Bungou Stray Dogs BEAST: Novel 2. Bölüm
Okumaya başlamadan önce söylemek isterim ki çeviriyi hem bulmakta hem Türkçe’ye çevirmekte çok fazla aksilik yaşadık. Bu romanı da @nabidan27re ile beraber çevirdik. Okuyacağınız şey toplam 34 sayfa ve 8.000 kelimeden oluşuyor ve roman çevirmek gerçekten zor bir iş. Bu yüzden lütfen kendisini takip etmeyi unutmayın.
İyi okumalar...
Dedektiflik Ajansı binasının birinci katında özel bir kafe vardı. Adı 'Uzumaki'ydi. Eski moda bir kafeydi, masalar, sandalyeler ve duvarlar ilgi çekici ve canlıydı. Mekan kahve kokuyordu ve caz müzik çalıyordu. Kafenin içindeki bar tezgahta Akutagawa birkaç doküman ve bir bardak çay tutuyordu. Yeniden okuduğu bu doküman, ajansın bir iş raporuydu. Kağıt işleri kaçınılmazdı ve Akutagawa onunla bir düşmanmış gibi yüzleşiyordu. Bu dezavantajlı bir oyundu. Akutagawa terliyordu, kağıt işleri olarak bilinen bu güçlü düşman tarafından yenilmekten korkuyordu.
Etrafında başka hiç müşteri yoktu, sadece müdür önünde bir kupayı temizliyordu.
Dışarıda yağmur yağıyordu.
Kafe, yağmur, kahve kokusu ve caz. Bunlar zamanın akışını yavaşlatmak için gerekli olan dört şeydi. Sessizliğe dayanamadığı için, Akutagawa telefonunu çıkardı.
"Benim. Kağıt işi olduğunda, bundan bu sene muaf olduğumu söyleyebilirim."
"Böyle saçmalıklara kendin karar verme." Kunikida'nın sesi telefonun diğer ucundan duyuldu.
Akutagawa kaderine boyun eğmiş bir yüzle konuştu. "Bunu şu açıdan düşün. Bir seneliğine kağıt işlerimi bırakırsam, iğrenç suçluların hasadını ikiye katlamak daha mümkün olur."
"Bu günlerde tarım yaparak hiçbir şeyi ödeyemezsin."
O anda kapıdaki zil çaldı. Bu ses her şeyi değiştirecek olan sesti.
Kapıdan giren kişi bir oğlandı. Siyah kabanı yağmurda ıslanmıştı, neredeyse bembeyaz saçları, üzerindeki yağmur damlalarıyla parlıyordu. Yüzü yumuşak bir ifadeye sahipti ve dünyaya karşı özürlerle doluydu ama varlığı bir hiçlikti. Görüntüsünde bir çocuğun izleri yoktu ve duvardaki bir örümcek bile ondan daha çok varlığa sahipti.
Çocuk girişte kabanını çıkarıp hafifçe silkeledikten sonra, sessizce yürüdü ve bar tezgahında Akutagawa'nın yanına oturdu. Yürüdüğü sessiz yol bir kedi tırmanıcısından daha yumuşaktı.
Akutagawa kafasını çevirmedi, ama tüm hareketlerini gözleriyle takip etti.
"...Güçlü." Akutagawa yumuşak bir şekilde mırıldandı.
"Ne?" dedi Kunikida telefonun öbür ucundan.
Akutagawa bunu cevaplamadı ve telefonu kapattı.
Siyah kabanlı genç müdürden bir kahve istedi ve sessiz kaldı. Sonra, bir heykel gibi öylece oturdu.
Nasılsa, birden Akutagawa'ya döndü. "Özür dilerim. Az önce telefondaki sesi duydum. Dedektiflik Ajansıyla mı konuşuyordunuz?"
Akutagawa diğerine tepeden tırnağa kısık gözlerle baktıktan sonra söyledi "Evet ben ajansın bir dedektifiyim."
"Öyle mi?" Oğlan gülümsedi. "Aslında ajansın başkanına patronumdan bir mektup teslim etmek için geldim, ama kayboldum... Yağmur yağmaya başladı ve sığınmak için buraya gelmek zorunda kaldım."
Akutagawa yüz ifadesini değiştirmeden söyledi "Eğer dedektiflik ajansı için geldiysen, bu binanın dördüncü katında."
"Öyle mi?" Oğlanın yüzü aydınlandı. "Rahatladım."
O sırada bir fincan kahve oğlanın önüne yerleştirildi. Bardağın kokusunu kokladıktan sonra içine şekeri dolu kaşıklarla koydu. Bir. İki. Üç.
Akutagawa şeker miktarını gözleriyle takip etti.
Sonra oğlan bakışını fark etti ve bahane olarak gülümsedi. "Bu mu? İş arkadaşlarım her zaman bu kadar şekerin çok fazla olduğunu söylerler, ama elimde değil. Şekerin değerli bir şey olduğu bir yerde büyüdüm bu yüzden şimdi çok fazla kullanıyorum."
Akutagawa oğlana sessizlik içinde baktı, ama sonra ağzını açtı. "Yetimhane mi?"
Oğlan şaşkınlıkla baktı. "Nasıl bildin?
"Ayırıcı bir işaret. İnsanlara karşı mesafene ve davranışlarına bakılarak anlaşılabilir. Benim için de büyüdüğüm çevre buna benziyordu. Yetimhaneden kaçan çocukları görmek alışılmadık değildi."
"Gerçekten mi?" oğlan üzgün bir şekilde gülümsedi, geçmişini taşıyan bir gülümsemeydi bu. "Ben kaçıp gidecek cesarete sahip değildim. Uzun zaman oldu... Şimdi bile, istediğim kadar şeker yiyebileceğimin farkında olmama rağmen, bedenim bencil... Hayatımın geri kalanında da böyle kalacağıma eminim."
Akutagawa bir süre sessizce oğlanı izledi.
Ancak fincanını kaldırdı ve üstünkörü söyledi "Hojicha çayım.. İçinde dört kaşık var."
Oğlan gözlerini açtı. "Şeker mi?.. Çay için? Dört mü?"
"Evet." Akutagawa tepkisizce çayından içti. "Seninle aynıyım. Şekerin kısıtlı olduğu zamanlardan kalan bir kalıntı."
Oğlan bir süreliğine Akutagawa'ya baktı, ama sonra bir kahkaha patlattı. "Ah.... Ahaha!" Gülmeye başladığına gerçekten genç biri gibi görünüyordu. "Oh, o zaman bunu da anlar mısın? Defter ve kalem için olan savaşlar?"
"Tabii ki. Normal insanların anlayamayacağı bir şey bu... Ama kağıt ve kalem, şeker ya da etten daha çok rekabet edilen şeylerdi. Sadece kağıda bir şeyler yazdığında dünyadaki en özgür adam olabiliyordun. Savaştı. Yazmayı bilmeyen çocuklar bile bunu yapmayı arzuluyorlardı... Ve çikolatalar?"
" Tabii ki, nasıl para gibi oldukları... Sayısı nispeten daha fazla olmasına rağmen, herkes istiyordu ve değeri değişmezdi. Bu yüzden doğal olarak para birimi olmaya başladı. Patates tohumları beş çikolata barına denkti. Günlük grup öğretimi yapmanın ödülü 3 çikolata barıydı."
"Güçlendirilmiş sığınaklara 300’ten fazla depolamıştık.
"300?!" Oğlan şaşkın görünüyordu. "Milyoner ya da başka bir şey miydiniz?"
"Uzunca bir süre çikolata yemezsem, yetersiz beslenmeden ölürdüm."
"Ahahahhah!" oğlan neşeli bir şekilde güldü.
Sonraki bir kaç dakika boyunca ikisi mantıksızca birbirleriyle konuştular. Kimsenin anlayamayacağı bir empatiyle, sınıf arkadaşlarıyla kendilerini anlayamayacakları için nasıl konuşamadıkları gibi konulardan konuştular, yüklü geçmişe sahip çocukların deneyimlerini paylaştılar. Nadiren ortaya çıkan yüz ifadelerini birbirlerine gösterdiler.
"Böyle bir konuşma yaptığım ilk sefer." dedi oğlan bir gülümsemeyle. "Oh, mektubu teslim etsem iyi olacak. Dedektif çocuk, adın ne?"
"Akutagawa."
"Ben Nakajima. Nakajima Atsushi. Lütfen bu mektubu başkana ilet. "
Atsushi isimli çocuk cebinden bir mektup çıkardı. Siyah bir zarftı, ve üzerinde bir adres ya da gönderenin adı yoktu. Kağıt ses çıkarmayan ince bir materyalden yapılmıştı.
"Bunu gönderen kimdi? "
"İçeriği okursa anlayacağını söyledi."
Akutagawa zarfa bakarken söyledi. "Tehlikeli bir pazarlık olacağının bir işareti yok, ancak arkadaşlık bağları kurulduğunda görevin ya da şerefin bir önemi kalmaz.”
"Açıp bakmak istersen sorun yok, mühürlü değil.”
Akutagawa sessizce kafasıyla onayladı. Zarfı salladı ve içindekileri çıkardı. İçinde, iki parça vardı. Akutagawa bunlardan birini gördüğü an, ifadesi tamamen değişti.
"Kahretsin..."
