakta olmadığını öğretmişti. Onunlayken geçirdiğim her saniye öyle pembe, öyle pamuk pamuktu ki; şimdi onsuzken zaten uzayda yer çekimsiz salınıyor gibiyim. Mecazi anlamı ortadan kaldırmak adına Mars’a gitmeye karar verdim. Bu karar, baş sağlığına gelenlerden birinin küçük oğlunun “Abla, şimdi o gökyüzüne mi gitti?” demesiyle eş zamanlı alındı diyebiliriz. Nereye gitti, bilmiyorum… Gitmesi ile ilgileniyorum. Telefonla ulaşamamakla, yürüyüşünü görememekle, kazağındaki kedi tüyünü alamamakla ilgileniyorum. Delirecek gibi oluyorum, delirmiyorum. Ölecek gibi oluyorum, ölmüyorum. “Allah’ım, ben şimdi ne yapacağım!” dedikçe yukarı, tavana bakıyorum. Tavandan ötesini görmeye, bir ses, bir teselli bulmaya çalışıyorum. Müthiş bir aşk acısının içinde olmam yetmezmiş gibi en yakın arkadaşımı da kaybetmiş olduğumu fark ettikçe bazı sokaklarca kusma isteğiyle yürüyorum. Geçmiyor. Her tedaviye açığım. Saklamıyorum kendimi, iyileşmek istiyorum ama asla ve asla olmuyor. Derken başvurumun sonucu olumlu oluyor ve ilk defa bavulsuz bir yolculuğa çıkıyorum. Ailem kalp krizleri, panik ataklar, evlatlıktan reddetme aşamasını atlattıktan sonra olayın ciddiyetini fark ediyor: Ben gidiyorum. Ailem son vazgeçirmeler için uğraşırken gözümün önüne sürekli onu getirmeye çalışıyorum. Yüzünü unutmamak için tekrar ve tekrar. Kaşını, gözünü, ağzını ayrı ayrı düşünüyorum. Birleştirince dünyamın -yani artık Mars’ımın- en güzel şeyine bakarmış gibi eriyorum, donuyorum. Ben gidiyorum. Belki sana yaklaşacağım. Belki de senden iyice uzaklaşacağım. Yanıma fotoğrafını almayacağım ki her gün unutmamak için düşünmek zorunda kalayım. Sanki unutmak mümkünmüş gibi… Mars’a geleli ne kadar oldu saymıyorum artık. Verilen görevleri yapıyorum ve sonra her şeyimle onu düşünüyorum. Ona yaklaştım mı acaba? Biraz bile olsa, çok az bile olsa? Sensiz kaldığım yetmezmiş gibi burada bir de hiç kimsesizim. Sen yalnız değilsin ama. Sen bana sahipsin. Sen, sana biraz olsun yaklaşabilmek için bu tür zekâdan ve mantıktan uzak şeyler yapan bana sahipsin. Benimle, kalbimde ve beynimde, burada ya da Dünya’da, kimsenin sahip olamayacağı bir güce, özleme ve tutkuya sahipsin. Ama artık bunları düşünmeme hiç gerek yok. Bu kadar uzakta, beni yer çekimsizlikten bile hafif, saydam hissettiren senin sevginle sarılmışken, her şeye sahibim. Ama bunları düşünmene gerek yok. Senin ailen benim artık.
2 notes · View notes
cnsudnzz-blog · 7 years
Text
11.03.2017 (03.52) Yoruldum yorgunum yordun yordunuz… Hayatım boyunca kendi kendime biriydim ben, hep ben, bir yere gidersem ben, bir yerde oturursam ben, biriyle tanisirsam ben, hep doğru şeyler yapmaya çalıştım kendimce bazen oturup düşünüyorum aslında ne yaptım ben? Bak yine ben, kimsesiz kendi başına savaşan savaşırken kendimle de savasan ben… Çok mu kötüydüm ben çok mu sıkıyorum sizi? Ah ah kimse sütten çıkmış ak kaşık değil evet bu kadarını hak edecek ne yaptım? Bazen çok gurursuz bir o kadar insanları boğan biriymişim gibi hissediyorum bence öyle de… Öyle olmasa neden bunları yapasın ki. Demiştim ya benim kendimce küçük bir dünyam vardı o dünyam da sen senli bir hayat senli bir rüya senli bir kalp senli bir aşk hep sen senli… Yakıştı mı bu sana? Bence yakışmadı bak gecenin saat kaçı yine kendimi düşünüyorum ne yapacağımı nasil bir yol izleyecegimi, umarım bu savaşın senin bana bunca sene sevmeme seni bir kere bile uzmeme kirmama karşılık olarak etmiş olduğun hediyenin içinden çıkabilirim. Seni artık sevmiyorum hemde hiç sevmiyorum sana olan o koca sevgim vardi ya benim o sevgi koskoca bir nefret oldu üzülerek söylüyorum ama bu bir gerçek senden tiksiniyorum… Kulagimda şuan insane kamil çalıyor senli anılar senden bir hatira. Yazdığın o kadar nota karşılık yazmak istedim bunların hepsini yazacağım da çünkü ancak bu şekilde anlayabilirsin beni bende içimi dokeyim olur mu? Bugünlük bu kadar yeter galiba gidip bir sigara yakacağım çünkü. (14.52) artık Onur'a bile sormuyorum seni bugün bunu fark ettim daha yeni aradı ve seni sormak aklıma bile gelmedi.12.03.2017 (19.58) onur aradı daha yeni senden bahsetti bazı şeyler zoruna gitmiş. ben havvaya emreyle yer değiştirdik o cansu ben emre oldum dediğimi öğrenmişsin bu benim ne kadar umrumda inan bana hiç umrumda değil yazık çok mu zoruna gitti bu senin, sen ondan kurtulmaya çalışıyorum derken çok mu iyiydi? Benim gururum ne olacak? Neyse ucundan kıyısından anlamış olabilirsin zoruna gitmenin ne demek olduğunu Allah'tan ben senin gibi degilim de senin gururunu incitecek birşey demedim hiç kimseye… Sen aslında zeki biriydin çok önceleri,belki ben yerle bir olan gururumu toplamaya çalışıyordum o sözlerle ama doğru sen önceleri zekiydin pardon unuttum..Bana yazdığın notlarda senin başka birisini sevme ihtimalinden korkuyorum demiştin. ben seni severken senin başkasını sevmeni ne yapmalıyım. Sevdin olmadı kostun peşinden belki olmadı yakın arkadasinla çıktı kız sen mahfoldun sonra dedim cansu yanın da ol içim yana yana sana mesaj attım bir saat boyunca olayları anlattin bana… Bazen olay sevip sevmemek yada aşık olup olmamak değil emre bazen olaylar öyle bir noktaya geliyor ki insan sevgisini de unutuyor tek hatırladığı şey o noktaya gelene kadar yaşanan şeyler sen getirdin bizi bu noktaya. Yazdığın notlar da en çok komigime giden şeylerde ki bir o kadar da sinirlendigim senin sevginin yavaş yavaş bittiğini ama özlediğini yazmış olman bir insanin bu kadar seven birinin sevgisi neden biter ki? Ya bazen sana acıyorum biliyor musun? Çünkü sen sevgi aşk nedir bilmeyen birisin yani o hislerin doruk noktasını bilmiyorsun bilmediğin için de bunlar oluyor zaten. Seviyorum ama bana güvenme cansu ben sana birseyin garantisini veremem. Yani bu şu demek galiba cansu gel biz her boku yiyelim gezelim tozalim sevgimizi yaşayalım amaaaan olmazsa olmaz ben seni terk edebilirim bu sevgim bitebilir. Bu ne saçmalık Allahıni seversen bu nasıl birsey ya… Her neyse yine sinirlendim o yüzden şuan yazmak istemiyorum… (03.03) sen ne güzel seviyorsun öyle emre ya. Sadece gülüyorum belki beni görmek istemediğinden belki beni gördüğün de kötü olacağın için belki yüzünün olmadığını düşündügünden bak şimdi senin benden ayrıldığın da sürekli dinlediğim şarkı çalıyor kulağım da diyor ki hayalim vardı düşlerim vardi. Çok hayalim vardı hem de o kadar guzellerdi ki senin bile aklının alamayacağı güzellikte. Ben ne kadar aptalmisim seni görmek için can atardım buluşmak için ama sen? Oysa özlüyordun beni bunlar hep yalan değil mi hadi kabul et cansu herşey yalandi de sen bunu da yaparsın beklerim olabilir ihtimal…. bende ki üzüntü aslında içimde olan şeylerin bitiyor olmasından kaynaklanıyor. Aklım şaşıyor nasıl böyle olabildim bilmiyorum. Ama inan çok sevdim hem de çok. Her neyse uyumayacagim ama yazmakta istemiyorum iyi geceler.(04.18) az önce bir snap paylaştım bir şarkı güzel onu dinlerken aklıma sen geldin snapi paylaştıktan sonra geldim acile sigara yaktım karanlıkta son ses o şarkıyı dinliyorum çok içim acıyor emre bu sefer samimi şeyler yazacağım. Tükeniyorum galiba yavaş yavaş herşeyden herkesten uzaklaşıyorum neden bilmiyorum bu hayatta yaşadığım şeyler galiba bana artık çok fazla gelmeye başlıyor. Bildiğim tek şey hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı hep seni istedim ben Ali yi çok sevdim sevildim sandım ki sende öyle olursun bekledim ki her zor anımda sen yanımda olursun arkamı döndüğümde hep sen vâr olasın. Olmadı. Yapamadin olduramadin çok geç kalmıştın belki de. Diyordum ki ben Ali'den sonra kimseyi sevemem sonra sen girdin hayatıma ilk seni gördüğüm yer sarı camiinin önüydü yalnis hatırlıyorsun bu arada. Sana kalbimin ritminin değiştiği an aşık oldum tek bir bakisinla ama ne bakış… Sevmediğini hissediyordum. Olsun zamanla sever diyordum geldin her canın sıkıldığında gittin her canın istediginde. Ya ben yanlış ya sen hangisi sence? Ne zorluklar atlattik neler yaşadık iyi ki de yaşadık hiç birinden pişman değilim olamam da… Gece düşündüğüm tek şey sensin sabah uyandığımda aklıma ilk gelen şey sen her dışarıya çıktığımda seni görme umuduyla yaşıyordum. Bana kattigin tek şey belki de bilmiyorum bu zamana kadar bu duygular. Hiç bir zaman beni olduğum gibi kabul etmedin en çok zoruma giden de buydu. Artık gidiyorum hayatından buna çok üzülüyorum benim yaptığım hiç birseyi yapmıyorsun ya buda çok koyuyor bana. Aklından gözlerinden kalbinden hayatından gidiyorum istediğin herşey oluyor geç de olsa. Çünkü bende bittim artık. En çok da seninle dertleşmek istedim herşeyi mi korkusuzca anlatmak istedim sen beni küçümseden kizmadan dinle istedim. Onur ah onur iyi ki vâr olmasa ben ne olurdum bilmiyorum. Sen bana aslında ne sevgili ne dost ne sırdaş ne yoldaş hiç birşey olamadın hoş bunun için bir caban varmiydi bilmiyorum ama. Ne zor biliyor musun sevdiğin adamın senelerce bekledigin insanın en yakınına sevgilim demesi oysa o kız benim çapraz odam da yatıyor belki uyuyor aynı havayı