Tumgik
#gülücük ile. evet.
seydattr58 · 1 year
Text
İlk emir gibi mübarek saydım seni…
Oku'yorum gözlerini…
Yol Olsun sesin..
Beni getirsin Sana..
İki de gülücük olsun sofrada..
Duayı Sen Oku
“Amin’‘demek düşsün bana..
Ey sebebim…
Sende yağmur Yağmasa
Bende toprak kokusu olmaz.
Ey gönlümün gölgesinde dinlendirdiğim..!
sensizliği, senliliği, sendeliği sırf içinde ’'sen” var diye sevdim..
Yine adına süründü dilim
Sürçü lisan ettiysem aşk ola..
Fatih'in İstanbul'a sevdası gibisin içimde..
Gemileri karadan yürütmeyi beceremem belki evet, ama bil ki
Kalbini dizelerimle kuşatacak kadar kahraman
Ve Boğazında düğüm olacak kadar sevdalıyım sana..
Telaşımı hoş gör, ıslandığım ilk yağmurumsun..
Kabul edilmesini arzu ettiğim duâm gibi taşıyorum yüreğimde seni
Elhamdülillah..
Avaz ve nida ile sesin hükmetsin gönlüme..
Bir fısıltı yeter ömrümü ömrüne vermeye..
Sen benim seccademde ki duâ'msın
Amin dediğimde göklere sığmaz taşarsın..
Ey yüreği cennettim olan yâr..!
Elhamdüllilah yüreğimle seviyorum seni..
Başkası haram bana
Emanet olsun sevdan bana, sen yaradana...
Tumblr media
...
Seni özlemek istemiyorum ben,
Ben Seni yaşamak istiyorum,
Seni her özlediğimde Sana bakmak istiyorum
Ve Seni Sende görmek sadece....
~~~
♡Huzurum♡
~~~
99 notes · View notes
belkidebirharfimben · 2 years
Text
Demokrasiyi anladıysan salavat getir!
Bazen latife olsun diye diyorum: "Salat u selam getirmek müslümanların 'temsilî sistemi' ta 14 asır evvelden kavramış olmasındandır." Duyanlar elbette gülümsüyorlar. Gülümsetmenin bir sırrı da beklenmeyeni söylemektir. Fakat bu öyle bir beklenmeyen olacak ki muhataba mutluluk da verecek. Yani farkındalığına eriştiğinde varlığı artacak. Her neyse. Bahsimiz gülücük bahsi değil. Yok. Aslında gülücük bahsi. Varlığıyla yüzümüzü güldüren Aleyhissalatuvesselama dair bir manayı konuşacağız. Onun varlığı, eşyanın yüzünü güldürdüğü gibi, ona dair olanların tefekkürü de şeyliğimizin yüzünü güldürür. Hele anlatayım da bakalım beni güldüren sizi de güldürür mü?
Mevzu Barla Lahikası'ndaki 'Mesail-i Müteferrika' bölümünden çıkıyor. Evet. Burası şöyle bir soruyla başlıyor: "Salâvatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?" Sualde yadırganacak birşey yok. Teslimiyetin şu denli bozulduğu zamanda hikmetten bu denli sorulması garip değil. Zaten ahirzaman demek 'son tüketim tarihi' geldi-geçiyor demek. Tarihi yaklaşmış gıdalara nasıl muamele ettiğimizse malumdur. "Yesek mi yemesek mi?" Şöyle kaşığın ucuyla bir parça dile dokundursak? Tattan bir sonuca ulaşma çabaları. Kıvamdan birşeyler çıkarmaya çalışma. "Yoksa kokuyor mu?" Emin olamazsam bir de sorarım. Bir değil bin düşünürüm. Tefekkür bir zenginliğimiz. Doğru. Elhamdülillah. Ama aynı zamanda şimdinin mecburiyetidir. Çünkü eğilen kaşık değil Neo. Estağfurullah. Bozulan gıda değil biziz.
İslam bozulmadı. Bozulan biziz. Bu sebepten çok sual ediyoruz. Yediğimiz bizi zehirlemiyor. Hâşâ. Kevser zehirlemez. Esasında şifaya tâlip değiliz. Olur böyle şeyler. Sarhoşlar ayıltıcıları reddeder. Müptela için normali iptiladaki haletidir çünkü. Nefsin bu deliliğine karşı elbette bizde de silahlar var. İşte onlardan birisi tefekkür. Aklı ikna edersek ona karşı bir şansımız olabilir. Yok. Aklı dahi ikna edemiyorsak, o zaman hazırlanalım, nefsin seçtiği artık 'akıllıca' oluverecek.
Sadede dönelim. Mürşidim 'salat' ile 'selam'ın mü'min dillerinin bal u şekeri olmasını şöyle aydınlatıyor: "Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan, ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki: Ubudiyet halktan Hakka gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu es-salât ifade eder. Risalet Haktan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakıyet ister ki, selâm lâfzı onu ifade ediyor. Hem biz seyyidinâ lâfzıyla tabir ettiğimizden, diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin."
Hadi bakalım. "Şimdi bunun 'temsilî sistem' ile ne ilgisi var?" Böyle sormakta elbette hakkınız var karilerim. Ben de 'cumhuriyet, demokrasi, seçim' vs. gibi kavramlarla büyümüş bir ahirzaman çocuğu olarak şöyle cevap vereceğim: Aleyhissalatuvesselam Efendimiz, bir yönüyle, Hak Teala Hazretlerinin içimizden seçtiği mebusumuzdur. Yani içimizden seçilen elçisidir. Bu seçiliş bir 'akrebiyet' sırrıyla olmuştur. Biz oy vermiş değiliz. Fakat elbette Alîm u Hakîm olan Allah'ın seçişinden yüce bir seçiş olamayacağından müslüman gönüllerin oyları hep onadır. Biatları tereddütsüz âlemlere rahmet olan Efendilerinedir. (Biatın oydan farkı buradan görünür.) 
Seçerken biz seçmedik. Tamam. Fakat biatımız nasıl ona olacak? İşte bizim biatımız da önce kelime-i şehadetimiz, imanımız; sonra da dilimize bal u şeker kıldığımız salat u selamımızdır. Evet. Elhamdülillah ki elhamdülillah. Biz her salat u selam getirdiğimizde Aleyhissalatuvesselam Efendimize tekrar tekrar biat ederiz. Tekrar mebusluğunu sahipleniriz. Tekrar ümmeti oluruz.
Experimenter filminde Stanley Milgram hani eşine şöyle bir iltifatta bulunuyordu: "Seni hergün yeniden seçiyorum." (Filmi izleyenler veya Milgram deneyleri nedir bilenler mezkûr iltifatın edenin-edilenin gözünde ne denli büyük olduğunu kavrayacaklardır.) Biz de her salat u selam getirişimizde şunu söylemiş oluyoruz belki: "Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz."
Şimdi ilk paragrafı hatırlamak da yerinde olacak: "Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz istikbalde, ebedü'l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir."
İşte bir 'temsilî sistem' dersi daha. Aleyhissalatuvesselam Efendimiz zaten Allah'ın peygamberi. Bizim biatımız onun bu akrebiyet makamında bir değişiklik yapmayacak. Yani onayımızla-biatımızla nebi olmayacak. Lakin yine de duamıza ihtiyaç gösteriyor. Neden? Çünkü ona dua etmeye bizim ihtiyacımız var. Zaten bihakkın ifa ettiği vazifeyi yapabilmesi ümmetinin 'kurbiyetinin artması yönünde edeceği dua'yla da ilgilidir. Çünkü o 'abduhu ve resuluhu'dur. Hem abddır hem resuldür. Salatın bir manası da yardımdır. Biz Aleyhissalatuvesselama onun Rabbü'l-Âlemîn katında daha büyük mazhariyetlere uğraması için dua ederiz. Ubudiyetine karıncalığımızla iştiraktir bu. Desteğimizi-sevgimizi gösteririz. Tıpkı bir memleket ahalisinin devlet katında nüfuzu tam olsun diye mebuslarına desteklerini gösterdikleri gibi. Temsilî sistemin bir ayağı budur.
Yanlış anlaşılmasın. Aleyhissalatuvesselam Efendimiz seçim bölgelerine beş senede bir uğrayan mebuslara benzemez. Yukarıda deniliyor ya: 'bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır.' (Hem ayet zaten haber veriyor: "Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir.") Onun bu şiddetli ilgisidir ki, üzerimizdeki hakkı olarak, bizi de kendisiyle daha dinamik bir ilişki içinde olmaya itmiştir. Biz beş senede bir oy kullanmayız. Her namaz kılışımızda, her tesbihat yapışımızda, hatta her ismi anıldığında ona oyumuzu veririz. Bu oy hem kalbimizin ona olan biatını yeniler hem de onun elçimiz olduğu makama yardım eder. Sünnete ittibamız da yine minvaldedir. Madem o elçinin hayatımızın her anına ilgisi vardır, elbette, endişelendiği her ana rehberliği de olacaktır. İşte o rehberliğin zarureti sünnet-i seniyyesinin aramızdaki itibarıdır. İttibaımızdır.
Peki ya selam? Onu nasıl anlamalıyız? "Risalet Haktan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakıyet ister ki, selâm lâfzı onu ifade ediyor." Evet. Bir mebusun hem devlete karşı hem halkına karşı vazifeleri var. Devletten emredileni halkına bildirdiği gibi halkın ihtiyaçlarını da devlete bildiriyor. İhtiyaçlarımızı bildirebilmesi için 'salat' ile yardımda bulunduk. Üzerindeki rahmet tecellilerinin artmasını diledik. Zira o tecelliler arttıkça, Rahman u Rahim'in, onun üzerinden muhtaç olduklarımızı bağışlaması da artacak. Fakat, dedik ya, elçinin görevi yalnızca bir boyutlu değil. Allah'ın emirlerini de bize bildiriyor. Orada da bizden selamet bulması lazım. Devletin gönderdiği elçiye eziyet edenler, mesajını reddedenler, sünnetine hakk-ı hayat vermeyenler elbette selamet de sunmamış olurlar. "Elçiye zeval yok!" denilir. Eğer ona selamet alanı sağlanmazsa irşadının nimetlerinden de faydalanılamaz.
İşte bir 'temsilî sistem' öğretisi daha: Biat ettiğiniz aranızda selamet bulmalı. Bulması için de dua etmelisiniz. Dikkat göstermelisiniz. Fem-i mübarekinden çıkmış sözün kalbimizde selamet bulmasından tutun, en küçük sünnî detayın dahi hayatınızda selamet bulmasına kadar, 'müsaitleşmelisiniz.' Sadece mebustan istemek yok. Öyle değil. Mebusun emrettiklerine de riayet edilecek. (Mebus onunla da elçiliğine destek kazanacak.) Sadece mebusun ihtiyaçlarınızı kollaması yok. Öyle değil. Siz de mebusun aranızdaki emeğini kollayacaksınız. Elçiniz önce sizde selamet bulacak ki elçilik yapabilecek. İttibaınızla muvaffakiyeti artacak. Ve siz de selameti için duaya berdevam olacaksınız. Evet. Bu iki kanadın birlikteliğiyle Hakkın kainatta insana biçtiği fonksiyon yerini bulacak. Nübüvvetin akrebiyeti ile velayetin kurbiyeti birbirleriyle buradan buluşacaklar.
"Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma salâvat getirmek tek başıyla bir tarik-i hakikattır." İlk cümleye en son gelebildik. Sağlık olsun. Eh, evet, bir ahirzaman çocuğunun mürşidini anlamaya çalışmasına şahit oldunuz. Kızmayın. Ve de korkmayın. Olayı "Demokrasiyi önce müslümanlar bulmuştu!" gibi saçma bir noktaya götürmeyeceğim. Sadece şunu söylüyorum: "Müslümanlar 'temsilî sistem' nasıl işler bunu 'peygambere iman' ettikleri günden itibaren biliyorlardı." İnanmayanlar için şahit de tutuyorum: Salavattaki derinlik derinliğimizin ispatıdır, vesselam.
