Tumgik
#boz-kol
scruffyssketchbook · 5 months
Text
Tumblr media
My Bow AI was in the top 1% of character bots on Character.AI. Huge thank you to this fanbase for making that possible! 😄
- @boz-kol
11 notes · View notes
roseatedramon · 2 years
Text
Tumblr media
Finished commission for @boz-kol of their character Midnight! :D
6 notes · View notes
perdiolacabeza · 1 month
Text
ne başardım? boşluk. kim kaldı? boşluk. ne istiyorum? boşluk. boşluk beni yutacak mı? muhakkak. belki yedi yaşından beri kağıtlardan başka kimsem yok. bir defteri bile bitirmeye cesaret edemedim. bitirdiğim ilk defter son defterim olacak gibi çocukça bir his var içimde. iki güzel oynanmış role çokça zaman satın alabiliyorsun. kendin olunca korkunçlaşıyorsun. gökyüzü yükseldikçe rengini kaybeden bi düzenbaz. umuttan bahsediyoruz ama denize açıldıkça alabora olma riskin artıyor. yüzyıl değiştikçe insana değil eşyaya değer vermeye başlıyoruz. insanları değil eşyaları tamir ediyoruz. tersini yapanlara aptal etiketini yapıştırıyoruz. önce nefret ediyor sonra nefret ettiklerimizle kol kola yürüyoruz. çay demledim, beraber içmek vardı. sigara eşliğinde ana dilimizden uzak yalansız sohbetler etmek.. şehrin dengesiz havasına söver sonra günbatımına şiirler yazardık. huyum kurusun, insansavarın tekiyim. tek başıma üflediğim dumanı izleyip sessizce şarkılar mırıldanıyorum bi bankta. rüzgar esince soğuğu güneş açınca sıcağı seviyorum. simit alıp kedilere dağıtıyorum. telefonu sürekli meşgule atıp köpeklerle sohbet ediyorum. uğruna öleceğimden emin olduğum dostlarıma yalnızlığımı boz diyemiyorum. bazen kalabalıkların ortasında bir noktaya kitlenip her şeyden kopuyorum. bazen onca insana rağmen ıssız bir ada gibi hissediyorum. çay demledim, ne kadar kalacağını bilmediğim yalnızlığımla yudumlayacağız. öylesine edilmiş lafların altında kalacağım. rastgele çekilmiş fotoğraflardan bir sergi yapıp hepsini yakacağım. özleyeceğim ama kalpsizi oynayacağım. herkesle birlikte toplanıp kibrimizden bir okyanus yaratacağız sonra da kibrimizde boğulacağız. saygılar, çayım soğuyor.
0 notes
sonsuzsblog · 1 year
Text
Biliyorum, deliliktir yaptığım. Bunca deliliğe değer miydi her şey Evet. Kalpten gelecek ufak bir sese değer her şey. Gözlerinden bana uzanan her ne ise ona değer işte. Gözlerin konusunu açmıyorum. Yazının sonu gelmez. Gözlerin... Zamanı durdurur gözlerin.
Bir şiir gibisin içimde,Gözlerini gökyüzüne,Saçlarını da denizin dalgasına benzetirim.Sen yazıp okuyabildiğim en güzel şiirsin,
Kağıtlara döktüğüm en güzel duygularımsın,Dudakların sevginin sessiz çığlığı gibi kulaklarımda.
Ağlayışın bile dökülen en güzel yağmurlar gibi tertemiz.Güldüğün zaman ben mutluluğun en yükseklerindeyim,Bir gülüş bu kadar mutlu edebilir beni.Bir şiir gibisin,
Satırlarımı dolduran en güzel söz gibi.Hayalini kurduğum ulaşılmaz hayatsın sen,Kalbimde ve içimde saklayabildiğim tek şey sensin,
Kaybetmeye dayanamadığım, kaybettiğim de,Yaşayamam dediğim tek şeysin.Seni satırlara yazıyorum,
Çünkü gözlerin çok uzaklarda olsada kalbimde Yüregimde sakladıgımsın
Durma orda Gezme düşümde, Gel otur yanıma, Bozulsun diye Gecenin tılsımı Soyun gir koynuma, Sarılalım
Gel bu gece gir koynuma güzelim nefesimin son demine denk seninim.
bekletmeden sev aşk sende güzelik sende
hadi canım naz etme
bugünden gir hayatıma
yarınları sensiz koyma beni
hem sevdam ol hem gülüm
ben seni çok özledim
çık gel bekletmeden sev ben senin gönlünü sevdim
ak yüregime sev deliler gibi
ben kalbimi avuçlarına bıraktım
şeytana uy gir koynuma melegim
ben seninle yanmaya razıyım
sen de alev alev yak beni
içimi sevdanla ısıt bebegim
beni sensiz bırakma yürek sızım
gel al beni çık gel bekletmeden sev
UZAKTAN SARILDIK BİRBİRİMİZE.......HÜZNÜN, karanlığa teslim gecelere, senin varlığınla dayandım....VARLIĞIN seni çoğaltıyor içimde, ve aşkın büyüdükçe büyüyor...NEFESİMSİN uzaklaştıramadığım.......SANA değen her ışık, bin renge dönüp yansıyor bana......YANİ içimde savruluyorsun....GÖNLÜME düştüğünden beri sevdan, mahşere yeminli olduk seninle....SICAK nefesinden hayat bulduğumsun...YAŞADIĞIN şehrin göğünden, bulutlara bir avuç sevgini yükleyip gönderiyorsun, yağmur olup sen yağıyorsun üstüme, deli fırtınalar çıkıyor gönlümde.....AYNI sahillere vuruyoruz seninle...mutsuzlugu sen verdin bana...KAPATTIM İŞIKLARI,,,,UZAKTAN DA OLSA SARIL BANA...
