Tumgik
#kanser ağız kuruluğu
introduceofficial · 1 year
Text
Oral Kanser
Oral Kanser Oral Kanser Oral Kanser Oral kanser belirtileri arasında; çene veya ağızda olmayan kitleler, sürekli ağrı, tıkanıklık, çene veya ağızda bir yara olması, çene veya ağızda küçük kızarıklıklar, çene veya ağızda ağız kokusu, çene veya ağızda ağrısız şişlikler, çene veya ağızda çatlaklar, çene veya ağızda kızarıklıklar, çene veya ağızda kabuklanma veya yaralar, çene veya ağızda değişen ses…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ankarahaberplatformu · 8 months
Text
Ağız Kuruluğu Nedir? Ağız Kuruluğu Neden Olur?
Tumblr media
Ağzımızı temizlemek, nemlendirmek ve yiyecekleri sindirmek için hepimizin tükürüğe ihtiyacı vardır. Ancak ağzımızda bulunan tükürük bezleri ağzımızı ıslak tutmak için yeteri kadar tükürük üretmediği zaman ağız kuruluğu meydana gelebilir. Genellikle yaşlanma probleminden, belirli ilaçların yan etkisinden veya kanser hastası biri için radyasyon tedavisinin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Neyse ki diğer adı kserostomi olan ağız kuruluğunun tedavisi bulunmaktadır. Diğer yandan bu rahatsızlık, birden fazla soruna yol açabilir. Örneğin genel vücut sağlığınızı ya da doğrudan dişleriniz ve diş etlerinizin sağlığını tehdit edebilir. Bunların yanı sıra yemekten aldığınız zevk ve iştah yoğunluğunuzda da büyük etkisi görülmektedir.
Ağız Kuruluğu Nedir?
Ağız kuruluğu kişilerin bu konudaki fizik muayene bulguları ile gerçekleştirilebilen klinik bir tanıdır. Çeşitli tanı araçları ile insanlardaki tükürük salgısındaki azalma gözle görülebilir bir şekilde ortaya konabilir. Bu tanılarda kendi aralarında ayrılır: Siyalometri Normal akış hızı bezlerinin tükürük salgısı tarafından uyarıldığı zamanlarda tükürük salgısının dakikada 1.5-2 ml civarında olduğu görülür. Dinlenme halinde ise dakikada 0.3-0.4 ml yaklaşık olarak tespit edilir. Hiposalivasyon bezlerinin uyarılması halinde bile salgı hızının dakikada 0.5-0.7 ml’i geçmediği bilinmektedir. Bu tetkik için sitrik asit kullanılır. Bu sit ile salgılar hemen kanalın ağız içinde açılma noktasında birleşir. Siyalografi Tükürük kanallarının ve bezinin radyolojik olarak görüntülenmesine siyalografi tekniği denir. Özel olarak tükürük bezi taşı ya da kitlerinden endişe edildiğinde siyalografi tetkikti uygulanır. Biyopsi Biyopsi, tükürük bezlerinden küçük bir örnek bezi alma olayıdır. Bu yönteme Sjögren sendromu ya da kanser olduğu düşünülen durumlarda ihtiyaç duyulur.
Ağız Kuruluğuna Ne İyi Gelir?
Ağız kuruluğu tedavi edilebilir genellikle geçici olan bir sağlık sorunudur. Peki ağız kuruluğuna ne iyi gelir? Bu sağlık sorununu yaşayan kişilerin hekimlerin önerisi ve bilgisi dahilinde yapacağı birçok uygulama bu sorunu geçirebilir. Bu uygulamalardan bazıları şu şekildedir: - Alkol içeren içeceklerden uzak durma - Kafein bulunan içecekleri kullanmama - Tütün ürünlerinin kullanımını sonlandırma - Aşırı ağız kuruluğu durumunda sakız çiğneme (şekersiz) - Gün içerisinde kullanılan şeker ve tuz miktarını azaltma - Sürekli bir şekilde su yudumlama - Tükürük salgısını engellemeyecek diş macunu veya gargara kullanma Diş fırçalama ve diş ipi kullanmak, ağız sağlığının korunmasına yardımcı olduğu kadar ağızda kuruluğa da iyi gelen yöntemler arasında bulunmaktadır.
Gece Ağız Kuruluğu Neden Olur?
Ağızda kuruluk şikâyeti bazı insanlarda akşam vakitlerinde meydana gelir.  Bu şikâyetin birden fazla gece boyunca tekrar etmesi de durumun artık müdahale gerektirdiğinin işareti olabilir. Gece ağız kuruluğu, tedavi olunmadığı ve dikkat edilmediği durumlarda konuşma ve beslenme eylemlerini olumsuz yönde etkileyebilir. Normal ağız kuruluğu gibi gece ağız kuruluğu da tükürük bezlerinin yeterli oranda çalışmaması ya da fazla tütün ürünleri kullanımı gibi sebeplerden oluşabilir. Gece meydana gelen ağız kuruluğu için hekimler tarafından önerilen tedavi yöntemleri ise şu şekilde olmaktadır: - Yatağın baş ucunda bir bardak su bırakılması ve gece aşırı ağız kuruluğu yaşandığında içilmesi - Yatak odasını nemlendirmek için cihazlar konulması - Akşam vakitlerinde aşırı tatlı ve tuzlu gıdaların kullanılmaması - Uyumadan önce burundan nefes alıp vermeye dikkat edilmesi - Kullanılan gargara solüsyonunda alkol olmadığı konusunda dikkat edilmesi Eğer bu yöntemleri uyguladığınız takdirde sorun hala geçmiyorsa, sağlık kuruluşlarında bulunan uzman hekimlere gitmeniz gerekmektedir. Ayrıca ağız kuruluğu dişlerde sararmaya ve diş taşı oluşumuna neden olabilir. Bu yüzden diş beyazlatma veya diş taşı temizliği tedavilerine ihtiyaç duyulabilir.
Ağız Kuruluğu Belirtileri Nelerdir?
Ağız kuruluğu yaşayanlarda görülen semptomlar, genellikle bilinen ortak bulgulardır. Konuşma ve tat alabilme özelliklerinin kısmen yapılabilmesi, çiğneme, yutma, konuşma eylemlerinin yerine getirilememesi aşırı kurulukla beraber oluşabilecek şikayetler arasında bulunmaktadır. Üstelik ağız içindeki salgılardaki artış miktarının düşmesi birçok diş ve diş eti problemlerine de yol açar. Ağız kuruluğu ile oluşabilecek belirti ve bulgular şu şekildedir: - Ağız kokusu - Ağız içinde ve etrafında çatlama - Tat alma eyleminin bozukluğu - Dilde ağrı - Diş kaybı, plak gelişmiş - Konuşmada zorlanma - Yutkunmada zorlanma - Ağız içinde oluşabilecek mantar enfeksiyonun gelişimine olan yatkınlığın artması - Tükürük bez iltihabı - Boğaz ağrısı Bu belirti ve bulgulardan farklı olarak cilt kuruluğu ve göz kuruluğu gibi kuruluk şikayetleriyle beraber altta yatan rahatsızlık SJögren sendromu olabilir. Bunun için çok dikkat edilmelidir.
Ağız Kuruluğu Tanısı
Şikâyeti olan bir kişinin ekmek, bisküvi, kurabiye gibi kuru yiyecekleri içecek almadan yutup yutamadığını ve konuşma eylemini ne denli gerçekleştiğini gözlemleyerek ağız kuruluğu tanısı konabilir. Sonrasında kişinin tükürük akış oranını diş hekimi hesaplar. Bunun için hastaya verilen bir tutam parafini çiğnenmesi istenir. Buradan çıkan ürettiği tükürük salgı miktarı belirlenerek herhangi bir sorun olup olmadığı ölçülür. Sağlıklı bir kişinin ağzının içindeki tükürük salgısı 5 mm’nin üzerinde olmaktadır. Tükürük akış hızı ise 5 dakikada 2.5 mm’nin üzerinde olması gerekir. Eğer kişinin akış hızı ve tükürük miktarı bu değerler altında çıkıyorsa kişide ağız kuruluğu olduğu tespit edilir.
Ağız Kuruluğu Tedavisi Nasıldır?
Bu kuruluğun asıl amacı hastaların şikayetlerinin hafifletilmesini sağlayıp tedavi etmektir. Bu amaçla yapılan müdahalelerin asıl hedefi şu doğrultudadır: - Salgıyı yapay olarak üretmek - Tükürük salgısının arttırılmasını sağlamak - Enfeksiyon vb. özel durumları tedavi etmek - Dental problemlerin kontrol altına almak Diğer yandan kuruluk oluşumuna neden olan asıl problem tespit edilirse bu durumu ortadan kaldırmak da bu sorunun tedavisine katkıda bulunabilir. Hiçbir ilacı ve tedavi yöntemini hekimler tarafınca önerilmediği sürece yapmamanız gerekir. Çünkü ağız kuruluğu için kullanacağınız ilaçların yan etkileri olabilir. Hekimlerin reçeteleri ile alınabilen pilokarbin ve sevimelin etken maddeli ilaçlar salgı üretiminde faydalı bir rol oynayabilir.
Ağız Kuruluğu İçin Hangi Doktora Gitmeliyim?
Ağız kuruluğu yaşayan veya belirtisi olan kişiler öncelikler bir diş hekimine gitmelidir. Fakat problem ağız ve diş sağlığı ile ilgili değilse, dahiliye (iç hastalıklar) bölümünden randevu alıp gitmeleri gerekmektedir. Altta yatan hastalığın yanı sıra tükürük bezlerini çalıştıran ilaçların kullanılması önerilir. Üstelik bu durumları yaşayan hastanın su tüketimini arttırması şiddetle tavsiye edilmektedir. Sıkça Sorulan Sorular Ağız Kuruluğu Neyin Belirtisi? Alzheimer, anemi, Sjögren sendromu, Parkinson hastalığı, HIVAIDS, diyabet, inme ya da kistik gibi hastalıkların belirtisi olabilir. Hangi Vitamin Eksikliği Ağız Kuruluğu Yapar? D vitamini eksikliği ağız kuruluğuna yol açabilir. Ağız Kuruluğu Neden Olur? Aşırı terleme, ishal, istifra, kan kaybı gibi durumlar ağız kuruluğuna sebep olabilir. Read the full article
0 notes
kasveguc · 4 years
Text
Vitamin ve Mineral Destekleri (Supplement) Rehberi
Tumblr media Tumblr media
Vitamin ve Mineral Destekleri (Supplement) Rehberi vitamin ve mineral destekleri (supplement) hakkında bilinmesi gereken birçok önemli bilgiyi içermektedir. Diğer besin desteklerini hakkında bilgi almak için Kas ve Güç | Besin Destekleri (Supplement) Rehberleri sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Vitamin ve Mineral Destekleri (Supplement) İle İlgili Temel Bilgiler
İnsan vücudunun sahip olduğu potansiyeli en üst seviyede kullanabilmesi için geniş ve kompleks bir beslenme alışkanlığı edinmiş olması önemlidir. Temel ve gerekli bazı vitamin ve minerallerin eksik alınması durumunda ise metabolizmada bazı sorunlar ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan bu sorunlarda doğrudan performans ve süreklilik üzerinde etkili olur. Özellikle vücut geliştirme gibi yoğun ve yorucu bir sporla ilgilenen kişilerin vitamin ve mineral eksikliği yaşaması antrenman performansından ciddi seviyede düşüşe neden olabilir. Birçok insan beslenme alışkanlıkları veya uyguladıkları diyet programı nedeniyle ihtiyaç duydukları vitamin ve mineralleri almazlar. Bu nedenle oluşan bu açığı gidermek içinde çeşitli vitamin ve mineral hapları kullanırlar. Vitamin ve mineral destekleri (supplement) özellikle yaptıkları spor gereği vücutlarına fazladan yük yükleyen kişiler için son derece önemlidir. Uygulanan antrenman ve diyet programından istenilen alınabilmesi için vitamin ve mineral alımına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu açığı gidermek için piyasada birçok ürün satılmaktadır. Ürün seçimini yaparken hangi vitaminin ne işe yaradığı ve neden kullanılması gerektiğini bilmeniz size seçim konusunda yardımcı olacaktır.