0 notes
kimmkitsuragi · 3 years
Text
btw türkçe rant etmeyi çok sevdim bi de şunu diycem dışardan biriyle bu bölümde yaşadığım korku hikayeleri hakkında konuşurken o kadar çok validate olmuş gibi hissediyorum ki yani bölümde okuyan veya öğreten herkes mental olarak fucked bence o yüzden onlarla konuştukça daha kötü oluyorum gibi geliyor ama bir başkasıyla konuşurken diyorum ki oha this shit really isn't normal
#geçen şey demiştim bi arkadaşa lol final jüri için uyumuyorum çok fazla uyanık olduğumda da hep masa başındayım#yemek bile yiyesim gelmiyor herhalde günde 13 15 saat falan juriye çalışıyorum ama#her gün max 3 saat uyuduğum düşünlürse aslında daha fazla çalışmam gerekir lol o zaman daha düzgün yetişirdi belki falsn#kız dedi ki oha ???????#ki evet haklı bence de ????? oha??????#bu cidden normal olmamalı ama var ya bunun gibi bi şeyi hocaya veya allah korusun asistana söylesem#verdikleri cevap hep şey oluyor buna almış olman gerekiyor hep böyle ve daha kötü olacak lol neden mızmızlanıyorsun#geçen jüriden (warm up jürisi ama valla çok zor proje verip 1 hafta zaman verdiler) hemen sonraki güne#1 değil 2 tane submission (hatta biri grup ödevi....) isteyen hocaya hocam bari 1 gün sadece birini ileri atsak sadece 1ini ya falan#diye yalvarırken bize ne dedi .... düşündükçe sinirden ağlıyorum gerçekten#'hayır deadline i ileri atamam acaba her ödevi son güne bırakmasak mi :)))'#gülücük ile. evet.#gerçekten bu bölümü ben mi bitiricem yoksa bölüm mü beni bitirecek: a tragicomedy by me#keşke en azından insan muamelesi görsek ya. zaten okulun kendisi de zor. bölüm de zor.#ikisi bir araya gelince voltronu oluşturuyorlar :^)#neyse... bugün biraz rahatlayalım zaten yakında yine ağzımıza etmeye başlayacaklar bari bugün sinirden ağlamayalım....#geçen dönem sonlara doğru her gün (eğer o gün uyuyorsam lol) yatmadan önce ağlayıp uyuyordum allahım bu yaşamak mı#bi de böyle söylenince kendimi cidden kötü hissediyorum o kadar da zor değil ben abartıyorum gibi geliyor#my brain: successfully washed sanırım lmao#gerçekten hayatım boyunca böyle yaşadığımı düşünemiyorum#dün site analiz arkadaşlarla buluştuğumuzda bunun hakkında konuştuk dedim ya#kız bölüm birincisi diyo ki ben mezun olduktan sonra başka bölüm mü okusam diye düşünüyorum JAJSJNSJDH#ben de 2.yim yani düşünmedim değil lmao#ama gelecek hakkında düşünmeyi sevmiyorum lets change the subject#me: i cant imagine living like this#also me: yüksek lisans düşünüyorum.....#neyse çok boş attım ne dedim onu bile bilmiyorum şu an ama konunun özeti ben cidden bıktım#bunu diyince kendimi kötü hissediyorum derdine bak en büyük derdin okul ne kadar da... çocukça? zayıf? saçma? bir dert#insanlar neler yaşıyor ben daha bunu bile kaldıramıyorum lol ama fr mental ve fiziksel sağlığım çökecek yakında diye korkuyorum... neyse bye#neg
0 notes
gercekhikayem · 3 years
Text
Ben böyle değildim
“ Offf bembeyaz kocaman göğüslerin, hadi o küçük amcığını da göster” Telefonu biraz aşağıya indirdim ve bacakaramı görecek şekilde yatağa yerleştirdim. “ Dilim parmağının gezdiği yerde, şimdi sikimi de ağzına sokacağım ikimiz de birbirinin ağzına boşalacağız, hiç ağzına boşaldılar mı” “ Hayır” diye fısıldayabildim sadece. İki parmağım vıcık vıcık olmuş amımı parmaklarken aşağıya doğru telefonunun ekranına baktım. O da sikini ve altında sarkan taşakları gösteriyordu bana. Uzun yuvarlak başlı gövdesinde belirgin kalın bir damar olan güzel bir sik. Geçen gün de gördüm, belki en az beş kere daha gördüm ama her gördüğümde daha çok içimde istiyorum. “Boğazına kadar soktum sikimi, her damlasını yutacaksın yoksa götünü de sikerim, okşa götünü de” İçimde daireler çizen parmaklarım ile ıslaklığımın indiği arka deliğimi de okşadım. Aynı anda iki delik üzerinde gezdi elim. Çok yakınım. “Dur yalama artık geliyorum” “ Çok tatlı am suların boşal orospum boşal” Karnım titreye titreye kendimi bıraktım, içindeki iki parmağımı sıktı kadınlığım. Sakinleştiğimde ben de geliyorum sesine teli elime aldım, yüzümü göstermeden o güzel penisten fışkıran dölleri seyrettim. “ İşte böyle yut, hepsini yut” diye bağırdı. Kocamdan görmediğim kadar döl ellerinden taştı, daha iki gün önce olduğu gibi koyu beyaz dölleri penisinden aşağıya süzüldü durmadan. Uzandım teli kapattım.
Yani eski kocamdan görmediğim kadar döl demeliydim. Her şey neredeyse altı ay önce filan başladı. Kocamdan fiziken ayrılalı bir yıl resmi olarak ayrılalı üç ay olmuştu. Daha 22 yaşımda kız oğlan kız olarak evlendiğim adama dört yıl zor dayanmıştım. Tanıdığım ilk erkekti ve genç kız saflığı ile vurulmuş ve evlenmiştik. Hem kaba hem görgüsüz hem beş parasız hem yalancı, say say bitmez. Gerçekleri görmem iki yıl evden ayrılmak bir yıl daha sürdü. Boşanma sonrası annemlerin evinde çatı arası gibi düzenlenmiş bir tam bir yarım odalı üçüncü katta tekrar genç kızlık günlerime dönmüştüm. Online ders vermeye devam ettiğim bir gün bir yandan da en yakın arkadaşım ile kaynatıyorduk. “Artık bulursun düzgün birini acelen de yok rahat rahat, senin gibi güzel olsam kapımda kuyruk olur”. Arkadaşım benimle yaşıt 27′sinde hala bekar ve bakire idi. Evlenmemiş olsam bu tutucu aile çevresinde ben de öyle olurdum muhtemelen. “ Önce seni evlendireceğiz kızım” diye takıldım. Son bir kaç ayda online arkadaş bulma sitelerinde veya saçma sapan mesleki forumlarda yazıştığı erkekler ile sanal flörtleşiyordu. “ Aman bela o işler, iki merhaba dediğin sikinin resmini gönderiyor veya otele çağırıyor, sana da bir hesap açsak ya” “ Ben gördüm göreceğimi” deyince kahkaha attık. Sonra iki sitede hesap açtık takma isim ile, bir tanesinde uyum oranlarını gösteriyor erkekler ile. Arkadaşımın uyumu yüksek bir kişi ile bir kaç aydır yazıştığını hatta buluşacaklarını biliyordum ilgimi çekti. Sonra bir site daha gösterdi. “Bak bu da tam çöp, Avrupa’da garibanlar kullanırmış burada kötü kadınlar ve tam abazanlar kullanıyor, konum açarsan çevrende kim var kabak gibi çıkıyor, o yüzden tamamen sahte bir profil aç ben çok eğleniyorum evli komşular filan bile var” Onda da bir hesap açtık, nasılsa evdeyim pandemi yüzünden tam can sıkıntısı. Beni 35 yaşında dul bir kadın olarak tanıtan bir hesap açtık
Arkadaşın dediği gibi oldu. Kısa sürede onlarca beğeni mesaj. Profili daha düzgün uyum oranı daha yüksek bir kaç kişinin mesajına cevap yazdım. Dendiği gibi bazısı hemen çıplak resmini veya kalkmış sikinin fotosunu gönderdi. Atletli cılız amele tipler çoğu. Ya da bir otelde beni kaç saat kaç liraya sikebileceği mesajları gönderen nargile kafe tipleri. Her gece onlarca kişi engelliyor ama birilerinin yüzümü göstermediğim düz renk kıyafetli fotomdan beni beğenmesi hoşuma gidiyordu. Yazışmaya devam ettiğim gerçekten eş veya sevgili bulma havasında üç dört kişi oluyordu daima. Hatta biri ile sanal sanal flörtleşmeye bile başlamıştık. Yakışıklı 35 yaşlarında, kültürlü bir adam. Engellemelerim sonucu gelen penis fotoları azalsa da, kocam ile son beraber olduğum tarihten uzaklaştıkça resimleri hemen silmek yerine inceleme sürem artarak siliyordum. Diğer uygulamaya ise çok sıkıldığım gecenin bir yarısında girdim. Gelen mesajların hepsi koyduğum sahte kadın fotosuna yazılan sikerim sokarım mesajları idi. Ama ilk defa orada içimde bir şeyler kıpırdanmasına bir mesaj sebep oldu. Mesajları silerken aynı şehirden bir genç seni bununla sikeceğim diye kolum kalınlığında aletinin resmini göndermişti. Bu ülkede erkek olmak ne güzel. Profilinde kendi resmi elinde sigara. Uzun uzun baktığım aletinin büyüklüğü dışında yazdıkları nedeniyle de silmem gecikti. O koca götün ile akşam dükkanıma geldiğinde seni tezgahın arkasına eğeceğim, yapma diyeceksin ama on yıldır yarak görmemiş dul amın ıslanmış olacak. Üzerindeki elbiseyi donunu çıkarmadan sikeceğim amını. 18′liği sonuna kadar sokacağım. Siktiğim her karı gibi sen de ağlayacaksın soktuğumda. Spermlerim dolacak amına. Hemen engelledim herifi. Ama elim bacakarama gitti. Neredeyse bir yıldan fazla süredir seks hayatım yok. Külodumu sıyırdım tek elim ile okşuyorum kendimi. Offf ne çabuk ıslandı parmaklarım. Uygulama yakındaki erkekleri de gösteriyor. Yakın çemberde bir sürü amele tip. İki tanesi ellisine merdiven dayamış, birisi kırkında. Kırk yaşındakinin profilinde doktor yazıyor, bana merhaba mesajı atmış. Doktorluk yalan galiba yazıyorum buradaki herkes doktor mühendis CEO yalanını atıyor sen de onlardan mısın? Ellilerindeki adamlardan biri uzaktan tanıdık, sanki kocam ile oturduğum sitede oturuyordu, karısını kaybetmişti galiba. Kızı ile aynı okulda öğretmendik bir ara.
Elimin altında ıslanmış dudaklarım, onun da mesajı var. Daha duygusal ben de eşimi kaybettim diye. Dedim ya profilim otuzbeş yaşında dul, tek çocuklu idi gerçek benle benzerlik olmasın diye. Tek benzerlik internetten bulduğum bana benzer bir vücut yapısı. Ona da cevap yazıyorum oyun olsun diye. Bir yandan da daha ciddi uygulamadan yazıştığım kişiler ile hoş sohbetler devam ediyor, ikisi telini göndermiş buluşma teklif ediyor. Gerçekten düzgün aklı başında tiplere benziyorlar. Onun dışında boy boy sik resmi gelmiş yine bir sürü sapıktan. Hepsini yine uzun uzun inceleyerek siliyorum bu sefer tek elim hızlanıyor. Parmağımı içime soksam boşalırım. Bu katta banyo olmaması ne kötü, boşaldıktan sonra yıkanmadan uyuyamam öyle tembihlendi bana hep.
Mesaj kutusu yandı tekrar. Doktor üniformalı resmi var cevapta. “ Bu yeterli sanırım yazmış, senin için çıplaktım giyindim” “Yüzün gözükmüyor nasıl inanayım” “ Arkamda şu an haber kanalı açık onun ile çekilmiş gönderebilirim ben senin kadın olduğuna nasıl inanayım” Gönderdi de, sıra sende notu düşerek. Kalktım odamdaki televizyonu açtım. Yüzümü boynumu göstermeden bel üstü bir foto attım, üzerimde eski uyuma penyem. Bacak aramın ıslaklığı yaptırıyor bana bunları. Göndermesem lazım böyle bir fotoyu. Foto üzerinde biraz oynayıp nerede ise siyah beyaz hale getiriyorum. “ Göğüslerinin sağlığı için uyurken sütyen takma” “Sağolun doktor bey” “Ahmet ben” Aklıma bir isim gelmedi, aklıma ilk gelen  ismi yazdım “ Aslı ben” kankamın ismi ne salağım. “ Aradığın ne Aslı, buradakilerin bir kısmı profesyonel, bir kısmı zengin koca avcısı, çok azı buluşma profili arıyor” “ Ben o az içindeyim peki sen” “ Ben pandemi öncesinde profesyonelleri eve çağırmak için kullanıyordum, şimdi covid korkusundan sadece sanal seks için burdayım” “ O nasıl oluyor” yazdım safça. Bir süre inanmadı bu soruma hatta böyle muhabbete başlayıp sonra kamera açmak veya buluşmak için para isteyenlerden bahsetti. Yok yazdım ilk foto ücretsiz diye gülücük gönderdim o da anlatmaya başladı. Bir kaç kadın ile buradan başladığını sonra sahte mail ile skype üzerinden yüzlerini görmeden soyunarak mastürbasyon yaptıklarını biri ile dayanamayıp buluştuklarını. Ne dünyalar var. Sonra bir anda girdi konuya, seninle yazışırken bir elim sikimdeydi. Doktorum 1.80 boyum. Hiç evlenmedim. Biraz kiloluyum, sikim de büyük. Altımda ağlata ağlata sikerim kadınları. Üç gün önce bu hastanedeki ilk hemşiremi siktim gece vardiyasında. İki posta siktim evli karıyı, ilkinde alırken ağladı. Sabaha karşı gelip bir kere daha siktirmek için yalvardı. Şimdi sıra ile diğer hemşireler de gelir, ağızları gevşektir. Bana kendini anlatsana sen de.
O bunları yazarken kendimi sakin okşamalarım sürüyordu. Sonraki mesajdaki fotonun altına bu da hemşireye giren yazmış. Çamaşır içinde yan yatmış bir sertlik, çıplak değil. “ İki yıldır dul, 35 yaşında ev hanımı bir kadınım” Yaş ve meslek ile ilgili yalan dışında gerçekleri yazmaya başladım. “ Hiç böyle bir şey yapmadım hayatımda, tek erkek kocam oldu. Bir yetmişe yakın boyum, son günlerde sıkı diyet ile kilom 56′ya düştü uygun mudur doktor bey :)” “ Evet ideal, vücudunu anlat bana, seni nasıl sikeceğime karar vereyim veya boydan bir resmini gönder yüzünü gizleyebilirsin bak bu da örnek” Ayna karşısında yüzü gözükmeyen kısa şortlu bir resim, şortun önü kabarık, az kıllı biraz kilolu iri bir gövdesi var. Kalktım üzerimdeki penyeyi dar bir penye altımı da tayt ile değiştirdim. Resmi yine üzerinde oynayarak çevreyi silerek gönderdim. “ Gördüğün gibi. Göğüslerim ortalamanın üstü, göbek gidince daha çok ortaya çıktılar. Görmediğin saçlarım uzun kahverengi, düz.” “ Çok güzel kadınsın, kocan olsaydım her gece sikerdim seni. Uzun sikimi sokmayı en sevdiğim yer göğüslerinin arası olurdu. Sever misin göğüslerinin sikilmesini” “ Bilmem hiç denemedim. Şey çok mu uzun gerçekten” “ Sen istersen foto atabilirim, sapık gibi görünmek istemedim. 17 santim biraz da kalın olduğunu söyler yiyenler.” Gelen foto da dediğini kanıtlıyordu. Son günlerde gelen bir sürü sik fotosundan farklı baş kısmı yuvarlak, kalın bir alet canlı canlı şu an benimle yazışırken sertleşmiş. “ Beğendin mi?” “ Dediğin gibiymiş” “ Kocanınki nasıldı veya diğer gördüklerin” “ Sadece kocam, bundan küçüktü” “ Seni nasıl sikeceğime karar verdim, kocanın genişletemediği, şimdi okşadığın o dar amı nasıl sikeceğim biliyor musun” Haklı kendimi okşuyorum bi yandan “Hayır ne yapacaksın” Çok tahrik edici bana uzak olduğunu düşündüğüm yakışıklı, kalın sikli bir doktorun beni arzulaması. Çamaşırımı tamamen çıkardım, belden altım çıplak parmağımı soksam boşalacağım, sınırdayım. “ Çıplak resmini gönder sen beni gördün sıra sende” “Olmaz” “ Altımda ağlayan evli hemşire de olmaz diyordu odaya girerken, sonra önümde diz çöktü emdi, kendi elleri ile yerleştirdi amına. Sadece göğüslerini görsem, onlara boşalacağım.” Kocam da severdi göğüslerimi ama hiç arasını sikeceğim dememiş denememişti. Islanan parmağımı istemeden çekip üstümü soydum. Güzel bir açı ile göğüslerimi gönderdim doktora. “Ah en az on yaş genç gözüküyorlar. Haklı idi, on yaş gençtim attığım yalandan.
