Tumgik
qisasqisasqisas · 4 years
Text
C10: I meeaan, ‘None of your Business’
Nerede kalmıştık?
S+J+E+YT: “Yeah right? What is it? / YT: “Adın sanın nedir gızım senin? İki oyna da şurada bir görelim nesin necisin.”
A: “mm…”
Öncelikle Yıldız ablanın son yorumunu dikkate almamaya çalışacağım belli ki fazla içmiş. Sonrasında bana doğru belertilmiş 4 çift gözü de yok sayacak olursam arkamı dönüp kulüpten çıkmış olmam çok da anormal sayılmaz. Tam o sırada kolumu tutan Jim gözümü gözümden alır.
J.M:” We need to talk.” der ama yüzü yere bakar utancından. Neden olduğundan emin olamam ama yine de sorarım nedenini.
A: “About what?” 
J.M:” About Kevin.” der ve bir anda arkasından Ezra Miller çıkar. Bana el sallayarak,
E.M:” Hi.” der. 
A: “Hi anan.” derim ben de istemsiz bir şekilde. Ezra’yla tokalaşıp yeni film projelerinden bahsetmeye başlarız. Jim arkamızdan gelir ve konuşmamızı böler. 
J.M:”So assistant, what about we have some private time?” der kendisiyle beni göstererek. 
A: “What?” Ezra bize bakıp biraz gücenir. Yazıktır çocuğa, sen bu Jim’e bakma.  
A: “Why?” derim sonra da. 
J.M: “Cause we need to talk about-”
E.M: “Kevin!” der gülerek. Ah be Ezra’cım, komik değilsin.
J.M: “No you jackass!”
A: “About what?” 
Jim yanıma yaklaşır ve kulağıma o iki kelimeyi fısıldar.
J.M: “ Sherlock Holmes.” Sonra anlarım ki bu adam ciddidir. 
A: “Are you serious?”
E.M: “Oh, what is it you’re talking?”
A + J.M:” None of your business.” dedikten sonra birbirimize bakıp güleriz. İçimizdeki tüm pis enerjiyi atacak kişiyi sonunda bulmuş olmanın mutluluğuyla yolumuza devam ederiz. Jim beni kolumdan tutar ve bir banka oturtur. Bir anda içini dökmeye ve bunca zaman nasıl Sherlock’la flörtleştiklerinden bahseder. Sherlock için Kraliçe’nin tahtına oturup tacını kafasına yerleştirmesinden ve sonra da onu ‘You should see me in a crown.’ kelimesiyle nasıl tahrik ettiğinden bahseder. Öte yandan John’dan dinlediğim kadarıyla bunlar tam tersi şekilde daha çok terör yaratması için planlanmış hareketlerdir. Fakat Jim’i dinleyince ikna olmadım da değil. 
Jim bir süre sonra ceketinin iç cebinden bir şey çıkarır ve der ki,
J.M: “I bought this to look good to him.” der ve gözlüğünü gösterir ve gözlüğü takar bu havada.
Tumblr media
J.M: “I think I’m in love with him assistant.” der ve bükülür, içine çekilir ve utanır hatta bu dediğinden.
Ben de onu teselli etmek istercesine,
A: “No, no that’s totally normal. Everyone finds him charming.” Jim o sırada bana bakar ve gözlüğünü çıkarır. 
J.M: “What the fuck do you mean? Do you also love him?” der tehditkar bir biçimde.
A: “No you got me wrong! I mean everyone around me really likes him and to be honest his looks are-”
J.M: “I don’t want to hear anymore! I cannot deal with another Woman.” 
A: “That’s very rude.” derim ciddi anlamda kırılmış bir şekilde.
J.M: “If you knew what I meant you wouldn’t be saying that you peasant!” der ve yere tükürüp banktan kalkar. Ben orada kalakalırım ve Jim gözden uzaklaşınca yanıma Ezra gelir. 
A: “Bi’ sen eksiktin aq problemlisi.” derim kısık sesle.
E.M: “Hello again. We didn’t meet properly. I’m-”
A: “Ezra Miller. We all know.”
E.M: “So what’s your name?”
Arkadaşlar şunu bir açıklığa kavuşturalım, ben adımı falan söylemek istemiyorum çünkü adım yok. Kim böyle bir iddia attıysa ortaya vatan ha-”
J: “We need your help assistant.” diye hemen araya girer John Watson abim koşarak ve yalpalayarak. Ağzı içkiden keçi götüne dönmüş bir şekilde konuşur. 
A: “What happened?”
J: “Sherlock is terribly drunk and he tells me I’m drunk but I know he is the drunk.”
A: “So you aren’t?”
J: “I meeeaan, I may have had a few shots and-”
A: “I saw you were having your fourth shot when I came. Then you drank with us and I’m sure you drank Sherlock’s beer too.”
J: “Well in a small amount of time, you got me very straight. Like an arrow.”
A: “What?”
J: “I mean just come inside and help me carry him.” 
Ezra’yı unuttuk sanmayın bu arada.
J: “Who’s that smelling your hair?” der John Ezra’yı göstererek. 
A: “What?” derim ve dehşet içinde çekilip Ezra’ya bakarım.
A: “Did you just smell my hair?” 
E.M: “I didn’t mean to but it was so- it was... It smelled clean. Which I’ve never been able to.” 
A: “Oh, yes I heard you didn’t wash but is it true? Really?”
E.M: “I meeaan, someone needs to save the world right?”
A+J: “And you thought it’s you?”
E.M: “Why not? Is there a problem with it?”
A: “I meeeaan, yes there is but we’re not going to talk about it in this chapter Ezra. Maybe eleventh or twelth, which one you’d prefer?”
E.M: “I like the sound of a good old twelve.”
A: “Okay then, if you excuse us.” der ve olmayan şapkamı çıkarıp eğilip ekürim alkolik John Watson’la bara geri döneriz. 
J: “By the way, Sherlock wants to go to Jim’a apartment so I need your help with that.”
A: “You tell this now?”
J: “Don’t judge me.” der ve birlikte güle oynaya Sherlock, Jim, Yıldız Tilbe ve Elva’nın olduğu masaya gideriz. 
J: “So guys, I brought the man!” Ne diyor bu adam gerçekten anlamı-
S: “You meant woman?” der Sherlock. Gerçekten Sherlock John’dan daha ayıktır neden abartıyorsun John? Sherlock Jim’le aşna fişna yapacak diye paçan tutuştu demi? Neyse bakalım durumlar nedir ona göre çıkma izni veririm Sherlock’a. 
J.M: “Hello dickhead.” diyerek selamlar beni Jim’ciğim sağolsun aile terbiyesinden asla ödün vermez. Bense Sherlock’a dönüp ne içtiğini sorarım. Small talk’tan deep issue’lara geçeceğizdir diye umarım.
A: “What are you drinking?”
J.M: “None of your business.” 
A: “I just asked him what he’s having maybe I’ll order that too.”
S: “He’s right, it’s none of your business.” der Sherlock da. Ben John’a bakıp sinirlerimi tutmaya çal��şırım ama John elini omzuma koyup,
J: “We are all having none of your business tonight.” der ve bardan kokteyli alıp diğerlerininkiyle tokuşturur.
J.M: “The name of the cocktail is ‘none of your business’ you peasant bitch!”
S: “Hey, Jim please don’t be harsh on her.”
A: “Thanks mister Holmes but I think I can defend myself-”
S: “I didn’t mean to be nice or save you from this man, I just said what is obvious and don’t forget that when we head home I’ll make you cry like a baby and make you return to your home!” 
A: “Oha be. Gel bir de ağzıma sıç istersen. Ben işi bıraksam mı n’apsam tam bu noktada?”
E: “Aşkım lütfen kendine gel ve sinirlerine hakim ol. Sen onlardan daha güçlüsün ve bu kadar bölüm boyunca bu saçmalıkları yazıp bunlara katlandın. Derin bir nefes alıyoruz, dört saniye boyunca. Sonra üç saniye tutuyoruz, beş saniyede de üflüyoruz. Hep birlikte. All together children!” der ve ellerini kaldırıp hepimize nefes egzersizi yaptırmaya başlar. Bu işin sonu nereye gidecek diye merak ediyorum ama çok da umrumda değil gibi sonuçta kafama ne gelirse yazıyorum. 
E: “So everyone is okay? Are we more calm?”
J: “I feel dizzy.”
S: “It’s like weed.”
J.M: “I have coke in my house in case you’re interested Sherlock.” 
S: “Oh shut up. I know it’s powdered sugar Jim.”
J.M: “Still, the same effect if you shove it in your nose.”
S: “Well thanks but I have prescription for that.” der ve John’u gösterir. Jim’in suratı binbir parça olur ve kokteylini kafasına dikip hızla kalkar. Son kez arkasına döner ve Sherlock’a seslenir.
J.M: “You’ll regret this eşkiya.”  Elva’yı yanımda bir gülme krizi tutar. 
A: “Niye gülüyon?”
E: “Hep bunu yapmak istemişti de ondan gülüyorum. Çok tatlı ya gidip yanaklarını sıkacağım.” der ve Jim’in arkasından gidip yanaklarını sıkmaya çalışır yürürken. Jim de,
J.M: “Yapme yeağ...” gibi sesler çıkararak uzaklaşır bardan. O sırada Sherlock sinir bozucu bir şekilde bana bakar.
S: “Do you enjoy what you have done?” 
A: “What have I done?” derim ve yumruklarımı hazırlarım. Belli ki birileri dayak istiyordur. 
S: “I mean, you could’ve told me about your feelings. I would be less hard on you then.”
A: “What?”
J: “Assistant, even though we don’t know your name, I would allow you to feel that way to Sherlock.”
A: “What are you talking about?”
J: “We understand that he’s irresistible and-”
S: “You are not on my league.”
A: “What? I still can’t get what you’re talking about.”
S: “Don’t play the dumb even if we know that you are, BUT just admit it. You love me.”
A: “What?” 
S: “I meeean, it’s hard to not love me but-”
A: “I agree with Greg, you are blind and stupid.”
S: “What? George said that I’m stupid? I am?”
A: “He didn’t, I added that. He just said that you are blind.”
J: “I agree on that Sherlock. You may be so bloody blind sometimes.”
S: “Oh! So you all decided to criticize me! Well I’m out and had enough of your bullshit. Especially you John!” der ve bardan çıkar.
Y.T: “Ben bir arkasından gideyim yalnız hissetmesin çocuk.” 
A: “A bi de emzir be Yıldız abla.”
Y.T: “Ay kız yok. O ileride çocuğumuz olunca.” dedikten sonra masadaki shotlardan ikisini alıp dışarı çıkar. 
A: “Yine biz bize kaldık iyi mi?”
J: “What?”
A: “Here we are again.”
J: “WE HAVE BEEN HERE BEFORE?”
A: “Why are you yelling?”
J: “I mean, I felt like I know this place but-”
A: “We’ve never been here, or just I have never been doc. So if you’ll excuse me I’ll have a beer.”
J: “Oh no, I’ll buy. Since you have a heartbreak, let me do this at least.”
Şimdi amcacım heartbreak’im yok ama beleş içkiye de hayır demem.
A: “Okay.” der ve amcamı bara yollarım. Elinde iki yarımlık birayla gelir ve oturur.
J: “So tell me, what’s your story?”
E bu biraz geç bir soru olmadı mı? Keşke beni işe almadan önce sorsaydın John’cuğum.
A: “Suddenly you are sober, aren’t you doc?”
J: “Well, I meeean-”
A: “Please don’t mean anything. Just admit that you played us.”
J: “I mean- But I really mean, yes I did. But for the sake of Sherlock.”
A: “And your love life with him. Now he’s with Yıldız.”
J: “She’s harmless. Also no equal to me.”
A: “Or Jim.”
J: “Are you trying to make me mad?”
A: “No. Just telling the truth.” der ve gülerek biramı içerim. Az mı çektim ben, biraz da siz çekin anacım. 
4 notes · View notes
qisasqisasqisas · 5 years
Text
C9: ‘Ohnana whats my name?’
İşler hiç beklediğim gibi gitmez. Görünüşe göre bir rüya içinde değilmişim ve yine görünüşe göre ben İngiltere’de taksinin önüne atlayan ilk insan değilim. Maalesef ki hastanelik olacak kadar bir şey yaşanmadı çünkü tahmin ettiğim gibi şoför sola kırıp sokak lambasına çarptı ve lamba arabanın üzerine düştü.
-Benim yüzümden-
Bu tabii beni üzdü fakat yine de bir taksiye binip John’un yanına gitmeliydim. Şansıma yeni bir taksi geldi ve beni arabasının kaza yapmasına sebep olduğum sürücünün gazabından tam vaktinde alıkoydu. Taksiye bindiğimde kendimi arkamda bıraktığım enkaza bakmaktan alıkoyamadım. Jim, Elvan ve Yıldız Tilbe caddede durmuş bana bakıyorlardı. Fakat Yıldız Tilbe koşmaya başlayana kadar ben uzaklaşmıştım. 
TD: “Where to miss?”
A: “Oh. I don’t know actually. Just continue until the road ends.” dedikten sonra Sherlock’u ararım. Uzun bir süre telefon çalar ve çalması bitince bir mesaj gelir.
Can’t talk rn. Call you later. 
-S.H.
Sanki bunun otomatik mesaj olduğunu bilmiyoruz.
WHERE ARE YOU GOING?
None of your business. Cause you are FIRED!
-S.H.
TELL ME WHERE ARE YOU GOING!
...
-S.H.
F*** YOU (: 
I would do the same gladly. (:)
-S.H
p.s. I liked the smile -> (:)
YOU ARE AN-
TD: “MISS! Can you tell me where are we going?”
A: “Do you know where 47 year old English post soldier can go for drinking? He is also stubborn and likes danger but wants to have a quality time with himself. Not in that way.”
TD: “Oh I know the place.” 
A: “Do you?”
TD: “Yeah. It’s near.” 
A: “Okay then.”
Adam beni en sonunda garip bir sokağa çıkan başka bir sokakta indirir. Adama parasını ödedikten sonra -neden taksi parasını ben ödüyorum bilmiyorum- sokağa girip heyecan içinde bu iki gerizekalının ne yaptığını görmek için sabırsızlanırım. John içer bilirim ama Sherlock ekstrem bir olay olmadıkça asla ağzına içki ve sigara sürmez. Bu aralar sigarayı da ağzından eksik etmediğinden artık içki konusunda da emin değilim aslında. Sokak karanlık ve saçma sapan neon ışıklarıyla doludur ve mümkün olduğunca dardır. 
Tumblr media
En sonunda adamın dediği barı bulurum. Barın adı Old Man’s Inn. John için beklediğimden daha kötü bir yer ama daha içine girmediğimden bilemem. 