Sev de be kadın sev öyle sev deki beni vucudum titresin sesim kısılsın vucut bulayım vucudunda nefesinde nefesin olayım kaybolayım teninde yureginde aşkı tadayım
Böl gecemi,Destursuz gir mabedime, Şifa niyetine dokun yüzüme. Tenime, Bam telime bas, Korkma, Kuralları boz bu gece,Gökleri açar gibi, Boşluğa uçar gibi gel.Ömrü kuşatır gibi,Aşkı yaşatır gibi, Kendinden geçer gibi gel,Gel be Gel işte Öyle bir gel ki bana nefes nefese, Uçalım aşkın deryasında kucak kucaga kol kola gel işte gel de kavuşsun bedenler.
Sanırsın ki sevenin çok, arkadaşın çok,dostun çok. Sonra kötü bişey olur dönüp bir bakarsın ki, Arkanda gölgenden başka kimse yok.
Veda ettim ben sana. gönlün dara düşsün de, yolun bana düşmesin. Adım dert olsun içine,
İnce düşünen insanlar hep daha çok incinir.
Bir insan sevip de bir şey yapmadan duramaz.
Sanki güzel olan her şey senden bir parçaymış gibi, Mesela dünya aydınlıksa senin yüzündendir. Güneş bu kadar parlıyorsa, sebebi ışıl ışıl gözlerindir. Bulutlar bu kadar yumuşaksa, pamuk kalbindendir. Eğer ellerim ısınıyorsa, sen ellerinle sardığın içindir. Böyle işte, dünyamda güzel olan ne varsa bir şekilde seninle ilişkilendirilmiştir. Çünkü seni sevmek biraz da böyledir, deli işi.
0 notes
Note
Pecha berries? The basket was full of Rawst berries when you were talking to that Mewzelf before...
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
“Did you all just want me to admit it..? That this place isn’t right? That I’m the reason why it isn’t?”
Tumblr media
“Look I just… Please don’t tell her. I’m sorry for being rude earlier but she can’t know. Please.”
@boz-kol
28 notes · View notes
oakinci70tr · 2 years
Text
Osmanlı Akıncı Bülent
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
⚘🌍♥️🇹🇷⭐🌙🇹🇷🌙🌙🌙🇹🇷⭐🌙🇹🇷♥️🌍⚘
⏰🖊⚖🤲👉💗Âmin Ya Râb'bi💗👈🤲⚖🚷
⚘🌍♥️🇹🇷⭐🌙🇹🇷🌙🌙🌙🇹🇷⭐🌙🇹🇷🌎♥️⚘
Kerhen nefse uymuş, kul medet diler
Günahtan kaçmaya yol ver Ya Râbbi
O nurdan haz duyan, muhabbet diler
Hâkk dostu saracak kol ver Ya Râbbi
Soğuk buz gölgeden, gel deyip peşe
Mahrum kalmış varsa doğan güneşe
Gönlünde yurt kur da yer aç kardeşe
Dertten dert gideren rol ver Ya Râbbi
Hem işsiz dermansız, garip cüsseye
Hem de öğün bekler, yoksul hisseye
Hiç muhtaç olmadan başka kimseye
Helâl rızkla doysun bol ver Ya Râbbi
Gece gündüz devrin, dem nöbetince
Kıyam rükûn secden hep rağbetince
Mecnun değsin diyen, kum adetince
Sevgin ki hudutsuz, çöl ver Ya Râbbi
Üst baştan çıkmayan diken donatsın
Bir nefes koksun da, varsın kanatsın
Bülbül şen şakırken, dost serenatsın
İman bağından hep gül ver Ya Râbbi
Senden yardım uman mahrum fakire
Dermansız kaybolmuş şaşkın hakîre
Kamp kurmadan yaşam, çamura kire
Yere hiç düşmeden, dal ver Ya Râbbi
Germeden dam tente, kalkarsa fanus
Beklenmez yağmurda bocalar Yunus
Râhmetten uzakta en korkunç kâbus
Bir deniz yutmadan, sal ver Ya Râbbi
Merhamet sunduğun, gayret coşacak
Cömert şevkle hemen hayra koşacak
Hâkk yolda serbestçe, can dolaşacak
Herkese güç mecâl, hâl ver Ya Râbbi
Tabloda düşlenen, boyayla renk renk
Kâlpten sözler dermiş, bütünü ahenk
Dosdoğru mesajın, hükmüne mihenk
Sevdanla bahseden kal ver Ya Râbbi
Hakkı pay etmekten, beslenen şefkat
Her ikram sadakan farz rüknün zekât
Cimrilik bilmeyen, mülkünden kat kat
Uğrunda harcanan, mal ver Ya Râbbi
Dört mevsim vakitle bahar güzünden
Boz bayır dağ tepe geçsin düzünden
Müşkülât çıkmasın bir mıh yüzünden
Durmasın at koşsun nal ver Ya Râbbi
Kalp mecrasında can ses uyandıkça
Râhmetinden essin, yel ver Ya Râbbi
Hâmd desin her niyaz ismin andıkça
Gözden aşkla akan, sel ver Ya Râbbi
Sözünden söz kuran dil ver Ya Râbbi
Hesap zor duy diyen, zil ver Ya Râbbi
Her kim Râbbim desin, kabul et âmin
Gün gece kir söksün, el ver Ya Râbbi
Âmin.... Âmin.... Âmin....