soluyoruz aynı siniftayiz bunlar ne zor şeyler ah bir bilsen. İnsan yaşamadan bilmez işte bana yukledigin anlamsız sorumluluklar benim belimi kamburlastiriyor emre. Hata bir olur iki olur üç olur ama sonra o hata olmaktan çıkar sen benim için bir hata misin peki? Ben de bilmiyorum bu sorunun cevabını sıgamiyorum artık bu şehre ne de o şehre yorgunum çok yorgunum. Her gün gözlerimden akan her damlanin hesabını nasıl vereceksin vereceksiniz hiç bilmiyorum.. ben nasıl biriyim acaba çok merak ediyorum tek hissettiğim şey çok lanet bir insan oluşum bundan ötesini hissedemiyorum artık bunun sebebi de sensin. Sana otogarda dönüp tekrar sarıldım ya son kez öptüm içim buruk ama seven bir kadın ben seni hep sevdim demişsin ya sevmedin mi beni diye ben seni hep sevdim. Ama işte yaşattığın şeyler sevgimin önüne geçiyor ben ben olmaktan çıkıyorum bilmem beni anlar misin ama öyle iste…(15.03.2016) 01.52 bugün eğer devam etseydik iki ay oluyordu. daha yeni snaplare baktım sen görmüşsün. Bugün ne fark ettim biliyor musun emre, ben bu olan olaylardan dolayı onurla konuşamıyorum en çok ona ihtiyacım varken. Neden? Sana soruyorum neden? O bana sadık olan tek insan. Koşulsuz şartsız cikarsiz seven tek varlığım eşit sartlar seni de onu tanıdığım süredir tanıyorum. Hiç düşündünmü ben neden onur gibi olamıyorum diye. Bence düşünmelisin. Ben en çok onun gibi ol isterdim çünkü bu yazdıklarımı ona atmayacagim bekliyor ama direkt sana atacağım sende bunları ona atmazsan sevinirim. Çünkü bana kızacak bu kadar acımasız olduğum için hoş sen benim acımı çoktan atmışsındir üzerinden. Sana demiştim beni beklemeyeceksin belki o duraktan yolunu şaşar geçersin demiştin inan hiç inandırıcı değildin. Bir o kadar samimiyetsizdi o cümlen. Bugün sultanla aynı asansöre bindik yani o bindi benim olduğumu göre göre baktım ona böyle uzunca gözümün önüne yine sen geldin yine nefret ettim senden. Kendimi törpüleyemiyorum yapamıyorum. Neden bu kadar acımasızsın emre sen. Neden bu kadar fikirsiz? Ah emre ah çok üzülüyorum ben. Belli etmemeye çalışsam da Onur'a artık eskisinden de çok sigara içer oldum galiba günde bir buçuk paketi tam içiyorum. Şuan kulagimda Zülfü Livaneli güneş topla benim için çalıyor. Babamın en sevdiği şarkısıydi biliyor musun? Bana ilk defa Kayseri'de istersen beraber gidelim mezarına dedin. İlk, altı sene de ilk defa oysa onurla kaç defa gittik. Ne acı değil mı? Bence utanmalisin. İlk defa annemle bu kadar yakın konusabildin altı sene de ilk defa. Biliyor musun o masada oturduğunuz da yan yana herşeyi hayal etmiştim beklediğim senelerce hayal ettiğim şeyler gerçekleşiyordu sonra o gece seninle yine atistik ne düşündüm biliyor musun? Dedim ki cansu annem Emre'nin bu yaptıklarını duysa seni ona emanet edecekmiydi. Gözü kapalı emreye oğlum diyebilecekmiydi duysaydi. Sence? Her neyse öyle işte. Yine canım sıkkın hala hastayım cigerlerim ağzıma geliyor sanki. Kayserideyken ağzımdan az biraz kan gelmisti hatırlıyor musun sana demiştim. Buraya geldim ayrıldığım gün burda yağmur yağıyordu çıktım dışarı yaktım üst üste sigara bir yanda Ahmet aslan “bir deniz gibisin resimlerde” herşey bir bir gözümün önüne geldi sonra sonrası yok ya kendimi toplayamadim. Çok amaçsız yaşıyorum biliyor musun hayattan hiç bir beklentim yok işe yaramaz kötü bir insanım ben galiba bir halt olmaz benden bir boka yaramam hatta insan sıfatı bile yok bende baksana insanları o denli sık boğaz ediyormuşum da haberim yokmuş. Aaa şuan geberiyorum çalıyor ne de güzel denk geldi. O vakit ben gidip bu şarkıyla bir sigara yakayım iyi geceler. (04.26) insan takvimde ki bazı tarihlere çok kırgın… İnsanın elinde olsa bazı tarihleri takvimden siler ( Cemal Süreyya) (00.12) artık pes ediyorum emre bu oyuna. Bugün okulda yanımda onurla canimli konuştu inan nasıl hakim oldum kendime bilmiyorum sevdiğim insanlari paylaşmıyorum ben o orospuyla. Senden yine nefret ettiğim dakikalardi o anlar yanımda olsan öldürürdüm galiba seni. Ne garip ama sen benden kurtulmak için onur ise beni kurtarmak için konuşuyor onunla daha önce demiştim galiba keşke onur gibi olabilsen diye. Snaplerini görüyorum iyisin iyi maşallah toplamissin kendini sevindim senin için Allah'tan benim gibi olmadın olmanı da istemem zaten sen olmazsın orası ayrı. Aa pardon zaten senin sevgin bitiyordu. (02.05) artık her sabah aynı duyguyla uyanıp gün boyu aynı boşlukta savrulmak istemiyorum. Belki yeterince savasmadin diyeceksiniz yada gerçekten isteseydin pes etmezdin diyeceksiniz. Ama hiç birinizin benim içimde ki yorgunluktan,kirginliklardan haberi olmayacak…. 17.03.2017 (05.58) eveeet bugün yazmadım hiç yine uyku tutmadı bilirsin aslında geceleri çok fazla uyuyamıyorum kafam dolu olduğu için anlamışsindir aslında, benim yoklugum da uyumadigini söylemiştin çünkü. Yine bir türkü kulaklarım da “tew veyvike” hatırlarsın belki. İnan bana özellikle açmıyorum sadece denk geliyor hatta sana ne zaman yazmak aklıma gelse acıyorum not defterini yazmak için seninle dinlediğimiz hos muhabbetini yaptığımız şarkılar çıkıyor. Yine aglayasim geldi şuan da ama ağlamayacağım bu zamana kadar fazlasıyla ağladım galiba sence de öyle mı? Birazdan kalkıp bir sigara içeceğim. Zaten adam akıllı sabit yapabildiğim tek şey bu. Kayseri'ye gelmeme az kaldı çok merak ediyorum ne yapacaksın acaba. Aslında çok Gelmek istiyorum burası beni çok kasıyor emre anlayamazsın beni bu konuda inan bana çekilecek gibi degil. Katlaniyorum sadece zorunda hissediyorum kendimi. Keşke bunlarin hiç biri olmasaydı seninle çok mutlu olsaydım hiç cikmasaydin aklımdan gönlümden fikrimden… Şimdi gectik Aynur Doğana sen seversin bu kadını dinlersin türkülerini yani benim önceden tanıdığım emre severdi. Sen önceden ne tatlı bir cocuktun beni hiç kirmadin biliyor musun sadece sevgiliyken hep giderken kırmıştın. Çünkü sen hep gidiyordun. Eski günleri çok özlüyorum biliyor musun? Eskisi gibi olmayacağız ben olurum da sen olmazsin biliyorum. Buda güzel hem sebep ol hem böyle olmayı tercih et. Hadi biraz eskiye gidelim yüzüm gülüyor çünkü aklıma gelince eski güzeldi dedim ya… Eveeet seni ilk sarı camiinin önün de gördüm ilk Esenyurt’ ta bir kamelya da tam karşımda oturuyorken aynı anda kafamizi kaldırdığımızda bana attığın bir bakışla aşık oldum. İlk yine Esenyurt'ta bir kamelya da öpüştük. İlk defa elimi orda sım sıkı tutmustun… İlk defa sana sım sıkı sarildigim omzunda senin için agladigim yer beş parmak parkıydi eski şehir baglarinda… Bana ilk aldigin hediyeyi yine Esenyurt'ta üzerinde açık mavi bir ceketinin cebinden çıkartarak vermiştin. Galiba haklısın ya hafizam bu konular da epeyce kuvvetli. Off emre şuan Erkan Oğur çalıyor ve ben kesinlikle sigara icmeliyim. Yazıma bir müddet mola vereceğim… Eveet geldim nerede kalmıştım hah eskilerde ilk gittiğimiz konser yanlış hatırlamıyorsam eğer manganindi. Sonra yoruma gitmiştik o gece bana defalarca bakışını yakalamistim konserin sonuna doğru üzülmüştüm “Cemo” çalmıyor diye sonra ordan bir ses geldi son olarak cemoyu söyleyelim diye nasıl mutlu olmuştum sanki dünyalar benim olmuştu kafamı cevirdigimde sen beni seyrediyordun işte o an kalbimin ritmini bile hissetmiyordum o kadar hizliydi. Defalarca gittiğimiz 1 Mayıs eylemleri. Piknikler… Bu arada aklıma gelmişken en çok kokumu seviyormuşsun en çok onu özlemişsin ama arkadaşının kokusunu benim kokum sanmişsin bu kadar iyi bildiğin (sana göre) kokuyu nasıl karistirirsin. Yanlis… Parfümüm Lacoste​ pink. Birde bana bir soru sormuşsun sende erkeklere bakıyor musun diye daha hiç bir erkeğe bakmadım biliyor musun? Beni az çok tanıyorsundur sen… Ben senelerce hayal olan bir sevgi uğruna kimseyi istemedim hayatım da taaaakii o güne kadar. Sonra sonrası boş iste. En sevdiğim türkü Cemo biliyorsun bunu bak sana onun hikayesini anlatayım ben o türküyü hikayesinden dolayı çok seviyorum. Cemo birisini sever bir genci fakat sevdiği devrim için dağa çıkar. Cemo o kadar çok sever ki o genci, hasretine dayanamaz oda daga çıkmak ister saçlarını kısacık kestirir erkek taklidi yaparak daga çıkar. Sırf sevdiğini bulabilmek için belki de uzaktan da olsa görebilmek için ama maalesef Cemo sevdiğini görmeden bir çatışma da vurulup öldürülür o sırada cemonun sevdiği çocuk gelir ölenlerin başına cemoya bakar hemen tanır onu ve sonra başında ağzından Cemo türküsünün sözleri dökülür. Bende seni cemonun yüreği kadar çok sevmiştim. Kurduğum o küçük Dünyama seni getirebilmek için tırnaklarimla o daga tırmanarak buna degeceni bilerek çıkmıştım. Ben seni bu kadar çok fedakarlık yapacak kadar sevmiştim senin cemondum ama Cemo öldü… İyi geceler yada sana günaydın. 