İçeri adım attığım andan itibaren aşağıya doğru bitmek bilmeyen bir merdiven inme ritüeline girerim. Gitgide kulaklarımı ele geçiren çirkin müziklerden biri beynimi akıtmaya başlar. (bu arada okurlar bu şarkıyı tam youtube’da ararken aynı anda spotify’da çıktı ve dedim ki BU DOĞRU SEÇİMDİR ve kendimi MÜNECCİM ilan ediyorum. Hayatımdaki 2. en psişik moment’ımı yaşadım. Sizleri baya gözlerinizden öper hepimize sağlık sıhhat mutluluk ve para dilerim <3 )
https://www.youtube.com/watch?v=5zLZ6Mc0VL0
Bu tanıdık melodi beynimde oynarken merdiven inmeyi bitirip başka bir koridoru ve koridor sonundaki mor/mavi/kırmızı/pembe ışığa doğru koşarım. John’un burada olma ihtimali Sherlock’un içki içme ihtimaliyle aynı. Yani yüzde elli bile yok. En kötü bir tek atıp başka bara geçerim diyerek holün sonuna gelirim ve içeri girince dans eden bilmemkaç kişi ve bar taburelerinde ortada içki içen tipler görürüm. Amazon ormanlarındaki gibi insanları yararak John ve Sherlock’u ararım. Fakat dans edenlerin içinden çıkmazlar. Oturanlara bakınca bir çift salak gözüme çarpar. 
Tumblr media
Yanlarına doğru gidip ellerindeki beherlerle ne halt ettiklerine bakarım. Sherlock ve John dakikada bir telefona bakarlar. Sherlock’un gözleri hatta hiç ayrılmaz. 
A: “Hello guys!”
John beheri kafaya dikip sonra da önündeki shot bardaklarından birini kafaya diker. 
Tumblr media
J: “Hello pain in the ass!” 
A: “Is he drunk or angry?”
S: “OH GOD! SHE’S NOT TEXTING JOHN!”
J: “Let me look.” der ve telefonu kendine çekip mesajlara girer. Sonra Sherlock’a döner.
J: “Does she have whatsapp?”
S: “What’s that?”
J: “Wait.” der ve whatsapp’ı indirip tekrar bakar ve bu süre boyunca Sherlock bana iğreniyormuşçasına bakar. 
A: “Am I that disgusting?”
S: “Nope. But when you are double, you seem really unbearable to look at.”
A: “Then why do you look?”
S: “Cause I need to keep my attention away from my phone. You are the perfect distraction.” 
A: “Was that a compliment or-”
S: “The other one.”
J: “Sherlock, she didn’t message. Sorry mate.” 
S: “Women...”
J: “Don’t be upset.”
S: “I’m not UPSET! I never get upset cause I don’t know how to be upset cause I’ve never been upset!”
J: “Yeah your reaction tells it.”
A: “Is he in love?”
J: “Did you get it just now?”
A: “I thought he was not capable of loving a woman in that way.”
S: “Oh pardon me but it’s very clear that you thought in the past but now you believe it don’t you? So you actually thought about it and if there would be a chance to believe that I’m a person who can love you would be the first one to believe it. Cause you desperately love me.”
A: “What? I think this is your first mis-deduction.”
S: “No. It is right and clear.”
A: “No. I don’t love you. How can you expect someone to love someone like you? Oh maybe John get used to you or he is attracted people like you but for most people, you are a pain in the ass. Especially on John’s and mine. I won’t be keeping my word away from you cause you were my employer or a very known detective.-”
S: “Most known detective.”
A: “Oh shit, stop correcting words. No one’s caring about the things you do to make people hate you. No one’s going to hate or love you Sherlock. You are just a remedy to their diseases. So stop pretending that you matter. Everyone’s the same and what makes us different is our perception. In this case yours is very different than the most. But this does not make you special.”
S: “You are jealous.”
A: “Of what? You?”
S: “Not just me. My skills and my life.”
A: “Thank god that you fired me.” 
S: “Why are you here even thought I told you not to come?”
A: “Maybe I am worried? Do you know this emotion?”
S: “Umm, yes.”
A: “Oh that’s good. You may understand me then.”
S: “Nope.”
A: “Then go kill yourself.”
S: “You’re here for John.”
A: “Of course I am. You are the one who made him angry.”
S: “That’s just a little thing. We solved it between us. Now go back to your mama.”
J: “Sherlock...”
S: “What?”
J: “Her mom is-”
S: “What?”
J: “She doesn’t know her mom so-”
S: “Is he an orphan?”
J: “Practically...”
A: “Yes. It’s a pity that you couldn’t guessed this mr. Holmes. I should get going then. Cause none of you seem to need me now on.”
S: “Wise choice.”
J: “Oh Sherlock! Stop it!”
S: “But she wants to go! Let her go John!”
J: “I would. But she needs a job.”
A: “Not this job doctor Watson sorry. I haven’t been paid. How can you expect me to work under these circumstances?” derim Sherlock’u göstererek.
J: “Oh don’t worry about him. He’ll do the work and forget about this. He never lets any useless information to his mind palace.”
A: “Is that a real thing?”
J: “Yes.”
A: “Can I go in?”
S + J: “No.”
A: “Okay then I should be packing up my stuff and fly to Turkey. But I need you to fill the application forms and other papers.” 
J: “Me? why me? Sherlock should be doing t-”
A: “We both know that he won’t do such thing.”
J: “Sherlock?”
S: “What?” der kafasını telefonundan kaldırıp. 
J: “You’ll fill in her internship documents right?”
S: “Mhmm.” der onaylayarak.
J: “Is this a deal? Can we call it a deal?”
S: “Yeeaah...”
J: “Okay then. IT’S A DEAL!” der yerinden kalkıp ikinci shotı da atıp. 
S: “What did you just say?”
J: “You’ll do the paper work for her.”
S: “Paper work? For her? What? These two things are impossible.”
J: “But now it is.” der cebinden bir şey çıkartıp. Elinde isviçre çakısıyla bana ve Sherlock’a bakar.
J: “Lestrade gave me this while we were trying to rescue you from Moriarty.  So this is for you.” 
NE? Lestrade? İsviçre çakısı? Ben? John elindeki çakıyı gözüme soka soka al der ve alıp cebime koyarım. 
J: “He said this is for defense. Also wondered if you would like to have a dinner with-”
S: “Oh this is the most hilarious thing in my entire life! Lestrade falls for a teenage girl!”
A: “for god’s sake I am 24 years old Sherlock!”
J: “She’s a woman. That’s what law calls.”
S: “But she’s unexperienced.”
J: “How can you know that? Stop messing around. ”
S: “Well I can tell if you pardon me assistant.”
A: “Oh well then, let’s hear about me now.”
J: “I guess tonight you’ll be covered in beer Sherlock.” 
https://www.youtube.com/watch?v=cYgmnku6R3Y
S: “I am telling what I see. But I can’t let you two shower me with your beers.”
A: “I don’t have any.”
J: “You can have mine.”
S: “Oh shut up! You... you are unexperienced about life. You are lost in details and human psychology. You actually can rationalize human behavior which is why I hired you but-
A: “you said you didn’t hire me. John did.”
S: “I let him, do not interrupt! You want to be loved and want to find the man of your dreams. He should be handsome and intelligent and everything a woman can wish for. So plain and ridiculous. Still you seem to gave up on love. You are walking on a thin line between life and death, to love or to have a cold heart. You are bipolar. Your thoughts are but your actions remain very calm. So calm. It’s disturbing to watch. You are plant that anyone can want and have in their houses. So that is what you are. You are needed but not especially wanted or picked. That’s driving you crazy. That is why you can’t trust anyone or love. Somewhat I can relate to these but the other things I said previously -they are shit-. So would you like to have a tequila?” 
A: “Thanks if you pay.”
S: “John does.”
J: “I’m not a-”
S: “Hush John. Pay it all.”
J: “You cock...” der ve kalkıp gider. Sherlock bana John’un kalktığı yeri gösterip oturmamı söyler. Garip bir şekilde insana benzediğini ve bir insan gibi davrandığını itiraf etmeliyim. Birasını içip midesini sıvazladıktan sonra bana döner.
S: “But I still know that you have good communication skills. Help me with this issue.” Masadaki telefonunu bana doğru iter ve mesaj ekranını gösterir. Attığı mesajlara bakarım. Sadece bir tane mesaj atmıştır ve o da,
Are you up! (:
-S.H.
Bu mesajı da büyük ihtimalle John’a yazdırmıştır. Lisede bile atmadığımız türden rezil mesajlardan biri olduğu için önceki mesajlara bakarım. Hep karşı taraftan garip içerikli mesajlar gelmiş ve birkaç senedir bir daha mesajlaşılmamış. 
A: “Sherlock, you might want to call him maybe.”
S: “Him?”
A: “Oh sorry this is the woman?”
S: “Yeah... yeah she is.”
A: “So, please stop doing things with John’s way cause she is not attracted to John. It is obvious.”
S: “How you knew that he wrote the message?”
A: “It’s very pitiful and corny.”
S: “Yes, that’s what I thought but still I sent it.”
A: “Wrong thing to do. So you want me to-”
S: “Text her!”
A: “I don’t think text is your thing. You should play a game with her. From the looks of it she likes to not get a reply from you. It’s tempting. I assume it has worked on you. But why did you sent the message now? Besides being drunk.”
S: “I just... I wanted to know-”
J: “Here’s our shots!” der elinde 12 tane shot bardağının olduğu bi tepsiyle gelerek.
S: “Are you a billionaire and hiding?”
J: “Just a retired soldier.”
A: “Doctor.”
J: “Whatever. Okay let’s have a toast!” der shot bardaklarını eşit olarak dağıtarak. 
J: “ to us!”
A: “What?”
J: “to us.”
S: “It is very cringy.”
J: “Oh you learned a word from a teenager’s dictionary Sherlock!”
A: “I am not a TEENAGER!”
J: “I meant my daughter.”
A: “Your daughter is not a-”
S: “Cut the shit. I say we drink to LOVE!”
Bardağı bırakırım ve John da aynı şekilde bırakır.
A: “I’m out.”
J: “Count me in.”
S: “Oww... you have wounds darlings. How baaad.”
J: “He’s drunk.”
A: “Yes I can see.”
S: “Where is she? where is shee?”
Arkamda bir nefes alıp verme sesi hissederim ve bir el beni omzumdan çekip arkaya atar.
E: “Here I am!” dedikten sonra alır ve shot bardağını Sherlock’unkiyle tokuşturur.
E: “to love!” der ve Sherlock’un gözlerine baka baka içer. 
Aslında içemez çünkü Yıldız Tilbe koşarak gelir ve etrafındaki tüm insanları;
“Ay çekil be! Bi kayın kenara! Ay daradım bi defolun be etrafımdan!” diyerek sıyırır. 
YT: “ŞERREFE KARDEŞLERİM!” dedikten sonra bana döner ve bana da bir bardak verir. John da en sonunda dayanamayıp bardağını kaldırır. Ona garip garip bakınca tekrar indirir ve etrafa bakar. 
JM: “OH-HO-NEEEY!” der ve Sherlock’un boynuna ellerini dolayıp önündeki diğer bardağı alır. Herkes durup bana bakar. Lanet olsun. Tam olarak kişi başı iki shot atabiliriz ve bir tanesini atmak bile saçmayken şu an elime Yıldız abla tarafından tutuşturulmuş shot bardağını birer birer herkesle tokuşturup kafama dikiyorum. 
JM: “Next one is LOVE SHOT!” der ve Sherlock’u kendine çekip onun da eline bir bardak tutuşturur ve tam o anda ne hikmetse en sevdiğimiz parça çalmaya başlar. 
https://www.youtube.com/watch?v=izGwDsrQ1eQ
Sherlock neye uğradığını bilemez ama hafif utanarak gözlerini Jim’den kaçırırken John bakıp bakıp güler. Bu adam Sherlock’a aşık değil mi ben mi yanlış biliyorum? Sherlock ve Jim bardaklarını bitirince Jim Sherlock’a uzunca bakar ve dudaklarına kayar gözleri. Hepimiz de sapık gibi bunu izleriz büyük bir zevkle.
JM: “There’s something on your lip.”
S: “W-what?” der sesi kalınlaşarak.
JM: “Let me have it.”
Tumblr media
Sherlock irkilir ama Jim’in ona dokunmasına izin verir. John boğazını temizler dikkatleri dağıtmak ama Yıldız abla ben ve Elvan dirseklerimiz masada onlara içimiz geçmiş bir şekilde bakarız. Jim biraz utanıp gülümser ve yere bakar.
S: “T-thanks...” der sessiz bir şekilde. 
JM: “Anytime for my Sherlock.” 
Peki... biz ne zaman böyle bir moment’a sahip olacağız?
Biz derken Yıldız Tilbe, ben ve Elvan’dan bahsediyorum tabii ki. 
E: “Beni sayma. Benim sevgilim var zaten.”
A: “Ama Sherlock’a yürüdün daha demin?”
E: “Sen öyle sandın. Tek amacım bedava içki içmekti.”
A: “Sevgilin nerede o zaman?”
E: “İrlanda’da ama abim görmeme izin vermiyor.”
A: “Jim’den mi bahsediyorsun yoksa başka abin mi var?”
E: “Tabii ki Jim. Öyle gözüktüğüne bakma. Babam yüzünden biraz maçodur aslında. Annem de az tokatlamadı bunu küçükken sarma yiyor diye.”
A: “Ne?”
E: “Tabii. Ya şimdi neyse. Benim akşam uçağım var. Aslında amacım Jim’i Sherlock’la oyalayıp yılbaşını Fas’ta geçirmekti. Sevgilimle de Mallorca’da buluşacağız.”
A: “Neden?”
E: “DEDİM YA!” diyince herkes dönüp bize bakar.
E: “Sorry...” Yıldız Tilbe arkadan ufak ufak bizi dinler ama belli etmemeye çalışır. Yine de Elvan’ın arkasında bir çift göz görmek çok hoş değil. 
E: “Aşığız birbirimize ama Jim istemiyor onu.”
A: “Neden?”
E: “Çünkü benim İrlanda’dan başka beşik kertmem var. Fakat ikimiz de istemiyoruz birbirimizi. Ya neyse. Sakın söyleme bunu kimseye.”
A: “O zaman bana neden söyledin?”
E: “Toprağımsın ondan.”
A: “Yıldız abla?”
YT: “Ay efendim canım?”
A: “Yok şey Elvan’a dedim.”
E: “Yıldız abla zaten biliyor ki. Ona takside anlattım.”
A: “Jim Türkçe biliyor ama. Duymadı mı sizi?”
E: “O önden başka taksiyle gitti.”
A: “Hepsi salak bunların. Bizde bir taksiye altı kişi binilir. Bunlar 3 kişilik taksiye tek kişi biniyor.”
E: “Alışacaksın artık. Zengin olmak zor burada. Kaç taksi şikayetçi biliyor musun aynı yolu gidip gelmekten. Dolmuş yapacaklarmış bizdeki gibi. Toptan kaldıralım diyorlar. 
A: “E o zaman buranın keyfi kaçar ki.”
E: “Ben de öyle dedim şoförler birliğine de inanmadılar.”
https://www.youtube.com/watch?v=bkFayE8Dqwc
Allah sıçtık. 
YT: “Ay inanmıyorum! Kız koşun piste gidip ülkemizi onurlandırıyoruz.”
E: “Ay yok abla ben oynamam.”
