Tumgik
#şüpheli ölüm
guzelhaber · 1 year
Text
Kayıp üniversiteli Doğanay, ağaca asılı halde ölü bulundu
Kayıp üniversiteli Doğanay, ağaca asılı halde ölü bulundu
Ankara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğrencisi Doğanay Demirtaş, cumartesi günü ortadan kayboldu. Ailesinin kayıp başvurusunda bulunduğu Demirtaş için arama çalışması başlatıldı. Polis Arama Kurtarma Şube Müdürlüğü, AFAD ve AKUT ekipleri, dün Demirtaş’ın cep telefonundan en son sinyal alınan Gölbaşı ilçesindeki Eymir Gölü çevresinde arama başlattı. Ekipler, Orta Doğu Teknik…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
fotode · 2 years
Text
Sinem Çiçek’in şüpheli ölümü! Yeni detaylar ortaya çıktı
Sinem Çiçek’in şüpheli ölümü! Yeni detaylar ortaya çıktı
İzmir’de yaşayan 18 yaşındaki Sinem Çiçek, 26 Temmuz’da iş görüşmesi için Bornova’daki bir restorana gitti. Akşam eve dönmeyince endişelenen ailesi, kayıp başvurusunda bulundu. Çok geçmeden kızlarının yol üzerinde baygın şekilde bulunup hastaneye sevk edildiğini öğrenen aile, hemen hastaneye gitti. Sinem tüm müdahalelere rağmen olayın ertesi günü hayatını kaybederken, kanında yüksek miktarda…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gokyuzununyasi · 5 months
Text
İçimdeki sıfır çarpanını kendime bölünce belirsizlik buldum.
Saat gece yarısını geçti. Yaşım yirmiye dayadı merdivenini. Uykum bu gece benim değil, baş ağrılarımın tuttu tarafını. Neyseki bu gece ben kendimin tarafındayım. Kaç hafta ya da kaç ay oldu bilmiyorum ama kendimi görmekten o kadar korktum ki beni yansıtıyor diye yazmadım. Tek taraflı bir ateşkes imzaladım cümlelerle. Sanırım bu gece hatta bu süreçte sadece anlayış ile doluyum kendime. Nefretimi kimin mezarına ektim bilmiyorum ancak kendi kefenimi kontrol ettim cepleri yırtık değildi. Şüpheli ve de nihayet. Kendimle barıştım. Benim suçum değildi. Kabullenmemin yıllarımı almasını geçtim beni de benden aldı. O yüzden şimdi döktüğüm bu gözyaşları gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki kendi kucağıma yattığım için. Ben elimden geleni de yaptım, ardını da açık yüreklilik ile fazlasını da. Bundan ilerisi gerçekten boyumu aşıyor, yüzmeyi de pek sevmem dalgalı denizde. Bundan ilerisi zaten yolun sonu olur benim için. Bütün anlamlarıyla. Daha önceleri neyi istediğimi öylesine iyi bildiğimi sanıyordum, şu an elimde sadece neyi istemediğim var. Ki bunu da söylemeden geçemeyeceğim: ellerim gri. Sorumluluk almak da ödünç vermek de korkunç sancılıymış. Bu bir tercih meselesi bile değildi. Bir kere aşınca tam manası ile asla bırakılmayan, kendinin unutulması istemeyen kıskanç birisiymiş. Bu belki de kendime bir “hoşgeldin” yahut “güle güle” o yüzden eteğimdeki tüm harflerimi dökücem. Aslında döksem mesela t��m içimi. İçim dışıma çıkana kadar ağlarım. Pınarlarım kurudu inan. İçimde birisine ama kime sesleniyorum bilmiyorum. Gölgemi kaçırırsam bu hengameden kurtulurum sandım. Saye diye çığlıklarımı hep bundan attım. Şimdi cesaretimi topladım arkama baktım; yok saye falan. Gölgem bile yok. O sorumluluğu ben işte öyle yalın sırtlandım. O yüzden saye falan değil bu kez. Bak kızım yağmur. Kendine hor davranmayı kes. Müziği biraz azalt. Yemek yemeyi unutma. O vitaminleri al. Çıkman gereken doktor kontrollerini artık aksatma. Aynalara göz devirmeyi de unut artık bi kırığın bitişinde. İyiyim demeyi azalt. Güçten, güçsüz düşecek kadar güçlüsün. Kimse bilmez ama ben bilirim. Kumsallar anlamaz yağmurun neden yağdığını, okyanus üstünden gidene kadar. İnsanları da görmek istediğin gibi görmeyi bırak. Olduğu gibi gör. O gerçekten öyleymiş. Yangın kendi saçına gelene dek, aynanın karşısında tararmış. Dene ama sevmeden sevilmeyi. Soluna çok yüklendiğinden şaştı dengen. Kime neyi anlatıyorsam. Tamam. Sus. Kapat konuyu. Düşüncelerim var işte öyle benim pas tuttu üzerlerini ama yokluyor arada aklımı. Sus. Saçma. Çok kez öldüm. Ölüm çare değil. Neden biliyor musun? Çünkü benim mevsimim değişti. Kışın ortasındayız ama bu bir kış yağmuru değil. Bu benim ilk yağmurum da değil. Bu benim belki de kasımın sonunda nisan yağmurum. Biri değil, yani şakası da yok. Mevzu bahis bile değil tercih için de ve içimde.
21.11.23 01.32
9 notes · View notes
dramatik-buluntular · 9 months
Text
"İNSANLAR, KÖPEKLER VE DUVARLAR"
Babamın zorlu ameliyatından haftalar sonra kafamın içinde yaşam ve ölüm kavramları cirit atmaya başlamıştı. Bu iki kavram dönüp dolaşıp karşıma dikiliyorlar, dikkatle gözümün içine bakıyorlar ve suçlu muamelesi yapıyorlardı bana. Sonra bir sessizlik giriyor araya ve zihnimin içinde mahkemeler kuruluyor, kararlar veriliyor, verilen kararlar kırlardan yeni gelmiş bir papatya demeti tarafından tebliğ ediliyor. Kendimi The Angelopoulos sinemasının içinde buluyorum bir an; sonsuzluğa uzanan, yer yer siyah beyaz, yer yer gri, gizemli ve sisli yolculuklar…
Son zamanlarda tekrar tekrar soruyordum kendime, bu uçsuz bucaksız bozkırı kim koydu buraya diye. Buraya derken içimdeki tenha bir yeri kastediyorum. Okuduğum bütün kitaplarda, dalgın dalgın dolaştığım sokaklarda, başka insanların bana hissettirdiklerinde, kayboluşlarımda, yıllarca bu sorunun yanıtını aradım. Hep başka yerlere baktım, başkalarının yüzlerine… Uzak düşlere… Yakın gerçeklere... En sonunda o karmaşık imgelerle dolu bozkırı oraya koyanın kendim olduğunu anladım. Kendim. "Kendim" tehlikelerin en büyüğü… Son kez kim olduğumu haykırdım saygıdeğer boşluğa, ismim bağırıldı bir duvarın içinden; yaşamak için anlam peşinde koşturup duran çözümsüz bir serüvenciymişim ben.