18.03.2017 (01.17) vay vay vay emre… Kim o dilber erken? demek orta doğu ve Balkanların en yakışıklı edebiyatçısı, orta doğu ve Balkanların en güzel gözleri anlıyorum evet güzel hoş banane zaten beni ne ilgilendirir… zaten sinirliyim Onur'a birde sen eklendin tam oldu gıcık oluyorum size gerizekalılar! Yazmayacağım sizi boykot ediyorum iyi geceler. (05.51) uyuyamadım yine. Senin bana yazdığın notları okudum o notların için de en çok sevdiğim şey koyduğun o fotoğraf “EC” ilk öpüştüğümüz yerde senin anahtarınla çizmiştim onu sonra sen telefonunla çekmiştin. ilk gördüğümde daha okumadan gözlerim doldu. Ne saf seviyordum seni. Sen ise sevmeye çalışıyordun. Böyle olmamalıydı demişsin bunu ben yapmadım ki ama. Emre sana birşey söyleyim mi ben burda çok sıkıldım biran önce gelmek istiyorum çok yoruldum kendi kendime uğraş bulmaya çalışıyorum. Spora gidiyorum sonra geliyorum okula derslere giriyorum geliyorum yurda yatağıma uzanıyorum elime telefonumu bile almak istemiyorum. Gidiyorum bir sigara yakıyorum iki üç… Kulaklığı takıyorum türkü dinliyorum sonra kızlardan bir mesaj mescitteyiz gel oturalım kanka gidiyorum oraya en fazla bir saat dayanabiliyorum. Artık bıktım herkesten bazen annemle bile konuşmak istemiyorum biliyor musun? İşte sana olan nefretimin sebeplerinden biri,ben öyle bir hale geldim ki annemi bile unutuyorum beynim dolu oluyor işte. Çok garip geçenler de Gökhan aradı bu kredi kartının parasını göndermek için tam telefonu kapatıcaktım birden cansu dedi efendim dedim sen iyi misin dedi iyiyim ne oldu dedim bilmem garip konusuyosun böyle halsiz felan dedi yok birseyim dedim ve sonra kapattık. Halim yok doğru yürümeye bile mecalim yok aslında ama ben güçlüyüm değil mı? Ben bu hayatta neler yaşadım bir Emre'yi mi atlatamayacagım? Öyle değil işte ah o emre yok mu o emre. Böyle gidip annemin omzunda saatlerce aglayasım var bir tek o anlıyor beni çünkü bir tek o bana üzülüyor bir tek o koşulsuz şartsız seviyor. Anneme söyledim alttan dersim olduğunu önce biraz kızdı sonra akşam aradığım da olsun kızım sen bu zamana kadar hep kendin geldin ben sana güveniyorum sen halledersin dedi. O an dedim ki Allah'ım şükürler olsun iyi ki o benim annem. Oysa o olmasa ben bir hiçim. Neyse işte böyle. Geldiğim de ne yapacaksın çok merak ediyorum bu arada. Gerçi üzerinden atmış gibi duruyorsun ama yine de gözlerin mutsuz farkettim onu. Göz kapaklarının hali yok sanki kapatıp açmaya. Anlayabilirim yani seni bu konularda sen beni anlamiyordun ama olsun. Ya emre sen madem önceden beri benim bu kadar degerli biri olduğumu biliyordun da niye üzdün beni? çok merak ediyorum bu olanları Sibel teyzeye,metin amcaya, gazi abiye ve hatta Can'a anlatsan sana ne diyecekler. Bence can bile sana abisi olduğun halde kızardı aaa bu arada o yaşta arıxı dinlemesine bayıldım. Umarım Emre abisi gibi olmaz bazı yönleriyle. Yine sabahı sabah ettim işte şimdi sen uyuyorsun tabi güzel güzel bu saatte hiç uyanık görmedim seni. Yarın cumartesi büyük ihtimalle onurla bulusursunuz gerçi yeni buluştunuz ama. Neyse ben de kahvaltıya gideyim ve sonra uyuyayım..Hoşçakal.19.03.2017 (03.36) Birgün gece ben matraxi dinliyorum o zamanlar sen telefonum da panpa diye kayitlisin gece bana mesaj attın ne yapıyorsun diye konuştuk baya tabii geceleri genellikle konuşuyorduk zaten beraber matraxi dinliyorduk o bitene kadar uyumuyorduk bitince “battaniyem kareli battaniyem kareli” şarkısı çalınca bitiyordu ve sonra haydi uyuyalım diyordun. Her neyse işte bana sordun “cansu eniştemiz var mı? ” Dedim yok emre. Hadi hadi söyle biri var galiba dedin aslında var ama ben kendime bile kabullendiremedim ki sana nasıl söyleyeyim dedim. Sende çok üzerime gelmedin Allah'tan 😊 sonra biraz zaman geçti bana tatlım demiştin bak o günü hiç unutmam yatağım da yatıyordum sonra onu okudum ya kalktım gece vakti yatakta zıplıyorum 😊 deli manyak cansu işte. Ne zamanlardı. (22.35) eğer bir aksilik olmazsa sana bu gece atacağım bu notu tam ayrıldığımız gün. Bazen yazarken çok sinirlendim bütün öfkemi,nefretimi yazdım bazen içimde sana olan sevgimi yazdım ama umarım bunları okuduğun da beni anlarsın çünkü beni anlamanı isterim emre. Bugün iki defa o kızı gördüm yine aklıma sen geldin onu her gördüğümde sen ve sana olan o devasa aşkım geliyor aklıma aglamalarim diyorum ki bumuydu? Herşey bu kadar mıydı ne üzdün be beni bitanem. Çok kırdın hala kırgınım hala affedemiyorum seni. Bu saatten sonra ne olur bilmiyorum beni yüksek ihtimalle görmek istemeyeceksin hak veririm ne diyebilirim ki? Sevmek böyle birşey işte emre aşık olmak böyle birsey gözün başkasını görmüyor. 6 sene her anım seninle dolu dolu geçti bunun için çok teşekkür ederim iyi yada kötü senin bana kattigin benim sana kattigim şeyler olmuştur eminim ki. Tek istediğim şey senin için umarım eski emre olursun belki karşına benden çok daha iyisi çıkar beni sevemedin ama onu çok seversin belki mutlu olursun o seni sıkmaz belki. Yormaz yorulmazsin. Sen de güçlüsün sen de atlatirsin herseyi… Kendine çok ama çok iyi bak çünkü ben senin iyi olmanı istiyorum. Elbette benim de hatalarım vardır ki en büyük hatam seni bu kadar çok sevmem bana göre. Çok sevmesem bunlar olmazdı oysa. Ama bu kadarını da hak etmedim orası da ayrı tabii. Her canın sıkıldığın da bir telefon uzaklıgindayim bunu aklından cikartma çünkü ben kıyamam kimseye bilirsin beni. Biliyorum ki seni arasam emre desem sende koşar gelirsin. Seneler sonra belki karşı karşıya otururuz o zaman yüzüne bakacak bir yüzüm olsun. Ah ne zamanlardı deriz belki. Benden haber alırsın eminim bende senden alırım onur yoluyla bu notların çoğunu ağlayarak yazdım az çok tahmin edersin zaten hep beraber dinlediğimiz şarkılari dinleyerek yazdım hayal olan hayallerimi düşünerek yazdım senin için yazdım bunları. okuduktan sonra kötü olma gül hayatına devam et sabah olsun okuluna sadece sen git sigarani sadece kendin için iç derse sadece sen gir gece olsun rüyalarinda beni değil ben hariç herşeyi gör. Uyumadan önce beni düşünme zor olur senin için bilirim. Gittiğimiz kafelere gitme dinlediğimiz şarkı bile değil bir sanatçıyı bile dinleme sana dar gelir herşey ben bilirim yaşadım çünkü… Yaşattın çünkü. Güzelce yemeğini ye arkadaşlarınla otur mutlu ol hep mutlu ol. Bu arada “bir özlemin izdüşümü” dinlersin. Böyle işte yazacaklarim bunları okuduktan sonra birşeyler yazmak istersen sana kalmış yazmak istemezsen yine sana kalmış. Hoşçakal…
2 notes · View notes
selincns-blog · 7 years
Text
beklemek sıkıcı, beklemek tüketici,  beklemek yorucu, beklemek çok yorucu.  ve ben seni hala bekliyorum.  ben hala seninle yaşayacağım günleri, saatleri, saniyeleri bekliyorum.  seninle tekrar yağmurda sırılsıklam olmayı bekliyorum.  soğukta boğuk titreyen sesinle merhaba deyişini bekliyorum.  ilk günkü heyecanla birisi görücek korkusuyla  elini sımsıkı tutup sinemaya gideceğimiz günleri bekliyorum.  gelmeyeceğini bile bile ben seninle yaşayacağım ömrümü bekliyorum hala  çok bunalınca hayattan herkesten  huzur bulduğum yere seninle her zaman buluştuğumuz yere gidiyorum  her zaman oturduğumuz yere gidiyorum  bakıyorum şöyle bir; iki sevgili görüyorum  gözümden akan tek damla yaşla ağzımdan çıkan iki kelime  "hiç yakışmamışlar"  bizim kadar hiç yakışmamışlar sevdiğim  dön bana yeniden ve görsün herkes sevgilisiyle yakışmadıklarını.  bizi görsünlerki imrensinler sevdiğim.  oturuyorum garson geliyor isteğimi soruyo  sevgilimi bekliyorum deyip 2 kişilik şeyler söylüyorum.  sevdiğin nargileden söylüyorum.  gözüm kapıda seni bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum.  ve gelmeyeceğini anlıyorum. ama ben yinede bekliyorum.  gelmeyeceksin biliyorum.  hesabı ödeyip çıkıyorum  kahkaha atarak geçtiğimiz yoldan ağlayarak geçiyorum.  burda olmalıydın sende. nefretim sevgimi aştı.  senin için sürdüğüm makyajımda aktı.  canım demiştim sana, canımdan koparcasına.  nasılda yalan söyledin gözlerimin içine bakarak seni seviyorum derken  3 ayı boşuna geçirdin belli geleceği olmayan aşkı sürdürmek için son çırpınışlarımı yapmıştım oysaki.  herneyse sevdiğim. ben burdayım yine.  elimi bıraktığın bu yerde.  ya sen nerdesin ? hangi orospunun yanında ?  son sarılışım gibi sarılabiliyomu sana ?  düşüyorsun gözümden akan her damla yaş gibi.  içme dediğin bu sigara benim sırdaşım oldu.  her yaktığım sigarada senin hayalin vardı.  bu gidişle ölümün sigaradan olacak diyor herkes.  doktorda yasakladı ama kimse bilmiyor bu lanet sigara değil  senin gelmeyeceğini bile bile beklemek tüketiyor beni.  nasılsın diye sorarsan iyi değilim.  hemde hiç iyi değilim.  hergün yokluğunun verdiği özlem,  hergün sensiz bir güne merhaba demek zorunda kaldığım sabahlar var  geceleri fotoğraflarınla konuşuyorum.  onlarda senin gibi işte.  duvarlar bile bana cevap verecekmiş gibi.  ama sen sadece bakıyorsun ve susuyorsun.  bi nasılsın mesajını bile çok görüyorsun bana.  bir zamanlar seviyorum dediğin bu kıza,  bak seni çok seven bu salak kız siktirolup gidiyor artık.  kalmam için bi umut bile vermiyorsun artık.  ayrıldıkta diyemiyorum çünkü ben hergün senin hayalinle yaşıyorum.  sense. neyse susuyorum.  git dedin gidiyorum.  sus dedin ve susuyorum.  tekrar soracak olursan halim mechul.  iyi değilim işte. hiç iyi değilim hemde.  sahiden ayrıldık mı biz şimdi ?
