Tumgik
#türk bilgini
haytaogluyunus · 6 days
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA
BUGÜN 25 NİSAN(1969)
KAZANLI TATAR TÜRKLERİNDEN
ABDULLAH BATTAL TAYMAS!IN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
HAYATI HAKKINDA BİLGİ
8 Aralık 1883’te Tataristan’ın Samara ilinin Buzavlık/Yanga Aktav köyünde doğdu. Abdülber ve Abdülbârî adlarıyla da bilinir. Babası bir çiftçi ailesinden gelen Abdullah, annesi Mesrure Hanım’dır. Orenburg’daki Kervansaray Medresesi’nde başladığı eğitimine üç dört yıl sonra Kargalı’da müderris Hasan Halfe’nin yanında devam etti. Troitsk’e giderek Şeyh Zeynullah Medresesi’nde Arapça, tefsir ve hadis gibi ilimlerde bilgisini genişletti. Bir yandan da Türkiye, Kırım ve Kazan’dan medreseye gelen kitapları ve gazeteleri okuyordu. Medreseden icâzet aldıktan sonra daha çok tarih, edebiyat ve dil konularına ilgi duydu. Tatar-Başkırt şairi Akmolla hakkında ilk kitabını burada iken yazdı (1903). Muhtemelen medresedeki hocalarının tavsiyesiyle ve maceralı bir yolculukla İstanbul, Eskişehir, İzmir üzerinden Mûsâ Abdullah adına düzenlenmiş bir Osmanlı pasaportuyla Kahire’ye gitti (1904). Dört yıl kaldığı bu şehirde modern Arapça bilgisini ilerletti; çeşitli konularda eserler okudu; İslâm dünyasındaki gelişmeleri yakından izledi. Bir yandan da el-Cerîde gazetesinde çalışmaya, el-Müʾeyyed, el-Muḳaṭṭam gibi gazetelerde ve el-Menâr dergisinde Rusya müslümanları hakkında yazılar yazmaya başladı. Bu sırada Cemâleddîn-i Efgānî ve Muhammed Abduh’la ilgili olarak kaleme aldığı İslâm Feylezofları adlı eserini Kazan’da Mûsâ Abdullah imzasıyla bastırdı (1905). 1907 Ramazanında dünya müslümanlarına dair bir kongre düzenlemek amacıyla Kahire’ye gelen Gaspıralı İsmâil Bey’le birlikte çalıştı, onun yardımıyla en-Nehḍa adlı Arapça gazeteyi çıkardı. Mısır’da iken Akçuraoğlu Yusuf ile tanışıp hakkında el-Muḳaṭṭam’da bir yazı yayımladı.
1908’de Kahire’den ayrılarak Bahçesaray’da Gaspıralı İsmâil Bey ve Akçuraoğlu Yusuf ile görüştükten sonra Orenburg’a geçti. Orada Fâtih Kerîmî’nin çıkardığı Vakit gazetesinde çalıştı. Troitsk’te başladığı askerlik hizmetinden hastalığı sebebiyle dokuz ay sonra terhis edildi. Tekrar Orenburg’a gidip A. Battal, Seyyah, M. A imzalarıyla Vakit ve Şûrâ’ya yazı yazmaya devam etti. İlk eşi Kâfiye Veli’nin tifüsten ölümü üzerine Troitsk’te Muhammediye Medresesi’nde muallimlik yaptığı sırada Rusça öğretmeni Azize Şam ile evlendi (1913). 1910-1913 yıllarında Troitsk’te Rusça’sını geliştirdi. Ahmed Hâdi Maksudi’nin daveti ve Alimcan İbrahimov’un tavsiyesiyle Kazan’a gitti (1913); Yulduz gazetesinde sekreter olarak çalışmaya, siyasal ve sosyal olaylar karşısında aktif bir tavır almaya başladı. O yıl yayımlanan Mekteb dergisi yazarları arasında yer aldı. 1914’te toplanan Rusya Müslümanları Kurultayı’na Yulduz temsilcisi sıfatıyla katıldı. Rusça öğretmenliği için dışarıdan sınava girerek diploma aldı (1915). 1912-1918 yılları arasında Tatar mekteplerinde okutulmak üzere hazırladığı dil, edebiyat ve tarih kitapları ilgiyle karşılandı.
1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Fuad Toktar’la birlikte Millî Şûrâ adlı bir teşkilât kurup Kurultay gazetesini çıkardı. İki arkadaş diğer Türk-Tatar gruplarıyla ortak hareket imkânlarını araştırmak için Moskova, Kazan, Samara, Orenburg üzerinden Taşkent’e ulaştı. Orada Münevver Kari ve diğer Türkistanlı aydınlarla, o sırada Taşkent’te bulunan Duma milletvekili Sadri Maksudi ile de (Arsal) görüştü, ancak fazla bir şey yapamadan Taşkent’ten ayrıldı. Taymas, Ufa’da toplanan İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarları Meclisi’nin çalışmalarına Kazan temsilcisi olarak katıldı. Rusya Kurucu Meclisi’nin bolşeviklerce dağıtılmasının (1918) ardından Kazan’da da hâkimiyet bolşeviklerin eline geçince Kurultay dergisi kapatıldı. Başyazarı olduğu Altay ancak on üç sayı yayımlanabildi. Bolşevikler tarafından tutuklanarak bir daha gazete çıkarmayacağına dair yazılı belge imzalatıldıktan sonra serbest bırakıldı. Siyasî hayatta aktif rol alamayacağını anlayınca bazı öğretmen arkadaşlarıyla birlikte Uslan köyüne çekildi; Tatar mektepleri için ders kitapları hazırlamaya koyuldu.
1918 yazında kurucu meclis taraftarı ordu (beyazlar) bolşevikleri uzaklaştırıp Kazan’ı ele geçirince Kazan’a giderek arkadaşlarıyla Kurultay’ı yeniden çıkarmaya başladı. Ancak çok geçmeden bolşevikler Kazan’a döndü, Taymas da Ufa’ya gidip bolşeviklere karşı direnen gruplara katıldı. Sibirya’nın Kızılyar (Petrovlosk) şehrinde toplanan İç Rusya ve Sibirya Türk-Tatarları Millî İdaresi’nin çalışmalarında bulundu ve burada Muhammed Ayaz İshakî İdilli ile birlikte teşkilât adına Mayak adlı haftalık bir gazete yayımladı. 1918-1919 kışını Kızılyar’da geçirdi. Bolşeviklerin gittikçe kuvvetlenmesi ve daha çok yeri ele geçirmesi onu da sık sık yer değiştirmeye ve Rusya dışına kaçmanın yollarını aramaya mecbur etti. Önce Omsk’a dostu Fuad Toktar’ın yanına gitti; ardından Uzakdoğu yoluyla Rusya’dan çıkma ümidiyle Irkutsk’a ulaştı. Buradan dışarı çıkamayacağını anlayınca Kızılyar yoluyla Kazan’a döndüğünde aradan bir yıldan fazla bir zaman geçmişti. Tutuklanıp bir çalışma kampına gönderildiyse de sahte kimlikle kaçarak Astarhan yoluyla Ağustos 1920’de Bakü’ye, oradan tekrar Kazan’a, Petrograd’a ve nihayet Moskova’ya vardı. Bu süre içinde küçük çapta ticaretle meşgul olarak geçimini sağlamaya çalıştı. Moskova’da sürgünde bulunan Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı Mehmed Emin Resulzâde ile görüştü. Fin körfezi üzerinden Eylül 1921’de Finlandiya’ya kaçıp orada Tatarlar için açılmış bir okulda öğretmenlik yaptı (1921-1925). Bu sırada Fince ve Fransızca öğrenmeye başladı, Kazan Türkleri adlı eserini yazdı. Bir yandan da o sırada İstanbul’da bulunan Mehmed Emin Resulzâde’nin çıkardığı Yeni Kafkasya dergisine “Kazanlı” imzasıyla yazılar gönderdi. Kasım 1925’te kendisi de İstanbul’a gitti, çeşitli gazete ve dergilerde çalışmaya başladı; Rusya muhaciri ve Sovyet karşıtı Türkler’in çıkardığı yayın organlarında yazılar neşretti. Matbuat Umum Müdürlüğü’nde işe girdi (15 Haziran 1927). 1928’de eşi ve oğlu Rusya’dan Türkiye’ye geldi. Dışişleri Bakanlığı mütercimlik kadrosuna geçti (1931) ve buradan emekliye ayrıldı (1947). Ankara’da dişçilik yapan eşinin de emekli olması üzerine aile 1953’te İstanbul’a taşındı. 25 Nisan 1969’da İstanbul’da vefat etti. Abdullah Battal Taymas hakkında en geniş çalışma Ali Birinci tarafından yapılmıştır (bk. bibl.).
