Tumgik
#savaş ve açlar
vinceverbatim · 6 months
Text
"
Baktılar, yarın sabah kesilmek üzere bir yığın koyun, keçi şimdiden itile kakıla mezbahaya sokuluyordu. Bunları gören Temel Çavuş, bir sigara sarmaya çalışarak:
"İşte, biz de vaktiyle Yemen çöllerine bu koyunlar gibi sürüldük, dedi. Araplarla çölün sıcağı, tifo, diş hastalıkları, dizanteri canimuza okudu. Yüzlerce Trabzonlu hemşerimizi kumlara gömdük. Bizum tönmemuz bile bir mucizedur uşağum. İnşallah, bundan böyle bir savaş çıkmaz da küçükleri okuturuz. İki yakamız bir araya gelur. Biz gidup cephede savaşırken beride herkes kesesini doldurup zengin olayi. Ben, Yemen'de yedi yıl kalıp geri döndüğümde memlekette oğullarını askere vermeyen zenginlerin bir kat daha zenginleştiklerini gördüm. Balkanlar'da bir savaş olacak diyenler var ama inşallah yalandır. Yoksa bizi yine alıp o salhaneye sürmektan çekinmezler. Yalağuz beni değil seni de alıp götürürler Allah etmesun."
Hasan İzzettin Dinamo, Savaş ve Açlar
9 notes · View notes
a-y-i-s-i-g-i · 1 year
Text
Ne çok açlık var.
Aslında böyle başlamamalıyım söze: Mesela, demeliyim ki, Kunt Hamsun Açlık adlı bir roman yazdı. O romanda beni etkileyen en dokunaklı bölüm serçe parmağından daha küçük kalmış olan kurşun kalemini mezatçıya vermek istediği bölümdür. Yazar için çok değerli olan o kalem mezatçı için çöpe atılacak bir parçadır. Ve fakat açlık insanın değerlerini alt üst eden bir haldir. Ve belki de en büyük eğiticidir.
Ne çok açlık var.
Ne çok aç var.
İktidara aç, paraya aç, güce aç, itibara aç, aşka aç, sevgiye aç, bilgiye aç, ilgiye aç, görünmeye aç, keyfe aç, lezzete aç, dünyaya aç, görmeye, gezmeye aç, beğenilmeye aç ne çok insan var…
Hatta insanlığa aç niceleri var.
Belki de bu dünyayı döndüren açlıklarımız; bir şeylere olan doymayan haris yanımız.
Dünyadaki kıtlıkların asıl sebebi artık biliyoruz ki açlar değil aç gözlülerdir. Fukaralığın asıl sebebi, tembellik değil; yüküne yük katanların, zenginliğine zenginlik katanların aç gözlülüğü. Bu yaşlı dünya açları doyuracak kadar kaynağa sahip ama açgözlüleri doyuracak kadar sonsuz bir kaynağa sahip değil.
Ömründe hiç sevilmemiş olan bir insanı bir gülücük bile doyurur.
Ömründe aşktan pay almamış olan bir insanı bir bakış bile doyurur.
Ömründe güçten bir parça almamış olan bir insanı bir yiğidin sırt vermesi doyurur.
Ömrünce muktedir olmamış olan bir insanı emir almadan yaşadığı bir gün bahtiyar eder.
Ancak hep sevilmiş, her adımda başka bir aşkla sarhoş olmuş, güç zehirlenmesi ve buyruk verme hastalığına tutulmuş olana dünyaları verseniz yine yetmez. Çünkü doymanın alışkanlığı başkadır; bitimsiz bir açlık vardır yüreklerinde. Kursakları doysa da gözleri gönülleri doymaz. Çünkü gözlerinin ve gönüllerinin bir kere hatırını sormamışlardır. Bir kez olsun gönüllerini yoklamamış, gözlerini yıkamamışlardır. Evet bakışlarını demem gerekiyordu. Doyduğu halde sofradan kalkmayan niceleri var dünyada. Doyduğu halde, tüm sofralar benim olsun diyen niceleri var dünyada. Açıkçası pek de umurumda değil onlar. Sofralar kuranlardır asıl açlar, asıl onlar bilirler açlığın kaynağını; doyurmak gerekir. Bu alemde gözü doyurmak gerekir. Göz de gönül de, yemekle doymaz. Vermekle doyar.
Deprem bölgesindeki insanların açlığı nedir?
Savaş bölgelerindeki insanların açlığı neyedir?
Hep dışarıda kalmış, hep geride kalmış, hep ötelenmiş insanların açlığı neyedir?
Dünyayı bir sofra gibi görüp yağmacı gibi dalanların asla doymayacağı bir âlemdir bu âlem.
Açgözlülük gerçek açlığı bastırır. Hatırladığım kadarıyla bir haris, ikinciye de alim doymaz, derler. Hırs sahibi olan doymak bilmez bir kısrak gibi hep almak ister; çatlayana kadar. Bunu biliyoruz. İlim kapısını açan ise, ne kadar cahilmişim, deyip bilgi denizine dalarmış. İkincisinden olan herhalde insan kalıyor.
Ne çok açlık var. Ne çok aç var. Bunu biliyoruz. Gerçek açların sustuğu bir dünyada sürekli doyanların konuştuğu, sürekli doyanların tartıştığı, masanın etrafındakileri görmediği, güya masanın dışındakiler içinde konuştuklarını bangır bangır bağırdıkları bir âlem. Hiç de gerçekçi değil. Aç gözlülük durdurulursa açlar çoktan doyacak.
