Tumgik
#canı acımak
propofolik · 6 years
Text
Kalbim acıyo, geçer mi?
9 notes · View notes
hayallerim-vazgecti · 5 years
Text
Dram türü bir watpad kitabının ana karakterleri değiliz.. Koskoca acımasız bir hayatın yan karakterleriyiz.. Alışsanız iyi edersiniz..
hayallerim-vazgecti
22 notes · View notes
mesutbahtiyarolacak · 3 years
Text
Tumblr media
Ne kadar isterdim. Ne kadar....
Hayatım boyunca bir kere ağladım, gerçekten ağlama duygusunu bir kere tattım.
Öyle, hiçbirşey için ama aslında herşey için.
Öyle bir ağlama düşünmeyin, hüzünlenmek, canı acımak, birşey dilemek için değil, bir amacı olmadan ağlamak.
Kendinle, ruhunla, hislerinle...
Kimse için değil, kendin için...
Öylesine....
10 notes · View notes
papatyasiyim · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ancak acı çekenler ululuk mertebesine erişebilir.
19 notes · View notes
white-001 · 3 years
Text
Bir meslektaşımız sohbet ederken durduk yere aşık oldum ben sana dedi. Hiç o gözle bakmadım hiç aklıma gelmezdi. Kibarlık edeyim çekileyim nasıl olsa anlar dedim adam bana aylarrrrr sonra beni sevmekten korktun dimi yazmış.
Ulan tipim değilsin hayalimdeki adama uzaktan ya da kör karanlıkta bile benzemiyorsun demezsen olacağı buydu tabi. Bi daha mı ? Aslaaaa. Acırsa onun canı acısın. insan diye acımak yok bundan sonra. Yeter yaaa 😡
11 notes · View notes
belkidebirharfimben · 4 years
Text
O tebessüm seni bulmaz mı sanıyorsun?
Anlayış dediğimiz yalnız bir kişinin veya kesimin göstermesiyle olacak şey değil. Taraflardan yalnızca birisi anlamaya çalışıyorsa, diğeri hiç yanaşmıyorsa, bunun adı elbette ‘katlanmak’ oluyor. Karıştırmamak lazım. Tıpkı merhametle acımayı karıştırmamak gerektiği gibi. Ne demek bu? Belki biraz şu demek: Yalnız acı çekene acır insan. Acımak, kelime kökeninin de haber verdiği şekilde, çekmeyi önşartı sayar. Fakat merhametimiz duyulmak için acının varlığına ihtiyaç duymaz. Bir anne çocuğuna o sağlıklıyken de merhamet eder. Ancak ona acımaz. Merhamet bir tür ‘gözetme ahlakı’dır. Acımaksa acıya karşı duyulan sancıdır.
Şunu da ilave edelim ki: Yorgunluk fıtratın aksine veya elverdiğine aykırı iş yapmanın delilidir. Monotonluğun yoruculuğu da bundandır. Varlık mahiyeti gereği tekdüzeliğe düşmandır çünkü. Mürşidim bu sadedde der ki: “Zira, tevakkuf, sükûnet, sükût, atâlet, istirahat, yeknesaklık, keyfiyâtta ve ahvâlde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet yeknesaklık içinde hiçe iner.” Evet. Hergün bal yiyen baldan usanırmış. Hep aynı kalamazsın. Hep içine atan, katlanan veya alttan alan sen olamazsın. Böyle yaşanmaz.
Yaşam aynılık değildir çünkü. Değişimdir. Bazen sen onu anlayacaksın bazen de o seni. Sabır günleri de neşe günleri gibi aramızda dönüp duracak. Gündüzler gecelere kardeş olacak. “İşte şu hakikattendir ki, zîhayatlara âlâm ve mesâib ve meşakkat ve beliyyât sûretinde, bâzı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envar-ı vücud teceddüd edip zulümât-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffî ediyor.” Değişen rollerin/konumların sayesinde muhabbetin canı olan ihtiyaç/iştiyak hayatta kalacak.
Şeriatın sınır koymadığı yerlerde eşitlik düzeyinde bir ilişki istemek bencillik değildir. O makamda eşitlik istemek “Senin kadar ben de mahlukum” demektir bir nevi. “Mahlukiyetin mazhar olduğu herşeyde benim de senin kadar hakkım var. Beni de Allah yaratmış sen gibi. Ben de öfkelenirim bazen sen gibi. İnsanî olan herşey bende de vardır. Sen de idare etmelisin beni. Benim seni idare ettiğim gibi.” Belki bunu da en güzel şu cümleleri anlatıyor Bediüzzaman’ın: “Çünkü mahlûkat mâbûdiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi mahlûkiyet nisbetinde de birdirler.”
Fakat bazen en makul eşitlik talepleri bile bencillik olarak karşılanıyor. Fedakârlıklarsa mecburiyetimiz gibi. Hal böyle olunca yükümüz ağırlaşıyor. Yalnız bir insanken birkaç insan gibi yaşamaya başlıyoruz. Kendimize rol yapıyoruz. Lakin Kur’an-ı Hakîm’imiz demiyor mu: “Allah hiçkimseye gücünün yeteceğinden fazla birşey yüklemez.” Hem yine demiyor mu: “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” O halde birşeyler artık taşınmaz, hayat yaşanmaz geldiğinde, omuzlarındakini sınaman gerekmez mi? Neden onları tenzih edip kendini suçluyorsun? Belki o yükün tamamı senin değildir? Belki sen başkalarınınkini yüklenmişsindir? Dikkat et arkadaşım: İmanının yüklediklerinden gayrısı için konuşuyorum.
Allah’ın emrettiği sınırlardan bahsetmiyorum. O Cenab-ı Haktır ve hepimize sınırlar koymaya hakkı vardır. Bunlar zaten iyiliğimiz içindir ve uygun adım yürüdüğümüzde iyi de gelir. Fıtratımızı en iyi Sahibimiz bilir. Ancak bir de alışkanlıklarımızdan kaynaklanan yükler var. ‘Mış gibi’ yapmalarımızdan. Hem her insan bir diğerinin yüküdür. Çünkü onu etkiler. Bizi etkileyen herşey bir açıdan bizim yükümüzdür. Zira izlerini taşırız. Hem hafızamızda, hem kalbimizde, hem de düşüncemizde çizikleri kalır.