Öyle dalmıştım ki bu serüvene, bütün bu düşselliğe zil sesinin de eşlik ettiğini son anda fark ettim. Akşam saatleriydi. Akşamın en güzel saatleri… Bileğim ağrıyordu, çok sert vurmuştum sanırım, üstelik defalarca, parmaklarımda yer yer kızarıklar, kanamalar ve deformasyonlar vardı. Polis arabasının hareketli mavi ışığının pencereye vuruşunu görebiliyordum. Dışarıda bir vukuat mı var diye düşündüm bir an için ama çalınan benim kapımdı. Polislerle aram iyi değildir. Onların, yani o mesleğin bu dünya için gereksiz olduğunu –sorunun asıl kaynağının onların varlığı düşüncesinde yattığını- düşünüyorum. Çünkü önce onlar oluşturulmuştur, sonra suç kavramı topluma yerleşmiştir. Kapıyı açmadan önce o küçük mercekten mavi soluk noktaya bakar gibi baktım; ellerinde telsiz, sivil giyimli sabırsız iki bey. Bu toplum polisleri nedense hep iki kişi giderlerdi suçluların kapılarına. O halde, ben de bir suçlu oluyorum burada ya da şüpheli? Kapıyı açtım ve karşımda ikisi de benden uzun ve kalıplı; biri göbekli, uzun ama seyrek saçlı ve saçlarını arkadan bağlamış, arkadaki açıklığı ustaca kapattığı belli, diğeri ise top sakallı, gözlüklü ve kısa gür saçlı ama rüküş giyinmiş, kendini açık eden bir sivil polis.
“Sarp Akın, siz misiniz?” dedi uzun seyrek saçlı olan. “Evet, benim” dedim. “Bizimle emniyete kadar gelmeniz gerekiyor” “Neden?” “Hakkınızda bir şikâyet var, beyefendi”
Şikâyetin içeriğini biliyordum tabi, neden diye sormam lafın gelişiydi. Olayın ardından kısa bir süre geçmişti, önünde sonunda kapıma dayanacaklardı. Bir anlık sessizlikten sonra üstümü değiştirmem gerektiğini söyledim memurlara. Altımda evin içinde giyilen türden bir şort, üstümde ise siyah atlet vardı. İzin verdiler, sağ olsunlar. Ellerime kelepçe takmadılar, bu da olumlu bir davranıştı onlar adına. Ama ne kadar kibar olurlarsa olsunlar hiçbir şekilde hoşlanmayacaktım onlardan. Bu önyargı değil, genel olarak sistemin işleyişindeki piyonların, halkın değil sistemin çıkarları için kullanılabilirliğinin bilgisidir.
Sitenin en alt katındaki meraklı komşusu Necip ile göz göze geldik polis arabasına binerken. “Hayrola komşu, bir durum mu var, yardımcı olabileceğim bir şey var mı?” dedi, yok anlamında başımı yukarı kaldırdım. Mahallenin çocukları, ölümden kaçabilmiş köpekleri ve kedileri de toplanmıştı. Arabaya binmeden önce hepsine kısa cümlelerle gülümsedim. Daha sonra o gülümseme bütün bedenimde gezinmeye başladı.
Bu tür anların negatifliğinin beynimi kemirmesini düşsel ekrandan silmek için hep bir planım olurdu. Bu mavi ışıklı arabanın arka koltuğunda yaklaşık on dakikalık bir yolculuk yapacağım. Bunun için henüz kullanılmamış bir düşünce paketini heba etmeye gerek yoktu. Giderken sadece dışarıyı izledim; mahallenin, her gün yanından geçtiğim halde dikkat etmediğim noktalarını gördüm. Şu büyük trafonun yanındaki iki ağacın çağla ağacı olduğunu (badem de derler), yan yana sıralanmış akasya ve iğde ağaçlarının senkronik dizilişini... Az ileride dükkânının önüne attığı küçük taburenin üstünde oturan şişko Büfeci Samet’in bıyıklı olduğunu önlerinden geçerken ilk defa fark ettim. Kırmızı yanan trafik ışığında durduk, zihnim de durdu ve hiç beklemiyorken negatifliğin saldırısı başlayıverdi. Ekran karıştı, kontrol altında tutamıyordum artık cümle parçacıklarını.
“Sokakların, caddelerin, kafelerin ve pazar yerlerinin dolu olduğuna bakıp ‘hani ekonomik kriz nerede?’ diyen zavallılar, herkes hayat standartlarını düşürdü, zombi gibi dipte dolaşıyor ve bir şekilde uzatmaları oynuyor. Herkeste birden fazla (en az üç) kredi kartı var ve her biri yakında ayrı ayrı devlet merasimiyle patlayacak. O zaman yürekler de patlayacak, gönüller de, hatta hayaller de… Hiper enflasyona doğru gidiyoruz, belki de o girdabın içindeyiz. Bu durum yasal hırsızların, bankaların umurunda bile değil, onlar bütün krizlerden avantajlı çıkmayı bilir. Yaşanan trajedilerin, toplumsal çürümenin, kokuşmuş siyasetin, ahlaksızlığın, utanmazlığın kuşatmasında boğulmuş bir ülkede yaşamak... İşte bizim gerçekliğimiz bu. Sahtelikle iç içe girmiş müjdeler ve yalanlar, fışkıran petroller, Gabar’lar ve bitmek tükenmek bilmeyen gaz rüyaları… Bütün bu aldanışlar körlük sözleşmesi imzalamış büyük çoğunluğun en sevdiği oyuncağı olmuştur her zaman. Bu çürümeden herkes payını alacak. Özellikle kendini ezene sonsuz sadakati ve itaatiyle ülkeyi uçurumun kenarına getiren sayın ezilmişler sınıfı. Bu iğrençliğin yükselmesinin en büyük nedeni onlar.”
“Ne diyorsunuz beyefendi, ne saçmalıyorsunuz?” dedi başının arka bölümündeki açıklığı uzun saçlarıyla kapatan polis. “Kokunun farkında değil misiniz?” dedim işaret parmağıma bütün bedenimle yüklenerek. “Ne korkusu, beyefendi?” “Korku değil memur bey, koku, lağım kokusu, ama evet aynı zamanda korku da eşlik ediyor o kokuya.” “Konuşacak bir şeyiniz varsa sorgunuzda konuşursunuz, bence siz bu işten nasıl kurtulacağınızı düşünün, böyle boş sözlerle enerjinizi harcamayın.”
Yüksek sesle düşünüyordum ve bu yaşıma kadar biriktirdiğim öfke olur olmaz zamanlarda ortaya saçılıyordu. Böyle durumlarda zaman ve mekânın önemi yoktu. Bir anda ağzımdan dışarı fışkırıverdi bu kusmuklar; arabanın koltukları, yanımdaki polisin yüzü, arabayı kullanan öbür polisin kafasının arka kısmı sözcük kusmukları içinde kaldı. Açıklığı gerçek kapatma böyle olur. Aslında biliyoruz, bu dünyada herkes kusmuk içindedir; insanlar, otomobiller, şehir içi minibüsleri, alışveriş merkezleri, AVM’ler, yollar, iş hanları, kamu binaları, gösterişli müdür odaları, partilerin genel merkezleri, bekleme salonları, hastaneler, vergi daireleri, bankalar, en çok da bankalar… Duygusuz bankalar… Gökyüzünü ve yeryüzünü karartan bunca kusmuğa karşı insanların neden başkaldırmadığını anlamıyorum, asıl güç onlarda olmasına rağmen işçilerin neden greve gitmediklerini anlayamıyorum. Orta tabakada kümelenmiş romantik emekçilerin neden burjuvazi taklidi yaparak yaşadıklarını anlamıyorum. Wilhelm Reich’in şu sözü geldi aklıma: ’’Asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir.”
Polis karakoluna gelmiştik. Aklımın kıyılarını döven düşünce parçacıklarını usulca, incitmeden bir kenara itip arabadan indim. İfademi almak için bir memur hazır bekliyordu. Göz göze geldik, yüzü oldukça esmer ve ıssızlıktan yapılmıştı. İfademi alan polis memuru hakkımdaki iddiaları hızlı bir şekilde anlattı ve şikâyetçi olan Halil Toynak adlı şahsın dilekçesinden bahsetti. Durup dururken tenha bir yerde onu dövmüşüm. Bu koca bir yalan, çünkü onun hayalini dövdüm, hem de fena halde. Şiddete karşıyım, şiddeti asla bir araç olarak görmem, çünkü ben aydın bir kişiyim. Düzenli bir kitap okuyucusu ve aynı zamanda, tiyatro ve sinemaya da düzenli olarak vakit ayıran biriyim. Bir de düzenli ve onurlu yenilgilerim var, her şeye karşı olduğum için. Kim birine karşı şiddet kullanıyorsa o sevgisizlik çölünde kaybolmuş zavallının tekidir. Ne olup bittiğini kısaca anlatmamı istedi, otuz beş yaşlarındaki yüzü ıssızlıktan oluşan esmer memur.