Aç olan bir insan markete gittiğinde her şeyi almak ister. Sofraya türlü türlü yemekler konsun ister. Hiç doymayacakmış zanneder. Oysa sofraya oturup çorbadan birkaç kaşık aldıktan sonra iştah yavaş yavaş azalır. Sofradaki diğer yemeklerin çokluğu rahatsız etmeye başlar. Bunun için derler ya hani, aç doymam zannedermiş. O doymayan aç değil; aç gözlülük.
Behlül Dana, Harun Reşit'in sofrasında yemek yedikten sonra, Harun Reşit sorar: Sofra güzel miydi? Behlül Dana ise, dün bir fakirin sofrasında çorba içmiştim, o vakitte doymuştum, bu akşam senin sultan sofranda yemek yedim yine doydum. İkisinin de birbirinden farkı yok, der. Tam da burada söylenecek söz sanırım "kanaat en büyük hazinedir."
Dünyanın kıymetini bilenler, hayatın hakkını verenler, ömrünü ziyan etmeyenler kanaatkâr olanlar olsa gerek. Borges ne diyordu: Cennet dev bir kütüphane olsa gerek. Evet duyulmayacak tek şey bilgi olsa gerek. Gerisinde her ne var ise tadına baktıktan sonra, elhamdülillah demeyi bilmekmiş maharet.
Tumblr media
Zeki Bulduk / Dünyanın En Açları
Diriliş Postası /31.03.2023
1 note · View note
selametile · 3 years
Text
Osman Konuk
bıraksalar anlatacağım merak ettiğim neydi 
açlar, sevdalılar ve canı sıkılanlarla
büyük büyük merak ederken çocuklar
neyi
hakkımda yanlış bilgi sahibi halk
ve ikide bir savaş çıkaran insanlık
sözlüğe bakarak anlayamaz beni
klasik yöntemlerle konuşmadığım için
ama bıraksalar anlatacağım
tüm yeteneğimi kullanarak
aramızda tartışıyoruz 
yaşamak mı zor çince mi
bilinçlerde sürünüp dururken umutsuzluk
ben neden ölümü hatırlatan süflörüm
açız, sevdalıyız, canımız sıkılıyor 
türlü sevinçler kiralayacak paramız yok
uyusam
birileri gelip çekmecelerimi ve kafamı karıştırıyor
çeşmeleri açık bıraksam mı; dünya temizlenir
kurtarıcıya giderim haftasonları
ve hep onu çarmıha gerenleri bulurum
kimliğime insan yazdırmalıyım 
kızınca aniden ortayaşlı çocuklar
ambalajını yırtarak bedenimin
beni de öldürmesin
5 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 4 years
Text
Hasan İzzettin Dinamo / Yazdıklarımı siyasi hırsızlar çalıp mahvetti
Tumblr media
Türk edebiyatının önemli adlarından Hasan İzzettin Dinamo 20 Haziran 1989'da hayatını kaybetti. O ay yayımlanan Gösteri dergisinde, Doğan Hızlan'ın 31 Mayıs 1989 günü Dinamo'nin evinde gerçekleştirdiği son söyleşi "Sunarken kendisini saygıyla anıyoruz" spotu ile yer aldı.
Sayın Dinamo yazmaya başladığınızda ülkedeki fikir hareketleri nelerdi?
- İnsan ilk yazmaya başladığında, yazdığı şeyleri matbuata aksettirmek meselesi vardır. Bir de, senelerce uğraşıp yazdığınız şeyler, bir kenarda kalır. Çünkü veremezsin, matbuat almaz. Ben uzun seneler, hep bunları yaşadım. Çok düz yazı ve şiir yazmışımdır, hepsi çarçur olmuştur. Yayınlama olanağı bulduktan sonra, yeniden siyasal durumda müşkilat başgösterdiği için, bu sefer yeniden kapılar kapanmış ve yayınlanma imkânı olmamıştır. Yayınlamak üzere hazırladığımız bütün şeyleri siyasi hırsızlar çalmış ve mahvetmiştir, çok zayiat var böyle.
1940 kuşağının özelliği neydi?
- 1940'da, ben Ankara'da hapisten çıktıktan sonraki yıllarda, küçük burjuva şairleri vardı. Bunların çoğu, 20-25 yaşlarında gençlerdi. Daha sonra, onlarla arkadaş olduk. Bunların hepsi günlük şiir yazarlardı. Ben de zorunlu olarak, onlar gibi yazmaya başladım. O sıralar, Nâzım Hikmet hapishanede ve toplumcu şiir mahkûm durumdaydı. Bir süre sonra, küçük burjuva şairlerinden ayrıldım ve toplumcu şiirler yazmaya başladım. Böylece, toplumcu bir şiir kuşağı meydana geldi. Çevremde toplumcu şiirler yazan şairler ortaya çıktı ve ondan sonra hepsi meşhur oldular. Bu şairlere, 1940 toplumcu gerçekçi kuşağı dendi.
Kutsal İsyan'ın yazma hazırlığı 20 yıl sürdü
1940 kuşağının yazdıkları, sonradan genç kuşağı etkiledi mi?
- Biz sürgüne gönderildik ve toplumcu şiir mahkûm oldu. Bunun sonucunda, yeniden bir boşluk oluştu ve bu 50'li yıllara kadar sürdü. Daha önce Nâzım Hikmet'le mahkûm olan toplumcu şiir, bir kez de bizimle mahkûm oldu. Ama, 1960'lı yıllarda bir hürriyet havası esmeye başladı. Ben de bu sıralarda, yirmi yıldır hazırlıklarını yaptığım Kutsal İsyan'ı yazmaya başladım. Daha sonra da Kutsal Barış'ı yazdım. Bütün bunlar, 27 Mayıs sonrası özgürlük ortamının sonuçları.