“ Kocandan ayrıldın mı yoksa boşanma mı” “Boşandık” “ Kim istedi boşanmayı?” “ Ben” “ O zaman düşündüğüme yakın olacak. Hala çıplaksın ve kendini okşuyorsun değil mi” Cevap yazmadım sadece ekrana bakıyordum ve evet çıplak kendimi okşuyordum. “ Hangi hastanede çalıştığımı düşünüp bulacaksın bu gece. Zor olmayacak senin için bu bölgede iki özel hastane var. Şimdi okşadığın amcığına kocanınki gibi değil benimki gibi at yarağı girmesini istiyorsun. Hem at yarağı hem de dakikalarca boşalmayacak bir yarak. Yanında yatan kocanı kaldır karnım ağrıyor diye seni hastaneye getirecek. Beni bulunca ben de anlayacağım kim olduğunu, yalandan karnına bakacağım.  Ultrason sonrasında kolonaskopi gerekebilir diyeceğim, orospu hemşire seni buyrun soyunun burada diye içeri götürürken yarım saate biter diyecek kocana, ben kadın bir doktor da çağıracağım demesi kocanı rahatlatacak. Kocan aşağıya inerken muayene odasına gireceğim. Üzerinde sadece hasta önlüğü var. Neren yanıyor göster çabuk diyeceğim üstümü çıkartırken, şimdi okşadığın amını göstererek açacaksın bacaklarını. Güzel amcığının üstüne çarpacağım sikimi. Sikim ile döveceğim. Ahh öp beni diyeceksin. Hayır orospu gibi sikeceğim seni. Gözlerin sikimde yavaş sok diyeceksin, kocamınki küçük. Kocan duysun o zaman diyeceğim. Sikim ıslak amına bir kerede girecek. Bağıracaksın sikimi yiyen her kadın gibi. Önlüğü atacağım üstünden sen yavaş ahh diye bağırırken büyük göğüslerinin küçük uçlarını ezeceğim. Çığlıkların daha da artacak ben hızlandıkça.” “ Devam edeyim mi?” Evet yazabildim tek elim ile diğer elim yapış yapış olmuş kadınlığımda. Sanki kalın siki o anda alıyormuş gibi bacaklarımı aralamış iki parmağım girmişti bile içime. “ Söyle nasıl devam edeyim?” “ Daha hızlı daha bağırtarak kocam duysun” “ Ters çevireceğim seni, ellerini duvara dayayarak arkadan amına gireceğim aniden çığlığın inletecek......” yazdıklarını okumayı bıraktım. İçime giren büyük bir yarağı düşünerek bağıra bağıra boşalmayı isteyerek ama sadece dudaklarımı ısırarak inledim, parmaklarım arasından süzüldü sularım. Yatağa yığılıp kaldım, saatler sonra uyanıp duş aldım.
Günler hatta aylar bir anda aynı sarhoşlukla geçmeye başladı. Sabah online dersler, ders aralarında eskiden öğrenciler ile konuşan ben doktor başta olmak üzere neredeyse her gece bir sürü erkek ile yazışıyordum. Nerede çekildi��i ben olduğumu belli edecek tüm izleri temizlenmiş fotolarımı gönderince önüme sertleşmiş benim için kalkmış siklerin görüntüleri yağıyordu. Sahnede gibi hissediyordum kendimi. Ama hiçbiri doktor gibi değildi. Bir süre sonra sahte hesap ile skype açtım ve haftada bir iki gece görüntülü sanal sekse geçmiştik. Hiçbirinde yüzümü göstermeden. Doktorun online olmadığı akşamlar iki cümleyi bir araya getiremeyen veya hemen kamera açıp beş saniyede boşalan siklerini gösterenleri def ediyor engelliyordum. Her gece önce sanal sohbetler sonra porno izlemek bağımlılık olmuştu. Hesap numaramı isteyen sadece karşılarında canlı soyunmam için paralar teklif eden erkekler. Hepsinin ellerinde çeşit çeşit boy boy sikleri, Görüntülü görüştüğümüz akşamlarda ise farklı farklı sikiyordu doktor beni, arada porno linkleri gönderiyordu beni iyice azdıran. Eski komşu da sık sık yazıyordu, yavaş yavaş çekingen nasıldı karı koca hayatınız diye konuya girebilmesi aylar sürmüştü. O da her gece telefon başında bekler olmuştu. Ben cinsel hayatını sorunca cesaretlenmiş gücüm kuvvetim yerinde diyerek atılmıştı. Masum dul olarak bu pandemi döneminde sanal seks istediğimi anlaşırsak sonrasında buluşacağımızı yazdım bir gece. O nasıl olacak deyince, bir kaç ay önceki kendi saflığım aklıma geldi. Ne diye sorduğum şeyin bağımlısı olmuştum artık. Göğüslerimin sütyenli bir resmini attım. Skype kurmasını sağladım onun da. Pat diye kamera açtı, benimki kapalı. Gerçekten o eski komşu. Anlat yazdım ekrana bana neler yapardın?  “Sen de kamera açsana” Yüzümü göstermeyen ve artık profesyonel olduğum şekilde ev hakkında da ipucu vermeyen bir açı ile açtım kamerayı, erkeksizlikten yanan mahçup dul rolü ile. Erkeksizlikten yanıyordum ama Alevi söndürmek için porno ve sanal seks sevdalısı idim aylardır. “Gerdek gecemizde seni odamıza kadar kucakta taşırdım” diyerek konuşmaya başladı. Ne gerdeği ya eski kuşak komik gerçekten. Neredeyse babam yaşındasın denmez ki adama nereye taşıyorsun taşısan ne yapacaksın mı yazayım. Sesi etkileyici derinden geliyor, nazik ve düzgün cümleleri. “ Önce tek tek çıkartırdım üzerindeki her şeyi, ortaya çıkan her yerini öper severdim, sonra ben soyunurdum, sonra hala iş yapar olduğumu gösterirdim” “İş yapar derken” “Hala gençleri cebimden çıkartacağımı gösterirdim” “Kendine güveniyorsun” “Sen güzel göğüslerini göster ben de güvendiğimi göstereyim” Ne de olsa benden tecrübeli konuya girmesi zor olmuştu ama yakalayınca da hızlı ilerledi olgun amcamız. Ellisini geçmiş sıradan, yakınımda yaşayan her gün görebileceğim bir adamın sikini görmek çok cazip geldi. Hemen yanı başından geçecek biri. Penyemi çıkardım sakince. Uçları sertleşmiş büyük göğüslerim gözüme daha güzel gözüktü. Ayağa kalktı ve zaten önünde çadır kurmuş siki eşofmanı aşağı inince ortaya çıktı. Çevresi tamamen kılsız, taşakları bir torba gibi sarkan ve açık renk teninden bir kaç ton koyu muz gibi kavisli bir sik. İthal muzlar kadar da uzun ve ağız sulandırıcı. Kalakaldım, bu yaşta böyle sert ve yukarı doğru bakan kalın bir alet beklemiyordum. Vücudu hafif kaslı hafif kilolu.
“Beğendin mi” “ Güzelmiş” “ Aylardır 31 çekmekten kabuk bağladı, sen de gösterir misin lütfen?” Ne nazik bir sanal seks oluyor bu. Sikinden gözümü ayırmadan altımı da çıkardım. Telefonu uygun bir açıya getirdim. “Sen buradaki paralılardan değilsin gerçekten, çok temiz kullanılmış bir amcığın var” Onlarca erkek ile yanılma denemeden sonra doktor gibi düzgün konuşan kadından anlayan bir adam ile karşılaşınca kaçırmak istemedim. “ Hadi beni nasıl sikeceğini anlat” Bir yandan eli sikinde sakin sakin konuşmaya başladı. “Kocandan sonra kimse ile oldun mu?” “ Hayır, ya sen?” “ Hayat kadınlarını saymazsan bir tane” “Hala beraber misiniz” “Yok, kocası şüphelendi” “Vay çapkınsın” “ Ama senin gibi güzel değildi amcığı, 50 yaşında idi kararmıştı amı, ben çok severim am yalamayı, hele senin ki gibi çizgi gibi amcıkları.” “ Yalar mısın beni de”  “Göğüslerinle işim bitince amcığına ineceğim gerdeğimizde. Bacaklarını sana tutturacağım iyice açılacak pembe içi. Alttan ufak ufak dilim girecek önce içine, tadına bakacağım. Sonra sen boşalana kadar devam edecek amını gezmem.” Elim üzerine gitti bile, ıslanmış haldeyim, her gece olduğu gibi. “ O ufak pembe noktan dilimin altında titreyecek, boşalırken durmayacağım am suların akacak yanaklarıma.” Sakalsız sinek kaydı yanaklarını düşündüm. Teli ıslanmış dillenmeyi düşleyen amıma yaklaştırdım. “ Sonra kucağıma alacağım seni sikimi tutturacağım sen yerleştireceksin yeni kocanı. Kucağımda sikmek gerek seni, memelerin ağzımda. Islak sıcak genç amcık. Yarak özlemiş, yıllardır.  Parmağını sardığı gibi saracak yarrağımıı” Parmağım kaydı bile içime. Göz ucu ile eli ile okşadığı sikine bakıyorum. Siki de bana bakıyor sanki. Göz gibi büyük başındaki delik. Koyu mor başı da yukarı kıvrımlı. “Sonra yan çevireceğim seni. Yavaşça yandan gireceğim amcığına nasılsa gün bizim. Bu pozisyonda bir elim göğsünde sen gelene kadar vuracağım dibine. İçinde su kalmayana kadar sikeceğim o pembe amını. Sesin kesilecek boşalman bitince, elim arka deliğin ve kalçalarında gezecek. Kocanın sikini tatmak isteyeceksin. Am suların kaplı siki ağzına vereceğim. Özledin değil mi sik yalamayı?” Evet çok özledim, yıllar önce yaladığım sik bunun kadar güzel değildi ama özledim. Telefonu kapadım. Laf anlatamayacak kadar azmış haldeyim. İki parmağım da kayboldu içimde. Yatağa kadar bile gidemeden koltuğun üstünden parmaklarım içimde kıvrılı titremeye başladım. Göğüs uçlarıma dokununca öne doğruldu yığıldım. Zorla kalktım yine, koltuk örtüsünde bir ıslaklık. Telde doktor ve başka erkeklerden mesajlar. Cevap yazmadım birine çırılçıplak sızdım kaldım. Her gece kendimi parmakladığım şu an için iki erkekli bir bağımlılık içimdeydim iyice.
262 notes · View notes
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Güzelliklere sahip değil, şahit olduğumuz bilinci, bizi hem şükrün doruklarına çıkarıyor hem de bir başkasının nazarı değer de ondan mahrum kalırız endişesinden koruyor.
Bir nimete şükretmenin en iyi yolu da, onu hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için en güzel şekilde kullanmak oluyor.
Zor zamanlardan geçerken, herkes "Şunu yaşamaya çekiniyorum" demeye başlıyor. Oysa bu, en temelde yaşamın kendisine haksızlık. Zira, orada bize bahşedilen bir iyilik ve güzellik imkanı varken, onu atıl bırakıp ve bunu sırf diğer durum nedeniyle yapıp neşeye değil de o hüzne teslim olmak çözüm değil.
İlkbahar, kışın emarelerine saygı duyarak ancak kendi potansiyelini de kucaklayarak gelir. Hiçbir tohum, "Etraf kar kış, ortalık yağmur çamur; ben çiçek açmayayım" demez. Aksine, "Bunlarla beraber, güneş de var. Ben güneşin tadını çıkarayım" der, patlatır şen kahkahasını açılan bir tomurcukla. Evet, her tohum tomurcuk olduğunda, bu aslında kainatın en güzel yaratılmış hali ile insana sevgiyle sunduğu güzel bir gülücük tebessüm...
Komşumuzun evi bahçeli değil diye neden bahçeli evde oturmaktan vazgeçelim? Onu da bahçemize davet edelim yahut bahçesini inşa etmesine yardım edelim, ona el verelim.
Birileri hüzün yaşarken, neşemizden vazgeçmek değil çare. "Benimkini al" demekten ziyade "Benimkinden ona da ver" diyebilmek çoğaltıyor sevinçleri. Daha az sahip olana kendimizdekini kısarak değil, onun da o imkana kavuşmasına yardımcı olursak anlamlı olur içinden geçtiğimiz süreç.
