Aku menyukai keindahannya meski mungkin aku hanya bisa menikmati keindahan itu dari kejauhan tanpa bisa menyentuhnya.
Tapi disuatu hari yang entah kapan aku ingin bisa menikmati musim itu tanpa merasa gigil karna Kau mengijinkannya.bukankah tidak ada yang mustahil jika Engkau yang berkehendak yaa Robb...
Burda çok fazla kötü şey görebiliyoruz ama onun aksine güzel dostluklar kurup aaa bugün ne paylaşmış diye merakla baktığımız iki muhabbet edip kara bulutları dağıttığımız dostlarımız da var çok şükür 🥰🫶
Her yeni gelen ayda dostlarımın doğumgünü benim için önemli o yüzden burdan yine bildiğim veya bilmediğim tüm Sevgili Balık burcu dostlarıma sesleniyorum;
Bu ay benim çok değer kıymet verdiğim birilerinin doğum günü…Eğer bunu görüyorsan iyiki doğdun…Hayallerinin gerçek olduğu musmutlu doğum günlerin olsun. İyi ki doğdun, iyi ki varsın…Umarım hep mutlu olursun şimdi pastanı üflemeden dilek tutmayı unutma 🥰🎂🕯 🎉🎊🎁✨
Lady is first @papatya-guzeli @cennetfatma @1demetgul @llsusll @nurun-ritmi @yagmur-03
And Gentlemens @photographss-world @haylaz-yolcu ve aslında kova burcu olduğunu düşünen balık burcu olduğunu anladığımız @kampfeneri 😂😂
su siralar nefret ettigim istanbul gibiyim. bazen kara bulutlarla cevrili, bazen soguk, bazen gunesli ama asla sicak degil, bazense yagmur yagiyor; nadir oluyor.
kendimden nefret ediyorum. bazen icimi kara bulutlar kapliyor, bazen buz gibi biri oluyorum, bazen samimi ama asla sicak degil, bazense agliyorum; nadir oluyor.
Bir yağmur yağıyor burada, yağmur İstanbul’da yağıyor da, kalbim Alleben’den üşüyor. Yağmuru yağmurlara bağlamışlar, kentleri kentlere, insanları insanlara bağlamışlar sanki, aşklarla, unutmalarla, hatırlamaklarla…
Bir anıyı konuştuk, eski bir anıyı, yirmi yıl öncesinden anıdan sayılır mı bilemiyorum, yirmi yıl öncesini konuştuk!
Sonra tarihi kurduk, bir saati kurar gibi Düztepe yokuşunun ışığından tarihi kurduk kollarımızın üstünde damarlarımızın atışına bakıp saatleri kurduk…
Uzaktan bir türkü bir çukur gibi iniyor kalbine senin, yaşarsak Kilis’e de gidelim diyorsun, yaşarsak!
Kim yaşıyor ki!
Bir türkü bir kentin kalbine künyesini, tarihini, acısını, amansız yokuşunu kazıyorsa kim yaşıyor olabilir, uzaktan vurur mu insana böyle bumerang olup türküler.
“Bahçalarda mor meni,
Verem ettin sen beni…
Nasıl verem olmayım?
Eller sarıyor seni…”
Aklımda kalan bu eski dizelerle sizleri hatırlıyorum, bir gece Şemsettin Murat’ın saçlarına Diyarbakır’dan beklediği kar tanelerini, sonra kaldırıma kazılmış bir çukurun üstünde Deli Kemal ile eski bir banka soygununu, Fransa anılarını, kafamızdaki o cihaz seslerini, İsrail bizi takip ediyor demesini… hummalı bir ateşi kesen portakal suyu rüyadan uyandırıyor beni.
Ahhh Hasan ışıklarda bize ateş edenler kimlerdi? Ahh Hasan, hangi rüya bu kenti bıraktı, bu kadar acımasız mıydı bu Alleben! Söyle Hasan, söyle bu kent ne zaman kendinden koptu da senin oldu!
