"İç dünyamız arındıkça ve güzelleştikçe, arınık ve güzel olanları kendimize doğru çekebileceğiz. Kuşlar sohbete gelecekler, ceylanlar başlarını dizimize koyacaklar."
"İyi olan, iyi görür. Tersi de geçerli: İyi gören, iyidir."
"İnsan insanın aynasıdır. Hangi kusuru görüyorsak, bizde muğlak ve biçimsiz olarak bulunan ama içten içe bizim huzursuzluğumuzun da kaynağını oluşturan şeyi görmüşüzdür.”
"Cevap soruya göre değil, sorana göre verilir"
"İnsan cinsi gitmek zorundadır. Bu dünyadan gider; bir duyuştan diğerine, bir hâlden ötekine, bir anlamdan berikine gider."
"Gitmenin sadece insana özgü bir girişim ve deneyim olması anlamlıdır."
"Taşlar yer değiştirmezler. Bu onların özsel olarak değişmedikleri anlamına da gelir. Bu sebeple, kalbin sertliğine işaret eden taş kalpli olmak, değişim kabul etmemek demektir."
"Ey güzeller güzeli Allah’ım! Gösterdiğin bu güzelliklerin ve perdelerin arkasındaki en yüksek ve münezzeh cemal sahibi, her güzelliğin kaynağı, ne varsa güzel diye bildiğim, her şey senin eserindir Allah’ım. Bir değil, binler dil ile tanıttırırsın bize kendini. Ey isimleri güzel, sıfatları güzel, işleri güzel, şuunatı güzel olan Allah’ım! Ey güzellerin en güzeli, ne varsa güzellik namına, her şeyin kaynağı Sendendir. Dünya aynasında görünen, her güzellik Sendendir, hepsi senin eserindir, o güzel isimlerinin tecellileridir. Güzelin aynası, yansıması, tecellisi, aksi de güzel olur elbette. Güzeller güzelinin gönderdiği kitap, o kitabın sayfalarıyla yaptığı hitap, elbette en güzel olur.
…
Kabul eyle Allah’ım. Bizim de zikrimiz olsun. Bir ağaca tutunup Sana yazdığımız bir şiirimiz olsun. Hem de çiçek çiçek ve her renkten... Çiçeklerin diliyle, cezbeden rengiyle ve ahengiyle kalbimizde coşan, taşan sevgiye, bu ilahi vuslata izin ver de tercüman olsun. Söyleyemediğimizi izin ver de çiçeklerin söylesin..."
İnsan, insanlığını yavaş yavaş şöyle yitiriyor: Hiçbir vakit yaptıklarının karşılığını görmeyerek. Bir kedi, başı okşandığında gözlerini kısıyor; güneş batınca suladığımız fideler bir gün çiçek açıyor fakat insan... İnsan öyle mi? Marjan Kamali, "Bazı insanlar neden ruhumuza yerleşiyor, boğazımıza düğümleniyor, zihnimize kazınıyor?" diye sorarken bundan bahsediyor. Bu çağ böyle bir çağ sevgili okur. Zihnimize kazıdıklarımız, ruhumuza yerleştirdiklerimiz kıymet bilmiyor ve buna itiraz ederseniz karşılık beklemekle, çirkin biri olmakla suçlanıyorsunuz. Ne diyelim? Var olun.
Eğer sabah olduysa bunun kişisel hikâyelerimizde bir anlamı olmalı. Çünkü her yeni gün bir imkân ve fırsattır. Yeniden başlamak, yola çıkmak, yaralarımızı sarmak, derdimize sarılmak, ağlamak, özlemek, kaybetmek, bulmak, kendimize merhamet etmek, bazen de bırakmak için bir fırsat.
Hiçbir şeyde herkesten fazla değiliz. Hiçbir yarışmanın birincisi değiliz. Çünkü bir yarışmada değiliz. İddiaların yanlış cevap sayıldığı bir imtihandayız.
“Hızlı koşmanın bir marifet olduğunu zannediyordum” dedi acı acı gülümseyerek, “bir duvar bana durmam gereken yeri bilmediğimi hatırlattı.”
Kendimizi tanımak konusundaki eksikliklerimiz, bizi diğer insanları tanımaktan da alıkoyuyor. Kendimizi anlama yolunda bir gayretimiz olmadığı için, başkalarını anlamakta da aciz kalıyoruz. Bu yüzden egolarımızın durmadan birbiriyle tokuşup durması...
“Adalar, bağımsız kara parçaları gibi gözükür, fakat denizin dibinde bunların hepsi de birbiriyle bağlantılıdır. Deniz yatağı, denizin dibi bunların hepsini birbirine bağlar. Tıpkı bunun gibi bütün Varlığın Temeli de bizleri birbirimize bağlar. John Donne şunları yazmıştır: Hiçbir insan tek başına kalmış bir ada değildir, her bir insan bir kıtanın, bir anakaranın parçasıdır” diye yazmış Henry Bayman 'Lâ Mekâna Yolculuk' ismini verdiği kitabında.
“Madem ki sorduğun soruya hiç kimse doğru cevap veremiyor” dedi beyaz saçlı adam, “o zaman belki de soruyu bir kere de kendine sormalısın!”
Bazen kelimeler söyleyeceklerinin sonuna geliyor, cümle bitiyor, ama o duramıyor, merakının peşinde daha nice zaman deli bir inatla koşmaya devam ediyordu.
Bir de şunu düşünün; içinde olduğu cümlenin bir anlama gelmesini engellemekle suçlanan bir yazım hatası ne hisseder?
“Aynada bir şaklaban var” diye bağırdı biri. Herkes görebilmek için sıraya girdi.
Bu dünyada kimseleri beğenmeyen insanlar, ölünce kabristanda kimlerle yan yana yatacaklarını biliyor mu?
“Bakmaz mısın yeryüzünde bostana/ Özün turâb etmiş kendi mestane/ Burda alçak olan orda üstüne/ Gel gönül topraktan alçak olalım/ Alçaklık dediğin bir iyi şeydir/ Erden, evliyadan kalma bir huydur/ Toprağı sorarsan atası nurdur/ Gel gönül topraktan alçak olalım” diyor Pir Sultan Abdal; azıcık düşünürüz belki üstüne.
Yan yana duran iki testinin aynı topraktan yoğrulmuştur çamuru. Fark o ki, birine buz gibi âb-ı hayat doldururlar, birine aklı gideren şarap!
Anadolu için asırlar boyu Yunus hep 'Bizim Yunus'tu. Şimdi Yunus içinde aynı Yunus var, velakin 'bizim'in içinde aynı 'biz' var mı?
İnsanların sarı çiçeklere soracak hiç sorusunun kalmadığı, sarı çiçeklerin de mecburen cevaplarını kendi güzelliklerine geri kattığı bir zamandayız.
Başkalarının çöp saydığı şeyleri toplayıp evinde istif eden garip insanların, bunu hayatı temiz tutmak için yapmadıklarından emin miyiz?
Ağzından çıkan her kelimenin içindeki yerinin boş kaldığına inanan insanlar da var.
“Bilenin,” dedi meczup, “çok bilmeye ne ihtiyacı var.”