A Vitamini
Birçok önemli bileşikten oluşan A vitamini vücutta görme, kemik oluşumu ve büyümesi, hücre bölünmesi gibi önemli bir çok olayda etkilidir. Hangi Besinlerde Bulunur? A vitamini özellikle hayvansal kaynaklı olan besinlerde bulunur. Yumurta, süt ve ciğer başlıca A vitamini kaynağıdır. Yarım yağlı ve yağsız sütlerde A vitamini kaybı oluştuğu için genellikle piyasa sürülmeden önce üreticiler tarafından A vitamini bakımından zenginleştirilirler. Hayvansal kaynaklı besinlerin dışında A vitamini havuç, ıspanak, kayısı, papaya, mango ve bezelye gibi besinlerde de bulunmaktadır. A vitamini kaynağına göre hayvansal ve bitkisel olmak üzere iki çeşittir. Hayvansal kaynaklı A vitamini retinol formunda absorbe edilir ve A vitaminin en aktif formudur. Bitkisel kaynaklı A vitamini ise karotenoid provitamin A olarak adlandırılır. Bu tür olanları vücut içinde bir kere retinol haline getirilebilir. Ne İşe Yarar? A vitamini vücutta bağışıklık sistemini düzenler, beyaz kan hücrelerini oluşmasına yardımcı olarak hastalıkların ortaya çıkmasını engeller ve hastalık durumunda da bunlarla savaşır. Bununla birlikte A vitamini lenfositlere yardımcı olarak enfeksiyon ile mücadele eder. Vücut direncinin düşmesi durumunda hastalık riski daha çok ortaya çıkmaktadır. A vitamini özellikle vücut direncinin yüksel tutulmasına da katkıda bulunur. Bu sayede bakteri veya diğer enfeksiyon kaynakları daha vücuda girmeden savunma sistemini oluşturmuş olur. A vitamini genel olarak güçlü bir kemik yapısının oluşmasına, enfeksiyon ve hastalıklar savaşma ve görme kalitesinin artmasına yardımcı olur. Kimler Kullanmalıdır? Özellikle siyahi ve hispanik kökenli kişiler başta olmak üzere herkesin A vitamini alması gerekmektedir. Siyahi ve hispanik kökenli kişilerin metabolizmaları A vitamini eksikliğine bağlı olarak enfeksiyon ve hastalık geçirme riski diğerlerine göre daha yüksektir. A vitamini eksikliği sonucunda özellikle geceleri görme zorluğu, cilt kuruluğu, ciltte yaralar, sorunlu kemik gelişimi ve diş minesinde zayıflama gibi sorunlar görülmesi olasıdır. Özellikle hamile kadınlarda A vitamini eksikliği embriyonun gelişimi üzerinde önemli negatif etkiler oluşturabilir. Yan Etkisi Var mı? Aşırı dozda alınmadığı sürece herhangi bir yan etkisi bulunmayan A vitamini hızlı bir şekilde emilir ve yavaş yavaş sindirilerek vücuttan atılır. Bu neden aşırı dozda alınması sindirim sorunlarına (toksik) yol açabilir. Bu durumda ise baş ağrısı,i bulantı, yorgunluk, iştahsızlık, başl dönmesi, ciltte kuruma ve ödem gibi sorunlar yaşanabilir.
B Vitamini
B vitamini ya da B vitamini kompleksi terimi 8 farklı vitaminin tümünü tanımlamak için kullanılır. Bu 8 vitamin ise tiamin (B1), riboflavin (B2), niasin (B3), pantotenik asit (B5), piridoksin (B6), siyanokobalamin (B12), folik asit ve biyotinden oluşmaktadır. Bu vitaminlerin her birinin kendine has özellikleri ve etkileri vardır. B vitaminleri vücutta birçok önemli göreve sahiptir. Glikoz ile karbonhidratlardan enerji elde edilmesi, yağların ve proteinlerin parçalanması, mide ve bağırsak kas elastikiyeti ile birlikte cilt, saç, göz ve ağız faaliyetlerinde etkilidirler. Hangi Besinlerde Bulunur? B vitaminlerinin büyük bir bölümü bira mayası, tam tahıllar, ciğer, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler ve fıstıkta bulunur. B12 vitamini ise sadece et, süt, yumurta ve deniz ürünleri gibi hayvansal kaynaklardan elde edilebilir. Yapılan araştırmalara göre ise özellikle 50 yaş ve üzerindeki kişilerin hayvansal kaynaklı B12 vitamini emme yeteneklerinin azalmasından dolayı besin desteği (supplement) kullanmaları gerekmektedir. Kimler Kullanmalıdır? Etkin kökenden bağımsız olarak herkesin B vitaminine ihtiyacı vardır. Bütün B vitaminleri birlikte çalışarak vücuda faydalı olurlar. B vitaminleri metabolizma hızının artması, sağlıklık bir cilt ve kas elastikiyetine sahip olmaya, bağışıklık ve sinir sistemi fonksiyonlarının güçlenmesine, hücre büyümesi ve bölünmesine katkı sağlar. Bu faydalarının yanı sıra stres, depresyon ve kardiyovasküler hastalıklarla da mücadele ederler. Vücut geliştirme ile ilgilenen sporcuların enerji seviyelerini yüksek tutmak ve karbonhidratların sindirimine yardımcı olmak için B vitamini desteği almaları önerilmektedir. Yan Etkisi Var mı? Önerilen dozlarda kullanıldığı sürece herhangi bir yan etkisi bulunmamaktadır.
Tumblr media
C Vitamini
C vitamini aynı zamanda askorbik asit olarakta bilinmektedir. C vitamini suda çözülebilen bir vitamindir. Birçok memelinin aksine insan vücudu kendisi C vitaminini üretemez. Bu nedenle beslenme veya besin desteği ile insanların C vitamini alması gerekmektedir. C vitamini tendonların, kan damarlarının, kemiklerin ve ligamentlerin yapısında kritik bir bileşen olarak kollajen sentezini yapmak için gereklidir. Nörotransmitter norepinefrinin sentezi de büyük oranda C vitamininin katılımı ile gerçekleşir. Bu nörotransmitterler beyin fonksiyonları ve ruh hali (moral) üzerinde de etkilidir. Sağlıklı bir vücuda sahip olmak için diyet programı kapsamında alınan besinlerde C vitamini olmasına mutlaka dikkat edilmesi gerekmektedir. Hücresel baz yağ aktarımı için yapılması gereken sentezleme işlemi için C vitamini hayati öneme sahiptir. Yani yağların enerjiye dönüştürülmesi için C vitaminine ihtiyaç vardır. C vitamini sadece kilo vermeye değil vücudun olması gerektiği gibi çalışmasına da katkı sağlar. Hangi Besinlerde Bulunur? Birçok sebze ve meyve C vitamini içermektedir. Değişmekle birlikte bir porsiyon meyve veya sebzede yaklaşık olarak 40 mg kadar C vitamini bulunmaktadır. C vitamini eksikliğinde ölüme kadar giden ciddi sonuçlara yol açabilir. C vitamini eksikliğinde vücutta çürük ve kan toplamaya yatkınlık, diş kaybı, saç dökülmesi ve eklem ağrısı gibi sorunlar görülebilir. Vücudun ihtiyaç duyduğu yaklaşık C vitamini oranı 10 mg civarındadır. Bu oran son derece düşük olduğu için kolayca doğal beslenme yoluyla kapatılabilir. Kimler Kullanmalıdır? C vitamin herkes tarafından kullanılabilir. C vitamini her yıl milyonlarca kişinin muzdarip olduğu koroner kal rahatsızlığı, inme, kanser ve katarakt gibi birçok hastalıkla mücadele eder. Bununla birlikte C vitamini hiper tansiyon, şeker hastalığı ve soğuk algınlığı gibi rahatsızlıklarla mücadele için de yaygın olarak tercih edilmektedir. Vücut geliştirme sporcuları ise C vitaminini yüksek testosteron seviyesinin korunmasına yardımcı olduğu için tercih etmektedir. Yan Etkisi Var mı? Önerilen dozlarda kullanıldığı sürece herhangi bir yan etkisi bulunmamaktadır. Uzmanlar tarafından günde 2000 mg'dan fazla miktarda C vitamini alınması önerilmemektedir. Çok yüksek C vitamini alımı sonucunda ishal ve mide rahatsızlıkları yaşanabilir.
D Vitamini
Vücutta kalsiyum metabolizmasının devam ettirilebilmesi için yağda çözünen bir vitamin olan D vitaminine ihtiyaç duyulmaktadır. D vitamini tek başına biyolojik olarak inaktif durumdadır. Yani aktif hale geçebilmesi için metabolize edilmesi gerekmektedir. Vücuda D vitamini alındığında tüm vücutta dolaşıma girer ve kalsiyum dengesinin korunması, hücre gelişimi ve farklılaşması, bağışıklık sisteminin düzenlenmesi ve kan dolaşımı gibi birçok bedensel fonksiyona yardımcı olur. Hangi Besinlerde Bulunur? D vitamini doğal sadece belirli besinlerde bulunmaktadır. D vitamini özellikle yağlı gıdalar olan somon ve sardalya, balık yağları ve tavuklarda D vitamini enjekte edilen yumurtalardan alınabilir. D vitamini eksikliğinde vücut kalsiyum emilimini ihtiyaç duyduğu oranda arttıramaz. Bunun sonucunda da kemiklerin ihtiyaç duyduğu kalsiyum kemiklerden alınarak kullanılır. D vitamini eksikliğinde kemiklerin zayıflamasının nedeni de budur. İleri derecede kalsiyum eksikliği osteoporoz ve çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına yol açabilir. Kimler Kullanmalıdır? İstisnasız olarak herkesin D vitaminine ihtiyacı vardır. D vitamini meme kanseri, koloektral kanser, prostat kanseri, osteoporoz, doğuştan gelen bağışıklık kaynaklı (otoimmün) hastalık ve yüksek tansiyon gibi milyonlarca insanın maruz kaldığı hastalıklarla da mücadele eder ve önlenmesine yardımcı olur. Vücut gelitştirme sporcuları ise D vitaminini güçlü kemiklere sahip olmak ve kas kramplarının önüne geçmek için kullanabilirler. Yan Etkisi Var mı? Önerilen günlük doz olan 50 mcg aşılmadığı sürece herhangi bir yan etkisi bulunmamaktadır. Aşırı dozda uzun süreli D vitamini alınması sonucunda ise kemik kaybı, böbrek taşı ve organların kireçlenmesi gibi sorun ortaya çıkabilir.
Tumblr media
E Vitamini
E vitamini ailesi dört tokoferol ve dört tokotriol olmak üzere 8 antioksidandan oluşan bir vitamin grubudur. Her iki grupta da alfa, beta, gama ve delta türü vitaminler bulunmaktadır. E vitaminin insan vücudundaki birincil fonksiyonu antioksidan olarak görev yapmasıdır. Serbest radikallerle savaşmak ve hücrenin önemli bir parçası olan yağların yok edilmesini engellemek için son derece önemlidir. Serbest radikaller normal metabolizma dönemlerinde vücuda girebilen sigara dumanı veya çeşitli kirletici maddeler içeren küçük parçacıklardan oluşmaktadır. Hangi Besinlerde Bulunur? En temel E vitamini kaynakları zeytin, ay çiçeği ve aspir gibi bitkisel yağlardır. Bunlarla birlikte E vitamini yeşil yapraklı sebzeler, fıstık ve tahıllarda da bulunmaktadır. 8 farklı türü bulunan E vitaminin tamamı besinlerden doğal yollarla alınabilir. E vitamini eksikliği nedeniyle yaşanması muhtemel sağlık sorunlarına ilişkin günümüze kadar elde edilmiş net bilgiler bulunmamaktadır. E vitamini eksikliği olan kişilerin çok geniş aralıkta rahatsızları olabildiği için spesifik olarak etkisi bilinmemektedir. Kimler Kullanmalıdır? Bağışıklık sistemini güçlendirdiği için başta vücut geliştirme sporcuları olmak üzere herkesin E vitamini kullanması gerekmektedir. Yan Etkisi Var mı? E vitaminin yan etkisi olarak günümüze kadar kan pıhtılaşmasının bozulması belirlenmiştir.