***
“Kötülük, ancak tam hızla giderken dengede kalabiliyordu, bisiklette olduğu gibi.” demiş Jan Paul Sartre, Akıl Çağı adlı kitabında. Konumuzla ne alakası var, o öyle demiş bu böyle demiş, bana ne kardeşim, konuya dönelim diyebilirsiniz, ancak dememelisiniz. O üstatlar boş konuşmazlar. Olayın olduğu gün evdeydim ve elimde Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’ kitabı vardı. Yirmi beş yıl sonra tekrar okumaya karar vermiş, ruhsal yapımın bozulması pahasına on günde bitirmeyi başarmıştım. O tuğla kalınlığındaki kitabı yıllar önce ilk okuyuşumda ne yalan söyleyeyim fazla bir şey anlamamıştım. Bu kez kitabın içine tamamen girmiş ve orada kendime en yakın bulduğum karakter olan Razumihin ile dostluk kurmuştum. Kitabı düzenli olarak okumam ve sonuna kadar hem keyif alıp hem huzursuz bir ruhla ilerlemem onun sayesinde olmuştu. Razumihin’e buradan şükranlarımı sunuyorum.”
"Öğle saatleriydi, bitirdiğim kitabı rafta ait olduğu yere (bitirilmiş kitaplar mezarlığı) özenle yerleştirdim. Sonra markete alışveriş yapmaya çıktım evden. Yürüyüş yapma bahanesiyle yolu uzatarak başka sokaklara, oradan başka ara sokaklara girdim. Neredeyse boş olan büyükçe bir parkın yanından geçiyordum. Kırk beş yaşlarında, şapkalı, orta boylu daha önceden konuşmuş olmasam da siması yabancı gelmeyen bir adam (şu adını söylediğiniz Halil Toynak), pembe plastik bir selenin içinde getirdiği çiğ tavuk etlerini, detone sesiyle mırıldanarak sokak köpeklerine yediriyordu. Bu çok hoşuma gitmişti. İnsanların çoğunun sokak hayvanlarına acımasız davrandığı, bu dünya sanki sadece insanlara ait ve diğer canlıların yaşam hakkı yokmuş gibi, o canım varlıklara sürekli şiddet uyguladığı bir zamanda bu arkadaşın şefkatle onları beslemesi beni duygulandırmıştı. Yanına gittim ve gülümseyerek selam verdim.
“Ne iyi ediyorsunuz, köpekleri seviyorsunuz sanırım, ben de çok severim, bizim o taraflarda da çok var, mahallenin güvenlik görevlileri gibi hiç ayrılmazlar oradan.” “Yaaa, sevmez miyim, ne güzel hayvanlar,” dedi zoraki bir tebessümle ve yüzüme bakmayarak.
Yüzüme bakmamasından ve kısa kesmesinden sohbeti seven biri olmadığını düşündüm. İyi günler dileyip yoluma devam ettim. İnsanlarla iletişimim çok iyi sayılmaz, bunun nedeni çevremde fazla insan olmasını istemiyor olmamdır. Yarım asırlık yaşamımda bende yer etmiş en belirgin düşüncelerden biridir bu. Çünkü insan düşmüştür. Defalarca tanık oldum insan kavramının düşüşüne. Gösterişli apartman altlarını ele geçirmiş şu üç harfli marketlerden birine girdim. Listemde ilk sırada peynir vardı. Yoğurt, ayran, yumurta, domates, biber ve salatalık şeklinde devam ediyordu liste. Hepsinin aynı anda ve kısa aralıklarla bitmesinin nedeni, hepsinden de azar azar alıyor olmamdı. Çünkü ülkenin itaatkâr ezilenleri “en büyük ekonomist bizim ekonomist!” diye tezahürat yapıyorlardı çeyrek yüzyıldır. “Hem eziliriz hem vazgeçmeyiz reisimizden, soğan ekmek yeriz, yine de vazgeçmeyiz!” düşüncesi bütün felsefe kitaplarını altüst etmiştir… En son diş macunu almak için o bölüme doğru yöneldim. Karşı apartmanın orta yaşlı balkon güzeli Pakize ile karşılaştım orada. Selamlaştık. Yüzünde bir tuhaflık vardı. Yüzü gözü ve burnu ufalmıştı, aslında tam olarak öyle değildi, dudakları balon gibi şiş olduğu için yüzünün diğer organları küçük görünüyordu.
“Nasıl olmuş, Sarp bey?” dedi dudaklarına yaptırdığı dolguyu göstererek. Gülümsemek isteyip de gülümseyemeyerek. Belki de gülümsedi içten içe, ben göremiyordum. Ben içten gülümsemeleri göremeyen biriydim. “Bu ne hal kız Pakize, eşek arısı mı soktu dudaklarını, davul gibi olmuş” dedim şaşkınlık içinde. “Ne eşek arısı, ne davulu ayol, sen ne anlarsın güzellikten, görme özürlüsün sen, zaten neyi gördün ki bugüne kadar, karın bile gitti senin bu kabalığın yüzünden,” diyerek kızgınlıkla ayrıldı yanımdan. Ah Pakize, ah seni kronik dul…
***
“Nereden nereye getirdi mevzuyu Pakize. Görüyorsunuz değil mi, memur bey.” “Sarp bey, bütün bunların konumuzla ne alakası var, lütfen asıl konuya dönün, siz bu adamı tehdit edip dövdünüz mü, dövmediniz mi?” diyerek araya girdi ifade alma uzmanı ıssız esmer memur. “Olmaz olur mu, çok alakası var efendim konumuzla. Ayrıca geleceğim o kısma. Az kaldı.” dedim.
Market alışverişimi bitirmiş, elimde iki poşetle eve dönüyordum geldiğim güzergâhtan. Toynak’ın, köpekleri beslediği parka doğru yaklaşıyordum, köpekler oradaydı, karınları doymuş, mutlu ve huzurla yatıyorlardı çimenlerin üzerinde. Biraz daha yaklaşınca köpeklerin hiç hareket etmediklerini fark ettim. Ağızlarının etrafında beyaz köpükler vardı. Dokununca fark ettim, dört köpek, dört can ölmüştü. Az önce ölmüşlerdi. Bir ruhu çirkin tarafından zehirlenerek öldürülmüşlerdi. İnsanın düşüşüne bir kez daha tanık olmuştum. Yanlarına oturup ağladım. Bir yandan da belediyeden bir yetkiliyi arayıp durumu anlattım. Onlar gelene kadar bekledim o sevimli canların başlarında. Bu sokaklar kötülük akan derelere dönüşmüştü gözümde. Düşüncelerime öfke doluşmuştu ve bu öfkeyi kontrol altına alamıyordum. Belediyeden gelen görevliler dört canın cesedini römorka yükleyip götürdüler, uzak ve ıssız bir yerde yakmak için.