Tumblr media
2 notes · View notes
yarisgaraji · 7 years
Text
Her şeyden önce SICAK SICAK SICAK demek istiyorum. Gerçi sıcak olacağını bekliyor ve buna hazırlanıyordum ancak arkadaş yok böyle bir sıcak. Biz baştan anlatalım bakalım bu seferki maceramızda neler oldu.
Bu sefer planlar daha yola çıkmadan bozulmaya başladı, çocukluk arkadaşlarımdan (AKB) birinin düğününden dolayı hanımı Angara’da bırakmam gerekti. Ailemizi temsilen düğüne katılacak sabah ilk uçak ile Antalya da olacak bende onu organizasyon başlamadan alacağım. Hanıma hemen bir uçak bileti ve yeni plan hazır…
Hali ile yola tek başıma çıktım Uşak Drift Festivaline göre çok daha rahat gidiyorum römork yok yük yok. Hanımla benim çantam kask tulum ve yakıtlar. Driftheraphy ekibi işin ucunda Antalya/Kemer olunca Cuma’dan gitmiş köfte horlar, değişik fotolar atarak beni kıskandırıyorlar.
Nevarla‘nın hız sabitleyicisi devrede tıngır mıngır gidiyorum sanki her 1 km’de 1° artıyor sıcaklık. Kemer’e organizasyon alanına vardım ki bizim tır yeni gelmiş benim araba tırdan iniyor. Sağ olsun Ahmet abi beni uğraştırmadan attı arabamı pit alanına.
Arabaların hepsi indirildi, pit alanları gölgelikler çadırlar kuruldu lastikler dizildi ancak hava 50° ölüyoruz. Sabah 10.00-14.00 arası her şeyi hazırladık ve hepimizin kafasına güneş geçti. Öğle yemeğinden hemen sonra pistimiz kurduk ve akşam antrenman yapma kararı aldık. Tabi ben 17.00 den önce marş basmayacaktım hava harbiden çok feci sıcak nefes alırken zorlanıyorum. Otelin soğuk havuzuna kendimi attım az bi serinledikten sonra kendimi odaya sürükledim ve 2 saat uyuyayım diye yatağıma gömüldüm.
Çok geçmeden kesicide V8ler, çatara patara 2jz ve tatbikî lastik sesleri gelmeye başladı. Bende her zamanki rüyalarımdan birindeyim sanıyorum ama nedense bu sefer rüyamda görüntü yok, gıcık bir durum. Çok geçmeden anladım ki Kemal Güvenkaya E34 V8i ile pistte 2 tur atayım demiş. Tabi Driftten sorumlu bakanımız Abbas Çimen de dayanamayıp peşine. Bizim pempeli Kenan Büyükbahçeci onlardan eksik kalır mı hop oda pistte. İbrahim Özlütürk tehlikeli adam arabasına binip gelmiş bide utanmadan. Metin Altan abimiz bile duramamış bir turbo ile gazlıyor bir V8 ile hangisinden inerse Salih veya Melih atlıyor piste araba ile. Angara bebesi Murat Yolcu’nun da onlardan aşağı kalır yanı yok. Ele başı Erdoğan wassappppp dan sürekli hadi sende gel diye taciz ediyor halen uyku sersemiyim birde baktım ki tulumumu giymiş elimde kaskım hazırım.
Millet çatara patara devam ediyor bendeeee diye koşa koşa pit alanına geldim. Elimi cebime bir attım anahtar yok aynı hızla otele, otelde de yok hız kesmeden Nevarla‘ya orda da yok nerde lan bu derken arabaya bir baktım elektrik şalteri açık anahtar üstünde. Kendi kendime dedim zaten sıfır problemsiz geçerse akşam uyuyamazsın iyi oldu. 🙂 Oturdum arabaya bastım marşa biraz tereddüt etti ama çalıştı yavrum. O an gözüm hararet saatine ilişti 60° diyor! Bütün gün gölgede çadırda duran arabanın su sıcaklığı 60° direk devir daim açıyor artık sıcaklığı siz düşünün.
Allahtan büyülü kaskım ve yarış tulumum üstümde (benim kasım ve yarış tulumum özel büyülüdür; aptallar göremiyor bu kaskı ve tulumu) her şeyimle piste çıkmak için hazırım. Tam kendimi piste atacağım Serdar Bey geldi yanında genç bir kardeşimiz organizasyondaki “en güzel arabaya” binmek istemiş. Genç ama arabadan anlıyor dedim içimden, dışımdan da “daha hiç piste çıkmadım” dedim ama ne demek istediğimi anlamadılar sanıyorum çünkü genç kardeşimizi paket yapıp arabaya bindirdiler. Tabi bu genç kardeşimin üstünde de büyülü kask ve tulum var bunu da aptallar göremiyor. Neyse genç kardeşim yanımda piste çıktım 2 tur attım belli arabaya hava girmiyor hemen pit alanına geri döndüm kaput aç ufak bir akış metreden ayar tekrar döndüm piste. Bütün arabacılar şok arabaya ayar böylemi oluyor diye. Piste çıkınca anladılar asıl ayar böyle yapılırmış diye. Ben her geçen tur biraz daha hızlanıyorum biraz daha açım artıyor biraz daha ilk girişte (initiation) aracı zorluyorum, yan koltuktaki kardeşimde her tur biraz daha ürperiyor suratı bozuluyor. Lastikler artık tutmamaya başladı pit alanına döneceğim derken birden arabanın içini mis gibi Furkan Gökkaya‘nın hazırladığı plütonyum katkılı benzinin kokusu sardı. Ne olduğunu bilmeksizin arabayı pit alanındaki yangın söndürücülerin yanına çektim. Genç kardeşimizi indirdim velisine teslim ettim ve sıkıntıyı aramaya başladım. Hani şu bizim yeni yaptığımız yakıt depomuz var ya kendi kafasına göre bagajda geziyor. Depoyu sabitledim 2 lastik daha bitirdim derken gün bitti. Arabamın performansı harika pist güzel ama hava çok sıcaktı. Bu soğuk Angara gününde o anları hatırlayınca bile içim ısınıyor.
Ekipteki tek kankam Erdu ile akşam yemeği yedik sohbet muhabbet derken erken kalkacağım için ben yatış. Sabah güneş doğmadan yola çıktım ilk uçakla gelen eşimi aldım yemek yedik geldik derken öğlen oldu. Organizasyon alanına geldim 1000lerce modifiyeli araba bütün turistler ve yerel halk orada bizi bekliyor.
Hemen arabaya bir marş bastım ama dedi bu sefer yok ben çalışmam. Hemen akü almak için yine düştüm yollara. Akü al gel sök tak güneş sıcak. Hepimiz hazırız organizasyon için ama öyle bir sıcak var ki hiç birimiz istemiyoruz piste çıkmayı. Birden dendi hadi piste seyirci selamlamaya hepimiz arabalara atladık askeri aracın çevresine doluştuk fotolar tanıtımlar söyleşiler güzel oldu. 17.00 ye de Drift gösterisini planladık ki bence çok süper oldu.
Saat 17.00 ye varmadan bizim kurtlular dayanamayıp teker teker piste çıkmaya başladılar. Lastiği biten pire girip tekrar çıkıyor. Tabi bu kurtluların içinde bende varım, hanımla da 2 lastik bitirdik hatunun yüzü güler oldu.
Araba ile her çıkışımda yanımda farklı birisi vardı, her çıkışta duman egzoz ve yakıt kokuları içinde geçti. Ben süper eğleniyorum bundan dolayı farkında olmadan arabaya zarar verebilirim arada beni durdurun dedim kankalara. Arkadaş çıkıyorum 2 tur atıyorum durdurdur önüme atlıyorlar. 1 tur boş atıp tekrar gazlıyorum 2 tur sonra tekrar atlıyorlar önüme durdurdur. Sağ olsunlar arabaya zarar ver miyim diye beni Drift organizasyonlarından soğuttular tam Allah Allah Allah moduna geçiyorum biri önüme atlıyor durdurdur. Tabi her çıkışta bende ve yanımdakilerde büyülü kask ve tulum var aptallar halen göremiyor. 🙂
Ekip her zamanki gibi çok sağlam sanırsın en psikopat kim yarışındayız. JOKER E30‘un akü bitip duruyor sanırım fan + ekstra su pompasını rölesiz bağladık ondan oluyor. Tabi sıcak ağır basıyor söylemiş miydim? Herkesin lastikler pat güm yenisi takılıyor yallah tekrar piste. Lastik yakanlar tam gaz yanlayanlar hepsi bizde.
Her şey bir yana sadece pazar günü 20 adet lastik bitti arabayı bitik lastikler üzerinde yükledim. Zaman nasıl geçti gerçekten anlayamadım. Sağ olsun organizatörümüz KMK bizlerin bu çabasını birer plaket ile ödüllendirdi.
Zafer Murat araç lojistiğimiz için bizi hazır bekliyordu arabaları ve malzemelerimizi yükledik hepimiz odalara dinlenmeye geçtik. Geç vakit yemek için buluştuk sohbet muhabere vur kafayı yat nede olsa yarın sabah ver elini Angara!
Bu güzel organizasyonun olmasını sağlayan ve emek eden bütün herkese çok teşekkür ederim, çok sıcak ve güzelsiniz.
Özel teşekkürümü ise Emirler Baskı Balata Ceyhun (0538 732 94 12) kardeşime ediyorum. Gölgede 50° sıcaklıktaki değişken zeminli Drift pistinde 20 adet lastiği tellerine yiyecek kadar Drift yapıp 1 saniye bile kaçırmayan fantastik bir baskı balata yapmış ellerin dert görmesin kardeşim.
Fotoğraflar: Hüseyin Keskinkılıç & Furkan Gökkaya & Mehmet Yılmaz
2017 Kemer Drift Festivali Her şeyden önce SICAK SICAK SICAK demek istiyorum. Gerçi sıcak olacağını bekliyor ve buna hazırlanıyordum ancak arkadaş yok böyle bir sıcak.