Eserleri: Akmolla (Troitsk 1903); İslâm Feylezofları (Kazan 1323; eserde Muhammed Abduh ile Cemâleddîn-i Efgānî’nin hayat hikâyeleri ve düşünceleri anlatılmaktadır); Tatar Târihi (Kazan 1911, 1913; Türk-Tatar Tarihi adıyla, Mukden 1938); Nazariyyât-ı Edebiyye (Kazan 1913, 1918); Yana [Yeni] Edebiyat (Kazan 1914, Alimcan İbrahimov’la birlikte); Süyünbike Minaresi (Kazan 1918); Kazan Türkleri (İstanbul 1925; Ankara 1966, 1988); Rusya’dan Ayrılan Milletler (Ankara 1927); İbnü-Mühennâ Lûgati (İstanbul 1934, 1988; eserin Türkçe bölümünün indeksidir); Kırgız Sözlüğü (İstanbul 1945-1946, 1998; K. K. Yudahin’in Kırgızca-Rusça sözlüğünün çevirisidir); Kazan Türkçesinde Atasözleri ve Deyimler (Ankara 1968, 1988); Rus İhtilâlinden Hâtıralar I 1917-1919 (İstanbul 1947, 1968, 2002); Ben Bir Işık Arıyordum (İstanbul 1962, 2000; Rus İhtilâlinden Hâtıralar’ı tamamlar nitelikte bir eserdir); Yeşil Rize ve İli (Ankara 1950; yolculuk hâtıralarıdır); Rızâeddin Fahreddinoğlu (İstanbul 1958); Musa Carullah Bigi (İstanbul 1958); ��limcan Barudî (İstanbul 1958); İki Maksudîler: Sadri Arsal-Ahmed Hâdi (İstanbul 1959; son dört kitap Kazanlı Türk Meşhurları’ndan adıyla dizi halinde yayımlanmıştır).
Çevirileri: Harflerimizin Müdafaası (İstanbul 1926). Bakü Türkiyat Kongresi’nde Kazan delegesi Âlimcan Şeref tarafından okunan raporun Rusça’dan çevirisidir. Kayyûm Nâsırî’nin Lehçe-i Tatarî adlı sözlüğünü Türk Dil Kurumu adına 1935’te Latin harflerine çevirmişse de eser basılmamıştır. Nikola el-Haddâd’dan tercüme ettiği Maişet Yolları, Sevmek ve Evlenmek adlı eserlerin basılıp basılmadığı bilinmemektedir.
0 notes
gulumbaharat · 2 years
Text
AKTARLIK ÜZERİNE
                      AKTARLIK ÜZERİNE
Baharat ve şifalı bitkilerin tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir.  Baharat ve şifalı bitkilerle ilgili bilgilerin kaynakları çok eski tarihlere dayanmaktadır. Tarih öncesi ve sonrası medeniyetlerden günümüze kadar bitkilerle tedavi süregelmektedir. Halen günümüzde de bu konu giderek artan bir şekilde insanların bilgi alanına girmektedir. Bilimin ve tıbbın gelişmediği dönemlerde insanlar deneme-yanılma metodu ile dertlerine çare bulmaya çalışmışlardır. Halen doktor ve hastanelerden yoksun yerlerde geleneksel tedavilerle şifa aranmaktadır. Bu nedenle baharat ve şifalı bitkiler ve bunların tedavi alanlarındaki kullanışları ile ilgili pek çok eser yayınlanmıştır.
Hititler döneminde Anadolu'da yetiştirilen bazı baharat ve şifalı bitkileri (haşhaş, mazı, safran, çörekotu) günümüze kadar saklanan bilgilerden öğrenmekteyiz. Ancak bitkiler ile tedavi yöntemi daha ziyade Çin, Hindistan ve Mısır uygarlıkları zamanında dünyaya yayılmıştır. Kutsal kitapların birçok yerinde baharat ve şifalı bitkilerle tedaviler yazılmış olup bitki ve baharat isimleri belirtilmiş, tedavi amaçlı kullanılmaları öğütlenmiştir.
Eski uygarlıklarda baharat ve şifalı bitkilerin çeşitli amaçlarla ve çok sayıda kullanıldıkları bilinmektedir. Türk ve İslam tarihindeki Lokman Hekim, İbni Sina, İbni Baytar ve Dioscoridos gibi ünlülerin Anadolu'da yetişen baharat ve şifalı bitkiler hakkında çeşitli eserleri vardır. Ayrıca İsviçreli botanik bilgini E. Boissier'in eserlerinde Anadolu'da bulunan bitkiler hakkında gözlemlere dayanan ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Anadolu'da baharat ve şifalı bitkiler üzerine ilk araştırmalar 19. Yüzyılda Mektebi-i Tıbbiye-i Şahane adı altında bilimsel çalışmalarla başlamıştır. İnsanlığın tarihi boyunca çeşitli hastalıklar ortaya çıkmış ve bu hastalıklara karşı muhtelif tedavi şekilleri uygulanmıştır. İlk çağlardan beri bu tedavi şekillerinde birçok baharat, şifalı bitki, su ve toprak gibi doğal kaynaklardan yararlanılmıştır.
Günümüzde şifalı bitkilerle çeşitli hastalıkların tedavi yöntemleri alternatif tıp olarak değer kazanmakta olup üzerinde daha da uzmanlaşılıp ileriye taşınmıştır. Lokman Hekim'in şifalı bitkilerle ölüme bile çare bulduğu bir rivayet olarak halen söylenegelmektedir. Ülkemizin bulunduğu coğrafya itibariyle neredeyse her şeye şifa olacak bitkiler çok rahat yetişmektedir. Anadolu irfanı bu bitkilerin kullanım şekilleri ne kadar kullanılması gerektiği nerede ve ne kadar kullanması gerektiğini deneme yanılma yöntemi ile öğrenmiştir. Bunu kuşaktan kuşağa aktarmıştır. Hangi bitkinin neye şifa olduğunu isimleri gibi bilmeleri yanında neredelerde yetiştiği ne kadar sürede kuruduğunu da bilmektedirler. Hemen hepimiz şahit olmuşuzdur, özellikle kış aylarında soğuk algınlığı, grip vb hastalıklarda kullanılan ilaçların bunun yanında şeker, tansiyon, migren veya karaciğerinde ya da başka bir bölgesinde şikayeti olan kişilere anında çözüm sunan bir sözlü gelenektir.
İşte Tam da burada Aktarcılık devreye giriyor, onlar büyük bir birikimin muhafızları ve taşıyıcılarıdırlar. Bilgilerinin kendileri ile gitmemesi için ardında hep birilerini bıraktılar. Onlarca ürünün bilinmesi bir büyük deniz iken nelere şifa olduğunu bilmek daha kişiyi görmeden şikayetini duymadan neyinin olduğunu ona neyin iyi geleceğini bilmek ise sanırım bir okyanus. Aktarcıların toplumda yeterli itibarı görmesi artık bir zarurettir. Kimyasal ilaçlarla tüm biyolojisi alt üst edilmiş insanların bitkiye yönelmesi vakti gelmiştir.