"Kutsal İsyan" ve "Kutsal Barış"ı yazma gereğini neden duydunuz? O yıllarda Millî Mücadele hareketine nasıl bakıyordunuz?
- Anadolu'da Kurtuluş Savaşı devam ederken, biz Beykoz'da Darü'l Eytam'da 400 kişi kadar kalıyorduk. İstanbul'da bizim gibi binlerce çocuk vardı. Bu sıralarda Yunanlılar'ın da, İngilizler'in de çok kötülüklerini gördük. Yani biz, İstanbul'da Kuvayı Milliyeci ruhuyla yetiştik. İngilizler, Beykoz çayırında sabahtan akşama kadar beyzbol oynarlardı. Yunanlılar da İstanbul Rumları'ndan bir tabur meydana getirmişlerdi. Bizim oynadığımız çayırlarda bu tabura talim yaptırırlardı. Bunların hepsi, korkak çocuklardı. Papaz gelir bu çocuklara Mustafa Kemal'i ve çevresindekileri öldürmeleri yok etmeleri için fetva verirdi. Biz de toplanıp onları izlerdik. Biz bu koşullarda birer Kuva'yı Milliyeci gibi yetiştik. Öğretmenlerimiz her akşam bizi toplayarak Anadolu'daki harekât hakkında bilgiler verirlerdi. Bunlar, beni çok etkiledi. Bunun sonucu olarak da Sivas Öğretmen Okulu'ndayken İstiklal Savaşı'nı konu alan piyesler yazmaya başladım. Bunlar Kolordunun sahnesinde oynanırdı, seyircilerin alkışını alırdı. Bu sırada İstiklâl Savaşı'nın pekçok kahramanının bilinmediğini anladım. Bu da beni etkiledi. Ben okulu bitirdikten sonra İstiklâl Savaşı hakkında kitaplar okumaya başladım. Ve, İstiklâl Savaşı hakkında büyük bir kitap yazmaya başladım. Sonuçta, 15 ciltlik "Kutsal İsyan" ve "Kutsal Barış" ortaya çıktı.
Fakat, 27 Mayıs'a kadar hiçbir şekilde kaleme elimi sürmedim. Bir dergide bir yazım çıktığı zaman bir polis kapıya dayanıyor, "Dinamo ne yapıyorsun? Kulağı tırmalayan bir ses çıkıyor ortaya" diye baskı yapıyordu. Bu tür olaylar benim yazmamı 27 Mayıs'a kadar geciktirdi. Ancak ondan sonra "Kutsal İsyan" ile "Kutsal Barış"ı tamamladım.
Yeni kuşak sembolizme kaçan tarzda yazıyor
Döneminizdeki yönetimin, sanata ve edebiyata karşı tavırları yüzünden sizin kuşak çok çekti. Bugünkü kuşağın durumu ne sizce? Daha mı özgürler?
- Yeni kuşak bize göre biraz daha rahat. Ama, hayat pahalılığı, herşeyi etkiliyor. Yeni kuşak biraz daha rahat, ama sembolizme kaçan bir tarzda yazıyor. Bunları da kolay kolay yayınlayamıyorlar, çünkü kâğıt fiyatları çok pahalı. Genç kuşaklar, bu hususta bizim kadar talihsiz.
Sizin kuşağın toplumcu gerçekçi şairleriyle yeni kuşağın toplumcu gerçekçi şairleri arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz?
- "Kutsal İsyan" ve "Kutsal Barış" genç kuşaklara fazla bir etki yapmadı, sanıyorum. Ayrıca, bu kitapların ne şekilde değerlendirildiği hakkında bir bilgim yok. Çok okunduğunu biliyorum, ama nasıl değerlendirildiğini bilmiyorum.
Yalnız ben işin gerçeğini yazdığım için, herkes  kitapla bu açıdan ilgilendi. Özellikle de, kitapta adı geçen insanların yakınları, akrabaları.
1960'a kadar yazdığım çok sayıda şiir, roman kayboldu
İlk yazınızı kime götürdünüz ve nasıl karşılandı?
- İlk romanımı Sivas Öğretmen Okulu'nu bitireceğim sırada yazdım. Yine İstiklal Savaşı'na ilişkin bir romandı. Ulus Gazetesi'ne gönderdim. Bu sırada Ulus Gazetesi'nin sahibi vuruldu, kitap da kayboldu. Yıllar sonra, İzmit'te "Bir Yedek Subayın Anıları" adıyla yayınlandığını duydum. 60'a kadar yazdığım çok sayıda şiir ve roman kayboldu. Hapishanedeyken yazdığım romanlar elbiselerimle beraber çalındı. 27 Mayıs'tan sonra yazdıklarım ise düzenli bir şekilde yayınlandı. Diyebilirim ki, gençliğimin hayrını görmedim ben. Şu an seksen yaşındayım, ama yazdığım herşeyi bir gençlik heyecanıyla yazıyorum. Benimki geç yaşanan bir gençlik.
Sizin çok sayıda anı kitabınız var. Bunlar yazdığınız şiirlere, romanlara ışık tutar nitelikte mi?
- Ne yaşadımsa onları aynen bu kitaplara aktardım. Anı kitaplarımda hiçbir yalan yoktur.
Okur sizin anılarınızı okuduktan sonra romanlarınızı, eserlerinizi daha iyi anlar düşüncesinde misiniz?
- Kesinlikle evet. Zaten romanlarımı da, otobiyografik biçimde yazıyorum.