K Vitamini
K vitamini yağ çözünebilen bir vitamin türüdür. K vitamini kan pıhtılaşması, hücre büyümesi ve kemik mineralizasyonu süreçlerinde son derece etkilidir. Hangi Besinlerde Bulunur? K vitamini özellikle yeşil yapraklı sebzeler ve bitkisel yağlarda bulunmaktadır. Kimler Kullanmalıdır? Birçok hastalığı ve enfeksiyonu engellemeye yardımcı olduğu için herkesin K vitamini kullanması gerekmektedir. Özellikle osteoporoz, vasküler kalsifikasyon ve kardiyovasküler hastalıklara karşı K vitamini kullanılabilir. Kemik gelişimi konusunda kalsiyum emilimini arttırdığı ve kan akışını düzenlediği için de vücut geliştirme sporcuları tarafından tercih edilebilir. Yan Etkisi Var mı? Alerjik reaksiyonlar dışında aşırı dozda alınmadığı sürece herhangi yan etkisi bulunmamaktadır. Read the full article
0 notes
kocaalihaber · 4 years
Text
0 notes
Text
Bu bulgular varsa mutlaka doktora gidin!
Tumblr media
Karaciğer'de en yaygın görülen hastalıklar hepatit, siroz ve kanser olarak biliniyor. Karaciğer hastalıklarının yaygın görülen 5 belirtisi olduğunu belirten Prof. Dr. Onur Yaprak, “Gözlerde sararma, bacaklar ve karında su toplaması, kaşıntı, şuur bulanıklığı ve kanlı kusma meydana geldiğinde mutlaka doktora başvurulmalı” dedi.
Tumblr media
Prof. Dr. Onur Yaprak Medipol Mega Üniversite Hastanesi Organ Nakli Bölümünden Prof. Dr. Onur Yaprak, hasarlanan karaciğerin vücutta birçok belirtiler verdiğine dikkat çekti. Prof. Dr. Yaprak, karaciğerin vücuttaki en büyük ve kanlanan organ olduğunu belirterek “Karaciğer kan şekerinin düzenlenmesi için glikojen depolanması, proteinlerin, kolesterol ve trigliserid gibi yağların üretimi ve metabolizmasının sağlanmasını sağlar. Ayrıca safra üretimi ve salgılanması, bilirubin ismini verdiğimiz alyuvarların parçalanması sonucu oluşan maddenin işlenmesi ve atılması, bazı vitaminlerin ve minerallerin depolanması, ağız yoluyla alınan ilaçların ve kimyasal maddelerin zararlı etkilerinin temizlenmesi, bağışıklık sisteminin desteklenmesi, kanın pıhtılaşmasına yardımcı olan pıhtılaşma faktörlerinin üretilmesi de başlıca görevlerindendir” dedi. 'Karın bölgesinde varis görülebilir' Karaciğeri vücuttaki tüm kimyasal olayların gerçekleştiği bir fabrikaya benzeten Prof. Dr. Yaprak, şu bilgileri paylaştı: Karaciğerde görülen hastalıkların en önemlileri hepatit, siroz ve kanserdir. Karaciğerin siroz veya akut hepatit gibi bir nedenle hasarlanması sonucu işlevlerinin bir kısmını veya tamamını yerine getirememesi durumunda vücudumuz bazı sinyaller vererek karaciğerimizde sorunlar olduğunu ortaya koyar. Karaciğer hastalığı işaretlerinin biri ya da birkaçı veya tamamı aynı anda gözlenebilir. Protein üretiminin bozulması sonucu karında ve bacaklarda su toplanmasıyla ödem oluşur, karın ve bacaklar şişer. Bilirubinin işlenmesi ve atılmasındaki bozukluk sonucu gözlerde ve tüm vücutta sararma ortaya çıkar böyle bir durumda idrar rengi de koyulaşır. Kaslar erir. Özellikle karın bölgesinde cilt altında varisler görünür hale gelir.” 'Gece artan kaşıntıya dikkat. Prof. Dr. Yaprak, sözlerini şöyle noktaladı: Amonyağın karaciğerde temizlenememesi nedeniyle şuur bulanıklığı ortaya çıkar ki bu durumdaki hastalarda genellikle kötü bir nefes kokusu da bulunur. Kanın pıhtılaşma süresinin uzamasına bağlı olarak ciltteki kanamalara bağlı ekimoz dediğimiz morluklar gelişir. Safra tuzlarının birikimi ve cilt kuruluğu neticesi kaşıntı olur. Kaşıntı özellikle geceleri artar ve el içi, ayak tabanında daha fazladır. Bu bulgulara sahip kişilerin mutlaka doktora başvurması mevcut bir karaciğer hastalığının erken teşhisi yönünden son derece önemlidir. Karaciğer hastalıklarında teşhisin erken konulması tedavinin başarısını artırmaktadır. Read the full article
0 notes
diyetz · 4 years
Text
Kemoterapi Sırasında Neler Yenmeli?
Tumblr media
Kemoterapi, vücuttaki kanser hücreleriyle savaşmak için uygulanan yaygın bir kanser tedavisidir.
Ağız kuruluğu, tat değişiklikleri, bulantı ve yorgunluk gibi belirtileri görülür ve iştahsızlık oluşur.
Ancak vücudun en iyi şekilde çalışmasını sağlamak için kanser tedavisi sırasında sağlıklı, dengeli beslenmek önemlidir. Bunun için besleyiciliği yoğun gıdalara yönelmek gerekir. İşte “kemoterapi hastaları ne yemeli?” sorusunun cevabı... 
https://www.diyetz.com/kemoterapi-sirasinda-neler-yenmeli/
0 notes
baknedio · 5 years
Text
“Sirke, sebzedeki ilaçların etkisini artırıyor”
05 Kasım 2019, Salı 16:41
İstanbul
Tumblr media
İSTANBUL, (DHA)- BESLENME ve Diyetetik Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Zeynep Özerson Koç, vatandaşlar tarafından çok fazla tercih edilen sirke ile sebze temizleme yönteminin yanlış olduğunu söyledi. Koç, halkımızın sirke ile yaptıkları işlem sebze ve meyveler için kullanılan pestisitlerin (ilaçlar) etkisini daha da artırmaktadır. Sebzelerin yüzde 1’lik sodyum bikarbonat solüsyonunda bekletilmesi gerekir” diye uyardı.
Son günlerde İstanbul’da yaşanan ıspanak zehirlenmesi bu kış sebzesiyle ilgili kamuoyunda soru işaretleri yarattı. Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Zeynep Özerson Koç, sıkça tercih edilen sirke ile sebze temizleme yönteminin yanlış olduğunu söyledi. Koç, “Zehirlenmenin ıspanak demetlerine karışan patlıcangiller familyasından atropin ve scopalamin içeren yabancı otların neden olduğu İstanbul İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün yaptığı analizlerle anlaşılmıştır” ifadelerini kullandı.
“SEBZELERİ SODYUM BİKARBONAT İLE TEMİZLEYİN”
Tüketilen tüm gıdalarda olduğu gibi yeşil sebzeleri de dikkatlice kontrol ederek yabancı otlardan ayırmak gerektiğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Zeynep Özerson Koç, “Atropin maddesi (halk arasında güzelavrat otu olarak bilinen bitkinin toksik maddesi) kişilerde halüsinasyon özellikleri olan göz bebeklerinde büyüme, ağız kuruluğu, taşikardi ve boşaltım sorunlarına neden olabilir. Bu nedenle halkımızın tüketecekleri tüm gıdalarda olduğu gibi yeşil sebzeleri de dikkatlice kontrol ederek yabancı otları ayırt etmeleri gerekir” dedi.
Sebzeleri sirkeli suyla bekletme işlemi kullanmadan, halk arasında kabartma tozu olarak bilinen yüzde 1’lik sodyum bikarbonat solüsyonunda bekletilerek temizlemek gerektiğini söyleyen Koç, “Solüsyonda bekletildikten sonra musluk suyu ile çok iyi yıkanıp tüketilmesi önerilir. Halkımızın sirke ile yaptıkları işlem sebze ve meyveler için kullanılan pestisitlerin (ilaçlar) etkisini daha da artırmaktadır. Bu nedenle suçlu ıspanak değildir. Ispanak besin değeri bakımından 100 gramı 17 kcal, A ve C vitaminleri,  kalsiyum, potasyum, demir mineralleri ve posa yönünden zengin antioksidan özelliği ile kanser, kalp rahatsızlıkları gibi hastalıklara karşı koruyucu etki gösteren yeşil yapraklı kış sebzesidir. Yıkama ve uygun pişirme işlemleri ile her zaman tüketilmesi gereken önemli bir besinimizdir” diye konuştu.
  Kaynak: DHA
Bu Yazı “Sirke, sebzedeki ilaçların etkisini artırıyor” adresinde ilk olarak yayınlanmıştır. BakNeDio.Com.
source https://baknedio.com/sirke-sebzedeki-ilaclarin-etkisini-artiriyor/
0 notes
mehmetkali · 7 years
Text
KANSER TEDAVİSİNDE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞINA DİKKAT http://ift.tt/2kUrqLD
Kanser tedavisi süresinde genel vücut direncinin düştüğünü ve vücudun enfeksiyonlara daha açık bir hale geldiğini belirten İAÜ Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşen Nekora Azak, hem tedavi öncesinde hem de tedavi sonrasında ağız bakımının önemli olduğuna dikkat çekiyor.
Genel vücut direncini düşüren radyoterapi ve kemoterapi,ağız ve diş sağlığı üzerinde de ciddi etkilere sahip. Bu tür tedavilerleağızdaki tükürük bezlerinin salgıları azalırken, ağız mukozası kuruyor ve ağızyaralanmaya daha açık hale geliyor. Diş temizliğinin güçleşmesi ile birlikte uzun vadede diş çürükleri ve diş kaybı oluşur. İstanbul Aydın Üniversitesi(İAÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Ana Bilim Dalı ÖğretimÜyesi Prof. Dr. Ayşen Nekora Azak, kanser hastalarında hem tedavi öncesinde hem de tedavi sonrasında ağız bakımının üzerinde durulması gereken önemli bir konu olduğunu söylüyor. Kanser tedavisi henüz planlanma aşamasındayken, tüm diş tedavilerinin planlanması, gerekli diş tedavileri, çekimleri ve dolgularının yapılmasının önemine dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Azak, ağız bakımının kanser tedavisi öncesi başlamasının kanser tedavisi sırasında ortaya çıkabilecek potansiyel problemleri önceden saptamak, bunlara önlem almak ve hastayı bilinçlendirme kaçısından önem arzettiğini söylüyor: “Kanser tedavileri sırasında da bu bakımmutlaka devam etmelidir. Hastanın buna uyup uymadığı kontrol edilmelidir.Kemoterapi ilaçları ya da radyoterapilere bağlı özellikle ağız mukozasında ciddiyan etkiler olabiliyor. Var olan enfeksiyon kaynakları aktif olabiliyor ya da ağızda yeni enfeksiyonlar çıkabiliyor. Bunların saptanması ve bunların ortadan kaldırılması önemlidir. Hastanın beslenme problemleri olabilir. Bu enfeksiyonlar bazen çok ciddi sistemik enfeksiyonlara, ölümcül olabilecek enfeksiyonlara neden olabiliyorlar. Tedavinin devamlılığını sağlamak açısındanda çok önemlidir.”
Kanser tedavisi süresinde genel vücut direncinin düştüğünüve vücudun enfeksiyonlara daha açık bir hale geldiğini belirten Prof. Dr. Azak,kanser ve kanser tedavilerinin ağız – diş sağlığı üzerinde yan etkileri olduğu gibi ağızdaki herhangi bir enfeksiyon durumunda kanser tedavisinin olumsuz geçmesine neden olabileceğine dikkat çekiyor. Kanser tedavisi öncesi diş hekimleri tarafından detaylı muayene yapılarak ağızda herhangi bir enfeksiyon riski teşkil eden dişler ve diş eti hastalıklarının tedavi edilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Azak, “Kanser tedavisi henüz planlanma aşamasındayken,gerekli diş ve diş eti hastalıklarının tedavileri, diş çürükleri, enfekte dişçekimleri, kök uçlarındaki patolojiler, çeneler içinde kalmış kökler, gömük dişler, kistler ve diş eksikliğini giderecek prothetik tedaviler  yapılmalı, protez var ise protezin ağıza uygunluğu kontrol edilmelidir“ diyor.