Akutagawa'nın sesi düşük sakin ve soğuktu.
"Ne bu, şaka mı?"
Bir fotoğraf vardı. İfadesizce fotoğrafçıya bakmış, siyah giyinmiş bir kadının resmiydi.
"Ne oldu?" diye sordu Atsushi.
"Bu fotoğraf... Bunun kim olduğunu biliyor musun?"
"O Gin-san." dedi Atsushi fotoğrafa bakarken. "Ama patron neden böyle bir şey...?"
"Kuku... Kuku, kukuku." Akutagawa boğazının derinliklerinden güldü. "Eğlenceli bir kışkırtma. Eğer içeriğine bakmadan zarfı başkana teslim etseydim, son gülen o olabilecek miydi acaba?" dedi Gin'in fotoğrafını sallarken.
"Bu kadın... Onu tanıyor musun?"
Kaşlarını çatıp fotoğrafa yakından baktıktan sonra Akutagawa konuştu. "Gin şu an burada mı?" Aynı anda tüm vücudu kana susamışlığıyla köpürdü. "Söyle. Söylemezsen seni öldürürüm."
Atsushi cevap vermeden ve hareket etmeden izledi Akutagawa'yı. "Nerede olduğunu biliyorum." Sesi sakindi. "Ama sana söyleyemem."
Akutagawa'nın öfkesi patladı.
"Dört buçuk senedir Gin'i arıyorum ben!"
"Anlıyorum, dört buçuk yıldır." Atsushi’nin sesi birden duygusuzlaştı. "Öyleyse..."
Rüzgar sesini kesti.
Akutagawa geri çekildi. Kırmızı bir çizgi boynunda aşağıya doğru çizildi ve hemen akmaya başlayan kana dönüştü.
"Ne..."
Atsushi hareket ettikten hemen sonra bir şey Akutagawa'nın boğazını kesmişti. Ancak Akutagawa nasıl hareket ettiğini ve boynundaki deriyi ve kasları kesenin ne olduğunu görmemişti bile. Eğer tepkisi biraz daha yavaş olsaydı, şahdamarı paramparça olur ve kanı tavana kadar ulaşırdı.
"Şimdiki saldırı..." dedi Akutagawa boynundaki yarayı tutarken.
Atsushi orijinal pozisyonunda duruyordu, kalçası alçakta ve omuzları çaprazdı. Elinde herhangi bir silah ya da zırh tutmuyordu. Ancak parmaklarından yavaşça akan kanı gördüğünde Akutagawa anladı. Tırnakları. Hızla büyümüşlerdi, ve boynuna ulaştıktan sonra orijinal pozisyonlarına dönmüşlerdi.
"Organizasyonumda bir kuralımız var." dedi Atsushi saldırıdan önceki sesiyle. "Kurala göre, Gin-san'ı arayan birileri varsa derhal ortadan kaldırılmalı, çünkü o günün 24 saati patronun yanında olan bir sekreter. Bu nedenle onu hedeflemek, patronu tehdit etmekle eş değerde."
"Anlıyorum."
Akutagawa'nın ceketi dalgalanmaya başladı. Kendi öfkesi ve hayatı varmış gibi Akutagawa'nın etrafına yayıldı.
"Oldukça korkak bir lider, ama önemli değil. Söyle, Gin benim kız kardeşim."
"Bu doğru değil." dedi Atsushi hemen. "Onun ailesi yok."
"Bu yanlış anlaşılmayı konuşmak için oturmayacağım."
Akutagawa'nın ceketi bir mızrağa dönüştü.
O küçük alanda, ölümüne dövüş başladı.
Kumaştan bıçak bir mermi hızında hareket etti, ve Atsushi boynunda minimal hareketlerle ondan kaçındı. Diğer kumaş bıçaklar da aynı zamanda bedenini hedeflemişlerdi. Gökyüzünde ilerleyen bir bıçak çatıda delikler açmıştı. Tamamen esneyen kumaş geri döndü ve Atsushi’ye arkasından saldırdı. Arkasını göremediği için yere eğilerek saldırıdan kaçındı. Sonra bedenini bir yay gibi büktü ve dikey olarak yükselmek için iki eliyle yere vurdu.
Atsushi tavana tepetaklak yerleşti ve kendini tekrar fırlattı. Çapraz düşüşünde savurmak ve Akutagawa’ya saldırmak için bir bıçak kullandı. Saldırıyı öngören Akutagawa, çapraz kumaşı kaldırdı ve Atsushi’nin saldırısını engelledi. Atsushi ışık hızında düştü ve silah olarak kullandığı eliyle kırılana kadar kumaşa saldırdı. Kumaş çatlayıp kırılırken, Atsushi yere çarptı ve radyal bir işaret bıraktı.
Bir kükreme tüm kafeyi titretti.
"O saldırıyı engelleyemezdim." dedi Atsushi inişinden sonra ve hızlıca geri çekildi. "Şimdiye kadar istihbarat bölümümüz tarafından keşfedilmemiş ne kadar erdemli bir yetenek..."
Atsushi hızlıca duvarı tekmeleyip Akutagawa’yı geçti ve giriş kapısını açtı.
"Dedektiflik Ajansı... Hayal gücümün ötesinde bir organizasyon. Düşman üssünün altında savaşmak iyi bir fikir değil, öncelikle patronu bilgilendirmeliyim. Ayrıca, orada neden Gin-san’ın fotoğrafı vardı..? Bilmek istiyorum."
"Bekle..." dedi Akutagawa, fakat bedeni hareket etmiyordu.
Atsushi sessizce kapıdan çıktı ve kayboldu. Akutagawa onu takip etmek için ilerleyeceyekti, ama öylece dikildi. Yan tarafında muazzam miktarda kanama vardı. Bir pençe darbesi kumaş defansının içine girmiş ve Akutagawa’nın yanına ulaşmıştı. Akutagawa ilerleyip onun peşinden gitmeye çalıştı, fakat böyle yaparak öne doğru düştü ve bedeni yere çarptı. Bilincini kaybetmeden önce, gözlerinin önüne düşen kız kardeşinin fotoğrafını gördü.
"...Gin..." Gayretle mırıldandı, ve ardından bayıldı.
*************
Birisi söylemişti:
“Kişi kendi, özgür iradesiyle şiddeti tercih edebilir; ne de olsa bütün zulümler insanlığa aittir. Buna rağmen sen, çevrene refleks olarak saldırıyorsun... Sadece tehlikeli, aptal bir canavarsın.”
Kara gece. Karanlığın içinde sallanıyor.
Cehennemin alevleri durmaksızın günahkarların ruhlarını yakıyor.
"İntikam mıydı? Bunun uğruna ölmeye değer mi? Öldükten sonra kardeşine bırakacağın bu şehri gözlerinle nasıl hayal ediyorsun?"
Boğazında bir şey yanıyordu.
Bu bir çığlıktı, yakan bir inilti ve durmadan bağırılsa bile kaybolmuyordu. Boğazını yakan pişmanlıktı.
Berbattı. Berbattı. Berbattı. Dünyanın kendisinden başka düşmanı yoktu.
Kini, ve düşmanlarını öldürmek için olan acelesi yüzünden kız kardeşini kaybetmişti.
Neden oldu?
Neden kız kardeşini kaybetmek zorundaydı?
"Zayıflığının ne olduğunu anladığında, gelip tekrar deneyebilirsin. O zamana kadar, kız kardeşinle birlikte kalacağım.”
Anlamıyorum. Anlamıyorum. Anlamıyorum.
Umutsuzluk, içinde yanan öfkeden fazla olsa bile, tanrıyı inanmadığı için onu suçlayamazdı. O zaman nefretini nereye yöneltmeliydi?
"Canavarı kovalama.”
Başka birinin sesini duydu.
Anlamıyorum
Anlamıyorsan, harekete geçmek zorundasın
Kardeşini geri kazanırsan, eğer öfkenden doğan hatalardan onu serbest bırakırsan, elbette bir şansın olur.
Bir imkan var.
Duygularından kaynaklanan ihmalini gidermek için bir fırsatın var.
********************
Dedektiflik Ajansı’nın revirinde uyandı.
Akutagawa refleks olarak yarasına dokundu. Orada değildi, herhangi bir iz bırakmadan, tamamen iyileşmişti. Odanın gerisine baktığında, merhemini süren Yosano-sensei’i gördü.
"Uyanmışsın." dedi Yosano, kremini bıraktı ve parmaklarıyla bir ritim tuttu."Bilinçsiz olduğunda tedaviden eğlenemiyorsun, değil mi?"
Birden bir kağıt parçası çıkardı.
O kağıt parçası... ‘Onay mektubuna tüm’ damgalar damgalanmıştı. Yosano, Oda, Kunikida, Tanizaki, Kenji ve başkan, hepsi onaylarını vermişlerdi.
Akutagawa kağıt parçasını alırken Yosano ayağa kalktı.
"Beni takip et." dedi Yosano, yürüyüşüyle eteğinin kumaşı dalgalandı. "Görmeni istediğim bir şey var."
Dedektifler toplantı odasında oturuyorladı. Kunikida, Tanizaki ve Kenji. Yosano sandalyelerden birine oturdu ve Kunikida konuştu.
"Bu videoya bak."
Video duvar ekranına yansıdı.