YT: “Kız manyak mısın? Herkes oynar.” der oynaya oynaya. Bir ileri bir geri gider. O sırada John’a doğru eğilip kalkar, eğilip kalkar alnına para yapıştırması için. Arkada da Sherlock ve Jim kavga ederler.
S: “You know I love her! Stop doing this!”
Tumblr media
JM: “Allright. I understood.” der yüzü düşmüş bir şekilde. Elvan onlara bakar ve panikler.
E: “Onları durdursana. Bir şey yap!”
A: “N’apıyım?”
E: “İt birini!”
A: “Ne?”
E: “Of!” der ve gidip Sherlock’u Jim’in üzerine iter. İkisi birlikte yere düşerler ve John ağzındaki birayı püskürtür. 
J: “Jesus!” der Sherlock ve Jim’e bakarak. Sherlock Jim’in üzerinden kalkmaya çalışır gibi yapar ama kalkmaz. Jim de Sherlock’a bakmamak için başını çevirip yere bakar.
JM: “Get off of me.” Sherlock bir süre daha öyle durur.
JM: “GET OFF!” Sherlock yavaşça kalkar.
S: “Now you play ‘not interested’ card?” 
JM: “I never played with you.” 
S: “Oh so it was all-”
JM: “I tried to be close to you asshole! But you really liked to be pulled. When I was gone you were desperate to feel important, special or the center of attention. That’s why I left you with the ordinary world.” 
Jim yerden kalkar ve Elvan’a bakar. 
E: “My name’s Elva btw.” 
JM: “Who are you talking to?”
E: “To her.” der beni göstererek.
JM: “What’s your name btw?”
S+J+E+YT: “Yeah right? What is it? / YT: “Adın sanın nedir gızım senin? İki oyna da şurada bir görelim nesin necisin.”
A: “Ummm...”
6 notes · View notes
qisasqisasqisas · 5 years
Text
C8: ‘Cirque du Arses’
Başımı John’un her dava sonrası oturup bloguna yazılar döşediği masaya bırakıp herkesin birbirine bakıp gülmesini izlemekle geçirdim. İçlerinden sadece Elvan sakin ve donuktu. Yıldız Tilbe de bildiğiniz gibi işte, Yıldız Tilbe olmaya devam ediyordu. Sherlock, John ve Jim hiç bitmeyecekmiş gibi olan bir konuşma içinde Elvan’la Yıldız’a bakıyorlardı. Yıldız onları görüp yerden kalkıp John’un yanına gider. 
Y.T: “Şarkı aççsana!” John kadının bağırmasından irkilip ona gülerek bakar.
J: “What?”
Y.T: “ŞŞAARKI AÇSANA LAN!” Bu biraz sert oldu Yıldız abla. 
J: “shhrkı?”
Y.T: “SONG SONG! İdyot herif.” 
Aralarındaki saçma iletişime katlanamadığımdan Yıldız’ı kolundan tutup sandalyeye oturturum. 
A: “Ne istersin Yıldız abla?”
Y.T: “Aç be oynak bişiiğler!”
A: “Tamam.” derim hafif korkmaya başlayarak. Kadının dağınık kızıl saçları ve diplerindeki siyahın tonunun dikkatimi dağıtması sonucunda arkamda oluşan halay topluluğunu fark etmem biraz zaman almıştır. 
https://www.youtube.com/watch?v=COghD-UyE3U
Bir anda arkamdan çok tanıdık melodiler gelir. AH hayır! Balkanlar olmaz! Kapatın şu müziği! Hangi ilerizeka açtı bunu? Off. Maalesef o dans çemberine katılıp ben de istemsiz şekilde oynamaya ve göbek atmaya başlarım. Bir anda sol kolumu ezip geçen bir cisim çemberin ortasına yerleşip hepimize iş atmaya başlar. Bu cisim tabii ki Yıldız Tilbe’den başkası değildir. 
Y.T: “AAAAAALLAH. Aaah, ağağaaağağa aah!” diyerek savaş çığlıklarıyla çemberdeki herkesi etkisi altına alır. Bu etkinin kesinliğinden emin olunca da Sherlock’a oynar her şeyi. Sherlock çok saçma bir şekilde etkilenmiş görünür ve onu izler. Yıldız sonra John’un sinirlerine basmaya çalışır.
Y.T: “Sen de az oyna be babalık!” 
John ne dediğini anlamaz ama kendi çapında oynar fakat Yıldız Tilbe olaya müdahale edip nasıl oynaması, parmak şıklatması ve kıvırması gerektiğini gösterir. 
Bence ben hala rüya görüyorum. Gerçekten bu kadar şey sonunda rüya çıkacak tıpkı Lost’ta olduğu gibi. Mantık çerçevesine oturtabildiğim tek kişi Elvan olduğundan ona yapışacağım gibi bundan sonra. 
J.M: “Hey witch! Can you teach me that?” der meraklı çocuklar gibi. Bu Jim gerçek bir gerizekalı. Neyse ki Elvan ve Sherlock bunlara katılmadı da kendimi yalnız-
S: “Me too!” Bu ne entüziyağzım?
E: “Oh fuck it. I just want to learn the belly dance.” der bana bakıp. Hepsi salakça bir şekilde Yıldız’ın yaptığından bağımsız başka danslar türetirken ben de bu müziğin kaynağını bulmaya çalışayım bari. Bu öyle telefondan bilgisayardan gelmiyor. Bildiğiniz alttan alttan geliyor. Basını sonuna kadar açmışlar falan böyle. Hayır bayan Hudson yaşlı başlı olmasa o açtı diyeceğim. Hadi o açsa şiki şiki baba açmaz. Şimdi bunu burada bir ben bir de Yıldız Tilbe bilir. Ha belki de Elvan. Elvan’ın telefonuna mı baksam acaba şehir şebekesi hoparlörlerie mi bağlı diye? Etrafı aramaya başlamam son hız devam ederken arkamda bir el hissedip Allah yarattı demeden arkama dönüp elini kırarım. 
J.M: “SHIT! YOU BROKE MY ARM!” 
A: “Sorry but you interrupted my search.”
J.M:” Wha?”
A: “What?”
J.M: “What search you idiot?” Bu arada konuşurken gayet ayık daha demin kayınpederin ensesine şaplak atan damat gibi davranan bu herif. Oğlum sen kimi kafalıyorsun?
A: “Aren’t you high?”
J.M: “NO! If I was I couldn’t walk you MURDERER!”
A: “I didn’t do that on purpose. It’s a reflex.” 
J.M: “To kill people?”
A: “I just broke your hand, you sound like a tormented child locked in a basement.” 
Jim sanki ona dünyanın sırrını söylemişçesine bana bakar. Okey, galiba cidden böyle bir şey yaşamış. Evet, ‘deduction’ konusunda Sherlock’tan daha ileride olduğumu söyleyebiliriz galiba. 
J.M: “Oh god. Just fix this!” der kolunu göstererek. Ama düzeltmek istemem açıkçası. Sonuçta tükürdüğünü yalamak oluyor bu.
J.M: “FIX IT OR I’LL CALL THE POLICE!”
A: “For what exactly?” derim gevşek don lastiği gibi. Bir anda şarkı değişir ve Jim diğerlerine dönüp bakar. Ben de fırsattan istifade aramama devam ederim. 
J.M: “What you’re looking for imp?”
A: “The source of this bullshit.”
J.M: “I recommend you to find a mirror and then look at it.” 
A: “I think this supposed be funny. Where’s your sister’s phone?”
J.M: “She doesn’t use a phone.”
A: “I am sure she uses it.”
J.M: “No it’s a toy phone for children.”
A: “What are you bullshitting? Tell where it is!”
J.M: “First fix my arm.”
A: “I’m not a magician okay? Go to a hospital.”
J.M: “I can’t just walk into a hospital and say hi.”
A: “You’re just going to say, someone broke my arm please fix it doc. Oh wait. John! Tell John to fix it.” 
J.M: “NO.”
A: “Well isn’t it a bit too direct?”
J.M: “He’ll cut my arm off I’m sure of it. I’ll be Jim Lannister for the rest of my life and try to find my personality again. Which a struggle I refuse.”
A: “What did you say? Oh god you’re all maniac.” 
J.M: “The hand, is his sword hand remember? So that’s what all he is known for except being the kingslayer... but still, it’s his identification. So that Bolton man chopped his identity like Ramsey did to Greyjoy boy. Oh my god I should start doing this. I’m an idiot.” 
A: “I thought that’s what you did to Sherlock for years.”
J.M: “Oh that’s just a game. I never meant to hurt him like they do in game of thrones. It’s real life after all, so I may-”
A: “Are you sure you are not high?”
J.M: “You asked if I am not and then if I am high. Are you high?”
A: “No I’m just here for observation. I can tell that you didn’t inhaled the smoke.”
J.M: “Why were you watching me inhale and exhale things?”
A: “Oh maybe I want to be sure of my employers’ safety.”
J.M: “Which one?”
A: “Uum... you of course!”
J.M: “I’m not a fool. You meant specifically just Sherlock even though you tried to get the letter ‘s’ for John, it was not very heart felt, wasn’t it?”
A: “I broke your arm and you’re chatting with me.”
J.M: “I faked it! But I’m sure there’ll be a bruise. My only intention was to make you talk to me and I got what I needed. Thanks to your stubbornness.” 
A: “Why?”
J.M: “Well, think this as an interview for your position.”
A: “Then when will I get my results?”
J.M: “We’ll call you later.”
Gözlerimi devirip bu adamı kendisi ve saçmalıklarıyla baş başa bırakıp halay çekmeye yemin etmiş dört gerizekalıyı birbirinden ayırıp John ve Sherlock’u halay ayini çemberinin içinden çekip çıkarırım. 
https://www.youtube.com/watch?v=i0IYD33BR1c&feature=youtu.be&t=25
Sonra onları merdivenlerin oraya götürürüm. 
A: “Which one of you has enough brain to talk?”
Aynı anda birbirlerini gösterip gülme krizine girerler. 
A: “Bravo then. I’ll start with you Sherlock.”
S: “Oh, we dropped the names? What happened to Mr. Holmes?”
J: “Ugh! That’s really funny! The way she says it like, oh misster Holmes where are my panties? I couldn’t find them under your bed.”
Bu adamın suratı bir yumruk istiyor. 
A: “Oh I found it John!” dedikten sonra suratına istediğini verip Sherlock’a dönerim ve bir anda adamın tüm ‘sense’leri nedense yerine gelir.
S: “You punched him! The man who hired you!”
A: “What? Should I feel conscious in a way cause he does what he must do?”
S: “No he did not have to hire you. Specifically you. He wanted it to be you!”
A: “What?”
S: “Look, I can’t keep this away from you anymore.” der ve John’a bakar. John elini suratından çekip Sherlock’a döner ve Sherlock cebinden bir zarf çıkarır. 
J: “No you won’t do it Sherlock! Get back to your senses!” 
S: “I can’t let this experiment to end with a disaster.”
J: “What disaster? She’s having fun, we are!”
A: “No actually. From the beginning of this day my mind is like a soup.”
S: “Ahaha! It’s a fun saying! A soup!” der ve John ve bana bakar. Yüzü tekrar ciddileşir ve elindeki zarfı bana uzatır.
S: “Now take it.”
J: “Don’t be ridiculous Sherlock.”
J.M: “YEAAH! Don’t be ridiculous Sherrinford!” 
Jim’in geldiğini görünce Sherlock’un yüzü düşer ve elindeki zarfı da tam ben alacakken hızla cebine koyar ve ayağa kalkıp Jim’in karşısına geçer.
S: “How come you know my name? There are only three people-”
J: “U-um!”
S: “Four people-”
A: “Uumm, don’t forget me!”
S: “Shit! I assume John told everyone around him.” dedikten sonra John’a iki tane kızgın bakış atıp kalkmasını söyler. 
J: “No... bullshit. I didn’t! But maybe Mycroft just talked to us a little about it after that incident in Sherrinford?”
S: “Stop bothering my memories! And you assistant! You will not work with him! He is a psychopath unlike me.”
A: “I thought you are all psychopaths. Except Yıldız Tilbe.”
J + S + J.M: “Who?”
A: “Can’t remember a client’s name even yet you call yourself a detective.”
S: “I remember what I choose to!” 
A: “So I should feel lucky that you didn’t forget that I’m your assistant?”
S: “Yes.”
A: “What about my name?”
S: “Well actually you never said your name and-” derken Sherlock ve John’un telefonları aynı anda çalar. 
S: “It can be a trick!” der ve dönüp Jim’e bakar.
J.M: “OH come on! I am RETIRED! I have no finger on this.”
S: “Mycroft. You?”
J: “Mycroft?” der ve ikisi de aynı anda telefonu açarlar. Bir anda etrafta o iğrenç frekans çarpışmasından oluşan 1500 desibellik çınlama olur ve herkes kendini yerde bulur. Sherlock telefonunu kapatıp etrafına bakar fakat hepimiz sesten dolayı bilincimizi yerine getirmekte zorlanırız. Sherlock John’a ve Jim’e bakar. Jim yerde gülerken bacağına bir el yapışır. Jim omzunun üstünden bacağına bakar ve yavaş yavaş bedenine tırmanan Yıldız Tilbe’yi görür. Kadın zombi filminden çıkmış gibi olduğu için de Jim korkup geri kaçar ve Sherlock’a çarpar.
J.M: “Save me Sherry!” Sherlock Jim’i çeker ve ikimizin arasına alır. Yıldız Tilbe de yerde kaldığıyla kalır ve sonra da başını yere koyup uyur. 
J.M: “Is she dead?”
S: “Shut up Moriarty. John. JOHN!” Sherlock John’u sarsar ve John bir şeyler geveler.
S: “John! Wake up!”
J: “Five minutes more mummy.”
S: “I’m not your mom! Wake up!”
J: “Oh Sherlock? It’s been a long time since you haven’t-”
S: “Hush John! Stop talking nonsense... everyone can hear you. “
J: “Oh what now? Are you embarrassed?”
S: “John, stop it.” 
J.M: “Oh my god don’t tell me that you cheated on me with him!”
S: “No I did not do any kind of that particular thing that you are all thinking right now! Stop stamping us as a couple! We are a pair but not a couple!”
J: “What? we are just a pair? Like shoes?”
Allah’ım dayanamıyorum. Galiba kendimi merdivenlerden aşağı atıp Feriha gibi bayılacağım. 
A: “Sherlock don’t change the subject and give me the envelope!”
J: “What? Envelope?”
E: “What’s happening here? I can’t believe you joined them brother!” 
J.M: “Pfft! Sorry sis but you know how in love I am.” 
E: “It is OBSESSION JIM!”
J.M: “Oh fuck it! You’ve never been in love and you can’t know it-”
S: “It’s obsession.”
J.M: “What?”
S: “Love is a type of overdriven obsession.”
J.M: “WHAT?”
J: “Aaah, don’t be a dick!”
S: “Yes it is.”
A: “He is right guys.”
J + J.M: “WHAT?”
S: “Ssstop saying that! And for the first time we agree on a matter.”