Hikâyelerinde hep bir Ülkü akan bu Alleben, bu kadar derin miydi rüyalarıma girmezden önce!
Nasıl yağmur yağıyordu, biz durmadan yürüyorduk bize ait olmayan şarkıların sesine; işçilerin, fıstık kıran kadınların, eski duvarların hatıralarına hatıra olup durmadan yürüyorduk…
Ben ölümü anlatırken sen dinliyorsun, babam senden önce öldü diyorsun, cümle kurmuyorsun adeta cümle oluyorsun süslü bir havuzun başında, bana eski ölümleri hatırlatıyorsun, kara bir çingenenin dudağındaki iniltisini duyuyoruz, bir ağaç ölmek üzere diyorsun, radyonun sesini kısın diyor Ahmet Abi, sayım günü bir devrimcinin E Tipi bir anısı çingenenin ışıkta sıktığı kurşunun üstünü örtüyor sanki, inilti ve ateş bir kurşun anısı oluyor…
Bak diyorsun, sabah olunca mutlaka gidelim Kilis’e, bir şair ölmüş diyemiyorsun bir sevgili ölmüş diyorsun; üstünü örtmemişlerdir, üşüyordur, kılıcı toprakta saklamışlar diyorsun… sonra Suriye’ye geçeriz oradan çay alırız. Çay ucuz orada; şeker de, zeytin de…
Bakıyorum sana doğru; gözlerine yağmur vuruyor, konuşmuyorum, ama sen gözlerime bakıp; dönersek eğer, zeytinleri yer çekirdeklerini Alleben’e atarız diyorsun, şehitliğin altındaki çay bahçesinde otururuz!
Gözlerine bakıyorum o an, kendime bir acı oluyorum soluksuz bir acı. Bu kent soluksuz bir acı gibi, bu kent soluksuz bir sevgi, bu kent soluksuz bir aşk sanki.
Işıklarda duruyoruz, Kendirli Kilisesi’nin camii oluşu ile ilgili demokratik dönüşümünü anlatıyor milli ve yerli…
Omzumdan doğru yoruluyorum ben sana, yokuştan çıkarken, sanayii o küçük eski sanayii kapanmış, saate bakıyoruz, işçiler şivelerinden kopuk bir tiyatro gibi evlerine ve şiddetlerine doğru hızlı adımlarla yürüyorlar.
Yürüyor işçiler ölüme ve öldürmeye doğru bir çıta olup…
Duruyoruz gözlerime bakıyorsun, yağmur seni konuşturuyor sanki. Burası bir tek senin değil diyorsun, Alleben’den bir ses…
Bu sokakta Haki vuruldu diyor, Haki kim diyorum!
Haki, eski bir hecedir diyorlar!
Oğlum; bilet aldın mı baba diyor, Ülkü Tamer’in ellerini öpüyorum doğrulurken fıstık kıran kadınların acısından, kendimi koparıp seni vurmaya geliyorum. Biz zaten hep seni vurduk…
Yağmur yağıyordu Düztepe’de, ben tarihe uzanıp kendimi yok ederken, Kürecik’ten bir göç sesi üstümü örtüyordu Onat Kutlar salonunda…
Gün batımları, kuş sesleri, rüzgar, kara bulutlar, patikalar, bir yerlerde kendi halinde akan bir dere, çiçekler, baharın gelişi, sisli puslu yagmur sonrası soğuk bir akşam.
— I don't recognize myself, Akgun.
— Can't you find out? I'll tell you about you then, my only one. You're the one who taught me to laugh. The one who taught me to smile when I cried. You're my evil karate girl. You're the one who was always running after me, my shy detective. You are a sunny flower. Did you remember a little about yourself?
— Why did you leave me?
— What does it mean to leave you? I gave up on myself. Not from you. How can I leave you? I wanted my anger, anger and hatred not to touch you.