Denizde ilerleyen küçük bir geminin güvertesiydi bu. İki kişi küçük bir masada karşılıklı oturuyorlardı, Japon kimonosu içinde olgun bir adam ve siyah kabanı içinde uzun bir adam. Ortalarında takım elbise içinde yuvarlak gözlük takan genç bir adam gergin görünüşüyle duruyordu.
"Bu dört yıl önce gerçekleşen bir olay, gizli buluşmanın videosu iki örgütün başları tarafından kayıt altında tutuluyordu." dedi Kunikida ekrana bakarken. Aralarından birisi dışişleri yabancı kuvvetleri için içişleri bölümü özel ofisinin lideri ve diğeri Osamu Dazai, illegal örgüt Liman Mafyası’nın lideri.
"Liman mafyasının... "
Akutagawa afallamıştı.
Liman Mafyası Yokohoma’daki en saldırgan ve güçlü illegal organizasyondu. Ancak liderin adı ya da görünüşü bile bilinmiyordu.
"Bu, Özel Yetenekliler Departmanı’nın güvenlik tedbiri olarak üstünlükle kaydettiği bir şey. Özel Yetenekliler Departmanı’nda özel bir ajan olmadığın sürece ele geçirmesi imkansız bir şey olmalıydı. Ama Ranpo-san bu yüksek güvenlikli hükümet malzemesini ele geçirdi."
Akutagawa odaya baktı. "Ranpo-san nerede?"
"Başka bir iş için burada değil. Sana bu videoyu göstermeme izin verdi. "
"Akutagawa-san, aslında videoyu teslim alan Oda-san’dı." dedi Tanizaki oturduğu yerden. "Ranpo-san’ın Süper Tündengelim’i ve Oda-san’ın Kusursuz’uyla bile bunu gizli tesislere sızmadan almak üç gün sürdü. Bu bilgiyi elde etmek zordu."
Akutagawa hatırladı. Oda iş gezisi için üç günlüğüne gittiğinde yetimlere ilgilenmek zorunda kaldığı hikayeyi hatırladı.
"Videoya bak, buraya." Kunikida ekranda merkeze yakın bir yeri işaret etti. "Bunun ne olduğunu biliyor musun?"
Akutagawa gözlerini kıstı ve fotoğrafa baktıktan sonra kuşkuyla söyledi. "Bir bardak batı likörü gibi görünüyor, olağandışı bir şey değil."
"Bu kaderin bardağı. Senin için.”
"Ne?"
Kunikida ileriye döndü ve kollarını kavuşturdu.
“Yönlü ışık dalgalarını dinlemek hakkında bir şey biliyor musun? Bu, bir objenin titreşimini yakalayıp, çevreleyen sesi ışık akımının bir dalgasıyla çevredeki bir objeye uygulayan ve yansıyan dalgayı analiz eden bir teknoloji. Işık akısını bu bardağa uygulayarak bu ajan devasa bir mesafeden toplantının içeriğini kaydetmeyi başardı. "
Kunikida oynatıcıyı çalıştırdığında, ses ekranla senkronize olarak akmaya başladı.
"…İçişleri Bakanlığı’ndan bir bürokrat raporumuzu bekliyor, düşmanın kafasını ganimet olarak alıp eve gidelim. Bunu yapmak bir zevk olurdu.”
İki adamdan biri ağzını hareket ettirdiğinde ses aktı, bu orta yaşlı adam Japon takım elbisesi içindeydi. Bu ses Özel Yetenekliler Departmanı’nın bakanı Taneda’nındı.
Diğer yanda, siyah kabanın içindeki uzun, genç adam hafifçe gülümsedi.
"Ne kadar gülünç. Kurallarıma karşın bu kadar kötü kokan bir şeyi eve götürmek isteyeceklerini düşünmüyorum. Muhteşem bir selef olan Mori-san’la karşılaştırıldığında, yeni lider benim.”
"Evet, bilgi ağımız önceki lider Mori’yi öldürdüğünü duydu ve şimdi onun işine sahipsin.”
"Hey hey, bu bilgi ağının sorunları var”
Maskelenmiş gülümsemeleriyle gerçek niyetleri okunamıyordu. O sesi dinleyen Akutagawa sertçe masaya vurdu.
"... Bu o." Akutagawa’nın sesi lav gibi yandı. "Nasıl unutabilirim? O gün duyduğum şeyin sesi, siyahlar içindeki adamın sesi. Orada, siyah kabanlı kişi. Kıyafetleri de uyuşuyor.”
Bunu duyunca Kunikida kaşlarını çattı ve kısa ama ağır bir soluk bıraktı. "Düşündüğüm gibi.”
"Nerede?" Akutagawa ekrana yaklaştı. "Ranpo-san nerede olacağıyla ilgili bir fikri olduğunu söylemişti. Söyleyin bana. Bu Dazai kişisi nerede?"
"Önce dinle.”
"Cevap ver."
Akutagawa duvarların hafifçe titremesine sebep olacak şekilde şiddetli bir hırıltı verdi.
Ancak Kunikida sakince ve tereddüt etmeden konuştu.
"Dinle. Nerede olduğunu biliyorum, ama ona ulaşmak imkansız. Liman Mafyası binasının en üst katında. Bir kalenin tepesinde, Yokohama’daki herhangi bir binaya girmkten çok daha zorlu bir kalenin en üstü katında. Birçok organizasyon Liman Mafyasından nefret ediyor, ama hiçbiri binaya tırmanamadı. Askeri ekip olsa bile fark etmez, son teknoloji ürünü bir tank, ağır silahlı bir helikopter veya özel yeteneklerle eğitilmiş bir ekip olsa bile. Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun? Gidersen öleceksin. O yüzden, şimdi...”
"Fark etmez." Akutagawa yüksek bir ses tonuyla konuşmayı kesti. “Birinci kattaki kafeteryada Liman Mafyası’ndan biriyle dövüştüm. Onda kız kardeşimin bir fotoğrafı vardı ve liderin sekreteri olduğunu söyledi.
"Ah" Kunikida ağırca kafasını salladı. "Kafenin müdürü sağolsun bu hikayenin bir kısmını duydum.”
"O zaman neden aptalı oynuyorsun? Ona ne olduğunu patrona söylemiş olduğunu tahmin ediyorum. Ve o lider, siyahlar içindeki adam, kardeşimin peşinde olduğumu biliyor. Öyleyse, benim ortaya çıkışım için yakında alarma geçip güvenliği güçlendirecek ya da ortadan kaybolacak. Bunun yarın gerçekleşmeyeceğinin garantisi yok. O an şu an.”
Akutagawa bunları dedi, ayakkabılarıyla döndü ve çıkışa doğru ilerledi. Profili korkunç canavarın ta kendisiydi.
"Akutagawa-san! Bekle!" Tanizaki Akutagawa’nın önünde durdu. "Bu senin için de imkansız olacak. Öylece öldürüleceksin."
"Çekil!"
Akutagawa şiddetli bir şekilde kolunu tutmaya çalışan Tanizaki’yi itekledi. Aynı anda ona saldırmak için yeteneğinden keskin bir kumaş parçası belirdi.
"Agh!" Tanizaki geriye düştü ve elini tuttu. Elinin arkasında kumaşın kestiği yerde ince bir çizik oluşmuştu.
Tanizaki yerde oturuyordu ve Akutagawa’ya acı dolu bir yüz ifadesiyle baktı. Onu gördükten sonra, Akutagawa’nın yüzünde bir anlığına belli belirsiz bir acı göründü, fakat hemen arkasını dönüp çıkışa doğru ilerledi.
“Akutagawa-san!”
**********************************************************
Yohohama’da gece vakti.
Gökyüzü mavinin ve siyahın rengini boyamaya başladığı zaman gece olduğunu anlarsınız. İşte o zaman Mafya’nın üssünde cehennem başlar. Sayılamayacak kadar çok çete üyeleri ceplerinde silahları, telsizleri; binanın girişine el bombalarını atmaya başlar. Ancak kimse neden bir başka yerden değil de girişten saldırdıklarını bilmez.
Ancak bilinen bir şey vardı, gizli bir giriş operasyonundaydılar.
Akutagawa Mafya binasının aşılmaz ilk katına gizlice sızması gerekiyordu. Ama görünüşte “gizli” kelimesinin bir anlamı yoktu çünkü ana kapıdan direk girmişti.
“Ateş edin ve öldürün!”
Sayısız vahşetin kükremesi duyuldu, sayısız silah ateş aldı. Lobide yürüyen tek bir davetsiz misafir vardı. Ancak mermilerin hiçbiri Akutagawa’ya zarar vermedi, kurşunlar ilerliyor ama onu vurmadan önce ayaklarının altına düşüyordu.
“Defolun.” Akutagawa’nın bakışları alev alıyordu ve ancak önüne baktığında normal haline dönebildi. “Siyahlı adam, Liman Mafyası’nın lideri. Onu buraya getirin. Nerde, nerde, nerdesin?”
Kimse ortada neler döndüğünü anlamamıştı.
Kafaları kesilse bile…
“Tch.”
“Tereddüt etmeyin! Ateş edin, düşmanın ilerlemesine izin veremeyiz!”
Koridor, duvarlar ve tavanlarda taze kanın çiçekleri açıyordu. Akutagawa’nın öfkesi odayı doldurmuş, çığlıklara ve bir yığın ölüye neden oluyordu.