☆♡☆-(Talip)-☆♡☆
Osmanlı Akıncı Bülent
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
Tumblr media
3 notes · View notes
slyandthefamilybook · 4 years
Note
1 and 69 for the spotify wrapped thing!
(nice)
1. U’Vnay Yerushalayim by Kol Zimra
69. Lido Shuffle by Boz Scaggs
1 note · View note
sessizozgurluk · 5 years
Quote
leyla ile mecnun hiç yaşamadılar. gılgamış utnapiştim'i; utnapiştim de ölümsüzlük otunu hiç bulamadı. hanlar hanı bayındır han o ziyafeti hiç vermedi, boğaç han kol gücüyle o boğayı hiç deviremedi. dirse han yağız oğlu boğaç'ı okuyla iki küreğinin arasından hiç vurmadı,boz atlı hızır boğaç hanı hiç ölümden diriltmedi. tanrıça thetist oğlu aşil'i topuğundan tutup da ölümsüzlük nehrinde hiç yıkamadı. kibele anamıza 6000 yıl tapıldı anadolu'da, iktidar değişti kibele değişti, artık anamız olmadığı gibi insanların ilki de değildi. koca penisli priapos tarlasını sabanlamayan kimseye yoktan bereket getirmedi, penisi de o kadar büyük değildi. o kurt tanrı değildi dokuz oğuz boyları da o kızların kurtla çiftleşmesinden türemedi. alper tunga da her ölümlü gibi öldü gitti. isis kardeşi osiris ile hiç evlenmedi, horus hiç doğmadı. pandora kutusunu hiç açmadı insanlar o kutudan çıkan salgınla değil tifo ve dizanteriden kırıldılar. sebe kavminin yaptığı baraj allahın gazabı ile değil hizmet ömrünü tamamladığı halde bakımı yapılamadığı için yerle bir oldu. athena bakire değildi, meryem de öyle. afrodit liğme liğme edilmiş babasının denize atılmış kopmuş penisinden türemedi. zeus prometeusu kafkas dağına hiçbir zaman zincirleyemedi. bugünün vikingleri ölünce odinin valhalasına gidemeyecek oysa kaç bin yıl gidebileceklerini sandılar. thor'un çekici şimşek falan değildi o kadar ağır da değildi. yggdrasil ağacı, tuba ağacı, noel ağacı, dilek ağacı.. tümü bildiğin ağaç; yaprakları var fotosentez yapar kesersen odun olur. kral arthur o kadar güçlü değildi, excaliburu o kayadan çıkarmak bir balyozluk iş idi. indra, yama, mahabharata, ganeşa ve brahma... tümü kabiliyetli hint heykeltraşlarının taşa oyduğu şekillerden başka bir şey değil. ejderha diye bir şey olmadığı gibi oni iblisleri de cehennem kapısında nöbet falan tutmuyor.
Ekşi
3 notes · View notes
scruffyssketchbook · 3 years
Note
Actually, I think boz-kol was wrong. Bow didn't start bulling Eve for not joining Greenpaw.
We know this due to two different asks. One of them being my own.[1] In my ask, whether intentionally done or not, Scruffy revealed that Bow taught Eve how to walk on two legs, after she had already joined Icedrop.
In the second ask, she gave a riddle as an answer to someone asking what happened between Eve and Bow.[2] Due to the answer's nature as a riddle, things are up for interpretation, but due to a combination of this answer and Bow's toyhouse description saying she has a legitimate reason for hating Eve (even if she still has no right to mistreat Eve in return), I highly doubt that joining Icedrop was what caused Bow to hate Eve.