0 notes
cemakkilic · 7 years
Link
Yıl 2010. İsrail’in Hayfa Limanı‘ndayız… Her zaman olduğu gibi tek başıma çıkıyorum şehri turlamaya… O zamanlar akıllı telefonlar yaygın değil, internet için lap topumu yanıma alıp bir meyhaneye kapak atma düşüncesiyle gemiden ayrılıp polis kontrolüne gidiyorum. İnsan-boğa karışımı sivil polislerin sevimsiz bakışları altında, İsrail polisinin daha önceden verdiği “pass” ve diğer evrakları onaylatıp, şehre ilk adımımı atıyorum… Hangi üst geçide gelsem ya da bir kavşağa, bir polis grubu durdurup lap topumu açtırıyor ve bir MP-3 şarkı çalmamı istiyor… Önce bu heriflerin kafayı yemiş olduklarını düşünüyordum ama bilgisayarların içine zulalanan bombaları bu şekilde test ettiklerini söylemişlerdi… Bir tanesine Led Zeppelin sever misin arkadaş diyerek espri bile patlatıyorum… Gece meyhane çıkışı zil zurna yola koyuluyorum ve yanımda GPS telefon olmadığı için kayboluyorum… Tabi bu durumda yapılacak ilk şey; yoldan geçecek olan bir polis ekibine rastlamayı umup  yardım istemek… Bir polis minibüsü beni alıyor, başlıyoruz gezmeye… Hatta bir ara bir marketin önünde durduklarında, iki şişe bira alayım diyorum ama İsrail’de gece 22:00 sonrası marketlerde alkol satışı yasak olduğu için itiraz ediyorlar… Sadece barlarda içki satılıyor… Eee hadi beyler bara gidelim, ilk biralar da benden diyecek halim yok!.. Bu andan itibaren hayalini kurduğum tek şey kamaram oluyor tabi. Adamlar bir ara durup, hadi gel hamburger yiyelim diyorlar… Şaka değil, gerçekten hamburgeri yiyoruz. Ulan götürün artık beni gemime, zıbaracağım derken; başlıyorlar sohbete… İçlerinden biri “ben Müslümanım” diyor… İsrail’de bir Müslüman ve de polis… Birader sen şaka mı yapıyorsun dediğim an, herif kelimeyi şahadet getiriyor iyi mi?.. Acaba içkiyi fazla mı kaçırdım, yoksa kaybolduğum için sınırdan çıkıp Ürdün’e mi girdim diye düşünüyorum… Diğer polislere bakıyorum… Meraklı bakışlarımdan hemen anlıyorlar mevzuyu; yok biz Yahudiyiz diyorlar… Sahi yahu; bu şehirde iki tane de cami vardı değil mi?.. Denizci öyküleri yaz yaz bitmez, bitmez de… Diyeceğim şu ki; İsrail‘de Yahudi–Müslüman düşmanlığı falan hikâye arkadaş… Kimsenin tınladığı yok… Söz konusu olan sadece İsrail’in çıkarları… Memlekette donsuzlar Sosyal Medya’da “kahrolsun İsrail” diye tepinirken, tepedekilerKürdistan‘ı kurmak için halay çekip, hatta aynı yatağa bile girerler… CEM AKKILIÇ 26 Eylül 2017
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Anlatılması gereken hikâyeler vardır. Bu onlardan biri değil. Herkesin ibreti başka başka yerlerde çünkü. Bende hikâye çoktur. İnsan çoktur çünkü. Hep öyle de olacak ya zaten. Kader işte...
Pazar işine başlar başlamaz birisiyle tanıştım. İsmi Nâlân... Ellili yaşlarının sonunda kısa kır saçlı ufacık bir kadın. Erimiş bir kadın... Pazarın manyağı... “Bende de var manyaklık.” dedi geçen. “Var var.” dedim. “A aa şuna bak be hakaret de işittik.” “Yok mu diyeyim ne diyeyim? Var işte. Ben var olana yok diyemem kusura bakma.” Sürekli takılıyorum ona. Nerede görsem nâlân insanını tanırım çünkü. Onu da görmem yetmişti. Bazen kızıyor ama nasıl sinirli. Yanına gidiyorum “Kudur.” diyorum. Sana çok üzülüyorum senin neyin var diyor “Üzül üzül, sana müstahak.” diyorum. Evime davet ediyorum onu. Bu koltuğa oturması lazım çünkü. Aylardan Şubattı ne salgın var ne bir şey. Bugün derken, yarın derken, heh şimdi geldim derken, gelemedi bir türlü. Dilime de düştü tabi... “Bak” dedim. “Gel. Gelebiliyorken, gel...” Gelmedi. İşlerden bunalmıştı. “Ay bıktım artık ben.” deyip duruyordu. “Kudur.” diyordum. Çalışmadan durabilecek bir insan değildi. Ben de kovayım çünkü. Haa, anlaşıldı senin manyaklığın dedim öğrendiğimde. Herkese laf söyler. Herkese sert.  Herkese sataşan bir tip. Kızdı mı müşterinin elinden malını alır, parasını verir, satış yok der, gönderir. Zaten millet deliye ben akıllıya hasret ya, neyse...
Yeni bir başlangıç yapıyorum. Her gün olduğu gibi. Yine bir şeyler oluyor. Oturuyoruz bir gün. Pek iş yok. Virüsmüş, salgınmış... Bir arkadaşım müteahhit “Aman sakın inşaat işine girme.” diyor. Bir başkası “Bir işin de düzgün gitsin be kardeşim.” diyor. Düzgün zaten. Her şey olması gerektiği gibi yerli yerinde. Herkes sevdiceğinin yanında, bunu da unutma... Her neyse. İnsan kaderini tanıyacak, sevecek. Artık bıçak kesse kan akmayacağı için rahatım. Nâlan benden telaşlı. Rahat değil. İş yapamıyorum diye.
Yanımda dayım var, kadir kıymet bilmeyen dayım. Yalvarıyor bana gidelim artık iş yok diye. “Sabırlı ol.” diyorum. Akşam saat yedi, yedi buçuk falan olmuş. “Bütün gün ter döktün bu tezgâhta. Nasıl yakıştıracaksın kendine ekside eve gitmeyi?” 1 ₺ kalmış. Yalnızca bir müşteri daha gelirse o gün eve 1 ₺ kârda gideceğiz. Her gün on binlerce doları euroyu çevirmeye alışkın bir insan için çok zor bu. “Sabırlı ol.” diyorum. “Bir müşteri daha gelsin. Sonra gelse de satış yapmayacağım. Merak etme.” Aradan biraz zaman geçiyor. Yan tezgâhtaki hafif meşrep kız. “Yaaa bunlar ne kadar? Babama alacağım da diyor.” Bütün gün yüz vermediğim kız o beklediğim müşteri oluyor. Allah her şeyi en güzel anlatan gerçekten. Dayımla uğraşıyorum böyle işte. Yorar beni kadir kıymet bilmeyen insan. Nâlân da farkında dayımın adam olmadığının. “Sabırlı ol. Sen merak etme. Öyle herkes yanımda kalamaz benim.” diyorum. Öyle de oluyor zaten. Nâlân’a o gün: “Bak bu adamla bu işin olmayacağını ben de biliyorum. Ama kapıma geleni geri çeviremem. O biraz takılsın, tezgâhımdan geçsin. Vakti gelince gidecek zaten. Sen sıkma canını...” diyorum. Biraz hakîkattan hakîkaten konuşuyorum onunla. Başlıyor anlatmaya... Müşteriler, insanlar gelen giden hepsi geçiyor önümüzden. Biz, biziz o ân. Bunu bilen bilir. Sen de bilirsin. Her neyse tam anlatamıyor orada. Geçen pazar evime geliyor. İçeri giriyor. Sarılıyor bana derinden. Sahi ben en son kime sarılmıştım? Sana değil. Sana söz vermiştim çünkü sen unutmuşsundur bile...
Gönlü bana kayan bir kız vardı o zamanlar. Hep vardır zaten. Kaçındıkça kaçınmıştım. “O” beni sever. Başıma hep böyle şeyler sarar, rahat komaz. Bir gün akşam anneme “Ben falancayla dışarı çıkıyorum şimdi, bir şeyler konuşacağız, geç gelebilirim.” diyorum. Oturup çay içiyoruz. Saat ilerliyor. Benimle çay içince zaten saat hep ilerler. “Bu katı kapatıyoruz. Sizi yukarı alalım.” diyor garson çocuk. “Tamam ablacım biz laf dinleriz.” diyorum. Yukarı çıkıyoruz. Bir kısım hakîkatten sonra söze başlıyorum. “Bak güzelim. Senin bende gönlün var mı, yok mu? Sen bileceksin? Ha, varsa bak, ben çok sevdiğim birine söz verdim. Seninle hemen evleniriz. Kız daha genç. Kız daha ürkek. Bana bir şey konuşmana gerek yok. Ne düşündüğünün de bir önemi yok. Şimdi evine gidiyorsun. Bir hafta yat bakalım istihareye ben de yatacağım. Sen görürsen olur. Yoksa olmaz. “Tamam, ama görmezsem hiçbir zaman olmaz ama tamam mı?” diyor. “Olmaz zaten, sen hiç merak etme.” diyorum. Bir hafta görüşmemek üzere anlaşıyoruz. Onu taksiye bindirirken kaşla göz arası sarılıyorum ona. Kız afallıyor. “Bak.” diyorum. “Ben herkese sarılmam. Şu an burada olmak isteyen kimler var biliyor musun? Olsa da olmasa da bunun kıymetini bil. Tamam mı?” diyorum. “Tamam.” diyor, kafa sallayarak. “Bu sarılma yarım oldu. Sana bir kez daha sarılacağım. Merak etme.” diyorum.
Kız altı gün hiçbir şey görmüyor. Emînim ben sözümden. Kızın hâli sabırsız. “Sabırlı ol.” diyorum sürekli. Kız aslında sevmek istiyor beni. Kendi söylüyor bunu. İnsan gençken olur böyle şeyler. Ama bir özelliği var söz dinliyor. Bu iyi. Çünkü benim içim soğumaz hiç. Yandıkça yanarım ben. Bundan başkasını da yakamam bunu biliyorum. Bazen işlerin üzerine gidip kapatmakta fayda var. Yanlış anlama kız güzel, kız gönüllü ama benim içim geçmiş diyeyim. Yedinci gün geliyor. Kızdan halâ ses yok. Gülüyorum akşama kadar kendi kendime. O akşam çağırıyorum bunu bir çay daha içiyoruz. İçi parçalana parçalana anlatıyor. Gözünden yaşlar akıyor. “Haa, bak bu kadar basit işteee.” diyorum tebessüm ederek.” “Sen sıkma canını diyorum.” (Gördükleriyle alakalı) “Biz, olmayacağız. Bu güzel bak. Allah yüzümüze baktı, baştan haberimiz oldu. Öteki meseleleri de böyle, böyle, böyle halledersin.” diyorum. Ertesi sabah kıza son kez sarılıyorum. “Ben sözümü tutayım da...” Sonra pek görüşmüyoruz. Kız bir salaklık yapıyor. Bana değil. Benimle alakası bile yok. Çağırıyorum olayın muhataplarını. “Özür dile bundan.” diyorum. Diliyor. “Tamam. Sen bilirsin.” diyorum. Gözlerinden yaşlar aka aka gidiyor. Bir aylık falan macera toplasan. Söz dinlemek bu yüzden önemli işte... Neyse. Nâlan işte bana sarılıyor girer girmez. Ağır kadın çünkü dışarıda milletin içinde sarılamadı. Bekledi, bekledi...Sonunda beklediği gün geldi. O gün anlatıyor hikâyenin tamamını. Bir kadının nâlân olması basit bir mesele değildir cânım benim...