A: “No actually.I know that you pretend to not believe in love but actually you do believe.”
J.M: “Yes after our time on the rooftop and-”
J: “Oh disgusting!”
S: “Don’t be homophobic.”
J: “What? ME? If I was a homophobic how would I handle all the situations of our misunderstood relationship status?” 
S: “Oh that’s just a way of denial John. We both know you are homophobic but also secretly interested in these stuff.”
J: “What stuff?”
S: “Don’t make me say things might hurt you.”
J: “No no say it. I’ve had enough hurt coming from you. It wouldn’t hurt me after evertyhing.”
J.M: “Oh fighting! I love it!”
E: “Jim please let’s get out of here.”
J.M: “What no?”
S: “Look I don’t want to hurt you! Not again in front of all these people.”
J: “Oh so you became sentimental right now? Not expected from Sherlock Holmes. Detective with a funny bloody hat!” 
S: “Do-not-call-me-like-that!”
J: “Why? Because of the woman?”
A: “What woman?”
S: “Like you don’t know!” Bu adam baya çirkefleşiyor kavga edince.
A: “I don’t!”
S: “Yeah yeah of course.”
J.M: “The woman...”
J: “Talk later Jim. We’re having a fight here!”
J.M: “Oh yeah sorry.”
J: “Tell me Sherlock. What’s it under your tongue?”
S: “Frenulum.”
J: “Sh- just say it!”
S: “What?”
J: “What I am!”
S: “You want me to make deductions about yo-”
J: “No bloody idiot! Don’t pretend you don’t know what I mean! Say it! Hurt me!”
S: “That was a bit-”
J.M: “Sexy...”
A: “Thanks for the commentary.” 
S: “No,  I would prefer self destructive and also low self esteem can be seen even from Everest!”
A: “Aq yine benim espirilerimi çalıyor.”
S: “Yeah I did. Do you have any objections?”
A: “Not of course.”
J: “Tell me!”
S: “Okay but don’t be mad at me after.”
J: “I’ll try my best.”
S: “Okay. So my deduction is that you pretend to be not interested in homosexual relationships but you are not avoiding it. So this means you are actually curious if anyone around you is homosexual you would try to get into his pants. Cause, women are not just enough for your appetite. You are a hungry sex addict man cause you need applause from everyone for what you have done in the army. Not just army, also your previous life before that. I can’t imagine how hard it was but I can understand why you are expecting to be welcomed by everyone. Cause you’ve had a lonely childhood. You never had any praise from anyone around you. Your family members were not so considerate towards your true desires of life. So you gave up on them and went to college in a different city -preferably far far away- and found the first love of your life there. Her name is something very common and plain so it made you feel you belonged somewhere. You couldn’t abandon that feeling until- Until... Unfortunately you still have that feeling. That’s why you can’t abandon me or anyone.”
Aaaaaa... Bu biraz ağır olmadı mı? Yine de çok mantıklı geldiğini söylemeliyim. Çünkü John’un suratı her cümlede gittikçe kararıyordu ve Sherlock’a yumruk atmamak için kendini zor tuttuğu barizdi. 
A: “Umm John, let’s get some air and leave this man with his hallucinations.” 
John’u omuzlarından sarsıp zorla binadan çıkarınca gece lambası yüzünden kendine gelir ve beş altı kez gözlerini kırpıştırır. 
J: “Wow. “
John bir süre caddeye bakar ve başını sağa sola sallar sanki düşünür gibi.
J: “Son of a bitch.”
A: “O-okay...” 
J: “A smart one.”
A: “Yeah... but rude.”
J: “Yes.” 
A: “You want to go to somewhere like-”
J: “Pub it is.”
A: “O-ok-okay?” 
J: “Why you stutter?”
A: “U-umm i-it’s I DON’T KNOW!”
J: “Calm down. Let’s get a cab.” dedikten sonra kafasını çıkarıp gelen taksi var mı diye bakar. 
A: “Umm, looking at the wrong direction.” dedikten sonra gelen taksiye ıslık çalarım ve durur. Garip... John hemen taksiye biner ve kapıyı kapatır. Peki. Keşke yana kayıp ben de binseydim ama olsun sinirli herhalde bu adam. Arkadan dolaşıp kapıyı açarken bir anda kapı elimden kayıverir. Çünkü taksi beni almadan direk gider. Çünkü John bir-
S: “Cock!” diyerek binadan hızla çıkar. Evet o bir ‘cock’ bir ‘dickhead’ dir. En az Sherlock kadar. 
S: “Let’s get the other one. TAXI!” der ve bir anda bir taksi gelip aramızda durur. Ta-tamam. Sherlock paltosunu çekip taksiye biner ve hızla kapıyı kapatır. Ben de kapıyı açarım ve içeri girecekken Sherlock beni eliyle iter. NE? 
S: “This cab’s for me. You take the other one.”
A: “WHAT?”
S: “Take it!”
A: “I won’t come unless you pay for it!”
S: “Don’t come then! Get OFF!”
A: “Fuck you Sherlock Holmes!”
S: “Thanks.” der ve arkamdan kapıyı kapatır. 
Ellerimi şakaklarıma götürüp baskı uyguladıktan sonra bunun rüya olduğunu ve uyanmam gerektiğini düşünürüm. Ama kendimi uyandıramam. O zaman uyanmak için ekstrem şeyler yapma gerek. Yani bu da demek oluyor ki gelecek taksinin önüne atlayacağım. Neden olmasın? 
Evet uzaktan bir taksi geliyor tam da şansıma. Taksiye hızlanıp beni alması için ıslık çalarım ve tam istediğim hızda gelir. Aramızdaki mesafeyi ve taksi hızını hesaplayıp ona göre en hasar alacak şekilde taksinin üzerine atlarım. Taksi sağa sola kıracağından ve şoförün sağlak olma ihtimali olmasına rağmen İngiltere trafik akışı soldan olduğundan adamın da kaldırıma çıkma gibi bir derdi olabileceğinden sağa doğru koşarım ve-
5 notes · View notes
qisasqisasqisas · 5 years
Text
C7 : ‘Suicidal Lovers’
Yıldız Tilbe duvarlara yazdığı şeylere bakıp dans edip şarkı söylerken - https://youtu.be/4A27LFrR5fc?t=77 - John kafasını elleri arasına almış kendini yukarı çıkmamak için zar zor tutar. Ben de sakinleşsin diye ona mutfakta birkaç ot karışımı hazırlarım. Yıldız’ın sesi tüm apartmanda çınladığından Bayan Hudson son yarım saatte beş kez gelip onu susturmamızı söylese de en sonunda kendisi de pes edip benden iki tane pamuk istedikten sonra pamukları doğruca kulaklarına sokup salondan yeni ayrılmışken tekrar biri içeri girer.
A: “MRS. HUDSON I’M SORRY BUT-”
E: “JIIM! WHEERE THE HELL ARE YOU? Yer yarıldı da içine mi girdi bu herif nerede ya? Bu kadın niye bağırıyor?”
Mutfaktaki işleri bitirip tezgahı silerim ve salona giderim.
A: “Yukarıda Sherlock’la konuşuyorlar.”
E: “Ah yine mi? Yeter artık. Kaç yıldır bu adamın peşinde ve artık anlamalı. Sherlock eşcinsel değil! Sadece sosyopat ve bu Jim’i nedense çok tahriş ediyor. “
A: “Tahrik?”
E: “Ay evet. Karıştırıyorum hep ben ya. Yıllardır Türkçe konuşmuyorum.”
A: “Baya iyi ama.”
E: “Ha yani konuşmuyorum ama mesajlaşıyoruz falan annemi arıyorum vesaire.”
A: “Hmm. O zaman Jim Sherlock’a aşık mı?”
E: “Yok. Takıntılı. Gördün zaten. Önüne gelene saplanabilecek zekaya sahip.”
Yıldız Tilbe’nin sesinden Elva’yı salondan çıkarıp kapının önünde konuşmaya devam etmeye çalışırız.
A: “Baştan anlatsana bunların olayı ne?”
E: “Şimdi şöyle oldu...”
https://www.youtube.com/watch?v=8PN9e4d5b6Q
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Elimdeki toz bezinin hikayenin yarısında yere düştüğünü düşünürsek şu an sadece beni ayakta tutan şey arkamda tutunduğum kapıdır sevgili okurlar. 
E: “İyi misin?” 
A: “Ay tansiyonum...” derken yere yığılırım bohçasını taşıyaman teyzeler gibi. 
A: “Uyh! Bana bi kolonyağı getirsene şurada masada olacak.” 
E: “Ne yağ?”
A: “Hiç bayram ziyareti falan... yapmadın mı ya?” 
E: “Haaa! Limonlu şeyden!” 
A: “Ha bildin.” 
Elva salona gider ve maalesef Yıldız Tilbe şarkısını kesse de mırıldanmaya ve dans etmeye devam ettiğinden beynim zaten hikayeden dolayı ambale olmuşken bir de bunu çekmek istemiyordum.
A: “YILDIZ HANIM LÜTFEN SUSUP MUTFAKTAN ÇAY ALIN VE CAMDAN DIŞARI BAKIP LONDRA’DA OLDUĞUNUZA ŞÜKREDİN!” dedim gereksiz bir agresiflik içinde. John’un ellerini başından çektiğini göz ucuyla anca görebildim ve yanıma doğru geliyordu.
E: “Buldum!” Koşarak yanıma geldi ve yanlışlıkla John’a çarpıp yere düşürdü adamı. Yazık kızım bunun romatizması falan şimdi başlar kemiklerine yazık ettin adamın diyorum da bunlara acımayacaksın asıl. 
A: “Hah sağol Elvan.”
E: “Elva.”
A: “Ha ondan dedim ben de işte. Şimdi şey, kapağı aç bana ver burnuma tutayım.”
John yerden kalkıp yanıma gelip çömelir ve yüzüme bakar.
J: “I’m a doctor after all.” der ve cebinden muayene kalemini -adı ne haltsa- çıkarıp gözüme ışık tutar.
A: “Napıyorsun be?”
J: “I’m looking if you’re using any drugs.”
A: “Don’t bring that matter up again Dr. Watson. After all the blends I’ve made for both of you to relax.”
J: “Look, I am thankful to that but still, I need to know if you have touched my stash.”
A: “Oh for fuck’s sake John, I have my own stash better than the portion of both of yours and I’m the one who provides you that stuff.”
E: “Are you a drug dealer?”
A: “Jesus no! I’m a seller.”
E: “What’s the difference?”
A: “Look-” John’un omzuna tutunup ayağa kalkarım ve adam bir gıdım çöker ağırlığım altında. 
A: “Sadece bu ikisine satıyorum. Onları teşvik falan ettiğim yok ki sen de Sherlock’un ne kadar keş biri olduğunu biliyorsun. Adamı daha hafif uyarıcılara alıştırıyoruz ki en sonunda bıraksın. Beynini çalıştırmak için kullanmayacağı şey yok bu manyağın. Anlamadığım, madem beynin artık bunlar olmadan o kadar iyi değil, o zaman bu herifin yaptığı işi başkası da az çok yapabilir.”
E: “Biraz kıskanmış gibi konuşuyorsun.”
A: “Bu adaletsizlik. Ben de onlar gibi sabah akşam tüttürsem, haplar atıp şırıngalar çeksem etrafıma ben de o ‘mind palace’ etkisini yaşardım diyorum.”
E: “Peki ya bu adam? O niye yaşamıyor?”
A: “Çünkü o önyargıları olan, toplumsal etiklere bağlı, sıkıcı bir doktor.”
E: “Bunu onun suratına da söylesene.”
A: “Söyledim ve kabul etmiyor.” 
E: “Baksana bize nasıl uzaylıymışız gibi bakıyor.” 
A: “Eğleniyorsun galiba.”
E: “15 yıl önceki dünya kupasından beri bu kadar eğlenmemiştim.”
Ne demek istediğini anlamaz şekilde suratına bakarım ama bir halt çıkmayacağından yerde oturan John’a dönerim.
A: “If you keep sitting like that on the floor you won’t have children.”
J: “Oh god!” der ve ayağa kalkar.
J: “But I already have one.”  
A:” It’s just a word we say to women in Turkey.” 
J: “Just women? Am I a woman?”
A: “You sound like a bloody one.” 
J: “WHAT?” 
Jim ve Sherlock yavaş yavaş merdivenden kafaları hoş olmuş bir şekilde inerler. 
J.M: “You heard it Johnny boy. Oh sorry, Johnny girl!” 
S: “Stop with your nonsense Jim.” der ve John’a dönüp yanına iner. 
S: “John can you bring the bong for Jim?” 
A: “What? You have bought a bong? I thought you were trying to quit.”
S: “I am but apparently John needs more comfort than before.” 
A: “John?”
J: “Oh bloody fuck! Do you really believe that?”
A: “Actually I’m being tested since I started working here.”
S: “Oh it’s good then cause I would like to remind you that you were fired.” 
A: “Yes I know. That’s why I accept Mr. Moriarty’s offer.”
J.M: “Oh really? I’m very much honored that you also want me.”
A: “All I want is a proper job pays me well.”
J.M: “Don’t worry about that honey. You will be paid enough that you can’t reach your own ass to scratch.”
A: “Well, if this is what it means then I will be working more harder I usually do in here. How it is-”
J.M: “I just wanted to use word ass darlings. Don’t be offended. Pleease. I want none of you to get sad about daddy Moriarty.” John ve Sherlock Jim’e garip garip bakarlar. John kulağıma eğilip çok da sessiz bir şekilde fısıldamaz aslında ama yine de öyle olduğunu düşündüğünden devam eder.
J: “Are you sure you want to work with our enemy?”
A: “What enemy? Him?”
J: “He is an enemy, a threat. A high functioning psychopath!”
A: “Umm isn’t it what Sherlock is?”
S: “No I am a sociopath. John, please stop whispering cause it break Mrs. Hudson’s sleep.”
J: “Well I am whispering Sherlock.”
S: “Like a cow!” 
J: “Cows can’t whisper. You know that!”
S: “There are much more things in life not yet discovered John.”
J: “That’s why I said can’t.”
J.M: “Cunt!?” Jim kendi kendine kahkaha atmaya başlar. 
S: “What did I tell you assistant, bring the bong!” 
A: “Bok için.” Salona doğru giderken durup tekrar Sherlock’un yanına giderim.
A: “Where the hell it’s supposed to be you clever boy?”
Sherlock bana şok içinde bakar. Sanki bir anda onu çocukluğuna götürmüşüm gibi masum bir ifadeye bürünür suratı. Dikkatini çekmek için gözlerinin önüne elimi tutarım. 
A: “Hey! Wake up!”
Sherlock gözlerini kırpıp bana siniri bozuk bir şekilde bakar. 
J: “Oh shit. You called him clever boy?”