Siz de onlarca çeşit ürün için sitemizi ziyaret edebilir. Avcılar Parseller de olan Gülüm Baharat’a bir çay içmeye gelebilirsiniz. 
2 notes · View notes
turkmenogluavm · 2 years
Photo
Tumblr media
*MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI...🏔🏔* 💎1. Akşemseddin: Pasteur ’dan 400 sene önce mikrobu bulmuştur 💎2. Ali Kuşçu: Büyük astronomi bilgini. İlk defa ayın şekillerini anlatan kitabı yazmıştır. 💎3. Ebul-Vefa: Trigonometri’de Tanjant, Cotanjant,Sekant,Kosekant ’ı bulan büyük alimdir. 💎4.Biruni: İlk defa dünyanın döndüğünü ispat etmiştir. 💎5. Ebû Kâmil Şü’ca: Avrupaya matematiği öğretmiştir. 💎6. Ebû Ma’şer: Med-Cezir (Gel-Git) olayını ilk o bulmuştur. 💎7. Battâni: Dünyanın en büyük kâşifidir . Trigonometrinin kâşifidir 💎8. Câbir Bin Hayyan: Atom bombası fikrinin babası ve kimya biliminin atası büyük âlim 💎9. Cezeri: 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır 💎10. Demirî: Avrupalılardan 400 sene önce Zooloji Ansiklopedisini yazmıştır. 💎11. Farabî: Ses olayını ilk defa fizikî yönden açıklamıştır.Sesin fizikî izahını ilk defa o yapmıştır. 💎12. Gıyasüddin Cemşid: Matematikte ondalık kesir sistemini ilk o bulmuştur. 💎13. İbn-i Cessar: Cüzzamın sebebini ve tedavisini 900 sene önce açıklamıştır. 💎14. İbn-i Hatip: Vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklamıştır 💎15. İbn-i Firnas: Wright kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirdi. 💎16. İbn-ı Karaka: 900 sene önce harika bir torna tezgahı yapmıştır 💎17. İbn-i Türk: Cebirin temelini atan bilginlerdendir 💎18. İdrisî: Yedi asır önce bugünkü ne çok benzeyen dünya haritası çizmiştir 💎19. İbn-î Sina: Eserleri Avrupa üniversitesinde 600 sene ders kitabı olarak okutmuştur. Tıbbın babasıdır. Avrupa ya göre adı Avıcenna’dır. 💎20. Kadızâde Rûmî: Yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uyarlamıştır 💎21. Kambur Vesim: Verem mikrobunu R.Koch’tan 150 sene ��nce keşfetmiştir 💎22. İbnün-Nefis: Avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımını keşfetmiştir 💎23. Piri Reis: 400 sene önce bugünküne en yakın dünya haritasını çizmiştir... Rabbim ecdadımıza layık evlatlar yetiştirebilmeyi nasip eylesin. Velhamdûlillahi Rabbil Âlemin. (at Hacı Firdevs Türkmenoğlu Camii) https://www.instagram.com/p/Cifs1mBrY-7/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes · View notes
apkdrv · 5 months
Text
Zula Mobile: 3D Online FPS
Tumblr media
zula apk, zula apk indir Zula Mobile, ücretsiz, 3 boyutlu, çok oyunculu (multiplayer), yüksek grafikli ve 0 Türk yapımı FPS mobil oyundur! Zula Mobile’ın yüksek çözünürlüğe sahip görsel yapısı, aksiyon dolu içeriğiyle savaşı iliklerine kadar hissetmeye, taktiklerini geliştirmeye, birbirinden iddialı modlarında oyunculuğunla rakiplerine tehlike salmaya hazır mısın? Zula Mobile: Online FPS’in espora uygun tasarlanmış yapısı ile eğlenecek istersen profesyonel esporcu olabileceksin! Zula Mobile içerikleriyle vazgeçilmezin olacak, hiç çıkmak istemeyeceksin! ZULA MOBILE BATTLE PASS Zula Mobile üç boyutlu Online FPS oynadıkça kazandırıyor! 2-3 ayda bir değişen sezonlarda olabildiğince çok maç yap sezona özel tasarlanmış silah ve eşyalar kazan! Üstelik günlük ve sezonluk kontratları yerine getir, envanterini genişletme şansını yükselt! Yerine getirdiğin görev ve kontratlarla sezona özel tasarlanmış silahlar, karakterler, eklentiler ve desenlere sahip kartlar kazan! Savaş arenasında farkını ortaya çıkar, rakiplerini alt et! SİLAHLAR 0 yerli Zula Mobile oyna, zaferler kazan tüm silahları aç! Üstelik, awp şeklinde sniper tüfek dahil açmış olduğun tüm silahlar sınırsız senin olsun! MODİFİKASYON VE ÖZELLEŞTİRME 0 bedava Zula Mobile’da 8000’in üzerinde silah eklentisi, silah deseni ve aksesuar var! İstediğin benzer biçimde ekipmanlarını özelleştir! KARAKTERLER Birbirinden güçlü 20 karakter, Zula ve Gladyo olmak üzere 2 farklı ekip Zula Mobile’da! Ekibinı seç, karakterini keşfet ve savaş alanının tozunu artır! TAKAS SİSTEMİ Ücretsiz FPS (Aksiyon) mobil oyunlarda içinde bulabileceğin en iyi takas sistemi Zula Mobile’da! Biriken kullanmadığın kartları normal Takas Sistemi ya da Geliştirilmiş Takas Sistemi ile değiştir, yeni kartlar edin, hayalini kurduğun envantere haiz ol! KONTROLLER Zula Mobile üç boyutlu Online FPS tamamen seni düşünerek yapıldı! İstediğin tuşun yerini değiştir, kontrollerini tercih ettiğin benzer biçimde ayarla, kendi efsaneni yarat! ARKADAŞLAR arkadaşların Zula Mobile’da sen neredesin? Derhal, Zula Mobile profilini oluştur, feysbuk hesabınla eşleştir, arkadaşlarını ekle, beraber hem oyun keyfini aynı zamanda zaferlerin tadını çıkarın! QR kodunu paylaşarak sosyal ağını genişletebileceğini de unutma! KLANLAR Klanını oluştur ve dilediğin benzer biçimde özelleştir! Kazandığın zaferlerle Klan Kupası topla, klanını zirveye taşı. Klan Kartlarını biriktir, yükselt ve klanın sağladığı avantajları sonuna kadar kullan! SIRALAMALAR Zula Mobile üç boyutlu Online FPS en iyileri her vakit ödüllendirir. Lig sıralamasında yüksel ve her Zula Pass sezonunun sonucunda ödülleri kap! Her maç sonu güncellenen sürem ve XP sıralama sistemiyle de hem gelişimini takip edebilir, bununla beraber öteki oyuncularla rekabete girebilirsin! Zula Mobile: 0 yerli, milli, ücretsiz online FPS oyunu. Taktiğini geliştir, reflekslerini güçlendir, bilgini mevzuştur, savaş ve kazan! Zula Mobile’ı derhal indir, gerçek aksiyonu keşfet! Feysbuk: https://mobile.Twitter.Com/ZulaMobileGame Twitter: https://mobile.Twitter.Com/ZulaMobileGame Instagram: https://www.Instagram.Com/zulamobilegame Discord: https://discord.Gg/VMD29G9 desteğe mı ihtiyacın var? Bizlere [email protected] adresine e-posta göndererek ulaşabilirsin. Gizlilik politikası: https://zulamobile.Com/gizlilik-politikasi Read the full article
0 notes
netbilge · 2 years
Text
Uluğ Bey kimdir? Neyi bulmuştur? Uluğ Bey’in hayatı kısaca
Uluğ Bey kimdir? Neyi bulmuştur? Uluğ Bey’in hayatı kısaca
Uluğ Bey kimdir? Neyi bulmuştur? Uluğ Bey’in hayatı kısaca Uluğ Bey, Timur İmparatorluğu’nun 4. sultanı ve Türk matematikçi ve astronomi bilgini. Babası Timur’un küçük oğlu Şahruh, annesi Gevher Şâd’dır. 1394 yılında Azerbaycan’ın Sultaniye kentinde doğmuştur. Uluğ Bey, Semerkant’ta bir medrese ve bir de rasathane yaptırmıştır. Kadızade Rumi bu medreseye başkanlık etmiştir. Rasathane için…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ay-misali · 3 years
Text
Tumblr media
"Türkler kahramandırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir milletle el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir."