1940 toplumcu gerçekçi kuşağının en büyük özelliği bu zaten. Yani, yazılanlar ile yaşananlar arasındaki paralellik. İyi bir edebiyatın böyle olması gerektiğine inanıyor musunuz?
- Bir zamanlar Japonlar da böyleydi. Yaşadıklarını yazıp, sonra roman haline getiriyorlardı. Baskı altındaki ülkelerde böyle oluyor hep.
Ufak tefek işlerden birkaç kuruş kazandım, bana kız kardeşim baktı
Bütün baskıların yanında bir de medar-ı maişet motorunu yürütmek var. Zorlu günlerde bu, nasıl sağlanırdı?
- Bu zor günlerde benimle ilgilenen kız kardeşim Lütfiye'ydi. Benim, belli bir işim yoktu. Sadece ufak tefek işler yaparak, üç beş kuruş kazanmışımdır. Ama bana asıl bakan, kız kardeşimdi. Yani edebiyata yapılan baskı, doğrudan doğruya insana yansıyordu.
Son günlerde bir şey yazıyor musunuz?
- Evet. şimdi toplumcu gazeller yazıyorum. Serbest gazel yazıyorum.
Niçin gazel?
- Biliyorsunuz yeni şiirde kafiye kalktı. Gazelde daha güzel kafiye yapabiliyorsunuz.
Siz birçok dönemi yaşadınız. Sizce sanatın, edebiyatın özgürlüğü bir yerden bir yere geldi mi?
- Biraz değişti, ama tam özgürlüğünü kazanamadı. Yani, eskiye oranla Türk edebiyatında bir ilerleme var, ama henüz yeterli değil.
Sizce 1940'lı yıllarda okur daha mı bilinçlendi, daha mı kaliteli idi?
- Şimdi, okur daha bilinçli ve daha kaliteli, aynı zamanda seçmesini biliyor. 40'lı yıllarda bu kadar zengin ve kaliteli bir okur kitlesi yoktu.
Nazım öncesi en popüler şair Faruk Nafiz'di
Siz yazı yazmaya başladığınızda, usta saydığınız, beğendiğiniz yazarlar kimlerdi?
- En ��ok sevdiğimiz, şair Faruk Nafiz'di. O zamanın en iyi şairiydi. Hayat Dergisi'nde her hafta bir şiiri çıkardı. Daha çok aşk üzerine yazardı ve biz kendisine hayrandık. Nâzım Hikmet gelinceye kadar o, Türkiye'nin en popüler şairiydi. Hattta onu, Shakespeare ile kıyaslayan edebiyat adamları vardı. Batıdan İngiliz şairleri, gibi şairleri okurduk. Benim en çok sevdiğim şairler, Mallarme ve onun arkadaşlarıydı.
O zamanlar da fikir kitapları vardı. Bunlar, sanatla politik oluşum arasında, bir köprü görevi yaparlardı. Bu bağlantı, bugün daha iyi bir oranda sağlanabiliyor mu acaba?
- Bugün daha iyi.
Türk edebiyatçısı bugün geniş bir kitaplık oluşturan politik çevirileri değerlendirip özümseyebiliyor mu?
- Siyasetin bu işle alâkası olduğunu hiç zannetmiyorum. Bütün bu siyaset dünyası, sanattan kopuk olarak yetişiyor, gelişiyor. Ben Türk edebiyatının, Türk politikacısını etkileyebildiğini hiç sanmıyorum. Türk politikacısı, edebiyatçıların içinden gelmiyor ki. Daha sonra da geldiği yere dönüyor. Siyaset adamları, basın kendilerini darbelemeye başladığında, basınla ilgilenmeye başlıyor.
Bir gününüz nasıl geçiyor?
- Sabahları erken kalkarım; öğleye kadar yazar, öğleden sonra da okurum.
(Doğan Hızlan / Haziran 1989 / Gösteri dergisi, Sayı 103, Sayfa 36 – 38)
ÇİLELİ VE VERİMLİ BİR YAŞAM
Hasan İzzettin Dinamo 1909'da Akçaabat'ta doğdu. Sivas İlköğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra Malatya ve Adıyaman'da iki yıl öğretmenlik yaptı. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne girdi. Ancak öğrenimini tamamlayamadan buradan ayrıldı. İlk şiirlerini 1931 yılında iki arkadaşıyla birlikte Adsız Kitap adını verdikleri bir kitapta yayınladı. Daha sonra: Deniz Feneri (1937), Karacaahmet Senfonisi (1960), Özgürlük Türküsü (1971), Mapusanemden Şiirler (1974), Sürgün Şiirleri (1975), Gecekondumdan Şiirler (1976), Çoban Şiirleri (1982) adlı şiir kitapları yayınladı. Daha çok Kurtuluş Savaşı'nı konu edinen romanlar yazan Dinamo'nun romanları: Kutsal İsyan, - sekiz cilt (1966, 1967), Ateş Yılları (1968), Savaş ve Açlar (1968), Kutsal Barış - yedi cilt (1972 - 1976), Öksüz Musa (1973), Musa'nın Mapusanesi (1974), Koyun Baba (1976), Musa'nın Gecekondusu (1976), Açlık (1981), Türk Kelebeği (1981). Dinamo anılarını 6-7 Eylül Kasırgası (1971) ve İkinci Dünya Savaşından Edebiyat Anıları (1984) kitaplarında topladı. Son olarak TKP ve Aydınlar adlı kitabını yayınlamıştı.