S: “Stop saying THAT WORD!” Hızla salona gider ve çalışma masasının çekmecisini açar. Yıldız Tilbe de elinde çayıyla pencereden dışarıyı izleyip kendi kendine konuşur. Ben ve John birbirimize bakarız ve gülme krizindeki Jim sonunda Elva sayesinde merdivene oturup onunla konuşmaya başlar. Bununla çalışmak mı işsiz kalmak mı karar veremiyorum. Acaba Sherlock’a yalvarsam mı diye düşünmüyor da değilim de şu an bana aşırı sinirli olduğundan ne yapmalı bilemiyorum. Ama yangına körükle gitmek denen bir söz var. Galibe tam bu anlar için geçerli. Salona girip Sherlock’un etrafı dağıtışını izlerken onunla konuşmaya ve Yıldız Tilbe’nin ara sıra Sherlock’a dönüp ne mırıldandığını anlamaya çalışırım fakat kadın sanki kendini kaybetmiş gibidir. Sherlock sinir içinde her şeyi yere dökmeye ve fırlatmaya başlar. Sonra dönüp Yıldız Tilbe’yi görür 
https://www.youtube.com/watch?v=ZlUxnEQ-jtc
ve onu da hala elinde sıcak çay tutmasına rağmen yere fırlatır. Yıldız Tilbe çayı Sherlock’a doğru fırlatır ve bunların hepsi yavaş çekimde olur. Arkadan Jim koşarak kapıdan içeri girer ve yerdeki Yıldız Tilbe’nin üzerine eğilip Sherlock’a tükürükler saçarak bağırmaya başlar. Sherlock da onunla aynı şekilde iletişim kurarken John gelip Sherlock’u omuzlarından tutar ve sakinleştirmeye çalışır ama Sherlock elindeki silahı kaldırıp Jim’e doğru tutar. Jim gözlerini garip bir şekilde belertir.
Tumblr media
J: “Sherlock stop it!”
Jim dönüp John’a bakar. John dediğinden pişman bir şekilde geri çekilir.
J.M: “You can’t kill me Sherry. You couldn’t kill Irene last time. But for my case, I am capable of bringing the ultimate end of human fate. The death is me and I am death. So please put that gun down and do adults do their work. Though, you can sit and watch! It’s free tickets tonight!” der ve hızla silahı Sherlock’un elinden alır. Sherlock arkasından bir silah daha çıkarır. Jim’e yaklaşır ve silahı şakağına yerleştirir. Jim başını sağa sola oynatıp esnetir ve gülümser.
J.M: “Poof! You thought I have no plans?” Jim kolunu boğazımın etrafına dolar ve diğer eliyle bileklerimden tutar. 
J.M: “You know I like hostage games. We’ve been doing it since we met. One of our first ones is that Johnny boy. Wasn’t it fun John? Feeling the warmth of your friend when I stepped out of that door? I was too bored when you couldn’t move forward and decided to end this weird relationship between you two. So, you  and I Sherlock, we are much more similar than you think.”
S: “In which way?”
J.M: “We can talk about it later but I can see that you have a natural urge to kill someone! I feel very precious to be that one. On the other side I can see that you care for people around you. Unfortunately this young piece of scum is included on your little friend circle. But thanks, I’m happy that it’s not that witch on the ground.” 
Şu ana kadar tek şaşırdığım şey Yıldız Tilbe’nin tek bir söz etmemiş olması. Bu kadın gerçekten akıl hastası mı yoksa-
Y.T: “Kız git bana o içerdeki ot karışımdan biraz daha getir.” 
Jim ve Sherlock dönüp ikimize bakarlar.
A: “Aaa, Yıldız Hanım siz ne içtiniz?”
Y.T: “O içerideki şey... ney?” 
J.M: “Stop mumbling! What did she say?”
S: “She puffed the herbs before us. That’s why she seems distant. I should admit she is more likable this way.”
J: “Gentlemen please put those gun down. You are both stoned and can’t think straight.”
J.M: “I’m bi and I had no problem about thinking in this way.”
J: “That shows why you act like a bipolar.” 
A: “What about smoking some new stuff I got from Holland?”
S: “Which stuff?”
J.M: “I really am thinking of hiring you. She’s very useful Sherlock. Are you sure you want to fire her?”
A: “He already did and right now you are trying to kill that useful person.”
Jim güler ve beni bırakıp silahı da arkasına koyar. 
J.M: “If I wanted to kill you, you’d be dead hours ago. I just wanna have fun.” 
S: “That awfully obvious to all of us.”
J: “Guys just let’s sit and smoke some stuff okay?”
A: “Okay I’m getting it.” diyip koşarak mutfakta hazırladığım karışımı sarıp salona giderim. 
J: “Just one?” 
A: “Suit yourself doc.” John elimdeki sigarayı alıp yakar ve arka arkaya üç fırt çeker. Yavaş be John abi. Ciğerlerini söktüler.
Dördüncü fırtı da çekecekken Sherlock oturduğu yerden elini ona uzatır ve bağırır.
S: “JOHN! Give it to us. You assistant get us another one. This won’t be enough for today.”
A: “No only one for a day and you’ve already had one. This is the second.”
J: “She’s right. You might become addicted again.”
S: “You two, shut the fuck up! Stop your bullshitting doctor games and bring us ANOTHER ONE YOU IDIOT WOMAN!” 
A: “Did he just-”
J: “It’s the first time he used the word woman after her.”
A: “After who?”
S: “IRENE ADLER YOU MOTHER F-”
J.M: “Hush my darling. We don’t want anyone to shut down this blog.” 
E: “Well guys, I’m still here living. So why don’t you give me that?” der Sherlock’un elindeki sarmayı alıp. İki fırt çeker ve Jim’e uzatır. Jim de aynı şekilde işi bitince Sherlock’a verir ve sonunda John alıp Yıldız Tilbe’ye uzatır. Gece sonunda herkes salonun bir köşesinde gülüp eğleşiyordur ki bu durum benim için fazla kaçtığından ben de oturup bugünkü olan tüm olayları buraya yazıp stres atıyorum. Bayan Hudson sessizlik yüzünden daireye girecekken onu beş çayı ile kandırıp evine çay içmeye inmemse ayrı bir sinir harbine yol açtı. Tüm çay boyunca bana Sherlock ve John’un ilişkisini sorup durdu ve bense ona sormayı planlıyordum. Sonuçta yıllardır aynı binada yaşıyorlar dedim ama o onlarla en yakın olduğu anın kocasının ferrarisini verdiği zaman olduğunu söyledi. Peki. Ferrari falan kocası varmış. Ferrariyi John kullanmış vesaire Sherlock’u kurtarmak için bir şeyler. Dedim bunlar bildiğin Romeo ve Juliet. Ama Juliet burada Jim. Johnsa işte diğer kız. Adı pek de umrumda değil. Sonuçta birkaç ay sonra ülkeme dönmüş olacağım diye düşünüyorum.
Bayan Hudson’a çay ve sohbeti için beş kez teşekkür edip kapıdan çıkmaya çalıştıktan sonra sonunda salona gittim ve gördüğüm manzara şu;
Tumblr media
10 notes · View notes
qisasqisasqisas · 5 years
Text
C6: ‘wtf?’
Jim geri çekilirken Yıldız Tilbe eli havada bana doğru yaklaşır ve tam bana tokat atacakken Jim ayağını öne uzatır ve Yıldız yalpalayıp koltuğa düşer. Tam şu koltuğa:
Tumblr media
J.M: Ooh that was close my dear!
A: Thanks.
J.M: Anytime ;)
A: Did you really winked at me?
J.M: No got something in my eye. 
A: Elva,
E: Efendim?
A: Al abini de, (cebimden son kalan 10£’u çıkarıp Elva’ya veririm) git şu aşağıdaki çorbacıda bir mercimek çorbası için. Tavuk suyuna yapıyorlar çok iyi. Abin biraz hasta gibi sen de kaparsın bak şifayı sonra yatak döşek olmayın.
E: Çok naziksin de ne gerek vardı bu paraya? 
J.M: Why are you giving that thing?
A: It’s a gift.
J.M: You don’t say!
Yıldız Tilbe o sırada Jim’in arkasından yine elini bana doğru uzatırken geri çekilip kapının orada dururum. 
J.M: My dear, please remain calm. She’s no match compared to you. 
Y.T: Aayh, thank you canım. 
Tumblr media
Jim dudaklarını ısırıp başını çevirir ve yumruğunu ısırırken yanlışlıkla benimle göz göze gelir ve hemen kendini toparlayıp boğazını temizler ve kardeşine döner.
J.M.: Sis, don’t you think we all should have lunch?
E: No.
J.M: U-um! Sis, you, me and miss Tilbeh?
Y.T: Ayyy ıstırırım ben bunu be! Soyadımı nasıl da söylüyor. Honey honey, ağzın çok alışmasın. Şurada ne kadar kaldı senin karın olmama. Bebeğim benim!
J.M: Oh God. I need to use the toilet. Where’s it? Upstairs?
A: Y-yes. Let me guide you. 
Korkudan koşarak yukarıya çıkıp Sherlock’un odasının kapısını kapatıp banyonunkini açarım. Tam Jim’e dönecekken Jim elini boğazıma yapıştırır ve beni duvara iter. Hayırdır birader?
A: What are you-
J.M: Shut up! der ve yere çömelip bana doğru eğilir. Ağzın kokuyor bu arada pls use biraz gargara abim.
J.M: If you say a word to anyone after this moment we’ll share, I’ll find you and cut your throat while little Sherrinford and his pet Johnny watch you. 
A: I think they won’t be touched to see me like that. But thanks, I didn’t know Sherlock’s real name. I can give you tea for that.
J.M: Oh you imbecile, I want something else. How come you want to become a detective without having intuition? Why Sherlock hired you I wonder. Perhaps he thought helping a migrant would be forgiving after his death. But I don’t think he worships or even sucks his-
A: Well I don’t know either but I’m sure he does the other thing. I can see you are very involved with him. Almost at a platonic level?
J.M: This wasn’t a question I hope. 
A: Just rhetoric. 
J.M: So If you want to live-
A: No I don’t.
J.M: What?
A: No. You can kill me Sir. 
J.M: Umm, are you shitting with me?
A: No. I don’t have habit to shit with people I don’t know. 
J.M: You-you really are trying to have fun aren’t ya?
A: What’s up with you accent?
J.M: It went to hell! So just answer my questions. Where he keeps his stash?
A: Stash?
J.M: Yes. His staash! Can’t you understand? 
A: No. What’s a stash?
J.M: Where he keeps his drugs and most vulnerable-
A: Oh under his pants I suppose?
J.M: You-   elini kaldırır ve tokat atar. Aslında atamaz çünkü o sırada aşağıdan Elva’nın bağırma sesleri gelir. 
J.M: You stay. Here. 
A: Why would I?
J.M: Cause I got your-   derken elleriyle ceplerimi arar ve cep telefonumu alır.
J.M: I got your phone!  Ayağa kalkıp merdivenlerden aşağı hızla iner ve bir anda sesi marshmellow gibi olur.
J.M: Oh Sis! What happened? 
Onlar konuşurken ben de ayağa kalkıp sessizce Sherlock’un odasına girip kendimi kitlerim ve dolabının üzerindeki eski telefonu alıp tuşlarına basarım. En son iki hafta önce baktığımda şarjı tamamen dolu olduğundan şu anda Sherlock’u arayabilmem gerekirdi. John’un numarasını çevirip önce onu ararım. Uzun bir süre telefon çalar ama ulaşılamaz sonra Sherlock’u ararım. Hemen meşgule düşürüp 
Can’t talk right now. Call later. 
-S.H
Mesajı gelir ve tekrar ararım. 
Who is it calling? 
-S.H
Your ass! It’s me and someone named Jim Moriarty and his sister is here. He wants your stash. 
-Assistant
WhAT!? WHY DIDN’T YOU TELL ME EARLIER YOU MORON!?
-S
Telefon mesajı okurken çalar.
S: Is he still there?
A: Yes.
S: For what reason and how?
A: He came in while I was watching you and dr. leave. 
S: So he really is alive.
A: What? 
S: How does he look like?
A: In his mid thirties, average hight, slender body and slick haircut. Wears a suit and talks-
S: His face?
A: I mean, like a dough. But a pizza dough. His head is little and his eyes are like black or brown? I couldn’t figure it out but it’s like two little dog shits. 
S: Funny. 
A: He seems like a proper villian.
S: He is. 
A: So how can I make him leave?
S: We’re coming.
A: NO! Sorry, it is too stupid of you to come here honestly.
S: Did you call me stupid?
A: Not intented but it sounded like that. Sorry. 
S: I don’t have feelings. But still, we are coming.
A: No it is reall-
S: You stay where you are, in my room. Don’t make a sound. Hide und- no hide in the shower or-
A: I’ll find a place. Don’t think about it Sir. 
S: Don’t call me sir. 
A: Okey-dokey. 
S: and don’t okeydokey me! I’m hanging.
A: See you later sir.
Telefonu kapadıktan sonra kapıya doğru gelip sesleri dinlerim. Hala konuşmaları devam eder. 
E: Jim! Do something! She’s having a tantrum!
J.M: I’m not a doctor. Can’t you see, she is playing! She is acting Elva! Wakey wakey! 
E: She will burn this house! Do something! She has a thing for you!
J.M: This is not my house. Why would I-
E: You said you need have something from this house. 
J.M: Oh shit! I forgot. 
E: Take it and I’ll wait for you in the car. 
J.M: Okay. 
Koşarak merdivenlerden çıkan ayak seslerini duyunca hemen etrafa bakıp ağır bir obje ararım. Fakat tek ağır şey dolap veya yatak olduğundan- Bir saniye, bu psikopatın sosyoloji kitapları vardı yatağının altında. Bunu nereden bildiğime sonra geliriz. Yatağın altından kalın bir kitap seçerken Jim kapıyı yumruklamaya başlar.
J.M: GET OUT YOU IMP! You’re making a monster out of me right now. (nefes alır) Honey, why can’t we talk FACE TO FACE?
A: Cause you don’t have just one face. 
J.M: Oh! OOH! You just burned me didn’t you?
A: I guess I’m right ha?
J.M: Which face you want to see-WHEN I SMACK THIS DOOR ON YOUR FACE?
A: Are you having a tantrum? 
J.M: NO!
Kapının yanına gelirim.
A: I think you are.
J.M: Oh I knew it was contagious. That little bitch!
A: What do you want?
J.M: It sound awful but, you. 
A: For what purpose?
J.M: For fucking the Christ’s sake! Just get out.
A: Come and get me. Sorry I ain’t that easy peasy lemon squeezy. 
J.M: Yes I can see you got some slang over there. So you will be disappointed cause I have no intention to chase you. 
A: Okay then. We’ll sit and wait.
J.M: Yeah sit and wait. 
Bir dakika konuşmadan dururum. Sonra telefonu elime alıp tekrar Sherlock’u ararım. 
At the door rn.
-S.H
In your room. Got Jim on my door. If he is not beware. 
-Assistant
A: Hey! Are you there?
J.M: Oh, I was taking a nap. 
A: Okay. I’ll also do that.
J.M: Okay. 