  Tedavi sırasında dental müdahale
Kemoterapi ve radyoterapi süresince  hastalara herhangi bir dental müdahaleyapılmasını tercih etmediklerini belirten Prof. Dr. Ayşen Nekora Azak, ancak acil ağız-diş rahatsızlığında hastanın onkoloğu ile yapılacak konsültasyon sonrasında alınan onay ile zorunlu tedavilerin yapılabileceğini söylüyor.Kemoterapi ilaçları ya da radyoterapiye bağlı olarak ağız mukozasındaki enfeksiyonların aktifleşebileceği ya da ağızda yeni enfeksiyonların meydana gelebileceğini kaydeden Prof. Dr. Azak, “Kanser tedavisinde  tükürük bezlerinin salgılarının azalması sonucu ağız kuruluğu, ağız yaraları, yutma güçlüğü, ağzı açma ya da çiğneme güçlüğü, tat değişiklikleri, diş çürüğü, diş kayıpları, ağızda veya boğaz dayanma hissi şeklinde komplikasyonlar olabilir. Kemik metastazlarında uygulanan bisfosfonat ilaçlarının kullanımı ve radyoterapi esnasında diş çekimine, ağızda cerrahi tedaviye, enfeksiyona ya da mekanik irritasyona maruz kalan hastalarda osteoradyonekroz gibi ciddi komplikasyonlar gelişebilir” diyor.
Prof. Dr. Ayşen Nekora Azak, ağız içinde birçok değişikliğe neden olan kemoterapi ve radyoterapinin hastaların tedavi sırasında hayat kalitelerini düşürdüğüne işaret ediyor ve bu tür hastaların en az 14 gün önce tüm diş tedavilerini yaptırmış olmalarının öneminin altını çiziyor.
Kanser tedavisinde ağız içi önlemler
Tedaviden önce ağız ve diş sağlığı iyi olan kişilerde yanetkilerin daha az olduğunu kaydeden Prof. Dr. Azak, şunları söylüyor: “Kanser tedavileri sırasında olabilecek yan etkileri en aza indirgemek amacıyla hastalara ağız ve diş sağlığı hakkında bilgilendirilerek çok iyi bir ağız hijyeni sağlanması amacıyla motive edilmelidir. Elektrikli diş fırçaları yerine manuel yumuşak küçük diş fırçaları ve flourlu diş macunları kullandırılmalı ve diş fırçaları sık değiştirilmeli, diş ipi mumlu olmalı, dil üzeri de temizlenmeli, alkolsüz antimikrobiyal ağız solüsyonları veya karbonatlı su ile gargara yapılmalıdır. Hareketli protezleri ağızda vuruklara neden olmamalı ve  protezlerinin temizliğine özengöstermelidir. Ağız kuruluğu durumunda; sodalı gargaralar, sakız ve buz parçaları ile sıvı içeceklerin sık sık alınması, kolay yutmayı sağlamak için sulu yiyecekler tercih edilmesi, tahrişe neden olabilecek asitli veya baharatlı gıdalar ile çok sıcak ve çok soğuk yiyecek ve içeceklerin tüketilmemesi, alkolve tütün kullanılması alınacak önlemler arasındadır” diyor.
Diş çürüklerini önlemek amacıyla tedavi sırasında yapay tükürük, flour, diş cilası gibi çürümeyi önleyici önlemler alınabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Azak, baş-boyun bölgesine uygulanan radyoterapide,yaşam boyu süren fluor uygulamasının, mevcut dişlerin muhafaza edilmesi ve kemik yıkımının önlenmesi açısından hayati önem taşıdığını söylüyor.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2xLBbSa via IFTTT
0 notes
the-mustache-guy-la · 4 years
Text
E.2. Koronavirüs Hakkında
Tumblr media
Merhabalar sevgili dostlar,
Bu sabah telefonda Doktora danışman hocamla konuşurken Corona konusu açıldı, ve hocam bana ‘Oğlum her hafta blog yazısı yazıyorsun Facebook’tan falan görüyorum. Bu hafta aslında bu Corona konusuna değinsene.’ deyince okuduğum, dinlediğim ve izlediğim kaynaklardan (o kaynakları da paylaşarak) derlediğim bilgilerle bir yazı hazırlama kararı aldım. Ve bu haftanın yazısında normalde içerisinde yüzdüğüm suların biraz dışına çıkacağım ve kendi sosyal çevremde de epey kafa karışıklığıyla karışık sinir bozucu bir paniğe dönüşmüş olan Korona salgını hakkında bilgilendirme amacı güden, hiçbir uzmanlık iddiası olmayan bir yazı ile karşınızda olacağım.
2020 yılına girildiğinden beri ardı arkası kesilmeyen sinir bozucu haberlerin başını çekiyor korona salgını hepinizin malumu. SARS (Severe Acute Respiratory Syndrome) ve MERS (Middle Eastern Respiratory Syndrome) ile aynı aileden gelen COVID-19 (Coronavirus Disease 2019), öldürme oranı SARS, MERS ve EBOLA gibi hastalıklara kıyasla düşük olmasına karşın dünya kamuoyunda benim kendi ömrüm dahilinde ne kuş gribinde, ne domuz gribinde ne de bir başka salgında görmediğim bir paniğe sebep oldu. Olimpiyatların, Cannes Film festivalinin ve daha bir sürü uluslararası etkinliğin iptal edilmesi gündemdeyken, şu an da yaşadığım ABD’de de üniversiteler derslerini online ortamlara taşıyıp kampüsleri bu salgın süresince kapalı tutmak için gerekli alt yapı hazırlıklarını yapmaya başladılar. Dün itibariyle MIT ve Harvard gibi okulların her yıl düzenlediği üniversiteler ve hatta uluslararası dans yarışmalarının bu sene için, bu yarışmaların tarihinde ilk defa, iptal edildiğini duyurdular. Okullardan öğrencilerine (bizde dahil) her hafta yolculuk kısıtlamaları veya önlemleriyle ilgili mailler geliyor. Şimdiye kadar Kore, İtalya ve Çin’e uçuşlarla ilgili kısıtlamalar getirildi. Geçtiğimiz hafta gelen bir mail de ise sadece uluslararası değil ABD içi uçuşlardan da kişilerin okulu haberdar etmesi istenildi. Peki bu kadar paniğe sebep olan Coronavirüs’ün özellikleri ne, kendisi hakkında neler biliniyor, neden bu kadar tehlikeli ve uzmanlar ne öneriyorlar?
Corona yukarıda da dediğim gibi SARS ve MERS ile aynı virüs ailesine mensup. Virüsün şekli bir kraliyet tacını andırdığı için latince ‘Taç’ anlamına gelen ‘Corona’ kelimesi ile adlandırılıyor. Virüsle ilgili inceleme yapmak için yakın tarihte WHO (World Health Organization, Dünya Sağlık Örgütü) Çin’e gönderdiği 25 kişilik heyetin gözlemlerine dayanarak bir rapor yayınladı. İngilizce bilenler raporun tamamına burdan, biraz daha özetlenmiş haline de bu Reddit entry’sinden ulaşabilirler. Dil bilmeyenler için elimden geldiğince ana başlıkları sıralamaya çalışayım. 
Öncelikle salgının oldukça yüksek oranda (yaklaşık 70-80%) aile fertleri arasında öksürme vs gibi yollarla yayıldığı belirtiyorlar. En sık görülen şikayetler ise ateş, kuru öksürük, öksürükle mukus atımı, nefes darlığı/yetmezliği, boğaz kuruluğu ve baş ağrısı. Listelenen belirtiler herhangi başka bir üst solunum yolları rahatsızlığının da belirtileri olabilme ihtimali olması sebebiyle, eğer ki böyle şikayetleriniz olursa muhakkak bir doktora görünmenizde fayda var. 
Peki bu virüsü kapanları tedavisi için neler yapılıyor? Bu konuda öne çıkan başlıklardan biri ilerleyen seviyelerde insanların yapay solunum cihazlarına bağlanması, biraz daha orta seviye ve alt orta seviyedeki hastalarda ise yüksek konsantrasyonlu oksijen tedavisi uygulandığını açıklıyorlar. Şu an için elimizdeki istatistikler Corona sebepli ölüm oranının 3% düzeylerinde olduğunu gösteriyor. Bu oran SARS için 11%, MERS için 34% ve EBOLA için 50% olarak açıklandı WHO tarafından. Corona ölüm oranı SARS, MERS ve EBOLA’ya kıyasla daha düşük olmasına karşın neden bu kadar paniğe sebep oldu sorusuna gelince ise benim okuduğum yayınlar, izlediğim programlar, ve konuştuğum hekimlerden edindiğim bilgileri söyle dizebilirim. Öncelikle hastalığın kuluçka süresi çok uzun, virüsü aldıktan 14 gün sonra semptomları gözlemlenebilir oluyor, ve bu süreçte hasta olan kişi 14 gün boyunca insanları enfekte edebiliyor. Bu da salgının çok hızlı ve çok geniş coğrafyalara yayılmasını sağlayor. SARS ve MERS’in aksine Corona’yı, kimi insanlar çok ağır kimileri ise çok hafif geçirdiği için hakkında çok da bilgiye sahip olmadığımız bu virüs ile ilgili bilgi toplamak zorlaşıyor. Ve kimi insanların hafif, kimilerinin ise ağır geçirmeleri de virüsün karakteristiği hakkında ki tahmin edilebilirliği azaltıyor. Bir başka problem de Çin’de çıkış olması, global ekonomiden kaynaklı oldukça fazla sayıda şirket üretimlerini Çin’de yaptırdığı için, bu salgın durumu ortaya çıkınca bütün üretimler aksamaya başladı. Bu durumda korkutucu olan şey ise bu üretimi aksayan malzemelerin arasında tıbbi malzemelerin de olması. Yeni edindiğim bir bilgiye göre kan deneyleri için kullanılan tüpler de Çin’de üretildiği için bunların teminin de bir sıkıntı olursa teşhis için deneylerin yapılmasında problemler çıkabilir deniyor, ama bu sonuncusu kısa vadede çözülebilir bir problem gibi görünüyor gözüme. 
Yapılan incelemeden çıkan bir başka istatistiki bilgi serisi ise ş��yle: kalp, şeker, tansiyon, kronik solunum yolları enfeksiyonu ve kanser hastaları bu virüsten sağlıklı bireylere oranla çok daha ciddi etkileniyorlar. Ve bu saydığım hastalıklara sahip bireylerde Corona kaynaklı ölüm oranı 25-30% gibi yüksek değerlere ulaşıyor. Erkeklerin virüsten kadınlara kıyasla daha fazla etkilendikleri gözlemlenirken, 70+ üzerindeki kişilerin hastalığa çok daha düşük dirayet gösterebildikleri ve 15-20% dolaylarında ölüm oranları olduğu raporlanmış.
Tumblr media
Simdi virüs, virüsün yayılması, etkileri, tedavisi vs gibi konularda bilgi edindikten sonra kendimizi korumak için bireysel olarak ne tarz önlemler alınabilir? Bu konuda Youtube’da Flu TV’deki ‘Olmaz Öyle Saçma Tıp’ programının üçüncü bölümünde Oytun Erbaş’ın dediklerine kulak vermekte fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü yerli ve yabancı hekimlerden, sağlık örgütlerinden, biyokimya uzmanları vs herkesten ortak duyduğumuz önerileri söylüyor Oytun Erbaş bu programda. Ve o önerileri şöyle sıralamak mümkün: aksırıp öksürürken, ele değil mendile veya dirsek içiyle ağzı kapatacak şekilde öksürmek gerekiyor. Ellerin gün boyunca sık sık yıkanması gerekiyor yaklaşık 20-30 saniye boyunca. Gün de yine bir iki kere hafif tuzlu su ile ağız gargarası ve buruna lavajı yapılmasını öneriyorlar. Ayrıca dışarıdayken elinizi ağız, göz, burun ve hatta yüzünüzden uzak tutmanız konusunda uyarıyorlar. Evinize gelince evinizi çamaşır suyu veya sirkeli su gibi sularla temizlemenizin yeterli olduğunu söylüyorlar. Hastane ve benzeri rastgele geleni gideni çok olan ve enfekte olma riski yüksek olan yerler için ise UVC lambalarını öneriyorlar dezenfekte etmek için. 
Tumblr media
Bu el yıkama önerisi ilk bakışta biraz etkisiz veya belki tırı vırı bir öneri gibi görünebilir gözünüze ama üstte ki figürde görülen Avrupa ülkelerinde tuvaletten çıkınca el yıkama oranları (2015 yılı için) ile aşağıdaki Corona salgını haritalarına bakınca göze çarpan benzerlik aslında el yıkamanın ne kadar da etkili olduğunu gözler önüne seriyor. O sebeple bu noktada el yıkamanın zararı olmaz ama faydası olur ve sizi koruyacağı sadece Corona değil, mevsimlik gribe ve benzeri hastalıklara karşı da korunmanıza fayda sağlayacaktır muhakkak.
