Uyanıp bakalım ki mavi, uyuyup görelim ki yeşil, kalkıp gidelim ki kırmızı, durup bakalım ki sarı, uzanıp yatalım ki turuncu, durup duralım ki siyah, uzanıp alalım ki mor, arayıp soralım ki beyaz, hatırlayıp ışıyalım ki hülyalı, görüp coşalım ki rüyalı... Ve yüzümüz ki gülüşlü, ve sözlerimiz ki güneşli olsun. En önemsiz günümüz ve haftamız da bunlar olsun. :)
Hayatımda aşka yer yok Şükran. Olsaydı bilirdim. Olsaydı mutlaka bilirdim ama yok. Hayatımda bana bile yer yok Şükran. Fazlalığım kendi hayatımda. Âşk diyorduk. Doğru. İçimde âşka dair bir heves ve arzu da kalmadı ki. Kalp çarpan düşler kurmuyorum. Hülyalı ilk gençlik mazide kaldı. Benim bir kavgam var Şükran. Toyken kavgam âşktı herkes gibi. Şimdi kendimle dövüşüyorum. Derdim benimle Şükran, yanlış anlama nolur. İnsan bazen böyle olur diyorsun, deme Şükran. İnsan böyle olursa, telafisi yoktur. Beni anlıyorsun değil mi? Yaşıyor olmak beni öldürecek Şükran. Senin ismini beş bin kere sayıklasam, ne çıkar. İsmin içi su dolmuş, hava kaçırmış bir can yeleği. İsmin beni kurtarmıyor beni artık, hangi kayık hangi sal kurtarabilir. Ben iflâh olmam Şükran.
Son havadisleri duydunuz mu bilemiyorum; ancak ben birkaç ay önce Clawland'in havasını suyunu bir kenara itip tasımı tarağımı topladım ve Tumblr'ın Ürün ve Fiziksel Mühendislik Departmanının başına geçtim. Emporium blogundan yeni ürünlerimizi ara sıra paylaşıyorum. Siz de Tumblr koleksiyonunuza ekler gibi alıyorsunuz, cansınız; fark etmedim sanmayın!
Şu aralar her şey o kadar tıkırında ilerliyor ki anlatamam; hatta dün gece ben nerelerden nerelere geldim diye hülyalı hülyalı düşünürken kendimi kaybetmişim. Adeta önümde engel kalmadı, temel performans göstergelerim yeşil yeşil yanıyor, herkes birer ikişer kupasını, tişörtünü, rozetini almış; mutlu mesut bir ortam. Mutluluk piramidinin en tepesinden sizlere bonibon atıp el sallıyorum; her şey mük.
Tabii şimdi üründü müründü bu tür kreatif alanlara dalınca, eğlenmesine eğlendim, yalan yok. Ama sanki bir şeyler eksik. Acaba ne eksik diye sordum, kimseden bi' tık yok. İşte o zaman fark ettim: Tık yok. Bana tık lazım arkadaşlar, çok net.
Her şeyi ardımda bırakıp gittiğim o dönemde panolarınızı yengeçlerle donatıp durmuşsunuz; anlata anlata bitiremediler. Delisiniz! Sizin yengeç takıntınız o dönem beni ayrı bi' mutlu etti. Hatta hala birbirinize yengeç hediye edip durduğunuzu görüyorum; gözlerim yaşarıyor.
İşte bunları düşünürken aklıma şöyle bi' soru geldi: Madem sizde böyle bi' tıklama takıntısı var; acaba bunu nasıl bi' özelliğe dönüştürebiliriz? Şöyle tadından yenmeyecek, ŞEKİLLİ güzel bi' şey yapalım istedim.
VEEE beynimde adeta şimşekler çaktı!
🦀🐛🧀👻🐴🍪!!!!!!!!!!!!
Bugün sizi bu güzel haberi vermek için panonuzda yakaladım: Emporium'daki görevimden geçici süreyle ayrılıp ekip değiştirerek Tumblr Tepkiler Bölümü Baş Yöneticisi pozisyonuna geçiyorum.
Bugünden itibaren, her gönderinin altında yer alan bu tepkileri kullanarak tüm duygu dünyanızı artık çok daha verimli biçimde ifade edebileceksiniz! En azından masaüstündeyken. Mobil uygulamaları çözemedim. (Yeteneklerimin aslında sınırı yok; ama bu aralar sudokuya gönül kaptırdım. Artık idare edin.)
Bu haber biraz ani geldi; biliyorum. Sıfır uykuyla yazıyorum bunları. Piramit tepesinden bonibon fırlatıp uçan halılarla başarılarımın coşkusunu yaşadığım o anlardan bu inanılmaz fikre ulaşıncaya kadar gözüme resmen uyku girmedi. Bu emojileri de telefonda en son kullanılanlar listemden aldım.
Çok ilginç bir şekilde tüm hislere tercüman oluyorlar; o yüzden bayılacağınıza eminim. Unutmayın, Brick hep sizi düşünüyor!