Bu adam = ??? Neden ülkemden onca yolu bunu yaşamak için teptim ki? Hayır bu herif kim bu kadar önemsenecek ve adam ölmüş mü önceden? Zaten yaşayanlar yaşamıyor, ölenler ölmüyor. Ne saçma bir yerdeyim anlamadım. 20 küsür yıllık ömrümde şu 3 aydaki aksiyonu yaşamadım. Neyse ki silahını çıkarıp da ateş etmedi. Ama birazdan sırf ben bunu söyledim diye eder kesin.
J.M: Sorry honey. But I’ll interrupt your sleep. Daddy couldn’t wait to get you in his arms. 
Kapının kilidine ateş eder ve kapının deliğinden içeri bakar.
J.M: Mmm I guess it didn’t work. 
Geriye çekilir ve kapıya abanıp kapıyı açar ve yere düşer. Yerden hızla kalkıp silahını da alır ve üstünü düzeltir.
J.M: This was Valentino. Oh God. Why he never cleans his room? Disgusting.
A: I always tell him but he never listen-
J.M: Enough! Raise your hands and get out of the bed. Sorry I need to add something.
A: Okay.
J.M: Were you really going to take a nap?
A: Yes.
J.M: You are...
A: What?
J.M: Nothing.
A: Say it! You can’t leave a sentence unfinished. 
S: But I can. 
Jim hafif başını çevirir ama arkasına bakmaz. 
J.M: Oh this voice. How much I’ve missed it. 
J: Did you miss this one you cocksucker?
J.M: You never had sex since I left you didn’t you John?
J: Well does it really concer-
J.M: Nope but this young girl needs to know how hungry are-
J: Are you really going to be this filthy?
J.M: Well If I were her I wouldn’t be here. But I guess he likes to torture herself.
A: Actually it’s an internship.
J.M: Mandatory?
A: Kinda. 
J.M: When are you leaving here?
A: Actually If no one starts to pay me I can leave now. 
J.M: Oh that’s so-
S: Jim!
J.M: Please Sherry, don’t get jealous! I was just going to propose to her. 
A: What?
J.M: If you need a job I would like to hire you as my assistant. 
A: Not an ASSistant but an assistant?
J.M: Hahaha. Sorry about that. 
A: So why are you still holding that gun?
J.M: Also about this. 
S: Hey, what are you doing?  der Sherlock bana dönüp. Eliyle bana odadan çıkmamı söyler. 
J.M: Sherlock, since we found each other after a long time, why don’t we go to somewhere just two of us can talk privately?
S: Okay.
A: What? Can you just say okay and go with him?
J.M: Oh my God what a charm I aam! Don’t fight for me please. 
J: Why don’t you just shut up!
J.M: Why don’t you use that gun for better purposes?
J: Like what? Sticking up your ass?
J.M: John, I didn’t know you also had a thing for me. 
J: Jeez, I’m going to kill him. 
S: Gentlemen. Put your guns away and John get out of the doorway. 
J: No I won’t. I lost you once. Actually twice. I can’t recall but maybe three times but still, I can’t let this happen again Sherlock! This maniac always takes you away from us. Why can’t you just say NOO? No Jim I want to stay. NOO Jim I want knit with John. NO JIM! I don’t want to come? Is it that hard Sherlock?
A: Are you guys dating and hiding it from us? Really? 
S: Ugh! NO! John stop it. Jim put your gun down and you assistant, thank you for your work but I’ll want you to leave here. Forever.
A: Did you just-
S: Yes. Leave! 
A: Allah hepinizin belasını versin.
J.M: She just cursed at you in Turk-
S: I know. 
J.M: Mmm okay. 
S: John leave with her. Help her with her belongings. 
J: Sherlock this is not the time for this.
S: It’s exactly the time. Go with her. Do as I say!
J: Sher-
S: Do it John! 
J: You are going to pay-
S: I said DO IT!
J: Okay. 
John ve ben odadan salak saçma bir şekilde kovulduktan sonra çıkarız. John’un suratı beş karış bir şekilde bana yardım ediyormuş gibi bir şeye ihtiyacım var mı sorar ama o sırada aşağıda sinir krizi geçiren Yıldız Tilbe’yi izlemekle meşgul olurum. John da kadına bakar ve ikimiz hipnotize olmuş bir şekilde Yıldız Tilbe’nin duvarlara kalemle bir şeyler yazmasını izleriz.
J: We just decorated this room. It’s very painful to watch our 120£ wallpapers getting raped by a Turkish celebcopath. 
A: Did you combined two words?
J: Yeah. 
A: Okay. What are they doing upstairs?
J: I hope not giving lentils into the oven. 
A: You meant putting?
J: Or insert-
A: Don’t be disgusting!
J: I know, sorry. It reminded me of when I cheated on my wife. 
A: Are you married?
J: No. She is... she passed away. A year ago. Before that we had a baby-
A: You have another one?
J: No. It’s just Molly. So before Molly we had a wedding and-
A: Well of course...
J: Can’t you please stop interrupting my words? So in our wedding Sherlock made a very...very...very awful speech. It was like nuts! But I understood that day. He was afraid of losing me.
A: Oh my God! You cheated on your wife with Sherlock? You are a true-
J: NO! It was a random girl on the bus which turned out to be another psychopath. 
A: How come? 
J: Long story. I’ll tell you when you decide to make me a turkish coffee and then reading my fortune. 
A: I can’t do it John, sorry. If I was any good at it I wouldn’t be spending my time here. You English people are very dumb to hold on to these traditions. 
J: No we actually are not like that. 
A: That’s why you started entering the house with you right foot after I told you the reason of it. 
J: It’s just-
A: And you wanted me to bring some nazar boncuğu for all of the rooms of your house. 
J: Well it is-
A: You even asked for a spell! 
J: Hey it is something different. 
A: How much was it by the way?
J: Three for bedroom, one for bathroom, six for livingroom and two for the entrance. 
A: In total?
J: Ummm, I guess fifteen.
A: Okay. So you can give me 1500£ later. 
J: Okay but I want a discount. 
A: Pfff.
2 notes · View notes
qisasqisasqisas · 5 years
Text
C5: ‘New Character’
Tam o sırada biri kapıyı tıklatır. Jim silahını kapıya doğrultur.
J.M: Get back, get back! 
A: Put that down you idiot. 
Elimle silahını indirip kapıya doğru giderim. Yıldız Tilbe de bana doğru gelir. Yanıma gelince sessizce olduğunu düşündüğü tonda konuşmaya başlar.
Y.T: Bizi gebertmeden hemen gidelim burdan hadi. Hani hoş gözüküyor da boyu kısa, ince ve biraz fazla agresif. Eski sözlüme benzettim aslında düşününce. Keşke dilim olsa da oturup bi konuşsak da ikna etsem onu bu silah sevdasından vazgeçmeye. Ama aslında eli silah tutan erkek de çok makbul ha bu devir-
A: Yıldız Hanım lütfen sessiz konuşun. Adam ensemizde afedersiniz ama. 
J.M: WHAT YOU TWO talking about? 
Yıldız Tilbe korkup parmağını damağına koyar ve diğer elini de kalbinin üzerine koyar.
Y.T: AY MANYAK MISIN SEN BE? Ödümü koparttın meymenetsiz. 
Jim bana bakıp Yıldız’ı anlamaya çalışır. Kapı tekrar arka arkaya tıklatılır. 
A: I’m coming! 
Kapıya doğru giderken Yıldız adamla konuşmaya başlar ama ne dediğini anlamam. Kapıyı açıp kimin geldiğine bakarım.
E: Kardiiiş ben gel- 
A: Pardon siz kimsiniz?
E: Ben Elva. Ay bir dakika ben Türkçe konuşuyorum sen de anlıyorsun beni? Neresindensin?
A: Manavgat. Siz?
E: 12 Adanın hepsinden.
A: Afedersiniz de o kadar adayı alıp 4′ünü kullanmıyor bu Yunanlılar, neden aldılar merak ediyorum.
E: Neden olacak canım, güç gösterisi, eski topraklar vesaire.
A: O zaman tüm Ege kıyısını da alsalarmış.
E: Efendim öyle denir mi hiç şimdi? O kadar savaşıldı da alındı o topraklar. Zaten işgalin en eşiğindeyken zar zor alındı. Siz de alemsiniz.
A: Hayırdır bir anda konuşmanız değişti?
E: Kusura bakma. Tarih Ege, Yunan ve adalar diyince bir hoş oluyor bünyem. 
A: Benim demek istediğim adaların neden verildiğiydi. Siz yoksa tarih mi okudunuz?
E: Evet.
A: A tabi ondan bünyeniz hoş oldu. Baya biliyorsunuzdur şimdi Osmanlı, Bizans?
E: Evet.
A: Özellikle ne üzerine çalıştınız?
E: Tudorlar ve Mediciler.
A: ???
E: Efenim şimdi ben okudum ama İngiltere ve Avrupa tarihi okudum. E tabi avrupa derken Türkiye de-
A: Tamam efendim ben anladım. Siz neden buraya gelmiştiniz? Bay Holmes ve Dr. Watson çıktılar.
E: Yok ben onları değil abimi görmeye geldim.
A: Abiniz?
E: Ha şu içserdeku olur ya. 
A: Karadeniz?
E: Napayum benum da tek bildiğum Turakya ve Karadeniz’dur.
A: İngiliz aksanı?
E: Yok bizde İrlanda mevcut.
A: A o daha makbuldür. Zor bulunuyor. 
E: Abim var işte, burada da elinizi sallasanı-
A: Tamam tamam. İçeri geçin. 
E: Teşekkürler. 
Garip ve saçma sohbetimizden sonra kardeşini gören psikopat Yıldız Tilbe’yle olan derin sohbetini bölüp iki adımlık yeri koşarak kıza sarılır.
J.M: Oh sis! Come here give your brother a hug!
Y.T: Ayy şunlara bak ya. Tam evlenilecek ad-
A: Yıldız Hanım lütfen libidonuza sahip çıkın. Erkek olan ve nefes alan her şeye-
Y.T: Ay sen bi sus be! Ne frijit bi şey çıktın ha! Gören de ünlü dedektif sensin sanar. Konuşmalara bak. Hem ayrıca bi İngiltere vatandaşlığı kolay mı alınıyor enayi! Kaç aydır buradasın birini kafesleyememişsin. Sen ne halta yarıyorsun ki çaycılık dışında? Bir de benim lafımı bölüyor. Terbiyesiz görgüsüz ahlaksız!
Tüm konuşma boyunca tek doğru olduğu nokta çaycı olduğumdu galiba. O yüzden bir şey demeyip psikopat ve kardeşiyle konuşacağım gibi.
A: So why are you here? derim Jim’e dönerek.
J.M: Of course not to see your bulldog face. Bleeh. Why are you so angry looking girl? Sis, don’t you think that she needs an Irish night?
E: Yeah I also thought like that. Did you know she was Turkish?
J.M: Ooooh! Selamunaleiqum!
Tumblr media
Bu şekilde birkaç saniye bakarım ve Jim’in suratı düşer. 
J.M: Sorry for earlier. I was being an asshole for your friend over there.  der ve Yıldız’a bakar. Allah’ım ya bu adam ciddi mi? Hadi Yıldız anlamış adam yağlı kapı belli ki üstündekilerden ama bu adam? Etnik şeyleri seviyorlar cidden. İki Hintli gelse götürecek o zaman afedersin. Ya da Swahilice konuşan iki tane İngiliz. 
A: You really mean what you just said?
E: Brother, please be more.... how you say, presentable and appropriate. 
J.M: Oh what a fool am I! I should’ve kissed her hand! dediği gibi Yıldız’ın eline yapışır ve şehvetimsi bir şey ile gözlerine bakıp,
“Milady...” der ve kadının elini vakumlar. Sakince elini bırakır ve gözleriyle Yıldız’ı izler.
Y.T: Ay içim bi hoş oldu. Ne tatlı şeysin sen! diyip eliyle Jim’in gıdısından bir parça alır gibi yapıp yer.
A: Bu daha devam edecek mi böyle?
E: Umarım etmez. Abimin zevki biraz farklıdır. Aslında böyle frapan kadınlardan pek hoşlanmaz ama.
A: Deli deliyi çeker diye bir laf vardır bak sen onu unutmuşsun herhalde.
E: Aaa evet burada da şey derler, opposite sides-
A: Tamam tamam. 
E: Ama bi lafımı bitirsey-
A: Benim burama kadar geldi valla abini de al git yoksa insülin takviyesine başlayacağım.
E: A-a neden?
A: Canım öyle istiyor.
E: Hayır başka şeyler istiyorsan merak etme. Bizde var en kalitelisinden. İnsülin 2 saniye sürüyor sonra iptalsin.
A: Ne?
E: Ay ben şey sandım.. eee NEYSE CANIM! Brother I think we should go!
J.M: What? 
E: Come on lets go! 
J.M: But I have just started to-
E: You can take her if you want but I think it’ll be better if we leave.
J.M: Did she frightened you? This little imp!
A: Imp mi dedi o bana? Neyimi gördü de bu kadar hakaret ediyor bu -
E: Aa şimdi bunun kavgasına girmeyelim. Sen de bir küfür salla eşitlensin.
Jim’ bakıp tiksinirek ayakkabısına tükürürüm ama tükürük oraya ulaşmaz ve halıya düşer.
J.M: AHAHAHA! SHE CAN’T EVEN SPIT! Oh girl, you made me laugh this day, God make you laugh also! 
A: Bu ne diyor?
E: Beni güldürdün ya Allah da-
A: Tamam tamam anladım da bu böyle denmez. Hey Jim!
J.M: What?
A: It’s not how you say it bro! You should throw your head back and then say it with enthusiasm. Yours was too dull and fake. 
J.M: How? Like this? der ve başını geriye atıp bir eli havada posh posh güler.
J.M: Uh HAHA! GUURL! You made me laugh! I HOPE GOD WILL MAKE YOU LAUGH ALSO! Bahtin açik olsun!
A: Senin de abi senin de.
J.M: Elva let’s get some porridge. I really crave food these days like a pregnant mama. 
E: Did you go to get your results from the hospital by the way? 
J.M: No. I know they’ll find 125 symptoms of illnesses and make me pay for it for the rest of my life.
E: Oh you spoke like a Turk!
J.M: Eee what they’ve said, do as Turks. 
A: Kimsenin böyle bir şey dediğini sanmıyorum.
E: So we’ll leave now. Goodbye- What was your name?
A: Assistant.
E: Real name?
A: Assistant of the Bureau of Sherlock Holmes and Dr-
J.M: Check her ID next time Sis. Hey ASSistant!
A (eyeroll): WhaT?
J.M: Let me hug you.
A: No thanks I’m good.
J.M: No please, I want to apologize..
A: Do it with your mouth. 
J.M: You sure?
A: Yes if you mean it do it.
J.M: Umm, okay then! der ve ağzıyla alnımı öper.
J.M: You are my halal.
Tumblr media
Really?
2 notes · View notes
qisasqisasqisas · 6 years
Text
C4: ‘Deli Nuri’
Ensemi sildim ve arkamı döndüm. Siyah saçlı ince yapılı bir adam bana ve Yıldız Tilbe’ye bakıp gülümsüyordu. 
A: Excuse me but who are you?
Adam salonun içinde yürümeye başlar ve birkaç şeyi kurcalar. 