Tumblr media
Son olarak da biraz hâd sınırlarımı esneterek gözüme çok çarpan (ve gerek okumalar gerekse birebir konuşmalarla doğruladığım) üç yanlışı dile getirmek istiyorum. Öncelikle Türkiye’de bazı kanallara çıkan ‘Uzman’lar Türk geni falan gibi bir şeyden bahsetmişler ve bu genin Coronaya yakalanmayı engellediğini söylemişler. Bildiğim kadarıyla herhangi yetkili bir kurumdan gelen böyle bilimsel bir açıklama yok. Türkiye’de halen bir hasta görülmemesi (ve umarım bir kişi bile hastalanmadan atlatırız.) bence diğer bir çok millete kıyasla çok suya sabuna dokunan insanlar olmamızdan ötürü. İnsanların kişisel hijyen veya ibadet öncesi abdest amacıyla gün boyunca aslında bütün uzmanların gün boyu sık sık yapın dedikleri el, ayak, yüz, ağız ve burun yıkamasını yapmaları; eve gelenlerin yanında evlerde yaşayan sakinlerin de kolonya vs gibi dezenfektanları sık sık kullanmaları; ve tanzimattan beri gelen gelenek dahilinde Türk Mühendisliği ve Askeriyesiyle birlikte Tıbbiyesinin de kuvvetli bir gelenek ve organizasyon kapasitesine sahip olması Corona salgına karşı kendimizi koruyabilmiş olmamızı güzel bir şekilde açıklıyor. Yani bizi bir genin korumasından ziyade kendi kültürümüzün parçası olan yaşam tarzı Corona salgınının önüne geçiyor olabilir. Bir de şu maske meselesi var ki o konuda olan kafa karışıklığı korku verici düzeye ulaşmış durumda. Öncelikle normal maskeler korunmak için bi işe yaramıyorlar, ağız ve burunun komple kapatmadıkları için. Sadece N95 denen (aşağıdaki figürde görülen) maskeler ve bunların muadilleri korunma konusunda işe yarıyor. Lakin, bu maskeler suratta komple sızdırmazlık sağladığı ve çok küçük partikülleri de filtrelediği için nefes almak biraz efor istiyor. Nerden mi biliyorum? Lisans döneminde bir dökümhanede yaptığımız stajda havada çok fazla mikro ve nano partikül olduğu için maske takmak zorunluydu ve o maskeler N95 idi. Takılıyken nefes almanın zor olmasından kaynaklı belli bir süre sonra ciğerlerde yorgunluk ve hatta baş dönmesine sebep oluyordu. Şimdi hepiniz elinize 20 tane balon alsanız ve 10 dakikada şişirseniz, kaçınızın tıbbi müdahaleye ihtiyacı olur bir düşünün. Hekimlerinde ilk günden beri söyledikleri gibi maskeyi hasta olanların takması gerekiyor ki etrafa şeker dağıtır gibi virüs dağıtmasınlar. Son olarak da yok pekmez yiyin bilmem ne diyenler var bu virüse karşı, tek bir şey diyeceğim. Sizin bu yaptığınıza en hafif tabiriyle ‘ayıp’ denir. Bu kadar paniğin hakim olduğu bir ortam da, dünya da bu kadar hekim deliler gibi çalışıyor virüsü daha iyi tanımak ve aşı üretmek ve enfekte olan insanları tedavi etmek için. Ve o kadar uzmanların aklına gelmeyen, fark etmediği şeyi, yani ‘Pekmezin’ Corona virüsünü yendiğini safsatasını sen buluyorsun. Bu hastalık konusunda insanlar bu kadar panik halindeyken böyle alay eder gibi açıklamalar yapmak dediğim gibi ayıptır. Sinop’lu Diyojen’i yine haklı çıkarıyorsunuz... ‘gölge etme başka ihsan istemem.’
Tumblr media
Yazımın başında da belirttiğim gibi bu hafta ki konu pek de benden görmeye alışık olduğunuz bir alan değil. Ve yine yazımın başında dediğim gibi bu yazıda yazdıklarım bilgilendirme amaçlıdır, lütfen daha derli toplu bilgiler için T.C. Sağlık Bakanlığının, Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) ve aile hekiminizin sağlayacağı kaynaklardan ve destekten faydalanın. Sağlıklı, keyifli ve huzurlu günler dilerim. 
Haftaya bir başka yazıda görüşmek üzere,
~tmg
0 notes
healthfitcomtr · 4 years
Text
Ketojenik Diyette Nasıl Beslenilir?
Ketojenik diyet son dönemlerde adından sıkça söz ettiren ve ilgi çeken bir diyet beslenme biçimi. Ketojenik diyet basit anlatımıyla düşük karbonhidrat ortalama bir protein ve fazla yağ içeren bir diyet şeklidir. Bu diyeti nasıl yapacağınız konusunda kafanızda soru işaretleri varsa yazımızı okuyabilirsiniz.
Ketojenik Diyet Nasıl Olmalı?
“Diyet” denildiğinde akla gelen ilk durumlardan biri tüketilmemesi gereken yiyecekler oluyor. Ketojenik diyette et, balık, tavuk gibi protein grupları ve avokado, hindistan cevizi, çiğ kuruyemişler gibi yağ grupları bu programda serbest. Bunun dışında bakliyat grubu, makarna pilav grubu, ekmek ve hamur işi gibi karbonhidrat içerikli besinler tüketilmemelidir. Ama bu gözünüzü korkutmasın; artık protein ve sağlıklı yağlar ile hazırlanan birçok lezzetli tarif bulunmakta!
Ketojenik Diyette Nasıl Beslenilir?
Pek çoğumuz karbonhidratların sadece sağlıksız gıdalarda bulunduğuna dair bir yanılgıya kapılıyoruz. Fakat karbonhidrat sağlıklı gıdalarda da yer alıyor. Ketojenik diyet öncesinde bu gıdaların hangileri olduğunu bilmek büyük önem taşıyor.
Ketojenik Diyette Tüketilmemesi Gereken Gıdalar
Tahıl Grubu: Tahıl grubunda yer alan ürünler yüksek miktarda karbonhidrat anlamına geliyor. Dolayısıyla ketojenik diyette tahıl tüketmemelisiniz. Buğday, pirinç, mısır ve yulaf gibi yiyecekler ketojenik diyetin tanımına uymuyor.
Şeker: İçinde şeker bulunan gıdalardan her diyette olduğu gibi ketojenik diyette de kaçınmalısınız. Bal, reçel ve pekmez gibi gıdalar tüketmemelisiniz.
Meyveler:Kulağa ilginç gelebilir ama meyveler de ketojenik diyette tüketilmemesi gereken gıdaların başında geliyor. Elma, karpuz, kavun, muz ve portakal gibi meyveleri tüketmeye diyet boyunca ara vermelisiniz. Fakat kırmızı meyveler düşük şeker içeriğiyle belli porsiyonlarda tüketilebilir.
Karbonhidrattan uzak durmak başta size çok zor gelebilir. Fakat vücudunuz ketosis moduna geçtikten sonra karbonhidrat aramayı da bırakacaktır. Başta istikrarlı olursanız ilerleyen aylarda bu diyeti yapmak çok daha kolay bir durum haline gelecektir.
Ketojenik Diyette Tüketilebilecek Gıdalar
Etler: Et ve et ürünleri bu diyette tüketebileceğiniz ana besin kaynaklarından biri. Hollandez soslu somon, ıspanak yatağında ızgara köfte ya da ton balıklı salata gibi öğünler ile bu ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.
Sebze grubu:Ketojenik diyette gönül rahatlığıyla tüketebileceğiniz besin gruplarından biri de sebze grubudur.Yeşil yapraklı sebzeler, pırasa, karnabahar, brokoli kereviz, kapuska gibi birçok yemeği gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz. Healthfit özel tariflerinden avokado ezmeli enginar, badem unlu sebze graten gibi birçok farklı lezzetle de sıkılmadan ketojenik diyet yapabilirsiniz.
Kuruyemişler: Kuruyemişler ketojenik diyette tüketebileceğiniz gıdalar arasında yer alıyor. Ceviz, fındık, badem gibi kuruyemişler ve badem unu hindistan cevizi unu gibi unlarla yapılmış ara öğünler gibi birçok alternatifle ara öğün ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.
Bu ürünlerin dışında kahvelerinize 1 tatlı kaşığı hindistan cevizi yağı eklemek de yağ yakımını hızlandıran yöntemlerden biridir.
Ayrıca bu süreçte doktorunuza da danışarak ● Magnezyum. ● Mineral destekleri ● D vitamini. ● Omega-3 gibi ek gıdalardan destek alabilirsiniz.
Ketojenik Diyet Türleri
Ketojenik diyetin pek çok çeşidi bulunmaktadır. Bu türleri şöyle sıralayabiliriz;
Standart Ketojonik Diyet: Karbonhidrat açısından düşük orta proteine sahip ve yüksek yağ tüketilen bir ketojenik diyet çeşididir. Bu diyet içeriğinde %75 yağ, %20 protein ve %5 karbonhidrat bulunmaktadır.
Döngüsel Ketojenik Diyet: Bu diyette amaç karbonhidrat kullanımı ile ketosis dönemini karıştırmaktır. Diyette 2 gün yüksek karbonhidrat tüketilir. Sonrasında ise 5 gün ketojenik diyet uygulanır.
Hedefli Ketojenik Diyet:Ketojenik diyet yemeği tüketimi yapılan egzersiz miktarına bağlıdır. Duruma göre menüye karbonhidrat ilavesi yapılır.
Yüksek Proteinli Ketojenik Diyet: Standart ketojenik diyete çok benzeyen bir diyet seçeneğidir. Standart ketojenik diyet paketinden daha fazla protein içerir. Yüksek proteinli %60 oranında yağ, %35 protein ve %5 karbonhifrat içerir.
Ketojenik diyet arasında genel olarak standart ketojenik diyet ve yüksek proteinli ketojenik diyet tercih edilmektedir. Diğer paketler vücut geliştirmeyi hedef edinmiş insanlar tarafından kullanılır. Kilo verme yolculuğunda tercih edilmesi önerilmez.
Ketojenik Diyete Başlarken Nelere Dikkat Edilmelidir?
Ketojenik diyet yaparken dikkat etmeniz gereken noktaları şöyle açıklayacağız;
● Ketojenik diyet planınızı kendi alışkanlıklarınıza göre oluşturmalısınız. ● Yiyeceklerin içeriklerini iyi öğrenmelisiniz ● Günde 20-50 gram aralığında karbonhidrat tüketmelisiniz. ● Aktif spor yapmıyorsanız günlük protein tüketiminiz %25’in üzerinde olmamalı. ● Sağlıklı yağ tüketimine ağırlık vermelisiniz. ● Günde kg x 30 ml su tüketmelisiniz. ● Günde en az 30 dakika egzersiz yapmalısınız. ● Yeterince yağ tükettiğinizden emin olmalısınız.
Ketosis Moduna Geçtiğinizi Nasıl Anlarsınız?
Ketosis moduna geçtiğinizi belli eden bir takım semptomlar da mevcut. Bu semptomlar şunlar; • Su içmede isteğinin artması, • Ağız kuruluğu • Tuvalet ihtiyacında artış • Nefeste koku Bunun dışında size iyi hissettirecek göstergeler de bulunmakta; • Açlık hissinde azalma • Enerji artışı vb.
Hangi Testleri Yapmak Ketosiste Olduğumu Ölçebilir?
1. Kan Keton Ölçeği 2. Nefes Keton Analizi 3. İdrar Çubukları
Kan Keton Ölçeği; Vücudunuzdaki ketonları ölçerken en doğru sonucu veren kan testidir. Parmaktan kan alınarak ölçülür. Fakat maliyeti yüksek bir seçenektir. Nefes Keton Analizi; Kan keton ölçeğinden daha az maliyetli olup, genel keton seviyesi veren bir analiz yöntemidir. Fakat net ve güvenilir bir sonuç vermez. İdrar Çubukları; Ketozisi ölçmenin en uygun ve kolay yolu idrar çubukları testidir. Eczanelerde bulabilirsiniz. Çubuğu idrara batırdığınızda renk skalasına göre keton değeriniz çıkıyor. Fakat bu yöntemde de sıvı tüketim miktarınıza göre yanıltıcı olabiliyor. Bunun dışında uzun süre ketojenik diyet uygulamasında yanlış sonuç verebilir.