Gündem, 'gün'ü 'dem'ledikçe bizden. Günümüz hüznü ve neşeyi birlikte getiriyor; yağmur ve güneş gibi. Tohumların vefasını örnek alıp, açmayı bilmeli. Rabbimin bahşettiği bunca güzellikleri bir tarafa bırakıp sadece olumsuzluklara takılırsak O'nun bize ikramı olan sevgiyi mutluluğu ve çok güzel latifelerimize nankörlük etmiş olmaz mıyız?
Benim gönlüm Rabb'imi, Firdevs Cennet'ini istiyor. Bu Dünya çok dar, çok fânî... Hayallerimiz, isteklerimiz bu Dünya'ya sığmıyor. Öyle değil mi?
Rabb'imizin rızasını ve Cennet'ini kazanmak için samimice, İHLASLA, ALLAH için, İSLAM için çabalamamız şart!
Gelin hep birlikte yapalım bunu! Hepimiz gücümüz, bilgilerimiz, sahip olduklarımız nispetinde çabalayalım.
Başaralım şu işi!
Cuma'nın habercisi olan perşemde gününüz hayırla huzurla geçsin inşaallah...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
14 notes · View notes
netbilge · 2 years
Text
Haftalardır Süren Düşüşün Ardından Çıkışa Sevinmek $BTC #BTC
Haftalardır Süren Düşüşün Ardından Çıkışa Sevinmek $BTC #BTC
Haftalardır Süren Düşüşün Ardından Çıkışa Sevinmek. Evet arkadaşlar tam 10 Kasım 2021 de 68.730 Dolar olan bitcoin düşmeye başladı ve 33.048 dolara kadar düştü, yani %50 düştü. Bu noktadan yukarıya doğru çıkış şükür başladı. Henüz günlük grafikte Al pozisyonu görünmemiş olsa da umarım böyle pozitif bir yükseliş devam eder. En nihayetinde tepeden alanlar hala fazlasi ile zararda ve o gülücük…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
cumcum00-blog · 6 years
Text
Erdoğan karşıtlığının sonu mu?
AKP’nin liberal, sosyal demokrat, Kürt ulusal, başta Alevilik olmak üzere çeşitli “kimliksel” ve sol muhalefetlerin desteğini gördüğü yıllar boyunca, “Erdoğan karşıtlığı” komünist ve devrimci sola özgüydü. Yaptığım liste de gösteriyor ki, bayağı marjinalmişiz 2000’lerin ilk on yılında!
Kurumsal siyasette marjinaldik, ama kitlesel siyasette durum hiç öyle değildi ve Erdoğan nefreti memlekette en yaygın duygu durumu sayılabilirdi; hatta başlı başına bir kendiliğinden ideoloji haline gelmişti. Gezi’de o da patlayacaktı. 
2010’larda önce “tek adama”, sonra “saraya” yönelik tepki yükseldi. Yukarıdaki liste ve daha niceleri Erdoğan karşıtlığıyla kendilerini tanımlar ve bütün toplumu bu pozisyona davet eder olmuşlardı. Daha yeni, 12 Eylülcüleri yargılayacak olan Erdoğan’a omuz veren, sonuna kadar gitmesi anlamında “yetmez ama evet” diyen, Dink cinayetinin üstüne gidip kontrgerillayı tasfiye etme olasılığından heyecanlanan AKP muhalefeti (!) şimdi “1990’lara geri dönen”, “milliyetçilikle uzlaşan” Erdoğan’a sitem ediyordu. Sitemle kalınmadı, ittifaklar dağıldı. Erdoğan da kendisinden kopanlara hayli acımasız davrandı. 
Birinci evrede biz Erdoğan’ı teşhir ediyor, “AKP’yi istemiyorduk”. Gidişatın demokratikleşme değil şeriatçı-faşizme doğru olduğunu anlatmak için çok uğraştık. AKP sevdalısı muhalefetin en utanmaz sözcüleri olarak sol liberaller bizim ne milliyetçiliğimizi, ne Ergenekonculuğumuzu bıraktı. 
İkinci evrede, bu tuhaf muhalefet Erdoğan’a odaklandı. Neredeydi o ilk yıllar… Erdoğan sapmıştı orijinal, demokratik çizgisinden. Muhalefet yapıcıydı yapıcı olmasına ve Erdoğan’ı ve/veya AKP’yi yeri geldiğinde Kemal Derviş çizgisine, mutlaka Avrupa Birlikçiliğe, “farklı yaşam tarzlarına saygıya”, Kürtlerin özgürlük taleplerine razı olmaya çağırmayı sürdürdü. Tek adamcılık ve Saraycılık şiddetlendikçe bu muhalefet “yapıcılığından” hiç ödün vermedi! Bir kişinin gitmesiyle bütün dertlerin sona ereceği önermesi, aslında düzen açısından yapıcıdır.
Biz Tayyip Erdoğan’a odaklanan muhalifliğin, düzenin ve karşıdevrimin sınıf içeriğini örtmeye hizmet ettiğini anlatıyorduk. Erdoğan bir günah keçisi değil, kapitalizmin has temsilcisiydi. Ortaçağ meczupluğunu değil, sömürü düzenini temsil ediyordu…
Utanmaz sol liberallerin bize ne dediğinin bir önemi kalmamıştı artık. Artık akıllarına ne gelirse öyle takılıyorlar. Hiçbir şey bulamazlarsa adlı adınca küfredip geçiyorlar. Neyse, konumuz bu değil. Konumuz Erdoğan karşıtlığı. 
24 Haziran sonrasında Tayyip karşıtlığının tükenmeye yüz tuttuğunu gözlemleyebiliyoruz. Bakın; dolaylı örnekler versem, ciltler dolar. Şimdi CHP Trabzon milletvekilinin ekonomik krize karşı mücadelede “yerli ve milli ürünlere kalp şeklinde Türk bayrağı konsun” önerisinden söz etmeyeyim. Böyle muhaliflik olamayacağı aşikâr olduğundan, o kalbin Tayyip Bey için çarptığı gibi bir yorumda da bulunmayayım. Bu yorum kesinlikle doğru olurdu. Ama Deniz Baykal, Erdoğan’ın “bağımsız yargı arayışından” duyduğu memnuniyeti demeç diye dile getirdiyse, bunu da hapisteki bir vekilin eşine anlattıysa dolayımlarla uğraşmaya ne gerek kalır ki! Hatta bir sanatçının AKP’ye gülücük gönderip göndermediğini açığa çıkartmaya da değmez artık. Müzik dünyasının en muhalif yapımcısı Erdoğan’ın resepsiyonunun amigosu olup, aynı gemideyiz diye slogan atmaya başladıysa resim açıktır. 
Bu kadar değil. En başta sıraladığım “muhalefet” sıralarına tekrar bir göz atın. CHP’nin “solcuları birleştirmekle yetinirsek belediyeleri kaybederiz” diye özetleyebileceğimiz “ortak aklına” örneğin. Kemal ve Muharrem beylerin, Erdoğan’ın hileleri raporunun üstünde oturmaya devam edecekleri kesindir. HDP’nin, kazandığı belediyeleri imam kayyımların yönetmesinden şikâyet ettiğine rastladınız mı? Yerel seçimler söz konusu olduğunda HDP elinden zorla alınanları sineye çeken, CHP ise aylar öncesinden kaç yeri kaybedeceğini hesaplayan halleriyle Erdoğan’ın zaferini kabullenmiş görünüyorlar. Bu ortamda Erdoğan karşıtlığının geri düşmesi kaçınılmazdır.
Ancak bütün bunlar düzenin “kurumsal siyaset” alanı için geçerlidir. Herhangi bir siyasal partinin, kurumun altına sığmayan kitleler söz konusu olduğunda ise Erdoğan alerjisi popülaritesinden hiç kaybetmişe benzemiyor. Tersine krizle birlikte, Erdoğan karşıtlığı ile sermaye düzenine tepkinin giderek çakışması beklenir. Majestelerinin muhalefeti majesteyi aklaya dursun, işçi sınıfının sözünün doldurabileceği boşluk büyüyor. Boşlukların dolmaması mümkün değildir. Erdoğan karşıtlığında düzeni değiştirmeye yönelen üçüncü evre yaklaşmaktadır.
Aydemir Güler
13/09/2018
Perşembe
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/erdogan-karsitliginin-sonu-mu-247459
2 notes · View notes
rayatale · 6 years
Text
Alıştım...
-Onu seviyormusun? -evet delicesine. -o seni seviyormu? -Hayır -sevdiği birisi var değilmi? -evet var. - o sevdiğin kişi o sevdiği ile konuşunca Parçalanıyorsun değilmi? O her sevdiğini anlattıgında ona gülücük atarken ağlıyordun değilmi? -evet. AMA ALIŞTIM...
1 note · View note
marulben · 7 years
Text
Çalışıyor sahilde, gördüğü her gencin, abilerin ve ablaların yanlarına gidiyor. İlgisini çeken bir şey olursa oturuyor biraz yanlarında. Oyun istiyor da kimse anlamıyor ki. 10 yaşında bir çocuğun oyun zamanı şu zamanlar. Ah bu güzel hava bu küçük meleklerin oynayabilmesi için. Bir kolunda asmış olduğu 4-5 sahte çiçeklerden taç, avuçlarında mendil her gördüğünün yanına gidiyor. Belki kızan oluyor ona, küfür eden oluyor belki... Evet rahatsız edilmemeli aslında, dinlenmeye geliyor insanlar sahile lakin diyeceğim şu ki üzmeyin Yasin'i. Bizi her gördüğünde gelirdi yanımıza. Kelime oyunu oynardık, eşyalarımı inceler "abla bu ne?" diye sorardı. Saçlarını tarardı, kamerayla kendini çeker gibi yapıp bizi çekerdi. Eğlenirdik her gittiğimizde sahile. Daha dün yine oturuyorduk sahilde Ömer ile. Yasin'i gördük lakin bu kez oturmadı yanımıza. Telaşlıydı. 10 yaşındaki bir çocuğun "bu gün satış yapamadım" derdi vardı. Dolanıyordu öyle. Yanımızdan ayırılınca nereye gideceğini şaşırdı bir an. Yasin'in o an ki yüzüne vuruşmuş o telaşı, endişeyi ve derdini görseydiniz belkide herkes utanırdı halinden. Görürseniz eğer onu yüzüne bir gülücük kondurmadan göndermeyin olur mu ? Maddi veya manevi... -13 Haziran Salı 20:17 2017-
Tumblr media
1 note · View note
dogumgunumesajlari · 7 years
Text
Kahraman Tazeoğlu Sözleri
Kahraman Tazeoğlu Sözleri, Kahraman Tazeoğlu Sözleri Twitter, Kahraman Tazeoğlu Sözleri Facebook, Kahraman Tazeoğlu Sözleri 2017, En iyi Kahraman Tazeoğlu Sözleri;
Anladım ki: herkesin kendine göre bir boşluğu var, anladım ki her boşluk bir başkasının ki ile dolar.
İçinden geçiyor parmaklarım karanlıkta mum gibi. Sana yazıldıkça eriyor..
Gittiğinde ben Yıkıldım Ama şimdi Ayaktayım Gittiğin Yerde kal Seni Kalbimden Çıkardım…
Bir yastığın altına sakladım seni acım olduğunda omzuna yaslayıp gene senle uyuyup senle uyanıyorum.
Bugün bizi beraber görenler yarın “kimdi o” diye sorarlarsa, beni detaylı anlatma. Kısaca “ömrümün geri kalanı” dersin.
Gece biz, mevsimler biz, tedirgin biz, “ihanet” bütün benliğiyle “sen”l
Hiç buluşmadığımız bir yerde hiç bilmediğin bir saatte seni bekliyorum. Gelmen pekte anlam ifade etmiyor. Ben seni beklemeyi hala çok seviyorum..
Seni bir “anı” olsun diye sevmedim ve hiç aldatmadım.
Acımasız olan sendin sevdiğim. Ben seninle birlikte ölebileceğimiz günü düşlerken, bensiz yaşayabilen sendin sevdiğim. Bak sana hâlâ sevdiğim diyorum; çünkü ben seni içimden terk etmedim. Çünkü ben seni intihar etmedim. Çünkü ben uğruna ölebileceğimi sandığım biri için yaşadım hep!
Verdiğin geçici rahatsızlık için ömür dilerim senden sadece “ben sana ne yapımların kaldı bak bu ucube caddelerde susmanın onaylamak olduğunu hatırlattığın bir gecede BENİ SUSARKEN BÖLME!
Karşımda bir adam var şu anda; güncesine düştüğü mayınlı satırlarla benli zamanların izini süren. Sen ki bir dar zaman mutluluğuydun yüreğime sızıveren. Ben ki yüreğinin kıyısında taşıdığın uçuruma dokunabilen ilk kadın!
Ben bu şehirde en çok seni sevdim…
Karşısında oturup izliyorum, O ağlıyor ben ölüyorum..
Severken “biz” giderken “sen” ve “ben” kalırken iki “aşk yoksunu”. “Aşk iki kişiden birinin yokluğudur!” anlayışında mermer sertliği deli aklı sara nöbeti. Oysa varsan vardı aşk ve yoksan yoktu her şey. Ve her şey en çok sen yokken hiçbir şeydi
Karnıma avuçlarımla bastırsam sensizliğe doyar mıyım sence..
Susardın ve kar yağardı Gözlerinde başlardı gece Yarım kalmış kitaplarda biterdi. Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman Kırılmış aynalardı..
Usta! Hiçbir gidiş aşk kadar suçüstü yakalanmıyor kalbe.
Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta Beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder Bir açarsın ki mutluyum Bir kaparsın her şey elimden gitmiş.
Ben sana yenilmek için sevdim seni. Hayallerime yakıştığın için sevdim. Ama artık gitme vakti. Duymadığın sesimi sana emanet ederek, acılarıma yokluğunu ekleyerek ve nereye gidersem gideyim seninle kalarak gitme vakti…
En çok sana yakıştırdığım için aşkı, ‘’AŞKIM’’ diyeceğim yeniden. AŞKIM seviyorum seni..