3 notes · View notes
fatihklc-world-blog · 5 years
Text
Bizi Mültecilerden Koruyacak Kalkan
Suriyede o kadar savaşıyoruz sırf iç savaşları bitsin diye.Ama durumumuz hiç iyiye gitmiyor birçok mülteci ülkemizde cirit atıyor Suriyeliler,Afganlar,Iraklılar vb.Irkçılık yapıyorsun diyebilirsiniz ama bu ırkçılık değil sadece gerçekleri söylemek.Bu insanların kültürleri çok farklı küçük yaşta evlendiriyorlar çocuklarını,gittikleri yere ayak uydurmuyorlar misal ev sahibi ve misafir gibi düşünün olayı,ev sahibi biziz misafirlerde arap halkları,bunun normali o evde misafir olarak geldiğini bilip düzgün durmaktır değil mi.Ama bunların kültürleri şöyle gittikleri ev kendi evleriymiş gibi davranıp sahiplenmek bu onların kültürlerinde var.Suriyeliler için 40 milyar dolar harcandı sırf ülkelerine bayramlaşmaya gitmeleri için.Suriyede savaş yok çatışmalar var.Suriye de niçin iç savaş çıktı biliyor musunuz?Uslu durmadılar çünkü hep bişeyi karıştırma peşindelerdi bunun için Esad bunları bombaladı.Burada amacım Esad’ı desteklemek değil olan durumu anlatmak.Suriyeden kaçan mültecilerin tamamını, dinine bağlı sevap işlemeyi çok seven Türkiye yani biz aldık hepsini.Aslında hükümet aldı,sevabı bize değil hükümete.Bizim başımıza dert ettiler.
Yönetim yönetim değil ki arkadaş,halkını düşünmeyen kendi çıkarlarını düşünen bir yönetim var.Suriye meselesi bizim meselemiz değil bırak çıkardıkları iç savaşı yaşasınlar.Yada eski hayatlarına bakarak alıcaksın sırayla inceliceksiniz hayatlarını eski hayatında nasıl biriydi,neler yaşadı psikologlar falan vb ne olduğunu anlayıp öyle alacaksınız.Yoksa sokarsan hepsini içeri senin vatandaşını da rahatsız eder,karışır.Kasap bıçaklarıyla halkın psikolojisini bozarlar.Sevdiğiniz kişiye taciz,tecavüz ederler.Daha sonra da protesto yapıp haklılarmış gibi eşit haklar isterler.Lan millet aç aç,işsizlik var,ekonomi kötü,sen mültecisin gelip gideceksin şuanlık buradasın ne eşit hakkı görende açlar sanıcak devlet her ay yardım yapıyor bunlara,bedava üniversite okuyorlar,60 bin Suriyeliyi vatandaşlığa aldık bu ne demek yeni bir kesim demek siz sanıyormusunuz ki bu 60 bin sadece 60 bin kalacak bunlar üreyecek 10 çocuk yapacak daha sonra kanımıza Suriyeli kanı karışacak.Toplumun davranışları değişecek.Belki bu kesim Suri Terör Örgütü bile kurar günümüzde ki Pkk gibi.4milyon Suriyeli mülteci var ülkede 2 milyonunun 10 çocuk yaptığını hayal edin.İnanılmaz birşey biz ülkede ki vatandaşlarımızı zor besliyoruz birde bunlar çıkacak.Taciz,tecavüz olayları,TÜrk genci ölümüne bıçakladılar,Suriyeli çocuklar insanları taşladı,küfür ettiler.Vb.Buna insanlık olarak bakabilirsiniz ama bu işin görünen kısmı,bunlar halkı öldürecek rahatsız edicek bu insanlık mı?Genlerimizin Suriyelilerle Araplarla karışmasını istemiyorsak bunların daha fazla çoğalmasını engellemeliyiz.
Bunun için Amerika gibi,Avrupa gibi düşünmeliyiz acaba onlar olsa nabardı.Tabi ki kukla bir devlet kurarlardı.İsrail gibi,Pakistan gibi kurulması hayal edilen Kürdistan gibi.Bizimde Türkiyeyi kalkana alıcak daha fazla mültecinin gelmesini engellicek ve bizi Araplardan koruyacak yeni bir ülkeye ihtiyacımız var.Bu ülke Suriye sınırından Irak sınırına kadar olmalı.Ve yönetimi çok iyi olmalı.Bu fikir aklıma nereden geldi kendi kendime düşünürken bu sorunu nasıl yeneriz falan aklıma Türkmenler geldi.Bu insanlar Suriye vb arap ülkelerinde kendi kültürlerini çok iyi koruyorlar hiç asimile olmuyorlar dedim.Acaba Türkiye sınırında Suriyeden Irağa kadar uzanan bir Türkmen devleti kurulabilir mi dedim kendimce.Neden olmasındı kurulabilirdi,nüfusu 8 milyon olan İsrail,Araplara karşı Batılılardan destek alarak kendi devletini kuruyorsa nüfusu ortadoğuda toplam 4-5 milyon olan Türkmenler neden kendi devletini kurmasın?Aslında böyle fikir çok güzel bir fikir Türkiyenin kalkanı olabilir böyle bir devlet.Düşünsenize Kuzey Ortadoğu Türkmen Devleti KOTD.İç savaş bitincede ülkemizdekinleri Suriyeye göndeririz gitmezlerse askerler vasıtasıyla göndeririz.Ortadoğuda savaş bitmez çünkü bunları zihniyeti kesmek,biçmek üzerine yani herhangi bir savaşta mülteciler bizim kapımıza değilde bu Türkmen devletin kapısına dayanırdı.Bu devlette sert bir yönetim uygulayarak bunları kapısından geçirmez sınırlarına dizer askerlerini duvarlarını.Türkmen halkı kendi devletini kurmayı hakediyor.Türkiye gizliden gizliye Türkmenlere silah yardımı yaparsa ki zaten Suriye de askerlerimiz var çok basit bişey bu halkı silahlandırırsa ki zaten dibimizde Suriye ve askerlerimiz kuzeyde güvenliği sağladı Türkmenleri bilinçlendirerek,silahlandırarak baskın olmalarını sağlayıp bir devlet kurmaya teşvik edebiliriz.