Anlatırım çocuk. Belki hemen, belki bilahare... Yorgunum şimdi. Çok vaktim kalmadı. Hem çocuk... Anlamıyorsun. Şurada haziran sonuna ne kaldı?
0 notes
ssblog33 · 5 years
Text
TEOS
Yazı ve Fotoğraf: Olay SALCAN, Sun Savunma.Net, 6 Eylül 2019 Anadolu ve yine Anadolu. Her yöresini adım adım gezmeye doyamadığım, gezdikçe gururlandığım ve keyif aldığım dünyanın merkezi. Ne yazık ki ne kadar gezersem gezeyim, ne kadar görürsem göreyim sahip olduklarının tamamını, hatta büyük bir kısmını tamamlayamayacağım. Bu duruma üzülüyorum ama bir taraftan da zaten Anadolu’da her yeri gezmek ve görmek bir insan hayatına sığmaz diye kendimi teselli ediyorum. Görebildiklerim ile kendimi avutuyorum.
Her zaman yazıyor ve sözlüyorum; nitelik ve nicelik olarak Anadolu, sahip oldukları ile diğer devletler ile karşılaştırıldığında açık ara ile öndedir.
Önde de turizmde nerede? Ülkeye gelen yaklaşık 40 milyon yabancı ziyaretçi sayısı ile dünya sıralamasında ilk onda. Bu gurur duyulacak bir sıralama gibi görülse de; konu Anadolu olunca düşündürücü. Senelerdir 40 milyondan bir iniyor, bir çıkıyoruz ve hep etrafında dolaşıyoruz, takıldık kaldık.
Dünya, artık dünyayı geziyor. Milyarlarca insan her yıl sayıları artarak bir ülkeden diğerine gidiyor. Bu kadar kıymetli değerlere sahip bir ülke olarak yalnızca 40 milyonla yetinmek ve bunu başarı saymak olacak şey değil. Hele bu 40 milyon yabancı ziyaretçi sayısına rağmen gelirlerin beklenene ulaşamaması da ayrı bir hayal kırıklığı. Her sene kırk milyonun üzerine onar milyon koyularak hedef belirleniyor.
Bana kalırsa bugünkü durumu ile Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısının, en az 100 milyon olması gerekir.
Bu kadar değerli ve üst düzey bir ülkede gelen yabancı ziyaretçi sayısının azlığı ve elde edilen gelirlerin düşük seviyede kalması Türkiye’nin büyük kaybıdır. Gelecek 100 milyon yabancı ziyaretçinin sağlayacağı kazançla Türkiye, dünyada bütçesi fazla veren ülkeler arasına girer.
Bu satırları okuyan turizmle uğraşan ve Türkiye’nin turizmine yön verme gayreti içerisinde olanlar, bana tüm yazdıkların hayal diyebilirler. Tabii ki hayal. Ben, Anadolu’ya ve sahip olduklarına güvenerek bu hayalleri görüyorum. Ama hayallerin gerçek olabileceğine de inanıyorum.
Yabancı ziyaretçi turizmini tüm yurda yayarak tüm Anadolu’nun turizmden yaralanmasını sağlayacağız diye birçok sözler söylendiğini senelerdir duyarım. Bu güne kadar bu başarılmış olsa idi 100 milyonu da aşmış olurduk.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın istatistiki bilgilerine göre 2018 yılında Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısı, yaklaşık 40 milyondur. Bu 40 milyonu şehirlere göre dağıttığımızda, İstanbul’a gelen yabancı ziyaretçi sayısı, yaklaşık 13,5 milyon; Antalya’ya gelen turist sayısı ise, 13 milyondur. İki şehrin toplamı, 26 milyon. Yani aslan payı, bu iki şehre gidiyor. Buna İzmir ve Muğla’ya gelen toplam yaklaşık 5 milyon yabancı ziyaretçi sayısını da dahil edersek bu dört şehre giden yabancı ziyaretçi sayısı, toplam olarak 31,5 milyonu bulur.
Bu da, turizmin Anadolu’ya ulaşamadığının, son derece dar bir alanda kısa paslaşmalar ile al gülüm ver gülüm şeklinde devam ettiğinin çarpıcı kanıtıdır.
Örneğin Muğla, İzmir, Ankara, Balıkesir, Çanakkale, Çorum, Urfa, Diyarbakır, Kars, Yozgat, Afyonkarahisar, Hatay, Erzurum, Denizli gibi şehirlerimizin sahip olduğu değerler; İstanbul ve Antalya’dan daha az ve değersiz midir ki buralara bu sayıda ya da yaklaşık yabancı ziyaretçi gelmiyor.
Yabancı ziyaretçiler, bu şehirlere gitmek istiyorlar da; bu şehirler, yabancıların kendilerine gelmesine soğuk mu bakıyorlar ya da istemiyorlar mı?
Bu şehirlerin alt yapıları, bu yoğunlukta yabancı ziyaretçiye ev sahipliği yapacak kadar yeterli değil mi?
Türkiye’nin her bölgesi, son derece zengin değerlere ve çeşitliliğe sahipken neden yanlızca batı ve güney batı bölgesi ön plana çıkıyor?
Buralara giden yabancıların gezerken normal hayatlarındaki yaşantılarını sürdürecek kolaylık tesislerini bulamam endişeleri mi var?
Yurt dışında bu bölgelerle ilgili negatif bir bilgilendirme mi mevcut?
Bu iki bölgede yaşayan halk, diğer şehirlerdeki halktan daha mı misafirperverler?
Turizmin sürdürülmesinden, geliştirilmesinden ve yaygınlaştırılmasından sorumlu bu günkü tüm kuruluşların oluşturduğu teşkilat yapısı yeterli değil mi?
Yukarıda belirttiğim hususlara başkaları da eklenebilir. Anadolu’da yabancı ziyaretçi turizmi yok denecek kadar az. Yalnız ağırlıklı olarak iki şehirde yabancı turizmi yapılarak bunu tüm Anadolu’ya mal etmek, gerçekçi değil.
Yukarıda saydığım şehirlerden benim en çok dikkatimi çeken Ankara’dır. Anadolu, dünyanın merkezi; İstanbul başşehri (şimdi olmasa bile ileride olacağına inanıyorum, bu da bir hayal); Ankara, Türkiye’nin başkentidir. Ankara, Anadolu’da bulunan şehirlerin büyük bir çoğunluğuna İstanbul’dan daha yakındır. Ayrıca Anadolu’nun kendisine has özelliklerini İstanbul’dan daha çok Ankara yansıtır. Ankara’da turizmi geliştirmeden ve gelen yabancı sayısını arttırmadan Anadolu’da yabancı turist sayısının ve turizm çeşitliğinin arttırılamayacağına inanıyorum.
Anadolu’da yabancı turizminin yaygınlaştırılması ve ziyaretçi sayının arttırılmasına katkıda bulunabilmek için Ankara’yı yabancı ziyaretçi turizminde örnek bir şehir haline getirmek, Anadolu’da turizm ateşini yakmak olacaktır. Bunun için de kültür değerlerinin geliştirilmesinin yanında sanat ve eğlenceye öncelik verilmeli; Ankara, uluslararası sanatın Türkiye’deki öncüsü; eğlencesi ile renkliliği ve coşkusu olmalıdır. Kurtuluş mücadelesinin yürütüldüğü Ankara’nın Anadolu’da turizmin yaygınlaştırılmasında merkez olabilecek en önemli şehir olacağına inanıyorum. Sahip olduğu değerlere ve imkanlara ilaveten başkent olması da onun bu görevi en iyi yapabileceğinin kanıtı olsa gerek.
Ancak her faaliyette olduğu gibi turizmde de en önemli unsur, insan faktörüdür. Ne kadar iyi niyetli, ne kadar iyi planmış, ne kadar parasal imkanlara sahip olursa olsun istekli, bilgili, bilinçli ve coşkulu insanınız yeterli değilse projelerin hayata geçirilmesi ve devamlılığının sağlaması tehlikeye girecektir.
Sık sık yurt dışına çıkıyorum ve dünyanın birçok ülkesinde Türkler tarafından işletilen Türk lokantalarını görüyorum.Gördüğüm bu lokantaların büyük bir çoğunluğu, kebap ve döner üzerine hizmet veriyorlar. Birkaç ülkede bazılarını denedim. Artık denemiyorum. Çünkü sundukları kebap ve dönerin kebap ve dönerle hiç alakası yok. Restoranlar da, kaliteli değiller. Bu lokantalara gidenler de, yalnızca ucuzundan karınlarını doyurmak için gidiyorlar.
Bu ülkelerdeki Türk restoranlarına giden insanlar, Türklerin yalnızca kebap ve döner yediği yorumunu yapabilirler. Bu Türk restoranları, belkide farkında olmadan Türk mutfağına zarar veriyorlar. Dünyada Fransız, İtalyan, Çin, Japon ve Peru mutfakları, tüm detayları ile çok iyi tanınıyor da onlardan çok ama çok daha iyi olan Türk mutfağı tanınmıyor ve hak ettiği yere ulaşamıyor.
Türkiye’de hizmet veren Fransız, İtalyan, Brezilya v.s. gibi restoranları, kendi ülkelerinden bol seçenekli menüler sunabiliyorlar. Fast food restoranlarını bu örneklerin dışında tutuyorum. Bu gibi restoranlardan bazılarını işleten ve şeflik görevi yapanların, özel olarak seçilmiş, görevlendirilmiş oldukları ve hatta desteklendikleri fikrine kapılıyorum.
Peki neden bu konuyu burada yazmak ihtiyacını duydum? Çünkü son zamanlarda çok popüler olan bir konu var: Gastronomi Turizmi.
Bana göre gastronomi turizmi yalnızca Türkiye’de yapılmakla olmaz. Gastronomi turizmi, yabancı turistin yaşadığı ülkede başlar ve Türkiye’de biter. Önemli merkezlerde açılacak gerçek Türk mutfağını sunan kaliteli restoranların, yürütülecek bu faaliyete etkili başlangıç noktaları olacağına inanıyorum. Açılacak bu restoranların Michelin yıldızlarının parıltılarını şimdiden görüyorum. Bana şimdi yine hayal görüyorsun diyeceksiniz, ama bunun neresi hayal? Emin olun bizim Türk mutfağı olarak sahip olduklarımız, onların mutfaklarına her bakımdan on basar.