İnsan insan olarak yaklaştığı sürece karşısındankinden insanlık görür. Tebessüm etmeyen bir yüzün hakkı var mıdır karşısındaki herdaim mütebessim bulmaya? “Mü’min mü’minin aynasıdır!” buyuran hadis-i şerifin penceresinden tefekkür edersek, gördüğümüz suretler aslında hep bizim suretlerimiz, duyduğumuz sesler hep bizim seslerimiz, hissettiğimiz hep bizim hissettirdiğimiz değil midir? Gülümsediğimiz kadar gülücük buluyor veya öfkeyle boğduğumuz kadar ona boğuluyoruz belki de? Aynalar koridorundan geçiyoruz ve hep şunu söylüyoruz: “Ben mecbur değilim güzel kalmaya. Hiç değilim. Güzel kalması gereken esasında o!” Bu nasıl mümkün olabilir? Yansıyan yansıyandan nasıl farklı olabilir? Demek iyi olmak önce özümüze yapılmış iyiliktir. Yani aynamıza gülümsemektir.
“Tebessüm sadakadır!” Aleyhissalatuvesselam. Ama hiç kendine sordun mu arkadaşım: Kime sadakadır? Sırf gülümsediğine mi? Yoksa kendine mi? Yoksa ikinize birden mi? Unutmayalım. Burada ‘elhamdülillah’ diyenin ahirette ‘elhamdülillah’ yiyeceği bir düzlemde yaşıyoruz. Zikr u tesbihimiz cennete dikilmiş fidanlara dönüşüyor hadisin ifadesiyle. Birbirinin içinde yansıyor, renkleniyor ve zenginleşiyor herşey. Bâki âlemimiz böyle şekilleniyor. Aynamızla şuhudumuza renkler veriyoruz.
O tebessüm seni bulmaz mı sanıyorsun? Belki evden çıkarken yeğenine gülümsediğin için gülümsedi otobüsteki o çocuk? Sarıldığın için sarıldılar sana. Yardım ettiğin için yardım edildin. Hayat dediğin iradenin attığı bir bumerangtır biraz da. Tıpkı Zilzal sûresinde buyrulduğu gibi: “Kim zerre mikdarı hayır işlerse onu görür. Kim de zerre mikdarı şer işlerse onu görür.” Nihayetinde arkadaşım: Dünya ahiretin tarlasıdır. Dünler yarınınlarının tarlasıdır. Evveller ahirlerinin tarlasıdır. Bu eşikten bakınca aynalar da yansıttıklarının tarlasına dönüşmez mi? Işık da parlaklığı ekip biçmez mi? Güneş de kimbilir mazharlarından neler alıyor. Peki ya ism-i Nur’un Sahibi? Üzerimizdeki bunca tecelli de bir ekip biçme değil mi?
2 notes · View notes
garipgirdap · 7 years
Text
Anla beni
Açtım boş sayfayı bulamıyorum ilk kelimeyi ilk cümleyi bulamıyorum. O kadar çok sitemli hissediyorum ki kendimi.
Kaçsam bırakıp senden, herkesten uzağa.. olmuyor yapamıyorum. Çok seviyorum babamı, annemi;
Uzaklaşmak istiyorum herkesten her şeyden. Yok bir sitemim ne sana ne başkasına. Elimde değil uzaklaşmak istiyorum ben çırpındıkça batıyorum her yerden bağlanıyor ayaklarım. Başlarda ayaklarım takılıyordu biraz daha sert basınca kurtarabiliyordum kendimi şimdi belime kadar saplanmış hissediyorum. Karnım ağrıyor kasıklarımda sancı var.
Yukarı, yukarıda tutunacak bir şey bulmalıyım. Ancak o zaman,belki, kurtulabilirim.
Anlatmayı sevmezdim bir vakit şimdilerde her gördüğümü alıyorum cümlelerimin esaretine.  Sonra pişman oluyorum, yine bencilce davrandın hadi ama kabul et.
Zeki değilim, yeterince yetenekli de değilim.. yazı da buldum sandım kendimi, meğerse avuntu imiş. Kendimi daha da çıkmaza sokmak için bir avuntu.
Ah bilmiyorum, anlıyor musun beni? Yaşadığım şeyler çok boktan, çok gereksiz ve ben onlarda kedere boğuyorum kendimi… bir anı dökülüyor parmaklarımdan o vakit sen de bana hak vereceksin; 
“kendime acımaktan başka hiçbir işe yaramıyorum”
İki hafta öncesi sanırım. Bisiklet sürüyordum; bir kedi sesi duydum normal bir ses değil ağlıyormuş gibi, arkasından da yavaş yavaş giden bir oğlan çocuğu vardı birbirlerine zarar vereceklerini düşündüm
-ne yapıyorsun sen?
-Araba çarptı abla, ayağına bir şey oldu sanırım.
Sustum.. ön yargımdan vuruldum. O sırada bir kız çocuğunun da dikkatini çekti konuşma, patenliydi çok hoş duruyordu, sonra hayvan ambulansı olduğundan bahsettiler.
Bende ki faydasızlığı görebiliyor musun? Daha yeni öğrendim meğerse epeydir varmış.
Aradık ve beklemeye başladık bir saat sürdü gelmeleri. O sırada üç minik beden ekledim hatıralarıma. Birinin canı çok yanıyordu. Diğer ikisinin ise, anladığım kadarı ile, yüreği yanıyordu. O küçük bedenler için bu acı fazlaydı.
Konuşmaya başladık beklerken. Biri oğlan biri kız pırıl pırıl vicdanları olan iki çocuk,  ikisi de on iki yaşında.Hayatın acımasızlığı ile çoktan tanışmış iki küçük bedenin varoluşunu sergileyip kocaman, çok büyük yüreklerinin henüz farkında olmayan, yaşadıkları her günü sorgulamaya başlamış iki yetişkin.. Konuşmanın gereksiz olduğu durumlardan biri bu da. Yazıdan ibaret olsak, düşünmeden... ile başlayan tümcelerimiz olur muydu, yine de?
Oğlan çocuğum Şırnaklıymış. Bir yandan susmaya çalışır gibi dudaklarını ısırıyordu bir yandan da gözlerindeki hüznü anlamayayım diye umuda ışık olan yeşil pencerelerini kapatıyordu bana. Evlerine bomba attıklarını söyledi korkumdan soramadım ne kadar kaybınız var diye (patlamalar o kadar normalleşti ki neden bomba atıldığını sorgulamaktan çok kayıpları olup olmadığına dair endişelerim vardı). Sevgiye doyamamış gözleri, silah sesleri ile dolmuş kulakları vardı şuan. Güldürmeye çalıştım bir vakit olmadı yapamadım, birazcık dudağını kaldırdı o kadar. Babasıyla yaşadığını söyledi soramadım annen nerede diye…
Güzel kızım berikine nazaran daha güler yüzlüydü. Daha önce anneannesi ile de hayvan ambulansını çağırdıklarını anlattı bana. Patenlerini çıkardı oturdu ve konuşmaya  başladık. Babası sayesinde çifte vatandaş olabildiğini anlattı,nereli olduğunu açıklamaya çalışırken, anne ve babasının topraklarında kaybolmamaya çalışıyordu bir yandan da. Meğerse iki küçüğüm de aynı okuldaymış, tanışmış oldular.,
Nihayet geldi ambulans teslim ettik kedimizi.
-hadi size bir tatlı ısmarlayayım!
Sıkıla sıkıla utana utana oturttum onları. Tatlı yerken tatlı konuşmamız gerekirdi sanırım, biz acıyı konuştuk, dile getiremediğimiz kocaman bir özlemimiz vardı birinin annesine birinin babasına.. geriye kalan bendeniz ise özlemi çok derin, zamanın gerisinde,ne bir kelime var ne de bir ses.
O bedenlere bu özlem fazlaydı. Güler yüzünün  arkasından şu kelimeler döküldü küçüğümün :
“madem ayrılacaksınız neden evleniyorsunuz ya da madem ayrılacaksınız neden çocuk yapıyorsunuz”
Çok sitem doluydu sözcükleri, lâkin sesi hiç titremiyordu güçlü durmayı öğrenmiş besbelli.
“ne olursa olsun kimseyi yargılamamaya çalış, hangi durumda hangi şartlar altında böyle bir sonuca vardıklarını bilemezsin küçüğüm” dedim. O yaş için anlaması güç bir cümleydi. Haklısın diyebilecek kadar hissetmişti dediğimi.
Numaramı verdim arayın emi dedim… ben aramayı düşünmedim hiç, kediyi de aranadım
Kendi gerçeğimde kayboluyorum! Anlayabiliyor musun beni?
Gördüklerim çok manidar, çok öğretici, yaşadıklarım her gün yaşamak zorunda olduğum şeyler çok boktan!
"Bir şeyler yapmalıyım" birkaç günde bir tekrarı olarak bu inançla başlıyorum güne, olmadık bir şeyle düşüyor her şeyim. Yerle bir oluyorum anla beni artık, lütfen.
Ben neyim, kim olduğumu ne olduğumu bulamıyorum. Hiç ama hiç istemediğim bir karakter var ellerimde hem çok ama çok sevdiğim hem de hemen nefret edebildiğim. Çok saçma değil mi ?  Bir insan nefret ile sevgiyi aynı kişiye nasıl aynı duygularla her daim hissedebilir?  
Her geçen gün, günbegün, o karaktere dönüşüyor olduğumu görmek çok daha acıtıyor canımı. Yaşadığım şeyler çok saçma, şımarık bir çocuktan hiçbir farkım yok.
“kendime acımaktan başka hiçbir işe yaramıyorum”
Ben beni bulamazken, senden,ondan,beni anlaması için defalarca konuşacak kadar müşkülüm. Bak sonu yine bendeki bana acımak oldu.
2 notes · View notes
gelemeyengemi · 7 years
Text
Şairden Şiir'ine..) 🍷
Gecenin zifiri karanlığı, sadece birkaç fotoğrafın önümde, yanan bir ateşin ışığı aydınlatıyor anıları. Hiçbir şey için sana kızmıyorum çocuk, kızamıyorum. Artık hepsi geçmişte kalan sadece benim hatırladığım birkaç anıdan ibaret. Özlüyorum seni her şeyden çok özlüyorum bizi. Hiç var olamayan bizi. Aynı şehirde olmak aynı göğe bakmak bile yetiyordu oysa.. İçimde kaybettiğim bir savaş var, ben seni yenemiyorum bir türlü çocuk, ben senden geçemiyorum. Oysa çok bir şey istememiştim senden ; ellerini bahşetseydin bana, bir çift güzel bakan göz ve ufak bir tebessüm yeterdi. Öyle büyük hayallerimde yoktu seni zora sokacak, Mecnun olmanı istememiştim sadece benim olsaydın, yanımda kalsaydın Tanrıya her gece bunun için şükrederdim inan. Ama sen gittin, hiç yaşanmamış gibi gittin. Hiç acımadan gittin. Kalbi taştan olan kötüler gibi geldin yıktın ve gittin. Hiç mi acımadın bana? Benden çaldıklarına hiç mi acımadın? Bu kadar mı kalpsizdin sen? Bu kadar mı iğrenç vicdansız bir Adamdın? Oysa sen benim gözümde insanoğlunun yaratılış sebebiydin, sen benim canımın varolma sebebiydin. Sen ; bana bahşedilmiş en mukaddes hediyeydin. Kalbini sevdiğim çocuktun sen benim. Şimdi..bu anlattıklarımın asla sen olmayışını bilmek öyle canımı yakıyor ki. Bunlar sana ait değil, bunlar bende ki sene ait. Sen hiçbir zaman öyle yüce olmamıştın aslında, seni o mertebeye koyan bendim. Sen kalpsiz ve sevgisiz bir erkektin, hepsi bu. Sana kızmasam da bu kırgınlığım geçer mi bilmiyorum. Gözlerimden akıttığın yaşlar seni bir gün affederler mi? Sanmıyorum. Şimdi geçmişte kalan bir sızıdan ibaretsin. Bıraktığın yara günden güne büyüyor ve beni hasta ediyor. Ölüyorum çocuk, bana bıraktığın acıyla baş edemiyorum. Eskisi gibi kalmamış gücüm biraz biraz kopmuşum sanki hayattan. Beni ayakta tutan bir kaç dostun kolları, seni anımsatan şarkılar, anılarım ve göğsümde taşıdığım hâlâ sana ait olduğu için nefret ettiğim kalbim. Durduramıyorum bende ki sevgini. Eskiye göre daha derine gömebilmeyi başardım sadece o kadar. Oysa Tanrı, bizlere sevin dememiş miydi? Sevin, sevilin, dünyayı yaşanabilir kılın.. Sen hem beni sevmedin, hem o saf sevgimi istemeyip mahvettin hem de yaşanabilir bir dünya bırakmadın bana. Sen Tanrıya çok ayıp ettin çocuk, sen en büyük günahı işledin bile bile. Yokluğundan her gece ölüp her sabah yeniden doğdum, oysa can almak sadece canı verene mahsustur, sen bir kız çocuğunu yaşarken öldürdün. Umutla göğe bakan gözlerin ferini söndürdün. Hiç mi üzülmedin bana? Hiç mi aklından geçmedim? Sen benim aklımdan bir dakika bile çıkmazken bir kez olsun neredeyim ne haldeyim düşünmedin mi? Sana acımak istiyorum çünkü acınacak bir adamsın. Gecenin kör vakti özlenecek değil lanet okunacak bir insansın. Ne kadar şanslısın ki yüreğim hâlâ buna izin vermiyor. Sana beddualar etmek yerine her Tanrıyla konuşmamda senin için dua ediyorum, o kalbinin varlığını hatırlaman için Tanrıya yalvarıyorum. Hiçbir zaman benim olmadın sen bunu kabulleniyor bedenim artık. Bu denli sevilmeyişini yaptığın şeylere bıraktığın her darbeye rağmen atmaya devam eden o ufacık kalbim de kabulleniyor. Ne acı ki aklım almıyor inatla. Ölmeni diliyorum bazen. Bu dileğin gerçek olma düşüncesi bile tüm ruhumu paramparça ederken ve bedenimi tir tir titretirken, diliyorum inatla. Ölseydi diyorum ; ölseydi mezar taşının soğukluğuna sarılırdım, bana buz gibi duygusuz bakan gözlerine sarılmak istemek yerine. Ölseydi ; toprağının kokusunu çekerdim içime her özlediğimde, yanımda olupta kokusunu içime çekememek yerine. Ölseydi ; mezarının yanında uyurdum gidip, onu uyurken hayal etmek yerine. Ne yazık ki yaşıyorsun çocuk, bıraktığın her hayal kırıklığına rağmen yaşıyorsun. Şükür. Buna da şükür. Başkalarının hayatlarında eşsiz bir parça gibi yaşarken benim hayatımda giderek tozlu raflara kalkıyorsun. Sen yaşıyorsun ama senin sayende ben ölüyorum. Benim artık seninle konuşmaya varmaz dilim. Gözlerim seni aramaz her yerde. Ellerim sızlamaz ellerini gördükçe. Ciğerlerim hissetmez senin kokunu her yerde. Kulaklarım bir zamanlar duymak için deliye döndüğü sesini duymazdan gelirler artık. Karşımda durduğun her an aklımı başımdan alırsın da ayaklarıma bir adım dahi attıramazsın, sana koşmak için can atan bacaklarım bir buz misali donup kalırlar. Dokunup hayat verdiğin o saçlarım kahvelerinde boğulurlar da yine de istemezler parmaklarını. Kalbim..Sevemez ki artık seni. Ben artık bir ölüyüm çocuk, bir ölüden sevgi göremezsin. Evet, çok şükür sen yaşıyorsun ama benden tek yaşam belirtisi alamazsın artık. Belki biraz olsun sızlar vicdanın beni tamamen kaybettiğini görünce. Oysa dilim konuşsa neler anlatır sana, gözlerin gözlerimi bulsa neler gösterir sana, ellerin ellerime değse can bulurlar. Her şey için artık çok geç sevdiğim. Sevdiceğim diyemiyorum artık sana, di'li geçmişten kalan yaram olduğun için. Beni neden sevmedin? Beni neden sevemedin? Bu denli kötülüğü hak edecek ne yapmıştım ki sana sadece seni sevmekten başka? Oysa insan biri beni sevsin diye yaşar, sevilmek için yaşar. Doğar anne sevgisi ister, büyür baba şefkati ister, yaşar başka bir kalpte de yaşamak ister, ölür Tanrının sevgisini ister. Ben sana hepsini vad ederken sen öyle nankördün ki hepsini elinin tersiyle ittin. Öyle bencildinki kendinden başka kimseyi sevemedin. Canın sağ olsun. Senin tek canın sağ olsun, diğer kimsenin canının kıymeti yok ne de olsa değil mi? Oysa şimdi bu satırları yazmak yerine birbirimize o iki eşsiz kelimeyi söyleyerek huzurlu uykularımıza dalıyor olabilirdik. Sen, uyuyorsun değil mi? Uyuyabiliyorsun. Bense yıllardır düzeltemediğim uykumu senden sonra iyice bozdum. Sen bir insandan sadece kalbini çalmadın çocuk. Uykularımı çaldın, uzattığım saçlarımı çaldın, gülüşümü çaldın, huzurumu çaldın. Sen sadece bir insanı üzüp gitmedin çocuk ; sen beni harap ettin, güvenimi kırdın, yaralarımı tuz buz ettin. Şimdi senden, benden geriye hiçbir şey kalmadı. Artık rüyalarda bile bulanık görür oldum o her santimini ezberlediğim yüzünü. "Rüyalarıma neden gelmiyorsun Adam? Bari oradan terk etmeseydin beni, dünyadan uzaklaşıp mutlu olduğum tek yer rüyalar alemiydi çünkü." Derdim birkaç zaman önce oysa şimdi sırf rüyalarımda seni görüp acı çekmemek için uyumuyorum inatla. Çünkü seni görmek amansız bir acı veriyor bana ve altından kalkamıyorum. Nasıl bir kader bıraktın bana çocuk? Seni görmek için deliye dönüp aynı zamanda da görmemek için çırpınır hale geldim. Ölmek isteyip de uçurumdan aşağıya bir adım atamaz haldeyim. Gerçeklerden ne yaparsa yapsın kaçamıyor insan işte. Ne yaparsam yapayım bana yaşattıklarından kaçamıyorum. Ölüm döşeğinde olsam hayatım gözümün önünden geçerken seni göreceğim o kısacık zaman yüzünden bile ölmemek için yalvaracak haldeyim. Ne yaptın bana sen böyle? Kalbimi böyle ne ara parçaladın? O rahat yatağında rengarenk gözlerini kapatıp hemen uykuya dalarken sen, ben kendi kahverengimde senin hayalinle boğuldum her gece. Ay'a anlattım seni, ışığını söndürdü. Suya anlattım seni, yolunu kaybetti. Dağa taşa anlattım seni, yer yüzüne sığamadılar. Hiç tanımadığım ve çok iyi tanıdığım insanlara anlattım seni, anladıklarını sandılar ama anlamadılar. Seni sana anlattım, parıldayan gözlerle baktın bana sonra hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ettin benim yollarımı yıkarak. Ve ben hâlâ sana olan merhametimi yok edemiyorum. Bir annenin evladını sevmesi gibi seviyorum seni. Güneşin doğması için kendini feda eden Ay gibi feda ediyorum kendimi sana. Savaş içinde olan bir ülkenin halkı gibi çaresizce teslim oluyorum senin karşında. En güzel geçecek günün sabahı gibi her sabah uyanıyorum sana. Yürüdüğüm yolda, içtiğim su da, aldığım nefeste seviyorum seni. İmkansızlıkların güzelliğinde yaşatıyorum bizi. Bütün bunları ben yapıyorum Adam, bu yüzden benim sevgim olmadan senin varlığının hiçbir anlamı yok. Ben olmadan sen koca bir "hiç"sin Adam. Bunun farkına vardığında ise bende de koca bir hiç olacaksın. Sadece bekliyorum, bana geleceğin ve benim de senden gideceğim günü bekliyorum. Çok zamanımız kalmadı Küçüğüm, acılarının başlayacağı ve acılarımın dineceği zamana doğru habersizce ilerliyoruz. Senin adaletin yoktu, dünyanın da adaleti yok ama Tanrının adaleti hiçbir zaman şaşmaz bunu biliyorum. Bendeki senin çok uzun zamanı kalmadı canımın içi, hissediyorum. Dilerim ki o kalbin atmaya başladığı zaman bana bıraktığın acıları sana bırakmazlar. Üzgünüm çocuk ama bir gün sende büyüyeceksin tıpkı benim büyüdüğüm gibi. O gün gelipte beni anladığın vakit adının hakkını ver ve aşık adam ol, ben adımın hakkını verip dimdik ayrılacağım o yoldan. Hâlâ seni sevebildiğim için ben kendimi affedemiyorum ama sen beni affet Küçüğüm, bu gece de kül tablaları seni andı, gök karardı, şairin dizeleri sona geldi. Hoşçakal...
2 notes · View notes
etaali · 7 years
Photo
Tumblr media
Bize Neden Merhamet Edilmiyor? Kur'ân-ı Kerim'de sık sık Allah'ın esirgeyen ve merhametli olduğu ifadeleri yer alır. Nitekim bir ayette, "Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazmış, farz kılmıştır." geçer. Ne var ki, nedense bu ilahî nimetin bizlere ulaşmadığını, ulaşsa da çok az olduğunu görüyoruz. Peki, Allah'ın rahmetine nasıl ve hangi yollarla ulaşılır? Her şeyi kapsamına alan bu ilahî rahmet daha fazla nasıl cezp edilir? Allah, neler yaptığımızda bize merhamet eder? Aslında konu, ayet ve hadislerden hareketle etraflıca incelendiğinde, sosyolojik ve psikolojik açıdan değerlendirmeye tâbi tutulduğunda itikadî, ahlakî, ferdî ve içtimaî çok boyutlu cevap ve sonuçlar ortaya çıkar kesin. Ancak az ve öz olması ve yolumuza biraz da olsa ışık tutması hasebiyle ben burada sadece Kur'ân ayetlerinden örnekler sunacağım ve çeşitli ayetleri bir araya toplayarak sorunun cevabını bulmak için bizzat değerli okuyucuların kendi düşünce yapılarıyla ve has istidatlarıyla bu ayetleri mütalaa etmelerine vesile olacağım. Yazı biraz uzun, ama okunacağını ve faydalı olacağını umuyor, şimdiden affınıza sığınıyorum: 1- Allah'ın emirlerine ve Peygamber Efendimizin (s.a.a) sözlerine, buyruklarına ve sünnetine itaat etmekle: "Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ki size merhamet edilsin." (Âl-i İmrân, 132) 2- Kur'ân'a teslim olmak ve ona sarılmakla: "Bu (Kur'ân) da, indirdiğimiz mübarek bir kitaptır; ona uyun ve (yasaklarından) korunun ki, size merhamet edilsin." (En'âm, 155) 3- Kötülüklerden, kötü iş ve davranışlardan uzak durmakla: "Kötülüklerden sakınasınız ve bu (sayede) merhamete eresiniz diye sizi uyarmak için içinizden biri aracılığı ile Rabbinizden olan bir mesajın size gelmiş olması, tuhafınıza mı gitti?" (A'râf, 63) 4- Zekâtı vermek (malî hakları yerine getirmek) ve inanmakla: "Musa dedi ki: 'Rabbim... O hâlde bizi affet, bize merhamet et; sen affedenlerin en hayırlısısın. Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz; biz sana yöneldik.' Allah dedi ki: Azabıma dilediğimi çarptırırım. Fakat rahmetim her şeyi kapsamına almıştır. Onu (rahmetimi) kötülüklerden sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım." (A'râf, 155-156) 5- Takvalı olmak ve günahlardan sakınmakla: "Onlara, 'Önünüzde olan şeylerden (dünyaki günahlarınızdan) ve arkanızda olan şeylerden (ahirette göreceğiniz azaptan) sakının ki, size merhamet edilsin.' denildiğinde yüz çevirirler." (Yâsîn, 45) 6- Kur'ân okumak ve onu canı gönülden dinlemekle: "Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size merhamet edilsin." (A'râf, 204) 7- Namaz vb. farzları yerine getirmekle: "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Resul'e itaat edin ki, size merhamet edilsin." (Nûr, 56) 8- Tövbe etmekle: "Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman de ki: Selâm size! Rabbiniz, kendi üzerine rahmeti yazmıştır ki, sizden kim, bilmeyerek (cahillik ederek) bir kötülük işler de sonra ardından tövbe edip düzelirse, (bilsin ki) kuşkusuz O, bağışlayandır, merhamet edendir." (En'âm, 54) 9- Çokça istiğfar etmek ve Allah'tan bağışlanma dilemekle: "Niçin iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorsunuz? Merhamet edilmeniz için Allah'tan bağışlanma dileseniz ya!" (Neml, 46) "Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Müzzemmil, 20) 10- İnsanların arasını düzeltmek, insanlar arasında kardeşlik ve barışı tesis etmek, ihtilaf ve tefrikadan kaçınmakla: "Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin." (Hucurât, 10) 11- Fakirlere ve düşkünlere yardım etmekle: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere mallarından vermeyi esirgemesinler; (onları) affetsinler ve (yaptıklarına) göz yumsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah, bağışlayandır ve merhamet edendir." (Nûr, 22) 12- Başkalarına, özellikle sorumluluğu altındakilere, eşe ve çocuklara karşı hoşgörülü ve şefkatli olmakla: "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının, onlara karşı dikkatli olun. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah (da (size karşı) bağışlayan ve merhamet edendir." (Teğâbun, 14) Özetle: Allah'ın merhametine nail olmanın araçları ve yolları şunlardır: Allah'a itaat etmek, Resulullah'a (s.a.a) uymak, Kur'ân'ı dinlemek/önder edinmek, ilahî ve insanî vazifeleri yerine getirmek/malî ve ibadî farzları eda etmek, takvalı olup kötülüklerden ve kötü işlerden/davranışlardan uzak durmak, yardımlaşmak, bireyler arasında birlik oluşturmak, ayrılık sebeplerini ortadan kaldırıp ıslah etmek, başkalarına merhamet etmek/acımak... Cümlemiz için Rahmet ve Merhamet dolu bir Cuma ve Zuhur dileklerimle...
3 notes · View notes
Quote
Ne Zor Şeymiş Severken Ayrılmak Ne zor şeymiş severken ayrılmak... Ayrılıp ta senden mahrum kalmak, Gözlerine hasret kalarak yaşamak, Sarılamamak kokunu duyamamak... Ne zor şeymiş şeverken ayrılmak, Bir adım önündekine bir asır uzak kalmak, Ellerini açmak ama ona ulaşamamak, Sevmek ama özlemini tatmak... Ne zor şeymiş severken ayrılmak, Acıyı derinlerde yaşamak, Tek başına yapayalnız ortada kalmak, Canı acımak ama ses çıkaramamak... Ne zor şeymiş ayrılmak Unutmak istemek ama bir türlü unutamamak Esir kalmak, bir kalbe delicesine bağlanmak Binlerce şey hissedip bir cümle kurmak... Ne zor şeymiş severken ayrılmak, Bir damla gözyaşına yenik kalmak, Koskoca dünyada onsuz yaşamak, Sevmek ama sevdiğini anlatamamak... Feyzullah Akçay Anıl
0 notes
Text
Ömrümün Miladı 10 ŞUBAT doğum günümüz kutlu olsunn ömrümün miladı 2.yaşımız kutlu olsun sevdiğim bilirsin beni anlatamam böyle şeyleri öncelikle şunu söyliyim bunu bana kalbim yazdırıyor o kulağıma fısıldıyor ben yazıyorum şimdi ver elini 2015'e geri dönelimm 10 şubat günü öğle vaktii hayatımın en zor döneminde bir yıldız gibii yol gösterdin bana hanii karanlıklar içinden gün doğar yaa aniden haa işte benim hayatımla o ışıkla can bulduu seninle can buldum benn o gün doğdum ben bu yola çıktım senlee çünküü rotamda yolumda herşeyim sendinn acısıyla tatlısıyla ömür boyu için ilk adımı attık o adımlar her geçen gün büyüdü büyüdü büyüdü veee işte bizi 2 yaşımıza getirdi offf anlatamıyorumn o kadar güzel günlerim oldu ki seninle ömrümün en güzel dakikalrını senle geçirdim özlemek ağlamak canı acımak ne hepsini sende öğrendimm seninle olgunlaştım seninle büyüdüm seninle yaşlanacağım  sana öylesine aşığım ki gözlerim herşeye kör kuşalığım sağır sesim kokum ise herşese haram böyle hep dua ettim öyle biri çıksın ki karşıma dedim ALLAHIM benimle bir bütün olsun herşeyini benimle paylaşşın anlatsın ilk bana geldin bişey oldumu benim kötü huylarımı bana terkettirsin beni değiştirsin öyle biri gelsin ki dedim sadece o olsun dünyam hayatım huzurum o olsun istedimm Rabbime şükürler olsun ki sesimi duydu seni bana yâr etti.Öylesine sahiplendim ki senii ölesiyee canım pahasınaa namusum dedim ömrümde hayatımda ilk defa gözüm kapalı birine güvendim ona ailemi anlattım bütün sırlarını açtımm hiç mi pişman olmaz hiç yaşadığımız her şey gözümün önünde herşeyi tekrar yaşıyomuşm gibi o kadar mutluyum kii seni çok seviyorummm çok seviyorum bahar sabahım hayatımın anlamı ne güzel söylemişşin yaaa dertdaşım sırdaşımm bu iki yıldaa herşeyi yaşadık mutluluk acı hüzün bir çok ilk çok şeyi paylaştıkk biliyomusun seninle gurur duyuyorum ben benim göğsümü kabartırıyosun sen hep gurur duydum seninle benim başımı hiç yere eğmedin hep dim dik üstte tuttun sana çok teşşekkür ederimmmm seni çokkk seviyorummn dua gözlümm kadınım benimm Kurabiyem benim herkesin hayatında birlikte yaşlanmayı hayal edeceği birisi olmalı bennn de sadece seninle yaşlanmayı şeçtimmm yanlız  uyuduğu gecelerde yatağının yanında ki koynunda ki boşluğu dolduracak birisi olmalı ben de kalbimde sana  hep sana sığındım birlikte uyanılan sabahlarda yüzünü güldürecek birisi olmalı bence ben sabahları seninle uyanmayı seçtim deliler gibi kıskanacağı ve deliler gibi kıskanacak birisi olmalıydı ben seni kendimden bile kıskandım dilecesine bazen bir hastalık seviyesinde kıskandım  gözlerimi huzurla kapatmayı seçtim kendini kollarına bıraktığında huzuru tattıracak birisi olmalıydı mesela ben o mükemmel inanılmaz huzuru sende buldum einden tutup nereye gittiğini umursamadan yürüyecek birisi olmalıydı ben bu yolculuğa seninle çıkmayı sonuna sonsuza kadar kadar seninle gidip bu yolu sadece senin elinden tutarak yürümeyi koşmayı zorlukalar çıksada  o eli bırakmamayı hayata seninle tutunmayı seninle gükmeyi seninle ağlamayı hastalıkda sağlıkda acıda keder de mutlulukda savaşta ve barışta karada denizde havada düşkünlükde esenilkde yoksullukda zenginlikde  ömrüne talip olmayı seçtim ben gözümü kapatıp sana güvenmeyi seçtim ben tüm kahveleri senin elinden içmeyi seçtim şimdi  dilimde “İyi ki”lerle sana geldim kadınım...namusummm...eşimmm...helalimmmmmm İyi ki…iy ki... iy ki...❤️💛💚💙💜🖤❣️  18 Şubat
0 notes
melodymarry · 7 years
Text
Ne zor şeymiş severken ayrılmak
Ne zor şeymiş severken ayrılmak... Ayrılıp ta senden mahrum kalmak, Gözlerine hasret kalarak yaşamak, Sarılamamak kokunu duyamamak...Ne zor şeymiş şeverken ayrılmak, Bir adım önündekine bir asır uzak kalmak, Ellerini açmak ama ona ulaşamamak, Sevmek ama özlemini tatmak...Ne zor şeymiş severken ayrılmak, Acıyı derinlerde yaşamak, Tek başına yapayalnız ortada kalmak, Canı acımak ama ses çıkaramamak...Ne zor şeymiş ayrılmak Unutmak istemek ama bir türlü unutamamak Esir kalmak, bir kalbe delicesine bağlanmak Binlerce şey hissedip bir cümle kurmak...Ne zor şeymiş severken ayrılmak, Bir damla gözyaşına yenik kalmak, Koskoca dünyada onsuz yaşamak, Sevmek ama sevdiğini anlatamamak...
0 notes
hayallerim-vazgecti · 5 years
Text
Hayal kurmanın insanı motivasyon da tutacağı, azimlendirip dinç tutacağı yalanına ne zaman son vereceğiz artık?!
Can yakmaktan başka hiçbirşeye yaramıyor çünkü..
hayallerim-vazgecti
22 notes · View notes
morphiras · 8 years
Quote
Öyle bir nokta ki bu nokta; anlatmaya kelimeler, göstermeye fotoğraflar, resimler yetmez.
2 notes · View notes
Text
Ve sen bilemezsin nasıl bir intihar girişimidir şimdi bu şehrin yollarında dolaşmak.. Hava sıcak terliyor insanlar.. Ama içim buz gibi.. Yürüdükçe üşüyorum.. Baktıkça donuyorum.. Düşündükçe buz kesiyor her yanım.. Ve gerçekten acıyor canım.. Gerçekten yanıyor.. Çıra değilim ki dumanı tütsün.. Yürek bu dumanı da ateşi de içimde.. Kavuşmak mümkün müdür artık, Bu eylül bitiminde..? 300915. 11:48
0 notes
belkidebirharfimben · 6 years
Text
Cehennem ateistlere de iyi gelir
"Malûmdur ki, her kalb, kendine ihsan edeni sever (...) Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zâtlara dahi ihsan edeni daha pekçok sever." Sözler'den.
İkram Arslan Risale Ayracı'nda sarfettiği bir cümleyle beni düşüncelere saldı. Şefkatin, sadece 'hayattaki acıları arttırmaya' yaramadığını, aksine, 'lezzetleri de arttırmayı' sağladığını gösteren bir cümleydi. Ne dedi peki? Dedi ki: "Şefkat lezzetler için de çarpan etkisi yapıyor. Şefkat ettiğimiz herşeyin lezzetiyle mutlu oluyoruz." İtiraf edeyim: Başkasının mutluluğundan neşe kapmanın şefkatle olan ilgisi daha önce hiç aklıma gelmemişti. (Ben bunu menfaat eksenli düşünmeye alış-tırıl-mışım.) Her nedense, biz şefkati hep 'acılara ortak olma' olarak, hatta bizzat 'acımak'ın kendisi olarak anlıyoruz. Sanıyoruz ki: Canlar yandığı ve onlar için canımız yandığı zamanlarda şefkatliyiz sadece. Bize böyle geliyor. Halbuki 'adına sevinmek' de 'onu sevmenin' bir delili/çeşidi değil midir? Şefkatimiz, bu yönüyle, başkalarına verilen nimeti de bizim için nimet kılmaz mı?
Haydar Ergülen'in, Kahve Bahane'de, bu konuya şahane bir dokunuşunu hatırlıyorum. Şefkat 'acımak' değil. Acımak, 'ol'uşun ardından, ona gösterilen bir tepkiden ibaret. Şefkatse 'ol'madan önceyi de kapsıyor. Şefkat bir bakış açısı. Yaşam açısı hatta. Nasıl yaşadığınızı, neleri gözeterek yaşadığınızı, göğsünüzün genişliğini ifade eden birşey. Bir yaşam pusulası. Fakat acımak oluşdan sonra gösterilene münhasırlığıyla 'tepkiselliğe' hapsoluyor. Örneğin: Yumuşak huylu olmak şefkatle anlaşılır birşey. Bir insan karşısındakini incitmeden önce yumuşak huylu olur ancak. Kırdıktan sonra değil. Acımak ise önce acının varlığını istiyor. Acımak özür dilemektir biraz. Şefkatse tedbir almaktır. Canı yanmayana acınır mı? Sanmam. Ama canı yanmayana şefkat edilir. 'Canı yanmasın' diye şefkat edilir.
Yine İkram abinin izlerini takip ederek devam edelim: Şefkat, bizi ötekinin dünyasına davet eden, hatta ötekiyle ilgili olmamızı sağlayan yegane his. Varlıkla kurduğumuz ilişkinin iki boyutundan 'daha selametli' olanı. Nedir o iki boyut derseniz: 1) Ben ekseninde, varlıkla 'ben'e menfaat sağladığı, mutlu ettiği ölçüde/şekilde ilgili olmak. 2) O merkezinde, varlıkla 'hepimizden daha üst birşeyin hatırına' ilgili olmak. Şefkat, bireysel lezzeti arkada bırakmasıyla, ister istemez ikincinin sahasına koşturuyor bizi. Mürşidim bu sadedde diyor ki:
"Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan yine Cehennemin vücudu bin derece idam-ı ebedîden hayırlıdır ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünkü insan, hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes'ut olur. Şu halde, sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya idam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veya Cehenneme gireceksin. Şerr-i mahz olan adem ise senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes'ut olduğun umum akraba ve asıl ve neslin, seninle beraber idam olmasından, binler derece Cehennemden ziyade senin ruhunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeni yandırır. Çünkü Cehennem olmazsa Cennet de olmaz. Herşey senin küfrünle ademe düşer. Eğer sen Cehenneme girsen, vücut dairesinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennette mes'ut veya vücut dairelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek, herhalde, Cehennemin vücûduna taraftar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktır ki hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır."
Şefkat, kanaatimce, materyalizmin açıklamakta en çok zorlandığı his. Hedonistlerin de gelip ayaklarının sürçtüğü yer burası. Birşey, kendi varlığından daha fazla, başka birşeyin varlığını neden/nasıl önemser? Neden onun için (gerekirse) canını verir? Veya neden onun için lezzetinden vazgeçer? Bazen kendisi aç kalır da ona yedirir. Kendisi giymez de ona giydirir. Bunu maddeciliğin aşıladığı bencillik ile izah edemezsiniz. Egoizm nefis merkezli birçok lezzeti açıklasa da burada ayağı dolanır. Bir çıkış bulamaz. Yalnız kendi hayatı/çıkarı için yaşadığını iddia ettiği varlıkların neden başka canlılar için o hayattan ödün verdiklerini bir yere koyamaz. Küçük aklına sığıştıramaz.
Ama varlığını da inkar edemez. Edemezsiniz. Bir kediden tutun ta file kadar, her türün anneleri, evlatları için canlarını/lezzetlerini feda etmeye hazırdırlar. Bu onların salt hayatlarının devamı için mücadele etmediklerine en zâhir bir delildir.
Bu noktada, şefkat, kainatı Allah ile (Allah olduğu bilinmese de 'O' denilecek bir 'gayb' ile) açıklamaya doğru itiyor. 2. Söz'de, Bediüzzaman'ın, temsilî hikayecikteki iki karakterden birini 'Hodbin' diğerini 'Hudabin' olarak tarif etmesi boşuna değil. Varlıkla kuracağımız ilişkinin durumu ifade ediliyor aslında orada.
Üçüncü bir yol yok. Algımız iki türlü. Ya biz merkezindeyiz varlığın ve herşey 'merkezinde olduğumuz  bir menfaat-değer algısı' ile şekillenecek; yahut da bir 'O' var ve herşey 'o bütünlüğün etrafında bir değere' sahip olacak. Dikkat edelim, şefkat denilen yetmiş libaslı huri, bir güzel yüzünü daha gösteriyor şimdi: Belki de şefkat 'parçanın bütünlüğü sezmesinden' hasıl olan bir histir. Yani, kendisinin aslolmadığını, ben'inin (ve ben gibi herşeyin) bir O adına çalıştığını hisseden canlının, O'ya hizmetlerinden ötürü diğer bütün şey'lere karşı hissettiği sorumluluktur. Bir nevi kardeşlik hissidir.
Parçanın bütüne karşı sorumluluğu... Parçanın, artık kendisinden aşkın bir bütünlüğü hissetmesinden ötürü, diğer parçaların varlığını ve mutluluğunu da önemsemeye başlaması... Uhuvvet. Evet. En çok neye şefkat eder insanoğlu? Kendini bir bütünlük içinde gördüğü fertlere değil mi? Ancak aramızda bir bütünlük bağı varsa nesne/kişi 'hakkında hissedilmeye' değerdir. Bir akrabaya şefkatimiz ele şefkatimizden ziyadedir. Çünkü kan bağı bir bütünlüktür. Bir müslümana şefkatimiz diğer din mensuplarına şefkatimizden şiddetlidir. Çünkü onunla İslam bütünlüğünde kardeşiz. Fakat elbette bir gayrimüslime de merhamet gösteririz. Çünkü onunla da insanlık bütünlüğünde kardeşiz. Demem o ki: Kardeşliktir şefkatin madeni. Bir tevhidî bütünlüktür bizi birbirimize bağlı kılan. Kardeşlik dediğiniz aynı bütünün parçaları olmaktan başka nedir ki?
"Hem bir şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlûkların istirahatleri derecesinde hakikî bir lezzet alır. Meselâ, bir validenin, evlâdının mes'udiyetlerinden ve istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o derece kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu feda eder derecesine getirir."
Şefkatin, bencillik kalesinden kurtulup, Huda'ya açılan yollara koşmamızda kritik bir önemi var bence. Kendini ötesinin yerine koymayan, ötekilerini eşiti saymayan, aynı bütünün parçası olduklarını farkedebilir mi? Hatırlayalım: 2. Söz'de Hodbin neden çevresindeki acıları açıklamakta zorlanıyor ve onların baskısı altında karamsarlaşıyor? Neden Hudabin onun gibi düşünmüyor ve hissetmiyor? Düşünelim: Kainatın, müstakil parçalar torbası değil, parçaları uyumlu bir bütünlük olduğunu farketmeyen insanın imanı 'tevhid arşı'na erişebilir mi? Tevhide iman etmeyen varlığı kardeş görebilir mi? Şefkat, bu açıdan, tevhidin bir neticesi gibi. Hatta kaçınılmazı. Derviş Yunus misali: "Yaradılanı sevmek, Yaratandan ötürü." Madem aynı bütünün parçalarıyız, sen kardeşimsin, başına gelene elbette sevinir/üzülürüm. Çünkü bütünümüzün selameti benimle olduğu kadar seninledir de. Seninle tamam olduğumuz için, senin için, duygulanırım.
1 note · View note