Ağız Kuruluğu: İdrara çıkma gibi durumlar sonucu vücuttan sıvı atımı arttıkça ağız kuruluğu meydana gelir. Beden elektrolit ihtiyacı duymaya başlar. Bu ihtiyaç kalp ve damar sağlığının en önemli ihtiyacıdır. Aşırıya kaçmadan tuzlu besinler tüketilebilir.
En az 3 gün ketojenik beslenme uyguladıktan sonra bu testleri uygularsanız daha sağlıklı sonuç alırsınız.
Ketojenik Diyetin Avantajları
Ketojenik diyet üzerinde yapılan araştırmalar doğrultusunda ketojenik diyetin pek çok avantajı olduğu tespit edilmiştir. Ketojenik diyetin avantajlarını sizin için listeledik;
● Kanser, epilepsi ve diyabet, polikistikover gibi hastalıkların tedavisinde önerilen bir diyet türüdür. ● Tatlı krizlerini azaltır. ● Akne problemini azaltır. ● Kısa sürede etkili bir yağ yakımı sağlar.
Ketojenik diyette en önemli nokta vücudun yağ yakımına geçebilmesi için yapılan diyetteki karbonhidratın doğru aralıkta olmasıdır. Healthfitsizin için tüm gün tüketmeniz gereken öğünleri kalori hesabı yaparak ve çeşitlilik sağlayarak sunuyor.Ayrıca yüksek proteinli besleniyorum ama ketojenik diyet yapmak istiyorum diyenlerdenseniz Healthfit yeniyüksek proteinli ketojenik diyet paketi ile sizi bu dertten kurtarıyor.Düşük karbonhidrat içeriğiyle aynı zamanda glutensiz bir paket olan Ketojenik paket, gluten alerjisi ve çölyak hastaları için de uygun bir programdır. 0850 840 9359 numaralı telefonu arayarak ketojenik diyet hakkında bilgi alabilir veya sipariş verebilirsiniz.
Kaynak : https://www.healthfit.com.tr/ketojenik-diyet-nedir-nasil-beslenilir/
0 notes
Text
Turpun sağlığa olan 6 faydası
Tam bir sağlık deposu olan turp; potasyum, kalsiyum, sodyum ve C vitamini açısından zengindir. Aynı zamanda tiamin, niasin, folat, B6, A ve K vitaminlerini de içerir. İşte sağlığınıza olan diğer faydaları…
Bağışıklık dostu
– Beslenme programınıza turpu eklemek için aslında sayısız nedeniniz vardır, ancak bağışıklık sisteminizi geliştirmesi en başta gelen nedenlerden biridir. Salatalarda veya atıştırmalık olarak tüketeceğiniz günlük yarım bardak turp, C vitamini ihtiyacınızın yaklaşık %15’ini karşılar.
– C vitamini kaynağı olması sebebiyle kış ayları boyunca grip ve benzer hastalıklardan korunmak için sofranızdan eksik etmemenizi öneririm.
– C vitamini sadece bağışıklık sisteminizi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda vücudunuz üzerindeki etkilerinden dolayı süper bir vitamin olarak kabul edilir. Yağları kullanılabilir enerjiye dönüştürür ve metabolizmanızı düzenlemenize yardımcı olur.
Sindirim sisteminizi destekler
Bağırsaklarınızda biriken faydasız artıklardan kurtulmanın yolunun, lif ağırlıklı beslenmekten geçtiğini eminim hepiniz biliyorsunuz. Lif; sistemde adeta su vazifesi görerek, bağırsaklarınızın olması gerektiği şekilde boşalmasına yardımcı olur. Liften zengin beslenmek, sindirim siteminizin sağlığı için altın değerindedir. İşte tam da bu noktada turp, günlük almanız gerekli lif hedefinize ulaşmanıza yardımcı olur. Lif ayrıca kan şekeri seviyelerini yönetmenize yardımcı olup ve kilo vermenizi sağlar. Sadece turp değil, turp yaprakları da faydalıdır. Yüksek kolesterol diyetiyle beslenen fareler üzerinde yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre, turp yapraklarının sindirim fonksiyonlarını iyileştirmeye yardımcı olduğu gösterilmiştir.
Kanserden korunmak için turp tüketin
Turp C vitamini, folik asit ve antosiyaninler bakımından zengin olması sebebiyle, özellikle kolon, böbrek, bağırsak, mide ve ağız kanseri olmak üzere insanları birçok kanser türünden koruması ile ilişkilendirilmiştir. Ayrıca kırmızı turp sülfürlü bileşikler açısından zengin olması sebebiyle, karaciğer ve safra dostudur. Aynı zamanda turp, kanser hastalığının neden olduğu halsizliği önler.
Kardiyovasküler sistemi geliştirir
Kalbin sağlıklı çalışmasını sağlayan ve kalp-damar hastalıkları riskini azaltan antosiyonin içeren turp aynı zamanda folik asit ve flavonoid içeriğinin yüksek olması sebebiyle kalbinizi korur.
Cilt sağlığınıza faydalı olduğunu biliyor muydunuz
Turplarda bulunan C vitamini, fosfor, çinko ve bazı B vitamini kompleksi üyeleri cilt sağlığınız için oldukça faydalıdır. Turptaki su, ciltdin sağlıklı nem seviyelerinin korunmasına da yardımcı olur. Dezenfektan özelliklerinden dolayı turp, cilt kuruluğu ve döküntüleri gibi cilt bozukluklarının giderilmesine yardımcı olur. Her gün tüketeceğiniz turp sayesinde, özellikle sivilcelerin oluşturduğu kızarıklıkları önleyebilirsiniz.
Ağrılarınızdan turp sayesinde kurtulun
Beyaz turpun bilinen en önemli özelliği romatizma kaynaklı ağrıların giderilmesine yardımcı olmasıdır. Beyaz turp, ayrıca stresinizi azaltarak kan basıncınızı da düzenler.
Doc. Dr. Halit Yerebakan
Turpun sağlığa olan 6 faydası
0 notes
bilmisler · 6 years
Text
Guatr, Nedeni, Belirtileri ve Tedavisi
https://bilmisler.com/guatr-nedeni-belirtileri-ve-tedavisi/
Guatr, Nedeni, Belirtileri ve Tedavisi
Boynun ön kısmında adem elması olarak anılan kıkırdak yapının altında tiroid bezi yer almaktadır. Kelebek şeklinde olan salgı bezi vücudun sağlıklı çalışması için gerekli olan fonksiyonların bir kısmından sorumlu olan hormonları üretmektedir. Tiroid bezinin çeşitli nedenlere bağlı olarak hasar görmesi ve sonrasında büyümesi guatr olarak adlandırılır. Büyüme tiroid bezinin tamamında olabileceği gibi değişik yapılarda da görülebilir. Bizler bu yazımızda sizlerin fikir alabilmeniz için Guatr, Nedeni, Belirtileri ve Tedavisi hakkında detayları paylaşacağız.
Guatr Belirtileri
Guatr belirtisi olarak en yaygın şekilde boynun ön bölgesinde tiroid bezi nüyümesi nedeniyle ortaya çıkan yumru veya şişkinliktir. Hafif vakalarda tiroid fonksiyonları normal olup farklı belirtiler göstermez. Ciddi vakalarda en sık karşılaşılan belirtiler arasında;
Nefes alırken duyulan hırılı
Boğaz ağrısı
Boyun bölgesinde bulunan damarlarda şişme
Baş dönmesi
Kalbin normalden hızlı atması
Adet düzensizliği
Terleme
Sinirlilik
Cilt kuruluğu
Öksürük
Horlama
Boğazda sıkılık hissi
Çabuk yoruluyor olmak
Yutkunma zorlukları
Ses kısıklığı
Adem elması olarak anılan bölümde şişlik
Guatr Nedenleri
Çeşitli nedenlere bağlı olarak yaşanan iyot eksikliği
Şalgam, turp, soya fasülyesi, ıspanak gibi guatrojen besinlerin sık tüketiliyor olması
Genetik nedenler
A vitamini eksiklikleri
Gerektiği kadar çalışmayan tiroid bezleri
Tiroid hormonu üretimi için gerekli olan enzimlerin vücuttaki eksikleri
Tiroid bezinin iltihaplanması
Tiroid bezinin normalden fazla çalışması
Gebelik ve menopoz dönemlerinde, bağışıklığı zayıf olan kişilerde ve radyasyona maruz kalanlarda guatr riski fazladır. Bunun haricinde yapılan araştırmalar iyot eksikliği yaşanan bölgelerde, sigara içenlerde, 50 yaş üstü kişilerde ve kadınlarda da sık guatr rahatsızlıklarına rastlandığını ortaya koymuştur.
Guatr Tedavisi
3 farklı yöntem uygulanmaktadır.
İlaçla Guatr Tedavisi
Tiroid hormonu eksikliği nedeniyle yaşanan guatrlarda tiroid hormonu ilaç ile verilmektedir. Hormon fazlalığı varsa üretimi baskılayacak ilaçlar tercih edilmektedir.
Radyoaktif İyot İle Guatr Tedavisi
Aşırı tiroid bezi durumlarında tercih edilen yöntemde iyot ağız yoluyla alınmaktadır. Radyoaktif iyot tiroid bezine ulaştıktan sonra guatr küçültülmesi için tiroid hücrelerini parçalar.
Guatr Ameliyatı
Boyunda baskı oluşturacak kadar büyüyen guatr, ilaç tedavisine cevap vermediği durumlarda, yumrularda kanser oluşma riski varsa, yumrular 2 – 3 cm’den büyük ise ameliyat uygulanır. Bu yöntemde tiroid bezinin hasar görmüş bölgesi çıkarılabileceği gibi tamamının çıkarıldığı vakalarda mevcuttur.
0 notes
kocaalihaber · 4 years
Text
400’den Fazla İlaç Ağız Kuruluğuna Neden Olur!
Ağız kuruluğu birçok farklı nedene bağlı olarak gelişen ve günümüzde çok sık karşılaşılan bir rahatsızlıktır. Ağız kuruluğu nedeni ile tükürüğün az olması ciddi problemleri beraberinde getirir. Tükürük, diş eti hastalıklarından ve diş çürüklerinden dişlerimizi koruyan en önemli ve doğal temizleme mekanizmasıdır. Ancak günümüz toplumlarında karbonhidrat ve asitli gıdalar tüketimi çok fazla arttığı için sadece tükürük bizleri dişeti hastalıklarından ve çürüklerden koruyamamaktadır. Bu nedenle diş fırçalamak, diş ipi kullanmak gibi ağız bakımı işlemlerini mutlaka uygulamak gerekir.
Ağız kuruluğu, tükürüğün azalması ile birlikte birçok sorunu beraberinde getirir. Hastalarda dilde yanma hissi, kuru gıdaları tüketirken çiğneyememe ve tat almada zorluk çekme gibi şikayetler oluşur. Hastada sık sık susama hissi vardır. Ağız kokusu, dudaklarda çatlaklar ,Hatta konuşurken zorluk çekme gibi rahatsızlıklar oluşabilir.
Dr. Dt. Ece Tatar Sidal
Ağız kuruluğu rahatsızlığının birçok sebebi vardır. En sık karşılaşılabilecek nedenleri kısaca şöyle sıralayabiliriz. 1-Burun tıkanıklıkları nedeniyle, kişiler ağızları açık uyurlar. Bu durum ağız içerisinin yeteri kadar nemlenememesine neden olur. 2-Şeker hastalığı, parkinson, romatoid artrit, AİDS gibi  sistemik hastalıklar ağız kuruluğuna sebep olabilir.3-Radyoterapi ve kemoterapi gibi kanser tedavisinde kullanılan yöntemler tükürüğün azalmasına yol açabilir. 4-Bazı ilaçların yan etkileri olabilir. Bunlar antihistaminikler, burun açıcılar, ağrı kesiciler, diüretikler, tansiyon ve depresyon ilaçlarıdır. 400’den fazla ilaç tükürük üreten ve tükürük bezi adı verilen bezlerin doğru çalışmamasına yol açar ve böylelikle  ağız kuruluğu oluşturabilir. 5-Menopoz döneminde,kadınların hormon seviyelerinin değişmesi ile  kalıcı ağız kuruluğu oluşabilir. 6-Son fakat en sık gözleneni,, sigara, pipo, puro, kafein ve alkol tüketimi sonucu tükürük miktarının azalması sonucu ortaya çıkan ağız kuruluğudur.
         Ağız kuruluğu nasıl tedavi edilir?