İşte sınırları belirleriz Suriyenin Kuzey bölgesi ve Irakın Kuzey bölgesi içine Musul ve Kerküğüde alacak şekilde bir bölge yaratarak bu devletin bakanlıklarını kurabiliriz bayrağını belirleyip askeri teşkilatını oluşturup halkı şehirlere yayabiliriz.Ve Kuzeyde ki Arapları belirli sebeplerle güneye gönderebiliriz.Böylelikle yeni bir devletin temellerini atarız.Bu devleti Amerika bozmaya kalkacaktır rol icabı Amerikayla arasını iyi tutarız bu devletin Amerika buna destek verir zırhlı araçlar falan hediye eder.Bu sayede bütün ülkeler bu devleti tanımaya başlar.Hem bizde rahatlamış oluruz ailelerimiz,çocuklarımız sevdiklerimiz güvende olur.Böylece rahat zenginleşebiliriz iyi bir hayatımız olur.Bu devleti bütün Türk halkının benimsemesi ve böyle bir fikiri herkeze yayması lazım.Askerlerimiz de Suriyelilerden müzdarip bu fikri duyup Suriyedeki Türkmenleri bilinçlendirebilirler.Suriyede ki Türkmenlere liderlik edicek bir Türk veririrz başlarına ve özgürlük savaşları vermeye başlarlar.Bütün Türkmenleri silahlandırarak Ortadoğunun kuzeyinde Türkiyeye kalkan Türkiyeyi Arap baharından koruyacak bir devlet kurulmuş olur.Bu sayede kültürümüz asimile olmaz herkez rahat yaşar.
Bu hayali devleti şöyle hayal ettim:
Liderleri:Çok zeki ve ileri görüşlü bir liderleri olabilir.
Askeri Kurum:Türkmen Silahlı Güçleri TSG
Cumhuriyetle yönetilebilir böylece Araplaşmanın önüne geçilebilir.
Tarıma,petrole ve sanayiye önem vererek çok yakında ekonomik anlamda güçlenebilir.Hatta iç savaş müzeleri kurarak dizayn ederek ülkeye turist bile çekebilirler.
Arap devletlerine bütün sınırları kapatabilir.Türkiyeye belki petrolü ucuza satabilir.Yeni bir halk ortadoğuda yeniden doğar.Türkmen halkı.
Bu halkın nüfusu en fazla 5 milyon.Nüfuslarını arttırmak için ortaasyadan veya Azerbeycandan gönüllü insanları buraya yollarız.Veya her ailenin 5 çocuk yapmasını isterler.
Bu Türkmen halkının özgürlük savaşını basına çok iyi lanse edip bütün Dünyanın Türkmenlerden yana olduğunu gösterip Türkmenlere güç ve kuvvet katabiliriz.
Öyle yada böyle Mülteci sorunu Türk vatandaşlarının ve Türkiyenin başına beladır.Her halükarda böyle bir Türkmen devleti sorunun çözümünü kökten sağlayabilir.Daha fazla mültecinin gelmesini engeller ve varolan mültecileride bu devlet üzerinden Suriyeye yollarız.Türkiye Türk halkınındır,Suriye Suriyelilerin,Kuzey Ortadoğu Türkmen Devletide Türkmenlerin.Bu fikri yaymada lütfen yardımcı olun.Bu Ortadoğuda yeni bir savaş çıkarmaz mı diyebilirsiniz ama Amerikanın desteklediği bir devlete hiç kimse savaş açmaya cesaret edemez.Örnek vericek olursak İsrail,çevresi Arap devletleriyle dolu ama hiçbişey olmuyor.Bu Güney Türkiye Sınırlarında kurulmasını hayal ettiğimiz Türkmen devleti fikrini herkeze yayın lütfen ve nedenini de söyleyin.
1 note · View note
denizlionlinehaber · 3 years
Text
500 yıl sonra pes etti!
500 yıl sonra pes etti!
 Denizli’nin Çal ilçesinin başlıca simgelerinden olan ve hemen herkesin bir anısı bulunan 500 yıllık tarihi ardıç ağacı, 5 asırdır dayandığı türlü afetlerin ardından dün saatteki hızı 80 kilometreye ulaşan şiddetli fırtınaya yenildi. Denizli’de etkili olan fırtına, yağmur ve kar yağışı, Çal ilçesini adeta savaş alanına çevirdi. Çal ilçesinde birçok noktada fırtınanın şiddeti ile açlar ya kökünden…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
roofdesing · 3 years
Text
500 yıl sonra pes etti
500 yıl sonra pes etti
Denizli’de etkili olan fırtına, yağmur ve kar yağışı, Çal ilçesini adeta savaş alanına çevirdi. Çal ilçesinde birçok noktada fırtınanın şiddeti ile açlar ya kökünden söküldü ya da ortadan ikiye bölündü. Bunun yanı sıra birçok ahır ve evin çatısı uçtu. Yaşanan bu fırtına en çok Çal İlçesinin Bayıralan Mahallesinde yaşayanları üzdü. Bayıralan Mahallesi Türkmen Tepesi Erdinlendi mevkisinde bulunan…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mevahoca · 3 years
Text
Yaşamak mı Zor Çince mi? bıraksalar anlatacağım merak ettiğim neydi açlar, sevdalılar ve canı sıkılanlarla büyük büyük merak ederken çocuklar neyi
hakkımda yanlış bilgi sahibi halk ve ikide bir savaş çıkaran insanlık sözlüğe bakarak anlayamaz beni klasik yöntemlerle konuşmadığım için ama bıraksalar anlatacağım tüm yeteneğimi kullanarak
aramızda tartışıyoruz yaşamak mı zor çince mi bilinçlerde sürünüp dururken umutsuzluk ben neden ölümü hatırlatan süflörüm
açız, sevdalıyız, canımız sıkılıyor türlü sevinçler kiralayacak paramız yok uyusam birileri gelip çekmecelerimi ve kafamı karıştırıyor çeşmeleri açık bıraksam mı; dünya temizlenir kurtarıcıya giderim haftasonları ve hep onu çarmıha gerenleri bulurum
kimliğime insan yazdırmalıyım kızınca aniden ortayaşlı çocuklar ambalajını yırtarak bedenimin beni de öldürmesin                     Osman Konuk
1 note · View note
pespaye · 4 years
Text
DAVETİYE
Ey benito musolini! Ey gayet yüce,
italyanlar başvekili muhterem Duce!