Comenius
(Çek Bilgini)
91 notes · View notes
cilginfizikcilervbi · 3 years
Text
Uluğbeysaurus - Özbekistan'da Yeni Bir Dinozor Türü Bulundu
Uluğbeysaurus – Özbekistan’da Yeni Bir Dinozor Türü Bulundu
Uluğbeysaurus – Özbekistan’da Yeni Bir Dinozor Türü Bulundu Bilim insanları yeni dinozor türleri keşfetmeye devam ediyorlar. En son keşif haberi ise Özbekistan’dan geldi. Yeni dinozora Özbekistan’da bulunmuş olması sebebiyle “Ulughbegsaurus Uzbekistanensis” ismi verildi. Dinozorun ismi Özbekistan topraklarında yaşamış ünlü Türk-İslam bilgini Uluğ Bey’e ithafen seçildi. Bu yeni tür T-rex ve…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
muhubbi · 3 years
Text
KANUNİ'NİN ( MUHİBBİ) EDEBİ YÖNÜ
 Arapça, Farsça, ve Sırpçayı çok iyi bilen Kanûnî Sultan Süleyman doğu İslam kültürüne vakıf olduğu gibi batı kültürünü de çok iyi tanımaktaydı. Kanûni Sultan Süleyman, Türk Divan Edebiyatı ve şiirine eşsiz ve ebedi mısralar kazandıran ve en çok şiir yazan şairlerimizin başında gelir. Muhibbî, aşk ıstırabı, kanaat, tevazu, felekten şikâyet gibi, her divan şairinde görülen klasik konuları işlemiştir. Çağdaşı olan 'Zati den sonra en çok şiir yazan divan şairidir. Bunca devlet işi, seferleri, savaşları ve diğer işleri arasında bu kadar şiir yazabilmiş olması oldukça şaşırtıcı bir durumdur.
Kanuni sadece edebiyata  değil müziğe, minyatüre ve el sanatlarına da çok değer veren bir hükümdardı. Zamanında HAYALİ, BAKİ, Zati, Taşlıcalı Yahya,  Usuli, FUZULİ',  gibi çok değerli şairler yetişmiş bu şairlerin pek çoğuna ihsanlarda bulunmuştur. Osmanlı devrinin en önemli  Minyatürcülerin olan Matrakçı Nasuh'u da korumuş, pek çok seferine Matrakçı Nasuh ’u da götürmüş fethedilen ve görülüp gezilen yerlerin minyatürlerini de yaptırtmıştır.
En sevdiği adamlarından biri olan PARGALI İBRAHİM PAŞA ile tanışması onun sanata ve sanatçıya verdiği değeri göstermesi bakımından önemlidir. Manisa da Şehzade olarak görev yaparken bir evden keman sesi duyarak kimin çaldığını öğrenmek istemiştir. Kemanı çalan kişi PARGALI İBRAHİM ’dir. Bunun üzerine PARGALI İBRAHİM ’i yanına almış ve uzun müddet yanında muhafaza etmiş, şehzadeliği sırasında onu doğancı başı, hükümdarlığı esnasında da Has odabaşlığına kadar yükseltmiştir.
Bu büyük hükümdarın devrinde yüzlerce büyük sanatçı, mimar, Minyatürcü,  Şair , yazar, coğrafya bilgini yetişmiştir. Edebiyyata;a HAYALİ, BAKİ ,Zati ,  Taşlıcalı Yahya, Usuli, FUZULİ',  gibi İlim’de; Zenbilli Ali Efendi, İbn Kemal ( Şeyh'ül islam- Kemal Paşazade- ve Ebussuud Efendi… Mimaride; Koca Sinan… Tarih’te; Selanikî Mustafa, Âli, Celâlzâde Mustafa, Nişancı Mehmet… Coğrafyada; Piri Reis,… Denizcilikte; Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis… Minyatürde Matrakçı Nasuh. Önde gelen isimlerdendir.
Muhibbi beğendiği şairler olarak,Ali Şir Nevai, (15.yy) ,,Genceli Nizami , Hafızı Şirazi gibi şairlerin ismini zikreder. Çağdaşları Fuzuli, Baki, Hayali gibi dev şairlerin ismini zikretmez. [7]Onun üzerinde en çok etki eden şair olarak Nizami Gencevi gösterilebilir. Şiirlerini ince hayal, nazik ve rengin edasıyla Nizami’nin şiirlerine benzetir. [8] Kanuninin Muhibbi mahlası ile yazılmış bir divanı vardır. Muhibbî, kelime manası olarak Arapça "hubb" kökünden "seven, sevgi besleyen, dost" anlamlarına gelir. Muhibbî veya vezin gereği nadiren de olsa Muhib, Sultan Süleyman, Meftûnî, Âcizî mahlaslarını kullandığı hacimli divanında tam 2779 adet gazel bulunmaktadır ki, Divan şairleri arasında en fazla gazel yazmış olan Zâtî'nin bile ulaştığı gazel sayısı 1825'tir. Kanuni böylece Divan edebiyatının gazel rekorunu kırmıştır.[9]
Devrinin ünlü şairlerinden HAYALİ, BAKİ ,Zati , FUZULİ', gibi şairlerin etkisinde kalan Muhibbî, İran şiirinde de başta Genceli Nizami olmak üzere Selman ve  SA'Dİ ŞİRAZİ den etkilenmiştir. Bazen şiirlerinde vezin bulamamış  şekil ve  ahengi bozmuştur. Çok şiir yazması ve yazdıklarıyla yeniden uğraşacak vakit bulamamasından dolayı devrinde ikinci sınıf bir şair olarak tanınmıştır.[10] Şiirlerinde devrinin örf adet, inanç ve zevkini yansıtırken, deyimlerden, atasözlerinden sosyal hayata dair unsurlardan faydalanmıştır. Vezne pek dikkat edememekten kaynaklanan ahenk bozukluklarına düştüğü birçok şiirinden şiirlerinin üzerinde çok durmadığı anlaşılır. Bu kusurlara düşmesinin diğer bir nedeni de çok sayıda şiir yazmış olması gösterilebilir.
Şiirlerinde Şehzade Cem Sultan,ve Avni- (Fatih Sultan Mehmet 'in de etkileri görülür. Devrinin diğer şairleri gibi aşk ve tabiat konularının dışına çıkamamıştır. Yalnız bir-iki şiirinde kahramanlık duygularını işlemiş, İran üzerine askeri ile yürümeyi arzu ettiğini dile getiren kahramanlık konulu şiirler yazmıştır. Askerlik ve harp duygularını dile getiren şiirlerde onun muzaffer olma duygularını okuruz.
Allah Allah diyelim rayeti şanı çekelim
Gözüne sürme deyu dudu siyahı çekelim
Payimal eyleyelim kişverini surhu serin
Yürüyüp her yane dek Şarka siyahı çekelim[11]
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
6 notes · View notes
tariholmak · 3 years
Text
Tumblr media
Uluğ Bey (d. 22 Mart 1394-ö. 27 Ekim 1449) Timur İmparatorluğu’nun 4. Sultanı ve Türk matematikçi, astronomi bilgini. Asıl adı Muhammed Taragay olup, Timur tarafından çok sevilmesi nedeniyle Emir-i Kebir’in türkçe karşılığı olan Uluğ Bey olarak anılmıştır.