X: Mmm, that’s boring!  der şöminenin üzerindeki kafatasını eline alarak. Lütfen düşündüğüm şeyi yapma.
X: ...to be or-
A: Can’t you just-
Adam cebinden bir silah çıkartıp bana doğru doğrultur.
X: No no no no... raise your hands and let me finish my performance.
Y.T.: Ay bu kim be? Üç saattir ne konuşuyorsunuz?
Adam Yıldız Tilbe’ye bakar ve kendi kendine gülüp hoşnut bir şekilde gülümser.
X: Who’s that chick?” silahıyla Yıldız Tilbe’yi gösterir.
A: A client.
X: Client... Mmm, what’s her case?
A: Her-
X: Oh wait! I’ll figure it out! If not, what’s the fun in thaat? 
Elindeki silahı beline sokar ve kafatasını Yıldız Tilbe’nin kafasının yanında tutar.
X: She’s as pale as this thing. Also she lost weight recently. She must mourn for her lover. It was an affair! An affair, indeed!
Kafatasını elinden bırakır ve yere düşmesini izler. Arkasını dönüp kollarını sonuna kadar açarak konuşmaya başlar.
X: Ladies and- oh just ladies today. Okay. Ladies and ladies, I announce you that I will kidnap one of these ladies!
Kollarını indirir ve etrafa bakar. Dudaklarını bükerek bana döner. 
X:What was your name?
A:You never asked.
X:Oh that’s strange! What’s hers?
A:What’s yours?
X: Oh darling. You got me wrong I guess.  Yavaş adımlarla bana doğru gelirken belinden tekrar silahını çıkartır. Karşıma geçip garip garip hareketler yaparak deli taklidi yapar. 
X: I am the one who asks questions. If someone decides not to answer,
Dudaklarını bebek gibi tekrar büker ve silahı hızla alnımın ortasında dayar. Where is the töre lady?
Tumblr media
Here she is.
X: I’ll kill you! I mean, kill them.
A: Oh thank god that’s such relief!
X: Ooh, joking ha? Quite low key. Still, better than Watson. 
Silahı indirip manyak bir şekilde dudaklarını yalayıp Yıldız Tilbe’ye bakar. Başını hafif eğip kadını süzmeye başlar.
A: Hop hop! 
X: What?
A: What the hell are you doing? And who the hell are you?
X: Who am I, who am I, who am I... OH THAT IS BORING! But it is my fault. I’m the baad guy here. So I must introduce myself. 
Adam elini uzatır ve gülümser.
X: I’m Jim.  Elini sıkmam için tekrar elini uzatır. Elimi uzatırken elini çekip saçına sürer ve güler.
J: Oops! Gotcha!
A: How old are you, twelve?
J: They say our souls should stay childish. I’m listening to that advice and you can’t imagine how fun is thaat!
Gözlerini belerte belerte konuşur ve cidden bu adamın manyak olduğuna karar veririm. 
0 notes
qisasqisasqisas · 6 years
Text
C3: ‘Case for a Çiğ Köfte?’
J: How you could solve this fast?
S: John, please. It is as simple as predicting the future.
J: Yeah, obviously. Duh.
A: Dr. Watson, do not get this wrong but please do not say ‘duh’ again. It does not look good on you.
J: Well, thank you for that but that apron also does not look good on you too. 
A: What’s with my apron? Do you want me to stain my clothes doing your chores?
J: If you do not like this job Miss, you can quit. We can find another one and-
S: Shut the fuck up for a minute John! We need her, do not do the bluff here. We are not in Middle East. You!
Y.T.: Ben mi?
S: Yes you. What’s his name?
A: Adını soruyor bahsettiğiniz adamın.
Y.T.: İb-
Tam o sırada kapı çalar ve içeri Lestrade girer. 
L: Gentlemen we need to talk. 
John, Sherlock ve ben birbirimize bakarız. Sherlock Yıldız Hanım’a devam etmesi için jest yapar.
L: It is urgent Sherlock! 
S: I have a client as you see Lestrade.
L: This is far more important. 
S: I guess it’s Mycroft.
L: Well, yes. But-
Lestrade cebinden telefonunu çıkartıp Sherlock’a bir şey gösterir. Sherlock telefonun ekranına kaşları çatık bir şekilde bakar. John ve ben dikkatle onu izleriz. Yıldız Tilbe de Lestrade’e bakıp burun kıvırır. Bu kadının burada ne işi var? 
S: Is this-
L: Yes. 
J: What is it Sherlock?
John ve ben telefona bakmaya çalışırız. Lestrade telefonu Sherlock’un elinden alıp John’a verirken ekranda bir listenin bulunduğu kağıdın fotoğrafını görünce Sherlock’a bakarım.
A: What is that?
S: Tell our client that we will call her when we finish this business.
Yıldız Tilbe’ye bakarım ve o da gözlerini devirir.
Y.T.: Yine ne diyor?
A: Yıldız Hanım, şu anda kontrolümüz dışında acil bir iş çıktı. İngiliz devleti tarafından verilen bir görev olduğundan sizin vakanızla bu iş bitince ilgileneceğiz. Bu nedenle-
Yıldız Tilbe Sherlock’a bakar ve sağ elini kaldırır. 
Y.T.: Bu, beni oyaladığın için! der ve Sherlock’a tokat atar. Koskoca Sherlock olduğu yerde şaşkınlıkla şömineye doğru yalpalar. John başını telefondan kaldırır ve Sherlock’a bakar.
J: What just happened?
S: She slapped me... 
Sherlock elini yanağına götürür ve ağzı açık bir şekilde Yıldız Tilbe’ye bakar. Yıldız da yaptığından hafif utanmış gibi özür diler bir şekilde bakar. Sherlock salondan çıkıp mutfağa gider. Ben de John’a bakıp ne yapam derim.
J: Go after him of course!
Sherlock’un arkasından mutfağa girerim. Elindeki viski şişesinin kapağını açarken durup bana döner.
S: Privacy.
A: Mr. Holmes, I cannot live you alone. Please put down that bottle.
Sherlock şişeyi sertçe masaya bırakıp yanıma gelir. Hafif tükürük saçarak bağırmaya başlar.
S: Do I look like a baby that you can develop your nursing skills? And why the hell she slapped me? Because we had an urgent case out of nowhere? I don’t get people. These humans are like little worms inside your guts. You cannot get rid of them. They come out of nowhere and suddenly you feel sick. Then, they leave you but you are already dead, inside. Then you try to forget what happened to you. But you can’t cause-
A: Sorry Mr. Holmes but Irene Adler is dead. You know that. 
Sherlock sandalyeye oturup kolunu masanın üzerine koyar ve camdan dışarı bakar. 
S: I wish she was. I could’ve overcame it better. 
A: So you mean,
S: She is not dead you idiot! Of course she is not! Who saw that I mourn for a dead person? And she... That ignorant client, slapped me! Like she did.
A: Who? Adler?
S: Nothing. Let’s go back in. Or wait,
A: Yes Mr. Holmes?
S: Give me another tea and tell her to leave. I don’t want her back again. 
A: Who? 
S: The client you- The client. 
A: Mr. Holmes?
S: What!
A: I have a proposition.
S: No I’m not interested.
A: But it does not concern you.
S: Then why the hell are you telling me the proposal?
A: Cause I need your approval.
S: Oh! Don’t tell me you want to marry me! I’m flattered but you are my assistant and it is not ethical. Plus, at this moment it is very emotionally not right. Also-
A: Mr. Holmes I’m not interested in you of course. 
S: Then what? John?
A: Eww, no! He’s an old man. Mr. Holmes, you see, I offer that you and Dr. Watson will be on that case and I’ll take Miss Tilbe’s. What’s your answer to that?
S: So you say you are capable enough to knock me out of my place?
A: No sir. If I was, I would’ve done that earlier. 
S: But this is not sane. 
A: But doable. 
S: Still, not ethical.
A: Fuck ethics! If it was ethical you and Dr. Watson wouldn’t be sharing bed.
S: That’s another thing. We are...
A: What?
S: We are two people who get along well and we have passed through lot of crazy stuff. 
A: You mean, you are friends?
S: Umm, whatever that is. Yes. 
A: I thought you were-
S: No for God’s sake! We are not lovers or anything.
A: I wish you were. 
S: Go back to your work!
A: So I take her case?
Sherlock derin bir nefes alır ve siniri bozuk bir şekilde bana bakar.
S: Do whatever the fuck you want. I don’t want anyone for five minutes around me. Okay?
A: Okay Mr. Holmes!
Seke seke salona girdim ve Yıldız Tilbe’ye gülümsedim.
A: Yıldız Hanım, bundan sonra sizinle ben ilgileneceğim. 
Y.T.: O sümsüğe n’oldu? İçeride ağlıyor mu?
A: Evet.
Y.T.: Aaay, bu İngilizler de ne süt kuzu çıkıyor ya. Havalimanından beri bir adam görmedim şöyle erkek gibi olan. Hayır aslında bu yeni gelen biraz daha iyi ama Şerlok adından mıdır nedir, beni bi içine çekiyor. Şerrin gazabından kork derler ama bu öyle bir şer ki kitlendim vallahi.
A: Şaka mı yaptınız daha demin yoksa doğaçlama mıydı?
Y.T.: Valla güzelim, nasıl anlamak istersen. Şimdi benim anlamadığım, sen bana nasıl yardım edeceksin ki? Koskoca Şerlokolms’a geldim, gördüğüm muameleye bak. Hayır ahaha bir muamele de görsem yine gam yemiycem de bu nedir? Biri tokat yedi diye içerde ağlar diğeri devlet dairesinde kuyruk bekleyen hamdi amca gibi huysuz huysuz bi hallerde. E sen mesela ne alakasın burada? Kız bak bu olayı bu adam çözmezse ben yokum. Nah şuraya da yazıyorum! 
dediği anda parmağını ağzına sokup diliyle yalar ve şöminenin üzerine ‘nah’ yazar. Neden?
Y.T.: Ay bu ne pislik? Kız burayı çekip çeviren biri yok mu?
A: Maalesef Bay Holmes böyle seviyor. 
Y.T.: O bir de benden görsün ev nasıl olur. O zaman bakalım hangisini daha çok sevecek. 
J: Can you come over?
A: Of course Dr. Watson. What is it?
J: Here, we have a list of names and places. But it is too easy to conclude something from this. What’s on your mind?
A: Well, same as yours. 
L: You could’ve hired a better assistant.
A: Well if you could’ve had the balls you wouldn’t be wanting help from them.
J: Actually it’s about the brain not the balls.
A: Brain without balls is nothing Dr. Watson.
Bir anda Sherlock yine mutfağın kapısını hayvan gibi açar ve gülümseyerek içeri girer.
S: I agree! Now Lestrade take us to where we need to go now.
L: U-um, okay. And for you Miss-
A: None of your concern.
L: Miss none of my concern, it’s not about balls and brain what I do for my country. I’ve always been loyal and coura-
S: Shut up Lestrade! We are late. 
Lestrade yüzünü buruşturup önden gider. John da arkasından onu takip eder. Sherlock durur ve yine ellerini omzuma koyar.
S: Look assistant, do not fuck up your first case. Do not think out or inside of the box. Actually do not think! Most importantly, be careful and get in touch with me if you become puzzled. But I hope not. 
Sherlock ellerini çeker ve sağ elini Yıldız Tilbe’ye uzatır.
S: It might be nice to not meeting you.
Y.T.: Mitu miituu.
S: Did she understand what I said, really?
A: I don’t think so. 
S: Okay then. Farewell! dediği gibi odadan çıkar. Cama doğru gidip John ve Lastrade’in yanına katılıp taksiye bindiğini görene kadar beklerim. Taksi hareket edip gözden uzaklaşır. Ensemde garip bir sıcaklık hissedip elimi enseme atarım. 
“Does my breathing bother you?”
0 notes
qisasqisasqisas · 6 years
Text
La Fanfic de Sherlock Holmes: C2: ‘Sherlock’s Lock’
İçeri girdiğimde Sherlock’un beni arkadan büyük bir sadistlik içinde izlediğini hissediyordum. John ve müşterimiz olan kadın aynı anda bana baktılar. İkisinin de yüzünde ‘beni kurtar’ der gibi bir ifade vardı. Ama kadın elimde tek bir çay olduğunu görünce dudaklarını büzüp bana dik dik bakmaya başladı. Elim titreye titreye John’a çayını verdim ve kadına da gülümsemeye çalıştım.
“Here is your tea dr. Watson.” John çayı iki eliyle baya Türk gibi elimden alıp hemen içer.
“Thank you. It is wonderful as always.”
“Teveccühünüz.”
“What?”
“Ay bişey dicem,” dedi kadın John’un önüne geçip karşıma gelerek.
“Buyrun hanımefendi.”
“Sen hayırdır?”
“Hayırdır?”
“Benim çayım nerrde?”
“Sizin çayınız nerede... mutfakta olmalı.”
“E git getir! Sen nasıl misafir ağırlıyorsun? Hani bu ikisi bekar, gavur ama sen toprağımdansın. Ayıp be. Git getir çayla kurabiye de oturup laflayak. Bu emeklinin ne dediğini anlamıyorum. En son bakingım palastan konuştuk valla. Sonra şanzelize falan geveledi ağzında. Bu kesin bana yürüyor var ya. Sen çabuk git gel yoksa beni burada bulamazsın ha. Yer bu beni.” 
“Peki.” dedim ve şok içinde mutfağa girdim. Sherlock çayını büyük bir mutluluk içinde içiyordu. John içeride dolanmaya başlamıştı. Mutfağın kapısını kapadım ve Sherlock’un karşısına oturdum. 
“Is this amusing?” Sherlock Yıldız ablanın dudağını büzüştürdüğü gibi büzüştürerek bana döner.
“Yes it is. What did she say?”
“She mostly talked about John.”
“John?”
“Doctor Watson, okay?”
“So tell me what she said.”
“She got angry as you watched and wanted me to bring tea to her. Now I will do as she said and please, I can’t play any of your games Mr. Holmes.” diyip kalktım ve belimi ovdum. Bu insanlar amele gibi çalıştırıyorlar asistanları. Gerçekten sabahtan beri kaynattığım üçüncü çaydanlık bu. 
“No. You will not bring anything to her. So, she liked John?”
“I think she thinks dr. Watson likes her.”
“So she really saw husband material in him. Reasonable. If I was her I would try to learn English better, or...” Bana dönüp çayını masaya bırakır ve ayağa kalkıp beni omuzlarımdan tutar.
“Or what Mr. Holmes?” 
“Or she will find someone who can translate her feelings to John.” 
“No way no way no way.”
“Okay do not bring that tea to her and become her interpreter.” 
“Oh shit.”
“What?”
“Sorry Mr. Holmes. Do you want me to do something else?”
“Well, make her believe that John likes her.”
“That is fraud!”
“Yes but in order solve her case-”
“We don’t even know what her case is Mr. Holmes. Are you really sure about this plan?”
“Do not question my methods!” 
“Pardon me sir then. I will go and do what you want.”
“Good choice.” 