Sinirden ve sıcaktan bunaltı gelmişti. Çevreme baktım, evleri tek tek gözden geçirdim, düşündüm ki bir katil kurbanların cesetleri kaldırılırken mutlaka bir yerden izliyordur. İki blok ötede bir apartmanın ikinci kat balkonunda Toynak’ın çirkin ruhunu gördüm. Konuşmayı sevmeyen çirkin ruhunda geveze akrepler dolaşıyordu. Gördüm. Düşüncelerime yapışan düzensiz öfkeyi yıkadım ve yürüyüp yoluma gittim. Gittim ama sonra geri döndüm. Tekrar gidip tekrar döndüm. Pusuya yattım gölgelik bir yerde, çirkin ruhundaki kötülüğün kokusu hâlâ taptazeydi, hissedebiliyordum. Kırk beş dakika bekledim. Toynak dışarı çıktı ve stadyum tarafına doğru yürümeye başladı, gayet sakin ve birkaç saat önce dört canlıyı o öldürmemiş gibi rahattı. Onun gölgesi oldum, beni fark etmesi mümkün değildi. Kör bir bölgede yakaladım onu ve arkadan boyun kısmından tutarak köhne bir duvarın dibine sürükledim. “N’oluyozzzz lan!” diye hırıltılı bir çığlık attı. Kimse duymadı çığlığını, çığlık gökyüzünde kaybolup gitti. Aynı keskinlikte ona “Kes lan sesini, pis katil!” diyerek karşılık verdim. Sırtını duvara yapıştırdım, bir elim gömleğinin yakasında, diğer elim de havada asılı haldeydi.
“’Bir gün hayvanlarla konuşabilsek bize tek bir şey soracaklardır: Neden?’ diye yazmış bir kitabında Anthony D. Williams adında araştırmacı bir yazar,” dedim yüzümü iyice yüzüne yapıştırdığım Toynak’a. Tabii o zaman adının Toynak olduğunu bilmiyordum. Titriyordu ve sesler ağzından çamurumsu ve hırıltı olarak dökülüyordu. “O da kim abi, sen kimsin, ne istiyorsun?” dedi şaşırmış ve korkmuş olarak.
“Açlıklarından yararlanarak zehirlediğin o köpekleri, beslediğini düşündüğüm için yanına gelip selam vermiştim, seni takdir etmiştim, o an yüzüme bakmış olsaydın şimdi kim olduğumu bilirdin alçak herif!”
Evet, şiddet yanlısı değilim, hiç olmadım. Olmayacağım. “Şu duvarı görüyor musun, pislik herif?” dedim, “o duvar senden daha anlamlı.” Yukarıda asılı ve vurmaya hazır olan yumruğumu duvara defalarca vurdum, ona vurduğumu hayal ederek. Defalarca vurdum. Defalarca vurdum gözünün içine bakarak. “Neden lan, neden, neden öldürdün o canları?” diyerek her kelimede yumruğum duvara bir balyoz gibi çarpıp geri dönüyordu. Öyle ki ben duvara vurduğum halde Toynak kendisine vurulmuş gibi acı çekip ağlıyordu.
“Abi o köpekler mahallede herkesi rahatsız ediyorlardı. Çocuklar için tehlike onlar.” dedi ağzından aşağıya kelimelerle birlikte salya ve irin akıtarak. “Asıl tehlike sensin, senin gibi alçaklardır.”
Ellerim ve beyaz tişörtüm kan içinde kalmıştı. Bıraktım adamı, ellerim boşta kaldı, gömleğinin düğmeleri kopmuştu. Düşünsel acılar içinde yığılıverdi yere. Evet, memur bey, çok dövdüm onun hayalini, ruhunu paramparça ettim. Zaaflarım var bu tür konularda, nerede bir alçaklık görsem bir şey beni oraya götürüyor. Beni oraya götüren şey vicdan veya merhamet değil; tek gerçek tanrı olan sevgiye ve büyük insanlığa olan inancımdır.
“Neden yetkilileri aramak yerine, böyle bir yola başvurdunuz, herkes kendi işini kendi görmeye kalkarsa kaos oluşmaz mı?” dedi anlattıklarımı can kulağıyla dinleyen memur. “Sonsuz bir kaosun içinde yaşıyoruz zaten, öyle değil mi? Haksızlığa, adaletsizliğe ve kötülüğe karşı tavır almayan bir insan onurlu ve erdemli bir insan değildir. Dünyaya hasbelkader atılmış olmanın zavallılığı ile ömrünü tamamlar. Nefes alıp gider.” “Neyse, söylediğiniz her şeyi yazdım ifadenize, şu Pakize hanım dâhil. Anlattığınıza ve hastane raporundan da anlaşıldığına göre Halil Toynak’a fiziksel bir müdahaleniz yok ama duvara vurduğunuz her yumruk o yumrukları kendi yemiş gibi psikolojik olarak onu yerle bir etmiş. Gerçekte dayak yemekten beter olmuş. Dosyanın akıbeti hakkındaki gelişmeler size bildirilecektir, sonra tekrar çağrılmak üzere şimdilik gidebilirsiniz.”
***
Suç ve Ceza’nın bitiminde yaşanan bu şeyler oldukça ironik. İnsan her şeye birkaç kelime uzakta… Birkaç kırılış… Birkaç hileli adam... Ve pişkince gülümseyen illüzyonlar çağı hep peşindedir. Bu çağa ve bütün çağlara Sartre’ın bir sözü var: “Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu ama aynı zamanda onun tam tersi.” Eve döndüğümde hava kararmış ve gece yeni sunumlar için sahnesini hazırlamıştı. Görünmeyen bir Shakespeare figürü şöyle sesleniyordu hafızanın soğuk odasından buz çölüne:
insan kendi kıyametini kendi yazmıştır bütün çağlarda ve inandığını söylediği tanrısına yüklemiştir bütün suçu tarihin en zengin menüsüdür: savaş, salgın, ölüm ve kıtlık sofradan hiç eksik olmamıştır mahşerin bu dört tatlısı
yaşama sevinci de öyle; yenilginin tarihi kadar eskidir avuç içi kadar yer kaplar, kırılgan ve savunmasız ama duygular treninde yolculuklara çıkan hislerin lideridir o ışıkların söndürüldüğü sayfalarda smokiniyle ortaya çıkıp yeniden başlatır hafızanın soğuk odasındaki yankıyı
Metin Akdeniz
(Buz Çölü)
6 notes · View notes
doktorwiki · 26 days
Text
Şüpheli Ölüm Otopsisi Nasıl Yapılır?