Lütfen bu kadar acımasız olma.
Ne gerek vardı sana sensiz de yalnız kalırdım. Ben zaten sen olmadan da ağlardım isteseydim eğer. Ne gerek vardı sana. Ne gerek vardı yokluğuna.
..bir insanın bir insana verebileceği en değerli şeyi “yalnızlığı” bana verdiğini şimdi daha iyi anlıyorum beni kalmaya mahkum eden bir yola nasıl sevdalandığımı da..
Birbirimize birkaç aşk kadar, geç kalmış olmasaydık…”eğer kaybetme korkum olmadan sahip olabilir miydim sana?
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil, Çünkü ayrılanlar hala sevgili..
Yokluğunun iki yakasını bir araya getirip; Varlığını ilikler misin ömrüme..
Gelişi güzel ayrılıklardı benimki.. Senin kadar esaslı, hiç gitmedim senden.
Gözyaşların süzülüyor saçlarına doğru. Her bir damla dağlıyor beni. Bin parçaya ayrılmış bedenimin tek bir parçası bile dokunamıyor sana. Öyle uzağındayım ki.
Aklım kara kış ellerim seni üşüyor bugün günlerden soğuk..
Şimdiyi yok saymak, yarını ertelemek ve fotoğrafların sınırlı karelerinde, senli dünleri yaşamak da, yalnızca, yalnızken yapılacak akıl karı bir deliliktir ve delilik, yalnızlığın en yalın tanımıdır!
Anne bak yine terli aşk içtim. Ateşim düşmüyor yârin yüreğine.
Diyorlar ki küsme aşka daha kimler gelecek kimler geçecek Bilmiyorlar ki en son giden her şeyimi götürdü.. Bilmiyorlar ki en son giden daha sonra gelecekleri bile götürdü..
Aramadığın yerlerde olmayı seçiyorum nedense. Karşılaşma ihtimalimizin olmadığı… Olamayacağı… İlk ışıktan sağa dönüyorum hep. Senden değil, seninle karşılaşmaktan korkuyorum
Öldüm ulan ölmekten! Kapatsana gözlerimi.
Siz bayım… Evet siz… Benimsiniz(!)
Elbette unuturum sonunda en fazla bir mevsim ağlarım alışırım yalancı baharlara ama yine de biri beni kandırsın yokluğunda… ne desem kar yağıyor
Hiç kimsenin iyi gelmediği yerden sarıyorsun yaralarımı. Hiç kimsenin dokunamadığı yerden kanatıyorsun sonra.
Sana diyorum sevgili. Öle-mez-sin. Kendini öldürmene izin veremem. Sendeki “ seni “ öldürebilirsin lakin sendeki beni öldü-re-mez-sin Çünkü ben sana “ hayat “ dedim. Çünkü ben sana “ umut “ dedim.
Çok vagonlu bir trende her istasyonda yeniden başlayan çok seferli bir yolculuktur yalnızlık! Yalnızlık sana gelirken yolları günlerin ardında bitirmek; senden giderken yollarda “ömrümü” bitirmektir
Eğer insan unutmak istemezse, bir günü bile hatırlar on yıl sonra… Ve unutmak isteyen, bir günde unutur on yılı…
Yolumdan dönemediğim için değil, seninle hiçbir yolda yürüyemeyeceğimi bildiğim için gidiyorum. Yeryüzünün bütün aşkları senin ve beni unutabilirsin!
İnsanın içi ağrır mı hiç? Ağrıyor işte…
Beş dakika daha ”kal”. biraz seveyim sonra ben giderim yemin ederim.
Sevdiğim bütün yüzleri üst üste koyduğumda bile onun yüzü kadar güzel bir şey çıkmıyordu ortaya.
Biliyorum “yarın yeni bir gün doğacak” hikayeleri, inananı kanatır ancak. O yüzdendir sadaka vaatlere tenezzül etmeyişim..
Bir şairin dediği gibi; ”başka anlamlar arama gerek yok! katlandığım kadar seviyorum seni gerçek bu..” evet bu!
Ne içimden terk edebiliyorum seni ne de terk ettirebiliyorum sana içimi!
Oysa senden tek bir damla istemiştim; sana kocaman bir deniz sunmak için..
“Gitmeni istemiştim, kalışına bayram etmeye hazırken. Hemen gitse demiştim, bir daha ne zaman geleceğini hesaplarken”.
“Gittin… Asla gidemem” diyendin ve ben bilirdim asıl gidenlerin “asla” diyenler olduğunu…
Yalnızca ‘sol’ anahtarı olanlar mı kalp çalabilir? Seviyorum anlıyor musun? Kırgınım. Gidişin değil, kırılmışlığım batıyor avuçlarıma. Üzgünüm, ‘Biraz daha kal’ diyemediğim için sana. Yalnızım, anlayabiliyor musun korunmasızlığımı? Ve hissedebilir misin hiç sarılmadan savunmasızlığımı? Ö(z)lüyorum sadece, Aldırma…
Rast gele sevilmiş değildin ki rest çekilip gidilesin.
Bana beni aratıp kendini bulduran yar…O kadar sıkı ki boşluğun şimdi senin boşluğunu hiçbir boşluk kandıramayacak.
yetişin nefesim bitiyor yetişin bana kuşlar ya özgürlük adına ya sevda hatırına.
Sol yanıma yatsam seni uyusam hep rüyada kalsam.
Sen bir kitap kapağı gibi kapamışken adımı ben her sözcükte seni okuyorum harf harf.
Bir otobüs aşkıydı belki bizimkisi benim yolum “son durak” seninkisi “müsait bir yer”di.
Ey hüznü yüzünde gülücük diye taşıyan kız! Hep kendine mi saklarsın çocukluğunu.
Evdeki bayat ekmek gibiydin. Ben sana nimet deyip başımın üstünde tutarken, sen gidip başkalarının çöplüğünde küflenmeyi tercih ettin..
Aşka inanmak kendini sevmektir yüzündeki ünlemi bozmadan. Bilmez misin? Sana aşkın iki kişilik bir yalan olduğunu öğretmediler mi? Neden her seferinde kanıyorsun öyleyse?
Sevda böylemi acıtır Anne:/..
Bence sen aşkı sadece “çok sevmek” olarak algılıyorsun. Oysa karşılıklı sevmektir aşk.
Sen benim görmek için bakmaya gerek bile duymadığım ezberimsin.
Bana geldiğin yol aşk izlerinle doluydu. Bir dolu aşkın izini örtüyordu şiirlerin. Gelmek eylemi pörsümüştü adımlarında Oysa ben gelişini “milat” sayacak kadar başlıyordum aşka.
Affet Bende sevgiler mevsimlik değil öyle hiçbir saat dilimiyle kıyaslayamam düşlerimi. Sığdıramam ki seni bir ömre.
Kalbimde uyu ayrılığı geçelim. Kapat gözlerini ‘aşk’ a varınca söylerim.
Bir kâğıda sığar mı bir yürek? Ya da bir yürek kadar büyük olabilir mi bir kâğıt? Daha sana yaralarımı göstermedim. Kaldı ki ben Senden önce kendime tehlikeyim.
Sen kokulu bakmayınca görmeyi de unutmuş bu eller..
Şüpheleriniz beynimi kemirirken ‘senaryo yazıyorsun’ dediniz. Şüpheleriniz içimi çürütürken ‘zaman’ dediniz. Şüpheleriniz artık belimi bükerken yüzüme kapılar çarptınız! Beni kendi gözümden düşürdünüz. Acı çekiyordum. Ne acı ki acı çektiğimi canınızı yaktığımda anladınız. Ve daha acı ki sizin canınız yanınca benim canım daha çok yandı
Ve başıboş hüzün sokağında yüreğime söylediğim en doğru yalan oldun başıboş sonu boş
Acının yan etkisi, güçlü bir karakter armağan etmesidir size…
“Ben hiç mutluluktan delirmedim ama delirmekten mutluyum”.
İdama giderken hislerim, güneşim yüzünü görmeyi bekledim hep. Kalemi kırık bir aşkı mühürledim yüreğime. ?unuttum? diye haykırırken bile unutmadığımı ispatlıyordum kendime.
Adını sen koydum sonbaharın, bir musallaya koyar gibi başımı ….
Sen sevdana baş aktör değil provasız aşklarına figüran arıyorsun.
Düş düşlerimden sevgili..
Aşk bir bakış acısıdır çünkü her aşk kendini tüketerek çoğalır.
Gözüme kaçtı yokluğun, genizime kaçtı sensizliğin..
Gözlerini gözlerime çakıp içime daldı. Baktığıydım ama gördüğü değildim..
Son sigaram gibiydin sen sevgili, kıyamazdım içmeye .. O cebimde kırıldı, sen kalbimde”.
Hiç düşünmemiştim bir isim ve iki bağlacın yan yana gelipte içimi bu kadar acıtacağını; taa ki sen ‘el’ve’da’ diyene kadar…
Ben uslu bir aşıktım; Gel Dedin Geldim Sev Dedin Sevdim bit Dedin bittim Şimdi Unut Diyorsun Ya Yaramazlığım Tuttu Unutamıyorum!
Git artık yar sustuklarını bana harcama.! Yaslanma gözlerime bu yükü kaldıramam.
Ben seni yere göğe sığdıramazdım, sen benim üstüme basıkta mı geçtin ? Söyle; ne zaman başladın, ne zaman bittin ? Zaten geç kalmıştın, bir de erken gittin .. Canıma tak ettin ayrılık, inan yettin !
Talihsiz, çiziliyor avuçlarıma yalnızlığım, Yolları hep sana tuzak, bir türlü adını bulamıyorum… Kavşaklarda kalıyor gururum, Şakır şakır yağmalanıyor, acılarım yol ayrımlarına…
Galiba ben bu aşkta iyi halden müebbet yedim.
Şimdi bana doğru doğrultsan aşkını, korkarım. Şeytan doldurur!
Dinsizin hakkından imansız gelir de. Sensizliğin hakkından kim gelecek ?? Ben onu düşünüyorum sevgili.
Gözlerine şiirler yazmıştım, yazma dedi sözcüklerim akmaya başlarsa gözlerimden cümlen olurum dedi.
Geceleri gündüze çevirmek kolayda, gündüzleri geceye çevirmek o kadar zor ki
26 harf istemedim senden yalnızca 3 harf istedim. Aşk aşk aşk…
Beni bu aşka defnettin yüzüm gözüm kana değil, sana bulaştı….
Kim bilir. Belki iki günden sıkılır gitmeye kalkardın. Bunun için sevmeleri sana bıraktım. Gidişler bende kalsın.
Ne nokta ne virgül koyacaksan koy 3 noktayı.
Bitirdim Seni Ve Dediğini Yaptım… Unuttum Gitti… Şimdi İstek Sırası Bende.. Çıkma Olurmu Karşıma Asla… Hiç Karşılaşmayalım Seninle… Bir Daha Asla Alma Adımı Ağzına… Geçmişindekileri Sayarken Bile Sayma Mesela….!!
Giderek değil, unutarak vesaireleştirdin sen bu aşkı ‘Sen’ uçurumlarından, ‘Ben’ denizlerine düştüm. Kendi içimde boğulacak bir ölümü mü hak ettim Rabbim! Onu, kendimi kendi içimde boğacak kadar mı sevdim…
Beni ben geçe ordaydım işde bekledim sen gelmedin!
Demiştimlerini kes susmalarının makasıyla..
Ah be anne.. Taşa oturma karnın ağrır diyeceğine aşık olma kalbin acır deseydin keşke..
Ansızın içime düştüğün günden beri ayakları burkuldu ömrümün. Ve ben her gün bir daha ölmek için uyanır oldum uykumdan. Paslandı gözlerim. Sen kendin için kal yâr ben senin için giderim
Tesadüfen çarpışmıştı gözlerimiz ve ben senin yere düşen bakışlarını toplamıştım. Seninkilere karıştı sanırım sol yan kırıklarımı, bulamıyorum. Düşünüyorum da tesadüf diye bir şey yok aslında Çekecek çilem varmış deyip geçiyorum…
Aşk sevmesini bilen için vardır, ve karşılıksızdır; ‘Ne kadar seversen, o kadar severim’ gibi düşünmek, Aşk değil tüccarlıktır!.
Umurumdan taşıyor zamansızlığım. İsmin içimde titriyor sesin sesime düşüyor; ses veriyorum. Oysa sen en sağır yarasın yüreğimde.
Bu aşk için, yüksek duvarlardan atlamak yerine asfaltlardan geçmeliyim..
6 notes · View notes
belkidebirharfimben · 4 years
Text
O tebessüm seni bulmaz mı sanıyorsun?
Anlayış dediğimiz yalnız bir kişinin veya kesimin göstermesiyle olacak şey değil. Taraflardan yalnızca birisi anlamaya çalışıyorsa, diğeri hiç yanaşmıyorsa, bunun adı elbette ‘katlanmak’ oluyor. Karıştırmamak lazım. Tıpkı merhametle acımayı karıştırmamak gerektiği gibi. Ne demek bu? Belki biraz şu demek: Yalnız acı çekene acır insan. Acımak, kelime kökeninin de haber verdiği şekilde, çekmeyi önşartı sayar. Fakat merhametimiz duyulmak için acının varlığına ihtiyaç duymaz. Bir anne çocuğuna o sağlıklıyken de merhamet eder. Ancak ona acımaz. Merhamet bir tür ‘gözetme ahlakı’dır. Acımaksa acıya karşı duyulan sancıdır.