En tıklatmalı dileklerimle,
Brick Whartley
Tumblr Tepkiler Bölümü Baş Yöneticisi
Ürün ve Fiziksel Mühendislik Departmanı Başkanı (Eski)
Hayatımda aşka yer yok şükran. Olsaydı bilirdim. olsaydı mutlaka bilirdim ama yok. Hayatımda bana bile yer yok be şükran. fazlalığım kendi hayatımda. Hülyalı ilk gençlik mazide kaldı, benim bir kavgam var şükran. Toyken kavgam aşktı, herkes gibi. Şimdi kendimle dövüşüyorum.
Gönül yorgunluğu ne, biliyor musun? Gökte yıldızın kalmıyor. Gölgen bir yere sığmıyor. İçindeki şarkı içinde boğuluyor. Penceren sokağa bakmıyor. Bütün sevgi sözleri kalbinde cezaya dönüyor. Kirpiklerin hiçbir güzellikle halkalanmıyor. Baktığın bütün sular yeraltına çekiliyor. Sevmek korkusu ayrılıktan çok önce acı veriyor. Dünyanın bütün cenazeleri evinin önünden kalkıyor. Her gün bir arkadaşın büyüdüğünüz zamanlarda kayboluyor. Girdiğin çıktığın bütün kapıların önünde yabancı, ardında yalnızlık olup kalıyorsun. Ne, biliyor musun gönül yorgunluğu? Kendinden soğuyorsun. Sözünden soğuyorsun. Geçmişinden soğuyorsun. İnandıklarından soğuyorsun. Baktığın yüzlerden soğuyorsun.
İçine bile bakmıyorsun artık. Dünya, inandığın o yitik cennet değil.
Durup dururken inciniyorsun. Kötü söz gerekmiyor bunun için. Sana söylenmesi de gerekmiyor sözün. Tam kirpiklerinin ucunda bir yarım ay, dudaklarında bir boyalı söz... bir kırıcı gülüş yetiyor kapanman için. Saygısız ses, kibirli gövde, tüküren gözler... kalabalık, tanrısından büyük! İskeletine kadar çekiliyorsun. Birisine bir söz söyleyeceksin; sessizlik boğucu; şu uzun ayrılığa bir özür, bir sitem... kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun. İncinme değil bu, insana olan inancını yitirme!* Yaranı evde bırakıp çıkıyorsun sokağa. Öyle acıklı bir uzaklık ki, şikâyetin sularını çoktan geçtin. Hiçbir şeye öfke duymuyorsun. İnsan boylu boyunca bir hastalık. İnsan korku. İnsan yıkım. İhtiraslarının külü insan. İnanmıyorsun artık. Anlamamak değil, inanmıyorsun! Can sıkıntısı değil, inanmıyorsun! Yaşamak korkusu değil, inanmıyorsun!
Oysa, gözlerin ne diyorsa doğru, diyecektin. Gamzelerin, diyecektin, dünyanın bütün güneşli pencereleri. Bu hülyalı zaman, diyecektin, kirpiğin kirpiğe değmesi kadar. Parmaklarının rayihası, sesinin gökbahçesi, kulak memelerindeki kandil, kâküllerindeki uykulu arzu, göğüslerinin naz gölleri, bacaklarından akan ırmak, ağzının serçe kuşları, teninin atlas uykuları... ben seni sevmek istiyorum, diyecektin, diyemedin. Güzellik tanrının değil, insanın insana bağışıdır, diyemedin. Yalnızlık taşa çevirir yüreği, diyemedin. İnsan sevmezse dünya bir yaşama cezasından başka nedir ki, diyemedin. Her vazgeçişte gövdemiz biraz daha uzaklaşır bizden, diyemedin. İnsan bütün acılardan sadece bir sevgi sözüyle döner dünyaya, diyemedin.
Gönül yorgunluğu ne, biliyor musun? Ölümün, yaşarken hüküm sürmesi insanda.
belli şeylerin üzerinden biraz zaman geçince ve ortaya çıkan yeni görüntülerle bazı duyguların farkına varınca aslında yaşananların sizin düşündüğünüz gibi olmadığını anlıyorsunuz. aslında hepsinin sizin kendi zihinsel karmaşanızda inanmak için ayak direttiğiniz ve kendi zihninizin oluşturduğu olumlu imgeler olduğunun bilincine varıyorsunuz.
yani inandığınız ve baktığınız tılsımlı ayna tuzla buz olarak kırılıyor gözlerinizin önünde ve geriye sadece gerçekmişçesine hülyalı yalanlar kalıyor. bu da her şeyi daha acılı ve sancılı bir noktaya getirip sizin can acınızı iki katına çıkarıyor.
kanlı bir sarışınla şanghay trenindeyim
takma kirpiklerinde hülyalı dumanlar
yabancılar lejyonu'nda fransız teğmeniyim
belki harp divanından idamım çıkar
bitmiyor nedense başlayan hiçbir film
ne yapsam içimde o eski sinemalar
Gece ile sabah birbirine karıştı ve aşk, kalbimin ucunda inleyen bir keşke olarak kaldı.