4 notes · View notes
belkidebirharfimben · 4 years
Text
Bitlisli Said Nursî'den Bitlisli Fuat Sezgin'e: İslam bilimin neresinde?
"İnsafsızca, aldatıcı cerbeze ile muvazene etmekle, Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedennîyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir." İlk Dönem Eserleri'nden. Mürşidim, ta Lemeat'ını telif ettiği Eski Said döneminden beri, şöyle bir iddianın sahibidir: "Bunu da inkâr etmem: Medeniyette vardır mehasin-i kesire. Lâkin onlar değildir ne Nasrâniyet malı, ne Avrupa icadı, ne şu asrın san'atı. Belki umum malıdır. Telâhuk-u efkârdan, semâvî şerâyiden, hem hâcât-ı fıtrîden, hususen şer-i Ahmedî, İslâmî inkılâptan neş'et eden bir maldır. Kimse temellük etmez." Yeni Said döneminde ise bu görüşünün 'medeniyette vardır mehasin-i kesire' kısmında değişiklik yapar: "Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semâvî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hatâları, zararları, fâidelerine râcih geldi." Kastamonu Lahikası'nda yeralan bu cevabın sorusu da tam bir ayraç gibidir: "Sen eskiden Şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan mim'siz diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?" Ancak tesbitin diğer kısmında hiçbir değişiklik yoktur. Yani, Bediüzzaman, Batı 'deniyeti' (me'siz) dediğimiz şeyin 'mehasin/güzellikler' kısmında, bütün insanlık tarihi, özelde de İslam tarihi adına hak iddia etmektedir. Ondaki gelişmelerin 'umumun malı' olduğunu düşünmektedir. İşte, geçtiğimiz aylarda okuduğum bir kitap vesilesiyle, bir güzel insanın daha bütün hayatını 'bu cümlenin altını doldurmakla' geçirdiğini öğrenmiş oldum. Evet. Sanki onun hayatı/çalışmaları tastamam şu tesbitin bir şerhi idi. Ürettiği eserler/müzelerle insanlığa tastamam bunu anlatmaya çalışıyordu. Elhamdülillah. Bu kadar medihten sonra ismini verelim artık. O kişi merhum Fuat Sezgin Hoca'dır. O eser de Sefer Turan'la söyleşilerinden oluşan Bilim Tarihi Sohbetleri'dir. Kitabın girişinde mezkûr 'bakış açısı değişikliği'nin müslümanları nasıl bir vartadan kurtaracağını şöyle izah ediyor Turan: "Fuat Sezgin Hoca, çalışmalarını sürdürürken, İslam âlemindeki okullarda 'İslam bilim tarihi' hakkında olumsuz ve önyargılı bilgilerin kaldırılmasının ve yerine doğru bilgilerin konulmasının gerekli olduğunu vurguladı. Böylelikle dünyaya bakış açımızın değişeceğinin farkındaydı aslında. Zira her türlü tecrübe zorlu olarak perspektifle ilgilidir." Kitabın ilerleyen kısımlarında bunu bizzat Sezgin Hoca'nın dilinden de okuyoruz: "İlk önce hocalara seslenmek istiyorum. Talebelerini aşağılık duygusundan kurtarmaya çalışsınlar. Türk milletini aşağılık duygusu bir kanser gibi kemiriyor. (...) Müze kurmaya çalışıyoruz. Bu kanserin tedavisine oradan başlayacağız inşaallah." Sefer Bey'in izah istemesi üzerine de şunları ekliyor hoca: "17. yüzyılın başlarından itibaren müslümanlar bakıyorlar ki Avrupalılar teknolojide bizden ileri. Mesela: Avrupalıların ellerindeki topu görüyorlar ama bizden aldıklarını bilmiyorlar. Pusulayı görüyorlar ama bizden aldıklarını bilmiyorlar. Bunları gördükçe aşağılık duygusu gelişiyor." Kendi okullarımızda bilim tarihimize dair aktarılan yanlış bilgilere de şöyle misal veriyor: "Süslü püslü bir hanım öğretmenim vardı. O derste bize diyordu ki: 'Müslüman âlimler dünyanın öküzün boynuzunda olduğuna inanıyorlar!' Bunun tashihini hiçbir lise kitabında görmedim. Bilgiyi üniversiteye kadar taşıdım. Alman hocam Hellmut Ritter'in sayesinde etütlere girdim. Gerçekleri gördüm. Frankfurt'taki çalışmalarımdan sonra baktım ki: Müslümanlar dünyayla güneş arasındaki en kısa mesafenin en uzak noktasının yıllık ne kadar değiştiğini saniyelerle hesaplayabilmişler. Yine Birûnî dört mevsimin süresini tutuyor. Diferansiyel matematikle çözüyor. Bu bilgilerle hoca hanımın söylediği laf arasındaki farkı daima düşünüyorum." Peki tarihte aslında yaşanan nedir? Bilim tarihine bakıldığında 'doğru görüş' nasıl şekillenmelidir? Buna dair düşüncelerini de şöyle aktarıyor hoca: "Alman bir âlim arkadaşım vardı. Matthias Schramm diye bir dâhi. İbnü'l-Heysem'in Fiziğe Götüren Yolu diye bir kitap yazdı. (Bende olduğu gibi) onda da bu fikir vardı: 'Bilimler Tarihi insanların müşterek mirasıdır' diye. Ben buna inanıyorum. Bilimler sıçramalar yapmıyor. Esasında yavaş yavaş tekamül ediyor. Bir Fransız âlimi de söylüyor: 'İnsanlar keşfetmiyor, insanlar geliştiriyor.' Bugün biz, 21. yüzyılın başında bütün insanlığın geliştirdiği bu bilimler manzumesinde, maalesef Müslümanların 800 yıllık sıradışı keşiflerinin Bilimler Tarihi'ndeki yerini bulamıyoruz. İşte Almanya'da Bilimler Tarihi profesörü olma mesuliyetini üzerime aldığım günden itibaren, bende bir hasret, bir yanılgı hissi olarak, bu sorumluluk duygusu gelişti. 'Bunu nasıl değiştirebiliriz?' Ona gayret ediyorum." "Ben şu neticeye vardım: Müslümanlar M.S. 7. yüzyıldan itibaren bilimleri Yunanlılardan, Hintlilerden aldılar. Müslümanların bir meziyeti vardı. Bilimi alırken Hıristiyan olsun, Yahudi olsun, ne olursa olsun insanları hoca olarak kabul ettiler. Müslümanlar onlardan süratli bir şekilde öğrendi. İki yüzyıl sonra müslümanlar bu ilk merhaleyi, yani başkalarından almayı geride bırakarak sıradışı eser ortaya koymaya başladı. Hatta Müslümanlar onlardan bilgiyi alırken, hocalarının faziletlerini hiçbir zaman unutmadılar, onu söyleyeyim. Müslümanlar evvela orijinal eserler ortaya koymaya başladılar. Bu süreç 800 yıl sürdü. Miladi 850 yılından itibaren, 16. yüzyılın sonuna kadar Müslümanlar, ilimde mütemadiyen yeni şeyler keşfettiler. Yeni ilimler kurdular, eski ilimleri geliştirdiler ve ilerde kurulacak bazı bilimlerin temellerini attılar. Ondan sonra İlimler Tarihinde önderliklerini yavaş yavaş kaybettiler. 'Bugün Avrupa'daki bilimler, İslam bilimlerinin bir başka coğrafyada, değişik tarihi şartlar içerisindeki devamından ibarettir' diye tanımlıyorum." Kitapta hayretten damağınızı şaklatacak buna benzer birçok bilgi var. Birkaç cümlecikle hızlı geçişler yapayım: "Meteoroloji tarihini yazarken gördüm ki: Avrupa'nın 18.