Şunu da ilave edelim ki: Yorgunluk fıtratın aksine veya elverdiğine aykırı iş yapmanın delilidir. Monotonluğun yoruculuğu da bundandır. Varlık mahiyeti gereği tekdüzeliğe düşmandır çünkü. Mürşidim bu sadedde der ki: “Zira, tevakkuf, sükûnet, sükût, atâlet, istirahat, yeknesaklık, keyfiyâtta ve ahvâlde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet yeknesaklık içinde hiçe iner.” Evet. Hergün bal yiyen baldan usanırmış. Hep aynı kalamazsın. Hep içine atan, katlanan veya alttan alan sen olamazsın. Böyle yaşanmaz.
Yaşam aynılık değildir çünkü. Değişimdir. Bazen sen onu anlayacaksın bazen de o seni. Sabır günleri de neşe günleri gibi aramızda dönüp duracak. Gündüzler gecelere kardeş olacak. “İşte şu hakikattendir ki, zîhayatlara âlâm ve mesâib ve meşakkat ve beliyyât sûretinde, bâzı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envar-ı vücud teceddüd edip zulümât-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffî ediyor.” Değişen rollerin/konumların sayesinde muhabbetin canı olan ihtiyaç/iştiyak hayatta kalacak.
Şeriatın sınır koymadığı yerlerde eşitlik düzeyinde bir ilişki istemek bencillik değildir. O makamda eşitlik istemek “Senin kadar ben de mahlukum” demektir bir nevi. “Mahlukiyetin mazhar olduğu herşeyde benim de senin kadar hakkım var. Beni de Allah yaratmış sen gibi. Ben de öfkelenirim bazen sen gibi. İnsanî olan herşey bende de vardır. Sen de idare etmelisin beni. Benim seni idare ettiğim gibi.” Belki bunu da en güzel şu cümleleri anlatıyor Bediüzzaman’ın: “Çünkü mahlûkat mâbûdiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi mahlûkiyet nisbetinde de birdirler.”
Fakat bazen en makul eşitlik talepleri bile bencillik olarak karşılanıyor. Fedakârlıklarsa mecburiyetimiz gibi. Hal böyle olunca yükümüz ağırlaşıyor. Yalnız bir insanken birkaç insan gibi yaşamaya başlıyoruz. Kendimize rol yapıyoruz. Lakin Kur’an-ı Hakîm’imiz demiyor mu: “Allah hiçkimseye gücünün yeteceğinden fazla birşey yüklemez.” Hem yine demiyor mu: “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” O halde birşeyler artık taşınmaz, hayat yaşanmaz geldiğinde, omuzlarındakini sınaman gerekmez mi? Neden onları tenzih edip kendini suçluyorsun? Belki o yükün tamamı senin değildir? Belki sen başkalarınınkini yüklenmişsindir? Dikkat et arkadaşım: İmanının yüklediklerinden gayrısı için konuşuyorum.
Allah’ın emrettiği sınırlardan bahsetmiyorum. O Cenab-ı Haktır ve hepimize sınırlar koymaya hakkı vardır. Bunlar zaten iyiliğimiz içindir ve uygun adım yürüdüğümüzde iyi de gelir. Fıtratımızı en iyi Sahibimiz bilir. Ancak bir de alışkanlıklarımızdan kaynaklanan yükler var. ‘Mış gibi’ yapmalarımızdan. Hem her insan bir diğerinin yüküdür. Çünkü onu etkiler. Bizi etkileyen herşey bir açıdan bizim yükümüzdür. Zira izlerini taşırız. Hem hafızamızda, hem kalbimizde, hem de düşüncemizde çizikleri kalır.
İnsan insan olarak yaklaştığı sürece karşısındankinden insanlık görür. Tebessüm etmeyen bir yüzün hakkı var mıdır karşısındaki herdaim mütebessim bulmaya? “Mü’min mü’minin aynasıdır!” buyuran hadis-i şerifin penceresinden tefekkür edersek, gördüğümüz suretler aslında hep bizim suretlerimiz, duyduğumuz sesler hep bizim seslerimiz, hissettiğimiz hep bizim hissettirdiğimiz değil midir? Gülümsediğimiz kadar gülücük buluyor veya öfkeyle boğduğumuz kadar ona boğuluyoruz belki de? Aynalar koridorundan geçiyoruz ve hep şunu söylüyoruz: “Ben mecbur değilim güzel kalmaya. Hiç değilim. Güzel kalması gereken esasında o!” Bu nasıl mümkün olabilir? Yansıyan yansıyandan nasıl farklı olabilir? Demek iyi olmak önce özümüze yapılmış iyiliktir. Yani aynamıza gülümsemektir.
“Tebessüm sadakadır!” Aleyhissalatuvesselam. Ama hiç kendine sordun mu arkadaşım: Kime sadakadır? Sırf gülümsediğine mi? Yoksa kendine mi? Yoksa ikinize birden mi? Unutmayalım. Burada ‘elhamdülillah’ diyenin ahirette ‘elhamdülillah’ yiyeceği bir düzlemde yaşıyoruz. Zikr u tesbihimiz cennete dikilmiş fidanlara dönüşüyor hadisin ifadesiyle. Birbirinin içinde yansıyor, renkleniyor ve zenginleşiyor herşey. Bâki âlemimiz böyle şekilleniyor. Aynamızla şuhudumuza renkler veriyoruz.
O tebessüm seni bulmaz mı sanıyorsun? Belki evden çıkarken yeğenine gülümsediğin için gülümsedi otobüsteki o çocuk? Sarıldığın için sarıldılar sana. Yardım ettiğin için yardım edildin. Hayat dediğin iradenin attığı bir bumerangtır biraz da. Tıpkı Zilzal sûresinde buyrulduğu gibi: “Kim zerre mikdarı hayır işlerse onu görür. Kim de zerre mikdarı şer işlerse onu görür.” Nihayetinde arkadaşım: Dünya ahiretin tarlasıdır. Dünler yarınınlarının tarlasıdır. Evveller ahirlerinin tarlasıdır. Bu eşikten bakınca aynalar da yansıttıklarının tarlasına dönüşmez mi? Işık da parlaklığı ekip biçmez mi? Güneş de kimbilir mazharlarından neler alıyor. Peki ya ism-i Nur’un Sahibi? Üzerimizdeki bunca tecelli de bir ekip biçme değil mi?
2 notes · View notes
birazburuk · 7 years
Quote
Merhaba Aşk , biraz otur şöyle Dinle nelerden bahsedeceğim bak şimdi  Şey  Bir kızımız olsun.. hani şöyle mis gibi koksun , gözleri pasparlak umutlarla dolsun.. uykumuzu kaçırsın hep , Hatta uyanalım kimi zaman.. Beraberce uyutmaya çalışalım O'nu.. Sen yorulma diyeyim sana ve alıp ben sallayayım.. Onu uyutayım derken kendim uyuyayım.. tebessümlerle gel ört üzerimizi.. sabah işe geç kalayım apar topar yolcu et beni.. gideyim , işte uyuklayayım.. Birileri uyandırsın , şaşkın bir ifade ile etrafa gülücük saçayım.. komik değil mi ? ne bileyim hani akşamları hep farklı farklı birbirinden güzel çikolatalar getirme telaşım olsun, babam desin kapı sesini duyunca.. ben gelince sarılsın omuzlarıma , hani benim çikolatam deyince.. unutmuş gibi yapayım , boynunu büksün.. Dayanamayayım ve ,arkamda gizlediğim o ufak çikolatayı o ufacık elleriyle almasını seyredeyim ,sense gurur duy bu tabloyla.. olmaz mı ? ardından sana sarılayım , içime çekeyim kokun yerine kızımdan sana sinen mis gibi süt kokusunu.. gözlerinin şişliğine bakıp uyumadın mı dememe kalmadan ,  yuttur cümlemi bana , Uyuttu mu ki ufaklığın demene hayran kalayım.. mutluluk takvimimiz hep şunlardan ibaret olsun , ilk dişi çıktığında evi bayram havasına verelim, emeklemeyi bıraktığında bir parti düzenleyelim aramızda.. ve hani derdim ya ilk Baba diyecek diye , varsın ilk Anne desin senden daha çok sevineyim çaktırmadan.. sarılalım kızımıza.. herşeyimiz o olsun.. yine gece olsun uyut onu gel yanıma , Bakayım sana , uyuya kalalım.. tam dalmışken bir ağlayış sesi uyandırsa tekrar bizi.. tekrar o macera.. gözlerimin altı çöksede , Kızımın gaz sancılarını görünce bir ah çeksemde.. vallahi ki kusmuğunu bile temizlerken gurur duymaya hazırım ben.. bir geceyide öyle böyle geçirsek , aynı senaryo ben alsam elime kızımı sen yorulma diye onu uyutayım derken ben uyuya kalsam sen gelip üzerimizi örtsen.. hatta bazı geceler bu anların fotoğraflarını çeksen , ertesi gün gül gül ölsek.. o minnacık güzelimin , tırnaklarını kessen.. ben yanında şekilden şekle girsem.. sen sorsan ne oluyor diye ? korkuyorum etini kesersin falan diye ' desem.. sen korkma desen.. iğne vakitleri gelse ben tutsam elinden kızımın , Kızım benim sen koskocamansın güçlüsün desem evet baba deyişiyle korkusuzluğu ona aşılayarak gitsek iğne vurulmaya.. herkez gülüşünü yanaklarını gözlerini herbirşeyini sana benzetse ve gurur duysam ikinize bakıp.. dudakları kıpkırmızı elleri minnacık tıpkı tıpkı sen olsa işte.. Ben aynı sana benziyor dediğimde yok sana benziyor desen sarılsak birbirimize..bu ikimizin karışımı deyip gülüşler savursak.. Gözlerimiz dolsa hatta , mutluluktan ağlasak fena mı olur ? ha unutmadan , Saçları çıksa ? ben öreceğim desem beceremesem sen bırak şunu beceriksiz deyip alsan elimden örsen ben koşa koşa gidip kimsede olmayan en güzel tokaları alsam getirsem süslesek püslesek onu dünyanın en güzeli yapsak , zaten öylede.. yürümeye başladığında pantolonumdan tutsa ayakta durabilmek için , gözlerin gülse senin , hadi anneye yürü dediğimde yürüse sana doğru ufacık pembe çorapları ve kıpkırmızı eteği ile.. tıpış tıpış yürürken sana ben bu anı ölümsüzleştirsem.. ve  gene gece olsa onu alsak aramıza öyle uyusak.. o büyüdükçe bizde büyüsek onunla hep yeniden çocuk olup , büyüsek Olmaz mı ?
1 note · View note
uveyevlat · 4 years
Text
Parlayan gözleri vardı. Hemen ilk bakışta farkediliyordu belki yüz kişinin içerisinde. Bizimkilerden farklıcana buğdayımsı bir ten yanında güzel uzun sarı saçları. Yüz kişinin içinde tek farkeden ben değildim biliyordum ama herkesten her şeyden önce ulaşmalı konuşmalıydım. Meyillendim hemen ona doğru eski, cuntalı kaleiçi barlarından birindeyken, sonra normaldir bir korku bir heyecan çakıldı içime geri döndüm. Hareketimi farketmiş olacak ki baktı gözlerime uzaktan. Ama Bosna katliamında ki gibi, uzaklardan sigaramı yakacak olan o keskin nişancının hedefine baktığı gibi baktı gözlerimin en iç noktasına. Sonra hiç umursamadan kitabına döndü. Eski sayfaları karıştırdı biraz kahvesinden içti hesabı ödedi ve gitti. Bense gidemedim. Tahta sandalyeden bacaklarımı hayatımda ilk defa kaldıramayacak güçteydim. Velhasıl cin tonikten kalan yudumları alıp gücümü toparladım. Hesabı ödeyip bizim sakallıya eyvallah çekip çıktım. Akşam üstü güneş yukarıdan ışıkları yavaş yavaş aşağı inerken kaleiçinde ufak bir yürüyüş yapayım dedim bizim köşk'e dönmeden önce. Malum yalnızlığımla kalmak istemedim Ankara'dan döndükten sonra.
Çok fazla değil bir kaç gün geçti lakin herkes her şey çok değişti. Sahte bir haber yayıldı "Herkes alışverişini yapsın devlet sokağa çıkma yasağı uygulayacak bu akşam". İyi tamam biraz yiyecek bişeyler iki şişe şarap bi kaç paket sigara almaya çıktım. Ne olur ne olmaz sonuç olarak sigarasız yaşayamaz bir insan değil mi?
Köşk'e döndüğümde farkettim kitabın son demlerine yaklaşmışız iyice. Saat neredeyse 6ya yakındı. Hiç düşünmeye fırsat bırakmadan kulaklığımı takıp Frazey Ford'tan "One more cup of coffee" eşliğinde sevdiğim bir sahaf'a gittim. Allahtan açıktı. Abi kaça kadar açıksın diye sorduğumda ilkte beni tanımadı zaten bu sıralar kimse beni tanıyamaz olmuş ama sonradan çıkarttı. Sen bak bakıcağına kahve içermisin diye sordu sağolsun içmezmiydim tabi ki içerim. Hemen tozlu dükkanın kitaplardan oluşan sokaklarına daldım. Birkaç kitap baktım beğendiklerim oldu çoğunuda beğenmedim. Bir kitaba takıldı gözüm. Onu inceliyordum ki kalemle işaretlenmiş bir paragraf çarptı gözüme, bu yüzden sahafları her zaman sevmişimdir. "Deniz fenerini seyretti bir süre. Küçük, beyaz bir kuleydi. İnce, tozlubir patika çimenlerin yeşilinden kıvrı..." kırık bir türkçe ile bir ses duydum. "İngilizce kitaplar nerde olur pardon". Kafamı kaldırdım, gözlerim buğday tenini ve mavi gözlerini gördüğünde ne yapacağımı bilemedim. Tekrar gördüğüme mutlu olup olmadığımı bile anlayamamıştım. Elimle gösterip şu taraf diye söyledikten sonra paragrafa gömdüm kafamı. Ne yaptığımı ne yapacağımı ne hissettiğimi hiç bir şeyi idrak edemiyor kafamı gömdüğüm paragrafı herhalde 8 kere başa alıp tekrar okumuştum. Bir an kendime gelip kafamı kaldırdım. Kahve demlenmiş Polat abi gözlüklerin üzerinden bana bakarak kahveni al öyle daha güzel oluyor dedi. Teşekkür edip ufak bir muhabbetten sonra kendime gelmiştim. Hatta güzelliği bile unutuyordum az kalsın. Bir kaç kitap alıp kahvemi hızlıca bitirip ödememi yaparken yanıma geldi güzellik. Yine kırık Türkçesi ile kitapların fiyatını sordu. Bozuğu çıkışmadı güzelliğin ben hallettim. Çok teşekkür etti hafif Slav aksanı ile. Dükkandan çıktım eve doğru yürüyor aklımda gözleri aklımda pürüzsüz buğday teni. Arkamdan seslendi "Beyefendi" f harfine bastıra bastıra. Döndüm arkamı. Geldi yanıma "ben borcu nasıl verebilir size". Hayatımda verdiğim en güzel 5 lira sanırım. Önemli değildi aslında ve nasıl çıktıysa ağzımdan yarın verirsin o zaman. Telefon numaramı istedi bense gerek duymadım onunkine. Ayrıldım sonra köşke geldim. Değişikti herşey değişikti bulutlar. İlk defa o zaman farkettim Güneş batıdan batıyormuş.