Bitti. Hayal ile gerçek savaşında izlemevine düştü gerçek. Karakollar topladı beni.
Vakti zamanında atabilen kalbim, hayret köprüsünden attı kendini. Hayretlerim bir bana şaştı, sevdasızlık bir bana şaşkın...
Âşık olamam ben bir daha. Bu yorgun kalbi sevmelere taşıyamam, İlk basamakta düşer gider alevlerimden. Harika eserler üretmeye devam etmeli ve sevmemeliyim adam olamayan birini. Cümlesi baştan perişan Edebiyatın her bir uzvunu midemde eritmeliyim.
Heyecanlarım vardı benim, sevebildiklerim vardı kaderde ve güvenebildiklerim. Safi bir mezarın haram toprağından su dökmek hakkı geçti.
Bu kez kalıyorum, Kendimle. Gitmek, tenimin dirhem dirhem kendine sükut hançeri batırdığı o kadarlıkta kalsın. Kendimi bir kez daha dövüyorum kaderde, kalbimin tek savaşı fütursuz hasretlerin paranoyak yok oluşunda kalsın.
Midem, sevgili sarmaşıklığım; midem hazmetmek çizgisinde kadere yalınayak yürüyor. Geğirti pusulası taş atıyor ısmarlama yok oluşlara, kusuyorum benim olmayan adamları.
Şimdi öldünüz. Nazım geçmez pembe hülyalı tükenişlere ve bir bardak daha su vermez Nâzım size.
Ölümlü bedeniniz çok güzel koktu benden uzak durun hikayemde, bir daha ne diriniz ne ölünüz geçmesin aşk seferimden. Gurbete yolum düşer, dişler beni zaman; bir acıya daha gücüm kalmadı işte...
‘neden sanki insan bunca çok şey diler diye çoğu zaman kendime sorardım, bağrındaki bu sonsuzluk nedendir? nasıl, sonsuzluk mu? hani, nerede? onun sesini duyan kim? insan gücü yettiğinden çoğunu istiyor, bu doğru! Ah, bunu kaç kez deneylerle öğrendin. böyle olması da gerek zaten. içimizdeki güç kendi isteğince hız alamadığı içindir ki bize bu denli tatlı ve hülyalı gelir, ölmezliğe değgin kurduğumuz o güzel düşleri yaşatan, insanı binlerce kez hayran eden bütün o düşleri ve geniş düşleri kurduran, insana cennetini ve tanrılarını bulduran ancak; yaşam çizgisinin, bir ok gibi düpedüz gitmemesi, bu hızla ilerleyenin yoluna yabancı bir gücün çıkmasıdır.’
"Bazı sokakları dolaşıp, hoyrat geçip bazı caddeleri akşamüstleri.. Yine sana dönüyorum Berguzar. Kırılmış, dökülmüş bir yüzün var hayattan. Sonbaharın serin bir akşamında incecik üşümüş. Ellerini koyacak bir sıcak sığınak bulamamış. Ama sana bakarken bu sıralar, seni seyrederken; beni mest eden yeni bir yanın var. Yıkılmaya yüz tutan duvarların çatlaklarından bir çiçek boy verirken hayata, senin gülümsemeyi öğrenmiş bir yanın var. Hep tutup ve birleştirip sarmak istediğim yerlerinden seni çiçeklerle mesud edene, bir sevgi halinden buluyorum seni aşina olmadığım. Daha önünde neler var, nelerle imtihan olup nelere kanayacaksın bu hayatta bilmiyorum. Gerçekler suratına çarptığında sert rüzgarla çarpan kapılar gibi yine ve yeni yerlerinden kırılacaksın. Hülyalı tozpembe bir dünya değil çünkü bu, buna iman ediyorum senin topraklarında muhakkak. Ama içime ılık yağmurlar misali su serpen işte şu ki;
Senin beldelerinde bir dağ varmış Berguzar. Hep ordayımış ve evinmiş senin. İşte yüzünde çocuk masum gülüşlerle bana bakan bunun, o dağı içinde bulmanın ve hissetmenin şükrüdür Rabbime."
hayatımda aşka yer yok şükran. olsaydı bilirdim. olsaydı mutlaka bilirdim ama yok. hayatımda bana bile yer yok be şükran. fazlalığım kendi hayatımda. aşk diyorduk. doğru. içimde aşka dair bir heves ve arzu da kalmadı ki. kalp çarpan düşler kurmuyorum. hülyalı ilk gençlik mazide kaldı. benim bir kavgam var şükran. toyken kavgam aşktı herkes gibi. şimdi kendimle dövüşüyorum. derdim benimle şükran yanlış anlama nolur. insan bazen böyle olur diyorsun deme şükran. insan böyle olursa telafisi yoktur.