Âşık olduğu kadınları, gittiği şehirleri, dinlediği müzikleri tıpkı bu dünyaya ve kendi öz yaşamına yapmak istediği gibi, yere attığı sigara izmariti gibi ayak uçaklarında ezip geçerdi. Ta ki karşısında yakabileceği başka biri ve bırakıp gideceği başka şehirler çıkana kadar. Oysa ağladığını görse bir kadının, gözyaşlarına ve hatta kirpiklerine uzanıp öpecek kadar çok severdi onu. Sevmekten daha iyi yaptığı bir şey varsa o da kuşkusuz acı çekmekti. İçine sıkıştığı dünyasında olduğu kişi, babasının olmasını istediği kişi ve insanların onu gördüğü kişi arasında bir kafese sıkışmış olan bu küçük çocuk; acı çekmeyi kendine mesken tutmuş, belki de kaçış limanı belirlemişti.
“Gülsene bir kere…” diye fısıldadı kulağıma. “Seni gülerken görmeyeli yıllar oldu.” “Sen gülersen ben de gülerim,” dedim. Ancak ikimizde gülebilecek gibi durmuyorduk. “Olmuyor, değil mi?” dedi acı çeker gibi. “Olmuyor. Beceremiyoruz gülmeyi…” “Birlikte ağlıyoruz. Birlikte ölüyoruz. Birlikte acı çekiyoruz. Ama birlikte gülemiyoruz. İşte bizden çalınanlar… Küçük bir tebessüm.” “Geri alamayacağız.” vermeyecekler.”. . .
“ “Bazen bir zehir vücuduna girer ve o zehrin damarlarında dolaştığını bile bile nefes almaya devam edersin.” Parmaklarını şakaklarına bastırdı. “Zehir burada. Ve ben o zehrin beni öldüreceğini bile bile nefes alıyorum. Ve nefes aldığım gerçeği, yaşadığımı göstermiyor.” ”
Anıl'ın nefesi giderek ağırlaşırken, zihnindeki renkler tekrar griye dönmeye başladı. O gecenin sabahını biliyordu. Herkes uyuduğunda griler tekrar siyah olacaktı.
Renkleri özlediğini düşündü. Ve bunu düşünürken, zihni tekrar siyaha düştü.