* KIRK YILLIK EŞİNİN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN HİSSETTİKLERİNİ KAĞIDA DÖKEN BİR YAZAR..*
Bir daha o koruya gidemeyeceğiz.
Artık Vincennes Korusu'na gitmek gelmiyor içimden. Her gün gider koşardık, kuşları selamlardık. Kargalar vardı, bir kargayı hatırlıyorum, ağzında bir kağıt parçasıyla, belki bir mektupla uçuyordu.
Onunla senin hakkında iki kelime konuşmak isterdim. Kuşlar biz insanların bilmediği bazı şeyleri bilir, senin nereye saklandığını biliyor olmalılar.
Gittiğinden beri yedi milyon kırk sekiz bin sekiz yüze kadar saydım. Bu kadar zaman da saklanabilmiş olmalısın. Her tarafı arıyorum. Bulamıyorum, ümidimi kaybediyorum. Saklambaç oynamak çok uzun sürüyor. Tamam, hadi, kazandın, çık artık saklandığın yerden. Artık oynamak istemiyorum. Çık neredeysen, kazandın. Çık ne olur, kaybettim, her şeyi kaybettim..
"Birçok kadın sorar kendi kendine, dünyaya neden çocuk getirmeli diye. Aç kalsın, üşüsün, ihanete uğrasın, aşağılansın, savaşta ya da hastalıktan ölsün diye mi?"
“İntiharın günahı cehennem olmamalıydı, nasıl ki parkta canı yanan bir çocuk ağlayarak annesine koşar ve en çok ona kavuşmak ister. Dünyada canı yanan, daha fazla dayanamayan insan da yaratıcısının kollarına koşabilmeli ve kavuşabilmeliydi..”
Sen değil misin? Değilsen burda ne işin var? Hayatı düzende olan, çevresi geniş, sosyal olan insanlar neden burda olsun? İnsanlarla iletişim kuramayıp içimize kapandığımız için burda değil miyiz?
"Ben hakkımı helal etmiyorum. Sende affetme Allah'ım. Canım çok yandı kalbim çok kırıldı o kadar çok ağlayıp yandım ki geçmişte kalsa da yaşananlar hiçbirini unutmadım. Buna sebep olanlardan razı değilim. Ahımı alana dar gelsin dünya. Beddua değil bu koşulsuz verdiğim bir emek.."