-19. yüzyılda vardıkları neticelere müslümanlar 9. yüzyılda varmışlar. Mesela: 'Rüzgar nasıl ortaya çıkar? Med ve cezir nasıl olur? Dolu nasıl oluşur?' gibi meteorolojik meseleleri müslümanlar 9. yüzyılda biliyorlardı." Yine başka bir bölümde: "Birûnî 27 yaşındayken 18 yaşındaki İbn-i Sina'yla yazılı bir münakaşaya giriyor. Konu nedir biliyor musunuz? 'Işığın sürati ölçüsüz müdür, yani namütenahi midir, yoksa ölçülebilir mi? Yani zamanla ölçülebilir mi?' Ne müthiş birşey değil mi!" Ve yine başka bir bölümde: "Mesela: Galen'in kendi adıyla göze dair bir kitabı vardı Avrupa'da. 1928 senesine kadar bu kitap onun zannedilirdi. Julius Hirschberg adlı yahudi kökenli bir alman bilgini bunun Huneny b. İshak'ın kitabının tercümesi olduğunu keşfetti. Hirschberg, İslam'daki göz tıbbının, daha 10. yüzyılda Avrupa'daki 18. yüzyıl düzeyinde olduğunu göstermişti." Yazıyı uzatmak istemediğim için daha fazla alıntı yapmıyorum. En güzeli kitabı edinip bizzat okumanız. Belki o zaman, Bitlisli Fuat Sezgin'in, yine Bitlisli Said Nursî'nin 1900'lerin başında beyan ettiği şeyin altını nasıl bir ömürle, birçok eserle, müze çalışmasıyla, makaleyle doldurduğunu şaşkınlıkla/takdirle göreceksiniz. Ve Bediüzzaman'ın böyle bir noktada durmasının hikmetini de anlayacaksınız. Evet, güzel insanlar, kafayla-kalple-fikirle tastamam bu toprakların evlatları olarak, dayatılan yalanlara/ezberlere direndiler. Gelecek nesillerin 'algı-gayret yönetici illüzyonlar' karşısında özgüvenlerini yitirmemesi için bunları yaptılar. Şimdi bize düşen de aynı izzeti kuşanıp tekrar ayağa kalmak. Tıpkı Münazarat'ın bağırdığı gibi dünyanın yüzüne bağırmak: "Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da yalnız bizim için tedennî dünyası olsun?"
4 notes · View notes
haytaogluyunus · 12 days
Text
Tumblr media Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 19 NİSAN(2015)
KİMYA, MOLEKÜLER BİYOFİZİK, BİYOKİMYA VE MATEMATİK DALINDA DÜNYACA ÜNLÜ AKADEMİSYEN, BİLİM ADAMI, TÜRK MİLLİYETÇİSİ:
PROF. DR. OKTAY SİNANOĞLU’NUN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
Oktay Sinanoğlu(25 Şubat 1935, Bari- 19 Nisan 2015, Miami), Türk kimya mühendisi ve
akademisyen. Kimya, molekülerbiyofizik, biyokimyave matematikalanlarında dersler vermiştir. 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verilmiştir.[2]Türkiye'de akademik çalışmalarıyla olduğu kadar, Türkçeile ilgili politik görüşleriyle de tanınmaktadır.
25 Şubat 1935 yılında Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu'nun başkonsolos olarak görev yaptığı İtalya'nın Bari şehrinde doğdu. II. Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından 1939'da ailesiyle Türkiye'ye döndü.
Oktay Sinanoğlu, 1953 yılında TED Ankara Yenişehir Lisesi'nden birincilikle mezun oldu. 1953 yılında okul bursu ile ABD'ye gitti. 1956'da Amerika Birleşik Devletleri'nde, Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'ndenkimya mühendisi olarak[3]mezun oldu. 1957'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsündeyüksek lisansını tamamladı. Aynı yıl "Sloan Ödülü"nü kazandı.
Doçentlik tezini tamamlamasının (1958-1959) ardından Berkeley'de teorik kimyaalanında doktorasını tamamladı (1959-1960). Doktora danışmanı Kenneth Pitzer'dı.[4]
21 Aralık 1963 tarihinde Yale Üniversitesinde öğrenci olan Paula Armbruster ile evlendi. Evlilik töreni The Branford College Chapel of Yale'de yapıldı.[5]Bu evliliğin ardından, Dilek Sinanoğlu ile evlendi ve bu evliliğinden ikiz çocukları oldu.
19 Nisan 2015 tarihinde Amerika'nın Florida eyaletinde hayatını kaybetti.[6]Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir. Karacaahmet Mezarlığı'nda annesi Rüveyde Sinanoğlu ve kız kardeşi Esin Afşar Aral'ın yanına defnedilmiştir.
1960'ta Yale Üniversitesinde öğretim üyesi oldu. 1 Temmuz 1963 tarihinde kimya alanında tam profesörlük unvanı alarak, 20. yüzyılda Yale Üniversitesinde "tam profesörlük" unvanını en genç yaşta kazanan öğretim üyesi olduğu açıklandı.[8]İlerleyen zamanlarda, son yüzyılda tam profesörlük unvanını alan en genç ikinci öğretim üyesi olduğu ortaya çıktı. Yale Üniversitesinin son 300 yıllık tarihinde tam profesörlük unvanını alan üçüncü en genç öğretim üyesi olduğuna inanılmaktadır.[9]
1964 senesinde Yale Üniversitesinde teorik kimya bölümünü kurdu. Yale'deki görevi boyunca, atom ve moleküllerin çok-elektron teorisi (1961),[10]Çözgeniter teorisi (1964),[11]kimyasal tepkime mekanizmaları teorisi (1974),[12]mikrotermodinamik (1981) ve değerlik kabuğu etkileşim teorisi (1983)[13]çalışmalarını gerçekleştirdi. 1988 senesinde, laboratuvar ortamında birleştirilecek olan kimyasalların, birleştirmenin ardından nasıl tepki vereceklerini öngörebilmek amacıyla, kendi geliştirdiği matematik teorilerine dayanan devrimsel bir yöntem olan ve Sinanoğlu indirgemesi olarak adlandırılan yöntemini yayınladı. Yale'de 37 sene çalıştıktan sonra, 1997'de emekli oldu.
Yale'de çalıştığı süre boyunca, çeşitli Türk üniversitelerine, TÜBİTAK'a ve Japan Society for the Promotion of Science'a (JSPS) danışmanlık yaptı. 1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti Oktay Sinanoğlu'na danışman profesör unvanı verdi. 1975 yılında çıkartılan özel kanunla devlet tarafından kendisine "cumhuriyet profesörü" unvanı verildi. 1966'da kimya dalında "TÜBİTAK Bilim Ödülü"nü, 1973'te kimya dalında "Alexander von Humboldt Research Award"ı ve 1975'te "International Outstanding Scientist Award of Japan"i kazandı. 1973'te "fahri büyükelçi" olarak Japonya'ya gönderildi. Sinanoğlu ayrıca Nobel ödülü için iki defa aday gösterildiğini söylemiştir.
1997 yılında Yale'den emekli olmasının ardından Yıldız Teknik Üniversitesinde profesör olarak çalışmaya başladı ve 2002 senesine kadar Yıldız Teknik Üniversitesi kimya bölümünde çalışmaya devam etti.
Sinanoğlu birçok bilimsel kitap ve makale yazdı ve birçoklarına da katkıda bulundu. Ayrıca Hedef Türkiye ve Bye Bye Türkçe (2005) gibi eserlere de imza attı.
Yaşamı boyunca kuantum mekaniğine birçok katkıda bulundu. Paul Dirac'ın da üzerinde uğraştığı ancak çözemediği kuantum mekaniğinde Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri problemini çözdü.