“O nerde?! Lideriniz nerede?!” Akutagawa’nın kükreyişi yankılandı. “Onu buraya getirin. Liderinizi getirin ve benimle yüzleşsin!”
Akutagawa bağırdıktan sonra gri kıyafeti şeytanın pençesine döndü ve tüm koridoru parçaladı. Sütunlar yıkıldı, dekorasyonlar parçalandı. Arkasında ise boş cephaneler ve tanınmayacak hale gelmiş cesetler kaldı. Akutagawa ne ölü bedenlere ne de yarattığı yıkımın izlerine bakıyordu. Gözleri ileriye kenetlenmişti. Koridoru geride bırakarak merdivenleri tırmandı. Kısa süre sonra acil sireni duyuldu. Tüm koridorlarda kurşun ve ateş geçirmez kapılar vardı ancak bunlar da Akutagawa’yı durdurmakta başarısız oldu. Kıyafetinden oluşturduğu bıçaklarla savunmaları yıkıyor ve odalardan sakince geçiyordu. Silahlar onu hedef alsa veya bariyerler onu engellemeye çalışsa bile Akutagawa ifadesini değiştirmiyordu. Giysisinden yapılmış bıçak bir düşmanı bıçaklayıp yerleri kırmızıya boyasa bile önemsemiyordu. Ancak belirsiz çığlıklar Akutagawa’nın düşüncelerini bozacak kadar gürültülü hale geldiğinde Akutagawa susturmak için düşmanın boğazına odaklanıyordu.
Artık içinde insanlığı taşımıyordu. Ölümün soğukluğunu taşıyan, parmaklıklar arkasındaki canavardı. Ve gözlerinde tek bir amaç vardı: merdivenlerin yukarısında kendisini bekleyen adamı bulmak.
Merdivenlerden yukarı çıktı ve üçüncü kata ulaştı.
Liman Mafyası’nın binası şehrin en yüksek binasıydı. Toplam kırk katı vardı. Akutagawa henüz üç katı aşabilmişti. Mafya tarihinde suikasta kalkışmış kişilerin %10’dan daha azı bu kadar ilerleyebilmişti. Koridoru geçtiğinde Akutagawa birden durdu. Garip bir figür karşısında duruyordu. Geleneksel Japon kıyafetleri içinde bir kızdı; siyah saçları, küçük mavi gözleri vardı ve alışılmadık bir gençliğe ve atmosfere sahipti.
Ama garip olan şey arkasında duran figürdü.
Havada süzülüyordu, ayakları yere değmiyor ve gözükmüyordu. Yüzü taktığı beyaz, zarif bir maskeden dolayı belli değildi ve uzun saçları havada süzülüyormuş gibi duruyordu. Elinde ise gevşekçe bağlanmış kılıfıyla bir kılıç taşıyordu.
Kesinlikle insan değildi.
“Bir yetenek.” Diye mırıldadı Akutagawa.
“Adım Kyouka.” Dedi sessiz duran kız. “Mafya’nın suikastçısıyım.”
Kyouka cebinden eski bir telefon çıkarıp kulağına dayadı.
“Çekil.” Akutagawa’nın sesi sert, çelik kadar keskindi. “Kızlara ayrı bir merhametim yok. Üst kata çıkmama engel olursan seni öldürürüm.”
“Önemi yok.” Kyouka’nın sesi Akutagawa’nın sesinin duygularından daha da yoksundu. “Ama ilerlemeye devam edersen o adamla savaşacaksın. O, sessizlikte insanların canını acıtır, sessizliği her şeyden daha üstündür.”
Dedi Kyouka ve telefonun tuşuna bastı: “Kar Şeytanı, adamı öldür.”
Kyouka’nın arkasında duran yaratık Kyouka kadar uzun olan kılıcı kınından çekti.
“İlk engelim bu mu?” dedi Akutagawa ifadesini değiştirmeden. “İyi olacak. Gel.”
Gümüş bıçak ve yeşil kılıç birbirine çarptı.
*******************************************
“Dazai-san, davetsiz bir misafirimiz var.” Atsushi aceleyle patronun ofisine girdi.
“Öyle gözüküyor.” Diye cevapladı siyah ceketi giyen Liman Mafyası’nın lideri Dazai, pencereden manzarayı seyrederken.
Atsushi gözlerini pencereye çevirdi. Pencere, güneşin doğal ışığını engelleyen siyah filmle kaplıydı ve dört yıldır açılmamıştı. Bu yüzden camdan görünen şehrin mavi binaları garipti.
"Düşman birinci ve ikinci katı atlatmayı başardı." Dedi Atsushi Dazai'ye. Tüm düşük rütbeli üyeler güçlü bir yeteneğe yenildi."
"Tanıdığın birisi, değil mi?" Dedi Dazai yüzünü manzaradan çevirmeden.
"Evet." Diye cevap verdi Atsushi. "Güvenlik kameralarının bulunduğu odadan kontrol ettim. Karşı karşıya olduğumuz kişinin adı Akutagawa."
"Anlıyorum." Dedi Dazai sakin bir sesle. "Sonunda."
Dazai'nin sesinde utanç ya da şaşkınlık ifadesi yoktu. Her şeyin tıpkı planladığı gibi ilerlediğini onaylayan bir ses tonu vardı.
"Dazai-san... bir şey sorabilir miyim?"
"Tabii." Dazai'nin yüzü hala Atsushi'ye dönük değildi.
"Gelen kişinin, Gin-san'ın abisi olduğu doğru mu?"
Dazai bir süre sessiz kaldı. Sonra soğuk bir sesle cevap verdi: "Doğru."
"Öyleyse..." Atsushi tereddüt etmeyi bıraktıktan sonra kaşlarını kaldırarak sordu: "buraya gelmesinin nedeni kız kardeşini almak mı?"
Dazai bir şey demedi. Ancak yüzünü Atsushi'yi görebilecek şekilde çevirdi.
"Kafedeyken verdiğiniz mektubu ulaştırdım ve Gin-san'ın fotoğrafını gördükten sonra aniden öfkelendi. Kısa bir süre geçtikten sonra, buraya geldi."
Atsushi'nin kelimelerine rağmen Dazai'nin ifadesi değişmedi.
"Belki mektup Gin-san'ın burada olduğu hakkındadır?" Diye usulca sordu Atsushi. "Yani... başından beri Dazai-san müttefiklerin Mafya'nın merkez üssüne saldırmasını mı istiyordu?"
Dazai döndü ve yüzündeki ifadeyi değiştirmeden Atsushi'nin önüne doğru yürüdü. Sonra duyanın ruhunu parçalayacak kadar kaba ve kısık bir sesle konuştu:
"Dediklerini doğru kabul edersen... eklemek istediğin bir şey olur muydu?"
Odadaki hava yok olmuş gibiydi, nefes alış verişleri durdu.
"Örnek vereyim, yağmur köylere vuracak sellere sebep olur. Yıldırım büyük orman yangınlarının kaynağıdır. Hafif bir sarsıntı deniz kenarlarının şeklini değiştirebilen tsunamiyi oluşturur. Bu kadar, Atsushi-kun." Siyah ceketini giymiş Dazai hassas bile sayılabilecek kadar yumuşak sesiyle konuştu. "Bir doğa olayı, tıpkı bu üstün ve karanlık liman mafyası gibi, doğal felaketlere yol açabilir. Organizasyonun üyelerinin bile durduramayacağı ya da kontrol altına alamayacağı kadar sarsıntılı bir olayın içindeyiz. Öyleyse yaşanılanların nedenlerini aramanın amacı nedir?"
Atsushi Dazai'ye baktı ve gördü. Tüm odanın, binanın ve şehrin altını üstüne getirecek illüzyonların aslında Dazai'nin aklından geçen fikirlerin gerçek amacını...
"Her şey... planının Bir parçası mıydı, Dazai-san?"
Dazai cevap vermedi.
"Daha önce bahsettiğin 'ikinci ve üçüncü' aşama bu muydu?"
Dazai bir kez daha cevap vermedi.
Yüzlerce anlamlı kelimeden daha ağır bir bakışı görünce Atsushi geriledi.
"Anladım. Liman Mafyası'nın ek kuvvetlerinin yardımıyla, her zamanki sıradan ve normal Mafya binasını eski haline geri getireceğim." Yana döndü ve çıkışa doğru yol aldı. "Yapacağım."
Dazai Atsushi'nin uzaklaşmasını seyretti. Ve odada kimse kalmadığında mırıldandı:
"Doğru, doğal bir felaketi yaşıyoruz. Dazai'nin sesi bitkin bir hal aldı. "Kimse durduramaz, kimse karşı koyamaz. Ben bile... Yapabileceğim tek şey bu dünyanın aslında büyük bir hata olduğunu kabullenmek ve sevmek."
***
Kıyafetten şekillenen bıçak ve kılıç çarpıştı ve oluşan kıvılcım ortamı aydınlattı. Akutagawa'nın ceketi kılıca dönüştü ve kurşun yağmurunda Kyouka'ya saldırdı. Yasha Shirayuki kılıcını salladı ve ses hızıyla vurdu. Buna rağmen giysiden oluşan kılıcın saldırıları durmadı, Yasha'nın hızı insanüstü olsa bile saldırıları engellenebiliyordu.