    Öncelikle hastalık teşhis edilir ve sebebe göre tedavi uygulanır. Ağız kuruluğunu tedavi etmenin tek kalıcı yolu sebebi ortadan kaldırmaktır. Sık sık su içmek ve ağız kuruluğunu gidermek için özel olarak üretilmiş ağız suları kullanılması rahatlama sağlayabilir. Ayrıca diş hekiminiz size yapay tükürük gibi ağız nemlendiricileri önerebilir. Tükürük akışını uyarmak için şekersiz sakız çiğneyebilir veya şekersiz sert şekerler emebilirsiniz.
    Sağlıklı günler dilerim.
source https://saglik.kocaali.com/400den-fazla-ilac-agiz-kuruluguna-neden-olur/
0 notes
dustylipscom · 6 years
Text
İştah Kaybı Nedir? Nedenleri Ve Doğal Tedaviler
İştah, bedensel ihtiyacı karşılama arzusudur. En tanıdık olan iştah türü, bize yeterli miktarda kalori almamız, gerekli vitamin ve mineralleri almamız ve tokluk hissi vermemizi sağlayan açlıktır. İştahı kaybetmek ne anlama geliyor? Aç hissetmemenizin ya da yemeye başladıktan sonra hızlı bir şekilde doymanızın birçok sebebi vardır. Örneğin, kabızlık, bazı hastalıklar, mide virüsleri, yeme bozuklukları ve hatta kanser bile açlığın azalmasına neden olabilir. İştahınızı arttırmak ve vücudunuzu dengede tutmak için faydalı olabilecek birçok doğal çözüm vardır. Aşağıda, diyetinizi, stres seviyenizi, egzersiz ve beslenme alışkanlıklarınızı geliştirerek açlığın düzenlenmesi için birçok ipucu bulacaksınız.
İştah Kaybı Nedir?
Teknik olarak, anoreksi, iştah kaybını tanımlayan tıbbi terimdir. Ancak bu genellikle yeme bozukluğu anoreksiya nervozadan farklı olan istemsiz iştah kaybıdır. Anoreksi kasıtlı gıda kısıtlaması ile ilişkilidir. İştah, vücuttaki farklı sistemler arasındaki iletişim ile kontrol edilen karmaşık bir süreçtir. Bu, kısa süreli ve uzun vadeli iştahı düzenleyen merkezi sinir sistemini özellikle beyin, sindirim sistemini, endokrin sistemi ve duyu sinirlerini içerir. Sağlıklı ve dengeli bir iştah, vücudun homeostatik durumunda kalmasına yardımcı olur, yani sağlıklı bir vücut ağırlığını korurken, enerji ve besin ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Birçok insan, iştahla mücadele edip kilo kaybıyla zorlanıyor olsa da, zaman zaman geçici bir iştah kaybı yaşanması sık görülen bir sorundur. İştah kaybı tehlikeli mi, endişelenecek bir şey mi? Kısa vadede iştahsızlık bir problem değildir ve çoğu zaman hasta olmanın, aşırı beslenmenin, çok meşgul olmanın veya duygusal olarak stresli olmanın doğal bir reaksiyonudur. Ancak, uzun süreli iştahsızlık, besin eksiklikleri geliştirirseniz veya çok fazla kilo kaybetmeniz durumunda ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Birkaç gün veya daha uzun süre fazla yemediğinizde, yeteri kadar makro besin (karbonhidrat, protein veya yağ veren yağ) veya mikro besin (vitamin ve mineral) elde edemezsiniz. Bu, vücudunuzun yorgun ve stresli hissetmesine neden olur, ayrıca kas kütlesi kaybına, güçte azalmaya ve zayıf bilişsel işlevlere yol açabilir. Yaşlılarda, iştah kaybı nedeniyle malnütrisyon aşağıdakiler ile ilişkilidir: bozulmuş kas fonksiyonu, azalmış kemik kitlesi, immün disfonksiyon, anemi, kognitif fonksiyon bozukluğu, zayıf yara iyileşmesi, ameliyattan gecikmiş iyileşme ve sonuçta morbidite ve mortalitede artış. Hastalığınız veya altta yatan bir hastalığınız olması nedeniyle iştahınızı kaybettiyseniz, bu sorunlu olabilir çünkü zayıf besin alımı iyileşmeyi yavaşlatabilir ve tedaviden iyileşmeleri sınırlayabilir.
İştah Kaybının Belirtileri
İştahınızı kaybetmek, muhtemelen beklediğiniz semptomlarla sonuçlanabilir; yemek istememek gibi, uzun bir süre ve kasıtsız kilo kaybına rağmen aç hissetmemek gibi. Ortaya çıkabilecek diğer belirtiler şunlardır:
• Az miktarda yedikten sonra kendinizi doymuş hissetmek. • Şişmiş bir mideye sahip olmak, mide bulantısı veya mide ekşimesi / mide rahatsızlığı gibi hazımsızlık belirtilerine sahip olmak. • Yorgun ve zayıf hissetmek. • Beyin sisi yaşamak, odaklamakta ve konsantre olmakta zorlanmak. • Uyku problemi. • Kabızlık. • Şişme ve sıvı tutulması. • Düşük motivasyon ve depresyon gibi ruhsal değişiklikler. • Hasta olunca , ateş, titreme veya vücut ağrıları yaşamak.
İştah kaybı her zaman kilo kaybına neden olur mu? Bir ila iki gün boyunca devam ederse olabilir. Duygusal stres ya da hastalık gibi bir şeyden dolayı iştahınızı geçici olarak kaybederseniz, iyileştiğinizde kendinizi iyi hissedersiniz. Bu, iyileştikçe birkaç gün boyunca açlığın artmasına neden olabilir, bu nedenle bu durumda sürekli kilo kaybı çok olası değildir. Öte yandan, iştahınızı altta yatan bir bedensel veya zihinsel sağlık durumundan dolayı haftalar ya da aylar boyunca kaybederseniz, o zaman kilo kaybı daha olasıdır. Örneğin, depresyon ve inflamatuar bağırsak hastalığı, bir kaç hafta süren iştah kaybına neden olabilir. Belirli bir sağlık durumu nedeniyle iştahınızı kaybettiyseniz, yukarıda belirtilenlerin yanı sıra başka birçok semptomla karşılaşabilirsiniz. Örneğin, mantıksız gelebilir ama anoreksiya nervoza gibi bir yeme bozukluğu ile mücadele, aslında metabolizma ve sindirim sisteminde değişiklikler nedeniyle iştah kaybına neden olabilir. Bu çok sağlıksız olabilir, çünkü düşük kalorili alımlara yol açar, bu da bazal metabolik hız, kalp sağlığı, kemik yoğunluğu ve hormon düzeylerindeki eksikliklere ve değişikliklere neden olur.
İştahsızlık Nedenleri ve Risk Faktörleri
İştahınızı birçok faktör etkileyebilir:
• Bağırsaklarınızdaki yiyeceklerin fiziksel mevcudiyetine veya yokluğuna yanıt veren sensörlerin aktiviteleri. • Bağırsak tarafından salgılanan hormonların seviyesi. Bu, grelin (iştahı artırır ve orucun açlığı karşısında mide tarafından salgılanır), peptit-YY (iştahı bastırır ve gıda alımına yanıt olarak ileum ve kolon tarafından salgılanır) ve kolesistokinin (yağ ve protein varlığına yanıt olarak iştahı bastırır ve ince bağırsak tarafından salgılanır) içerir. • Uykunuza göre ne kadar yorgun ya da enerjik hissettiğinize bağlı. • Ruh haliniz. • Sunulan yiyeceklerden aldığınız ödül. • Şeker, karbonhidrat, yağ veya protein gibi son zamanlarda yediğiniz besinlerdeki farklı bileşenler. • Mevcut vücut ağırlığınız. • Tiroid sağlığınız ve metabolizmanız. • Sindirim sisteminizi etkileyen iltihap. • Ay / adet döngüsü boyunca dalgalanabilen testosteron, östrojen veya progesteron gibi reprodüktif hormonların seviyeleri. • Kortizol gibi stres hormonlarının seviyeleri. • Sirkadiyen ritim ve hormonlarınızı etkileyen günün saati. • Yoksulluk, yalnızlık ve sosyal izolasyon, azaltılmış gıda alımına katkıda bulunan sosyal faktörlerdir.
İştah kaybı nedenlerinin en sık karşılaşılan bazıları şunlardır:
• Yaşlılık. Sindirim sistemindeki değişiklikler ve metabolizmanın yavaşlaması nedeniyle, iştahsızlık, yaşlılarda yaygın bir sorundur. İlaç kullanımı, düşük aktivite düzeyleri, depresyon, ağrı, uygunsuz takma dişler ya da tat ve kokudaki yaşa bağlı değişiklikler diğer katkı faktörleridir. • Aşırı yemek, daha az aç hissetmenizi sağlayan tokluk hormonlarını artırabilir. Elbette bunun tersi de doğrudur: az yemek yemenin az olması grelini artırabilir ve leptin seviyelerini azaltabilir, bu da sizi acıktırır. • Hareketsiz bir yaşam tarzıdır, kilo alımına veya leptin düzeylerinde artışa neden olabilir, bu da daha az aç hissetmenizi sağlar. • Mide bulantısı, mide virüsü, gıda zehirlenmesi, sindirim bozukluğu veya hamilelik gibi durumlar. • Stres hormonlarını arttıran finansal veya işle ilgili problemler veya aşırı egzersiz gibi duygusal veya fiziksel stres. • Bazı ilaçlara reaksiyonlar; kodein, digoksin, fluoksetin, kinidin ve hidralazin gibi narkotikler. • Karında sıvı birikimine, yorgunluğa ve ağrıya neden olabilen karaciğer hastalığı. • Ödem, mide bulantısı ve karın ağrısına neden olabilen böbrek yetmezliği. • Gastrit veya mide iltihabı ve mide astarının aşınması. • KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığı), nefes darlığına ve yemek sırasında öksürmeye neden olan rahatsızlıktır. • Stres, sinirlilik veya depresyon. • Hipotiroidi. • Kalp hastalığı. • HIV / AIDS. • Kanser. • Akıl hastalıkları. • Crohn hastalığı ve diğer inflamatuar bağırsak hastalık türleri. • Hormonal dengesizlikler. Adet döngüsü, hamilelik veya menopoz boyunca östrojen ve progesteron değişiklikleri açlığı değiştirebilir. • Demans ve diğer bilişsel değişiklikler. • Bazı diyetler ve diyet uygulamaları, ketojenik diyet veya aralıklı oruç gibi iştahınızı da azaltabilir. Bu diyet müdahaleleri genellikle tam bir iştah kaybına neden olmaz, ancak istekleri azaltabilir ve aşırı yemeyi önleyebilir. Bu yüzden aşırı kilolu veya obez olan kişilerde kilo kaybını teşvik etmek için harika bir yol. • Iştah kaybı bariatrik kilo kaybı ameliyatı sonucu olabilir çünkü bu, midenin rahatça tutabileceği gıda hacmini azaltır.
İştah Kaybı Ve Kanser
Amerikan Klinik Onkoloji Derneği’ne göre, iştahta değişiklikler kanser ve kanser tedavileri yüzünden sık görülür. Kanser neden iştahsızlığa neden olur? Kemoterapi veya immünoterapi gibi kanser tedavileri ve kanser, metabolizmaya, sindirim sistemine ve hormon üretimine birçok değişikliğe neden olabilir. Bütün bu faktörler açlığı azaltabilir. Kanser ve kanser tedavilerinin vücut üzerinde iştah kaybına yol açabilecek bazı olumsuz etkileri şunlardır:
• Doygunluğa neden olan genişlemiş dalak ve sıkıştırılmış mide. • Ödem ve assit ya da şişkinliğe yol açan karın bölgesinde sıvı birikmesi. • Bazı ilaçların neden olduğu yorgunluk, uyuşukluk ve hatta sakinlik. • Artan bulantı ve kusma. • Ağız yaralarının gelişimi, oral enfeksiyonlar, ağız kuruluğu ve ağız ağrısı. Bunlar çiğneme sırasında yutma ve ağrıya neden olabilir. • Yeme ile ilgili hazzı azaltan tat ve koku değişiklikleri. • Kabızlık, kramp ve karın ağrısı. • Depresyon ve anksiyete, yemeyi zorlaştırabilir. • İstenmeyen kilo kaybı.