0 notes
gundembuca · 1 month
Text
Muhsin Yazıcıoğlu 'nun Ölüm Yıl dönümünde AK Parti Buca'da Muhsin Yazıcıoğlu Krizi
Tumblr media
Vefatının 15. yıl dönümünde #MuhsinYazıcıoğlu’nu Türkiye'de rahmetle anılırken Buca'da Muhsin Yazıcıoğlu krizi yaşanıyor. AK Parti Buca Belediye başkan adayı Adnan Öztekin'in, CHP Buca Belediye Meclis üyesi iken. Dönemin AK Parti meclis üyesi Mustafa Arslan'ın önerisi ile Buca'da bir parka Muhsin Yazıcıoğlu adının verilmesi önerisine sert tepki göstererek karşı çıktı iddaaları sonrası, AK Parti Buca'da geçmiş dönem ve şimdiki bazı yöneticilerin sert tepkisi ile karşılaştı. Önceki dönem İlçe yöneticisi ve SKM başkan yardımcılığı yapmış olan AK Partili Halis Kafes 'te sosyal medya hesaplarından AK Parti Buca Belediye başkan adayı Adnan Öztekin İçin "“ FAŞİSTLERİ SOSYAL DEMOKRAT BUCA ’da İSTEMİYORUZ “ diye bağırıp Mecliste olay çıkartırken EY ADNAN ÖZTEKİN sende o grubun içinde değildim diyebilecekmisin? diye sosyal medyasında sert tepki gösterirken. Yine AK Parti İlçe yöneticisi ve Sivas Yıldızeli Karkınlılar Dernek Başkanı Mustafa Çiçek'te sosyal medyasında "zamanında senin İSMİNİ MEYDANLARA verilmesine karşı çıkanlarla işimiz olmaz Reis yolun yolumuzdur davan davamızdır seni asla unutmadık unutmayacağız senin ismin hep yaşayacak inşallah". şeklinde tepkisini gösterirken. " Muhsin Yazıcıoğlu Kırmızı Çizgimizdir" paylaşımını yaptı. AK Parti Buca Adayı Adnan Öztekin 'e daha öncede bir çok dernekten tepki açıklaması yapılırken şimdide bir tepki Sivaslılardan geldi. Buca Demografik yapısı
Tumblr media
AK Parti Buca Belediye Başkan Adayı Adnan Öztekin ise Belediye Meclisinde Muhsin Yazıcıoğlu ismine karşı çıkışı için henüz bir açıklama yapmadı. https://www.milliyet.com.tr/ege/buca-da-bu-kez-de-yazicioglu-gerilimi-1126323 Muhsin Yazıcoğlu Kimdir ? 1954 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Elmalı köyünde dünyaya geldi. Vatan sevdası küçük yaşlarda düştü içine. Henüz 14 yaşındayken Genç Ülkücüler Hareketi'ne katıldı. 1978 yılında Ülkü Ocakları Genel Başkanı oldu. 12 Eylül sonrası Mamak günleri 1980 ihtilalinden sonra idamla yargılandı. 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde yattı. Bu sürenin 5,5 yılını hücrede geçirdi. 1987'de yargılandığı davalardan beraat ederek tahliye edildi. 1991 yılında Milliyetçi Çalışma Partisi'nden Sivas milletvekilliğine seçildi. 1993 yılında Büyük Birlik Partisi'ni kurdu. Vesayete karşı mücadele etti Her türlü vesayete karşı çıktı. 28 Şubat'ta baskılara rağmen Refah-Yol hükümetine destek verdi. O dönem Yazıcıoğlu, "Demokrasiye gölge düşürecek birtakım oldubittilere meydan vermeyecek yeni bir döneme geçişte bu şansı bu hükümete vermek icap ettiğini düşünüyoruz" açıklamasını yapmıştı. Defalarca ölümle burun buruna geldi Birçok kez ölümle burun buruna geldi. Şüpheli trafik kazaları atlattı. "Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız hayat için bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur." 25 Mart 2009'da Kahramanmaraş'tan helikopterle Yozgat'a geçecekti. Ama helikopter şüpheli biçimde düştü. Helikopter kazasında vefat etti Helikopterdeki 5 kişiyle birlikte Muhsin Yazıcıoğlu da hayatını kaybetti. Henüz 55 yaşındaydı. Read the full article
0 notes
elazighaber23 · 2 months
Text
Elazığ'da şüpheli ölüm
0 notes
dakikamagazin · 2 months
Link
Kraliyet Ailesi'nin damadı Thomas Kingston evinde ölü bulundu
0 notes
iahaber · 3 months
Text
0 notes
benimpencerelerim · 3 months
Text
SermayeSA
Bahadır Özgür [email protected]
Açgözlülüğün kalbinden gelen bir ses: 'Ulan alçak Sakıp'
Sabancı ailesinin ‘üvey’ mensubu Sevgi Sabancı’nın yazdığı anı kitabı, Türkiye’nin en zengin ailelerinden birisinin üzerinden sermaye sınıfının ahlaki, dini, etik anlayışının altındaki çırılçıplak servet tutkusunun genetik haritasını çıkarıyor.
27 Ocak Cumartesi 2024   Saat: 00:02
Sermaye sınıfının açgözlülüğü daima satın alınmış bir ‘saygınlıkla’ örtülüdür. Ama mistik tülün yırtıldığı bir ‘an’ vardır. “Gözler kapanıp kasalar açıldığında” der buna Balzac. O vakit mirasçıların etekleri tutuşur. Göz bebekleri kızarır, şakaklarındaki damarlar şişer, hırıltılı nefesleri hızlanır. İçlerinde biriken şirretlik volkan gibi patlamaya hazırdır. Zekice buldukları entrikaların işe yarayıp yaramadığını test edecekleri bir paylaşım seremonisi başlamak üzeredir. Tüm hayatlarının ahlaki pusulasını oluşturan bir söz, kulaklarında çınlayan bir ilahiye dönüşür: Ölüm hak, miras helal!
Tumblr media
Hacı Ömer Sabancı’nın büyük oğlu İhsan’ın kızı Sevgi Sabancı, Kayseri’deki köyünde bir duvara sırtını verip karşıdaki üzüm bağlarına iç çeke çeke bakan Hacı Ömer’in, Adana’da ‘SA krallığına’ uzanan entrikalarla dolu tarihini, bir miras meselesi üzerinden anlatıyor.
Kitabın kısa özetini "Sabancı ailesinin 'karanlık' tarihi" başlıklı şu yazıda bulabilirsiniz. Hacı Ömer’in altı çocuğu vardır: İhsan, Sakıp, Hacı, Şevket, Erol, Özdemir. İhsan tam bir Adanalı gibi yaşar. İçmeyi, eğlenmeyi, futbolu, kadınları sever. Oysa çekirdekten cimri Hacı Ömer için tahammül edilemez günahlardır bunlar. Dini veya ahlaki nedenlerden değil, para harcama olarak gördüğünden... Anne ve babasının seçtiği Yüksel hanımla evlenen İhsan, bir gün yoksul mahalleden Nevin’e aşık olur. Resmi nikah sözü verse de aile bağı engeldir. İmam nikahı kıyar ve beraber yaşarlar. Nevin’den Sevgi, Murat ve Sevilay isimli üç çocuğu olur. Mesele de bundan sonra başlar. Mirasa yeni ortaklar gelmiştir çünkü.
Hikaye, Sabancı ailesinin nüfuzunu kullanarak bu ortakları yok etmeye çalışması üzerinden bugüne kadar ilerler. Polise ev bastırılır, hapse attırılır, Nevin’e fahişe damgası vurulur, çocuklar “piç” diye aşağılanır. Hacı Ömer öldükten sonra aynı aile politikası Sakıp Ağa’nın önderliğinde kesintisiz sürer. İlgi çekici olduğu kadar iğrendirici bir hikayedir. Bütün kutsal değerlerin de üzerinde bir kutsallığa sahip serveti koruma ve kollama yolunda her şeyin mubah kılındığını apaçık izleriz.
Dolayısıyla kitap zengin bir ailenin geçmişine dair mahrem konularla sınırlı değildir. Türkiye’nin modern sermaye sınıfının ahlaki normlarının ne olduğunu, servet tutkusundan kaynaklanan yozlaşmayı ve bütün bunların sermaye birikiminin evreni içinde nasıl şekillendiğini de görürüz. Ve nihayetinde Balzac’ın dahiyane cümlesini bir kez daha hükmünü icra ederken buluruz: Her büyük servetin altında bir suç yatar!
İKİ İNTİHAR VE TEMSA’NIN BOZUK FRENLERİ
Sabancı ailesi İhsan’ı Nevin’den koparamayınca türlü çirkefliklere başvurur. Azmettiricinin kim olduğu belirsiz üç saldırıya uğrar Nevin. Birinde pencereden bıçak fırlatılır, kıl payı geçip duvara saplanır. Başka bir sefer, eve gelen tanımadığı bir kişi uzun uzun baktıktan sonra, “Tövbe, ne kadar para verirlerse versinler seni öldüremem” der, kaçar. Bir başka sefer Hacı Ömer’in köyünde üzerine sürülen traktörden son anda İhsan kurtarır. Traktör şoföründen bir daha haber alınamaz.
Ancak iki şüpheli intihar vakası var ki, Müge Anlı’nın sahnesine çıkarılan fakir fukaranın vukuatları yanlarında dipnot kalır.
Sevgi Sabancı, 1986’da TEMSA’da çalışan Vehbi Asutay adlı genç bir mühendisle tanışır. Uzun süren ilişkiyi Asutay, evliliğe çevirmek niyetindedir. Sevgi hanım uyarır: “Amcalarım, Güler abla bunu duyarsa seni işten atarlar.” Asutay oralı olmaz. Eğitiminin, kariyerinin başka iş bulmaya yetecek düzeyde olduğunu söyler. Çok önemli bir ‘sırrı’ da paylaşır: “İmal ettiğimiz otobüslerin fren sisteminde sorun olduğunu üst yönetime rapor halinde verdim. Ölümlü kazalar olursa hiç şaşırmayın dedim. Bayağı bozuldular. Beni kapıya koyarlarsa sebebi bu rapor olur.” Asutay’ın akıbeti ne olur peki?