"Bu mu, Mafya suikastçisi..." Akutagawa dudaklarını kıstı ve sakince konuştu. "Beni susturmayacak mıydın? Kılıcının sessizliğiyle bile beni kesemiyorsun."
Saldırılar koridoru kapladı ve Kyouka karanlık gözleriyle sessizce seyretti.
"Olabilir." dedi Kyouka boş gözleriyle. "Ama yapabileceğim başka bir şey yok. Ben karanlığın çiçeğiyim... İnsanları öldürürüm, hepsi bu. Yani ne pahasına olursa olsun seni öldüreceğim."
Kyouka ileri çıktı.
"Bu..."
Cebinden hançerini çıkardı ve hızlıca ileri koştu. Yasha Shirayuki’nin koruduğu alanın ilerisine gitti. Giysiden yapılmış bıçak Kyouka’ya saplandı. Öfkeli kılıçların arasında Kyouka’nın hançeri kükredi. Gümüş renkli bir parıltıyla bıçağın saldırısı geri püskürtüldü. Ancak Kyouka’nın fiziksel saldırıları Akutagawa’nın demiri ve hatta boşluğu kesebilen giysi-bıçağıyla yarışamıyordu. Hançer kısa bir sürede kırıldı, ezildi ve parçalarına ayrıldı.
“Ne oldu… Nasıl?”
“Oldukça güçlüsün ama organizasyondan ayrılmaya çalıştığımda beni öldürmeye gelen ve acı çektiren kişi daha güçlüydü.”
“Öyle mi?” Akutagawa’nın gözleri sinirden kısıldı. “Huh, öyleyse bu giriş gösterisi yakında bitecek.”
Akutagawa’nın kıyafetleri birleşip büyük, sivri bir mızrağa dönüştü. Buna rağmen Kyouka’nın ifadesi değişmedi. Kızın karanlık gözlerinin arkasında saklanan durgunluğu fark ettiğinde Akutagawa başını çevirdi. O sırada, Yasha Shirayuki’nin kılıcı Akutagawa’nın yüzünün bulunduğu yerden geçti.
“Ne…?”
Yasha Shirayuki’nin görülür hale geldiği duvardan bir kılıç çıktı. Kılıçtan kurtulan saçların bir kısmı dağınıktı ve kılıç burnunun üst kısmını kanayana kadar kesti. O sırada, Kyouka Yasha’nın diğer duvara gitmesini sağladı. Yasha Shirayuki Akutagawa’nın pozisyon değişikliğine bakmadı ve gümüş kılıcı buluştuklarında aradaki kısa mesafede saldırdı. Kılıç saldırılarından oluşan sıkışıklık hiçbir insanın kurtulamayacağı kadar, alanı daraltıyordu. Savunma mesafesi alacak kadar zaman yoktu, Rashomon’un kamçılarıyla saldırıları karşılamaya devam etti ama aralarındaki mesafe gittikçe azalıyordu.
"Ugh..."
Üstü Oda'nın söyledikleri Akutagawa'nın zihninde tekrarladı. "Yeteneğin güçlü. Ama fiziksel güç gerektiren bir karşılaşmada bedeninin zayıflığı açığa çıkıyor."
"Öyleyse... oyunun gidişatını gücümle değiştireceğim!"
Akutagawa yere karşı giysisinden bir bıçak oluşturdu ve kalan kıyafetleriyle Yasha'yı itip arada mesafe oluşturmak için kendisini sardı. Yasha Shirayuki'nin kılıcı duvara, tavana ve zemine vurdu. Aynı zamanda, Akutagawa koridorun sonu boyunca yerde yuvarlandı. Vakit kaybetmeden yeteneğini ortaya çıkardı ve savunma pozisyonunu aldı. Bu mesafede, durumlar Akutagawa'nın yeteneği için idealdi. Oyun yeniden Akutagawa'nın lehineydi.
Ya da öyle gözüküyordu.
"Yeterli. Onu incitme."
Yan taraftan, bir yumruk Akutagawa'ya vurdu. Bedeni öne eğildi ve ayakları zeminden uzaklaştı. Akutagawa aldığı darbeyle uçtu ve koridorun duvarına çarptı.
"Sen iyi misin, Kyouka-chan?" Liman Mafyası'nın Beyaz Azrail'i, Nakajima Atsushi karşısında duruyordu. "Yardım etmeye geldim."
"S-sen..." koridorun sonundaki Akutagawa emekleyerek ayağa kalktı. Zorlukla nefes alıyordu, birkaç kez öksürdü.
Yeteneğini kontrol etmesini sağlayan büyük metal tasmayı taktıktan sonra, Atsushi keskin bakışlarıyla Akutagawa'yı seyretti.
"Kalkma... kalkarsan omurganı kırarım." Atsushi Akutagawa'ya baktı. "Anlıyorum. Aldığın darbenin etkisini azaltmak ve fiziksel gücünü arttırmak için yeteneğinle elde ettiğin kıyafetlerle kendini kaplamışsın. Bu teknolojiyle ya da eğitimle elde edilecek bir görünüm değil. Sadece bir canavarın yapabileceği bir şey... Sıradışı bir şey."
Atsushi aradaki mesafeyi kısaltarak koridora sessizce geldi. Sadece duruşuyla ortamdaki hava donmuş gibiydi. Kyouka, Atsushi'nin yanına gelinceye kadar sakince yürüdü.
"İçime doğdu..." dedi kız adamın elini tutarak. "Bu adamı yok etmeseydim, eminim ki sen edecektin. Ve her türlü... bir ölüm kalım savaşı yaşanacaktı. Özür dilerim."
"Sorun değil, Kyouka-chan." Dedi Atsushi elini tutarak. "Ölmeyeceğim, yanında kalacağım. Asla karanlıkta boğulmana izin vermeyeceğim."
Kyouka'nın avucu ve narin parmakları Atsushi'nin elini sıktı. Onu yüzeyde tutan ve sonsuz derinlikteki karanlıkta boğulmamasını sağlayan tek şey bu ellerdi.
"Sen yanımdaysan..." dedi Kyouka yumuşak bir sesle. "Karanlıktan korkmuyorum."
Akutagawa kaşlarını çattı ve o ikisini seyretti. Mafya üyeleriyle ikiye-bir bir savaşa girişecekti. Ayrıca düşman üssündeydiler. Buna rağmen Akutagawa'nın sesi bir melekten bile daha rahatsız edici değildi.
"Kötücül bir organizasyondaki nazik bir katil..." dedi Akutagawa alaylı bir sesle. "Ağlanacak bir hikaye. Ama ayrıca ben de buraya araştırmamı yapmak için geldim. 'Liman Mafyası'nın Beyaz Azrail'i' ve '35 kişiyi öldürmüş kişi'. Kötü bir ününüz var. O kana susamış ellerle birbirinizden nefret etmeniz pek mümkün değil."
"Olabilir." Dedi Atsushi sessizce. "Öyleyse Gin-san ve sen de bir daha asla birbirinizle görüşemeyeceksiniz." Akutagawa'nın kılları dikleşti.
"Seni pislik...!" Akutagawa dişlerini sıktı ve ceketinin kumaşını yılan kuluçkası şekline soktu. "Gin'in eline kan bulaşmışsa, kaçırıldığı yüzünden!"
Akutagawa'nın ceketi bir kürtün kafasının şeklini aldı. Canavar öfkeyle kükredi.
Atsushi Akutagawa'nın ceketinden dönüşen canavarı sessizce seyretti.
"Kazanamazsın. Yanımda Kyouka-chan var ve sen yalnızsın. Müttefikin yok. Yalnızlığın yüzünden yenileceksin. Kyouka-chan."
Atsushi dönük bir sesle Kyouka'ya seslendi. Kyouka belirsizce kafasını salladı ve telefonu eline aldı.
"Yasha Shirayuki, düşmanı yen ve bizi koru." Dedi Kyouka telefona.
Ama...
...?
Yasha Shirayuki silahını eline almadı. Kıpırdamadı bile. Kyouka'nın tam önünde belirsizce havada süzülüyordu.
"Yasha Shirayuki?"
Kyouka önce Yasha'ya sonra telefona baktı. Ekranı kararmıştı... kapanmıştı.
"Kimin müttefiki yokmuş?"
Yoktan, bir ses duyuldu.
"Karşınızda, ayrıca şehrin en güçlü organizasyonu var."
Kyouka'nın telefonu belirsiz bir el tarafından çalındı. Koridorda sahte karlar yağmaya başladı.
"Akutagawa-san! Karın zemine ulaşmasını da sağlayacağım! Koş!"
O sırada, Kyouka'nın arkasından bir insan figürü belirdi. Ve Akutagawa sahip olduğu canavar yeteneği sayesinde zemindeki yeteneğin kimin olduğunu anladı.
Sayısız parlama zemini kapladı, bir felaket yaşanıyordu.
***
Sarsıntı Liman Mafyasına ait olan tüm binayı salladı.
Acil durum sistemi etkinleştirildi ve binada bir sorun olduğunu belirten uyarı alarmı duyuldu. Koridorun temeli çöktü, mobilyaları parçaladı ve duvarda sayısız çatlak açtı. Mafya üyeleri ani çöküntü ve alarm yüzünden şaşkındı ve bir elinde silah diğer elinde telsiz taşıyan kişilerin etrafı sarılmıştı.