Ne tür kanserler iştah kaybına neden olur? Mesane kanseri, mide kanseri, rektal kanser ve kolon kanseri, iştahı etkileme eğilimi gösteren tiplerdir, çünkü bunlar inflamasyona ve sindirim organlarındaki diğer olumsuz değişikliklere neden olur. İlaç, radyasyon veya kemoterapi ile herhangi bir kanser türünü tedavi ediyorsanız iştahsızlık yaşayabilirsiniz.
İştah Kaybı İçin Geleneksel Tedaviler
İştah kaybını tedavi etmenin ilk adımı, altta yatan nedenin belirlenmesi ve ele alınmasıdır. Bir kimsenin iştah kaybının ne kadar şiddetli olduğuna ve buna neden olabilecek herhangi bir komplikasyona bağlı olarak, doktorlar açlık seviyelerini normalleştirmek için çeşitli ilaçlar ve müdahaleler kullanabilirler. İştah kaybını ve etkilerini tersine çevirmek için kullanılabilecek bazı tedaviler şunlardır:
• Metoclopramide, yemeklerin mide dışına daha kolay taşınmasına yardımcı olur. • Antidepresan veya anti-anksiyete ilaçları. • İştahı uyarmak için kullanılan dronabinol isimli bir kanabinoid ürünü. • Anti-bulantı ilaçları, hamilelik sırasında bulantı tedavisinde kullanılanlar dahil olmak üzere; doxylamine ve B6, pyridoxone, promethazine ve cyclizine. • Elektrolitleri sağlayabilen ve kabızlığı, krampları veya yorgunluğu azaltabilen takviyeler ve yemek yerine kullanılan ürünler. • İştahı ve kilo alımını artıran progesteron içeren ilaçlar. • Şişlik, bulantı, halsizlik veya altta yatan hastalıklarla ilişkili ağrı gibi semptomları azaltabilen steroid ilaçlar. • İştah hormonu salgılanmasını uyaran egzersiz programları. • Şiddetli vakalarda, kilo verme ve besin eksikliklerini tedavi etmek için kalorileri ve besinleri doğrudan mideye almak için tüple besleme kullanılabilir.
İştah Kaybı İçin Doğal Çözümler
Yeme Kalıplarını Değiştirin
• Hazımsızlığa veya doygunluğa yol açabilecek bir veya iki büyük öğün yerine, öğünleri günde beş ila altı küçük öğüne ayırın. Ayrıca acıktığınızda aperatifler ekleyin. • Her gün düzenli olarak yemeye çalışın, çünkü bu model vücudunuzu eğitmenize ve iştahınızı düzenlemenize yardımcı olur. • Çok miktarda yemek yemek zor bulursanız, enerjisi yoğun olan yiyecekler yiyin. Yani İyi bir kalori, sağlıklı yağ ve protein sağlaması gereken yiyecekler yiyin. Örneğin, zeytinyağı veya hindistancevizi yağı, otla beslenen tereyağı, yumurtalar, otla beslenen sığır eti, tam yağlı süt, fındık ve cevizli çörekler, avokado ve proteinli smoothies. Yemek tariflerine yağ, tereyağı, peynir, hindistan cevizi sütü ya da cevizli çörek ekleyerek aşırı dolu hissetmeden kalori alımınızı artırabilirsiniz. • Beğendiğiniz deniz tuzu, baharat ve çeşnileri ekleyerek yiyeceklerin tadını daha çekici hale getirin. • Yemeklerden hemen önce çok miktarda sıvı tüketmeyin, bu da iştahınızı bastırır. Yemeklerden ziyade öğünler arasında ılımlı miktarlarda su için. • Evde çeşitli taze yiyecekleri saklayın, böylece her zaman hoşunuza giden bir şeye erişebilirsiniz. • Kafein tüketimini azaltın. Kafein tüketimi sinirlilik / endişeyi artırabilir, midenizi tahriş edebilir ve iştah kaybı yaşayabilirsiniz. • Aileniz veya arkadaşlarınızla beraber rahat bir ortamda yemek yiyin. Acele ederek yemek yemeyin. • Tüketmeyi kolaylaştırırsa, yiyeceği veya sıcaklığını değiştirin.
Depresyon ve Anksiyeteyi Tedavi edin
Depresyon ve anksiyete stres hormonlarını değiştirerek ve inflamasyonu artırarak iştahınızı etkileyebilir. Alkol, sigara içilmesi ve çok miktarda kafein alarak depresyon veya anksiyete ile baş ederseniz, bu maddeler de açlığı da etkileyecektir. Yoga, meditasyon ve nefes egzersizleri size yardımcı olabilir. Dışarıda daha fazla zaman geçirmek ve D vitamini seviyelerini artırmak için güneş ışığına maruz kalın.
Bulantıyı Tedavi Edin
Özellikle hamilelik sırasında veya ya da bir virüs, grip vb. hastalığınız olduğunda iştahsızlık ve mide bulantısı oluşumu sık görülür. Bulantı tedavisinde yardımcı olabilecek doğal ilaçlar:
• Stresi azaltmak. • Yeterince uyumak. • Uygun egzersiz yapmak. • Yeterli su içmek. • Sigarayı bırakmak. • Antibiyotikler gibi gereksiz ilaçlar almamak. • Anti-inflamatuar diyet yemek. Taze sebzeler, meyveler, sağlıklı yağlar ve balıklar, otlarla beslenmiş et ve yumurta gibi “temiz” protein kaynakları. • Chia veya keten tohumu, pişmiş sebzeler, avokado, kavrulmuş kök sebzeler ve magnezyumda yüksek gıdalar gibi kabızlığı önlemeye yardımcı olmak için yüksek lifli yiyecekler yemek. • Fermente yoğurt veya kültürlü sebzeler gibi probiyotik gıdalar yiyin. • IBS veya IBD gibi sindirim problemlerini daha da kötüleştirebilecek gıdaları sınırlandırabilir veya bunlardan kaçınılabilir: geleneksel süt ürünleri, glüten içeren gıdalar, sentetik katkı maddeleri içeren işlenmiş gıdalar, rafine yağlar, hızlı yiyecekler, kızartılmış gıdalar, işlenmiş etler ve semptomları kötüleştiren FODMAP yiyecekleri.
Enerji Düzeylerini İyileştirin
İştahsızlık ve yorgunluk yaşarsanız, enerji seviyenizi iyileştirmek ve yorgunluğu tedavi etmek için yapabileceğiniz bazı şeyler vardır:
• Gecelik yedi ila dokuz saat uyku almayı hedefleyin. Sirkadiyen ritiminizi düzenlemek için, her gün benzer zamanlarda uyumaya çalışın. • Serin ve karanlık bir odada uyuyun. • Besleyici yoğun bir diyet yiyin. Şeker, işlenmiş taneler ve kafeini sınırlayın. • Evinizde nane yağı ve diğer canlandırıcı yağlar bulundurun ve arada bir sıkın. • Kahve veya diğer uyarıcılar yerine daha sıkı enerji sağlayan yeşil çay için. • Gevşemek için gün boyunca zihinsel mola verin, dinlenin, dışarıda yavaş yürüyüş yapın ve derin nefes alın. • Yatmadan önce meditasyon ve diğer stres giderici aktiviteleri uygulayın.
Yeterli Fiziksel Aktivite
Egzersiz doğal bir iştah düzenleyici olarak bilinir, özellikle 20-30 dakikadan fazla süren aerobik egzersiz, kuvvetli egzersiz ve kas kütlesini kasanıza ekleyen kuvvet antrenmanı. Birçok faktöre bağlı olarak, egzersiz hem iştahınızı artırabilir hem de hormonları ve iltihapları etkilediğinden dolayı uzun süre normalleşmesine yardımcı olabilir. Hareketsiz bir yaşama tarzınız varsa ve egzersiz yapmaya başlamak istiyorsanız, her sabah 30 dakikalık bir yürüyüş gibi hafif bir egzersizle başlayın. Yemeklerden önce yürümek de iştahınızı iyileştirmeye ve sindirimi artırmaya yardımcı olabilir, kısa ve rahat bir yürüyüş olsa bile.
Not: Eğer mide bulantısı, kusma, şişkinlik, ağrı ve kabızlık gibi iştah kaybının ötesinde gastrointestinal semptomları düzenli olarak yaşıyorsanız, doktorunuzla konuşun. Doktorunuz, altta yatan nedenin belirlenmesine yardımcı olabilecek testler önerebilir. Ayrıca, iştahınızın kaybı yaşam kalitenizi etkiliyorsa yemek planlama, market alışverişi ve semptom yönetimi konularında tavsiye almak için kayıtlı bir diyetisyen veya beslenme uzmanıyla görüşmeniz de yardımcı olabilir.
Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Youtube
The post İştah Kaybı Nedir? Nedenleri Ve Doğal Tedaviler appeared first on DustyLips.com.
Kaynak: https://ift.tt/2K7NKZl
0 notes
neler-blog1 · 6 years
Text
Reishi Mantarı’nın Faydaları?
Ölümsüzlük mantarı olarak bilinen bu mantar için toprağın zehri, topraktan yaratılan insanında panzehiridir denir. İşte her yerde yetişmeyen, zor bulunan her derde deva kırmızı Reishi Mantarı’nın faydaları.
Bu mantarı diğer mantarlardan ayıran önemli özelliklerden biri kolay yetişmemesi; doğada nadir bulunabilen bir mantar. Çünkü sporları çok sert ve çimlenmesi çok zordur. Son yıllarda bitkisel tedaviler dünyada ve ülkemizde çok yaygınlaşmıştır fakat kırmızı reishi mantarı 70 li yıllarda ortaya çıkmıştır. Önceleri Çin ve Japon’da özel koşullarda yetiştiriliyorken artık ülkemizde de sera ortamlarında üretimi özenle yapılıyor. Bu mantarın özelliği bağışıklık sistemine ciddi faydalarının olması. Bağışıklık sistemi denildiğinde çok önemsemiyoruz. Fakat, her hastalığın sebebi bağışıklık sistemine dayanır. Kanserden ciğer hastalıklarına, şeker hastalıklarından gribal enfeksiyonlara kadar tüm hastalıkların sebebi bağışıklık sistemindeki dengesizliklerden kaynaklanıyor. İnsan sağlığına faydası olan yüzlerce bitki var, evet… Fakat bu mantar bilimsel araştırmalar sonucu diğer bitkilere kıyasla bin kat daha etkili bulunmuş.
Genel kullanımı çay şeklindedir. Faydalı etkilerini suya aktarmak için en az 30 dakika kaynatmak gerekiyor. Porselen veya cam çaydanlıkta kaynatılması öneriyor. Soğuduğunda tüketilmesi gerekiyor. Tadı pek iç açıcı olmadığından meyve suyuna karıştırılarak tüketilebileceği söyleniyor.
Reishi Mantarı’nın Faydaları Nelerdir?
Bağışıklık sistemini güçlendirici
Diyabet, tansiyon, kolesterol seviyelerini dengeleyici
Toksinleri vücuttan atmaya yardımcı
Kalp kasının güçlenmesinde yardımcı
Alerjik hastalıklara karşı koruyucu
Kemoterapi sırasında vücudu destekleyici
Anti-aging etki gösterici
Hücreleri yenileyici
Cilt hastalıklarında tedavi edici
Streste azaltıcı ve uykusuzluğu giderici
Damar tıkanıklığı giderici
Kanser türlerine karşı koruyucu etkiler gösterir
Reishi Mantarı’ nın Zararları Nelerdir?
Kemoterapi alan kişilerin doktor önerisi harici kullanmamaları öneriliyor.
Tansiyon düşürücü etkisi bulunduğundan tansiyon dengesizliği yaşayan ve tansiyon ilacı kullanan kişilerin doktor önerisi harici kullanmamaları öneriliyor.
Hamile bayanların kullanımına uygun değildir.
Mide bulantısı, kusma, ağız kuruluğu, kaşıntı ve burun kanaması gibi yan etkilerigözleniyor.
Dikkat! Yazımız bilgilendirme amacı taşıyor. Sayfamızda okuduğunuz bilgiler yerli ve yabancı yazılardan derlenmiştir. Reishi mantarını kullanmayı düşünüyorsanız kullanım alanlarını, kullanım şekillerini iyice araştırıp doktor tavsiyesi dahilinde kullanmanız.
0 notes
saglikigulumse-blog · 6 years
Link
- Radyoterapi ve Kemoterapinin ağız içindeki etkileri - Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların ağız içindeki etkileri - Kanser tedavisi öncesi yapılması gerekenler - Kanser hastalarında ağız bakımı - Ağız kuruluğu için yapılması gerekenler - Kanser ve diş tedavisi
0 notes