Duydum ki, yelkenleri edip de fora
Gelecekmiş orduların yeşil Bosfora.
Buyursunlar… Bizim için savaş düğündür;
Din arabın, hukuk sizin, harp Türklüğündür.
Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa
Türk eri de öyle gider kanlı savaşa.
Hem karadan, hem denizden ordular indir!
Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir!
Kalem, fırça, mermer nedir? birer oyuncak!
Şaheserler süngülerle yazılır ancak!
Çağrı Beğ’le Tuğrul Beğ’in kurduğu devlet
italyalı melezlerden üstündür elbet;
Bizim eski uşakları alda yanına
Balkanlardan doğru yürü er meydanına;
Çelik zırhlı kartalları göklere saldır…
Fakat zafer sizin için söz ve masaldır…
Dirilerek başınıza geçse de Sezar
Yine olur Anadolu size bir mezar.
Belki fazla bel bağladın şimal komşuna,
Biz güleriz Cermenliğin kuduruşuna,
Tanıyoruz Atilla’dan beri cermeni,
Farklı mıdır prusyalı yahut ermeni?
Senin dostun cermanyaya biz Nemşe deriz,
Bir gün yine bec önünde düğün ederiz.
Söyle, kara gömlekliler etmesin keder;
Ölüm-dirim savaş bir gün mukadder!
Gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;
Fakat yine biz Osmanlı, sen Venediksin!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Hayal bütün insanlarda olan bir haldir.
Bu hayaller zamanları hızla aşmalı,
Gök Türklerle Romalılar karşılaşmalı!
Görmüyorsan gönlümüzün içini, körsün!
Kılıçlarımız kınlarından çıkmayagörsün!
Top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;
17′ye karşı 44 milyon az gelir.
Arnavudu yendim diye kendini avut,
Yiğit Türkle bir olur mu soysuz Arnavut?
Kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!
Dalmalıdır gövdelere çelik süngüler!
Sert dipçikler ezmelidir nice başları!
Ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!
En yiğitler serilmeli en önce yere!
Kızıl kanlar yerde taşıp olmalı dere!
Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!
Büyük devlet kurmak için büyük kan ister.
Damarında var mı senin böyle bol kanın?
Türk’ün kanı bir eşidir lavlı volkanın!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Kurulacak yeni Roma boş bir hayaldir,
Karşısında olmasaydı şanlı “Türk Budun”
Belki gerçek olacaktı bir gün umudun,
insan oğlu ümitlerle dolup taşmalı,
Aryalarla Turanlılar karşılaşmalı.
Tabiatın yürüyüşü belki yavaştır;
Hız verecek biricik şey ona savaştır!
Keskin olur likörlerden ayranla kımız,
Karnerayı yere serer Tekirdağlımız.
Yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru
Makarnadan kuvvetlidir yine bulguru…
Biz güleriz façyoların felsefesine,
Dayanır mı kırkı bir tek Türk efesine?
Bizim yanık Fuzuli’miz engin bir deniz!
Karşısında bir göl kalır sizin danteniz!
Bizler ulu bir çınarız, sizler sarmaşık!
“General”ler “Paşa” larla atamaz aşık!..
Ey italyan başvekili! Ey musolini!
iki ırkın kabarmalı asırlık kini…
Hesabını göreceğiz elbette yarın
Yedi yüzlü, yedi dilli italyanların!
Irkınızı hiçe saydı Hazreti Fatih.
Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih
Ne Venedik kalacaktı, ne Floransa…
Hoş geldiniz diyecekti bize Fransa!
Haydi, hamle kafirindir… ilkönce sen gel
Ecel ile zaman bize olmadan engel!
Burada tanklar yürümezse etme çok tasa;
Süngülerle çarpışmadır savaşta yasa.
Olma boyle sinsi çakal, yahut engerek!
Bozkurt gibi, kartal gibi döğüşmek gerek!
Kılıç Arslan öldü sanma, yaşıyor bizde!
Atilla’nın ateşi var içimizde!
Kanije’nin gazileri daha dipdiri!
Sınırdadır Plevne’nin kırkbir askeri!
Edirne’de Şükrü Paşa bekliyor nöbet!
Dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan
Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan!