1: https://scruffyssketchbook.tumblr.com/post/655880290979430400/how-does-feralquadrupedal-pokemon-walking-on-two
2: https://scruffyssketchbook.tumblr.com/post/656745081976569856/why-does-bow-hate-her-and-why-does-most-of-green
Bow Toyhouse: https://toyhou.se/10302025.bow
Author chan: Thats a really good eye, you got there >w> Anyways. *Cries about the Bolt and Blizz moment in the first link cause next chapter*
7 notes · View notes
karakedisiirleri · 2 years
Text
Samantha
Tumblr media
Bir Fransız kafesinde, bu sabah Bir boz ayı oturdu yanıma Balkabaklı latte söyledi kendine Badem sütünden, Fransızca Gazetesini açtı, haberleri okudu Yüzünü çaresizce buruşturdu Gazeteyi fırlatıp attı sonra Trençkotunu çıkardı Sessizce bir sandalyeye bıraktı Ve gözlüğünü indirip bana baktı Hafifçe gülümsedim boz ayıya Bir hikâye için defterime notlar Alıyordum o sırada O da başını salladı usulca Çıkıp kol kola yürüdük geniş sokaklarda Adımlarımız hızlandı yağmurda Ellerimizde sonbahar kahvelerimiz Proust ve puantiyeli şemsiyelerimiz Acaba, dedim, hayat zor mu Paris’te yaşayan bir bozayı için? Dedi ki, hayat her yerde zor herkes için Dedim ki, heykellerle dolu bu şehir Ve ben bir hayaletim insanlar arasında Tek tesellim bir boz ayının beni görmesi olurdu Arada sırada da olsa Yalnız bir meslek yazarlık Ve ben hep üşüyorum yağmurda Dedi ki, ben kış uykusuna yatacağım yakında Ayrılırken meşe ağacının altında Hiç adını sormadığım geldi aklıma Evime gidip oturdum daktilomun başına Çünkü hep böyle yaparım Fransa’da Düşündüm boz ayıyı hüzünle Ve yanından geçip gittiğim tüm hayatları Ve hikâyemde bir isim verdim ona Samantha
1 note · View note
alican-disbudak · 3 years
Text
Murat Boz - Can Kenarım
murat boz - can kenarım şarkı sözleri
Bir yanarsın, bir sönersinAşk mıdır adı nedir bilmem?Kırılırsın, darılırsınRazıyım her cümlene dünden Ölürüm uğrunda bilmemNe kadar umrundaBeni sen yok ettinHani gül misali soldum ya Can kenarım attığın her adımBeni bitirdi bak kırıldı kol kanadımYok yalanım halimi soranımSenin yerim benim yanın beni sevdiğin kadarım Can kenarım attığın her adımBeni bitirdi bak kırıldı kol kanadımYok yalanım…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
rolanizim · 6 years
Photo
Tumblr media
Ben o çiçekli pencere kenarında beklemekten hiç vazgeçmemiş çirkin kadınları seviyorum Aslında dünyada çirkin diye bir sıfat yoktur sevgilim Ama kötülüğün kol gezdiği bir coğrafyada kişi kötü olursa kötüdür Bunu sana ne tıp açıklar ne de akşam haberleri Ben saksıda sulanmayı unutmuş bir çiçek sen yağmamaya söz vermiş yağmur gibisin Mesela hiç kimse tanrı acaba yakışıklımıdır veya güzelmidir dememiştir Ama sen aldırma kutsal kitaplara..tıpkı sevişmek gibisin Ki namaza duran her kulun aldığı abdest suyla değildir Kimi kana sokar ellerini sonra ayaklarını yıkar Kimi genel evinden 'bismillah' der çıkar Benim gönlüm sana cami olamaz ey geceye selam durmuş hüzünlü mehtap Kimin neyine yarıyor sahi bu savaş? Şimdi ben senin omuzlarından tank yürütüp tanrıya beni koru demek istersem omzun yüzüme tükürmezmi.? Yani şu duvar dile gelip kızgın yağlar döksede yüreğime İçimden yine seni sağ çıkarırım Ki ben devlete değil sana inanırım Rab göcensede olur Sağcılar soluma ok sapladı diye solculara kucak açmam mı lazım? Zaten ben sağımı bilmem fakat solumda seni taşırım Şimdi benim için başkent seni sevmeye başladığım şehir Değmesin ellerine namahrem eli ama çocukların saçlarına hep iliş Küçükken hiç babama soramadım dünyanın sahibi kim? Ben gönlünde askeri ücretle çalışan fakir bir işçi Sen watsapta çevrimiçisin Bu eczaneler hastahaneler beni iyleştirmiyor biliyorsun Şimdi bana al şu elli lirayı boz desen elli parçaya bölerim ama seni aklımdan bir saniye çıkarmayı beceremem Ah şu ambulans sesleri kulağıma hiç ilişmesin Şimdi beni kim ikna edebilir annemin ölmediğine İşte sen o anneme yetşemeyen ambulansın ta kendisisin Samsun'da ay yok sevgilim zaten pek sokaklarada çıkmıyorum Şimdi bir şehri esmere boyamaya çalışıyorum Ki şehir küfretsinde biraz tanrının hoşuna gitsin..🌑 #rolanizm #kabz #moon #art #poem #poetry
4 notes · View notes
vurguni · 4 years
Photo
Tumblr media
Suların Sırrına Erilir Bir Gün İçimi kanatıp durmayın beyler Katlime dönen çark kırılır bir gün Can cananını sarsın kurulsun toylar Boz bulanık sular durulur bir gün Yol vermedi dağlar bir arpa boyu Boz bulanık akar Fırat’ın suyu Kızıl ırmak neden yüreğin koyu Suların sırrına erilir bir gün Ta kemiğe indi bıçak yarası Gözümden dökülür Munzur deresi Yen içindeki bu zulmün karası İnsan hakka varır görülür bir gün Beyaza çalar mı zulmün karası İnsanın kendiyle bozuk arası Bu bendeki yara delil yarası Adalet divanı kurulur bir gün Sırtladı yarını yürür deniziler Kalan yükü bu halk elbet omuzlar Kardeşi kardeşe çatan domuzlar Yılan gibi yerde sürünür bir gün Vurguni indirsek dağları düze İnsan kendisiyle gelse yüz yüze El ele kol kola omuz omuza En güzel yarına yürünür bir gün Abdullah Oral... https://www.instagram.com/p/CDsot6GMjRQ/?igshid=yfscm3ktra0a
0 notes
graveyarddirt · 7 years
Video
youtube
Ofra Haza: Love Song [Song of Songs 8:6-7]
simeni kahotam al libecha {set me as a seal upon thine heart,} simeni kahotam al zroecha {as a seal upon thine arm:} ki azah ka'mavet ahavah (x2) {for love is strong as death;} kashah kishol kina'ah {jealousy is cruel as the grave:} reshfha reshpe yesh {the coals thereof are coals of fire,} esh shalhevet yah {which hath a most vehement flame.} mayim rabim lo yuchlu {many waters cannot} lechabot et ha'ahavah {quench love,} vuneharot lo yishtefuha {neither can the floods drown it:} im-yiten eysh {if a man would give} et kol-hon beyto ba'ahavah {all the substance of his house for love,} boz yavuzu lo {it would utterly be condemned.}
275 notes · View notes
gajder · 4 years
Text
Hikaye Oku; "Bayan Brill"
Tumblr media
Hikaye Oku; "Bayan Brill" Hikaye; Pırıl pırıl bir gün olmasına karşın –mavi gökyüzü altın rengi ve kocaman ışık benekleriyle bezenmişti, sanki Jardins Publiques’in üzerine beyaz şarap serpiştirilmiş gibi–Bayan Brill kürkünü sırtına aldığına memnundu. En küçük bir esinti yoktu, ama ağzınızı araladığınızda bir bardak buzlu suyu yudumlamak üzereymişsiniz gibi hafif bir serinlik geliyor ve arada sırada nereden geldiği belirsiz bir yaprak düşüyordu gökyüzünden salına salına. Bayan Brill elini kaldırıp kürküne dokundu. Ne kadar cici! Ona yeniden dokunmak çok hoştu. Onu o gün öğleden sonra kutusundan çıkarmış, naftalinlerini silkelemiş, bir güzel fırçaladıktan sonra, ovalayarak o minicik donuk gözlere yeniden hayat vermişti. “Bana neler oluyor?” diyordu hüzünlü minik gözler. Kırmızı yorganın üstünden kendisine yeniden göz ucuyla baktıklarını görmek ne kadar hoştu!… Ne ki, siyah bir nesneden oluşan burun örselenmişti. Nasılsa bir darbe yemiş olmalıydı. Zararı yok –vakti gelince azıcık siyah mühür mumu derdine deva olurdu– ille de gerekirse… Küçük yaramaz! Evet, gerçekten de böyle görüyordu onu. Sol kulağının yanı başında kuyruğunu ısıran küçük yaramaz. Sırtından çıkarıp, kucağına yatırmak, okşamak geldi içinden. Ellerinde, kollarında bir karıncalanma hissettiyse de, yürümekten olmalı diye düşündü. Nefes alırken, göğsünde hafif ve hüzünlü bir şey –hayır, tam olarak hüzünlü değil de– yumuşak bir şey geziniyordu sanki. Öğleden sonra birçok insan kendini dışarıya atmıştı, geçen pazardan çok daha fazla. Bando da geçen pazardan daha yüksek perdeden, daha neşeli çalıyordu. Nedeni, sezonun açılmış olmasıydı. Çünkü bando yıl boyunca her pazar çalmasına karşın, sezon açılmadan hiç böyle olmazdı. Yalnızca yakınlarına çalar gibi çalarlar, dinleyenler arasında hiç yabancı yoksa nasıl çaldıklarını pek umursamazlardı. Hem bugün şef de yeni bir ceket giymemiş miydi? Ceketin yeni olduğundan Bayan Brill’in kuşkusu yoktu. Bando şefi ayağını yere vurup, öttü ötecek bir horoz gibi kollarını çırptı; yeşil çardakta oturan bandocular da gözlerini notalardan ayırmadan yanaklarını şişirerek çalgılarını üflediler. “İncecikten” bir flüt sesi duyuldu –çok hoş!– parlak damlacıklar döküldü birbiri ardı sıra. Bayan Brill, bunun tekrarlanacağını adı gibi biliyordu. Yanılmadı da; hafifçe başını kaldırıp gülümsedi. “Özel” yerini onunla paylaşan yalnızca iki kişi vardı: Ellerini kocaman oymalı bir bastonun üstünde kavuşturmuş, kadife ceketli, efendiden bir yaşlı adam ile işlemeli önlüğünün üstünde bir yün yumağıyla dimdik oturan iri bir yaşlı kadın. Konuşmuyorlardı. Bu da Bayan Brill’in hevesini kursağında bırakıyordu, çünkü konuşmalara kulak kabartmayı sabırsızlıkla beklerdi. Dinlemiyormuş gibi yapıp dinlemekte, kendini bir an için de olsa yanı başında sohbet eden insanların yerine geçirmekte eline kimsenin su dökemeyeceğine inanırdı. Yaşlı çifte yan yan baktı. Belki de birazdan gideceklerdi. Geçen pazar da her zamanki kadar ilginç geçmemişti. Bir İngilizle karısı, adamın kafasında felaket bir hasır şapka, kadının ayaklarında düğmeli potinler. Kadın gözlük takması gerektiğini söyleyip durmuştu; biliyordu, takmak zorundaydı; ama gözlük almak boşunaydı; nasıl olsa kırılacaktı, gözlüğün dayandığı görülmüş şey miydi. Adam ise adeta sabır taşıydı. Önermediği gözlük kalmamıştı – altın çerçevelisinden tutun da, sapları kulaklarınızın arkasına geçirilenlere, burun köprüsünün iç kısmında minik plaketler bulunanlara kadar. Yok, hiçbirini beğendirememişti. “Hepsi de burnumdan aşağıya kayar.” Bayan Brill kadını sarsalamamak için kendini zor tutmuştu. Yaşlı çift bankta hâlâ heykel gibi oturuyordu. Ne yapalım, hem ortalıkta seyredilecek o kadar çok insan vardı ki. Çiftler ve gruplar, çiçek tarhları ve bandonun bulunduğu çardağın önünde piyasa yapıyor, durup konuşuyor, selamlaşıyor, sepetini parmaklığa dayamış olan yaşlı dilenciden bir demet çiçek alıyorlardı. Küçük çocuklar da onların arasında itişip kahkahalar atarak koşuşuyorlardı; çenelerinin altındaki büyük beyaz ipek fiyonklarıyla oğlan çocukları, kadifelere ve dantellere bürünmüş, oyuncak Fransız bebeklerinden farksız kız çocukları. Arada sırada da minik bir bacaksız birden ağaçların altından yalpalayarak ortaya fırlıyor, durup etrafa bakındıktan sonra “pat” diye poposunun üstüne oturuveriyordu; annesi de o saat genç bir tavuk gibi ayaklarını kaldırarak kısa adımlarla fırlıyor, çocuğun imdadına yetişirken zılgıtı vermekten de geri kalmıyordu. Bazıları da banklarda ve yeşil iskemlelerde oturuyorlardı, ama bunlar her pazar gelen hemen hemen aynı insanlardı –Bayan Brill’in hep dikkatini çekmişti– hemen hepsinde bir gariplik vardı. Tuhaf, sessiz, hemen hepsi de yaşlı insanlardı; etraflarına sanki karanlık küçük odalarından –hatta dolaplarından!– az önce çıkıp gelmişler gibi bakınıyorlardı. Çardağın arkasında sarı yaprakları aşağıya eğilmiş ince belli ağaçlar, ağaçların arasından incecik bir çizgi gibi görünen deniz ve mavi göğün ötesinde altın damarlı bulutlar. Bando, bum-ça, bum-ça! trum-trum! bum-ça! diye çalıyordu. O sırada kırmızılı iki genç kız geldi, onları mavili iki genç asker karşıladı, gülüşüp kol kola girdiler gittiler. Başlarında tuhaf hasır şapkalarıyla asık suratlı iki köylü kadın, sevimli boz eşeklerini çeke çeke geçip gözden kayboldu. Donuk bakışlı, solgun yüzlü bir rahibe telaşlı adımlarla geçip uzaklaştı. Çok güzel bir kadın göründü, elindeki menekşe demetini yere düşürünce, küçük bir oğlan arkasından koşup demeti uzattıysa da kadın çiçekleri alıp mikropluymuşlar gibi fırlattı attı. Olur şey değil! Bayan Brill, bu davranışı takdir mi etsin, ayıplasın mı, bilemedi! Bu sefer de ermin şapkalı bir kadınla gri giysili bir adam tam önünde karşılaşmasınlar mı. Adam uzun boylu, sağlam yapılı, kellifelli; kadın ise saçları sarıyken aldığı ermin şapkayı takmış başına. Gel gör ki, artık her şey, saçları, yüzü, hatta gözleri bile o külüstür ermin şapkanın rengini almış; yıkanmış eldivenin içinde dudaklarına dokunmak için havaya kalkan eli sarıya çalınan minik bir pençe. Ah, onu gördüğüne o kadar sevinmişti ki – bayram etmişti! Öğleden sonra rastlaşacaklarını bilmişti sanki. Gittiği yerleri, sahilde nasıl gezindiğini anlatmaya başladı. Çok güzel bir gündü – o da öyle düşünmüyor muydu? Hem, belki o da?… Ama adam başını salladı, bir sigara yaktı, derin bir nefes çekip dumanını ağır ağır kadının yüzüne üfledi ve kadın kıkır kıkır konuşadursun kibriti bir fiskede fırlatıp yürüdü gitti. Ermin şapkalı kadın oracıkta bir başına kalakaldı; yüzünde daha da ışıltılı bir gülümseyiş. Ama bando bile onun neler hissettiğini anlamışçasına daha yumuşak, daha sevecen çalıyor, trampet “Küstah! Küstah!” diye tempo tutup duruyordu. Ne yapacaktı bakalım? Bakalım şimdi ne olacaktı? Bayan Brill’in merakı uzun sürmedi, kadın arkasını döndü, hemen oracıkta başka birini, daha kibar birini görmüş gibi elini kaldırdı ve koşar adım yürüyüp gitti. Bando da yeni bir tempo tutturdu, her zamankinden de daha hızlı, daha neşeli çalmaya başladı; Bayan Brill’in bankında oturan yaşlı çift kalkıp oradan uzaklaştı; müziğe adım uydurmuş, hoplaya zıplaya ilerleyen uzun favorili garip bir ihtiyar yan yana yürüyen dört kıza çarpınca az daha yere devrilecekti. Ah, o kadar büyüleyiciydi ki! O kadar eğleniyordu ki! Burada oturup olan biteni seyretmeye bayılıyordu! Bir oyun gibiydi. Tıpatıp bir oyun gibiydi. Arkadaki göğün boyalı bir dekor olmadığına kim inanabilirdi ki? Ama Bayan Brill, burayı bu kadar heyecan verici kılanın ne olduğunu, ancak küçük kahverengi bir köpek minik bir “sahne” köpeği gibi, uyuşturulmuş minik bir köpek gibi olanca ciddiyetiyle hızlı hızlı gelip sonra ağır ağır oradan uzaklaşınca keşfetti. Buradaki herkes sahnedeydi. Yalnızca seyirci değildiler, yalnızca seyretmiyorlardı; oynuyorlardı da. Onun bile bir rolü vardı ve her pazar buraya geliyordu. Bir pazar gelmese mutlaka farkına varırdı biri; ne de olsa gösterinin bir parçasıydı. Ne tuhaf, daha önce hiç böyle düşünmemişti! Hem, her hafta evden aynı saatte çıkmak için titizlenmesinin de –gösteriye geç kalmamak için– İngilizce öğrencilerine pazar öğleden sonraları ne yaptığını anlatırken kendini bir tuhaf hissetmesinin, utangaçlığa kapılmasının da nedeni bu olsa gerekti. Hiç şaşmamalı! Bayan Brill az kalsın yüksek sesle gülecekti. Sahnedeydi. Haftada dört gün öğleden sonraları bahçede uyurken gazete okuduğu yatalak ihtiyar düştü aklına. Pamuk yastıktaki o güçsüz başa, çukura kaçmış gözlere, açık ağza, havaya dikilmiş burna o kadar alışmıştı ki. Adamcağız ölecek olsa haftalarca farkına varmayabilirdi; umurunda olmazdı. Ama kendisine gazete okuyanın bir oyuncu olduğunu birden anlayıvermişti adam! “Bir oyuncu!” Yaşlı baş hafifçe kalkmış, yaşlı gözlerde iki ışık beneği titreşmişti. “Oyuncu musun sen, bakiim?” Bayan Brill de elindeki gazeteyi sanki orada rolünün sözleri varmış gibi şöyle bir düzeltip, nazikçe, “Evet, ne zamandır oyunculuk yapıyorum,” demişti. Bir süre ara vermiş olan bando yeniden çalmaya başladı. Canlı, neşeli bir parça çalıyorlardı, ama yine de insanı hafifçe ürperten bir şey vardı – nasıl söylemeli? – hüzün değil – yok, hüzün değil – insanda şarkı söyleme isteği uyandıran bir şey. Melodi yükseldi, yükseldi, ışıklandı; Bayan Brill’e az sonra herkes, oradaki herkes şarkı söylemeye başlayacakmış gibi geldi. Gülüşerek birlikte yürüyen gençler başlayacaklar ve onlara kararlı ve yürekli erkek sesleri katılacaktı sanki. Ve sonra kendisi, evet kendisi ve banklardakiler de hep birlikte eşlik edeceklerdi –alçak perdeden, fazla yükselip alçalmadan, harikulade– dokunaklı… Bayan Brill’in gözleri doldu ve bütün oradakilere gülümseyerek baktı. Evet, anlıyoruz, anlıyoruz, diye geçirdi aklından – gerçi onların ne anladıklarını bilmiyordu ya. Tam o sırada bir oğlanla kız gelip daha önce yaşlı çiftin oturduğu yere oturdular. İki dirhem bir çekirdektiler; birbirlerine vurgundular. Esas çocukla esas kız, oğlanın babasının yatından geliyorlardı elbette. Ve hâlâ bir şarkı mırıldanan Bayan Brill o titrek gülümseyişini hiç bozmadan kulak kesildi. “Hayır, şimdi olmaz,” dedi kız. “Burada olmaz, yapamam.” “Neden olmazmış? Bankın öbür ucunda oturan şu salak ihtiyarın yüzünden mi?” diye sordu oğlan. “Ne işi var ki burada – bayılmıyoruz ya ona! Muşmula suratını görmek zorunda mıyız?” “Sen asıl şu kürküne bak, amma komik,” diye kıkırdadı kız. “Aynı kızarmış mezgit gibi.” Oğlan öfke içinde, “Cehenneme kadar yolu var!” diye söylendi. Sonra da, kıza, “Hadi ama, ma petite chère.…”(küçük sevgilim) dedi. “Hayır, burada olmaz,” dedi kız. “Daha olmaz.” Bayan Brill eve dönerken fırından bir dilim ballı kek alırdı. Pazar keyfiydi bu onun. Kek bazen bademli, bazen de bademsiz olurdu. İkisinin arasında büyük fark vardı. Bademli çıkarsa keki eve minik bir hediye, beklenmedik bir sunu gibi götürürdü. Bademli pazarlarda eve kadar zor sabreder, hiç oyalanmadan çaydanlığın altını yakardı. Ama bugün fırının önünden geçip gitti, merdivenleri çıktı, doğruca küçük karanlık odasına –dolaptan farksız odasına– girdi, kırmızı yorganın üstüne oturdu. Uzun süre öyle oturdu. Kürkü çıkardığı kutu yatağın üstünde duruyordu. Kürkün kopçasını çabucak açtı; bakmadı bile, çabucak kutuya koydu kürkü. Ama tam kutunun kapağını kapatıyordu ki, bir şeyin ağladığını duyar gibi oldu. Katherine Mansfield hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, düşündüren hikayeler, dünya klasikleri, yanlızlık hikayeleri, Bayan Brill, Katherine Mansfield, https://secmehikayeler.com/ Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 5 years
Text
CHP logosundaki bilinmeyen sembolizm
Tumblr media
Her millet, her inanç ve her devlet çeşitli semboller ile birbirinden ayrıştırılır. Yer yüzünde halen mevcut olan her ne kadar BM tarafından tanınan 192 devlet olsa da aslında bilinen ülke sayısı 236’dır ve her birisinin bayrağı diğerinden farklıdır. Pagan inancına kadar uzanan sembolizm halen yer yüzünde milletleri ve devletleri birbirinden ayırdığı gibi dinleri ve inançları da ayrıştırır. Çoğu Müslüman ülke de, Osmanlı bakiyesinde kurulan devletlerdir. Bayraklarında ay ve yıldız vardır. Haçlı ordularına katıldıklarını bildiğimiz pek çok Hristiyan devletin de bayraklarındaki haç sembolü bu yüzdendir. Bayraklar o ülkenin beka ve hedeflerini de gösterir. Bunlardan en meşhurunun İsrail bayrağı olduğunu söyleyebiliriz. Yahudi ulusunu simgeleyecek bir bayrak şeklini ilk öneren Theodor Herzl’in halefi ve yakın arkadaşı Dr. David Wolfson, şuan ki İsrail bayrağının mimarıdır. Beyaz zemin üzerine altta ve üstte iki mavi şerit ve ortasında Siyonist yıldız vardır. Bu iki mavi şeridin İsrail’in rüyası diyebileceğimiz Arz-ı Mevud’u temsil ettiğini söylemek yanlış olmaz. Yani Nil nehri ve Fırat nehirlerini temsil eden bu iki mavi şeridin ortasında Siyonist Yahudi yıldızı yer alır. Bayraktan çıkartılan derin mana ise Nil ve Fırat’ın arası Yahudilere vaat edilen topraklardır. Ancak tarihi süreçte baktığımızda 1975 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra 15 Kasım 1983 yılında bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bayrağında da benzer bir sembolizm göze çarpar. Beyaz zemin üzerine altta ve üste iki kırmızı şerit ve ortada anlı şanlı Ay-Yıldızımız vardır. KKTC bayrağı aslında İsrail’in Arz-ı Mevuduna bir cevap değil de nedir. Sembolizm çok daha eskilere gider aslında. Mesela Anadolu coğrafyasında kurulmuş pek çok eski medeniyet birbirinden kullandıkları sembollerle ayrılır. Sümerler, Etiler, Firigler ve diğerleri. Her devlet halen paraları üzerine halklarınca önem atfedilen sembolleri basarlar. Manavgat Halk Kütüphanesi Müdürlüğü, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 73. Yıl dönümünde Gazi’nin ömrü boyunca okuduğu ve analiz ettiği toplamda 3997 kitap olduğuna dair bir açıklama yaptı. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli araştırmalarından biriside Türklerin kökenidir. MU kıtası çalışmaları halen Anıtkabir Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşunda tek parti olarak var olan Cumhuriyet Halk Partisinin logosunda ki kırmızı zemin üzerine beyaz 6 oklu bayrak, bizzat Atatürk’ün talimatıyla İsmail Hakkı Tonguç tarafından Cumhuriyetin 10. yılında yani, 1933 yılında tasarlanmıştı. Parti tüzüğüne göre Atatürk’ün 6 ilkesini temsil ettiği yazılsa da aslında sembolizm açısından incelendiğinde 4. okun arka kısmının çentikli olmasının sebebini Atatürk dışında CHP’nin üst yönetimi bile bilmiyordu. Yıllar sonra bu soruyu cevaplayan dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin, çok emin olmamakla birlikte söz konusu okun, Laikliğe bir vurgu olduğunu söylemekle yetiniyordu. Peki ya gerçek neydi? Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nu “Ne Mutlu Türküm Diyene” şeklinde bitirdiğini düşünürsek ve Türklerin kökeni üzerine yaptığı araştırmaları dikkate alırsak ortaya başka bir kavramın çıktığını görmek gerekebilir. Türkler, Oğuz Boyları olarak üç ok ve boz ok olmak üzere 2 ana kola ve sonrasında her ana kol 3 ana kola ayrılarak toplam 6 ok üzerinden dünyaya yayılmıştır. Aslında Atatürk’ün 6 ok olarak çizdirdiği CHP logosu Oğuz Boylarını temsil eder dersek sanırım yanlış olmaz. Zira 4. okun arkasındaki çentik ise bu tezimizi daha da güçlendirir. Mete Han (hedefe giderken) ıslık çıkaran bir ok imal etti ve tarihte ıslık çalan ok olarak bilinen bu okun adı Çavuş Okudur.  Eğer ki CHP logosundaki arkası çentikli ok Mete Han’ı temsil ediyorsa CHP logosu bugüne kadar bilinenden çok daha derin bir mana taşımaktadır. Özetle Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyor ki “Biz Devleti Oğuz Boyları ile ve Oğuz Han töresi üzerine kurduk.” Peki 1938 sonrasında CHP’ye ne oldu. Nasıl bu çizgiden çıktı, yozlaştı ve nasıl ele geçirildi. Milliyetçi Hareketin Başbuğu Alpaslan Türkeş’in 1969 kongresinde “CHP Atatürk’ün izinden gitseydi ayrı bir parti kurmazdım” sözü aslında CHP’nin tarihsel varlığından ve kuruluş ilkelerinden çoktan uzaklaşmış olduğunu göstermez mi? CHP’nin şuan ki Sayın Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu acaba bu 6 okun özdeki manasını gerçekten biliyor mu. Ya da 4. okun neden çentikli olduğunu biliyorsa izah etmemesinin sebebi ne? Velhasıl, CHP’nin logosu bir tasarım değildir. 2200 yıllık bir devletin sembolüdür. Keşke CHP bu kadar anlamlı bir logonun hedeflediği yoldan sapmasaymış. Read the full article
0 notes