Ben bu yazımda yalnızca Teos’dan söz edecektim. Ancak bir iki cümlede yukarıda belirttiğim konulardan bahsedeyim derken bir de baktım ki iki sayfa olmuş.
Neyse gelelim Teos’a.
İzmir’e her gidişimde Teos’u ziyaret etmeye niyet ettim. Birincisinde zamanlama hatası yaparak kapanma saatinden az bir zaman önce giriş kapısında oldum ve tamamını görmek için daha sonraki bir gelişime erteledim. İkincisinde güneşli bir havada evden ayrılıp Teos’a yaklaştığımda havanın azizliğine uğradım ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur nedeniyle aracımdan dahi çıkamayarak geri döndüm. Sonunda yani üçüncü seferde çok güzel bir havada Teos’u doya doya, keyifle gezdim.
Teos, İzmir’e 50 km. uzaklıkta. Buraya gitmek için Seferihisar ilçesinin Sığaçık limanına gitmeniz gerekiyor. Sığacık’ın içinden geçerek marinayı geçtikten sonra asfalt yolu takip ettiğinizde Teos’a ayrılan yolu gösteren işaret levhasının okunu takip ettiğinizden kısa bir süre sonra tepeden Teos harabelerini göreceksiniz.
Teos’un kapısından içeri girdiğinizde Anadolu’nun o paha biçilmez diğer bir değerlerine daha geldiğinizi hemen anlıyorsunuz. Anadolu tarihinin en güzel kesitlerinden birisini size sunacak bu müstesna eserin her bölümünü gezerken; bu şehirde yaşananları yaşar gibi oluyorum.
Beni kucaklayan bu şehrin kalıntılarını gezerken öyle bir zaman geliyor ki, bu günkü hayattan kopup geçmiş zamana gidiyorum. Sanki bir arazide değil de sokaklar arasında dolaşıyorum. Pazar yerindeki satıcıların seslerini, limana yanaşmış gemilerden karaya çıkmış gemicilerin taşkın hareketlerini, çocukların çığlık atarak koşuşturmalarını, insanların günlük hayatlarındaki telaşlarını görebiliyorum. Onlar sanki beni hiç görmüyorlar. Ben onlar için bir hayaletim. Burada zaman duruyor ve geriye sarıyor.
Bölgede sürdürülen kazılarda elde edilen verilerden Teos’a M.Ö. 1000 civarına denk gelen Protogeometrik Dönem’den itibaren yerleşildiği anlaşılmaktadır.
Zamanında sanatkar şehri diye de adlandırılan Teos’da Anakreon, Antimakhos, Epikuros, Nausiphanes, Apellikon isimli şairler ile antik çağın önemli filozof ve sanatçılarından olan Hekataios yaşamıştır.
Ionia Bölgesi’nin 12 kentinden biri olan ve M.Ö. 241-197 Pergamon Krallığı’na bağlanan Teos, M.Ö. 138-133 kralın topraklarını vasiyet yoluyla Roma’ya bırakmasıyla Roma egemenliği altına girmiştir. M.Ö. 129 yılından başlayarak Roma’nın Asia Eyaleti sınırları içerisinde yer alan kent, Roma İmparatorluğu döneminde de önemini devam ettirmiştir.
Yapılan kazı çalışmaları sonunda ortaya çıkarılan 400 adet yazıt ile Teos, Anadolu’nun en verimli ve yazıtların içeriği açısından en tatmin edici kentlerden birisidir. Bulunan vakıf, kral mektupları ve başka kentlerle yapılan anlaşmaları kapsayan yazıtlar ile Hellenistik ve Roma dönemi ile ilgili olarak tatmin edici bilgilere ulaşılmıştır. Bu yazıtlar, antik bölgede sergilenmektedir.
Ancak yazıtlar arasında 1.5 metre yüksekliğinde mermer bir stele yazılmış ve 58 satırdan oluşan ayrıntılı bir kira anlaşması en ilginçlerinden birisidir. Teoslu bir vatandaş, içinde yapılar, köleler, kutsal sunak bulunan arazisini Gymnasium’ndaki 20 ile 30 yaş grubundaki Neoslar’a bağışlamış. Neoslar da çeşitli masraflarını karşılamak ve her yıl düzenli olarak o araziden gelir elde etmek için açık arttırma ile kiraya vermişler. Arazinin önceden kime ait olduğu, nelerden oluştuğu detayları ile belirtilmiş. Bir kutsal sunaktan da söz edilmiş. Sözleşmede kutsal olarak nitelendirilen bu arazinin Neoslar tarafından yılda 3 gün kullanılabileceği de ilave edilmiş. Kutsal olması nedeni ile de arazi, vergiden muaf tutulmuş.
Bu yazıt, Gymnasium’un yapısını, Neoslar’ın mal sahibi olabildiklerini ve bunları kiraya vererek gelir elde ettiklerini göstermesi bakımından antik dünyaya ışık tutan ve başka hiçbir örneği bulunmayan geçmişten bu güne gelen nadide bir hazinedir. Ayrıca kiracının mülke zarar vermesi, arazi ve binaların yıllık bakımını yapmaması halinde ödeyeceği cezalar da, maddeler halinde kayda alınmıştır.
Akropol
Yarımadanın üzerine kurulu antik kentin ortasındaki akropol, denizden yaklaşık 35 metre yükseklikte Kocakır Tepe üzerinde yer alıyor. Şehirde bulunan iki limana da hakim konumdaki akropolde, dikdörtgen şekilli bir tapınak ile bir sunak da bulunuyor. Yaklaşık 5 metre boyundaki ana kayanın oyularak, üzerine büyük taşların koyulmasıyla oluşturulan akropolün, yazıtlarda adı geçen Zeus Kapitolos’a adandığı biliniyor.
Dionysos Tapınağı
Etrafını çevreleyen temenos duvarının trapez biçimli olması ile alışılmışın dışında bir mimari yapıya sahip olan bu tapınak, Anadolu’daki en büyük Dionysos Tapınağı olması nedeni ile haklı bir üne sahiptir. Augustus Dönemi’nin ünlü Mimarı Vitruvius’a göre tapınağın mimarı, Prieneli (Güllübahçe/Söke) Hermogenes’tir.
Gymnasion
Büyük bir bölümü halihazırda toprak altında bulunan gymnasiumun, Hellenistik dönemde inşa edildiği düşünülmektedir. Ele geçirilen M.Ö.2. yüzyıla ait bir yazıtta, Polythros’un kurmuş olduğu vakıf okulunda hem kız hem erkek çocukların, okuma, yazma ve edebiyat dersleri için 3 ayrı öğretmene yılda 500-600, ayrıca müzik öğretmenine 700, spor öğretmenine her birine 500 drahmi ücreti ödedikleri belirtilmektedir.
Bouleuterion
Bouleuterion, Antik Teos kentinde zamana, doğal olaylara ve insanların yaptığı kıyımlara karşı koyarak en iyi şekilde ayakta kalabilmiş yapı diyebilirim. Bouleuterion’un oturma bölümü, yarım daireden biraz büyük olarak inşa edilmiştir. En üst oturma sırasının arkasında yapının arka duvarına paralel konuşlandırılan fil ayaklarının, daha sonraları yapıya ilave edildikleri büyük bir olasılıktır.
Kentle ilgili kararları alan meclisin toplandığı bu yapının, 850 kişilik oturma kapasitesi ve agoraya yakınlığı nedeni ile tiyatro, müzik gibi sosyal faaliyetler için de kullanıldığı düşünülmektedir.
Tiyatro
Zamanın sanatçıları için özel bir yeri olan tiyatro, şehrin güney ucunda bulunmaktadır. At nalı planı ve yamaç eğimi mimari yapısıyla Helenistik karakterdedir. Daha sonra Roma çağında genişletilerek seyirci kapasitesinin arttırıldığı görülmektedir. Sahne korunmuş olarak bu güne kadar gelebilmiş olmasına rağmen oturma sıraları için aynı şeyleri söylemek maalesef mümkün değil.
Agora Tapınağı
Tanrıça Apollonis Eusebes Apobateria’ya adanmış olan ve agoranın içerisinde yer alan bu tapınak hakkında bu zamana kadar elde edilen bilgiler, sınırlı kalmıştır.
Güney Limanı
Kuzey ve güney limanları olmak üzere iki limanı sahip olan Teos, antik dönemin bir liman kenti olarak deniz ticareti ile ekonomik açıdan tarihte önemli rol oynamıştır. Kuzey limanından günümüze pek bir kalıntı kalmamış olmasına rağmen; güney limanı, Roma dönemine ait kalıntıları ile tüm Anadolu sahillerindeki en iyi korunmuş antik limandır.
Heredot’un “Dünyanın en ılımlı yeri” diye söz ettiği, antik çağın önemli filozof ve sanatçılarının yaşadığı, zamanın büyük şairlerinin şiirlerine ilham olan ve deniz aşırı ticaretin önemli merkezi Teos antik kentini arkamda bırakırken; tarihin geriye doğru giden merdivenlerindeki 3000 yıl öncesinin basamağında durarak zamanı yaşamanın hayatta yaşanılacak en büyük güzelliklerden birisi olduğunu düşünüyorum.
Antik şehrin kapısından çıktığım anda da 21. yüzyıldayım. M.Ö. 1000 nci yıldan 2019’a bir kapının eşiğini aşarak geçebildim. Zaman yolculuğu bu olsa gerek.
Artık gönlüm rahat, keyfim yerinde. Sonunda Teos’u gördüm. Park yerinden tepeye çıkarak bu muhteşem kente Anadolu’ya duyduğum aşk ve gururla bir defa daha baktım.
Aracıma binip Teos arkamda uzaklaşmaya başladıkça benim de aklımdan bundan sonra tarihte geriye doğru giden merdivenin hangi basamağında olacağım merakı vardı.
Hoşça kalınız.
  FOTOĞRAF GALERİSİ
  #gallery-0-4 { margin: auto; } #gallery-0-4 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 20%; } #gallery-0-4 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-4 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
TEOS TEOS Yazı ve Fotoğraf: Olay SALCAN, Sun Savunma.Net, 6 Eylül 2019 Anadolu ve yine Anadolu. Her yöresini adım adım gezmeye doyamadığım, gezdikçe gururlandığım ve keyif aldığım dünyanın merkezi.
0 notes
muhurlu-kalp · 5 years
Text
HOŞÇAKAL ADAM…
Bazen Allah küçük tesadüfler sunar sana. Küçük tesadüflerle birisini çıkartı verir karşına. Ben bu insanların hayatta güzel şeyler vereceğine inanan tarafta oldum daima. Ama eğer ki sen bencillik eder, vicdanını yok sayar ve taşlaşmış yüreğinle hareket edersen işte o zaman belki de milyonda bir karşına çıkacak olan şansı kendi ellerinle yok edersin.