Kargaşanın ortasında Tanizaki onları yeteneğiyle gizledi ve yavaşça koridorun kenarına doğru yürüdüler. Binanın diğer tarafındaki temizlik personelinin odasına gelene kadar emeklediler.
Odada hiçbir izleme cihazı olmadığından emin olduktan ve girişi kapattıktan sonra, Tanizaki yere oturdu. Akutagawa'ya döndü ve sordu: "Sen iyi misin?"
"Evet." Akutagawa odanın duvarına yaslandı ve biraz öksürmek için ağzını eliyle kapattı. "Küçük bir yaralanma. Ayrıca ben bir katilim."
Akutagawa'nın ayağının altında yeteneği olan kumaşla tuzağa düşürülmüş birisi vardı, Kyouka yerde yatıyordu. Bilinçsizdi ve gözleri kapalıydı, Akutagawa yeteneği sayesinde onu buraya getirebilmişti.
"Neden onu aldın?"
Akutagawa Kyouka'ya baktı ve soruya cevap vermedi, sonra Tanizaki'ye döndü ve sordu: "Kızın telefonuna n'oldu?"
"Burada." Tanizaki telefonu cebinden çıkardı ve gösterdi. "Ranpo-san'dan duyduğuma göre, kız Liman Mafyası suikastçısı, Kyouka İzumi. Yeteneği 'Kar Şeytanı' sadece telefondan gelen emirlere itaat ediyor."
"Söylentileri duymuştum." Dedi Akutagawa donuk bir sesle. "Öyleyse, bu kız yararlı olabilir."
"Yararlı mı?"
"Her şeyden önce bana cevap ver." Akutagawa öksürdü ve Tanizaki'ye baktı. "Tanizaki-san, neden geldin? Aklından ne geçiyordu? Bu savaş benim kendi kararımla gerçekleşen kişisel bir mesele. Dedektif Ajansı'nın işi değil. Öyle olsa bile, Liman Mafyası binasına gizlice girdin. Bana yardım etmek için... Nedenin kız kardeşini kaybetmiş bir aptala duyduğun sempati miydi?"
"Hayır. Nedenim Ajansın bir dedektifi olmadı." Tanizaki utanmış bir şekilde gülümsedi. "Sen ve ben benziyoruz. Aramızda bir fark varsa, o da budur. Ajans şeyleri kız kardeşi ölmek üzere olan birisini terk etmemeyi gerektiriyor."
Akutagawa gözlerini kırpıştırdı. "Ölmek üzere mi?"
"Bu mektup." Tanizaki cebindeki mektuba baktı. "Bu mektup Liman Mafyası tarafından sana iletilen, kız kardeşin, Gin-san'ın infaz gününü içeren bir mektup."
"Ne?!"
Akutagawa Tanizaki'nin tuttuğu mektuba baktı.
"Bugün gün batımında olacak. Zaman kalmadı." Dedi Tanizaki sert bakışlarıyla. "Başkan mektubu okuduktan sonra tüm dedektiflere güncel operasyonlarını durdurup onu korunması emrini verdi. Şu anda hepimiz bir kurtarma planının içindeyiz... Hepsi bu kadar."
Tanizaki'nin ifadesi birden haşinleşti.
"İnfaz bir saat içinde gerçekleşecek. Operasyonu gerçekleştirmek için elimizde bulunan zaman dar... İlk olarak, neden Liman Mafyası patronu kız kardeşinin infazını Dedektif Ajansı'na duyurdu? Nedenini anlamadım."
"Beni kışkırtmak için." Akutagawa mektubu binlerce parçaya yırttı. "Heyecanlanacaktım. En üst kata ulaşıp kardeşimi kurtaracak ve ona yeni bir hayat verecektim."
"Tuzak olacak mı?" Dedi Tanizaki ciddi bir tonda. "O zaman ne yapacaksın?"
"Bu bir tuzak. Kışkırtmalarını kabul edecek, düşmanı imha edecek ve en üst kattaki siyahlar içindeki adamı yeneceğim."
"-Ama" Tanizaki buruşuk bir yüzle Akutagawa'ya baktı. "Bu andan itibaren en güçlü mafya üyeleri karşına çıkacak. Önceki gibi ya da daha kötüsü olabilir. Yeteneğiyle kendimi gizleyebilsem bile her katın görüntüsünü yapamaz olabilirim. Yeteneğiyle bir delik açsak bile alarm çalacak ve yerimiz belli olacak... ne yapacağız?"
O sırada kapının diğer tarafından bir ses duyuldu.
"Bir şey yapmanıza gerek yok. Tuzağa yakalandınız."
Giriş kapısı patladı. Şarapneller duvara yapıştı ve molozlar odanın içini kapladı. Kapının diğer tarafında sayısız figür duruyordu.
"Benden kaçmak için ölümün sonundaki bir odada saklanmak yeterli değil." Dedi girişteki oğlan.
"Olamaz... Burada..."
Tanizaki girişe sabit bakışlarla baktı. On zırhlı kuvvetten fazlası orada duruyordu. Ortalarında kısa, beyaz saçlı bir erkek vardı.
"Dedektifler... ortadan kaybolsanız bile kokunuzu gizleyemezsiniz." Dedi Nakajima Atsushi donuk sesiyle. "Bu yüzden kaplanın gücüyle sizi takip ettim. Yaralanmış avını kokusuyla takip etmek bir etoburun özelliğidir."
Girişin diğer tarafında sayısız silah Akutagawa'ya doğruldu.
Bir katil içgüdüsü duyuldu.
"Ha,ha... hahahaha..."
Odada bir gülme sesi yankılandı, Akutagawa gülüyordu.
"Etobur mu? Bir etoburda herhangi bir zayıflık görüyor musun, kaplan? Sadece avlanmaya alışık değilim." Akutagawa gözlerindeki kara ateşle gülümsedi. "Yerde avlanmayı bekleyen bir av alışagelmiş değil."
"Bekliyor muydun?" Atsushi kaşlarını çattı.
"Aynen öyle..."
Akutagawa telefonu kulağına dayadı. Telefon, Tanizaki'nin Kyouka'dan çaldığı telefondu.
"Kar Şeytanı, bir saat sonra Kyouka'nın canını al."
"Ne..."
Atsushi şaşırdı, öne zıplamaya çalıştı. Akutagawa'nın giysiden bıçakları uzadı ve onu sıkıca tuttu, telefona emir vermeye devam etti.
"Sadece benim sesimi duyduğunda öldürmeyi durdur. Bu süre zarfında başka kimsenin sesine cevap verme."
Kar Şeytanı havada süzüldü ve Akutagawa'nın yanında durdu. Bir asistan gibi talimatlarını bekliyordu. Ne olup bittiğini anlayan ilk kişi Atsushi'ydi.
Atsushi'nin gözleri genişledi, Akutagawa'ya bakıyordu.
Bakışları Akutagawa'nın donuk gözleriyle buluştu. "Durumu anladın mı, kaplan? Bana üst katı göster."
"Ku...!"
Akutagawa bir adım attı ve mafya üyeleri temkinli bir şekilde silahlarını doğrulttu.
"Hepiniz, silahlarınızı indirin!" diye bağırdı Atsushi.
Bir öfke patlamasıyla Atsushi duvarı parçaladı. Mafya üyeleri Atsushi'nin bu görünüşü karşısında şaşkındı. Atsushi konuşmaya devam etti:
"Silahlarınızı indirin, hemen! Anlamadınız mı? Kyouka-chan'ın Kar Şeytanı sadece telefondan gelen emirlere itaat ediyor! Ne olursa olsun!"
"Öyle. Ve bir saat sonra şeytan kızı öldürecek. Bunu durdurmanın tek yolu benim sesim."
"Kyouka-chan... rehin tutuluyor...!"
"Aynen öyle. Nasılmış, kaplan? Mafyaya şiddettin hüküm sürdüğü duyguları gösterirsen ne olur?"
Atsushi cevap vermedi. Sadece yere baktı ve başını tuttu.
"Ona... yardım etmeliyim."
Sinirden sesi titriyordu. Hayır...
"Ne?" Tanizaki sordu. "Neler oluyor?"
Atsushi kafasını iki elinin arasına aldı. Eklemleri beyaza dönmüştü ve parmak uçları kafa derisine saplanmıştı.
"İhmal edilmemeli... Onu korumalıyım... Onu korumalıyım... başkalarını korumayan insanlar yaşamayı hak etmez... başkalarını korumayanlar..."
Tanizaki, Akutagawa ve diğer mafya üyeleri öylece Atsushi'nin durumunu seyrediyordu. Sesi öfkesi yüzünden titremiyordu. Vücudundaki tüm kaslar gerilmişti ama kavga edeceği için değil.
Korkutucuydu.
"Anladım. Sana itaat edeceğim. Üst kata kadar sana eşlik edeceğim... Ama Kyouka-chan'ı incitme. Onun özgür ve güvende kaldığından emin ol." Dedi korkmuş bir yüzle. Dişlerini dehşetle sıkıyordu ve soğuk ter tüm yüzünden dökülüyordu.
Akutagawa Atsushi'nin sahip olduğu ifadeye baktıktan sonra, cevap verdi. "Söz veriyorum."