Mutfaktan çıkıp tekrar odaya girdim ve John pencereden dışarı bakıp çay içerken Yıldız abla da arkadan ona bakıyordu sağdan soldan. 
“Hanımefendi, çayımız bitmiş. Çok üzgünüm. Sherlock Bey çok sever bizim çayı da hemen bitirmiş bir demlik çayı içerideyken.”
“Ne? Ağzı kaynamamış mı o kadar çayı içerken? Nasıl bir muamele bu? Koskoca Şerlokolmsun malikanesine geliyorum ve çay bir anda bitiyor! Hem kendisi nerede ayrıca?”
“Çayı süt ile içtiğinden dolayı ağzının yanma olasılığı çok düşük ve bu size kasıtlı yapılmış bir şey değil. Gördüğünüz gibi burası da malikaneyi andırmayan sıradan bir İngiliz dairesi. Aslında bize ne için geldiğinizi öğrensek çok daha iyi olur ve size en hızlı şekilde yardımcı oluruz.”
Yıldız abla ayağa kalkıp şöminenin önüne gider ve kitabın üzerine saplanmış bıçağa dokunur. Bir anda Sherlock mutfağın kapısını açıp Yıldız Tilbe’nin yanına gelir ve ikimize bakar. John Sherlock’un gelmesiyle olaya dahil olmak için çayından son yudumu alıp çayını masaya bırakır. Ellerini ceplerine sokup boğazını temizler ve bana bakar.
“Umm, is she alright?”
“Yes, I think so.”
“Look, she was looking at me constantly and it was very uncomfortable. I don’t know if she has told you something about me but if she did please let me now.”
Sherlock Yıldız ablaya sahte bir şekilde gülümser ve şöminenin önünü kaplayarak John’a döner.
“I think you did like her. It’s interesting. Isn’t it assistant?”
“Ya bu ne diyor böyle?” 
“Yıldız Hanım kusura bakmayın, aralarında konuşuyorlar çeviremiyorum size-”
“Ay sen beni tanıyorsun! Kız bi anlat kim olduğumu neler yaptığımı. Bu yakışıklı da anlasın nasıl biri olduğumu da işimiz hallolsun.”
“Yıldız Hanım, burada sadece iş için çevirmenlik yapabilirim. Kalan kısmı için kendiniz konuşmanız gerekir.”
“Assistant!”
“Sorry Mr. Holmes.”
“Just everyone, enough with talking! I’ve already had my worst week in my entire life and this woman comes here to get laid. Please ask her why she came here. I don’t have my deduction power over her!” 
John ve ben birbirimize bakıp duyduklarımıza inanamayız ve tekrar Sherlock’a bakarız.
“Yes! I said it! I cannot concentrate when she’s around.” 
“Sherlock, are you in love? After that woman? Did you really like this-”
“Oh John DON’T BE RIDICULOUS!” 
“Overreacting is a good sign to show your affection. You are on the right way Sherlock but I think you should spend more time with her before deciding.”
“John!”
“Ay inaf be inaaaf!” 
“Wow! She can speak English.” 
“Ay bu emekli ne diyo be?”
“Sizin İngilizce bilmenize çok şaşırdığını belirtti.”
“Neyse ne! Şimdi benim buraya gelme amacım-”
“SONUNDA ALLAH’IM!”
“I said don’t say that word.”
“Kız bi sus be! Şimdi, buraya gelme amacım-”
“What’s she saying?”
“Dr. Watson she tries to explain why she came here. So please can we stay quiet?”
“You become very rebellious. You know I can fire you at any moment.”
“No you actually cannot fire me as you wish Mr. Holmes. We have an agreement and both of us signed it.”
“No! What? John?”
“Yes you did it when we were drunk.”
“When?”
“Drunk.”
“When we were drunk?”
“Are you playing?”
“No for God’s sake! This woman ripped my brain out of my skull. I can’t think properly.”
“Gentlemen, please shut up! Let her speak and we will suffer less.”
“She has a point, sorry Sherlock.”
“Yıldız Hanım kusura bakmayın devam edebilir misiniz?”
“Neyse... Şimdi benim buraya gelme amacım çok esrarengiz. Benim çok sevdiğim bir adam vardı. Geçen hafta buraya geldiğimde onu yolda yürürken gördüm. O olduğuna da çok eminim. O olmasaydı benim onu görmem imkansız olurdu çünkü onu gördüğümde her zaman o olduğunu bilirim. Şimdi işin garip tarafı ne biliyon mu?”
(Sessizlik)
“Ne biliyon mu dedim.”
“Nedir?”
“Bu adam on beş yıl önce öldü.”
“Ne?”
“Evet! Öldü. Ama o olduğuna da çok eminim.”
“Yıldız Hanım, siz bu adamı ölmeden önceki yaşında mı yoksa 15 yıl sonraki halinde mi gördünüz?”
“Ay tabii ki bıraktığım gibi buldum onu. Yoksa nasıl tanıyayım yıllar sonra uzaktan?”
“The case is solved!”
1 note · View note
qisasqisasqisas · 6 years
Text
La Fanfic de Sherlock Holmes: C1: ‘Awkward Client’
Sherlock Holmes ve John Watson ile birlikte günün son müşterisinin davasına bakmak üzere sinirlerinin yatışması için son on dakikamı ocak başında çayın kaynamasını bekleyerek harcadım. John odanın içinde yürüyüp yürüyüp Sherlock’un suratına bakıp bir şeyler söylemesini bekliyordu. Normalde bu kadar tepkisiz kalmazdı geç kalan bir müşteriye karşı. Ama müşteri geldiğinde zaten bu sakinliğinin sebebi anlaşılacaktı. Neyse ki daha müşterinin gelmesine on dakika var. Çaydanlıktan fokurdama sesleri gelince çayın altını kısıp mutfak masasının yanındaki sandalyeyi çekip John’un koltuğunun yanına koydum.
“Tea will be ready in ten minutes.” dedim ve John yürümeyi bırakıp koltuğuna oturdu. 
“So it will be as a hare’s blood as you Turkish people say, right?”
“Yep.” Başımı salladım ve Sherlock’a baktım. 
“What’s he thinking doctor Watson?”
“Do I look like a telepath?” Bu adam da yaşlanmanın getirdiği aksikilikten her şeye ters cevap veriyor. Bilmiyorum de, çok mu zor be amcacım? 
“Why’s everyone thinking that I know everything about Sherlock?” John ayağa kalkıp sinirle odada söylenmeye başlar. 
“One day!” der bir anda ve ben de ufak bir,
“Bismillah.” derim. 
“Don’t say that word.” der Sherlock ve John’la ben aynı anda ona bakarız. Mükemmel bir ortam. Şimdi 12 saniyelik bir cümleyi 5 saniyede söylemeyi becerecek şekilde konuşacak kesin. O yüzden hızlı okunursa daha etkili oluyor bu cümleler.
“Don’t say that word cause people might think you are related to terrorists. Maybe you really are a terrorist. Still, I cannot find any clue about this hypothesis.”
“Are you serious Sherlock?” John yine ellerini beline koyup Sherlock’un yaptığı herhangi birşeyden çok irrite olmuş gibi konuşmaya ve teröristlerle Afganistan hatıralarından bahsetmeye başlar. Devam et John, benim götü ben kurtaramadım sen kurtar. Bu adam da bir garip hala net bir kanıya varamadım bunun hakkında. Neyse, daha iki aydır bunlarlayım. Umarım John artık yaşlanır emekli olur da tahtına ben otururum. 
“Tık tıık!” diye bir ses gelir kapının arkasından ve bu ses oldukça tanıdık gelir bana garip bir şekilde. Sherlock birden bire yerinden kalkar ve robe de chambre’ını havalandırıp bağlar (evet havalandırıyor). 
“You already knocked the door there is no need to say ‘tiktik’.” 
“Do I come?” der kapının dışındaki kadın. Aksanı tipik bir Türk aksanı gibiydi. Belli ki İngilizcesi de ayyuvidey kıvamında. John kapıya doğru gider ve kapıyı açar.
“Hi. Please, come in.” der ve başını kaldırıp gelen kadına bakar. Bir anda yüzünde çok garip bir ifade belirir ve Sherlock’a döner.  Sherlock sessizce 
“Yeah, I know” der. Kadın içeri bir adım atar. Başımı eğip kadının kırmızı rugan ayakkabısına ve siyah ince çorabına bakıp üzerindeki kahverengi kadife paltoya bakınca bir anda aklımda bir imaj(image) belirir. Flaş gibi beynimde birinin yüzü çakmaya başlar. Hayır. Bu o olamaz. 
“Helloo! I look for Sherlock Holmes.” der ama benim dışımda kimse anlamaz gibi bakar kadına. Sherlock bana döner ve,
“Explain what she said. From her accent she is indeed living in middle eastern side. The letters are very well pronounced and the way she says my name is-”
“Just shut up Sherlock. You cannot stamp her like a cow!”
“Dr. Watson, he is right. So you don’t have to defend her. I think from now I will be doing that.”
“So?” der Sherlock. Ha bu arada içeri giren kadının kim olduğuna gelecek olursak Sherlock’un ‘deduction’ seansından sonra siz anlayacaksınız zaten. 
“She is looking for you.”
“I am here. Is she blind?”
“Sherlock!” John yine abartı bir şekilde koskoca detektife kızar. Yav bi otur rahatla. Savaş biteli 15 yıl olmuş bi sal be. 
“Ask her why she came here?” Kadına dönüp neden buraya geldiğini sorarım. 
“A- aa! Sen Türk müsün? Ay cennete düştüm valla. Biz senlen gel iki oturup konuşalım sen bunların özetini onlara anlatıverirsin. Olur mu kız?”
“O işler öyle dönse şu ana kadar on iki davayı üç günde çözmüş olurduk ama bu İngilizler’in huyları çok farklı. One at a time gibi bir yöntemleri var. Kafa karışıklığından ve dikkat eksikliğin-”
“Stop chit chatting! Now say what she said.”
“Are you Turkish? I fell into heaven vallahi. Come, we sit two times with you and talk about these and you explain them the summary of it.-”
“Just, stop! Let me do my work and shut her down if she tries to talk to you.” 
“Okay Mr. Holmes.”
“Ay kız bu ne diyor böyle? Kızınca da bi farklı oluyor ama, çok sevdim.” diyip ufak ufak Sherlock’a yürür.
“What I told you assistant?”
“Şey, mümkünse susar mısınız? Bir üzerine üzerine yürümeyin çünkü insanlara karşı alerjisi var beyefendinin.”
“A-aa, o ne saçma şey öyle! Ben bunun alerjisini bitiririm, ruhundaki alevi canlandırırım.”
“Ruhunda alev olduğunu sanmıyorum.”
“Stop it you two! Your words are distracting me!” Ömrümde ilk defa bu adamı böyle görüyorum. Sherlock abi biraz sakinleşir misin? Belki de cidden libidosunu bastırmaktan böyle manyak birine dönüştü. 
“Lütfen bir dakika boyunca sessiz ve yerinizde kalın. Öbür türlü yardım edeceğini sanmıyorum.” dedim kadına. Kadın da gözlerini devirip eliyle saçıyla oynamaya başladı. Odayı incelemeye başladı ve en sonunda John’u gördü ve gözleri biraz pörtledi. 
“A-aa! Bu adam burada mıydı?”
“Size kapıyı açan o hanımefendi.”
“Yok artık. Bu bildiğin emekli. İngiliz emeklisi dimi kız bu? Ay seninle oturup bi çay içelim bu olay bittikten sonra. İstanbul’umun çayını özledim kız ya. Keşke olsa da içsem.”
“Aslında şu anda ocakta çay demleniyor. Eğer sessiz olursanız Sherlock Bey sizinle hemen ilgilenir ben de size çay ve kurabiye veririm.”
“Yani ben çay ile susturacağını sandın ha?”
“Ben değil ama eğer susmazsanız Sherlock Bey size gerçekten yardım etmez.”
Sherlock sinirli bir şekilde bana döner ve mutfağa doğru gidip beni de çağırır. -Haluk Meltem moment-
“What are you talking with her? Is it that urgent to talk about tea and biscuits? And yes I will never ever take her case if she keeps on talking like a whale. So try to shut her up or she will leave. Therefore you will not get paid.” 
“Mr. Holmes, I do wonder what to you think about her.” 
“What?”
“What’s the deduction?”
Sherlock kapıyı aralar ve kadına bakar. John ile içeriden konuşmaları gelir ama konuşmaların hepsi kesik kesiktir. Kadının eksik İngilizcesi ve John’un kadının her kelimesini anlamaya çalışması yüzünden sıfır iletişimle yine de birbirleriyle konuşmaya devam ederler. 
“So as you can see, she likes to connect with people (ürün yerleştirmesi) but also not open about herself. When she is open you think that she is not but actually all the time she is open. Like a 24/7 kebab station.”
(internal “Whaat?”)
“Her appearance gives a lot. She was poor, then with fame she became richer than she imagined. She couldn’t handle the fame and has no control of her life. I assume she is the youngest child in her family. She wanted attention but no, appreciation. That is why she keeps on doing what she is doing. This is why she could not handle the fame. She is not professional even after years of experience. Silly. But still promising.” 
“Is it done?”
“No. This just my first three seconds.”
“Stop exaggerating. We both know that it is first half minute Mr. Holmes. Even I can deduct.”
“Oh really? You already know who she is. So tell me is she a singer or a comedian?”
“She is neither of them.”
“So what?”
“You can find out Mr. Holmes. You are very good at it.”
“So going back to deduction. She has changed her hair colour (1) several times and lots of wrinkles around her face (2). Her heart has been broken and she walks strange (3). I think she is horribly harassed by someone who is very very and very stupid. In fact he is also famous like her.”
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
“Wa-wa-wait! You already knew she was famous right? And you know Turkish?”
Sherlock derin bir nefes alır ve çaydanlığa bakar.
“Give me the damn tea!” Çay bardaklarını çıkartıp tezgaha koydum ve süzgeci de çekmeceden alıp çayları koymaya başladım.
“So Mr. Holmes, how did you learn Turkish?”
“I didn’t.” 
“No you did. So how?”
“I did not learn Turkish. You cannot just learn a language. I decoded it. And of course I would learn your language. At the end I hired you and you can be a spy or a terrorist. Am I right?”
“A-”
“Yes I am. Hand me my tea.”
“Okay Mr. Holmes but I thought being an assistant in England would be different than in my country. You know. Actually I made mostly coffee when I was an intern and assistant. But-”
“Shame!” Çayını ona verdim ve diğerlerini de tepsiye koyup salona doğru gidecektim ki Sherlock önüme ayağını koydu.
“Where you going?” 
“Mr. Holmes I need to give Dr. Watson his tea and our client Ms.-”
“Hush! Why don’t you go there and just give John’s tea and I will watch how she reacts.” 
“Oh Mr. Holmes this is not a zoo.”
“Do as I say or I’ll-”
“Yes you will fire me and then you decide you need an assistant and you will hire me. I know Mr. Holmes. Okay I’ll do it.” dedim ve sadece John’un çayını alıp içeri girdim. 
2 notes · View notes