İşte o küçük ve normalde olmaması gereken tesadüflerle girdik birbirimizin hayatına. Ben kendimi anlattıkça sana sen bende kendini gördüğünü söyledin. En zor zamanlarımı geçirdiğim bir dönemde, bir ilişkiye hiçte hazır olmadığım zamanlarda giriverdin hayatıma. Ben hep kaçmaya çalıştım oysa ki senden. Buluşmaya karar verdiğimizde bile buluşacağımız günü beklemeden az da olsa görebilmek için geldin yanıma. Uzun zaman sonra ilk defa yüreğimde bir yeşerme olmuştu. İlk defa seninle konuşurken yüzümde gerçek gülümsemeler oluşmuştu. Ama olamazdı bu dönem çok yanlıştı benim için. Babam her gece ağrılarla inlerken, kendi ellerimle ona narkotik ilaçlar verirken, tükürdüğü zaman kan gelirken, bağırsağı karnından dışarıda iken poposundan kan gelirken ben nasıl bir ilişkiye kendimi alıştırabilirdim.
Kısacası babam her gün ellerimde ölürken ve bütün yük benim omuzlarımda iken ya senide sıkarsam ya senide bunaltırsam. Hakkım yoktu buna. Babam hastanedeydi yeni ameliyat olacaktı hatırlar mısın bilmem babama iyi geleceğini söylediğin mavi yumurtaları alıp hastaneye geldin koşarak. Aşağıya indik bir kahve içmeye ve ben çok kalamadım aşağıda yukarı çıkmam gerektiğini söyledim. İşte orada sana yalan söylemiştim aslında. Kalabilirdim biraz daha yanında. Ama gözlerime baktığında midemde uçuşan kelebeklere engel olamıyordum. Gözlerine baktığımda gözlerinde kayboluyordum. Kaçmak istedim senden. Çünkü bunca acının ortasında daha fazlasını kaldıramazdım. Ama olmadı kaçamadım işte senden. Dedim ki ha gayret kızım bunca tesadüfle hayatına giren insan ya sana bir şey öğretir ya da sen bir şey öğretirsin ona. Kaçma aşktan çünkü dolu dolu yaşanan bir aşk iyi gelirdi tüm acılara. Sonunda bu kadar acı çekeceğimi bilsem inan sonsuza kadar kaçar gelmezdim asla sana. Bu süreç sonunda sen bana insanların benim acılarımı hiçe sayabileceğini öğrettin, bense sana aşkın hala var olduğunu ve bir insanın tekrardan aşık olabileceğini öğrettim. Ama bir tek korkularından kurtulup dolu dolu bir aşkı yaşamayı öğretemedim sana.
Öyle beylik laflarla girdin ki hayatıma. Yok 1950 lerde ki aşklara inanıyorum ben. Yok bir insana değer vermişsen eğer ne yaşı ne boyu ne posu önemli değil. Yok aşk dolu dolu yaşanmalı. Yok aşk çok yüce bir duygu bulduğunda değeri bilinmeli vs vs.. Ben sana geçmiş ve şuan ki tüm acılarımla geldim adam. Saklamadım senden hiçbir şeyi. Sana o kadar şeffaf oldum ki kimseye olmadığım kadar. Bütün acılarımı bil sende acı olma bana istedim. Çünkü biliyordun ben sana param parça geldim. Ve şuanda tuzla buz ettin beni yaşattıklarınla. Oysa ben gerçekten aşkın her şeyi yeneceğine inandığını sanmıştım. Oysa ben parçalanmış yerlerimi öpeceğini, iyileştireceğini sanmıştım. Nerden bilebilirdim un ufak olacağımı. Ve ben iyileştikçe seni de iyileştirecektim adam. Birlikte iyi olacaktık. Birlikte inandığımızı söylediğimiz aşkı insanlara kanıtlayacaktık. İnkâr edemezsin asla ben tüm acılarımı içime gömüp seni iyileştirmek için bir şeyler yapmaya çalıştım hep. Ve iyileştikçe hep korktun, hep kaçmaya çalıştın sen. Kaçmaman gitmemen için bir şeyler yapmaya çalıştıkça ben sen daha çok kaçtın, daha çok acı verdin kaçarak bana. Ama anlamadığın bir şey vardı adam. Benim canım her şeyim kanım babam gözlerimin önünde her dakika erirken, her dakika ölürken ölüm gerçeğini bir kenara bırakıp yaşanması mümkün olan anıları ertelemek istemedim ben hiçbir zaman. Yaşanması mümkünken yaşamak istedim tüm mutlulukları ve aşkı doya doya hastanede önümde 5 yaşında bir çocuğun ölümünü görürken. Ölüm denen gerçeğe bu kadar yakınken sevgisiz huzursuz bir dakika bile zaman geçirmek istemedim ben. Her anımız güzel olsun, her anımız birlikte mutlu olsun, her anımız sevgi dolu olsun diye yaptım ne yaptı isem.
İstanbul’un ışıklarına karşı yanında oturup ağlayarak anlattığımda sana omuzlarımda ki büyük yükü, başımı omzuna yaslayıp sende bana yükle o yükü çekinme dediğinde inanmak istedim sana. Nerden bilebilirdim omuzlarına ufacık bir yükü dahi alamayacağını. Ben sana enkaz olmuş bir gemi gibi olan yüreğimle bir liman gibi sığınmak istedim. Huzur limanım ol benim istedim. Huzur bulduğum tek yer olacağına ve sana huzur vereceğime and içtim o an ben içimden. Ama tam da güzelce gözlerime baktığında güzelce saçlarımı okşadığında ve ben güzelce senin yüzünü okşadığımda huzur işte bu derken senin geri adımlarınla karşılaştım hep. İleri daha ileri gitmek varken her geçen gün biz mehter takımı gibi 2 ileri 1 geri olmaya başladık senin korkularından. Sadece bir dakika kapat gözlerini benim yerime koy kendini adam. Benim yaşadıklarımı yaşadığını düşün. Ve sen söyle ne kadar katlanabilirdin her şey güzel olsun diye çırpınırken sen, her şeyi sürekli geri saran bir kadına. Dayanamadım gücüm yetmedi be adam gücüm yetmedi. Yetsin çok istedim ama olmadı. O kadar ihtiyacım olduğu zamanlarda sana sen kaçtıkça biz bittik be adam. Bitirdin bizi sürekli bir adım geri kaçarak.
Ve sana bilmediğin bir şey daha itiraf edeyim mi adam. Benim babamdan sonra koklayarak öptüğüm tek adamdın sen. Çünkü babam ellerimden her an kayıp giderken ben seni her an hayatıma dâhil ediyordum adam. Ben seni bir insan olarak sevdim önce, daha sonra bir dost, bir arkadaş. Ben bazen seni bir annenin şefkati ile sevdim be adam. Bir annenin evladına duyduğu o saf hislerle sevdim. Ben seni her hisle sevdim ve sana her türlü sevgi ile yaklaştım adam. Karşılığında senden tek istediğim bu zor zamanlarımda biraz sevgi, biraz değer, biraz ilgiydi sadece. Bu zor zamanlarımda bana destek olmanı bekledim sadece senden. Senin de dediğin gibi omuzlarımda ki yükü sevginle biraz hafifletmeni bekledim senden sadece. Biraz baba şefkati, biraz abi ilgisi ama çokça sevgi iyileştirecekti belki de bütün yaralarımı. Ama sen kapanmak üzere olan kabuk bağlamış yaralarımı tekrardan kanatarak kangrene çevirdin belki de farkında olmadan. Çok zor değildi oysa birlikte mutluluğu yakalamak birbirimizi yormadan. Yani en azından benim için çok zor değildi. Çünkü ben her şeyin sevgi ile aşk ile düzeleceğine inananlardanım hala usanmadan.
Affet beni ama çok yorgunum be adam. Benim güvenle, huzur içinde yaslanacağım bir omuza ihtiyacım var sadece zorlu sevdam. Birlikte BİZ olacağım bir adama. Bu sana fazla geldi be adam. Bu sana yük gibi geldi ve bu beni daha da derinden yaraladı sen anlamasan da her zaman. Oysa en başta hayalim bu değildi adam. Tek hayalim vardı karşımda aşka inandığını, aşk uğruna her türlü fedakârlığın yapılmasına inandığını söyleyen bir adam ile bir yola çıkarak yolun sonunu düşünmeden bir aşka dalmak karşılıklı mutlu olmak vardı be adam. Nereye kadar giderse gitsin her anını mutlu ve aşk dolu geçireceğim bir adam istedim ben sadece hayatımda. Olmadı, olduramadık, olduramadın be adam. Biraz oldurabilseydin ömrümü önüne sererdim. Biraz oldurabilseydin sana gerçek saf sevginin gücünü gösterebilirdim. Ama anladım ki artık senin gözlerin kör, yüreğin sağır, vicdanın yok bunları göremeyecek kadar.
Hani o çok sevdiğim film var ya seninle izlediğimiz. Özellikle izle istedim. Özellikle izle ve anla aşkın, sevginin gücünü istedim. Hala bir umut vardı izlerken içimde en başta bana anlattığın o aşkın değerini bilen adam olduğuna dair. Ama ne yazık ki çok kısa sürede anladım ki yanılmışım be adam. İnsanın ağzından çıkanlar ile yaşattıkları aynı olmuyormuş ve bu karşıda ki insanı bir kere değil her an bin defa öldürüyormuş be adam. Ben seninle birlikte aşkla mutlu yaşamak isterken; her gün bin defa ölmekten yoruldum senin duygusuzluğun yüzünden be adam. Affet beni adam yüreğim dayanmadı böyle ölmeye her an. Oysa senin eline kıymık batsa benim canım acırdı. Senin canın yansa benim yüreğim parçalanırdı anlayamadın bunu hiçbir zaman.
Hani demiştin ya genelde kötüyü düşünüp ona göre hazırlıyorum kendimi daha az yara almak için diye. Bile isteye sana yara vereceğimi nasıl düşünebildin sen mutlu ol diye elimden geleni yaptığımı gördüğün halde. Ama sen bile isteye ne kadar yara verdin göremedin bunu hiçbir zaman. 1950 ler de ki aşklarda yara almamak için derin yaralar açmak yoktu be adam. O zamanın insanı sonsuz bir duygu selinde, sonsuz bir aşk ile saf duygularla yaşardı. İşte ben o zamanların insanı olduğum içindi aslında bu kadar yaralanmam. O zamanın insanı gerekirse ben yara alayım ama karşımda ki mutlu olsun diyebilen insanlardı be adam. İşte tam da bu yüzden o çok sevdiğim filmin sözleri ile bitireceğim ben bu yazımı. Sen daha fazla sıkılma, sen daha fazla bunalma, sen daha fazla zorlanma diye gidiyorum hayatından. Acılarımı yüreğime gömüp tam da istediğin gibi senide sana bırakıp çıkıyorum tamamen hayatından.
“Biz yaşayanların sana verecek bişeyi kalmamış. Bu sana son mektubum. Ben yaralarımı sardım öyle geldim sana. Sen yaranın nerde olduğunu bile bilmiyosun. Cebimde bi tek hoşca-kal yoktu sana. Ben uyurken koymuşsun cebime…”
HOŞÇA KAL…
0 notes