"Hepiniz, silahlarınızı indirin. Bu bir emirdir. Emirlerime uymayanları öldürürüm." Dedi Atsushi astlarına koridorda yürürken. "Hepsi bu."
********
Ana ofisten şehre vuran günbatımını seyredebilirsiniz. Odanın ortasında Dazai, masada kollarını birleştirmiş bir şekilde, yalnız oturuyordu. Dudaklarında belirsiz bir gülümseme vardı ve gözlerinde sadece ışıkta belli olan dünyanın karanlığını taşıyordu.
"Bu dördüncü adımdı." Dedi Dazai kısık bir sesle ve masasından kalktı. "Devam edelim mi?"
Bunu demesiyle biraz ses çıkardı, odada ilerledi, kapıyı açtı ve ofisten çıktı.
*******
Akutagawa ve Atsushi mafya binasında ilerliyordu. Garip bir yolculuktu. Tüm mafya üyeleri ellerinde silahlarla o ikisini hedef alarak eşlik ediyordu. Ancak kimse silahını doğrultmaya cesaret edemedi. Kimsenin bunu yapacak cesareti yoktu. "Liman Mafyası'nın Beyaz Azrail'i" yol boyunca sessizliğini sürdürmüştü. Silahlarını indirmeleri için emir bile vermek zorunda kalmamıştı. Ayrıca gelen davetsiz misafirlere saldırmaları için talimat da vermemişti, Atsushi sadece buradaydı ve sessizce yürüyordu. Ancak dünyanın kaosunda ve kontrolünde yaşamış uzmanı bu halde gören mafya üyeleri durumu kavramıştı. Artık Atsushi'yi ya da ona eşlik edenleri öldürmeye çalışırlarsa ateş bile edemeden onları öldürecekti.
"Liman Mafyası'nın Beyaz Azraili düşman tarafından verilmiş bir lakap değildi. Liman Mafyasındaki iş arkadaşları ona bu adı takmıştı. Yeraltı dünyasının duyguları anlaşılmayan canavarı. Bir şey ölüm meleğini sarsmıştı. Atsushi'nin "o" kısmı ortaya çıktığında, hem düşmanlar, hem müttefikler eşit hale gelirdi. Akılla anlamaktan öte bir tanrı... Beyaz Azrail...
"Bu merdivenlerden ilk kata ineceğim." Acil durum merdivenlerine ulaştıklarında bu zamana kadar saklanmış Tanizaki ortaya çıktı. Tanizaki Kyouka'yı omzuna koydu ve ciddi bir sesle Akutagawa'ya döndü: "Akutagawa-san, dikkatli ol."
"Peki." Akutagawa kafasını salladı. "Seninle iletişime geçtiğimde kızı bırak. Kimsenin bulamayacağı bir yere sakla."
"Anlaşıldı."
Atsushi Tanizaki'ye sert bir şekilde baktı ama bir şey söylemedi.
Merdivenlerden inmek üzereyken Tanizaki döndü: "Akutagawa-san..."
"Ne oldu?"
"Son defa söylüyorum. Senin ve benim aramdaki fark dedektif olup olmamanla alakalı değil." Tanizaki tereddüt etti ama Akutagawa'ya baktı. "Ama buna gerek yok. Sen zaten bir dedektifsin. En üst kattaki savaşta son kararı vermen gerektiğinde, bunu hatırla."
Bir süre Tanizaki'ye baktıktan sonra Akutagawa ağzını açtı. "Neden şimdi bunu bana söylüyorsun?"
" Adaletin bir dostu küçük kız kardeşini kurtarıyor ve ikisi sağ salim geliyor. Olması gereken bu. " Tanizaki biraz gülümsedi ve sonra yüzü eski halini aldı. "Ajansa katıldıktan kısa bir süre sonra bunu fark ettim. Beni pek çok yerde kurtardı."
Akutagawa Tanizaki'ye baktı, yüzünde sorusunun gerçek cevabını arıyordu.
"Hayır, sınavın bir önemi yok. Dedektif Ajansının bir üyesi olduğuna inandıktan sonra Dedektif Ajansının çalışanı olmuş olursun. Bu sana her zaman güç verecektir. Sadece inanmalısın."
Akutagawa Tanizaki'ye gerçek niyetinin ne olduğunu anlamak için baktı fakat sonra kafasını salladı. Sonunda inanmıştı. "Sana inanıyorum. Dikkatli ol, Tanizaki."
"Sen de, Akutagawa-kun."
Tanizaki kızı aldı ve merdivenlerden aşağıya indi. Giderlerken ikisi hafif karın altında gözden kayboldu. Tanizaki onlardan ayrıldı, Atsushi ve Akutagawa ilerlemeye devam etti.
10. Katın civarlarında ne insan ne de bekçi vardı. Emirler davetsiz misafire yaklaşmamaları yönündeydi. İkisi bina boyunca yürüdü, ayak sesleri geniş bir mezarlık kadar sessiz bir yerdeymiş gibi yankılandı.
"Kaçıncı kata kadar gitme yetkin var?"
Atsushi keskin gözleriyle Akutagawa'ya döndü. "Son kata kadar."
"Anlaşılan doğru insanı tehdit etmişim." Dedi Akutagawa. "Bu mafya kıyafetleriyle olduğundan daha büyük gösteriyorsun. Ne kadardır mafyadasın?"
Atsushi cevap vermedi, sadece Akutagawa'ya baktı.
"Cevap vermesen de olur." Dedi Akutagawa zalimce. "Ama unutma, moduma göre arayıp kızı öldürtebileceğimi unutma."
"Yeter!" Dedi Atsushi korkmuş gözlerle. "Anladım. Dört buçuk yıl oldu. Organizasyona katılalı dört buçuk yıl oldu!"
"Dört buçuk yıl mı...?" Akutagawa'nın göz bebekleri daraldı. "Neden katıldın?"
"O beni davet etti. Yetimhaneden kovulduğumda kırsallarda amaçsızca dolaşıyordum." Atsushi döndü ve çıkmaza baktı. "Mafyaya girdiğimde bana istediğimi verdiler."
"Seni davet eden kişi... Dazai, mafyanın şu anki lideri mi ?"
"Evet." Dedi Atsushi. "Onu tanıyor musun?"
"Anlıyorum." Dedi Akutagawa bir süre düşündükten sonra. "Dört buçuk yıl önce siyah bir ceket giymiş adamla karşılaştım. Öyleyse, benim yerime astı olarak seni seçmiş."
"Sen mafyada mı olacaktın?" Dedi Atsushi Akutagawa'ya bakarak. "Hayal edemiyorum."
"Doğru, mafyaya giremezdim." Dedi Akutagawa. "Yeraltı dünyasındaki insanlar beni tiksindiriyor. Çünkü arkadaşlarımı öldürmüşlerdi..."
Bunu söyledikten sonra, Akutagawa ağzını kapattı. Konuşmalarından geriye kalanlar havada yankılandı. Bir süre ikisi de sessiz kaldı. 30. Kata geldiklerinde, Atsushi yeniden konuşmaya başladı.
"Eğer Dazai-san benim yerime seni davet etseydi..." Dedi Atsushi tehlikeli bir sesle. "Her şey değişirdi, ama böyle bir şey olmadı. Kafanın içinden geçen her şey zavallıca. Bu yüzden kardeşini kurtaramayacaksın."
"Ne?" Akutagawa'nın bakışları değişti.
"Kaçınılmaz. Anlamadın mı? Bir süre önce dedektif 'Küçük Adaletin bir dostu küçük kız kardeşini kurtarıyor ve ikisi sağ salim geliyor. Olması gereken bu .' demişti. Kendince haklı olabilir. Ama sen artık iyi bir insan değilsin, nedenini sen de fark edebilirsin." Akutagawa boğazını sıktı ve onu duvara dayadı.
"Geri al!" Dedi Akutagawa kükreyerek. Atsushi'nin boynunu daha çok sıktı.
"Geri alsam da bir şey değişmeyecek." Dedi Atsushi açık sözlülükle. "Bu dünyada yaşıyorsan insan olmanın iyi ve kötü yanları hakkında daha çok şey öğreneceksin. Bir kızı rehin aldın ve onu beni tehdit etmek için kullandın. Gerçek isteğini göz ardı ettin ve amacın yıkıma karşı duyduğun arzu ile değişti. Bunun kanıtı binaya geldiğinden beri 'Beni liderinize götür.', 'Beni üst kata çıkar' demene rağmen hiç 'Beni kardeşime götür.' Dememen. Aslında bu, söylemen gereken ilk şeydi. Senin amacın, arzun. Sadece bir erkek çocuğusun. Bu yüzden kız kardeşin kurtulamayacaksın, sonsuza kadar..."
Doğaüstü kumaş genişledi, Atsushi'yi tamamen sardı. O sırada Akutagawa'nın yumruğu Atsushi'ye saldırdı.
"Kapa çeneni!"
Vurdu, vurdu ve vurdu. Dudakları patladı ve kan tüm duvara yayıldı. Akutagawa'nın arkasındaki kumaş uzadı ve bir akrebin iğnesine benzer şekilde dönüşerek Atsushi'yi hedef aldı.
"Öl...!"
"Dur, abi."
Mütevazı ve sakin bir ses odada yankılandı. Akutagawa yumruk atmayı durdurdu ve sesin kaynağını aradı. Bulduğunda gözlerine inanamadı. Biraz ileride, siyah takım elbise giymiş Bir kadın vardı. Boyun hizasından bağlanmış siyah, uzun saçlarıyla sakin bir kadındı. Çok sessizdi, zayıf bir görünüşle bile karşısına çıkmıştı. Yaşayan bir insandan çok havada yaratılmış üç boyutlu bir resme benziyordu.
"Gin..." Akutagawa şaşırmış bir şekilde fısıldadı.
"Burada ne yapıyorsun, abi?" Dedi Gin. Sesi koridorda ilerledikçe yankılanıyordu. "Beni buradan alırsan mafya canımızı alana kadar peşimize takılır."
"Umurumda değil." Dedi Akutagawa. "Yolumuza kimin çıktığı, gelecekte ne olacağı önemli değil. Seni geri getireceğim. Yemin ettim."
"Oh, doğru." Dedi Gin üzgün bir sesle. "Abim böyle kibar bir insandır."
Gin Akutagawa ile yüz yüze gelene kadar yürüdü. Akutagawa kollarını açtı ve Gin ona atladı.
"Çok zaman aldı." Dedi Akutagawa gözleri kapalı Gin'e sarılırken. "Ama seni kurtardım. Dört buçuk yıl önce sana karşı çok büyük bir hata yaptım."
"Hayır, geri gelmiyorum." Dedi Gin Akutagawa'nın kollarında. "Daha değil."
Bunu söyledikten hemen sonra Akutagawa'nın yüzü acıyla buruştu. Gin ondan uzaklaştı. Bir tekme atarak küçük bir hayvan gibi geriye zıpladı. Akutagawa yan tarafını tutuyordu. Kayan bir yıldız gibi parlayan küçük bir hançer, yanına saplanmıştı.
"Gin..." Akutagawa'nın acı çeken bir ifadesi vardı. "Neden...?"
Gin sessizliğe kapıldı ve abisinin yüzüne yakından baktı. Kafasını salladı ve "Tam olarak liderin bana söylediği gibi oldu." Dedi. Boyun hizasından bağlanmış sırtındaki siyah saçı karıştı ve abartılı bir ses çıkardı. "Az önce Atsushi-san'ı öldürmeye çalışıyordun. Onu korumak için bunu yapmak zorundaydım."
"Hayır, öyle değil..."
Hançerin açtığı yaradan kan aktı ve Akutagawa'nın kıyafetlerini lekeledi.
"Abim... artık umurumda değil." Gin üzgün bir ifadeyle yere baktı. "Kimsenin önemi yok. Sadece kendimi umursuyorum."
"Hayır, sana yardım edeceğim."
"Yapma, çünkü o günkü gibi," Gin'in keskin sözleri Akutagawa'nın kelimelerini sildi. "O gün abim öfkeye ve intikama kurbandı. Ormanda haydutları yok etmek için koştu. Ama neden? Neden beni yaralı halde bıraktın?"
Geçmişte yaşananlar gözüne yansyordu, yargılamak için bakıyordu. Gin'in gözleri soğuk, keskin ve affedemeyeceğini söyler gibi bakıyordu.
"Bu..."
"Eğer gerçekten intikam isteseydin, düşmana yapacağın saldırını müttefiklerinle önceden planlayarak gerçekleştirirdin. Yaralarını iyileştirmeli, rakibin hakkında bilgi toplamalı, bir fırsat için sabırla beklemeliydin. Ama bunları yapmadın. Hiçbir plan yapmadan kendini düşmanın sepetine attın, sanki intikam alevinde eğleniyormuşsun gibi..."
"Hayır, Gin... Ben..." dedi Akutagawa kan tükürürken.
"Hatalıysam, kanıtla. Tam şu an beni bunun uzun-dönemli bir plan olduğuna ikna et. Canavar hedefine ulaşana kadar dünyayı yok etmezse tatmin olmaz. Lütfen, söyle bana."
"Bu..."
Akutagawa ağzını açtı. Onun hak ettiği mükemmel bir sözü vardı.
"Bu..."
Onu ikna edecek mükemmel bir cümlesi olmalıydı.
"Bu.."
Söyleyecekleri bir yerlerde olmalıydı. Beş ya da on saniye içinde Gin'i inandırabileceği eksiksiz bir cevap vermeliydi. Otuz saniye sonra bile, Akutagawa yere bakıyordu. Ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştı. Gin umutsuzca baktı ve kafasını salladı.
"Sana dönersem, lider abimin beni tekrar kullanacağını söylemişti." Gin Akutagawa'ya sırtını döndü. "Ve ortalığı nasıl yok ettiğine dayanarak, ben de böyle düşünüyorum. Bu yüzden seninle gelemem." Akutagawa'ya göz attıktan sonra yürümeye başladı.
"Hayır, bekle. Gin! Patron seni öldürecek, geri dönme!"
"Biliyorum." Gin durdu ve fısıldadı. " Kendi hayatım karşılığında seninkini bağışlayacaklar. Sadece abim yaşamak zorunda... Hoşçakal, abi." Sonra Gin yere doğru kendisini itti ve zıpladı.
"Dur! Bekle, Gin!"
Akutagawa elini yarasında tutarak Gin'in arkasından koştu. Ama Gin küçük bir hayvan kadar hızlıydı Ve hızlıca kayboldu.
"Neden?! Buraya sırf seni kurtarmak için geldim! Sadece bunun için!"
Akutagawa Gin'i takip ederek koştu. Onu izlemeye devam etti ancak bir süre sonra ona yetişemedi bu yüzden durdu.
İletişim sisteminden bir sinyal yayıldı. Liderdi.
"Onu takip et, Atsushi-san." Atsushi kulağındaki aletten patron Dazai'nin sesini duydu. "Durumun farkındayım, arkasından git."
"Patron... Dazai-san..." Atsushi iletişim cihazını dinleyerek ilerledi. "Bizi güvenlik odasından mı seyrediyorsun?"
"Hayır, başka bir yerdeyim ama durumu biliyorum. Düşmanı yenmeli ve Kyouka-chan'ı kurtarmalısın."
"Yenmek... Ama ben...!"
"Ben de biliyorum. O yüzden gerekli adımları yap. Dazai'nin sesi ciddi ama eğleniyormuş gibi duyuluyordu. "Kar Şeytanı'nın zayıflığını zaten biliyoruz. Sadece telefondan gelen sese itaat ediyor, nasıl kullanacağı bilen bir düşman için önemli bir silah. Bu yüzden telefonu aramadaki tüm sesleri kaydedecek şekilde tasarlandı."
"Kayıt mı..?" Atsushi kaşlarını çattı. "Ne?"
"Eğer sesin bir kısmını düzenlersen, verilen emri değiştirebilirsin."
******
Tanizaki mafya merkez binasından ayrıldı ve civarda park edilmiş Dedektif Ajansının uçak gemisine saklandı.
"Anlaşmanın bitmesine 30 dakika kaldı." Dedi endişeli bir biçimde saatine bakarken. "Akutagawa-kun... umarım iyisindir."
Aniden yerde baygın şekilde yatan Kyouka'nın telefonu çaldı. Telefon kendi kendine çağrıyı açtı ve bir ses duyuldu.
"Kar Şeytanı..." ses cızırtılıydı ama kesinlikle Akutagawa'ya aitti. "Öldürmeyi durdur."
"Ne...?!"
Tanizaki aceleyle telefonu aldı, ancak tüm tuşlara basmasına rağmen telefon cevap vermedi. Birisi kontrol etmesini engellemişti. Kyouka'nın yanındaki Kar Şeytanı hafifçe başını salladı ve ortadan kayboldu.
******
Liman Mafyası'nın binasının içinde Atsushi söylenenlere inanmıyormuş gibi telsizi tutuyordu.
"Akutagawa'nın emir verdiği sıradaki sesini düzenleyerek kendi cep telefonuma gönderdim." Dazai'nin sesi her zamanki gibi sakindi. "Ayrıca telefonu kapattım, böylece tehdit oluşturabilecek başka bir emir veremeyecekler."
"Öyleyse, Kyouka-chan..."
"Şu an güvende olduğunu söyleyebilirim. Ama ilgilenmemiz gereken tek şey bu değil." Dedi Dazai. "Kyouka-chan hala düşmanın elinde. Yani Akutagawa durumun değiştiğini biliyor olabilir ve takım arkadaşlarına direk Kyouka-chan'ı öldürmeleri için emir verebilir. Tabii ki yerlerini arayabilirim ama illüzyon yeteneğine sahip birisinin karşısında zorluk yaşarım. Kyouka-chan'ı kurtarmanın tek bir yolu var."
"Akutagawa'yı... öldürmemi emredeceksiniz." Dedi Atsushi saçma, düz bir sesle. Parmaklarını yumruğu etrafında sıktı.
"Kyouka-chan'ı kurtar, Atsushi-kun."
Bunu söyledikten sonra iletişim koptu.
Telsizi sessizce tutarken Atsushi etrafına bakındı. Sırtı titriyordu, hiçbir yere görememekten korkuyordu. Titreyerek çözüm yolunu buldu. Ve titremesi bitti.
"Başkalarını kurtarmayan insanlar... yaşamayı hak etmez."
Bakışları ileriye sabitlendi. Gözlerinde mavi alevler yanıyordu.
75 notes
·
View notes