Hüseyin Nihal ATSIZ
0 notes
sahafyurdu · 6 years
Photo
Tumblr media
Bu kitap MEZATTA!! BAŞLAYANLAR BEDENİNE SAHİP ÇIK LİSA PRİCE DEX YAY 338 SAYFA Karton kapak Mezat Açılış :4 ₺ Perşembe saat 22:00'de biter Biyolojik Savaş, orta yaşlı insanları yok etti ve geriye sadece gençler ve yaşlılar kaldı. Yaşlılar, yani Sonlayanlar, hayatlarına devam ediyorlar. Esas sorun ise gençler, yani Başlayanlar. Anne babaları öldü, beş paraları yok ve açlar. Onlar hayatta kalabilmek için her şeyi yapmaya hazırlar. Callie'nin tek umuduysa bir beden bankası. Burası, yeniden genç olmak isteyen Sonlayanlar'a, kiralama yoluyla genç bir beden veriyor. Callie de bedenini kiraya veriyor çünkü paraya ihtiyacı var, hasta kardeşine bakabilmek ve yaşamını devam ettirebilmek için. Kiracısı ise, Callie'nin bedenini bir cinayet işlemek için kullanmanın peşinde. Callie sistemde çıkan bir hata sonucu birden kendi bedeninde uyanıyor ama kiracısı hala sisteme bağlı. Şimdi tek bedenin içinde iki kişi var, bir de önlenmesi gereken bir cinayet. Başlayanlar, uzak bir gelecekte, çıldırmış bir dünyada zorlu bir yaşam mücadelesi. Bu soluk soluğa macera ve gizem dolu kurgu, bilimkurgu ve distopya sevenlerin hafızasına kazınacak @sahafyurdu #sahafyurdu https://www.instagram.com/p/BoM_uXonQCz/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=our1a06jrl31
0 notes
zekiyuncuoglu · 6 years
Photo
Tumblr media
#DAVET_HÜSEYİN_NİHAL_ATSIZ ... Bizim için savaş düğündür;  Din Arab'ın, hukuk sizin, harp Türklüğündür.  Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa  Türk eri de öyle gider kanlı savaşa.  Hem karadan, hem denizden ordular indir!  Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir!  Kalem, fırça, mermer nedir? Birer oyuncak!  Şaheserler süngülerle yazılır ancak!  Çağrı Beğle Tuğrul Beğ'in kurdugu devlet  italyali melezlerden üstündür elbet;  Bizim eski uşakları alda yanına  Balkanlardan doğru yürü er meydanına;  Çelik zırhlı kartalları göklere saldır...  Fakat zafer sizin için söz ve masaldır...  Dirilerek başınıza geçse de Sezar  Yine olur Anadolu size bir mezar.  Belki fazla bel bağladın şimal komşuna,  Biz güleriz Cermenliğin kudurusuna,  Tanıyoruz Atila'dan beri Cermeni,  Farklı midir Prusyalı yahut Ermeni?  Senin dostun Cermanyaya biz Nemse deriz,  Bir gün yine Beç önünde düğün ederiz.  Söyle, kara gömlekliler etmesin keder;  Ölüm-dirim savaş bir gun mukadder!  Gerçi bugun eskisinden daha cok diksin;  Fakat yine biz Osmanlı , sen Venediksin!  Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,  Hayal bütün insanlarda olan bir haldir.  Bu hayaller zamanları hızla aşmalı,  Gök Türklerle Romalılar karşılaşmalı !  Görmüyorsan gönlümüzün içini, körsün!  Kılıçlarımız kınlarından çıkmaya görsün!  Top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;  17'ye karşı 44 milyon az gelir.  Arnavudu yendim diye kendini avut,  Yiğit Türkle bir olur mu soysuz Arnavut?  Kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!  Dalmalıdır gövdelere çelik süngüler!  Sert dipçikler ezmelidir nice başları !  Ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!  En yiğitler serilmeli en önce yere!  Kızıl kanlar yerde taşıp olmali dere! Ulku denen nazli gelin erde san ister!  Büyük devlet kurmak icin büyük kan ister.  Damarında var mı senin böle bol kanın?  Türkün kanı bir eşidir lavlı volkanın!  Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,  Kurulacak yeni Roma boş bir hayaldir,  Karşısında olmasaydı şanlı 'Türk BudunBelki gerçek olacaktı bir gün umudun,  (İskenderun, Hatay)
0 notes
sizekitap · 7 years
Text
Savaş ve Açlar
Savaş ve Açlar
devamı burada => https://goo.gl/Poy7P3
0 notes
kitapindiroku · 7 years
Text
Sakın Aldanma, İnanma, Kanma Kitabı pdf indir pdf indir
Sakın Aldanma, İnanma, Kanma “Sakın aldanma, inanma, kanma… Yalan dolan makaraları yine sağılmaya başlanacak, yine elimizdekiler kapılıp deve yapılacak; toklar çekilip biraz da açlar yalanacak… Bu işin künhü budur! Polis zannedeceksin, harami çıkacak; nimet diye gideceksin, tuzak çıkacak; melek görünecek, şeytan çıkacak… Gözünü açmazsan yine yumurtalar cılk çıkacak! Hülasa artık her sakallıyı baban sanma, her lafa kulak asma, kabadayılığa yekûn tut, efeliğe kapılma… Bu benim sana baş nasihatim: Gözünü aç, ayağını tetik at, yine aldanma, inanma, kanma!” Refik Halid Karay, Sakın Aldanma, İnanma, Kanma’da, savaş yıllarında yaşanan, parasızlığı, yiyecek, içecek, yakacak kıtlığını, halkın düştüğü sefaleti, söylenen yalanları, aldatmaları alaylı ve hicivli bir üslupla dile getirirken, mütareke yıllarında Hatay – Antakya üzerine kaleme aldığı öyküler ile de okuyucusuna belgesel niteliğinde bir eser sunuyor.
Sakın Aldanma, İnanma, Kanma Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes