Halil Çağlar’ın boşanma aşamasındaki kadını ve 2 kayınbiraderini tabancayla öldürüp intihar ettiği olayda yaralanan baldızı Adile Oymak da hastanedeki 4 günlük yaşam mücadelesini kaybetti. Çağlar’ın kızı Nimet Çağlar’ın tedavisi ise sürüyor.
Kaynak
Read the full article
Karabük’te korkunç bir kara para ağı mı var ? Araştırmacı Gazeteci Ersin Eroğlu dehşeti anlattı...
Karabük'te Afrikalı öğrenci istilasının arkasında, Karabük Üniversitesi'nin ikinci, üçüncü sınıf Afrika ülkelerinde Karabük'e gelmeleri için yaptıkları sonuç garantili sınavlar var!
Lise diploması olmayanlar bile getirilmiş!
Bu sözde sınavlar; Maarif Vakfı'nın himayesinde gerçekleşiyor! Dikkatinizi çekti mi? Maarif Vakfı!
Bu olayı bir süredir zenci erkeklerle Türk kızlarının evliliğinin teşvik edilmesinden ayrı düşünmeyin!
Üniversite bahanesiyle getirilip Türkiye'de kalmaları amaçlanıyor.
İktidarın Suriyeli, Afgan ve Müslüman Afrikalılarla oluşturmaya çalıştığı ümmet toplumu projesinde görevli üniversitelerden biri Karabük Üniversitesi'dir.
Vasat zekalar n'olicek yurt dışında da yabancılar okuyor diyecekler. Yurt dışı bir defa zekileri alıyor kendi ülkesinde ona çalışma alanı var. Biz ne yapıyoruz. Kendi halkımızın sırtından kendi çocuklarının kontenjanından başka ülkelerin hizmetinde çalışacak çocuklar yetiştiriyoruz.
Kaldı ki Türk gençleri yurtdışında okuyamıyorlar. Kabulü ve davetiyesi olsa da vize alamıyorlar. TC vatandaşlığı el altından arap ülkeleri vatandaşlarına koşulsuz şartsız sağlandığı için Avrupalı Amerikalı Kanadalı diyor ki ne bileyim ben senin muhammad el hakeym iken muhammet haki adını almadığını.
Şimdi sağlıktan sonra yargıda da sınavsız denklik şartsız arap afrikalı hakim savcı başlarsa hiç şaşırmam
bak gerçekten ciddi sorunlar bunlar ama sen de ben de görmezden gelmeye devam edersek eninde sonunda hepsi intiharın kucağına sürükleyecek beni. lütfen her şey yolundaymış gibi davranmayalım, bak izin ver biraz soluklanayım, gözlerimdeki dehşeti silecek gücüm inan ki kalmadı. çok çabalıyorum yemin ederim, bir sürü şeyin üzerine yeminlerimi art arda sıralarım, bak belki yerimden kıpırdayamadım, belki gözlerimi iki üçten fazla kez kırpamadım ama içimdeki savaşı, kaburgalarımın arasındaki katliamı sen de gördün. tanrı'm, tanrı'm onu neden öyle yaptın?
Ben görünen değil, görüntüleşen herkesdir. Orada yani bende baskı halini alan yaşamasızlığın ve dünyasızlığın dehşeti varolur. İnsan orada bulunmaz, yokluğunu pekiştirir.
yaşadığım dehşetten kurtulmak için ölmeyi istiyordum. beni bekleyen son karşısında dehşete kapılmıştım. hatta o sonun dehşetinin, o an içinde bulunduğum durumdan çok daha berbat bir şey olduğunu da biliyor ama yine de o sonu sabırla bekleyemiyordum. her halükârda kalbimdeki damarlardan birinin iflas edeceği ya da içimde bir şeylerin patlayıp her şeyin sona ereceği yolundaki savımı ne kadar inandırıcı bulsam da o sonu sabırla bekleyemiyordum. karanlığın dehşeti öylesine büyüktü ki, kendimi bu dehşetten ilmik ya da kurşunla bir an önce kurtarmak istiyordum. beni en güçlü şekilde intihara doğru sürükleyen şey, işte bu histi.
Belirsizlik aslında her şeyden çok daha korkunç değil midir? Düşünün evde tek kaldınız küçük bir çocuksunuz ve yanlışlıkla annenizin en sevdiği bardağı kırdınız. Ne hissedersiniz? Eğer anneniz sakin narsist bir anne değilse pek de aklınızı kurcalamaz fakat tam tersi ise eminim kafayı yersiniz. Belirsizlik bütün ihtimalleri barındırır içinde, korku,heyecan, üzüntü,nefret, şaşkınlık.. Belirsizlik bir karadelik gibidir. Sonsuzdur. Ucu bucağı yoktur ve sizi içine çeker. Sürekli aklınızı rahatsız eder. Fakat anneniz eve gelir ve size kızsa bile rahatlarsınız. Çünkü artık belirsizlik yoktur ortada bir olay vardır ve bu olay sonucunda gerçekleşen bir sonuç vardır. En kötü ihtimal bile belirsizlikten daha iyidir her zaman. Bir arkadaşınızın vefat ettiğini öğrenmek mi yoksa arkadaşınızın bir anda ortadan kaybolması veyıllarca haber alınamamaması mı? Seçim sizin. Fakat kendinizi var olan karakter yerine koyduğunuz zaman kesinlikle durumu daha iyi kavrarsınız. Bir örnek vermek istiyorum..
"Küçüğe acıyıp acımadığımı sordun, değil mi? Cevabım, artık acımıyorum, olacak. Çünkü bu zor gelse de, cezalandırıldığı andan itibaren içi rahatlamıştır. Asıl dün mutsuzdu, zavallı atı kırıp ocağa attıktan sonra evdeki herkes onu ararken, her an, her dakika bulunacağı korkusuyla yaşıyordu. Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar korkunç değildir. Kızımız da cezası kesinleşir kesinleşmez hafifledi. Ağlaması seni şaşırtmamalı, bu sadece bir boşalmaydı, önceden baskı altında içinde duruyordu. İçte tutulan gözyaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır. O eğer çocuk olmasaydı veya içini en gizli noktasına kadar görme olanağımız olmasaydı, inanıyorum ki aldığı cezaya ve döktüğü gözyaşlarına rağmen, dün olduğundan çok daha hoşnut olduğunu görürdük. Oysa dün, görünürde kaygısızca ortalıkta dolaşıyordu ve kimse onu suçlamıyordu."
Yazı Stefan Zweig'in "Korku" adlı kitabından alınmıştır. Sayfa 45. Türkiye İş Bankası Yayınları. Kitabın konusunu da aşağıya bırakıyorum.
Evli ve iki çocuklu Irene Wagner, varlıklı bir avukatın eşidir. Hizmetkârların ve dadıların her işi gördüğü evinde geçirdiği tekdüze hayatın onu tatmin etmediğini bir davette genç bir piyanistle karşılaşınca anlar. İdeal aile gibi görünseler de bu yüzeyin altında, sırlar, tatminsizlikler, hatalı kararlar yatmaktadır.
“Size benim ne gördüğümü söyleyeyim: Savaş görüyorum. Hastalık görüyorum. Acı çeken insanlar görüyorum. Sözde adalet adına yapılan zulmü görüyorum. Kötülüğü görüyorum. Kendinden zevk alan, kendi dehşeti içinde yüceltilen kötülüğü. Nefrete sarılmış, dinle örtülmüş kötülüğü. Sevgi kılığına girmiş, ama aslında yargılayan ve öfke dolu kötülüğü.”
Bir “yemek” olarak sunulan ıstakoz, masalardaki tabaklara koyulmadan önce hangi aşamalardan geçer?
Yakalanarak canlıyken bir süre esir edildiği soğuk sudan alınıp doğrudan kaynayan suya atılarak haşlanır. Çünkü suya atmadan önce öldürülürse, zararlı bir madde salgılayarak zehirlenmeye yol açabilir. Normal olarak ses çıkaramayan ıstakozların merkezi sinir sistemleri olduğundan acıyı ve dehşeti insan gibi hissederler ve haşlanırken canları öyle yanar ki kıskaçlarını birbirine şiddetle vururlar. Bunu yapamasınlar diye kıskaçları bağlanır.
Ne zaman ki insanın etik evrimi öyle bir aşamaya gelir, yediği pahalı ıstakozu da toplumca normalleştirilen ve nispeten fiyatı “daha uygun” bulunan tavuk kanatlarını da sergileyenler, yalnızca insanlar arasındaki eşitsizlik nedeniyle değil, yaşam hakkına saygı temelinde etik nedenlerle toplumun çoğunluğundan tepki görür, işte o zaman insanlık tarihinde ve dünya denen bu gezegende yepyeni bir sayfa açılır.
“Körler dünyasında yaşayıp gözleri görmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz, ben bir kraliçe değilim, hayır, yalnızca dehşeti görsün diye dünyaya gelmiş bir kadınım.”
İçimdeki sıkıntı ve kasveti dağıtmayı bu sabah başaramadım. Bunu bir görev gibi her sabah tekrarlamak, yaşama katılmak için ilave bir zahmet harcamak zorunda olmak yorucu. Pessoa'ya olduğu gibi, yaşamak zorunda olmanın dehşeti yataktan benimle birlikte kalkıyor her sabah.
"Din, İslamiyet... Dine bağlılık günden güne zayıflıyor. Herkes gaflette... Ecel de her an tepemizde... Ölüm ânının dehşeti... Bir günahkâra ait korkunç ölüm sahnesi...