TÜRKÇE İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ VE ÇALIŞMALARI
Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok toplumda bir Türkçe bilinci oluşturmaya adadı ve Türkçenin yabancı dillerin istilası altında olduğunu vurguladı. Eğitim dilinin Türkçe olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savundu. Türkçede bulunan yabancı kökenli olduğunu söylediği bazı kelimelere çeşitli karşılıklar önerdi.
Tüm ifadeler:
0 notes
alintikitap · 5 years
Photo
Tumblr media
"O zamanlarda (karaburun) adı verilen dağlık memlekette bir Türk köylüsü ortaya çıktı. Adı geçen köylü Türklere vaaz ve öğütlerde bulunuyor; kadınlar dışında olmak üzere yiyecekler, giyecekler, evcil hayvanlar ve arazi gibi şeylerin tümünün ortak mal kabul edilmesini öneriyordu." . Bizans tarihçi Dukas . Bedreddin, mesleki yoluna ortodoks bir din bilgini olarak başladı ve cağının şii etkisindeki tasavvufundan uzak durdu. Kahire, Bağdat, Halep ve Mekkeye uzanan araştırma gezisi sırasında, Islam'daki din bilim ve felsefe öğretilerini tek tek inceledi. . Bedreddin'in sırtına mutasavvıflığının giydiği kaba yün elbiseler geçirdiği, elinde avucunda ne varsa hepsini dağıtıp armağan ettiği, kitaplarını Nil'e attığı anlatılmaktadır. (Menakıbname) . Şeyh, panteist bir dünya görüşünden yanadır. "Cehalet döneminde insanlar gözle görülür elle tutulur putlara inanıyolardı. Şimdilerde ise gönüllerini görünmez putlara verdiler." demişti. Inanctan çok aklın mantığına güveniyordu. Şeyh'in tanrısı evrendir. Tanrısal güçlerin aslında doğanın yasalarından başka bir şey olmadığını savunmaktadır. Şeyh Bedreddin, 1416 da Serez çarşısında herkesin gözü önünde asıldı. . #şeyhbedreddin (Ankara Mamak Misket Şahintepe) https://www.instagram.com/p/B28kfNnJiNo/?igshid=8p5t8866s2tw
2 notes · View notes
huseyinerol3453 · 2 years
Photo
Tumblr media
MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI!.. 1. Akşemseddin: Pasteur ’dan 400 sene önce mikrobu bulmuştur 2. Ali Kuşçu: Büyük astronomi bilgini. İlk defa ayın şekillerini anlatan kitabı yazmıştır. 3. Ebul-Vefa: Trigonometri’de tanjant, cotanjant, sekant, kosekant ’ı bulan büyük alimdir. 4.Biruni: İlk defa dünyanın döndüğünü ispat etmiştir. 5. Ebu Kamil Şü’ca: Avrupa'ya matematiği öğretmiştir. 6. Ebu Ma’şer: Med-Cezir (Gel-Git) olayını ilk o bulmuştur. 7. Battani: Dünyanın en büyük kaşifidir. Trigonometrinin kaşifidir 8. Cabir Bin Hayyan: Atom bombası fikrinin babası ve kimya biliminin atası büyük alim... 9. Cezeri: 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır. 10. Demiri: Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmıştır. 11. Farabi: Ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır. Sesin fiziki izahını ilk defa o yapmıştır. 12. Gıyasüddin Cemşid: Matematikte ondalık kesir sistemini ilk o bulmuştur. 13. İbn Cessar: Cüzzamın sebebini ve tedavisini 900 sene önce açıklamıştır 14. İbn Hatip: Vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklamıştır. 15. İbn Firnas: Wright kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirdi. 16. İbn Karaka: 900 sene önce harika bir torna tezgahı yapmıştır. 17. İbni Türk: Cebirin temelini atan bilginlerdendir. 18. İdrisi: Yedi asır önce bugünkü ne çok benzeyen dünya haritası çizmiştir. 19. İbni Sina: Eserleri Avrupa üniversitesinde 600 sene ders kitabı olarak okutmuştur. Tıbbın babasıdır. AVRUPA'ya göre adı: AVICENNA’dır!.. 20. Kadızade Rumi: Yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uyarlamıştır. 21. Kambur Vesim: Verem mikrobunu R. Koch’tan 150 sene önce keşfetmiştir. 22. İbnünnefis: Avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımını keşfetmiştir. 23. Piri Reis: 400 sene önce bugünküne en yakın haritasını çizmiştir.. İnsanlığın aydınlık yarınlara ulaşması için her türlü gayret ve fedakarlığı yapan bu değerli büyüklerimizi rahmetle, özlemle ve saygıyla anıyoruz. Mekanları Cennet olsun. Amin inşaAllah. En içten dileklerimle selam ve dua ile 🤲 https://www.instagram.com/p/CbnaKFuqCmm/?utm_medium=tumblr
0 notes
cinaraslan · 2 years
Text
📗ULUĞ BEY, Timur İmparatorluğu'nun 4. sultanı ve Türk matematikçi ve astronomi bilgini.📌
İYİ Kİ DOĞDUN ULUĞ BEY 🇹🇷✊🏻
Tumblr media
1 note · View note
otadam · 6 years
Text
Yazılarımın bazı yerleri karışık oluyormuş. İmla hataları, yazım yanlışları ve cümle bozuklukları varmış. Cümleler de birbirine giriyormuş. Arkadaşlar ben dil bilgini değilim. Hiçbir hataya tahammül edemiyormuşsunuz da hayatınızın hiçbir yerinde bir hata yokmuş gibi birkaç ufak detaya takılıp yazdıklarımda verilmek istenen asıl mesajı anlamıyorsanız ve o yanlışlardan rahatsız oluyorsanız lütfen yukarıdaki takibi bırak bölümüne tıklayarak **** gidebilirsiniz. Sizi zorla tutan kimse yok. Hatta gitmeniz konusunda ısrarcıyım da. Ben size beşyüz kere kontrol edilmiş, hatalardan ayıklanmış, süslü bir metin vaad etmedim hiç. Bunun için kasıntı hareketlerde ve yazılarda da bulunmadım. Aklıma geldiğini geldiğini gibi, istediğim şekilde yazdım. Ben hatalarla dolu bir varlığım ve benim olan her şeye de kendimden veririm. Hatalarımla da mutluyum. Kendime, yaptığım yanlışlara hiç tahammülsüz olmadım. Kendi mutluluğunuz için sizin de böyle olmamanızı dilerim. Takılmanız gereken detaylar bunlar değil. Hayatta değiştirilmesi gereken çok fazla yanlış varken bırakıp eksik olan birkaç harf ve karışık olan birkaç kelime olsun.
Dipçe: Şu an konuştuğumuz dil olan ve Edebiyat bilginlerinin tabiriyle Türkiye Türkçesi Oğuzca'dan gelmektedir. Oğuzca da Kök Türkçe'nin kollarından biridir. Hazar’ın güneyinden batıya uzanan ve Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan ve Güney Azerbaycan), Anadolu, Adalar, Rumeli, Irak ve Suriye’de konuşulan Türkçeye Batı Türkçesi denmektedir. Bugünkü yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi Batı Türkçesi grubunda yer almaktadır. Türk yazı dilinin bu kolu Oğuz lehçesine dayandığı için Oğuz grubu olarak da adlandırılır. Farsça ve Arapça'dan fazla miktarda etkileşerek evrilmiştir. Diller canlı varlıklardır ve birbirlerinden etkileşerek değişirler. Kullandığımız kelimelerin kaç tanesinin Türkçe köklü olduğuna dair hiçbir fikri olmayan Farsça kelimelerle konuşmasını süsleyen birkaç arkadaşımız "de-da'yı yanlış yazanlara tahammül edemiyorum" moduna girmişler. Türkçe de-dayı, soru eklerini, bağlaçları doğru yazmaktan ibaret bir dil değil. Hatta Türkçe'de soru ekleri birleşik yazılırken sonradan başka bir dilden alınan olumsuzluk ekiyle karışma olmasın diye ayrı yazılmaya başlandığını biliyor muydunuz?