Evlilik hazırlıkları yapan Sevgi hanım Londra’dayken, 24 Temmuz 1988 günü bir telefon alır. Arayan gazetecidir. Hürriyet’te çıkan haberi aktarır: “Sabancılar’ın kızına aşık olan mühendis intihar etti!” Nişanlısı Asutay, evlendikten sonra beraber yaşamayı planladıkları Kandilli’de yeni aldığı evin garajında ölü bulunmuştur. Polis intihar olduğuna kanaat getirip dosyayı kapatır.
Hemen yakın zamanda yaşadığı bir başka hadiseyi hatırlar Sevgi hanım. Evliliğe adım atmanın verdiği özgüvenle 25 yaşındayken, mirastan kendilerine düşen hakkın yenildiğini belirterek Sabancılar’a itiraz eder. Derhal holdingin koordinatörlerinden Hüseyin Bey, ofise çağırır. Şu cümleler dökülür ağzından: “Benim babanla dostluğum oldu, hatırı çoktur. O hatıra binaen seni uyarmak için davet ettim. Miras konusunu fazla kaşıma. Bunlar babana acımadılar, sana hiç acımazlar. Verilenle yetin. Reha Turan olayını hatırla.”
Sevgi hanım, “Reha Turan olayı nedir” diye sorar. Aldığı yanıt imalıdır: “Ablan (üvey) Nur’un eski kocası. Geçinemedikleri için boşandılar. Sonra Güler ablanı tehdit ederek ara ara para koparmış. Bu durum uzayıp gitmiş, ta ki adam Boğaziçi Köprüsü’nden atlayıp intihar edinceye kadar.”
Kısaca kitap, Türkiye Cumhuriyet’inin tapusunda hatırı sayılır hissesi bulunan bir aileyi  tanımak bakımından eşsiz bir eser.
Eşsiz lakin, şu sıralar çok satanlar listesinin zirvesinde yer almasına rağmen medyanın şaşırtıcı düzeydeki ilgisizliği dikkat çekiyor. Üzerine az sayıda yazı çıktı mesela. Televizyonlarda konusu dahi olmadı. İçinde ihanetin, cinayet iddialarının, para hırsıyla gözü dönmüş zenginlerin şantaj ve tehditle iş yapmasının; Yılmaz Güney, Asil Nadir, Turgut Özal, Saddam Hüseyin, İran kraliyet ailesi vb. karakterlerin yer aldığı bu muhteşem malzemenin, yeterince malzeme olmaması soru işaretleri yaratıyor doğrusu. Türkiye’nin en zengin üç ailesinden birisinin kirli sepetini ortaya dökmek kolay iş değil.
Niye dökülsün ki zaten. Yozlaşmanın izini Gültepe’nin, Esenyurt’un varoş mahallelerinde veya Anadolu’nun kuytu köşelerinde aramak; paranın kirli yüzünün adresini iktidar yandaşlarıyla sınırlandırmak daha maliyetsiz. Koca koca şirketleri, üniversiteleri, müzeleri, yalıları, sanat koleksiyonları, reklam bütçesi olan bir ailenin neredeyse bir asra yayılan çıkar dünyasının aşağıya da damlayan nimetlerini, bir ‘piç’in anılarıyla lekelemeye ne gerek var! Hukuksuzluğun, güç zehirlenmesinin, paraya tahvil ahlakın temellerinin sermaye sınıfının egemenliğinde yattığını, yozlaşmanın tavandan tabana yayılan bir süreç olduğunu bilmenin; sermaye ve servet düşmanlığı yapmanın kime, ne faydası olur değil mi! Arsızlığın arşa çıktığı zamanlarda, içinizi soğutacak bir şeylere mi ihtiyacınız var? Alın size haksız servet diye üzerinde özgürce tepineceğiniz, miadı dolmuş bir kaç aparat: Dilan Polat’lar, Seçil Erzan’lar vs.. vs..
Kısaca Sevgi Sabancı’nın anıları, Türkiye’nin en zengin ailelerinden birisinin üzerinden sermaye sınıfının ahlaki, dini, etik anlayışının altında yatan çırılçıplak servet tutkusunun genetik haritasını çıkarıyor. Hani Karl Marx der ya, sermaye dünyasının ilişkilerinde aşk da sevgi de dostluk da kan bağı da paraya tahvillidir. Metalaşır ve satın alınır hale gelir. Kitap tam olarak bu ekonomi politik soyutlamanın, somutlanmış hali işte.
Bize yıllar boyu sevimli, vatansever, cömert bir figür gibi yutturulan ‘ağa’yı bir de ağabeyinden dinlemek lazım: “Ulan alçak Sakıp!”
0 notes
sondakika02com · 4 months
Text
Tumblr media
Galatada şüpheli ölüm: Norveçli turist ölü bulundu, Yunan turist hastanede http://dlvr.it/T1N4nh
0 notes
elazigsurmanset · 4 months
Text
Doktora Ölüm Tehdidine Takipsizlik
Tumblr media
Cumhuriyet Başsavcılığı, hekimin ölümle tehdit edilmesini, “hastane ile ilgili yaşanan sorunların, şikâyet yoluyla dile getirilmesi” olarak değerlendirerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi!  İstanbul Tabip Odası tarafından yapılan açıklamada, “Arnavutköy Devlet Hastanesi’nde görev yapan hekimden, kızı için istediği yönde rapor alamayan hasta yakını, 18.10.2023 tarihinde Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’ni (SABİM) arayarak, Doktoru dövünce şiddet uygulandığını iletiyorlar. Hastane dışında doktoru dövüp öldüreceğim. Doktoru dövdüğün zaman suçlu konumuna düşüyorsun.” Ben o … doktorunu bizzat döveceğim.Hastane dışında onu yakalayıp geberteceğim. Bir genç kızın idealleri ile oynayabilir mi?”dedi. Hastanenin içinde döversem suçlu konumuna düşerim, hastanenin dışında evire çevire döveceğim. sözleri ile hekimin can güvenliğini tehdit etmiştir. Aynı konuşma içerisinde birden fazla kere, hekimi hastane dışında döveceğine ve öldüreceğine yönelik tehditleri kayda geçti.
“Hukuki Mücadele Sonucunda Hekime Koruma Kararı Alındı”
“Bu olay üzerine İstanbul Tabip Odası Hukuk Büromuzca, gerekli hukuki girişimlerde bulunulmuş, taleplerimiz üzerine Gaziosmanpaşa 1. Aile Mahkemesi’nce, şüphelinin 3 ay süre ile 6284 sayılı yasanın 5. maddesinin 1/a fıkrası gereğince, “a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması” ve 1/c fıkrası gereğince “Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması” yönünde koruma kararı verilmiştir. Yanı sıra yine hekim adına yaptığımız başvuru üzerine Gaziosmanpaşa 2. Aile Mahkemesi’nce, 6284 sayılı Kanun 8. maddesinin 6. fıkrası gereği, “hekimin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adresleri ile korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgilerinin, tüm resmi kayıtlarda 3 ay süre ile gizli tutulmasına” karar alınmıştır” Hekimin korunmasına yönelik tüm hukuki girişimlerin yapıldığı bu süreçte, Savcılığa da yansıtılan olayda; “SABİM hattını arayan şüphelinin, aynı hastanede görevli doktor ………………….’ya yönelik “… Doktoru döveceğim…” şeklinde tehdit içerikli sözler sarf ettiği belirtilmiş ise de, dosya içerisinde bulunan belgeler ile şüphelinin SABİM hattı başvurusuna ilişkin tutanak içeriği incelendiğinde sarf edilen sözlerin müştekiye iletmek kastının bulunmadığı, şüphelinin esasen ilgili hastanede yaşadığı şikayetleri dile getirmeye çalıştığıesnada bahse konu sözleri sarf ettiği, bu nedenle atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar alınmıştır.