Telefonum çaldı saat 22:57. Yine kırık bir türkçe
X: Nerde buluşuyoruz?
Y: Kaleiçine gel. Evden çok uzağa çıkmak istemiyorum.
X: Ev nerde senin.
Y: Kaleiçinde xxxxxx pub'ın yanında.
X: Tamam arayacağım.
Kapattıktan sonra lan diyorum kıza niye bunu söyledin ki. Sonra siktir edip bir film açıyorum. Uyumaya yarım kala filmden bağırışlar çağırışlar yükseliyor. Sabah uyanıp kahvemi demliyorum. Havuzun orada ki verenda da kahve eşliğinde kitabımı okuyor bir yandan da kendi oluşturduğum spotify listesini dinliyorum. "To build a home - Cinematic Orchestra"
Telefon çalıyor daha kahvemin yarısına gelmemişim. İsmini bilmediğimden kırık türkçe diye kaydetmişim kızı.
X: Geldi ben
Y: Nereye geldi sen? (Dalga geçmiyorum ama o an ki heyecanla benimde şivem değişti)
X: xxxxxx pub. Buldu geldi sen nerede oturuyor.
Y: Tamam 1 dakikaya yanındayım bekle beni.
Gelmeyeceğini tahmin ettiğim kız buluşmaya geliyor ve beni evden alıyor. Saygı duydum!
Y: Selam
X: Selam
Y:Ben şuan dışarı çıkamam. Daha doğrusu bir saat belirleriz diye düşünmüştüm. Ve şimdi hiç hazır değilim açıkçası.
X: Sorun yok. Ben giderim. Bu 5 lira.
Y: Olmaz öyle şey kahve severmisin?
X: Sadece siyah şekersiz. (Bir kaç bir şey daha söyledi lakin ne ingilizce idi ne türkçe o yüzden anlamadım)
Y: Güzel gel kahve demledim. Biraz muhabbet ederiz hem.
X: Tamam.
Her şey kolay ve basitti. Ben onunla kahve içmek istedim ve oda bunu istedi ve içtik bu kadardı. Uzunca muhabbet ettik Kosova'da doğmuş Arnavutlukta yaşamış. Buraya üniversite için gelmiş. Kahveyi alıp geldiğimde sandalyelerimiz yakınlaştı, lavaboya gidip döndükten sonra da, müzik açmak için telefonumu almaya gittiğimde de. En son olarak güldüğümüzde kafalarımız birbirimizin omuzlarında gülüyorduk. Güzel bir akşamüstüydü. Güneş battı. O gitti. Ve ben şarkılarla başbaşa yalnızlığımda idim. Bu sefer farklıydı bir gece önceki enkazlarımın aksine dünya ile yüzleşmiş her şeyden önce kendimi tanımam gerektiğini hissetmiştim. Radikal kararlar aldım hayatımda, güzel kararlar. Bunları uygulamaya geçtim. Bunları başardıkça kendime hayret ettim. 1 hafta önce hayatımın merkezine konulmuş biri varken şimdi her şey farklıydı. Ama artık kimse hayatımın merkezine giremeyecekti.
Telefonum çaldı bir kaç gece sonra.
Kırık Türkçe
Arıyor.
Y:Alo
X:Selam
Y:Selam.
İngilizce olarak devam ediyor konuşma
X: Sesini duymak istedim. Uyuyor musun?
Y: Hayır uyumuyorum. Film izliyorum.
X: Çok keyif aldım seninle olmaktan.
Y: Teşekkürler. Ben de keyif aldım.
X: Görüşelim mi?
Y: Gerçekten çok isterim.
Gülmesinin sesini duyduktan sonra biraz daha muhabbet ettik ve kapattık. Erken saatte uyandıktan sonra kahvemi demlemiş sigara krizim eşliğinde kitabımı okuyordum lakin hiç bir zaman kitabımı anlayamıyordum. Günaydın kırık türkçe diye bir mesaj attım. Uyanıp görmesi biraz süre aldı. Sadece gülücük göndermiş insan bi bana da günaydın der. Ayıp!
Spor kahvaltı biraz resim diye günün akışına kaptırırken kendimi telefonum çaldı. Kırık Türkçe arıyordu, ismi Maida'ydı ama uğraşmadım değiştirmek için bir yandan da hoşuma gidiyordu. İlk anı hatırlatıyordu hep.
X: Geldi ben.
Y: Nereye geldin sen? (Anlamıştım ama emin değildim)
X: Sana geldim.
İnsan hayatında bazı sözlere tüyleri diken diken olan hisleri olur ya. Bu sanırım tüm hücrelerimi diken diken etmişti. Evet belki duygusal anlamda değildi söylenen şey lakin gel bunu birde bana anlat. Kapıyı açtım tam yanağına öpücük yönlendirecekken oda bana bir öpücük yönlendirmiş meğerse. Gözlerine bakıp sadece gülümsedim. Kahve demleyip bahçede ki masaya geri geldiğimde bana hediye almıştı. Eski bir kitap..Güzel duyguymuş. Çantasından ufak hoparlörünü çıkarttı sevdiği müzikleri açmaya başladı. Bahçede saatler yine yeniden hızla geçmeye başlamıştı. Güneş batıdan battı bu sefer giden olmadı.
Diğer sabah eve gidip duş alması gerektiğini bense burada duş alabileceğini gitmesinin gerekli olmadığını söyledim. Kıyafetlerinin yanında olmadığını buraya gelirken kalacağını hesaba katmamış. Israr etmedim açıkçası. Çıkarken gelmek isteyip istemediğimi sordu evet istiyordum lakin bie şeyleri tekrardan batırmak istemiyor bu yüzden fazla vakit geçirmemiz gerektiğine inanıyordum. Kapıyı kapattıktan sonra çizimlerime kitaplarıma geri döndüm. İşin tuhaf tarafı Maida varken aklıma gelmeyen şeyleri ilk yalnız anımda ne kadar çok özlediğimi anladım. Akşamına devlet açıklama yaptı Korona önlemleri gereğince hafta sonu sokağa çıkma yasağı varmış. Verilmiş sadakam varmış ucuz atlatmıştım. Yalnız kaldığınızda anlaşılıyor gerçekten özlediğiniz şeyler. Kitaplar, fırçalar ve kadınlar. Bi kaç hafta önce beni yok edecek kadın yine kafamda idi Maida sadece bu olaya pause demişti. Dayanamıyordum. Mesaj atacak arayacak bir şekilde ihtiyacımı karşılmam gerekiyordu. Sonra telefonumda ki numarasını kalan tüm fotoğraflarımızı sildim. Artık daha güçlü olmalıydım üç defa derin nefes aldım verdim. Artık daha güçlüydüm. Yada ben öyle düşünüyordum.
Pazartesi sabahı telefonum çaldı. Saat daha 08:23. 1 cevapsız çağrı. Kırmızı harfler ile arama listesinde Kırık Türkçe(1). Çok geçmedi 2 dakika falan her halde geri aradım.
X: yarim saattir aramanı bekliyor
Y: iki dakika olmadı daha.
X: biliyor şaka şaka.(Tatlı tatlı gülüyor allahsız)
Y: Yeni uyandım. Kahve içip ayılmam lazım arayayım mı sonra.
X: Sana geldim.
Eyvahlar olsun bir deliye çattık diye düşündüm ve sonra ne yaptım tabi gittim kapıyı açtım. Elinde kahvaltılık gözleri gözlerimde saçları boyun çukurlarının üzerinden süzülüyor beyaz bir t shirt giymişti boyun çukurlarını gösteren. Güzel taktik gerçekten güzel taktik. Kahveyi demlemeye gittiğimde üst evde ki ev sahibim çoktan kahveyi demlemişti. Kimse farketmeden 2 bardak kahveyi aldığım gibi kaçtım. Kimseye söylemek istemedim bir şeylerin bozulmamasını istercesine. Aşağı indiğim zaman bahçede kimse yoktu. Odama çıkmış yatağımı kapatmış odayı havalandırmak için eski pencereyi yukarı çıkartmaya çalışıyordu. Yardım etmedim öylede kapıya yaslandım ve onu izledim. Arkasını döndüğünde bir an korktu geldiğimi duymamış. Sonra gülümsedi durduramadım ağzımı yüzümü bende gülümsedim mutlu mutlu.
Bir dağ evi varmış geyikbayırında babasının tanıdığının. Kosovadaymış adam şimdi. İsterse oraya gidebileceğini orada buradan daha çok korunabileceğini söylemiş babası. Gelmek isteyip istemediğimi sordu. Gidersem şimdi beraber gidebileceğimizi söyledi. Neden olmasın ki. Bir kaç eşya, fırçalarım ve bir şişe votka. Her şey tamamdı. Çıktık yol üstünde bir markete girdik yiyecek şeyler aldık 10 şişe şarap. Hepsini ödemeye kalktı kabul etmedim "uzun bir süre beraberiz beni üzme istersen" dedi ingilizce. Saygı duydum.
Yine arabadaydım yine gidiyordum. Benim listem çalıyor arka planda, Maida uyur gibiydi her baktığımda. İnince söyledi uyumuyor seni izliyordum bana bakacak mısın diye. Bu sefer yol kısaydı bir buçuk saate vardım. Maida anahtarı almaya bir köy evine gitti Türkçen yeter mi anlaşmaya dedim onlar Arnavut dedi sustum.
Eve girer girmez her yerde zenginlik akıyordu. Hatta filmlerde gördüğümüz geyik ve ayı başları bile vardı. Her şey güzel oluyordu. Akşam hava biraz soğudu biraz yüksekteydik normale göre. Şömine için odun aldım geldim odunluktan. Öyle denedim böyle denedim tütüyor ama yanmıyordu kahrolası. Ben çabaladıça kırık türkçe bir yandan da sitcom izliyormuş gibi bana gülüyor bir yandan da bir şeyler hazırlıyordu. En sonunda yandı lanet şey! Zamanlama çok güzeldi. Ben bisikletini tamir etmiş küçük bir çocuk başarısında kalktığımda Maida son aparatifleri masaya koyuyordu. O an öpüşmeye başladık. Ben öpmek istemiştim, oda beni. Bu kadar kolay ve basitti aslında, belki basit olduğu için bu kadar güzeldi.
Şarabımızı içerken konuşuyorduk. Benim ve onun ingilizcesi yettiği kadar. Yakın zaman da gitmesi gerektiğinden ailesinin merak ilk bulabildiği uçakla dönmesini istemişti. Hiç bir şey demedim. Nejat işlerin Kaybedenler Klubünde ki son sahnesi gibi sustum. Gidene ya da gitmesi gerekene bir şey diyemezdim. Diyememek bir şey değilde yine bir enkazın altında kalmak? Bu zor olacaktı bana belliydi. Yavaş yavaş soğutmaya çalıştım kendimi Kırık Türkçeden. Ben uğraştıkça o daha çok sevdirdi kendini. Çok güzel şarkılarla sevişti benimle ve şarkının en güzel yerinde gelmişti bana. Neyse yine sabahları uyanıp kahvemi demleyeceğim biraz kitap okuyup kahvemi içeceğim. Yurt dışı uçuşları iptal olduğunu biliyordum lakin gideceği fikri girdi kafama. Ve gitti. Sonradan öğrendim babası hatrı sayılır iş adamıymış. Yöntemlere tanıdıklara başvurmuş özel uçakla aldırdı kızını. Hala arıyor sağolsun Kırık Türkçe özlediğini söylüyor susuyorum, geleceğim bak şu durumlar geçsin diyor susuyorum. Susuyorum çünkü geldiği zaman hiç bir zaman aynı kişi olmayacağım. Bir kere öğrendim herkesin her şeyin unutulabileceğini. Hoşçakal Kırık Türkçe.
0 notes
Text
MSN Kadar Yaşlı Olmak
        Fark ettiniz mi bilmiyorum avukatlar nedense hep Hotmail uzantılı mail adresi kullanıyorlar. Sanırım sektörde eski olduğu izlenimi vermeye çalışıyorlar. Hatta bir tanesine sordum. Neden Hotmail kullanıyorsunuz, özel bir sebebi var mı, diye. Bilmem öyle denk geldi, bazı arkadaşlar da gmail kullanıyor dedi. Sanırım hukuk fakültesinde giriş derslerine ait bir konu bu, tıpkı tıp fakültesinde arabayı temiz kullanmayı öğrettikleri gibi. Madem avukatız neden spam mail okumuyorsun.