Konuşma önemli. Onu geliştirip daha fazla kelime bilmek de çok önemli. Birkaç eki bitişik ya da ayrı yazmak ise değil. Bunlar anlam karmaşasını biraz olsun engellemek için oluşturulan detaylar. Konuşmanın içeriğine takılın. Moda olan detaylara değil. İlla detay istiyorsanız da gidip dilinizin tarihini, değişimlerini, gerçek özelliklerini öğrenin, biaz etimoloji okuyun da ufkunuz genişlesin. Dil iletişim aracıdır. Bunu birbirinizi anlamak için kullanın. İlla birilerini yargılayacaksanız bu yazım yanlışlarından dolayı olmasın, düşüncelerinden, tavırlarından dolayı olsun.
19 notes · View notes
vaktiylebiratsiz · 6 years
Photo
Tumblr media
Nihal ATSIZ, Ötüken, 23 Temmuz 1966, Sayı: 31 – 32
Tarihimizin bazı büyüklerine karşı saygısızlıkta bulunmak, yahut Türk ırkının şu veya bu bölümlerini birbirine düşman saymak gibi yanlışlıklar sık sık yapılmaktadır. Bunların arasında en yaygını Çengiz ve Temir düşmanlığıdır. Bu düşmanlığı yapanlar arasında Şarlman”la Şarlken”i birbirine karıştıran felsefeciler bulunduğu gibi tarihçi geçinenler de vardır.
Bu tarihçi geçinenlerden biri Türk soyunun güzelliği hakkında yazdığı bir gazete makalesinde yine dinî taassup sebebiyle Çengiz ve Temir”den “mahlûkat” diye bahsederek onların sarı “Moğol” ırkından olduğunu Türklerin ise beyaz ırkın mümessili olduğunu ileri sürdü.
Artık ilmî bir değeri kalmayan bu eskimiş sarı ırk, beyaz ırk tabirleri yanında muharririn Çengiz ve Moğollar hakkındaki son neşriyattan da habersiz olduğu, bu yazıları kırk yıl önceki ilmin kırıntılarıyla yazdığı anlaşılmaktadır.
Burada tafsilâta girişerek, bazı gençlerin sorularını cevaplandırmak üzere, şimdiye kadar varılan ilmî sonuçların özetini vereceğim:
1- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).
2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollar”a (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollar”la dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarlar”ın da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen “budun”lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylar”dır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.
3- Fakat Çengiz”in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasî bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.
4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarlar”ı, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.
5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türkler”le Moğollar”ın ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.
6- Türkler”in kendileri de “Tatar”ı Türkler”in bir parçası ve belki de Doğu Türkçe”siyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşah”la birlikte Anadolu”ya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.
7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicrî 843”te yazılıp tarafımdan yayınlanan bir tarihî takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihî Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi). Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye”de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türk”e düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türkleri”ni veya Tatarlar”ı yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını millî bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumî bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, batılılara karşı da gösterilirdi.
8- Türkler”le Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türk”tü. Çengiz”in Türklüğü tarihî geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941”de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946”da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66) Çengiz Kaan”ı 1221”de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz”in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler”den inen büyük bir uruktur. Çengiz”in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengiz”in aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin”in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçe”de “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca”da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.
Çengiz”in ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengiz”in oğullarından Çağatay ve Ögedey”in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.
9- Aksak Temir Bek”in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir”in Türklüğüne engel değildir. Temir”in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir”in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir”in anadili de Türkçe”dir.
10- Ne Çengiz ne Temir Bek, Aryanî tipinde değildi. Klâsik Türk tipi bazı sahtekârların iddia ettiği gibi Hind Avrupa tipi olmayıp Çinlilerle Aryanîler arasında orta bir tiptir. Mezarlardan çıkan kafatasları, eski heykeller, eski duvar resimleri ve tarihî tavsifler bunu gösterdiği gibi Arap ve Fars şiirlerinde de çekik gözlü Türk güzellerinin övülmesine dair birçok örnek vardır. Milâdî 1114”te, yani daha Çengiz”in ve Moğollar”ın ortaya çıkmasından ne kadar önce ölmüş olan Zemahşerî”nin bir Türk güzeli hakkında yazdığı şu şiirlere bakın:
“O ne kutlu bir gündü ki Yâfes kızlarından güzel ve cilveli bir kıza malik olmuştum. O güzel gözleri her ne kadar dar ise de sihir kârlık bakımından geniştir. Baktığı vakit gözlerinin karası görünürse de güldüğü zaman bu siyahlığın hepsi kaybolur.” 
11- Oğuzlar”ın da vaktiyle tam klâsik Türk tipinde olduklarının en büyük delili daha Selçuklu devleti kurulmadan önce ölmüş bulunan Mes”ûdî”nin kaydıdır. Mes”ûdî “Oğuzlar çekik gözlüdür. Fakat onlardan daha çekik gözlü olanlar da vardır.” demektedir. Genellikle Oğuzlar”ın torunları olan bugünkü Türkiye Türkleri”nin arasında da bu tipin tam veyâ biraz değişik örnekleri çok sayıda göze çarpmaktadır. 
 13- Son zamanlarda Kül Tegin anıtının bulunduğu yerde keşfedilip Kül Tegin”e ait olduğu iddia edilen heykelin tipi arkaik Orta Asya tipidir. Herhalde Kül Tegin”in veya Gök Türkler”in de “Moğol” olduğu iddia edilemez.
14- Selçukluların İranlı saray şairlerinden “Dih Hudây Ebu”l-Ma-âlîyi”r Râzi” Selçuk sultanının sarayındaki Türk kölemenlerden bahsederken şöyle demektedir: “Hepsi Kırgız ve Çin kökünden olan servi boylular, hepsi Yağma ve Tatar tohumundan olan gül yüzlü güzeller. Aralarında gümüş çeneli Oğuz ve Kıpçak güzelleri, mis yüzlü ve ay gibi Kay ve Kimekler de var. Tanrım, bu Türk çocukları ne güzel şeyler ki onlara bakan insanın gözleri bahar gibi olur.”
Buradaki Çin”den maksat uzakdoğu Türkleri ve belki de Moğollardır. Tatarlar”ın Yağmalarla birlikte gül yüzlü güzeller olarak gösterilmesi onların su katılmamış Türklüklerine en büyük delildir.
15- Bugün özellikle “Tatar” denilen Türkler Kazanlılarla Kırımlılardır. Kazanlılar eski Bulgar Türklerinin, Kırımlılar da Kıpçakların torunlarıdır. Yani bugün siyasî ve hatta coğrafi bir anlamı olan Tatar kelimesini bir Moğol uruğu, yahut Türk”ten başka bir şey diye düşünmek imkânsızdır.
Bu şartlar içinde Türk tarihinin iki büyük şahsiyeti olan Çengiz Han ile Temir Bek”i Türk”ten gayrı ve hele Türk düşmanı olarak görmek, göstermek ve düşünmek tarihi tahrif etmekten başka bir şey değildir. Özellikle Tatar kelimesini Moğol veya gayrıtürk bir millet anlamında kullanmak hiçbir şey bilmemek demektir.
Türkler, Türk tarihinin birinci sınıf insanlarından bazılarını tenkit etmek, beğenmemek, sevmemek hakkına maliktirler. Fakat hanedanlar arasındaki rekabetler dolayısıyla bunlardan birini tutarak onun hasmını millî düşman diye ilan edemezler. Irk davalarında coğrafyanın hiçbir değeri yoktur.
Türkler”den bazılarını millî düşman diye göstermek hem tarihi değiştirmek, hem de yarınki Türk birliğini baltalamak olur. Bu baltalama, tarihî düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir.
37 notes · View notes