“Hekimlere Yönelik Tehditler: Hukuki Süreç ve Şiddetin Anlamı”
Şüphelinin defalarca kez hekimi ölümle tehdit ettiği kayıtlarla sabit olmasına rağmen, “esasen ilgili hastanede yaşadığı şikayetleri dile getirmeye çalıştığı esnada bahse konu sözleri sarf ettiği, hekime iletme kastı bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi anlaşılır gibi değildir. Herhangi bir kuruma ya da hizmete yönelik şikayetleri dile getirmenin yolu, kurumda çalışan personeli ölümle tehdit etmek midir? Vatandaşın sağlık sistemine yönelik eleştirilerini ya da somut olayda olduğu gibi hekimin kanaatinin aksine bir rapor talebini bu şekilde dile getirebileceğini ve bunun da herhangi bir yaptırımı olmayacağını hukuki olarak karar altına almak, sağlık hizmetinde yaşanan şiddet olaylarının önünü açmak anlamına getirilmiştir.
Birçok Hekim Hayatını Yitirdi
Şüpheli çok açık ki, kızına istediği raporu alabilmek için hekimi korkutmaya, tehdit yoluyla işini halletmeye çalışmaktadır; dolayısıyla bu sözlerin hekime iletilme kastıyla söylenmediği düşüncesi gerçeklikten uzaktır. Biz hekimler, can güvenliğimizi tehdit eden bu sözlerin her an gerçeğe dönebileceği kaygısı ile mesleğimizi icra etmeye çalışıyoruz. Bu kaygıyı/korkuyu duymakta da maalesef haksız değiliz. Uzun yıllardır hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet eylemlerinin önlenmesi, hekimlerin sağlık ve yaşam hakkının korunması için mücadele ediyoruz. Meslektaşlarımıza yönelik önlen(e)meyen ve kaygı verici boyutlara ulaşan şiddet eylemleri, günlük yaşantının adeta bir parçası haline gelmiş, sözlü ve fiziksel şiddet eylemlerinden, bıçaklı, silahlı saldırılara kadar ulaşmış ve maalesef birçok hekimi yitirmemize dahi yol açtı. 11 Kasım 2005 tarihinde hasta yakınlarının silahlı saldırısı sonucu yaşamını yitiren İstanbul Üniversitesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göksel Kalaycı’dan, Giresun Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ndeki görevinin başındayken hastası tarafından arkadan ateş edilerek vurulan ve 4 Şubat 2008 tarihinde yaşamını yitiren Dr. Ali Menekşe’ye, 17 yaşındaki bir hasta yakını tarafından bıçaklanan ve tüm çabalara karşı verdiği yaşam mücadelesini 17 Nisan 2012 günü kaybeden Dr. Ersin Arslan’a, 29 Mayıs 2015 günü, hasta yakınının silahlı saldırısı sonucu yaşamını yitiren Dr. Kamil Furtun’a, 19 Kasım 2015 tarihinde uğradığı bıçaklı saldırı sonucu hayatını kaybeden Dr. Aynur Dağdemir’e, 2 Ekim 2018 tarihinde hastasının silahlı saldırısı sonucu aramızdan ayrılan Dr. Fikret Hacıosman’a, 6 Temmuz 2022 tarihinde hasta yakınının silahlı saldırısı ile öldürülen Dr. Ekrem Karakaya’ya… çok sayıda hekim görevinin başında uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
“Sağlık Politikaları ve Şiddet: Hekimlerin Talepleri”
Sağlık alanında yaşanan şiddetin kök nedeninin uzun yıllardır uygulanmakta olan sağlık politikaları olduğunun bilincindeyiz. Şiddet, esas sorumluyu, çarpık sağlık sistemini, gizlemenin ve faturasını sağlık hizmetini sunmaya çalışan hekimlere çıkartma politikasının bir sonucudur. Nihai çözüm; hastayı müşteri, sağlığı piyasa olarak gören anlayışın değiştirilmesindedir. Ancak bu mücadele uzun solukludur. Kısa vadede sağlıkta yaşanan şiddete karşı caydırıcı tedbirler almak gerekmektedir. Bir başka meslektaşımızın daha bu saldırıların hedefi olmaması, tehdidin gerçeğe dönüşmemesi için, yaşam hakkımızın korunmasına yönelik her türlü tedbirin alınmasını ve sözlü ve/veya fiziksel şiddet içeren sözlerin indirime uğramadan, hapis cezasıyla sonuçlanacak şekilde hukuki yaptırımlarla karşılaşmasını talep ediyoruz. Karara karşı İstanbul Tabip Odası Hukuk Büromuzca itiraz yoluna başvurulmuş olup, konunun takipçisi olacağımızı bildirdi. (BSHA-Bilim Sağlık  ve Haber Ajansı) Read the full article
0 notes
yuksekovahaber · 6 months
Text
Urfa T Tipi Cezaevi'nde şüpheli ölüm
http://dlvr.it/SyrtZK
0 notes
gundemsivas · 6 months
Text
Tumblr media
Sivas’ta Şüpheli Ölüm https://gundemsivas.com/sivasta-supheli-olum-gundem-sivas-haber/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
kurtlukiraz · 8 months
Link
Yıldızlarla dolu bir oyuncu kadrosuna sahip olan dizi, en son hitleri arasında Nine Perfect Strangers ve The Lincoln Lawyer'ın da yer aldığı üretken yapımcı David E Kelley tarafından yaratıldı.Peki dizi gerçek bir hikayeye mi dayanıyor? Aşk ve Ölüm'ün ardındaki gerçek hayattaki ilham hakkında bilmeniz gereken her şey için okumaya devam edin.Aşk ve Ölüm gerçek bir hikayeye mi dayanıyor?Aşk ve Ölüm. HBO MaksimumBu. Aşk ve Ölüm, 1980 yılında bir cinayet soruşturmasında baş şüpheli haline gelen Teksaslı ev hanımı Candy Montgomery'nin gerçek hikayesine dayanıyor.İlk kez bu yılın başında HBO Max'te (şimdi adı Max olarak değiştirildi) yayınlanmaya başlayan dizide Candy rolünde Elizabeth Olsen yer alırken, Allan Gore rolünde Jesse Plemons başrolde yer alıyor.Dizide diğer önemli roller Lily Rabe, Patrick Fugit ve Krysten Ritter tarafından oynanıyor. Plemons şu anda dizideki rolü nedeniyle Emmy Ödülleri'nde Mini Dizi veya Antoloji Dizisi veya Film dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında aday gösterildi.Candy Montgomery kimdir?Elizabeth Olsen, Aşk ve Ölüm'de Candy Montgomery'yi canlandırıyor. ITV için HBO MaxCandy Montgomery, 1970'lerde Teksas'ta ev hanımı olarak yaşarken, ev hanımı Betty Gore ile bir kilise ayininde tanıştıktan sonra onunla yakınlaşan bir kadındır.