       Gmail’i kullananları anlıyorum, adamlar mail olgusunu yeniden yarattılar adeta. Spam maillerle de son derece iyi baş ediyorlar, bu konudaki algoritmaları ya da günümüzün moda cümlesiyle “yapay zekaları” çok iyi. Gerçi prensipleri biraz ilginç, tüm reklamlar kahrolsun yaşasın Google reklamları. Bir Gmail kullanıcısı olarak çok memnunum. Kartvizitime –yazmam da hani- hotmail mail adresimi yazsam beni çok mu ergen gösterir. En azından ben öyle hissederim, çünkü benim ergenlik dönemin önemli bir bölümünü işgal eden MSN Messenger’ı bana hatırlatacaktır.
        Hatırlayanınız vardır ama gelin biraz beraber hatırlayalım.
       Önce Hotmail sonra MSN, Outlook vb mail uzantılarıyla Microsoft’un sunduğu mail hizmetine ait kullanıcı bilgilerinizle giriş yapılan bir mesajlaşma uygulamasıydı kendisi. O dönemin whatsapp’ı gibi bir şeydi ama pek mobil değildi. Bir arkadaş listeniz olurdu, listeye eklemek istediğiniz kişinin mail adresini bilmeniz gerekirdi ve ekledikten sonra karşı tarafında davetinize onay vermesi gerekirdi. Evet, biraz zahmetliydi. Görüşmek istediğiniz kişinin ismini, fare marifetiyle imleç ile denk getirip çift tıklama sonrası iki ana bölüme ayrılmış mesajlaşma ekranı ile karşılaşırdık. Üst taraf yazışmaların aktığı yer, alt taraf ise mesajımızı yazdığımız yer. Üst tarafta görüşülen kişinin profil resmi, alt taraf bizim. Profil resminin altında kamera ikonu varsa da pek sevinmeyin dönemin internet bağlantılarıyla pek bir şey beklemeyin. Biz yine de beklerdik.
       Hadi biraz özelliklerinden ve inceliklerinden bahsedelim. Bazı şeyler kısıtlı olduğu için davranışlardan anlamak gerekirdi, bir nevi niyet okumak gibi bir şey anlayacağınız. Gerçi bahsedeceklerimin bazıları günümüzdeki uygulamalarda olmaması düşünülemez özellikleri olduğu için “eee ne var bunda” diyebilirsiniz. Fakat bu özellikler o dönemin en popüler mesajlaşma uygulamasını ICQ’yı tahtından etmiştir, bu sebeple önemi büyüktür.
        Titreşim, oyy başımızın tatlı belası. Oldu ki karşı taraf yazdığınıza tepkisiz kaldı, şimdi ki gibi okundu bilgisi gibi durum da yok. İşte tam o sırada bas titreşime hem sesli hem ekranda bir titreşim etkisi ile sizden mesaj geldiği fazlasıyla karşınızdakine hissettirildi. Aloooo, cevap bekliyoruz burada kardeşim manası barındırdığını kimse dile getirmese de herkes bilirdi. Neyse ki çaresi basitti, meşgul durumuna geçtiğinizde, bu size etki etmezdi. Titreşimler sizi teyit geçerdi. Hatta saatler sonra canınız istediğinde yapacağınız dönüşlerinizi şu güzel yalanlarla da inandırıcı kılabilirsiniz. Ya kusura bakma, film izliyordum izlenen şey tam ekran yapınca Messenger kendini otomatik meşgule alıyor. Siz gerçekten o kadar kişinin meşgul olduğunu düşünmüyordunuz herhalde. Biz o sırada sizin tacizinizden kaçıyorduk.
        Şu anda yazıyor, evet bu az önce bahsettiğim gibi günümüzdeki uygulamalardaki olmazsa olmaz özelliklerden. Size mesaj yazıyorsa ekrana heyecanlı heyecanlı bakıp bekleme hissiyatı yaratırdı. Yazmıyorsa ve meşgul değilse ne yapıyoruz? Evet doğru, titretiyoruz. Yazıyor görünüp sonra hiçbir mesajın gelmemesi o dönemde de oldukça sinir bozucu bir durumdu, o mana da değişen bir şey olmadı merak etmeyin.
       Durum mesajı, bu özellikte günümüzde hemen hemen tüm platformlarda var. Kişisel bir mesaj, ruh halinizi veya sizinle ilgili bir bilgiyi barındırırdı burası. Bir başka söylem ise, MSN Messenger bir kamyonsa, durum mesajı bölümü kamyonuna yazı yazabileceğiniz arkasıdır. Aforizmalar havalarda uçuşurdu. Yazdığınız mesajlarınızı hareketli simgelerle süslemeyi unutmayın. En popülerleri güp güp atan kalp ve gotiklerin favorisi uçuşan yarasalar diyebiliriz.
       Oldukça güzel bir gülücük, simge paleti vardı. (l) yapma kalp : ) gülücük, :’( ağlama veya kendi eklediğiniz simgelere kendi kısa yollar oluşturabilirdiniz. Bazı yol yordam bilmez kişilerin kullandıkları simli harf simgeleri saçma olduğu yetmiyormuş gibi bir de bunların kısa yolunu o harf ile aynı yapması insanı –en azından beni- deli etmeye yeterdi. Selam yazınca küçük bir S’nin yanında pembe yanıp sönen “e” harfi sonrasında devam eden yine normal “la” harflerini akabinde zıp zıp hoplayan mavi bir “M” harfi bizi karşılardı. Gözüm kanardı adeta.
        Peki, ne dinliyoruz? Spotify o zaman portakalda vitamindi ama tabi ki döneminin bilgisayarları bir müzik cennetiydi. Bunları da MSN Messenger’daki ne dinliyorum özelliği aracılığı ile yakınlarımızla paylaşıyorduk. Kim media player ile mp3 dinler ki demeyin, bu özellik için çok kullanan vardı. Dönemin en önemli müzik oynatıcısı winamp’ın neyse ki aynı işi yapan eklentisi vardı da bu eziyet çok sürmedi. Fakat kullanımı biraz dikkat gerektirirdi, media player her ne kadar sadece müzik paylaşımı yaparken bu özelliği aktif ederken, winamp eklentisi oynattığınız dosyanın türünü hiç umursamazdı alabildiğine teşhir ederdi. İzlediğiniz, fakat paylaşmayı düşünmediğiniz bir takım aktivitelerinizle reklam olabilirdiniz. Bu özellik günümüzde de olsa güzel olmaz mıydı?
        Hareketli animasyonlar vardı. Gülücükler, simgeler yetmedi mi gitar kıran çocuk, kar küresi veya ekranda beliren kocaman bir dudağın öpücüğü titreşim kadar olmasa da yeterli huzursuzluğu verecektir. İçerik oldukça kısıtlıydı fakat doğru zamanda, doğru seçim ile gerekli taciz mutlaka sağlanırdı.
        Peki, o zaman, gerekli dikkat nasıl çekilir ve karşı taraf nasıl gerçek anlamda taciz edilir. Arkanıza yaslanın ve dinleyin. MSN Messenger’da Meşgul, dışarıda, çevrim dışı görün gibi farklı durum belirten seçimlerimiz vardı. Oturum açtığınızda ise arkadaş listenizdeki kişilere oturum açtığınızı gösteren bir bildirim ekranlarında peydah olurdu, hemen ekranın sağ alt köşesinde. Oturumu kapatıp, açmak çok kolay olmayacağı için, kişi kendisini bir çevrim dışı görün, bir müsait durumları arasında hızlı hızlı zaplayarak karşı tarafa bu uyarının 5-6 defa gönderilmesine neden olurdu. Sevgi ve nefret bir birine çok yakın iki duygudur hatta çoğu zaman karıştırıldığı olmaktadır. Yoksa bu dikkat çekmeye çalışma çabası nasıl açıklanabilir ki?
        Bu işte ustalaşan kullanıcılar ise, ileri bir kullanım deneyimi için MSN Messenger PLUS eklentisini kullanırdı. Bu uygulama ne işe mi yarıyorum. Yukarıda saydığım özelliklere ince dokunuşlar yapmanıza olanak sağlardı. Misal, 2-3 titreşim sonrası “ bu kadar sık titreşim gönderemezsiniz” derken, bu eklenti ile söz konusu uyarı vız gelip tırıs gitmek konusunda elinden geleni ardına koymazdı. Yeni animasyonlar eklenirdi, yeni simgeler, durum mesajındaki mesajın renklendirilmesini sağlardı ya da o an mesaj yazıp yazmadığını karşı tarafa gösterilmemesi sağlanabiliyordu.
        Evet, artık sizde avukat olma yolunda ilk adımı attınız. Yalan söyleme ve ya kazanmaya götüren her yolun mubah olduğunu düşünecek fakat birçok insanın hayatını karartacak hatta bedduasını ve ahını alacaksınız. Keşke bu mesleğin kuralları tekrardan belirlense, belki bu sefer daha adil ve hızlı ilerleyen bir adalet sistemine sahip oluruz.
        MSN Messenger son sözüm sana, senin sayende güzel dostlarım ve sohbetlerim oldu. Her ne kadar şimdilerde o günlerden kimse kalmamış olsa da, neredesin ve ne yapıyorsun bilmiyorum ama teşekkür ederim.  ICQ’nun nasıl ahını aldıysan artık tarihin tozlu raflarında sen de yerini aldın. Seni kullanan belli bir yaş üstü sınırlı insan kitlesi olmuş olsa da seni hatırlayan insanlar hala var, bunu unutma. Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağar mıydı bilmiyorum ama en azından ben bu yazı ile bir mum yakmış olayım. Okuyanların nostalji damarına basabildiysem ve her 3 kişiden 4üne konulan B12 eksikliğinin revaçta olduğu bu günlerde sizi zamanda yolculuğa çıkarabildiysem ne mutlu bana. 
Takipte kalın.
1 note · View note
bodrumagazin-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
🔊 Bir gülsün, ömrüne bin katsın! Evet... Selin Kurucu. En son B.K kapalı spor salonunda voleybol takımı arkadaşlarıyla çektiği fotoğraf ile gündeme gelen güzel kız, başarısıyla içinde bulunduğu takımın enerji kaynağı! Genelde #bodrum #ordu arası seyehat eden Selin, herkesle olan mesafesini iyi kontrol ediyor ve üstelik her ortama bir nefes kadar gerekli olduğunu düşünüyoruz. Kendine özgü doğal tavırları ve güzel gülüşü ile Bodrum gündemini çalkalayan Selin, son zamanlarda ufak bir kaza nedeniyle kolunu sakatladı. Fakat şu sıralar gayet iyi görünüyor. Her ne olursa olsun yüzünden gülücük eksik olmayan Selin, hayat dolu ve kendine özgüveni tam! Bazen eleştirilere mahruz kalsada bunu normal karşılıyor. Çünkü zirvede ve ses duymuyor😎 Bazen sert bir görünüm sergilese de, yumuşacık bir kalbi var. Üstelik bu yaz fiziğindeki düzgünlükte ekibimizin gözünden kaçmıyor! Selin Kurucu sadece @bodrumagazin 'de! 🇹🇷 (Bizim Dünyamız, Bizim Krallığımız) #bodrumagazin (Bodrum, Muğla)
0 notes
superblyyess · 7 years
Text
"Hiç sevmedim seni dedi"
Hani hayat nasıl çözemedik derler ya hah tam olarakta öyle daha dün ne yediği mi unuturken on dakika önce ne yaptığımı hatırlamazken tam 2.5 yıl önce seni ilk gördüğüm günü unutamıyorum seninle geçirdiğim 11 ayı unutamıyorum mesela biteli koskoca 2.5 sene olmuş değil mi neler sığar o yıllara fakat her bir köşesinde seni yaşadım kötü bitti belki bizim ki fakat sevgim bitmemiş her gece bu saatlerde bir sıkıntı çöküyor içime adın düşüyor mesela aklıma anılarımız geliyor gülümsüyorum gözümden süzülen yaşlarla her bir melodide aklıma gelen sen kalbi mi parçalıyorsun dün bir düğüne gittim düğünün giriş parçası bizim seçtiğimiz parçaydı onca şarkı içinden bizimkisiydi herkes ayağa kalkmış gülücükler alkışlarken ben sahte bir gülücük ile donuk bir alkışla kalakaldım seni hayal ettim beni hayal ettim biz i .. fakat biz olamayız bunu biliyordum elalem eski sevgilisinin resmine bakarken ben hayalinle duruyorum bir fotoğrafın bile yok bende hepsini yok ettim dayanamazdım biliyorum düşünürken için acı çekiyor bir de resmine bakarsam.. ilk bana bakış��n aklımdan çıkmıyor mesela ilk elimi tutuşun ilk sarılışın işte bu olmamazlık bana o güzel günlerin acısı ile koydu biliyor musun her gören diyor bana ne güzel bakıyorsun sen güzel seversin diyorum evet sevdim bir zamanlar ama benden geçti 22 yaşına gireceğim ama geçti benden diyorum herkes soruyor bana diyor neden uzaksın aşka sevgiye neden kaçıyorsun diyor diyorum sevmiyorum lafı bitirdi beni nasıl diye soruyorlar.. ben bitirmemek için uğraştığım bir zamanda sana beni seviyor musun diye sormuştum sen tek kalemde ben seni hiç sevmedim demiştin inanabiliyor musunuz tek kalemde sevmiyorum dedi Kalbim e giren okun acısını kimse bilemez evet tam 2.5 sene geçti belki o olmadı olmayacakta fakat iyi dersler aldım mesela kendim olmayı öğrendim sevdiğim şeyleri yapmayı mutlu olduğum gibi yaşamayı evet bazı acılar kaldı Kalbim de ama bu gülemeyecek gülmüyorum anlamına gelmez hayatta her zaman bir olumsuzluk olur önemli olan şu an yanınızda kim var kim yok benim ailem var hep te kaldılar elhamdülillah.. şükürler olsun.. herzaman dua edin hayırlısını dinleyin bundan sonra hayırlısı olsun hayat devam ediyor ve biz yaşıyoruz .. ben sevemiyorum ama siz sevin..
0 notes