Bir süre yaşadığımız her yer, ancak orayla vedalaştıktan epey sonra belleğimizde biçim kazanır ve hiç değişmeyen bir imgeye dönüşür. Orada bulunduğumuz ve her şey gözümüzün önünde olduğu sürece, tesadüfi ya da kalıcı şeylere hemen hemen aynı önemi atfederiz, gereksiz ayrıntılar ancak çok sonra silinir gider. Belleğimizde sadece hatırlamaya değer olanlar kalır; öyle olmasaydı, hayatımızın tek bir yılına bile korkmadan, gözümüz kararmadan bakamazdık!
Bir yerin bizde kalan imgesinde neler neler vardır; su ve kaya, çatılar ve meydanlar ama benim için özellikle de ağaçlar. Bizatihi güzel ve sevilesidir onlar, kendini binalarda ifade eden insanın karşısına doğanın masumiyetini koymakla kalmaz, toprağın türü ve ömrü, iklim ve hava, ayrıca insanın anlamı üzerine de çok şey söylerler. Şimdi yaşadığım köyün daha sonra hafızamda nasıl yer edeceğini bilmiyorum, ama bu köyü kavaksız düşünemiyorum, Garda Gölünü zeytin ağaçsız, Toskana’yı da servisiz tasavvur edemediğim gibi. Başka yerleri de ıhlamurlar ya da fındık ağaçları olmadan düşünmek imkânsız benim için, hiç ağaç yetişmediğini görüp garipsediğim iki üç yer de bu yüzden aklımda kaldı.
Zayıf rüzgarlardan değil, herkesin başa çıkamayacağı sert rüzgarların üstesinden geldin. Hatırla; mücadelelerinle büyüdün, güçlendin, güzelleştin. Kendini fark et ve hayatının seni dönüştürdüğü, olmaya başladığın kişiyi her gün biraz daha sev..
Sen gittin gideli ne mevsimler geldi geçti bak unutamayız bırakamayız derdik her zaman yanındayız derdik ama araya giren mesafeleri bilemez olduk aramıza belki şiirler girdi kitaplar girdi bilmedik belki aynı satırın altından koca bir okyanusa atladık ama haberimiz olmadi oysa her sabah birbirimize günaydın derdik zaman denen kavramın içerisinde ben bir çöl tanesi oldum savruldum sen ise faili meçhul
"Bize insanları değil fikirleri hatırlamamız söylendi. Çünkü bir adam yenilebilir, yakalanabilir, öldürülebilir, unutulabilir. Fakat bir fikir 400 yıl sonra bile hala dünyayı değiştirebilir."
Yaşamımın ilerlediğini idrak ettikçe duygusallaşıyorum galiba. Yaş almak değilde, yaşadığım ömrün hakkını verememek biraz ürkütüyor beni. Kıymetli bir sermayenin değerini bilmeden çarçur etmiş olmanın hüznü çöküyor. Bazı vakitler ah edip “şu yaşımda olsaydım, şu vakte geri dönseydim neler neler yapardım “diyor fakat elimde olan sermayenin dahi kıymetini bilmemekle mâlum oluyorum…
Seni soruyorlar son günlerde. Nasıl, nerde, ne yapıyor diye soruyorlar. Bilmiyorum diyorum. Hayatına devam ediyor olmalı, uzun zaman oldu görüşmeyeli diyorum. O beni çoktan unutmuştur diyorum, gülüyorum. Sahi unuttun mu beni? Sana bakarken ışıldayan gözlerimi, seninle konuşurkenki sesimdeki hiç bitmek bilmeyen heyecanı, sana ait senin bile bilmediğin şeyleri sana söylediğimde şaşkınlıkla "nasıl ya? harbiden öyle yapıyor muyum" diyişlerini... Hepsini unuttun mu? Beraber geçtiğimiz birkaç sokaktan da olsa geçtiğinde gelmiyor muyum aklına? İsmimi duyduğunda herhangi bir kadında düşmüyor muyum aklına? Sana dair her şeyi nasıl unutmam gerektiğini giderken bana söylemeliydin. Yapmadın ama. Sevmemişsin de zaten beni. Olsun canın sağ olsun. İyi ol, mutlu ol. Benim mutlu olmayı beceremediğim kadar mutlu ol. Sen beni hatırlamasan da ben seni her zaman güzel hatırlayacağım.