Çift yakınlaştıkça ve aileleri birbirleriyle daha fazla zaman geçirdikçe Candy, Betty'nin ilişki yaşamaya başladığı iddia edilen kocası Allan ile de yakınlaşmaya başladı.Allan'ın ilişkiyi birkaç ay sürdükten sonra 1979'da sonlandırdığı bildirildi - birlikte başka bir bebek sahibi oldukları için Betty ile kilisenin evlilik zenginleştirme programına katıldığı bildirildi.13 Haziran 1980'de Candy'nin Betty'nin kızı Alisa'yı geceyi evinde geçirdikten sonra yüzme dersine götürmeyi teklif etmesiyle her şey doruğa çıktı. Candy, Alisa'nın mayosunu almak için Betty'nin evini ziyaret etti ve oradayken Betty'nin bu ilişki konusunda onunla yüzleştiği iddia edildi.Betty daha sonra 41 kez baltayla vurulmuş halde ölü bulundu.Candy, Betty'yi canlı gören son kişi olduğu anlaşıldığından soruşturmanın baş şüphelisi oldu. Allan polise Candy ile ilişkisini itiraf ettiğinde tutuklandı ve Betty'yi öldürmekle suçlandı.Sonraki duruşmada Candy'nin, Candy'nin geceye dair anılarının ortaya çıkarılmasına yardım etmesi için psikiyatrist ve klinik hipnoz uzmanı Dr. Fred Fason'u görevlendiren kilise avukatı Don Crowder tarafından temsil edildiği görüldü.Fason, seanslarında Candy'nin çocukluk travması yaşadığını keşfettiğini ve yaşadığı sorunları öfkeyle anlattığını söyledi. Betty'nin o günkü yüzleşmeleri sırasında Candy'ye "sus" dediğini ve bunun Candy'de kendi annesinin onu susturmasıyla ilgili travmatik bir çocukluk anısını tetiklediği iddia edildi.Duruşma sırasında öne sürülen temel argüman, başlangıçta baltayı yakalayan ve bunu Candy'ye saldırmak amacıyla yapan kişinin Betty olduğuydu. Daha sonra Candy'nin nefsi müdafaa amacıyla baltayı ondan kaptığı ve ardından onu Betty'ye saldırmak için kullandığı iddia edildi. Jüri Candy'yi Betty'nin cinayetinden suçsuz buldu.Beraat ettiğinden beri Candy kamuoyundan uzak kaldı. Ancak People onun artık akıl sağlığı danışmanı olarak çalıştığını bildirdi.Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Bu hikayeyi daha önce ekranda görmüş müydük?Jessica Biel Candy Montgomery rolünde Tina Rowden/HuluBizde - ve aslında o kadar da uzun zaman önce değil.Candy Montgomery'nin hikayesi daha önce geçen yıl İngiltere'de Disney Plus'ta gösterime giren Hulu dizisi Candy'de dramatize edilmişti.Bu dizide Candy'yi Jessica Biel, Betty Gore'u Melanie Lynskey, Allan Gore'u Pablo Schreiber ve Pat Montgomery'yi Timothy Simons canlandırmıştı.Justin Timberlake de dizide Yardımcısı Steve Deffibaugh'u canlandırarak yer aldı.Aşk ve Ölüm şu anda ITVX'te yayınlanıyor. Drama kapsamımıza daha fazla göz atın veya neler olduğunu öğrenmek için TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Bunun gibi? Outlander'ı denemek isteyebilirsiniz. Şu anda mevcut Lionsgate+.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
gundemburadadedim · 8 months
Link
Yıldızlarla dolu bir oyuncu kadrosuna sahip olan dizi, en son hitleri arasında Nine Perfect Strangers ve The Lincoln Lawyer'ın da yer aldığı üretken yapımcı David E Kelley tarafından yaratıldı.Peki dizi gerçek bir hikayeye mi dayanıyor? Aşk ve Ölüm'ün ardındaki gerçek hayattaki ilham hakkında bilmeniz gereken her şey için okumaya devam edin.Aşk ve Ölüm gerçek bir hikayeye mi dayanıyor?Aşk ve Ölüm. HBO MaksimumBu. Aşk ve Ölüm, 1980 yılında bir cinayet soruşturmasında baş şüpheli haline gelen Teksaslı ev hanımı Candy Montgomery'nin gerçek hikayesine dayanıyor.İlk kez bu yılın başında HBO Max'te (şimdi adı Max olarak değiştirildi) yayınlanmaya başlayan dizide Candy rolünde Elizabeth Olsen yer alırken, Allan Gore rolünde Jesse Plemons başrolde yer alıyor.Dizide diğer önemli roller Lily Rabe, Patrick Fugit ve Krysten Ritter tarafından oynanıyor. Plemons şu anda dizideki rolü nedeniyle Emmy Ödülleri'nde Mini Dizi veya Antoloji Dizisi veya Film dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında aday gösterildi.Candy Montgomery kimdir?Elizabeth Olsen, Aşk ve Ölüm'de Candy Montgomery'yi canlandırıyor. ITV için HBO MaxCandy Montgomery, 1970'lerde Teksas'ta ev hanımı olarak yaşarken, ev hanımı Betty Gore ile bir kilise ayininde tanıştıktan sonra onunla yakınlaşan bir kadındır.Çift yakınlaştıkça ve aileleri birbirleriyle daha fazla zaman geçirdikçe Candy, Betty'nin ilişki yaşamaya başladığı iddia edilen kocası Allan ile de yakınlaşmaya başladı.Allan'ın ilişkiyi birkaç ay sürdükten sonra 1979'da sonlandırdığı bildirildi - birlikte başka bir bebek sahibi oldukları için Betty ile kilisenin evlilik zenginleştirme programına katıldığı bildirildi.13 Haziran 1980'de Candy'nin Betty'nin kızı Alisa'yı geceyi evinde geçirdikten sonra yüzme dersine götürmeyi teklif etmesiyle her şey doruğa çıktı. Candy, Alisa'nın mayosunu almak için Betty'nin evini ziyaret etti ve oradayken Betty'nin bu ilişki konusunda onunla yüzleştiği iddia edildi.Betty daha sonra 41 kez baltayla vurulmuş halde ölü bulundu.Candy, Betty'yi canlı gören son kişi olduğu anlaşıldığından soruşturmanın baş şüphelisi oldu. Allan polise Candy ile ilişkisini itiraf ettiğinde tutuklandı ve Betty'yi öldürmekle suçlandı.Sonraki duruşmada Candy'nin, Candy'nin geceye dair anılarının ortaya çıkarılmasına yardım etmesi için psikiyatrist ve klinik hipnoz uzmanı Dr. Fred Fason'u görevlendiren kilise avukatı Don Crowder tarafından temsil edildiği görüldü.Fason, seanslarında Candy'nin çocukluk travması yaşadığını keşfettiğini ve yaşadığı sorunları öfkeyle anlattığını söyledi. Betty'nin o günkü yüzleşmeleri sırasında Candy'ye "sus" dediğini ve bunun Candy'de kendi annesinin onu susturmasıyla ilgili travmatik bir çocukluk anısını tetiklediği iddia edildi.Duruşma sırasında öne sürülen temel argüman, başlangıçta baltayı yakalayan ve bunu Candy'ye saldırmak amacıyla yapan kişinin Betty olduğuydu. Daha sonra Candy'nin nefsi müdafaa amacıyla baltayı ondan kaptığı ve ardından onu Betty'ye saldırmak için kullandığı iddia edildi. Jüri Candy'yi Betty'nin cinayetinden suçsuz buldu.Beraat ettiğinden beri Candy kamuoyundan uzak kaldı. Ancak People onun artık akıl sağlığı danışmanı olarak çalıştığını bildirdi.Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Bu hikayeyi daha önce ekranda görmüş müydük?Jessica Biel Candy Montgomery rolünde Tina Rowden/HuluBizde - ve aslında o kadar da uzun zaman önce değil.Candy Montgomery'nin hikayesi daha önce geçen yıl İngiltere'de Disney Plus'ta gösterime giren Hulu dizisi Candy'de dramatize edilmişti.Bu dizide Candy'yi Jessica Biel, Betty Gore'u Melanie Lynskey, Allan Gore'u Pablo Schreiber ve Pat Montgomery'yi Timothy Simons canlandırmıştı.Justin Timberlake de dizide Yardımcısı Steve Deffibaugh'u canlandırarak yer aldı.Aşk ve Ölüm şu anda ITVX'te yayınlanıyor. Drama kapsamımıza daha fazla göz atın veya neler olduğunu öğrenmek için TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Bunun gibi? Outlander'ı denemek isteyebilirsiniz. Şu anda mevcut Lionsgate+.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes