Tumgik
#Kazanan Halk olacak
gundemarsivi · 10 days
Text
Tumblr media
Bu Yazılarımı Cezaevinden Haklılığıma İnanan Binlerce Aydının Desteğine Güvenerek Yazıyorum ve Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu’na da Önerilerimi İletiyorum
✍🏻 Orhan Ayber
https://www.gundemarsivi.com/bu-yazilarimi-cezaevinden-hakliligima-inanan-binlerce-aydinin-destegine-guvenerek-yaziyorum-ozgur-ozele-ve-ekrem-imamogluna-onerilerim/
Bu yazılarımı cezaevinden haklılığıma inanan binlerce aydının desteğine güvenerek yazıyorum,
Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’e,
İstanbul Belediye Başkanlığını kazanan Sayın İmamoğlu’na…
Bu yazılarımı cezaevinden haklılığıma inanan binlerce aydının desteğine güvenerek yazıyorum.
Benim haksız yere yattığımın bilincindeki bu aydınlarımızın hepsine teşekkürler.
Bu ülkede dünyanın en büyük şairi de onlarca yıl hapiste yattı. (Nazım Hikmet)
“Kürk Mantolu Madonna”nın ve “Sırça Köşk”ün yazarı da yıllarca haksız yere hapis yattı. (Sabahattin Ali)
Dışarıda Deli Dalgalar
Gelir Duvarları Yalar
Bizi bu sesler oyalar
Aldırma Gönül Aldırma
İşte beni de binlerce aydının, dostlarımın, yürekten sevgileri güç veriyor.
***
Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’e:
Bu seçimlerden başarılı olarak çıktın. Ancak ülke ekonomisinin yetersizliği, hayat pahalılığı gibi pek çok nedenin bu sonucu hazırladığını hatırlatırım. Şimdi toplumun senden beklentisi devam edecek.
Bu arada bir konuşmamızda (4 Nisan) “Atatürk’ün Partisi kaybetmez” dedin.
Sayın Özer, Ata’mızı lütfen bu işlere karıştırmayın.
Ülkenin koşulları değişmedi. Siz önümüzdeki seçimleri kaybederseniz Ata’mız mı kaybetmiş olacak?
Sayın Özel, ben de senin gibi Manisa’lıyım. Ancak benim yaşım şimdilerde 83. Baban Talat Özel’le aynı yaştayım, hayatta ise beni hatırlar sanırım.
Sayın Özel, şimdi senden bir ricam olacak. Manisa’da bir ülkücü eczacı arkadaş başka ilçelerden gelenlerce öldürülmüştü. Şimdi onun heykelleri şehrin girişinde…
Oysa bu arada yine bir eczacı il başkanımız Mete Bey ve yine eczacı kadın kolu başkanımız Neşe Gülersoy da ülkücü gençler tarafından öldürüldüler. Ayrıca o birkaç yıl içinde 49 CHP’li genç katledildi.
Şimdi senden beklentim, Sayın Özel; en azından bu pek çoğunu yakından tanıdığım CHP’lilerin anılarını yaşatarak bir meydana maslarını koyarak o CHP’li gençlere görevini yapmanızı saygıyla öneriyorum.
***
Şimdi önerilerim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Sayın İmamoğlu’na:
Senin için de aynen Özel için söylediğim konular geçerli ülkenin ekonomik kırılganlığı nedeniyle kazandın.
Ayrıca kimi bilim adamlarının ortak görüşü, İstanbul’da 7,5 üstü büyüklüğünde bir deprem beklentisi. Doğal olarak bunu engellemen söz konusu olamaz. Ancak bir kuşağımızı kaybederiz.
Bu deprem (5-10) yıl gecikirse, lütfen İstanbul şehrinin en az 3-5 milyonunu Anadolu’nun güvenli yerlerine taşımanı öneriyorum.
Son bir önerim de İstanbul’da 29 kişinin öldüğü apartmanın bodrum katındaki kolonlar yangında çok büyük güç kaybına uğramıştır. O apartman risklidir uyarıyorum…
Orhan Ayber
Orhan Ayber ağabeyim, 30 Ekim depreminde yıkılan Yağcıoğlu Aparmanında sorumlu görüldüğü ve cezası kesinleştiği için yaklaşık üç aydır cezaevinde. Neden diye soranınız olursa aşağıdaki savunmasını okuyabilirsiniz. Yazısını kendisini ziyaret edebilen eşi aracılığı ile göndermiş.
M Osman Akbaşak
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
İtiraz Ne Zaman!
Tumblr media
Kötülüğün tablosu güncelleniyor. Öyle ya da böyle bir menzilin dönüşümü için el altında tutulmaya devam edilen cerahatle menzil bir kere daha 2015 dolaylarında var edilmiş tüm o katran karasının batağına saplanıyor. Bir bittiler, iki gitti gidiyorlar, üç geliyor gelmekte olan gibi nüvelerin ardına sığınarak gün geçiren muhalefetin karşısında iktidar dehşetinin o sınırsızlığını yine yeniden var ediyor. Her gün baştan, hep apayrı odaklardan bir kötülük şablonunu yeniden biçimlendiriyor. Umut kıyılsın ümit mahvedilsin, hayatların biricikliği söz konusu edilmesin, ezilsin insanlar, kimlikler, aidiyetler, çıkar çevreleri, eli kanlı olan o sermaye semirmeye devam etsin, hep kazanan kasa olsun. Bitimsiz bir kısır döngüye bir biçimde rehin edilen halk, üç otuz kuruşluk indirimler, bindirim hallerine, arada çıkagelen düşman kimliklere meyletsin, onlar da rahat rahat işlerini görsün diye cerahat tanımlarına her gün yenileri eklenir.
Ayrıştırma, eleme, birbirine kırdırma halleri öylesine seriye alınmış bir durumda ki ülke denilen şu çukurda olmakta olan devinim boylu boyunca sayfalarca anlatılsa hep bir şey, şeyler eksik kalacaktır. Gittiler, aha birazdan gidiyorlar, sandık bir gelsin önlerine bakın neler olacak, her şey çok daha iyi olacak gibi gazlama lafazanlıkların ortasında iktidar o kendi bildiğini eylemeye devam eder. Buradan itibaren, bu raddeden ve karşıtlıktan ileri her dem / her durumda düşmanlaştırılan öteki algısının da peşinde koşarak yepyeni kötü bet ve feci olanla yol kesişir. Düzlemin başında duran yapının, devlet denilen mekanizma için hayatın ederinin de anlamının da her anlamda yerle yeksan olunması gündelik normal bir meseldir. Var edilen tuzaklamalar, şifreleri belirgin kılınmış kırmızı çizgileri harekete geçiren uyaranlar, her vakada bir kere daha güncellenmesi talep edilen milli birlik ve dahi beraberlik şiarları / şartlanmışlığı vesair ile birlikte cürüm kesintisiz kılınır.
2015 yılında var edilmiş olan katran karanlığının bir başka suretinde ilerleyen ülkenin hali bir şeyler aksettirmiyor mudur acaba? Kötülüğü, salt iktidarın bekası adına el üstünde inat ederek tutanların var ettiği her şey cerahate çıkarken, hayat sahiden de o bilindik cürümler şu aşina yıldırı hallerine rehin edilirken kendi normalini her ne zaman bulacaktır bu yer şu sahne? Bianet’ten aktaralım: “Kasım 2018'de bir gece yarısı düzenlenen operasyonlarla gözaltına alındılar, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldılar. Daha sonra, haklarında açılan soruşturma kendilerinden yaklaşık bir sene önce tutuklanan iş insanı Osman Kavala hakkında açılan "Gezi davası" ile birleştirildi.
Davanın, karar duruşması dün (25 Nisan 2022, Pazartesi) Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde görüldü. Mahkeme kararına göre, Yiğit Ali Ekmekçi, Mücella Yapıcı, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Can Atalay, Tayfun Kahraman'a 18 yıl ve Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.” Kötülüğün tablosuna yapılan ekler nasıl var ediliyor bunu görmek için tek başına anlamlı bir haberdir Gezi Davası’nda verilmiş kararlar. Güdümlü siyaset erkinin, başının ol ortağıyla beraberce dizayn ettikleri facialar sarmalı menzilde, demokrasinin bırakılmaması, sözün hiç addedilmesinin bir diğer yüzeyi Gezi Davasının hem önceki hem de son karar duruşmasında var edilir. Hiç ama hiçbir doğru düzgün delile dayanmayan, en ufak bir şüphenin var edilemediği boşa doluya yazılmış mübalağa değil sahiden de tırt bir iddianame ile insanlar tutsak kılınırlar. Gözün gördüğü, aklın aldığı normları yerle bir etmiş olan iktidarın, tetikçileri olagelen bir heyetin, şerh düşen hakime rağmen verdiği kararın salt bir boyunduruk değil aynı zamanda bir düşünen / itiraz eden toplumu da sonlandırmak adına olduğu yinelene gelir. Kararın var ettiği yara, gündemin balçık hali içerisinde unutturulmak istenir. Yaygın medya olarak çıkagelen, saray soytarısı yayınların, ulusalcıdan, fundamentalistine arasız fasılasız bir darbe olduğunu zikrettikleri oysa haklı, makul bir itirazdan başkaca bir anlam ihtiva etmeyen Gezi nihayetinde devlet gözetiminde suçun ta kendisi ilam olunur. Onun içinde yer bulabilmiş temsilcilerden seçilmiş olanların tutsak edildiği bir kısır döngü en sonunda var edilir. Demokratik açılım / ilerleyen ülke, hakkaniyeti var etmiş memleketin bahisleri paldır küldür lağvedilir.
Baş Amir, bir iftar yemeği sonrası yeniden sazı eline alır; Osman Kavala için Gezi’nin gizli, perde arkasındaki koordinatörüydü, tezgahı kuran bir temsil olduğundan dem vurur. Yargı bağımsızlığından bahis açılırken nasıl işlerin kanun / nizam çerçevesinde var edilemediği kendi dedikleriyle tekzip olunur. Hala kanıtlanamamış olagelen Dolmabahçe Cami içkili provokasyonu, bilmiyoruz hangi mekana saldırdılar, şöyle ettiler böyle ettiler deyip konuyu yeniden darbeye bağlar. Bunca afaki bir biçimde kötülüğün temsilinin her ne halde olduğu, yıllar geçmiş olsa da Baş Amir’in Gezi Parkı’ndan aldığı ağır yaranın ve yenilginin karşısında yalana / ithama ve günah keçisi bulup ona çullanarak bir sonraki raunda hazırlanmaya çabalandığı görünürdür. Sırf şu bahisteki sözleri dahi yargının da hakkın da gündelik yaşam pratiklerinin de her nasıl zifte boğulduğunu göstere gelir. Bu kadar afaki yalan bir devlet adamına yakışır mı, kararını da sizler verebilirsiniz sanırız. Aktaralım: “(Osman Kavala kararı) Bu adam Türkiye'nin Soros'uydu. Yargımız onunla ilgili nihai kararı verdi ve bu karar malum çevreleri rahatsız etti. Kusura bakmasınlar bu ülkede hukuk var, yargı var. Bu yargı da hakkın egemen olması için bu kararı verdiler.” Gazetelerden!
Evrim Kepenek'in haberidir: Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla Türk Mühendis ve Mimarlar Odası Birliği’ne (TMMOB) bağlı Makine Mühendisleri Odası önünde protesto etti.
“Karanlık gider, gezi kalır”, “Gezi’yi savunuyoruz” yazılı dövizler ve Gezi Parkı protestolarında öldürülenlerin fotoğraflarını taşıdı.
Dayanışma adına konuşan Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Esin Köymen, şöyle dedi: "Gezi Parkı, park olarak kalsın diye, Taksim Dayanışması bileşenleri ile birlikte ilk günden itibaren Mimarlar Odası adına mesleki ve yasal girişimleri başlatan Mimarlar Odası Çevre Etki Değerlendirme Kurulu Sekreteri Mimar Mücella Yapıcı, mevcut yasa ve yönetmeliklere uymayan kararlara karşı Şehir Plancıları Odası Başkanı olarak itiraz dilekçeleri yazan Şehir Plancıları Odası dönem Başkanı Tayfun Kahraman ve Mimar Odası’nın yetkili avukatı olarak Gezi Parkı'na dair bütün davaları açan ve takip eden avukat Can Atalay ile birlikte bu hukuksuz davada yargılanan Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin 18’er yıl ağır hapis ile cezalandırıldığı, 4,5 yıldır kanıtsız, tanıksız hapis yatırılan ve hepsinin ötesinde 'Gezi sürecinde parka birkaç kez uğradım' diyen Osman Kavala’nın ise Gezi üzerinden 'darbeye teşebbüs' gibi absürt bir itham ile 'ağırlaştırılmış müebbet hapis' cezası aldığı bir ülkenin yurttaşları haline geldik. Durumumuz budur artık...
"Polis tutanaklarına göre en az üç buçuk milyon insan, yani Gezi’ye gelen, destekleyen, mesaj atan, börek getiren, revir kuran, kütüphane yapan, yeryüzü sofrası açan; şarkı söyleyen, tiyatro sergileyen, dans eden hatta ağaçlara sarılan milyonların “Müebbet ve ağır hapis cezaları” ile korkutulmaya çalışıldığı bir ülke haline geldik.
"Tek adam rejiminin ihtiyaçlarına göre karar veren mahkemelerin hukuksuz, tanıksız, kanıtsız, keyfi ve tutarsız kararlar aldığı bir rejimde, demokrasinin kuvvetler ayrılığının ve en temel anayasal hakların yok sayıldığı bir ülke haline geldik.
Sadece Gezi parkına değil Kazdağları’ndan Cerattepe’ye, Kuzey Ormanlarından Salda Gölü’ne kadar yeşile, doğaya sahip çıkan gençlerin ve çevre örgütlerinin düşman görüldüğü bir ülke haline geldik.
"Gezi parkına sahip çıktığı için, yaşamıma daha fazla karışma dediği için Gezi direnişi sırasında polis şiddeti ile hayatını kaybeden gençlerin katillerinin aklandığı, bu vahşete isyan edenlere hapis cezaları verilebildiği bir ülke haline geldik.
"Gezi’de gür sesleriyle biz de varız diyen kadınların, LGBTİ+ bireylerin taleplerinin yok sayıldığı, cinayetlere kurban gitmelerine ses çıkarılmasının engellendiği bir ülke haline geldik.
"İşçilerin ekmeğine, köylülerin ürününe sahip çıkmasının istenmediği, hayatın pahalı, emeğin ucuz olduğu bu düzenin sorgulanmasının, emeğinin karşılığını talep etmek için ses çıkaranların vatan haini olarak görüldüğü bir ülke haline geldik.
"Başta GEZİ parkı olmak üzere ülkemizin yeşiline, doğasına, kaynaklarına sahip çıkacak demokratik bir ülke mücadelesinden vazgeçmeden, delillere dayanan objektif ve tarafsız yargılama yapan bir adalet sistemi kuruluncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz.
"Bu hukuksuzluk, bu keyfilik, bu adaletsizlik, bu vicdansızlık, bu düşmanlık sona erinceye kadar; arkadaşlarımız serbest bırakılıncaya kadar, dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak girecek bu davalardan beraat edinceye kadar mücadeleye devam edecek, arkadaşlarımızı yalnız bırakmayacağız!
"2013’ün Haziran’ında Gezi Parkı’ndaki o rengarenk, dayanışmacı anlayışı sahiplenen tüm yurttaşları özgürlük ve demokrasi talebiyle ülkemizin geleceğine umut olan tüm kurumları, “darbecilik” gibi asılsız ithamlarla lekelenmek istenen Gezi’nin gerçek tarihine sahip çıkmaya çağırıyoruz.
"Gezi’ye sözünü ve sesini katan milyonlar adına; ülkemizde adaleti, demokrasiyi, özgürlüğü ve doğa - kent katili rant projelerine karşı duruşu simgeleyen, başta GEZİ Parkı olmak üzere ülkemizin her şehrinde parkları çoğaltacak, çocuklarımızın oyunlar oynayacağı bu parklarda bütün çocuklarla birlikte “Mücella ablamızın içindeki çocuğun” da bineceği salıncaklar kuracak, GEZİ’nin inatçı, yaramaz ve mücadeleci çocukları, kadınları ve gençleri olmaya devam edeceğiz. Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!"
Sıraselviler Caddesi’nden Karaköy’e doğru yürüyüşe geçen gruplar, “AKP halka hesap verecek”, “Her yer Taksim her yer direniş” sloganları attı.
Cihangir’in arka sokaklarında grubun önünü kesen polis, aralarında gazetecilerin de olduğu en az 20 kişiyi gözaltına aldı.”
Kötülüğün tablosu güncelleniyor. Hamaset ve rövanş beklentisiyle tarumar edilmeye hala devam olunan bir sahnede, belki de demokrasi tarihinin en çok ortaklığa, çok sesliliği var etmiş olan bir müşterek direniş Gezi Başkaldırısı, seçilmiş insanların hedef kılınmasıyla alt edilmek isteniyor. Bunca kolayca, malum şahsın beklentisi / tahayyülü için yıllardır sündürülen, her defasında hem kamu nezdinde, hem de sözleşmesi altında imzasının olduğu AİHM yargısına göre “suçsuz” insanlar “hedef” ve tutsak kılınır. Dahası kötülüğü bir normatif olarak ele alan baş amirin, bir iftar sofrasında Osman Kavala’yı Soros’un yerli şubesi olarak tanımlaması gibi kadük betimlemelere girişmesinin hazin halidir kötü dediğimiz meseli en betinden güncelleyen. Hiçbir içtihat bahsini tanımadan, istibdat rejimi neyi gerektiriyorsa bunu var etmiş olagelen bir yerde bırakalım bir normalliği hiç ama hiçbir surette bir tek iyi gün var edilemez. Öylesine değil sahiden de kuralın da hak ve hukukun da zehirlendiği, yok addedildiği zeminde bütün çürümenin kılınır. Budur zati o kötülük.
Biteviye Saray ve şürekasının hedef kılması, yaygın medya denilen soytarılar sürüsünün bir biçimde bu kesintisiz infaz döngüsüne rehineliği ile Gezi bir kere daha itham edilmek istenir. 2015’in karanlığında çıka gelen her hangi fecaat varsa onu kendisinin koltuğunu tam anlamıyla muhafaza edebilmek adına kullanan bir zevatın sunduğu şey bile bile afaki bir kötülüktür. Milyonlarca oyun sahibi Türkiye’deki tek muhalefet partisi / örgütlenmesi için terör yapılandırması diyebilmek ne kadar kadük bir benzetmeyse, iş insanı olmaktan da öte sahiden de bu bataklığa dönüşmüş yerde bir cevherin öyle ama böyle muhafazasını tasavvur eden, Anadolu’nun kaybının telafisine çalışan bir insanı hedef kılmak da benzeş bir iştir. Kent hakkının, yaşama düşürülen devletli gölgesinin, bütün o ülkeyi Gezi Parkı sınırlarından başlayarak betona boğmuş / bir buna teşne olup sahiden de başarabilmiş olan akla karşı hayatı savunman isteminin ta kendisi suç kılınabilir mi? Bir kötülük şablonunda bir o yana bir bu yana savrulup duruyor memleket. Düzenin vaat olmaktan alıkoyduğu her şey bir gasba çıkıyor. Demokrasinin laf kılınmasından, hürriyetin talanına, ekonomik çöküş halinden, dipsiz, sınırsız bir tahakküm etme pratiğine her şey yeniden ve yeniden ol sıradana karşıtlıkla bina ediliyor. Neresinden her hangi yönünden bakılırsa bakılsın devlet dediğinin şimdiki yönetimi, o (lafta) muhalefet diye var edilmiş kendisinin laciverdinin elinde un ufak edilmiş bir menzili göstere gelir. Budur hep bu hallere rehin edilmiş bir yerdir o yeni yepyeni ülke! Yalan mı? Aynı ülkede olduğumuz halde, her nasıl bunca kötülüğün, bu kadar afaki bir biçimde yıldırı ve cerahatin birlikteliğine karşı itirazsız, her şey normal gibi yapılabiliyor sahiden de düşünmüyor musunuz? Cerahatin kollarına rehin edilmiş ola gelen hayatın ta kendisi, hiçbirimiz için ama hiç kimseler için bir çıkış umudunun zerresi konulmasın / kalmasın diye devam olunan bir sürek avında hayatın ol karanlıktan kurtarılmasına daha çok var mıdır? Bütünüyle hayat mahvedilirken, her gün hep “bağzı şeyler” muktedir eliyle yıkılırken, her şey yerle bir edilirken var edilmiş cehennemin farkına ne zaman varılacaktır sahiden? İtiraz ne zaman, dur demek ne zaman, hangi zaman, derdimizdir...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Aris MESSINIS – AFP / Getty Images v/ Global News
1 note · View note
onderkaracay · 2 years
Text
Tumblr media
🗣️ Danışıklı Dövüş Oyunu
Önce bugün ağlayan sermayeye yanıt vereceğim.
Gerçi 2015 yılında Mobbing Bank ile yanıt verdim. Olsun bir kez daha tam zamanıdır.
Hangi yüzünüze yanıt verilebilir bilmiyorum.
28 Şubat operasyonunu destekleyen siz değil miydiniz?
2002 yılında medyanız ile destek verdiğiniz bu iktidarı destekleyen ve özelleştirme talanı için kol kola giren siz değil miydiniz?
Diyarbakır da açılım toplantısı yapılırken orada değil miydiniz?
Bilderberg, Chathaume House, CFR ile gizli ilişkiler kuran siz değil misiniz?
Hileli referandum ile rejim tek bir kişiye teslim edilirken, hukuk yok edilirken sesi çıkmayan bugün para kaybedince sesi çıkan siz değil misiniz?
1946 yılından bu yana kaybeden biz kazanan sürekli siz değil misiniz?
Emperyalizmin işbirlikçisi olup devlet yok şirketler var diyen siz değil misiniz?
Küresel sömürünün ortağı siz değil misiniz?
Alışveriş merkezleri açılırken, ithalat borç ile ülke talan edilirken birlikte vurgun vuran siz değil misiniz?
12 Eylül sonrası Kenan Evren'e mektup yazarak destek veren siz değil misiniz?
1983 sonrası açılan borsa ile sıcak para ile vergi ödemeden para kazananlar ile iş tutan siz değil misiniz?
Beton ekonomisi ile bankalarınıza kaynak aktararak aşırı zengin olan milleti kredi kartı, bireysel kredi ve ipotekli kredi ile soyan siz ve yabancı işbirlikçileriniz değil mi?
Bankada çalıştığım zaman çalıştığım banka her gün üç kişiye bireysel kredi vermemizi toplam tutarı doksan bin lira olacak hedefi tutturmayan sube müdürü gelip bölge müdürü önünde tek ayak üstünde hesap verecek diyen siz değil misiniz?
O hedefin ne hedefi olduğunu bilen siz değil misiniz?
Gelelim şimdi muhalefet partilerinin işbirlikçi tutumlarına!
2002 yılında siyasi yasağı destek vererek kaldıran siz değil misiniz?
Ülke özelleştirme ile talan edilirken buna karşı çıkmayan, millete kamulaştırma sözü vermeyen dolaylı bu sömürgeye destek veren siz değil misiniz?
Referandum sonrası seçimi kaybetmek için Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday gösteren siz değil misiniz?
Muhalefetten biri bu iktidarın her türlü işlediği suçuna ortak olmak için hala yanında değil mi? Milletin yararına her talebi reddeden siz değil misiniz?
Bu iktidar partisinden ayrılarak yeni partiler kurarar neoliberal politikalar ile sermaye adına yetki alana kadar halkı dolaşarak kandırmak isteyen siz değil misiniz?
Bugüne kadar sadece seçim kazanmak için halkı kandırana kadar halk ile birlikte olan seçim bittikten sonra unutan siz değil misiniz?
Bu iktidarı sermaye ile birlikte ayakta tutan siz değil misiniz?
Yeter mi?
Hangi yüz ile sermaye para versin biz yeni sayfa açarak milleti borçlandırma ekonomisi için yetki istiyorsunuz?
Atatürk'ün yarım kalan devrimlerini tamamlamak için neden içinizden insanlığın gelmiş geçmiş en büyük devrimcisinin devrimine sahip çıkmıyor?
Özellikle CHP sizde hiç vicdan yok mu?
İktidar olunca ne yapacaksınız sermaye talebini yerine getirmek dışında?
Önder Karaçay
2 notes · View notes
maho0326 · 3 years
Text
5 Aralık Kadın Hakları Günü kutlu olsun! Nedir, ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
Bugün 5 Aralık Kadın Hakları Günü... Bugün, Atatürk Devrimleri'nin en önemlilerinden birisinin, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının yıl dönümü. 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kadınların ilk kez oy kullanmasının ve aday olabilmesinin önü açıldı. Türkiye, Fransa'dan Fransa ve İtalya'dan 11, Romanya'dan 12, Bulgaristan'dan 13, Belçika'dan 14, İsviçre'den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştı.
Tumblr media
5 Aralık 1934’te Atatürk, bir kez daha tüm dünyaya örnek olacak bir karara öncülük etti. Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkı için harekete geçti. Ve, Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklik ile bundan tam 86 yıl önce kadınlar, en demokratik haklarına kavuştular.
TÜRKİYE’DE KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ TANINMASI
Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkını elde etmesi; toplumsal hayatta gerçekleşen Atatürk Devrimleri'nin en önemlilerinden birisidir.
1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934'de Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
Tumblr media
BELEDİYE SEÇİMLERİNDE SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Kadınların belediye seçimlerinde seçme ve aday olma hakkı 3 Nisan 1930’da Belediye Kanunu’nun kabul edilmesiyle tanındı.
KADINLARIN KATILDIĞI İLK BELEDİYE SEÇİMLERİ
Kadınlar siyasal haklarını ilk kez 1930 yılındaki Belediye seçimlerinde kullandılar. Seçimler, Eylül başından Ekim'in 20'sine kadar sürdü. Şehir meclislerine girebilen kadınlar arasında İzmir seçimlerinde Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)'nın iki kadın adayı olan Hasane Nalan ve Benal Nevzat Hanımlar ile, İstanbul seçimlerinde CHF adayı olan Rana Sani Yaver (Eminönü), Seniye İsmail Hanım (Beykoz), Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu), Nakiye (Beyoğlu), Latife Bekir (Beyoğlu) Hanımlar vardı.
Tumblr media
MUHTAR SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Köy Kanunu’nun 20. Maddesinin değiştirilmesine dair 26 Ekim 1933 tarihli ve 2329 sayılı kanunun çıkarılmasıyla; kadınların köy muhtar ve heyetlerine seçilme hakkı tanındı.
İLK KADIN MUHTARIN SEÇİMİ
Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Demirdere köyünde (Bugünkü Karpuzlu ilçesi) yaklaşık 500 oy alarak seçimi kazanan Gül Esin, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın muhtarı oldu.
MİLLETVEKİLİ SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Türkiye'deki kadınlar milletvekili olabilmek için ilk adımı 1923'te atmışlardı. Bu adım, kadınların 1923 yılında Nezihe Muhiddin önderliğinde ilk kadın partisi ‘Kadınlar Halk Fırkası’nı kurma isteğiydi. Fakat 1909 Seçim Kanunu sebebiyle bu parti kurma girişimi, Kadınlar Halk Fırkası'nın Türk Kadınlar Birliği adlı derneğe dönüşmesi ile sonuçlanmıştı.
Tumblr media
1924 anayasası hazırlanırken kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olması gündeme geldi ancak TBMM genel kurulunda bu hakların yalnızca erkeklere tanınması fikri ağır bastı.
Gerekli yasal değişiklik 1934 yılında Başbakan İsmet İnönü ve 191 milletvekilinin sunduğu Anayasa ve Seçim Kanunu’nda değişiklik yapılmasını öngören yasa önerisi sonucu gerçekleşti. Öneri, 5 Aralık 1934'te Mecliste görüşüldü. Yapılan oylamada, 317 üyeli Meclis’te, oylamaya katılan 258 milletvekilinin tamamının oyuyla değişiklik önerisi kabul edildi.
Anayasanın 10. ve 11. Maddeleri değiştirilerek her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verildi. Bu anayasa değişiklikleri çerçevesinde İntibah-ı Mebusan Kanunu (Milletvekili Seçimi Kanunu)'nda 11 Aralık 1934'de yapılan değişiklikler sonucu anayasada tanınan haklar seçim kanunuyla da düzenlendi.
Tumblr media
Yasanın çıkmasının ardından 7 Aralık 1934'te, Türk Kadınlar Birliği İstanbul'da Beyazıt Meydanı'nda büyük bir kutlama mitingi ve Beyazıt'tan Taksim'e bir yürüyüş düzenledi.
Kadınların ilk kez oy kullandığı ve aday olabildiği TBMM V. Dönem seçimleri 8 Şubat 1935’te yapıldı. 17 kadın milletvekili ilk kez TBMM’ye girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı. Böylece kadınlar TBMM'deki tüm milletvekillerinin (400) yüzde 4,5'ini oluşturdular.
FRANSA VE İTALYA’DAN ÇOK DAHA ÖNCE
Bu oran, Cumhuriyet tarihinde kadınların TBMM'de en yüksek temsil oranlarından birisiydi. Bu özelliğini de 2007 genel seçimlerine dek korudu. Türkiye, Fransa’dan Fransa, İtalya, Hırvatistan, Slovenya’dan 11, Romanya’dan 12, Bulgaristan’dan 13, Belçika’dan 14, Yunanistan’dan 15, İsviçre’den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştı.
Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/5-aralik-kadin-haklari-gunu-kutlu-olsun-ne-zaman-nasil-ortaya-cikti-kadinlara-hangi-haklar-tanindi-2118606/
6 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Sözcü Gazetesi'nden Erdoğan Süzer'in haberine göre, Elektrik Piyasası Kapasite Mekanizması Yönetmeliği Değişiklik Taslağı'na göre, bugüne kadar elektrik alım ve doğalgaz temin garantileriyle devlete kolay yoldan elektrik satıp bol para kazanan ancak garanti süreleri bittiği için halen piyasa kurallarına göre çalışmaları gereken elektrik santrallerine halkın cebinden pandemi yardımı yapılacak. Taslağa göre, destek mekanizması dışında kalan “yap-işlet” santralleri ile yaşı 13 yıldan büyük ve ithal kömür ve doğalgaz kullanan santraller 1 Temmuz 2021 tarihinden itibaren yardım mekanizmasına dahil edilecek. Yardımları almak isteyen santral sahiplerinin, düzenleme resmen yayımlandıktan sonra 15 gün içinde başvuru yapmaları yeterli olacak. Vatandaştan toplanacak hazır parayı istemeyip başvuru yapmayanlara ise ödeme yapılmayacak.  ABONE ANLAMAYACAK Şirketlere ödenecek pandemi yardımı parası, sistem işletmecisi olan kamuya ait Türkiye Elektirik İletim Anonim Şirketi'nin (TEİAŞ) gelir tavanına eklenecek. Gelir tavanındaki harcamalar ise elektrik faturaları aracılığıyla halka yansıtılacak. Bu harcamalar daha önce iletim sistemi kullanım bedeli olarak faturalarda görünüyordu ancak halk tepki göstermesin diye bu harcamalar dağıtım giderlerinin içine konulduğu için artık faturalarda yer almıyor. Dolayısıyla şirketlere aktarılacak paraları halk faturasının içinde “gizli zamla” ödeyecek ancak patronlara yardım yaptığının farkında bile olamayacak. https://www.instagram.com/p/CN9VOI5Ldh6/?igshid=1i9dbqd3kottl
1 note · View note
banasorarsan · 4 years
Text
🎥🎬🎼
Merhaba...
Bu sefer toplu bir öneri yazısı olacak. İzlediğim sayılı müzikaller hakkında minik minik yorumlar yazacağım. Bilmiş bilmiş takılmaya bayılıyorum. Yüz yüze iki kelimeyi bir araya getiremem ama burada kalkmışım müzikal yorumluyorum. Peh! (kendi kendime laf sokarım, acımam.)
Gelelim müzikallere. Müzikallerle tanışmam çok yeni olduğu için öyle muhteşem şeyler yok listede. Sıralamayı random bir şekilde yapıyorum.
Chicago
Tumblr media
2002 yapımı film 6 dalda ödül almıştır. 1968 yılından beri Oscar kazanan ilk müzikal filmiymiş. Normalde Broadway'de sergilenen bir müzikalmiş sonradan beyaz perdeye uyarlanmış. Açıkçası ben ilk denememde izleyemeyip sonraki denememde izlemiştim. Hani bazı filmler için doğru zaman gerekir ya bu da onlardan. Hikaye hapishanede geçiyor. Başrolümüz Roxie sevgilisini öldürüp hapishaneye girer ve orada kocasını öldürmüş o zamanların ünlüsü bir kadınla rekabete girerler. Bunların avukatları aynı kişidir ve ikisi de idamdan kurtulmak için uğraşırlar. Katil bir kadının paparrazilerin kuklası haline gelip sempati kazanma hikayesi bir nevi. Dans, şarkı, müzik, hikaye güzel, vermek istedikleri mesaj incee...
Les Miserables
Tumblr media
Türkçe anlamı; Sefiller. Çoğunuz zaten Victor Hugo'nun Sefiller romanını biliyorsunuz. Kitabı okurken başta kafamda bütünleyemediğim noktalar olmuştu. Çünkü birden fazla insanın hikayesi anlatılıyor. Zaman ilerledikçe bu insanların bir şekilde yolları kesişiyor. Epik bir roman, epik bir müzikal. Uzun bir zaman dilimi anlatılıyor. Şimdi bi' ana hikayemiz var. Bu ana hikayenin arka planında da sefalet içindeki halk ayaklanıp Fransız Devrimi'ni gerçekleştiriyor. Yani aynı anda çok fazla şey gerçekleşiyor. Müzikler efsane! Yer yer tüyleriniz diken diken olurken bazı yerlerde gözlerinizden yaşlar akıyor. Russel Crowe, Hugh Jackman, Helena Bonham Carter, Eddie Redmayne, Sacha Baron Cohen gibi sağlam isimler, müzikali daha da sağlamlaştırmışlar.
Cabaret
Tumblr media
1972 yapımı dramatik/müzikal türündeki film 1931 yılının Berlin'inde geçmektedir. O dönemler tam da Nazilerin yükselişe geçtiği dönemler. İngiltere'den Almanya'ya öğretmenlik yapmak için gelen bir adam ile kabarede şarkı söyleyip dans eden bir kadın arasındaki ilişki üzerinden o dönemdeki siyasi olaylar anlatılmaktadır. Müzikal sahneleri çok az olmakla birlikte, ağır ilerleyen hikayesi sizi biraz sıkabilir. Kısacası bu da doğru zamanda, sakince izlenilmesi gereken bir filmdir.
**Yazmaktan sıkıldığım için kalanı daha sonra paylaşacağım. Yani "to be continued" anacım!!**
3 notes · View notes
belkidebirharfimben · 5 years
Text
Bediüzzaman Ekrem İmamoğlu'nu destekler miydi?
"Kimi din öğretimine saldırır, kimi 'bir İslam medeniyeti olmadığını' haykırır, kimi senede bir yıkandığını ve dinsiz olduğunu yazar-söyler, meclislerinde Hz. Muhammed'e iğrenç kelimelerle söver. Halk Partisi kendi gazetelerinde bu zındıklara sözhakkı vermeğe devam ettikçe, unvanının başına 'Cumhuriyet' değil 'Şeriat' kelimesini koysa, yine müslümanlığa ve manevî değerlere saygı beslediğine hiçkimseyi inandıramayacaktır." Peyami Safa, Kavga Yazıları.
Bilmiyorum Allah hepsini yazmayı nasip eder mi? Fakat mürşidimin Münazarat'ının geçmişten bugüne bir dizi 'yanlış yorumlamaya' tâbi tutulduğunu, yapılan bu yorumların 'geçerli tek yorum' muamelesi gördüğünü, 'aksi düşünülemez' bir hale getirildiğini, hatta hasbelkader başka türlü anlaması mümkün olan genç nur talebelerine de (nefes almasına fırsat verilmez şekilde) bu hâkim görüşlerin dayatıldığını düşünüyorum. Zaman zaman da yazılarımda dokunuyorum bunlara. Ama ne benim dokunuşlarım yeterli ne de gerçeğe sahiden ilgi duyanların sayısı çok. Ezber bozulması bir açıdan konfor bozulması sayılacağından müşterisi de elbette az oluyor.
Risale okurken kafamdan çıkmayan mana şu: Bediüzzaman'ın yolu ehl-i sünnet cadde-i kübrasından, sahabe mesleğinden, selef-i salihînin nuranî silsilesinden ayrılmış olamaz. Çünkü o da ehl-i sünnet medreselerinden yetişmiş, kaynaklarından beslenmiş, renkleriyle renklenmiş bir âlimdir.
Ooooo! Ama bunu şimdi şuraya açık açık yazdım ya. el-Aman! Belki kopmuştur çoktan kıyamet. Çünkü yüreği şu kadarını bile kaldıramayacak nur talebeleri(!) var piyasada. Zira çoktan gelenek dedikleri şeyin "Tüüü, kıııh, kaka!" olduğunu  ezber etmişler. Artık bu çamuru(!) hiç Bediüzzaman'a yakıştırırlar mı? O metinlerinde kendisini kaç defa 'ehl-i sünnet' olarak tarif ederse etsin. Olamaz. I-ıh! Cık! E-eeh! Şeyhimiz kendisine 'ehl-i sünnet' diyorsa şeyh haltetmiş demektir. Hatamız ihtimali konuşulamaz.
İş o kerteye varmıştır ki, şeyhe, 'nice bir şeyh olduğunu' artık müridleri öğretmektedir. Bu yolda gerekirse metinlerine dahi, Umberto Eco'nun tabiriyle 'aşırı yorum'lara uğratılarak, ayar verilmektedir. Sonra, eğer zamanın şartları değişip eskileri uygun gelmezse, yeni bir aşırı yoruma daha tâbi tutulmaktadır mezkûr metinler. Çünkü devir anlı-şanlı modern devirdir. Modern devirde herşey çağın gereklerine hizmet ettiği kadar kapıdan geçer.
Çağın gereklerinden birisi de elbette 'demokrasi'dir. "Meşrutiyet ne kadar demokrasidir? Demokrasinin 'meşrua'sı nasıl olur? Meşrutiyete dair metinler bugünün şablonuna ne derece uyar? Nüansları nelerdir?" falan-filan soramazsınız bunları. Nereye soruyorsunuz? Höttürü-böttürü kabuller keser soluğunuzu bir anda. Belki ucunda aforoz tehlikesi bile vardır.
Mesela: Bugünlerde kimi eller marifetiyle tekrar tedavüle sokulan o metin. Bediüzzaman'ın gayrimüslimlerin memuriyetinin mümkünlüğünü savunduğu o yer. Ay, ay, ay! Neler başına gelmektedir bu sıralar onun! Hafazanallah! Gönüllerini CHP'ye kaptırmış kimseler elinde neler olmuştur o metne? Dur bakalım. Acele etmeyelim. Önce metni bir alıntılayalım:
"Sual: Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar. Nasıl olur? el-Cevap: Saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gibi... Zira, meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. Gayr-ı müslim reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farz ediniz ki, memuriyet bir nev'i riyaset ve bir ağalıktır. Gayr-ı müslimlerden üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz vakitte, millet-i İslâmiyeden aktâr-ı âlemde üçyüzbin adamın riyasetine yol açılıyor. Biri zayi edip bini kazanan, zarar etmez."
Bediüzzaman'ın bu umudunun demokrasilerde ne kadar gerçekleştiğini, sistemlerin bu güzel hayala ne kadar müsaade ettiğini, 'biri zayi edenin bini kazanıp kazanamadığını' sorgulamayı bir başka yazıya bırakalım. Ama şuraya bir parantez açalım: Bediüzzaman böyle demekle, koşulsuz bir şekilde, 'müslümanları gayrimüslimlerin yönetebileceğini' ifade ediyor muydu? Yani burada söylediği bir tür mandacılığın, ehl-i küfür tarafından yönetimin, müslümanlar adına mümkün olabilirliği miydi? Eğer böyle düşünüyorsa "Sizden olan ululemre itaat edin!" ayetine muhalefet etmiş olmuyor muydu?
Hâşâ! Kendisinin hem Ruslara karşı yaptığı cihadı, hem İngiliz işgaline karşı yazdığı metinleri, hem de Yunan'a karşı yapılan Kurtuluş Savaşı'na verdiği desteği bilenlerler olarak diyoruz ki: Kesinlikle ve kesinlikle böyle birşeyin imkanını tartışmıyor Bediüzzaman. Bunu kastetmiyor. Hatta 1. Meclis'te okuduğu 'namaza dair beyannameden' anladığımız kadarıyla Türkiye'deki hükümetlerin dindarlıktan uzaklaşmasına bile razı değil. Ya?
Onun kastettiği 'idarenin üst seviyesinin tartışmasız şekilde müslümanlarda olduğu bir yönetimde' onların memurları mesabesinde 'gayrimüslimlerin istihdam edilebileceği'dir. Zarureti değil imkanıdır. Burada Bediüzzaman'ın kaymakamlık/valilik gibi makamları 'reislik' değil 'hizmetkârlık' olarak tarif etmesi de aslında 'açtığı sınırlı sorumluluk alanı'nı ifadeye yönelik bir izahtır.
Evet. Osmanlı'da zaten gayrimüslim memurların istihdam edildiğini biliyoruz. Bu istihdamlar elbette şeriatın sınırladığı alanlarda oluyordu. Örneğin: Şeyhülislamlık makamına bir gayrimüslim oryantalist profesör getirilmiyordu. Kimin-ne olabileceğinin elbette sınırları vardı. İşleyişin zarar görmeyeceği, yetkinin din-ümmet aleyhinde kullanılamayacağı, aksine fayda sağlanacağı alanlarda istihdam mümkündü. Fakat tekrar dikkat çekelim: 'İstihdam' olarak mümkündü. Yoksa seçim yoluyla bir başa getiriş değildi bunlar. Bediüzzaman bu tür istihdamların mümkünlüğünü belirttiği hiçbir yerde seçimden/oylamadan bahsetmiyordu. Atayan kimdi peki? Atayan halifeydi. Evet. Şaşırmayalım. Çünkü bunları ifade ettiği rejim 'demokrasi' değil 'meşrutiyet'ti. Devamındaki soru-cevaba bakalım:
"Sual: Şeriatın bazı ahkâmı, meselâ valilerin vazifelerine taallûku var. el-Cevap: Bundan sonra bizzarure hilâfeti temsil eden Meşîhat-ı İslâmiye ve Diyanet dairesi, hem âli, hem mukaddes, hem ayrı, hem nezzâre olacaktır. Şimdi hâkim, şahıs değil, efkâr-ı âmme olduğu için, onun nev'inden şahs-ı mânevî bir fetvâ emîni ister. İşte şu hâkimin fetvâ emînisi, Meşîhatta mezâhib-i erbaadan kırk elli ulemâ-i muhakkik bir meclis-i mebusân-ı ilmiye teşkiliyle şahs-ı mânevîleri, öteki şahs-ı mânevîye fetvâ emînlik edecektir. Yoksa, hâkim ve müfti bir cinsten olmazsa, birbirinin lisânını anlamazlar. Zira şahs-ı vâhid; şahs-ı mânevîyi kandıramaz ve tenvir edemez."
Alıntıladığımız bir önceki metni 'modern demokrasi' gibi anlayanlar acaba bu kısma ne der? Hemen devamı üstelik. Ne diyor Bediüzzaman burada? Denetleme gücünün Halife ve Meşihat-ı İslamiye'de olduğu, bugünkü tabirle, Diyanet İşleri'nin tüm yetki sahiplerinin yetkilerini şeriat içinde istimal edip-ettiğinden emin olacak güce sahip olduğu bir sistemde söylüyor bunları. (Bugün bir Diyanet İşleri yetkilisi "Faiz haramdır!" diyecek olsa "Başıma birşey gelir mi?" diye üç kere yutkunuyor.) Yoksa "Verelim mazbatayı Ekrem İmamoğlu'na da isterse Diyanet Kitap Fuarı'nı yasaklasın!" gibi bir serbesti yok orada. Şeriatın sınırladığı bir sorumluluk alanı var. Bugünkü belediye başkanlıkları böyle mi peki? Oraya geçen herhangi bir CHP'li aldığı yetkiyle "Oleeey! Bu sene Ramazan'ı dualarla anacağız. Çünkü Dua Lipa konseri düzenletiyorum!" dese yaptırmayacak güç kimsenin elinde var mı?
Eğer bir süredir müşterisi olduğunuz Liberal endoktrinasyondan çıkabilirseniz siz de pekala görebilirsiniz bu netliği. Evet. Bediüzzaman böyle birşeyin 'mümkünlüğü' tastamam 'dinin meşruiyeti sağladığı bir sistemde' konuşuyor. O yüzden ismi sadece meşrutiyet değil zaten. Ya? 'Meşrutiyet-i meşrua.' Acaba siz bu sistemin hakikaten ne olduğuyla yüzleşmeye hazır mısınız? Yoksa "Aman, ne derin düşüneceğim, demokrasi derim geçerim!" diye teselli mi oluyorsunuz? Yoksa orası için söylenmiş herşeyi, hatta üzerine ne Liberal yorumlar katarak, burası için de mümkün mü görüyorsunuz? Bence bu teselli ahirette kurtarmaz. Aynı eserde diyor ki mürşidim yine:
"Sual: Bazı nâs senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a'mâl ve etvârı pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan'ı yer, rakı içer, namazı terk eder. Böyle, Allah'ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadakat edecektir?
el-Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san'at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San'atta maharet ise müreccahtır. Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değiller, belki şeyn Türktürler. Yani fena ve çirkin Türktürler. Genç Türklerin râfızîleridirler. Herşeyin bir râfızîsi var. Hürriyetin râfızîsi de süfehâdır."
Ben, bu metni okuduğum zaman, hani neredeyse CHP için oy toplayacak hale gelen bazı kardeşlere sormadan edemiyorum: Acaba siz 'hamiyet' ile 'iş'i birbirinden sapasağlim ayırabiliyor musunuz? Sandıkta geniş yetkilerle donatılacak bir CHP'linin, o yetkileri, salt nöt bir alan olan 'iş' için mi, yoksa yürekteki taraftarlıktan beslenen 'hamiyet'i için mi kullanacağından emin misiniz? Bence demokrasilerde hamiyetin işin içine karışmayacağını sananlar aldanırlar. Zira CHP, Bediüzzaman'ın bu metinleri haklarında söylediği Jön Türkler'den farklı olarak, kendisini din karşıtlığı üzerine kurgulamıştır. İktidarda olduğu dönemlerde de kendi sosyolojisini yetiştirmeye çalışır/çalışmıştır. Bu son cümlem için ayrıca delil söylemeyi abes görüyorum.
Metni uzakmak istemem ama, Bediüzzaman aynı eserde, bugünkü CHP zihniyetinin Jön Türkler içindeki kısmının ancak 'yüzde onu' olduğunu ifade ediyor. Yani yüzde doksanının hayırlı insanlardan oluştuğu kanaatinde. Aynı şey bugünkü CHP için söylenebilir mi? Yoksa CHP bu yüzde onun yüzdeyüzü ele geçirmiş hali midir? Bunu da vicdanlarımıza soralım lütfen:
"İşte onların bir kısmı, İslâmiyet fedâileridir. Bir kısmı da, selâmet-i millet fedâileridir. Onların ukde-i hayatiyelerini teşkil eden, mason olmayan ekseri, İttihad ve Terakkidir. Ve sizin şu aşâiriniz kadar ulema ve meşâyih Jön Türkler meyanında mevcuttur. Vakıa onlarda birtakım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur. Yüzde doksanı sizin gibi mu'tekid müslimlerdir. Ve'l-hükmü li'l-ekser."
Özetle kardeşlerim: Paşa gönlünüz bilir. İstediğiniz kişiye oyunuzu verin. Kimse karışamaz. Fakat lütfen, binlerce kere lütfen, Bediüzzaman'ın metinlerini incitmeyin. Onu ehl-i sünnet cadde-i kübrasının dışına, hevesleriniz/hırslarınız uğruna, sürüklemeyin. Yazıktır. Günahtır. Ayıptır. Üzerimizdeki hakkına hıyanettir. O, bir tarafta CHP'nin bir tarafta AK Parti'nin olduğu hiçbir yerde "Liyakatli olsun da ister çamurdan olsun!" diye CHP'liyi destekletmez. Çünkü, sizin aksinize, o siyasete ilişkin daha derin okumalar yapar. Partilerin kendilerini ne üzerine kurguladıklarıyla da ilgilenir. Siz böyle değilsiniz. Sizin bu meydanda müellif-i muhteremi konuşturmaya hakkınız yoktur. Gidiyorsanız, buyrun, tek başınıza gidin. Risale-i Nur'u sürüklemeyin. Malınız değildir ki yalnız sizin peşinizde dolaşsın. Yapmayın. Etmeyin. Kullanmayın. Vallahi tokadını yersiniz.
5 notes · View notes
abolisyonistvegan · 6 years
Text
Los Angeles Kürk "Yasağı" Gerçekte Ne Elde Etti?
EMILIA LEESE
Tumblr media
Sorunun kısa cevabı şu: Hayvanlar için çok az şey elde etti. Şimdi yazının devamını okumaktan vazgeçebilir, sonra da Instagram'da fotoğraflara bakmaya dönebilir ve/veya bana keyif kaçırıcının teki olduğum için öfkelenebilirsiniz. Yine de konuyla ilgili benimle birlikte düşünmek isterseniz, okumaya devam edin, belki o kadar da tatsız bir yazı değildir.
Önce şuradan başlayalım, bu "yasak" neyin nesi? 18 Eylül 2018'de, Los Angeles Kent Konseyi, gerçekleştirdiği anonim oylamanın sonucunda (3 fireyle) Los Angeles'ta kürk ürünlerinin üretimini ve satışını yasaklama yönündeki düzenlemeler lehinde karar aldı. Bu yasağın şu raporda yer alan bazı istisnaları var; örneğin dini gerekçelerle kullanımlar ya da yasal yollarla yakalanmış hayvanların kürklerinin yeniden satılması gibi durumlar istisna sayılıyor. "Yasak" kararın alınmasından sonraki iki sene boyunca yürürlüğe sokulmayacak. Batı Hollywood, Berkeley ve San Fransisco'da da benzer "yasaklar" söz konusu.
Bu "yasak", kürkün yasaklanması anlamına gelmiyor. Los Angeles'ın dışından hâlâ kürk satın alınarak Los Angeles'a nakliye ettirmek mümkün. Hâlâ her yerde kürk giyilebiliyor ve yasağın olmadığı yerlerde kürk üretimi aynen devam ediyor. Kürklü hayvanlar hâlâ yetiştiriliyor, tuzağa düşürülüyor, sömürülüyor ve öldürülüyor. Ne kadar "insani" biçimde öldürüldüklerinin bir önemi yok, ölmek istemeyen birini öldürmek hiçbir zaman "insani" olamaz. Bu esnada kürk endüstrisi yasağa ve en azından bu sezonluk kürk kullanmamaya karar veren birkaç modaevine rağmen hâlâ sapasağlam duruyor.
Ayrıca yasanın ne kadar etkili olacağını da sorgulamak zorundayız. San Fransisco'da yasak Kamu Sağlığı Departmanı tarafından şehir kurallarının ihlal edilmesi meselesi olarak ele alınarak uygulamaya geçirilecek. Yönetim halktan bir şikayet aldığında ihlali kontrol etmek üzere ilgili yere bir teknisyen gönderecek. Muhtemelen Los Angeles da benzer bir yol izleme niyetinde, ancak bu konuya raporda değinilmiyor. Yasanın uygulanmasındaki bir zorluk da, gönderilecek teknisyenin satılan kürkün "yasal yollarla tuzağa düşürülmüş hayvanlardan" (evet, Kaliforniya ve ABD federal kanunlarında hayvanları tuzağa düşürmenin yasal yolları var) elde edilip edilmediğini nasıl tespit edeceğinin belli olmaması. Bana öyle geliyor ki yasa pek etkili değil.
İkincisi, kazanan kim? Her zaman olduğu gibi, hayvanlar değil insanlar. Mağazalarda kürk görmek istemeyen insanlar daha az kürk görecekler, hatta belki hiç görmeyecekler. Büyük hayvan grupları zafer ilan edecek ve bu yasağın haberini başka şehirlerde de aynı içi boş sonuçları elde etme vaadiyle bolca bağış toplamak için kullanacaklar. Şehir konseyi üyeleri, bir sonraki seçim kampanyalarında halk arasında popüler (ancak kendileri için yüksek bir bedeli olmayan) bir davaya destek olan bir aday olarak kendilerini tanıtma fırsatına sahip olacaklar. Büyük ihtimal bu konsey üyelerinin çok azı kürk işinde ya da öyle olsalar bile kendi işlerini kanundan muaf tutacaklar. Bunun meclis üyelerine bedeli hepi topu kendi tarihi iş yerlerini Los Angeles dışına taşımak zorunda kalacak kürk parekendecilerinden birkaç oy kaybetmek olacak. Bu oylar da çok fazla değil çünkü kürk hiçbir zaman Los Angeles ekonomisinin önemli bir parçası olmadı. Nihayetinde, bu "yasak"la beraber hayatlarında hayvanların yararına gerçek bir değişiklik yapmayan (yani hâlâ vegan olmayan, hayvan kullanımına devam eden) çok sayıda insan ne kadar erdemli ve ahlaken üstün olduklarını dünyaya duyurmanın kolay bir yolunu bulmuş olacak.
Kürk "yasağı" hareketinin destekçilerinden biri olan meclis üyesi Koretz, meclis toplantısında müthiş ve ateşli bir konuşma gerçekleştirdi. Şöyle diyordu: "Canlı bir hayvanın derisini soymaya zalimlikten başka takılabilecek bir isim yok. Bunu piyasanın çözmesini beklemek bir çözüm değil. Bu, kaçırılan insanlarla seks yapmak isteyenler oldukça insan ticaretine izin vermemiz gerektiğini söylemeye benziyor. Bunlara piyasanın karar vermesi bence uygun değil. Ve eğer hayvanlara soracak olursanız, size kürk için canlı canlı derilerinin yüzülmesini istemediklerini söyleyeceklerdir. Ne yazık ki soramıyoruz. Ama onların sesi olmak için eyleme geçmeliyiz. Sessizlerin sesi olmalıyız." 
Sayın meclis üyesi elbette haklı. Hissedebilir varlıkların derilerini yüzmek, onları öldürmek ve sömürmek ne adil ne de ahlaka uygun. Bunları yapmak için hiçbir haklı sebebimiz yok, bunları yapmaktaki tek gerekçemiz tatlarını lezzetli bulmamız ya da onlardan yapılan kıyafetleri seksi bulmamız. Hissedebilir varlıkların temel hakları ve sömürü konusunda kararı piyasaya bırakmamak gerektiği konusunda da onunla aynı görüşü paylaşıyorum. Ne var ki hayvanlar hissedebilir varlıklar olsalar da, kanunen birer nesne olarak tanınıyorlar ve insanlar onlara ancak işlerine geldiğinde ya da bunu yapmak kârlı olduğunda yaşama hakkı tanıyor. Bu böyle sürdüğü müddetçe, hayvanlar piyasadaki diğer nesnelerden farklı bir konumda olamayacaklar. Güney Carolina'daki Florence kasırgasını düşünün. Kasırgada daha ilk tespitlere göre yaklaşık 5 bin domuz ve 819 milyon tavuk ve hindi öldü. Bütün eyalette 9 milyon domuz ve 3.4 milyon tavuk ve hindi bulunuyor. Ölen hayvanların piyasa değeri tespit edildikten sonra sigorta, şirketlerin zararını karşılayacak. Meclis Üyesi Koretz,  hissedebilir bir varlığın yaşamasına veya ölmesine piyasa karar vermesin diyor, oysa vegan olmamayı seçtiğimiz her gün tam yaptığımız bu oluyor.
Meclis Üyesi Koretz'in hayvanların sessizliğiyle ilgili yaptığı yoruma bir şerh düşmek istiyorum. Hayvanların sesi var: tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında, öldürülmek için sıraya sokulduklarında ve sıranın kendilerine geldiğini fark ettiklerinde korktuklarını, gerildiklerini, üzüntülerini ve daha pek çok duyguyu ifade ediyorlar. Aynı şekilde, bir şey hoşlarına gittiyse bunu da gösteriyorlar. Onlarla kelimeler aracılığıyla konuşamasak bile hislerini anlayabiliyoruz. Buna rağmen hayvanların ihtiyaçlarını, isteklerini ve hislerini inkar etmeyi seçiyoruz, çünkü cahilce ve kibirli bir şekilde bunları ifade edebilenin sadece kendimiz olduğunu sanıyoruz. Sayın meclis üyesinin vegan olup olmadığını bilmiyorum (kendisine sordum) ancak söyledikleri vegan olmanın gerekliliğini gösteriyor ve umarım o da vegan olur.
Üçüncüsü, neden kürk özel bir ilgiye değer görülüyor? Neredeyse bir asırdır kürk meselesine takılıp kaldık. İlk kürk protestoları 1920lerde hayvanları tuzağa düşürme uygulamalarına karşı başlatıldı. 98 yıl sonra kürk hâlâ mevcudiyetini sürdürüyor. Biz kürke bu kadar odaklanmışken deri ve yün nedense(!) hiçbir itirazla karşılaşmadan kullanılıyor. Deri ve yün endüstrileri de sarsıcı miktarlarda hayvanı sömürüyor ve öldürüyor; bu hayvanlar da tıpkı kürklü hayvanlar gibi hissedebilir varlıklar ve onlar da ölmek istemiyor. Deri, yün, kuş tüyü, ipek ve kürk; hepsi ahlaken aynı şekilde yanlış.
Bitirirken, "Of ya, öyle canımı sıktın ki! Hiç mi umut yok?" dediğinizi duyar gibiyim. Umut tabii ki var. Bu "yasaklar" müthiş fırsatlar. Böylece karşımıza bu konular üzerine düşünmek, kendi tepkilerimizin farkına varmak ve düşüncelerimizi toparlamak için fırsat çıkıyor. İnsanların, hayvanların hiç gereği yokken çektiği acılar ve öldürülmeleri üzerine düşündükleri bu anları yakalayabilir ve arkadaşlarınızla, ailenizle ve içinde bulunduğunuz toplumun üyeleriyle konuşarak onların da noktaları birleştirmelerine, bu acı ve ölümlerle kendi beslenmeleri ve yaşamları arasındaki bağı fark etmelerine yardım edebilirsiniz. Sözün özü, hayvanlar için etkili, gerçek ve anlamlı bir değişiklik olsun istiyorsak tüm bu insanların vegan olmaları gerekiyor.
Eğer vegan olmayı düşünüyorsanız, vegan olmayı düşünen birini tanıyorsanız ya da veganlıkla ilgili insanları yönlendirebileceğiniz bir yer arıyorsanız şu internet sitesi size yardımcı olacaktır: www.VeganOluyorum.com *
[*] İngilizce metinde www.HowDoIGoVegan.com
Çevirinin kaynağı: 
THE L.A. FUR “BAN” – WHAT DOES IT ACTUALLY ACCOMPLISH?, EMILIA LEESE | 21 Eylül, 2018
5 notes · View notes
hbedebiyatsanat · 6 years
Text
Bir Kez Daha Tarihsel Bellek Sorunumuz
29 Eylül 2016
Daha önce de zaman zaman değinmiştim, yineleyeyim: Yaşananlar ve söylenenler Türkiye ve Kürdistan’da çok ciddi bir tarihsel bellek sorunu olduğunu adeta her gün yeniden ve yeniden ortaya koyuyor. Aynı ölçüde olmasa da bunun, sadece ezilen sınıflar/ uluslar ve onların siyasal öncüleri için değil, Türk egemen sınıfları ve onların siyasal öncüleri için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Türk burjuva devletini yönetenlerin bir yandan bölünme ve parçalanma tehlikesi paranoyası yaşarken bir yandan da böylesi bir bölünme ve parçalanmayı sağlamak için ellerinden gelen herşeyi yapmakta olmaları, bunun su götürmez bir kanıtı sayılabilir.
Eğer ezilen sınıflar/ uluslar/ mezhepler geçmişin ağır hatalarını ve trajedilerini yinelemek ve bir kez daha yaşamak istemiyorlarsa, silinen, çarpıtılan, hatta tanınmaz hale getirilen tarihlerine sahip çıkmak ve onu sapı samandan ayırarak yeniden ve yeniden öğrenmek zorundadırlar. Amerikan filozofu GeorgeSantayana’nın söylemiş olduğu gibi, “Geçmişi anımsamayanlar, onu yeniden yaşamaya mahkumdurlar.”
Santayana'nın bu doğru saptaması, Türkiye ve Kürdistan için iki kat daha önemlidir. İki kat daha önemlidir; çünkü, a) Türkiye Cumhuriyeti, bir halklar hapishanesi ve mezbahası olan ve uzun ve sancılı bir aşağılanma/ çürüme sürecinin sonunda çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun kanlı ve kirli mirası üzerinde yükselmiştir. b) İttihat ve Terakki egemenliğinden 2010'ların başlarına kadar başını askeri kliğin çektiği Türk burjuvazisi, kendi devletinin; etnik arındırma, kıyım, tehcir ve jenositle lanetlenmiş kuruluş öyküsünü unutturmak amacıyla bilinçli ve sistemli bir belleksizleştirme çizgisi izlemiş, bu amaçla bir sansür ve gerçekleri gizleme politikası sürdürmüş, sık sık arşiv belgelerini yok etmiş ya da bunların yok edilmesine göz yummuştur. Buna, başka halkların dilinin ve kültürünün yasaklanması, onların dinsel tapınaklarının, mimarlık yapıtlarının vb. yağmalanması ve yokedilmesi ve köy, kasaba ve kent isimlerinin değiştirilmesi, gibi uygulamalar eşlik etmiştir
“Yüzyıllık parantezi” kapatma savıyla ortaya çıkan ve başında AKP gericiliğinin bulunduğu siyasal İslam bu gerici geleneği aynen sürdürmekte ve dahası Türkiye halklarının son birkaç yüzyıllık dönemde elde ettiği sınırlı kazanımları ortadan kaldırmak ve ülkeyi bir Vahhabi diktatörlüğüne, ikinci bir Suudi Arabistan'a çevirmek için uğraş vermektedir. II. Abdülhamit ile Mustafa Kemal Atatürk gibi iki gerici figürün isimleri çevresinde sürdürülen bu egemen sınıf-içi kavga, her iki kanat arasında Gülen hareketine karşı kurulan taktiksel bağlaşma nedeniyle durulmuş gibi gözükse de sürmektedir ve sürecektir de. Bu tartışma ve çekişmenin taraflarının toplumsal karakterleri, sadece Müslüman-olmayan halklara değil, Kürt halkına karşı da bitmez tükenmez bir kinle ve üstünlük ve hükmetme güdüsüyle yoğrulmuştur. Bu temel gerçeği dikkate almayan tüm kurtuluş ve demokratikleşme stratejileri batmaya ve çökmeye ve ilgili halklara yeni acılar çektirmeye mahkumdur.
Bu bakımdan Kürt halkının siyasal öncülerinin, Osmanlı-Türk egemen sınıflarının “millet-i hakime” anlayışının hala dipdiri olduğunu anlamaları son derece, hatta yaşamsal ölçüde önemlidir. Osmanlı-Türk gericiliği ile ne Müslüman-olmayan halklar ve ne de Kürt halkı arasında, asla bir stratejik ortaklık olamaz; Kürt halkıyla Türk egemen sınıflarının bir araya gelip bir ortak demokratik cumhuriyet kurabilmeleri olanaksızdır. (Bunu anlamak için Türk burjuva devletinin, Türkiye Kürdistanında sokağa çıkma yasakları sırasında gerçekleştirdiği kıyımlara ve Rojava'ya karşı tutumuna bakmak yeter de artar bile.) Böylesi bir gelişme ancak ve ancak Türkiye'de halk ve devrim güçleri lehine köklü bir siyasal-toplumsal değişikliğin ortaya çıkmasının ardından gündeme gelebilir. Demek oluyor ki; Türk gericiliğinin önderliğinde bir Türk-Kürt bağlaşması kurulması ve böylelikle Ortadoğu'nun yeniden fethi türünden yeni-Osmanlıcı hayallerin hem Kürt h alkının ve hem de Türk halkının gerçek özlem ve çıkarlarına asla hizmet etmediği, dahası bu çıkarlara ihanet anlamına geleceği açıktır. Bu bağlamda Fikret Başkaya'nın bundan 10 yıl önce kaleme almış olduğu, ancak güncel öneminden hiçbir şey yitirmemiş olan yazısını okurların dikkatine sunuyorum. Garbis Altınoğlu....
Neden Resmi Tarih?
Fikret Başkaya, 16 Şubat 2006
“Eğer nereden gelindiği bilinmiyorsa, nereye gidildiği de bilinmez” Afrika atasözü
Resmi tarih, hakim sınıfların bilinmesini istediği tarihtir. Tarihin, geçmişte yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyacaçları doğrultusunda kurgulanmış versiyonudur. Bu amaçla toplumsal bellek [hafıza–ı enâm] yok edilmek, toplum hafıza kaybına uğratılmak istenir. Fakat, resmi tarih oluşturmak bir başına amaç değildir. Asıl amaç ‘resmi ideoloji’ oluşturmaktır. Velhasıl, resmi ideoloji oluşturmak için resmi tarih oluşturmak, resmi tarih oluşturmak için de toplumun hafıza kaybına uğratılması, toplumsal belleğin [kollektif hafızanın] yok edilmesi, bozulması, tahrif edilmesi, bu günün egemenlerinin ihtiyacına uygun bir bellek imâl edilmesiyle mümkün oluyor.
Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya [occultation], adıyla çağırmamaya, sansür ve otosansüre dayanan bir tarih versiyonudur. Toplumsal bellek, egemen sınıfların ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden kurgulanır. Dolayısıyla genç nesillere öğretilen tarih ‘gerçek tarih’ değil, ısmarlama üzerine üretilmiş bir tarih versiyonudur. Bu “uydurulmuş tarih“ başta genç nesiller olmak üzere, kitleler tarafından ‘içselleştirildiğinde’ amaç gerçekleşmiş sayılır. Öyleyse bir toplumun hafızasını [belleğini] yok etmeye, değilse bozmaya, hafıza kaybı [amnésie] yaratmaya, tarihi tahrif etmeye kim neden ihtiyaç duyuyor sorusu akla gelir. İktidar olmanın ve iktidarda kalmanın yolu gizlemekten, unutturmaktan, toplumu geçmişine yabancılaştırmaktan, toplumu “tarihsizleştirmekten, kimliksizleştirmekten geçiyor. Zira, toplumsal hafıza toplumsal kimliğin en temel yapıcı unsurudur. Bu yüzden “iktidar gizlemesini bilenindir” denmiştir. Hafıza kaybına uğramış, kim olduğunu, ne olduğunu, nereden geldiğini bilmeyen, kendi geçmişine yabancılaşmış birine hükmetmek çok daha kolaydır. Bir birey için geçerli olan bu durum, toplum için de aynı şekilde geçerlidir. Hakim sınıflar binlerce yıllık tecrübelerinden biliyorlar ki, toplumun geçmişine hakim olmadan bugününe ve geleceğine hakim olmak mümkün değildir. İşte, toplumun hafıza [bellek] kaybına uğratılma gereği böyle bir ihtiyaçtan doğuyor. Bu iş de düzen tarafından yere göğe sığdırılmayan anlı-şanlı tarihçiler, saray uleması ve/veya akademik statünün gardiyanları tarafından gerçekleştiriliyor. Sömürü düzeni tarihçisini ve tarih eğitimini boşuna önemsemiyor. Okullarda okutulan tarih her zaman ‘kaybedenlerin’ değil, kazananların, kitlelerin değil komutanların, kıralların, padişahların, imparatorların, ulu önderlerin yazdıkları, yazdırdıkları tarihtir. Öyle bir tarih ki, orada tarihin asıl yapıcıları, gerçek özneleri olan geniş halk kitlelerininin esâmesi okunmaz… Savaşı kazanan, vatanı kurtaran, her zaman ulu hakandır, şanlı kraldır, padişahımız efendimizdir, ulu önderimizdir. Velhasıl tarihi yapan kitleler değil ‘kahramanlardır’. Üzerinde yaşadığımız ülke bize ‘ulu önderin’ bir lütfudur… Bizi sadece düşmandan kurtarmakla kalmamış, bir de vatan bağışlamıştır, eğer ulu önderimiz olmasa vatanımız da olmazdı, biz de olmazdık… Orhun Kitabeleri’nde Bilge Kağan şunları söyler: “Tanrı buyurduğu için, ben çalışıp kazandığım için Türk halkı da öylece kazanmış oldu şüphesiz. Ben erkek kardeşimle beraber bu kadar önderlik edip çalışmasa ve muvaffak olmasa idim, Türk halkı ölecek idi, yok olacak idi” .
Hakim sınıfların ihtiyacına göre yazılmış tarih, işe, geçmişi tahrif ederek, geçmişte yaşanmış olana dair tabular oluşturarak, bazı olayları öne çıkarıp önemini abartıp, bazılarını yok sayarak, değilse önemsizleştirerek, karartarak, silikleştirerek, kişiyi yüceltip, kişiye tapınmaya dayalı bir kişi kültü yaratarak, ama hepsinden önemlisi geçmişin bilinmesi istenmeyen kısımlarını unutturup, hafıza kaybı [amnésie] yaratmakla mümkün oluyor. Kimi zaman yok saymaya yok etme eşlik eder, kitapların yakılması, kütüphanelerin ateşe verilmesi, o toplumun geçmişini çağrıştıran araçların tahrip edilmesi, tarihi eserlerin yok edilmesi gibi. Kimi zaman da yaşanmış bir olay efsaneleştirilir, yaşanmış bir başka olay yok sayılır, veya gerçekleştirilmiş olan ne varsa bir tek şahsiyete [lidere] mal edilir. Kişiyi yüceltmekten, kişi kültü yaratmaktan amaç, sadece tarihi tahrif etmek, kafaları bulandırmak değildir, böylece tarihin gerçek öznesi olan kitlelerin rolü yok sayılır. Öyle bir anlayış yerleştirilir ki, sanki tarih büyük adamların elinde oyuncaktır. Böyle yazılmış bir tarih de kaçınılmaz olarak elitist, erkek merkezli ve militaristtir. Dolayısıyla, bize miras kalan tarih ‘gerçek tarih’ değil, aracın direksiyonundakilerin ‘uygun ve gerekli gördüğü’ ısmarlama üzerine üretilmiş tarihtir.
Geleceği kurmak için ‘tarihten ders çıkarmak’, bu amaçla da tarihi öğrenmek gerektiği söylenir. Oysa asıl amaç tam da bunun tersini yapmakla ilgilidir. Egemen sınıflar toplumun geleceğini karartmak için geçmişini karartmak durumundadırlar. Tarih eğitiminin amacı insanların [özellikle de genç nesillerin] geçmişleriyle, tarihleriyle, atalarıyla gurur duymasını sağlamaktır. Geçmişle gurur duymak için de geçmiş şanlı olmalıdır. İşte devlet tarihçisi bu aşamada devreye girer ve şanlı bir geçmiş imalatına girişir. Fakat, tarihçinin misyonunu gerçekleştirebilmesi için önce tarihin bir uzmanlık alanı, tarihçinin de ‘toplumsal hafıza uzmanı’, biliminden sual olmaz otorite sayılması gerekir. Aslında bu, bir tür seçme, ayıklama, yok sayma, velhasıl temizlik operasyonudur. Tarihçi utanılacak ne varsa yok sayar, üstünden atlar, ‘geçmişin kirlerini temizler’, boş kareleri doldurur… Şanlı bir geçmiş kurgusuyla amaçlanan sadece gurur duyulacak bir geçmiş yaratmak değildir. Şanlı geçmiş bugün yaşanan kötülükleri unutturma işlevi de görür. Fakat bellek [hafıza] kaybı yaratmaktan amaç bununla da sınırlı değildir. Böylece iktidar sahipleri [büyük gaspçılar ve şürekâsı], sadece ayrıcalıklı konumlarını güvence altına almış olmazlar, işledikleri insanlık suçlarının, katliamların, kıyıcılığın ve zulmün hesabının sorulmasını da engellemeyi amaçlarlar. Hafıza kaybı yaratma amacı gerçekleştiğinde egemen sınıflar masumiyetlerini de kanıtlamış olurlar… Dolayısıyla resmi tarih zalimlerin zulmünün cezasız kalmasını sağlar, bir tür beraat ettiricidir, Ermeni sorununa dair bağnaz ‘resmi refleks’ İttihatçıların işlediği insanlık suçunun hatırlanmasını engellemek içindir. Eğer bu vesileyle yalanlardan biri deşifre edilir, açığa çıkarsa, başka yalanların da çorap söküğü gibi ortalığa dökülme riski vardır ki, böyle bir şey büyük gaspçıların ve ideolojik uşaklarının korkulu rüyasıdır.
Siyasetçiler, devlet adamları ve sözcüleri sık sık “tarih tarihçilere bırakılmalıdır” derler. Aslında bununla “tarih benim tarihçilerimden başkasına bırakılamaz” demek isterler… Bu yüzden toplumsal bellek alanı [toplum hafızası densin], önemli bir ideolojik mücadele alanı, dolayısıyla sınıf mücadelesini angaje eden birşeydir. Resmi tarih [ve ona dayanan resmi ideoloji de] yalana, tahrifata yok saymaya, adıyla çağırmamaya [“sözde Ermeni soykırımı” gibi], tabulaştırmaya, kişi kültüne [Mustafa Kemal'in putlaştırılması] vb. dayandığı için, mantikî, etik, bilimsel iç tutarlılıktan yoksun, inandırıcılığı şüpheli, son derece kırılgan bir tarih versiyonudur. Son dönemde efsane ürecilerinin yeniden arzı-endam etmesi [Şu Çılgın Türkler ve benzeri zorlamalar] tam da söyediğim durumla ilgilidir... Bu yüzden resmi tarihin sadece tarihçiler, akademik statünün gardiyanları tarafından savunulması mümkün değildir. Resmi tarih yasalar, mahkemeler tarafından da korunmaya muhtaçtır. Herhangi biri ‘resmi tarihi’ teşhir edip, ‘gerçek tarihe’ ulaşmaya kalkar, “mayınlı alana girer’, rejimin tabularına dokunursa, karşısında sadece devlet tarihçisini, ‘zihin gardiyanlarını’ bulmaz, polisi, savcıyı, yargıcı, nihayet hapisaneyi de bulur… Durum böyleyken, devlet tarihçisinin rejim tarafından ödüllendirilmesi, tarafsız bilimin timsali sayılması, burjuva düzeninin bir ironisidir… Elbette bu, resmi tarihe karşı çıkıp “başka”, “farklı” bir tarih versiyonu oluşturmayı amaçlayanın yazdığı tarihin mutlaka gerçek tarih olduğu anlamına gelmez. Asla böylesi bir kesinlik söz konusu değildir. “Devlet tarihçisi [resmî terihçi] değil, öyleyse söylediği muteberdir” diye bir kural yoktur ve olmamalıdır. Bu, resmi tarihe karşı çıkan, resmi tarihi teşhir etme niyeti taşıyan tarihçinin, sadece yöntem üstünlüğüne sahip olduğu anlamına gelir. Yalanın karşısında durmak, geçmişe ezilen, sömürülen sınıflar, gerçeğe ihtiyacı olan ‘asıl tarih yapıcılar’ tarafından bakmak, asıl misyonu yalan üretmek olan ‘devlet tarihçisine’ göre ‘gerçeği yakalamak bakımından daha avantajlı durumda olmaktır. Dolayısıyla, resmi tarihe karşı çıkanın bilimsel yetkinliğe sahibolması, bilimsel öğelerin diyalektik bütünlüğünü yakalaması, kendinden beklenen yüksekliğe çıkabilmesi gerekir.
Genel bir çerçevede geçerli olan durum, Türkiye söz konusu olduğunda daha da belirgindir. Böylesine köşeli, bağnaz bir resmi tarih versiyonu oluşturup, genç nesillerin zihnini yalanla doldurmanın nedeni, iktidar sahiplerinin meşruiyet sorunuyla ilgilidir. Egemen sınıfın egemenliği sadece zora, çıplak şiddete dayanarak sürdürülemez. Kaba kuvvet, çıplak şiddet, iktidar olmayı sağlasa da, iktidarın kalıcı olabilmesi için ideolojik egemenlik [gönüllü kabullenme] gereklidir. Fakat, insanların [toplumun] bilincine nüfuz edebilme yeteğine sahip bir egemen ideoloji, sadece lafla, nutukla, kahramanlık ayinleriyle, bıktırıcı törenlerle, marşlarla, şanlı geçmiş masallarıyla, düşmanı denize dökme edebiyatıyla, vb. mümkün olmaz. Kitlelerin bilincine nüfuz edecek, yanılsama yaratacak ideoloji bile bir maddi arka planı varsayar. Velhasıl kitlelerin ‘yeni düzenin’ durumlarını iyileştireceğine inanmaları, ikna olmaları gerekir. İkna olmaları için de maddi dünyada asgari düzeyde de olsa birşeylerin değişmesi, gerçekleşmesi gerekir.
İşte bir darbeyle Cumhuriyeti kuran İttihatçı kliğin maddi dünyada kitlelere teklif edeceği fazla birşeyin olmaması, onların egemen ideoloji üretme yeteneklerini zaafa uğratıyordu. Gönüllü kabullenme anlamında bir egemen idieoji oluşturmanın mümkün olmadığı koşullarda, bağnaz bir resmi ideoloji oluşturmaya mecburdular. Resmi ideoloji de ancak resmi tarihe dayandırılabilirdi ve öyle oldu. Mustafa Kemal kliğinin bir darbeyle kurduğu Cumhuriyet, emekçi halk çoğunluğunun yaşam koşullarını iyileştirici birşeyler teklif etme yeteneğine sahip değildi. Bir kere Cumhuriyet [zaten gücü ve etkinliği kalmamış Halife Sultanın sahneden çekilmesi dışında] hiçbir köklü yenilik içermiyordu. Sadece gaspçıların sömürü, yağma ve talanı güvence altına alınmıştı. Gaspçıların durumu da emekçi çoğunluk aleyhine güvence altına alınabildiğine göre, Kemalist kliğin önderliğindeki bürokrat, toprak ağası, komprador burjuvazi ittifakı, kitlelerin bilincine nüfuz edecek bir egemen ideoloji oluşturamazdı. İşte maddi plandaki bu zaaf, ideoloji dünyasına daha çok yaslanarak telafi edilmeye çalışılınca, ortaya garip bir resmi tarih ve resmi ideoloji versiyonu çıktı. Eğer 1923'ten sonra toprak ağalarına ve hazineye ait topraklar yoksul ve topraksız köylülere dağıtılsaydı, küçük çiftçilere kredi ve tarımsal girdi kolaylıkları sağlanabilseydi, işçilerin yaşam koşullarını iyileştirici bazı düzenlemeler yapılsaydı, devlet-toplum yabancılaşmasını hafifletici kimi yöntem ve araçlar devreye sokulabilseydi, sınırlı da olsa halk iradesinin tecellisinin yolu açılabilseydi, vb. yukarda söylediğim ‘maddi geri plan‘ kısmen de olsa gerçekleşmiş olabilirdi. [Hakim sınıf ittifakınını yapısı ve konumu böyle bir açılıma engeldi]. Tam tersi gündeme geldi, toprak ağalarının toprakları 1923 sonrasında daha da genişledi… Devlet-toplum yabancılaşması derinleşti, her türlü demokratik açılımın önü kesildi… Bağnaz diktatörlüğün ideolojik alanı önemsemesinin, tarihi tahrif etmek ve yeni bir tarih versiyonu oluşturmak için Türk tarih tezi, Türk dil tezi gibi gülünç çabalar ve zorlamalar içine girmesi, yeni olduğunu söyleyen iktidarın kitlelere teklif edecek yeni birşeyi olmamasıyla ilgiliydi. Kendisi eski olan yeni birşey teklif edebilir miydi? Bu yüzden Türkiye’deki rejim her zaman ideolojik alanı önemsemiştir.
Okullarda okutan tarih gerçeğin tarihi olmaktan çok ideolojik bir kurgudur. Genel bir çerçevede de CHF [Cumhuriyet Halk Fırkası] kongresinde Mustafa Kemal’in sunduğu Büyük Nutuk’a dayanıyor. Bir ülkenin tarihi sadece bir siyasi şahsiyetin hikaye ettiğine dayandırılabilir mi? Mustafa Kemal’in yapılan herşeyi kendisine mal etmesi ve olayları öyle hikaye etmesi işin doğası gereğidir. Bir kere Nutuk'ta anlatılanlarla gerçekte yaşananlar arasında bariz uyumsuzluk var. İkincisi, yakın tarih yazılırken ekseri Birinci emperyalistler arası savaş yok sayılıyor. Aslında emperyalist savaş atlanarak, geçiştirilerek yazılan tarihin bir kıymet-i harbiyesi olması mümkün değildir. Aynı şekilde 1908 de geçiştiriliyor. Oysa, asıl kırılma noktası resmi tarihin ısrarla ileri sürdüğü gibi 1923 değil, 1908’dir. Daha önce başka yerde yazdığım gibi [Yediyüz-Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi] 1923 sonrasında kurulan rejim ‘İkinci İttihatçı rejiminden başka birşey değildi. Üçüncüsü de, kişi kültü yaratmayı, kişiye tapınmayı marifet sayan bir tarih anlayışı, modernite sonrası dönemin toplumuna yakışmaz... Fakat Türkiye'nin tarihinde ve o tarihin hiçbir döneminde bir modernite devrimimin ve aydınlanmanın yaşanmamış olması, hâlâ kişi kültünü sürdürmeyi mümkün kılıyor. Gerçek durum böyledir ama Cumhuriyet modernitenin ve aydınlanmanın timsâli sayılıyor… Bu durum Türkiye’deki bilimsel-entellektüel azgelişmişliğin rahatsız edici bir göstergesidir ve bilimsel-entellektüel azgelişmişlikle resmi tarih ve resmi ideoloji birbirlerini karşılıklı olarak yeniden üretiyor.
İradi olarak geçmişi yok saymak mümkündür, ama geçmişi yok etmek mümkün değildir. Resmi tarihin yok saydığı, yok etmek için onca çaba harcadığı gerçeklerin aradan onca zaman geçmesine rağmen, öcünü alırcasına ve inatla gündemdeki yerini alması bu yüzdendir. Geçmiş bugünkü zamanda bizde varolmaya, bizimle yaşamaya devam ediyor. Tarih sağır ve dilsiz değildir, duyup söylemeye devam ediyor ve edecek; ama bu kendiliğinden olacak birşey değildir. Eğer tarihimize sahip çıkarsak, yalancıları, tahrifatçıları, efsane ve tabu imalatçılarını teşhir edebilirsek, tarih bizi özgürleştirecektir. Bu yüzden ünlü İngiliz tarihçisi Martin Bernal’in dediği gibi: “Tarih tarihçilere, akademik statünün gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir.”
6 notes · View notes
baybaykus · 3 years
Text
KALAN GÜNLERİNİZİN KEYFİNİ ÇIKARMAYA BAKIN
https://qoshe.com/turkish-forum/temel-sagiroglu/kalan-gunlerinizin-keyfini-cikarmaya-bakin/90937809
Pastırma yazı Ekim ayının sonunda başlar ve Kasım ayının ortasına kadar devam eder.
Meteorolojik bir olaydır.
Kutuplardan gelen alçak soğuk hava kütlesinin hareketsizleşmesi, sıcak bir yüksek basınç merkezi oluşturması sonucu ortaya çıkar. Havanın dikey hareketi engellendiği için alçak katmanlarda yoğunlaşan duman, toz ve benzeri sebepler havanın puslu olmasına neden olur.
Adalet ve Kalkınma Partisinin pastırma yazı ise bu yıl biraz daha uzun olacak.
Kasım başı başlayan yalancı yaz 2021 Ocak ayının yirminci gününe kadar devam edecek.
Bu tarihten sonrası AKP için kış değil zemheri.
Hiç kimse kendisini aldatarak diğer insanlara züğürt tesellisi falan vermesin.
Okunu attıktan sonra yayını gizlemesin.
Ne şiş yansın ne kebap diye düşünmesin.
Hem nalına hem mıhına vurmasın.
Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık devrinin yapılacağı 20 Ocak 2021 tarihi, Adalet ve Kalkınma Partisi için zemheri ayının başlangıcı olacaktır.
Diyorlar ki….
- Yok efendim, değişen hiçbir şey olmaz…
- Ne münasebet efendim, devletler arası ilişkilerde ani ve keskin dönüşler yaşanmaz
- Dün, bugün neyse yarın da aynı olur
- Amerika Türkiye’yi gözden çıkaramaz, eğer bunu yaparsa Rusya güç kazanır
- Yeni Amerikan başkanı Joe Biden Türkiye’yi yeniden kazanmak için eskisinden çok daha esnek davranır
Bu gibi sözleri sarf edenler sizlere olacakları anlatmıyor.
Olmasını dileyip umduklarını anlatıyorlar.
Çok şeyler olacak ve çok şeyler değişecek.
Joe Biden tam olarak 78 yaşında.
O yaştaki sağlıklı insanlar ile 5 yaşındaki çocuklar arasında hiç değişmeyen ortak bir özellik vardır.
Her ikisi de yapmak istediklerini söyler ve her ne pahasına olursa olsun isteklerinin karşılanması için her şeyi yaparlar.
5 yaşındaki çocuk için bu eylem merak ve yeni bir tecrübedir.
78 yaşındaki insan için ise ölmeden yapılması gereken bir görev ve kendisinden sonra dünyaya miras bırakılacak bir mesajdır.
Sizce bunlar normal mi?
Sadece ve sadece Partili Cumhurbaşkanının emirlerini yerine getirerek görevde kaldığı süre içinde tüm dünyada en fazla faiz indirimi yaparak rekor kıran Merkez Bankası Başkanının ani bir kararname ile değiştirilmesi size normal geliyor mu?
Peki ya Berat Albayrak istifasının zamanı, şekli ve kabul ediliş tarzı?
Bunların hepsi sadece birer tesadüfden ibaret midir, yoksa Trump sonrası yaşanması kaçınılmaz olan zemheri ayı için yapılan naçizane hazırlıklar mıdır?
Özetle….
Amerika Birleşik Devletleri’nde seçim öncesi verilen sözler tutulur.
Binali Yıldırım beyin dediği gibi “seçim vaatleri seçimde kalmaz”
Ne vaat edilmiş ise yerine getirilir
Bu nedenle “Dünyada Demokrasiyi yeniden inşa etme zamanı” sloganı ile seçimlere giden ve o seçimleri tarihi bir fark ile kazanan Joe Biden dediğini yapar.
Halkbank dosyasını yeniden ve sonuna kadar açar.
Türkiye’deki tüm siyasilerin gizli saklı olan tüm mal varlıklarını dünya kamuoyuna açıklar .
ABD Kongresi’nin Türkiye’ye S-400 füze savunma sistemi alımı sebebiyle aldığı CAATSA yaptırımları kararını hiç düşünmeden uygulamaya koyar.
Kuzey Irak, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de Pentagon’un belirleyeceği kurallar ile oynar.
Türkiye’de yönetim değişinceye kadar durmaz.
Maalesef zararın büyüğünü elbette ki her zaman olduğu gibi yine halk çeker.
Öyle mehter marşı okumak, dolardan kıyma falan yapmak da bizi kurtarmaz.
Dünyada hiç bir devlet yanımızda olmaz ve elimizden tutmaz.
İlk ihanet eden ise Katar olur.
Bu kabus AKP nin bir gece yarısı toplu halde Türkiye’den hicreti ile son bulur
Yok… Yok bunlar olmaz mı diyorsunuz
Sayalım o zaman
Şafak 171
Şafak 170
Şafak 169…168…167
Ben derim ki:
Kalan günlerinizin keyfini çıkarmaya bakın
0 notes
abiskitap · 4 years
Photo
Tumblr media
#Repost @booksofbet • • • • • • "Onlara ne olacak?" diye düşünmeden edemediğim, vakit bulduğum her dakika elimden düşürmediğim bir kitap yorumu var bu gece: Işığın Düştüğü Yer. . Adalet, eşitlik, özgürlük, açlık, sefalet, fedakarlık, aşk, intikam, giyotin, savaşlar; haksızlık yapıp gücünü kötüye kullananlar ve adil olmak uğruna doğru bildiğinden asla şaşmayanlar . İçimi acıtan yerlerde okumaktan kaçtığım, heyecanlı yerlerde tuttuğum taraf uğruna neredeyse içimden tezahürat yaptığım bir hikaye . Şaştım kaldım yine insanoğluna ben ya! Hatta artık şaşmaktan yoruldum. O denli yani. Bir şeyler güzelleşsin diye çabalarken içinden çıkan canavara hakim olamayan insanlar neyin adil olduğunu neyin olmadığını şaşırır. Bir şekilde gücü eline alanlar halkı değerleri ile kandırmayı başarır. Birileri de bunlar bitsin diye adalet uğruna savaşır. Bu hikayede kazanan ve kaybeden olduğuna inanmıyorum. Herkes bir şeylerini kaybetti ve herkes bir şeyler kazandı. Nötrleştiler ve hiçbir şeyi değiştiremediler bence. Zaten insanın söz konusu olduğu yerde bir şeyler aynı kalmıyor mu? Kitaptan bir alıntı yazayım anlaşılması için : . " Bugün insanlar birini tahttan indirmek için değil, tahta çıkarmak için ; bir kralın alaşağı edilmesini değil, bir imparatorun taç giymesini kutluyorlardı. Değişmeyen tek şey ise her zamanki açgözlülükleri, gürültücülükleri ve gösteriş meraklarıydı." . Açlıklar bitsin diye, halk kırılırken kral zenginlik içinde diye çıkılan yolda onca şeyden sonra yine başladıkları yere döndüler bence. Okumanız duygularımı anlamanızı ve türümüzle bir kere daha yüzleşmenizi sağlayacak. Biraz da duygulanacak, gözlerde yanma hissedecek, kızacak, yüreğinizin hoplamasına engel olamayacaksınız. . Bir kere daha @hunharcaokuyanlarkulubu ile şahane bir kitap okuduk. . . #ayınhuncayayıneviseçkisi #kitap #book #instabook #okudumbitti #kitapyorumu #kitaptavsiyesi #booksofbetinkitapları #booksofbetinönerileri #booksofbetblog https://www.instagram.com/p/CGiG9H0pZir/?igshid=dpoo6565azzu
0 notes
akilfikirgezegeni · 4 years
Text
Tumblr media
Seni düelloya davet ediyorum
Ertan Yavuz
Tarihin ilk bilindik düellosu semavi dinlerin kitapları aracılığı ile bizlere kadar gelmiş ve bu karşılaşmanın tarafları olan Habil ile Kabil kardeşlerden başkası değildi. İkisi arasındaki bu düelloyu gerçekleştirebilmek için seçtikleri alet ise tarihe, medeniyetin ilk nesnesi olarak öğrendiğimiz taş olarak geçecekti.
Habil ile Kabil’in arasında geçen tartışmalı hikayeyi bir çoğumuz biliriz, lâkin bu hikayedeki ana fikrin ölen mi yoksa öldüren mi haklı? Paradoksuyla günümüze kadar gelmesi hikayeye başka anlamlar katıyor olsa gerek...
Bu çetrefilli durum düelloya davet eden taraf olan Kabil’in davet edilen kardeşi Habil’i öldürmesiyle sona erer. Hikâyede Kabil istediğini elde edemeyen, edemedikçe hırslanan ve bu uğurda cinayet işleyecek kadar gözü dönmüş olarak kötü tasvir edilirken, Habil ise verilenle yetinen ve fazlasını istemeyen iyinin tasviri olarak karşımıza çıkar. Ancak bize kadar gelen hikâyede tarafımızın Habil’den yana mı yoksa Kabil’den yana mı olması gerektiği yine bize bırakılmıştır. Zaten bir düello her ne kadar karşılıklı iki kişi arasında olsa da bizimde tuttuğumuz kişiye göre ya kazanan ya da kaybeden olacağımız bellidir. Diyelim ki hiçbir taraf tutmuyoruz. İşte o zaman da başka bir düellonun içine çekilme oranımızda artmış olur. Zira tarafları belli bir futbol karşılaşmasında taraftarlar arasında hiç tezahürat yapmadan biraz zaman geçirin ne dediğimi daha iyi anlayacaktır. Ya bizden ya da onlardansın anlayışına sahip ortamlarda bulunuyorsanız ve her iki anlayışa da katılmıyorsanız o zaman bir değil iki karşı kuvvetle mücadele ettiğinizi bilin.
Bu hikayedeki kötünün tanımı Kabil’in suçlu Habil’in masum olduğunu ispat etmeye çalışırken, iyinin tanımı ise Habil’in kurban Kabil’in katil olduğunun bilinmesi için uğraşır. Buradan da anlaşılacağı gibi kötü kendini ispat etmek, iyi ise bilinmek ister anlayışına ulaşabiliriz.
Çağlar öncesi bu ilk kavga, ilk kan davası tarafların birinin ölmesi diğerinin yaptığı işten pişmanlık yaşaması ile son bulur.(Kimbilir belki de yaptığının son bulmadığını görecek kadar uzun yaşamıştır)
Düello denildiğinde akla gelen en önemli çağ bizlere daha yakın ve yazılı belgelere sahip olması açısından öğrenmemizin de daha kolay olduğu ortaçağ dönemidir. Anılan çağda adeta ilahi bir emir gibi düşünülen karşılıklı restleşme durumu olan düellolar, genellikle dönemin soyluları arasında görülmüştür. Bunu bir nevi sözde asil kandan olmanın küçük bir diyeti gibi düşünebiliriz.
Yine dönem itibari ile kullandıkları düello silahının kılıca dönüştüğünü, taştan demire geçen insan ırkının bu keskin silahları asalet unvanlarıyla bilediklerine de şahit oluyoruz.
Bir onur, gurur meselesi haline gelen bu çekişmeli karşılaşmanın taraftarlarından birinin davet eden diğerinin bu davete icabet eden olması gerekmektedir. Hattızatında düelloya çağrıldığında gitmemekte asalet raconuna ters düşmektedir.
- Seni şafak vakti gün doğarken (sanki ikiside aynı şey değilmiş gibi) kasaba meydanında düelloya davet ediyorum Kont Hedehüde. (bak bak sen sanki akşam kekin yanında içmek için beş çayına davet ediyor)
Davet edilen de icabet mantığı ile karşılık verir.
- Meydan okumanı kabul ediyorum Kont Zebezübe. (istersen kabul etme)
Bu tarz buluşmaların zamanının ve nerede olacağının da söylenmesinin bir sebebi vardır. Şafak vakti dönemin yakın zamanı ölçme konusunda fazla ilerleyememiş olmasından dolayı belirlenmiş vakittir. Zamanı ölçme araçlarının günün sadece belli bölümlerini göstermesi ve bu bölümlerin bile herkes tarafından tam olarak bilinmemesi ölçülen zamanın daha yuvarlak ifadelerle kullanılmasına sebep olmuştur. Örneğin, Güneş tam tepemizdeyken, Ay’ın çıkmasına yakın...vb. gibi... Hatta tarihte vuku bulan eski zaman savaşlarına baktığımızda birçoğunun gün doğarken, şafak vakti gibi zamanlarda gerçekleştiğini görürüz. Zira, bir zamanlar yakın zaman mevhumu şimdiki gibi saatlere, dakikalara ayrılıp sabitlenmiş değildi. Düellonun yapılacağı yer olan kasabanın meydanının da belirtilmesinin bir sebebi vardı. Kamuya açık bir onur savaşına yine herkesin şahit olmasının istenmesi, varsa yapılabilecek herhangi bir hilenin başkaları tarafından da görülmesi ve meydan okumaların ve düellonun sonrasında kulaktan kulağa bu onurlu mücadelenin anlatılarak yayılması...
Günümüze biraz daha yaklaştıkça bu soylu karşılaşmaların taraflarının artık eskisi gibi asaleten yapılmadığını, daha önce seyirci olan halkın bu adeti adeta bir kanun maddesi gibi görerek kendilerine geçirdiğini görürüz. Artık düello o kadar saygın bir karşılaşma değil tam tersi haydutların, hırsızların tekelindeki bir panayır eğlencesine dönüşmüştür. Silahları da parçalayıcı, kesici, delici aletler yerine ateşli hale dönüşmüş ve hepimizin de bildiği gibi mertlik bozulmuştur.
19.yy İrlandalı şair yazar Oscar Wilde “Kılıçla ölen çabuk soğur” derken ateşli silahların pekte asıl işi bir silah olmadığını mı anlatmak istemişti acaba? “Herkes öldürür sevdiğini” dediğinde belkide düelloda kaybedenin gerçekte kazanan kişi olduğunu anlatmak istemiştir.
Elbette bir kaybedeni olmalı her düellonun, velev ki ölmedi kaybeden, o zaman da cezalandırılması gerekir etrafını çeviren halk tarafından. Çünkü en asil hareketin altında kalmış asaleti sorgulanmış ve gururu ayaklar altına alınmıştır. Hiç kimse bir ceza vermese bile kendi elleriyle verir cezasını tıpkı hiper onurlu olduğu söylenilen imparatorluk fedaileri Japon samuraylar gibi.
Tarih boyunca süregelen bu karşılıklı öç alma ve haysiyetini koruma çekişmeleri bizim coğrafyamızda daha acısız ve kayıpsız yaşanmıştır. Yaptığımız, söylediğimiz, icat ettiğimiz bir çok şeyde olduğu gibi düello adabımızla da dünyaya örnek olacak nitelikteyiz.
Bizim karşılaşmalarımızda çekişmelerin adı atışmadır, can almanın adı yaşatmadır. Bizim düellolarımızda meydan okuma yoktur; şiir okuma, türkü okuma, mani okuma vardır. Evet biz de köy meydanında atışırız ve evet bizde de bazı silahlar kullanılır. İki atışmacı çıkar köy meydanına alır ellerine sazları koyar dudaklarının arasına iğneyi ve başlar o iğnenin dudaklarına batmayacağı harflerle türküler, maniler söylemeye, meydan okur bu asil insanlar sazıyla, sözüyle, yüreğiyle...
İşte böyle, umarım binlerce yıl önce taşla başlayan, demirle ve kurşunla devam eden ve adına düello diyerek asaletin tasdik edildiği, ferasetin ekildiği bu didişmeler bizim insanımızın bir zamanlar yaptığı gibi şarkıyla, türküyle, şiirle, maniyle son bulur.
- Seni düelloya değil ama karşılıklı konuşmaya, uzlaşmaya, şarkılar, türküler söylemeye davet ediyorum. Gel sükût gibi söze de altın giydirelim.
0 notes
kointimes · 4 years
Text
Bitcoin Nedir? Bitcoin Nasıl Satın Alınır? Bitcoin Ne Demek?
Dünyadaki ilk piyasaya sürülmüş olan kripto para birim bitcoin nedir ve bitcoin ne demek sorularuna cevap vereceğiz. 2008 dünya krizinden sonra bir çok blockchain yazılımcısı yeni bir uçtan uca şifrelenen ve herhangi merkeze bağlı olmayan kripto  para üretme hayalleri vardı. 2009 öncesinden bir çok yazılımcı bunun alt yapısını oluşturdu. Ama hiçbiri piyasaya tam olarak sürülmemiştir. Bitcoin piyasaya sürülmüş ilk kripto para birimidir. Dünyanın en çok kullanılan kripto para birimi olan Bitcoin'in nasıl satın alınacağı ve satın alma sürecinde cüzdanın nasıl oluşturulacağı gibi soruların cevabını detaylı şekilde inceleyeceğiz. Bitcoin veya diğer kripto para birimlerinin ülkemizde kullanılması yada takas edilmesi ile ilgili herhangi bir hukuki yasak bulunmamaktadır. Bu yüzden rahatlıkla bitcoin satın alabilir veya takas edebilirsiniz.
Bitcoin Satın Alma Yolları
Bitcoin (BTC) satın almak için tüm banka kartlarını ve kredi kartlarınızı kullabilirsiniz. Bankalar tarafından herhangi bir engel bulunmamaktadır. Aynı zamanda çeşitli forum sitelerinden hizmet karşılığı da Bitcoin alabilirsiniz. Bitcoin ödeme yöntemi kullanan bir çok forum ve hizmet sitesi bulunmaktadır. Lakin bunlardan en güvenilir yolu ise Banka transferi ile Türkiye'de faaliyet gösteren bir firmadan Bitcoin satın almaktır. Aşağıda bitcoin satın alma yollarını listeledik. Banka Havalesi Kredi Kartı Hizmet Karşılığı Madencilik (Madencilik çok farklı bir konu olduğu için Bitcoin madenciliği nasıl yapılır isimli yazımızı okumanızı tavsiye ederim.)
Bitcoin'i Nereden Satın Alacağım?
Bitcoin satın almak için gerekli olan yolları yukarıda bahsettik lakin hangi sitelerden ve firmalardan alacağınız hakkında bilgi sahibi değilseniz aşağıda ki firmalardan satın alabilirsiniz. BtcTurk Binance Paribu BitTurk Okex Yukarıda bahsettiğimiz 5 farklı firmada Türkçe dil desteği bulunmaktadır. Aynı zamanda bu firmalar yıllardır faaliyet gösteren ve müşterilerinin güvenini kazanmış firmalardır. Eğer 5 firma arasında kararsız kalırsanız BtcTürk firmasını gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.
BtcTürk'ten bitcoin nasıl satın alınır?
Bitcoin veya herhangi bir kripto para birimini satın almak istiyorsanız öncelikle ilgili firmada hesap ve cüzdan açmanız gerektiğini bilmeniz gerekmektedir. Adım adım BtcTürk üzerinden bitcoin satın alma işlemi için aşağıda ki adımları uygulayınız. BtcTürk resmi sitesine girdikten sonra https://www.btcturk.com/yeni-uyelik adresine giderek kendinize yeni üyelik oluşturun. Siteye üye olduktan sonra Ayarlarım kısmından 2 aşamalı güvenliği etkin etmeniz gerekiyor. Telefon ve Mail doğrulaması yapmadan BtcTürk üzerinden bitcoin satın alamazsınız. üyelik ekranı Bitcoin cüzdanı, banka hesabınız gibi kullanabileceğiniz hesaba verilen bir isimdir. Bitcoin cüzdanınızı aktifleştirmek için https://www.btcturk.com/bitcoin-cuzdani adresine giderek Cüzdanı aktifleştir butonuna tıklayınız. Bitcoin cüzdanı oluşturmak için kimlik bilgilerinizi onaylamanız gerekiyor. Cüzdan oluşturmadan da bitcoin işlemlerini rahatlıkla yapabilirsiniz. Bitcoin cüzdanının avantajları Üyelik ve güvenlik işlemleri hallettikten sonra https://www.btcturk.com/al-sat adresinden almak istediğiniz tutarı girerek Bitcoin Alın butonuna basın. bitcoin satın alma ve satma ekranı Bitcoin satın almak için Türkiye'de faaliyet gösteren herhangi bir bankanın hesap/kredi kartını kullanabilir ve Papara üzerinden güvenli ödeme yapabilirsiniz. Bitcoin satın alma için birkaç işlem yapmak gerekiyor. Ülkemizde 18 yaşını doldurmuş herkes bu işlemleri yaparak Bitcoin satın alabilir. Bitcoin satın almak için “Kripto Para Borsası” olarak adlandırılan ve sayıları binleri bulan internet sitelerinden yararlanılır. Kolaylık olması açısından ilk etapta Bitcoin almak için yerli borsalar tercih edilebilir. Bu borsalar hem Türkçe olmaları hem de Türk Bankaları ile çalışmaları sebebiyle kullanıcıya kolaylık sağlamaktalar. Çünkü hem kredi kartı hem de banka havalesiyle ödeme kabul ediyorlar. Bilinen yerli kripto para borsaları arasında Paribu, BTCTürk, Koinim ve Gobaba gibi borsalar mevcut. Yerli borsaların bazıları üyelik aşamasında sizden elinizde kimliğinizi tutarken çekilmiş bir selfie isteyebilirler. Bu tamamen güvenlik için yapılan bir uygulamadır. Aynı uygulamayı yapan yabancı borsalar da mevcut.
Bitcoin Hesabına Para Aktarımı
Bitcoin satın alma için ilk etapta borsanın banka hesabına Türk Lirası yatırmak gerekiyor. Borsanın para yatırma kısmından bu bilgilere ulaşmak mümkün. Türk Lirası yatırma işleminden sonra borsadaki TL bakiyenizde bu parayı göreceksiniz. Bundan sonraki işlem ise bu TL ile Bitcoin almak olacak. Yine borsanın “Bitcoin Al” kısmından dilerseniz paranızın tümüyle dilerseniz belli bir miktarıyla Bitcoin alabilirsiniz. Her borsanın komisyonlarının farklı olduğunu unutmayın. Komisyonlar para çevirme ve para çekme işlemleri sırasında var olan hesabınızdan kesilirler. Bu çok düşük bir miktar olsa da çok fazla işlem yapıyorsanız varlığını biraz hissettirecektir. Bitcoin satın aldıktan sonra dilerseniz Bitcoinlerinizi hesap açacağınız başka bir yerli yabancı kripto para borsası üzerine taşıyabilirsiniz. 30.000 TL, 40.000 TL değerinde Bitcoin ile al-sat yapanlar büyük komisyonlar ödememek için Bitcoinlerini nispeten daha az komisyon alan yabancı borsalara transfer edip burada işlem yapmaktalar. Paramızı Neden Yerli Bir Borsaya Yatırdık Paramızı yerli borsaya yatırmamızın sebebi yukarıda da bahsettiğimiz gibi Türk Bankalarında bulunan hesabımızdan kolay bir şekilde buralara ara aktarımı yapabilmek. Türk borsaları ile ilgili olarak çok fazla şikayetler bulunmakta. Bunlar arasında sıklıkla görülenler işlemlerin çok yavaş ilerlemesi ve kesilen komisyonların yüksekliği. Bununla birlikte özellikle Paribu, Bitcoin’deki artış ve düşüşleri anında fiyatlarına yansıtmıyor. Bu da kısa sürelik al-sat yapmak isteyen kullanıcıların zararlı çıkmalarına sebep olmakta. Bu yüzden yerli borsalar genellikle Bitcoin işlemleri yapmak yerine bir giriş ve çıkış kapısı olarak kullanılıyorlar. Bitcoin Almak Karlı Mı? Kripto para denildiğinde akıllara ilk gelen tabi ki Bitcoin olmakta. Pek çok insan kripto para dünyasına girmeden önce bunun ne kadar kalı olup olmadığının cevabını arıyor. Bununla birlikte Bitcoin almak karlı mı ya da Bitcoin ne kadar kazandırıyor gibi soruların cevaplarını merak ediyor. Çünkü konu para ve risk olunca insanları bu işe girmeden önce iyi bir araştırma yapma ve konuya tam anlamıyla hakim olma çabasına giriyorlar. Lider kripto para Bitcoin sürekli olarak inişli çıkışlı bir hareket sergilediği için kazandırma olasılığı hisse senetlerine göre çok daha yüksek. Üstelik sadece bir kaç dakika içinde dahi paranızı iki katına katlama şansınız her zaman için mevcut. Ancak tabii ki bu durum beraberinde riskleri de getiriyor. Bu yüzden tamamen bilinçli bir şekilde işlem yapmak gerekiyor. Bu işe yeni girenler Coinfarm gibi siteler üzerinden başka insanların yaptıkları işlemleri kopyalayabilirler. Bu işlemler BitMEX borsasından anlık olarak alınmakta ve bu site üzerinde paylaşılmakta. Burada aynı zamanda kullanıcıların geçmişe dönük olarak yaptıkları işlemleri de kontrol etme imkanınız bulunuyor. Bu sayede de çok kazanan bir kullanıcı bulup onun yaptığı işlemleri borsalar üzerinde anı anına uygulayabilirsiniz. Ne Zaman Bitcoin Alınır? Bazı insanlar daha karlı olması açısından Bitcoin değer kaybettiği zamanda Bitcoin almak istiyorlar. Ancak burada unutulmaması gereken bir nokta var. Bitcoin sürekli olarak inip çıkan bir para birimi. Bitcoin değerinin düşmesini beklemek tamamen psikolojik bir durum. Uzmanlar elinize para geçtiği anda Bitcoin'e yatırım yapmanın daha karlı olduğunu söylüyorlar. Çünkü Bitcoin satın aldığınızda paranın değerinin düşmeye devam etmesi de olasılıklar arasında. Sürekli alım yapmak günün sonunda Bitcoin almak karlı mı sorusunun cevabını da size verecektir. Bitcoin Nasıl Kaybettirir? Lider kripto para birimi tarih boyunca sürekli bir yükseliş içinde olduğu için eninde sonunda kar ettirmekte. Buradaki kilit nokta ise elinizdeki Bitcoin'i ne kadar uzun süre elinizde tutacağınız. Para kayıpları genellikle al sat yaparken ya da kaldıraçlı işlem yaparken meydana geliyor. Bunları yapmaktaki amaç daha kısa sürede kazanç sağlamak. Oysaki Bitcoin alıp bunu bekletmek zaten uzun vadede risksiz şekilde kazanmanıza sebep olacaktır. Görüldüğü gibi kaybetmek tamamen insan psikolojisi ve iradesi ile ilgili bir durum. Eğer banka mantığı ile Bitcoin'e yatırım yaparsanız normal bir bankanın uyguladığı faizin 100 ila 500 katı daha fazla bir faiz almış olursunuz. Bu bugünkü şartlarda hiçbir bankanın veremeyeceği bir oran. Üstelik paranızın ne kadar olduğunun da önemi yok. Her paraya aynı oranda getiri sağlamakta. Bitcoin'in bu şekilde popüler olması ilk başlarda parası değerli olan ülkeleri rahatsız etmiş olsa da zaman içinde hükumetler Bitcoin kullanımının yaygınlaşması için çeşitli politikalar uygulamaya başladılar. Kendi parası değersiz olan Venezuela şu anda tamamen Bitcoin ile ayakta duruyor. İnsanların Bitcoin'e Bakış Açısı Baidu Veri Endeksine göre “Bitcoin” aramaları son otuz gün içinde önemli ölçüde arttı. Bu ilgi, yatırımcıların mevcut piyasa durumunu giderek Bitcoin'i alt seviyelerden alma şansı olarak gördüklerine dair diğer göstergelerle çakışıyor. Bitcoin Alıcıları Temiz Alım Fırsatı Görüyorlar Shenliancaijing, Bitcoin sorgularının son otuz gün içinde Baidu'da % 183 arttığını gösteren bir rapor (Çince) yayınladı. Küresel ekonomik ortamdaki mevcut kargaşa göz önüne alındığında, bu ilgi şaşırtıcı değil. Bitcoin aramaları da Google'da belirgin bir şekilde arttı. Son üç hafta içinde, Google Arama Trendleri'nde arama terimi olarak 29'dan 57'ye yükseldi. Amiral gemisi kripto para birimi, son olarak, fiyatının yılın en yüksek seviyesine ulaştığı Haziran ayında bu düzeyde bir ilgi yaşadı. Piyasa değerinde de olduğu gibi, Bitcoin'e halkın ilgisi son derece değişkendir. Genellikle fiyatlar yükseldiğinde yükselir. Bu durumda, halk fiyat düşükken satın alma şansını açıkça araştırıyor. r/ bitcoin sayfasında yayın yapan bir Redditor, Bitcoin satın almaya satmaktan çok daha güçlü bir ilgi gösteren başka bir Google Trendi karşılaştırması yayınladı. Bitcoin'e Olan İlgi Altcoinleri Etkilemez Altcoin ve Bitcoin piyasaları yakından bağlantılı olsa da, tüketici ilgisi bakımından bu durum böyle olmayabilir. Örneğin, “Ethereum” ve “Ripple” gibi terimler için yapılan aramalar son zamanlarda artmamıştır. Halkın kripto para biriminin nerede durduğuna bakılmaksızın, küresel ekonomi COVID-19 patlak vermesinden ötürü şu anda tüm emtia piyasaları kaos halindedir. Geçtiğimiz birkaç gün, Bitcoin'in geçen haftadan kalan kaybının bir kısmını geri kazandığını görmesine rağmen, bu kısa iyileşmenin sürüp sürmeyeceğini bilmek için henüz çok erken. Aşağılardan satın almak için ilgi artıyorsa, faturalarını ödemek için hızlı paraya ihtiyaç duyan Bitcoin sahiplerinin sayısı da artıyor. İşlerine gidememek modern çağda görülmeyen finansal stresler yaratıyor ve kağıt para için kripto varlıklarını tasfiye etme eğilimi yakın bir zamanda sona ermeyecek. Diğer bir deyişle, insanlar pazarın normallik duygusuna devam edebilmesi için işe geri dönmelidir. Kredi Kartı İle Bitcoin Alma Bitcoin borsasına her geçen gün yatırımcıların ilgisinin artmasıyla günümüzde kazanç kapısı olarak oldukça popüler bir hal almış durumdadır. Yatırımcılar bitcoin ile kısa ve uzun vadeli alış – satış işlemleri yaparak kazançlarını arttırmaya çalışmaktadır. Bu yazımız da ise siz okuyuculara kredi kartı ile bitcoin alımı yapılan internet siteleri adreslerinden bahsedeceğiz. Öncelikle kredi kartı ile bitcoin alımı yapabileceğiniz piyasa da oldukça fazla internet sitesi bulunmaktadır. Fakat kredi kartı ile bitcoin almadan önce dikkat etmeniz gereken bazı önemli hususlar bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kesinlikle güvenilirliği ve piyasa bilinirliği olmayan internet siteleri üzerinden bitcoin alımı yapmayın. İkinci bir konu ise kredi kartı ile bitcoin alımı yapılırken işlem ücreti olarak ya da fark ücreti olarak yüksek meblağda fiyat farklarına dikkat edin. Güvenilir olmayan kaynak internet siteleri üzerinden bitcoin alımı yapmak amacıyla kredi kartı bilgilerinizi girdiğiniz de, bu bilgilerinizin başkalarının eline geçerek kötü niyetli bir şekilde kullanılabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Bu neden kredi kartı bilgilerini girdiğiniz site adresini mutlaka internette araştırıp hakkında olumlu ya da olumsuz yorumları okuyunuz. Kredi Kartı İle Bitcoin Nasıl Satın Alınır? Kredi kartı ile bitcoin alım işlemini aşağıda belirtilen internet siteleri üzerinden gerçekleştirebilirsiniz. Belirtilen siteler üzerinden kredi kartı ile bitcoin aldığınız da bitcoin cüzdan adresini doğru girdiğinizden mutlaka emin olunuz.  Cüzdan bilgilerinizi girdikten sonra satın alınan bitcoin cüzdanınıza doğru transfer işlemine başlayacaktır. Kredi kartı ile bitcoin veren güvenilir siteler listede belirtilmiştir. bitcoin.com cex.io coingate.com Örnekle bir siteden kredi kartı ile bitcoin alım adımlarını açıklayacak olursak; İlk adım olarak buy.com adlı internet sitesine gidin. Satım alım sayfasında bulunan sekmelerden “Bitcoin Core – BTC” yazısına tıklayın. Amount tarafında alım işlemini nasıl yapacağınızı belirtin. Dolar mı? Euro mu? Giriş yapmış olduğunuz para miktarına göre bitcoin’in anlık fiyatı üzerinden hesaplama yapılacak ve ne kadar BTC alabileceğiniz gözükecektir. “Wallet Address” alanına ise bitcoin cüzdan adresinizi yazın ve satın al anlamına gelen “Buy” sekmesine tıklayın. Karşınıza kredi kartı bilgilerinizi giriş yapmanız için bir ekran gelecek ve adımları tamamladığınız da satın alma işlemi gerçekleşecektir. Kredi kartı ile bitcoin satın alma işlemi yapmadan önce mutlaka komisyon oranlarına dikkat ediniz. İlgili sitelerde bununla ilgili bilgilendirmeler bulunmaktadır. Bitcoin.com üzerinden kredi kartı ile yapmış olduğunuz alımlarda; yüzde 2,5 bitcoin.com ücreti ve yüzde 5 oranında Simplex komisyon ücreti alınmaktadır. Bu komisyon oranları zamanla ve siteden siteye değişkenlik göstermektedir. Bitcoin yaklaşık 10 yıldır hayatımızda. Ne olduğunu bilmeyenler adını mutlaka bir defa duymuşlardır. Bitcoin bu kadar yaygın olmasına rağmen hala pek çok bilinmeyen barındırmakta. Ülkemizde insanların akıllarındaki önemli sorulardan bir tanesi de kredi kartı ile Bitcoin nasıl alınır? Bunun sebebi ise artık hemen hemen herkesin en az bir kredi kartı olması ve alışverişlerinde bu kartı kullanmaları. Kredi kartıyla yerli borsalardan Bitcoin ya da herhangi bir kripto para alma işlemi yapılamıyor. Bunun sebebi ise hem henüz bu altyapının oturtulmaması hem de borsaların nakit parayla çalışmak istemeleri. İlerleyen zamanlarda belki bu mümkün olacak. Ancak kredi kartı ile çalışan çeşitli yabancı siteler mevcut. Bu sitelerden en çok bilinen ise Bitit adlı site. Sitenin adresi www.bitit.io. Fransa merkezli bu site hem kredi kartı ile ödeme kabul ediyor hem de para seçenekleri arasında Türk Lirası da mevcut. Bu siteye üye olup sadece birkaç tıklama ile kredi kartı ile Bitcoin satın alabiliyor ve bu Bitcoinleri istediğiniz bir borsa üzerinde bulunan cüzdana aktarabiliyorsunuz. Her üyelik işleminde olduğu gibi Bitit sitesine üye olduğunuzda da kişisel bilgileriniz isteniyor. Buna ek olarak da kara para aklanmasına bir tedbir olarak yine nüfus cüzdanınızın ya da pasaportunuzun önce taratılmış halini sonra da bu belge elinizdeyken çekilmiş bir fotoğrafınızı siteye yüklemeniz gerekmekte. Bunlar artık her site tarafından istenen rutin belgeler olmasına rağmen bazı kişiler tarafından hoş karşılanmamakta. Üyelik işlemlerinizi tamamlayıp kimlik onayını da aldıktan sonra ne kadarlık Bitcoin alacağınızı ekrana yazıyorsunuz. Türk Lirası desteği olduğu için bunu TL olarak yazabilirsiniz. Bir sonraki ekranda ise sizden kredi kartı bilgileriniz isteniyor. Burada dikkat edeceğiniz nokta ise kredi kartının şahsınıza ait olması. Başka kişilere ait kredi kartı ile ödeme yapamıyorsunuz. Kredi kartı bilgilerinizi girdikten sonra bir sonraki ekranda ise sizden bir cüzdan numarası isteniyor. Harfler ve sayılardan oluşan ve herhangi bir borsa üzerinde size ait olan b cüzdan numarasını girdikten sonra satın aldığınız Bitcoinler kısa bir süre içerisinde buraya gönderiliyor. Elbette sadece Bitcoin değil site üzerinden en iyi 10 kripto parayı kredi kartı ile alabiliyorsunuz. Haftasonu Bitcoin Alma Birçok bitcoin yatırımcısı hafta içi mesai saatlerinde rahatlıkla Türkiye’de bulunan bitcoin hesaplarına banka hesabından para yatırarak bitcoin alım işlemi yapabilmektedir. Fakat kripto para borsası oldukça hareketli olduğundan ve ani yukarı – aşağı iniş çıkışları bulunduğundan dolayı yatırımcılar zaman zaman da hafta sonu alım – satım işlemi yapmak isteyebilmektedir. Bu aşamada yatırımcının banka hesabını bitcoin hesabının bulunduğu Türkiye borsasının hesabı ile aynı banka değilse hafta sonu EFT işlemi gerçekleşmediğinden para yatırma ve alım işlemi yapamamakta, bu nedenle fırsatları değerlendirememektedir. Hafta sonu Türkiye borsalarında bulunan hesaplarına bankadan para yatırma işleminde sorun yaşayan yatırımcılar için bu yazımızda bilgilendirmeler yapılacak ve böylece bu konuda mağduriyetlerin nasıl çözüleceğinden bahsedeceğiz. Öncelikle bilinmesi gerekir ki akıllı yatırımcı her zaman için kenarında bir miktar nakit parayı hesabında ani düşüşlere karşı bulundurarak, beklenmedik bir bitcoin fiyat düşüşünde alımlara karşı hazırlıklı olur. Diğer durumlar da ise yazımızın devamını okuyabilirsiniz. Ülkemizde bulunan kripto para borsalarının bankalarla anlaşmalarına göre farklı farklı hesapları bulunmakta ve kullanıcılarına bitcoin alımı yapabilmeleri için paraları belirtilen hesaplara gönderilmesi istenmektedir. Bu nedenle hesabınızın bulunduğu kripto para borsalarının hangi bankalarda hesabı olduğunu bilmeniz haftasonu mağdur olmamanız açısından size oldukça fayda sağlayacaktır. Ayrıca Türkiye’de ki farklı bitcoin borsalarında hesabınızın olması da size para yatırma ve transfer işlemlerinizde kolaylık sağlayacaktır. Çünkü kendi banka hesabınızın aynı olduğu bir kripto para borsası hesabına hafta sonu havale ederek dilediğiniz parayı yatırabilir böylece fırsatları kolayca değerlendirebilirsiniz. Airdrop Nedir Ve Ne İşe Yarar ? Verge Nedir ve Ne İşe Yarar ? Digixdao Coin Nedir,Ne İşe Yarar ? En Kötü Ayı Dönemi Yeni Başlayanlara Önemli Tavsiyeler Hafta sonu eft yapılamayacağı için bu yöntem birçok yatırımcı tarafından tercih edilmekte ve alım satım işlemleri bu şekilde yürütülmektedir. Yine son olarak kredi kartı ile bitcoin satın alma işlemi de yapabilirsiniz. Fakat bu işlem sırasında komisyon ve kesinti ücretlerini dikkatlice okumanız, kar yapacağım derken zarar etmemeniz gerekir. Genel olarak bitcoin alımları kredi kartı ile yapıldığında kesinti ücretleri fazla olduğu için yatırımcılar tarafından tercih edilmemektedir. Binance ve Bitcoin Kripto para borsasının dünya genelindeki bir numaralı ismi olan Binance, CoinMarketCap’i satın alıyor. Kripto para haberleri ile ünlü olan birçok web sitesinin yanı sıra dünyaca ünlü ekonomi sitelerinde de verilen bilgilerde, CoinMarketCap ile Binance arasında yapılan anlaşmanın, 400 milyon dolar değerinde olduğu yer alıyor. CoinMarketCap satın aldı. Dünya kripto para piyasasındaki en büyük satın almalardan biri olarak gösterilen bu işlem sonrasında, Binance CoinMarketCap satın aldı ve gücüne güç kattı. Ekonomi bültenlerinde haber, dünyanın en büyük kripto para borsası Binance’in, yine dünyanın en popüler olan veri takip platformu CoinMarketCap’ı birkaç gün içerisinde 400 milyon dolara alarak satışın gerçekleşeceği yönünde geçti. Özellikle kripto para piyasasının nabzını yakından takip eden The Block’un haberine göre, satın almada son aşamaya gelindiğini ve toplam tutarın 400 milyon dolar olduğunu, ancak diğer detaylar hakkında fazla bilgi olmadığı paylaşıldı. Habere göre müzakerelerin devam ettiği bildirilirken, satışa dair resmi açıklamanın ise çok yakında açıklanmasının beklendiği bilgisi yer aldı. Son altı ay içerisinde tam 207,2 milyon ziyaretçi sayısına ulaşan CoinMarketCap, bu ziyaretçi sayısıyla dünyanın en fazla takip edilen kripto para veri ve fiyat takip platformu konumunda yer alıyor. Binance ise aynı 6 aylık süreçte, 113,8 milyon ziyaretçi sayısına ulaşabildi. CoinMarketCap toplamda 100’ün üzerinde kripto para çeşidi için çeşitli destek sağlaması nedeniyle, başta bitcoin olmak üzere kripto para sektöründe işlem yapmak isteyen milyonlarca insan tarafından ziyaret ediliyor. Bir yandan satış haberleri gündeme otururken, diğer yandan bu satışla birlikte artık CoinMarketCap’in tarafsızlığını yitireceğine dair tartışmalarda yaşanmaya başladı. Kripto borsası üzerine yayın yapan web siteleri arasında yüzde 22’lik trafik payına sahip olan Binance, bu oranla dünyada en fazla tercih edilen borsa olurken, Binance’in hemen ardından Coinbase ise yüzde 21’lik trafik yüzdesiyle ikinci sırada yer alıyor. Binance bu satın alımdan sonra, kripto para borsasında rakipleriyle arasını çok daha fazla açacağa benziyor. 2019 yılı içerisinde 9 farklı şirketi satın alarak bünyesine katan Binance, bu satın alımlardan dört tanesini kamuoyuyla paylaşırken diğer 5 tanesi hakkında ise fazla bir açıklama yapmadı. CoinMarketCap’in alımıyla ilgili ise 2020’nin ilk günlerinde alım sinyalini veren CEO Changpeng Zhao, iki farklı satın alma işleminin yakın zamanda olacağına dair bir açıklama yapmıştı. Binance Coin haberlerini ilgili kategorimizden takip edebilirsiniz. Bitcoin Dolandırıcılığına Dikkat! Ölümcül coronavirüs dünya çapında mermi gibi yayılırken, dolandırıcılar para kazanmak için bunu kullanma konusunda tereddüt etmiyor. Guardian'ın bildirdiğine göre, İngiliz polisi coronavirüs salgını ile ilgili dolandırıcılıkların artmasıyla ilgili bir uyarı yayınladı. Britanyalılar zaten Bitcoin ödemeleri talep eden kötü niyetli kişilere 1 milyon dolardan fazla para kaybetmiş durumda. İngiltere'de 115 teyit edilmiş CoronaVirüs vakası var. Bu yüzden insanlar kendilerini yaklaşmakta olan salgın hastalıklardan korumak için yapmamaları gereken şeyleri yapmaya dahi hazırlar. Raporda, bazı mağdurların, bölgelerindeki virüslü bireylerin bir listesini kendilerine verme vaadi sunan sahte e-postalara cevap verecek kadar korkmuş oldukları belirtiliyor. Buna karşılık, dolandırıcılar Bitcoin ile ödeme talep etmekteler. Hastalık insanları o kadar korkutmuş bir durumdaki insanlar kendilerini korumak için kendilerinden talep edilenler ne olursa olsun vermeye hazır görünüyorlar. Bu arada, bazı fırsatçı dolandırıcılar, az bulunması nedeniyle son zamanlarda değerli bir emtia haline gelen yüz maskelerini de dolandırma aracı olarak kullanıyorlar. Bir adamın maske almak için yaklaşık 15.000 dolar harcadığı bildirildi. Ancak elbette adam siparişini hiçbir zaman alamadı. Maske kıtlığı sebebiyle pek çok ülkede maske satışları patladı ve insanlar aynı anda binlerce maske satın almaya başladılar. Bu aynı zamanda bir kazanç kapısı haline de geldi. Maskeleri ilerleyen dönemlerde virüsün çok daha yaygın hale geldiği zamanlarda satmak için ellerinde bekleten insanlar dahi bulunmakta. CoronaVirüs konusunda tek para kazanma girişimi bu değildi. Kripto geliştiricileri kısa süre önce 'CoronaCoin' adlı yeni bir “ölüm sayısına bağlı olarak arzı 48 saatte bir azalan” bir distopik kripto para başlattı. CoronaCoin'in arzının yüzde 20'si aylık olarak Kızıl Haç'a bağışlanacak olsa da, birçoğu hala kripto para birimini etik olmadığı için son derece sert şekilde eleştirdi. Neden Bitcoin Alınmalı? Bitcoin artık insanlar tarafından kabul gören bir para birimi. Her ne kadar bazı ülkeler Bitcoin’in kullanılması karşısında direnip sürekli sorun çıkarmaya çalışsalar da lider kripto para birimi insanlar tarafından çoktan her alanda kullanılmaya başlandı bile. Bu işe girmek isteyip de fazla bilgisi olmayanların aklında ise neden Bitcoin almalıyım sorusu var. Bitcoin almak için oldukça fazla sebep var. Bitcoin günümüzde en az altın, Dolar ve Euro kadar önemli bir yatırım aracı haline geldi. Sürekli iniş ve çıkışlı bir hareket sergilemesi pasif gelir elde etmek isteyenlerin de dikkatini çekti ve insanlar paralarını Bitcoin’e yatırarak kolay bir şekilde yatırımlarını katladılar. Bitcoin sürekli bir yükseliş trendi içinde. 2009 yılından bu tarafa Bitcoin’in yaşadığı en büyük düşüş zirve yapmasından hemen sonra oldu. Bu yüzden insanlar bu kripto paranın yeniden bir zirve yapmadan dipleri görmesinin zor olduğunu biliyorlar. Bu da yeniden zirve yapana kadar büyük bir düşüş yaşamayacağını bizlere gösteriyor. Dolayısıyla Bitcoin’e yatırım yapılmaya devam ediliyor. Bitcoin acil para ihtiyacı olan insanlar için önemli bir alan. Kısa süre içinde al sat yaparak insanlar ihtiyaçları olan parayı hemen elde ediyorlar. Bu durum aynı zamanda acil ihtiyacı olmasa da kısa sürede para kazanmak isteyenlerin de başvurdukları bir durum. Ancak biraz riskli olduğunu da söylemek lazım. Pek çok insan Bitcoin’in 2017 yılında olduğu gibi tekrar inanılmaz bir yükseliş yapacağını düşünüyor. Bu da Bitcoin’e olan ilgiyi sürekli canlı tutuyor. İnsanların içindeki milyoner olma isteği lider kripto paranın sürekli olarak cazip olmasını sağlıyor. Bitcoinle içli dışlı olmayan bazı insanlar bir umutla aldıkları yüklü Bitcoin’i ellerinde tutmaya devam ediyorlar. Hatta geçmişte de bu şekilde yatırım yapanların 2017 yılındaki ani yükseliş sırasında Bitcoin satın aldıklarını dahi unuttukları ortaya çıkmıştı. Bitcoin Değer Kazanması İnsanların forex ya da borsa oynama oranları eskisine göre oldukça azaldı. Çünkü Bitcoin insanlara daha kısa sürede daha yüksek paralar kazanmayı vaat eden yeni bir varlık olarak ortaya çıktı. Bitcoin’in bu denli yüksek paralar kazandırmasının en önemli sebebi ise kısa zamanda büyük değer farklılıkları yaşaması. Bu yüzden insanlar Bitcoin nasıl değer kazanır, hangi durumlarda kazandırır gibi soruların da cevaplarını aramaya başladılar. Bitcoin tıpkı diğer tüm varlıklar gibi dünya üzerindeki siyasi ve ekonomik gelişmelerden etkileniyor. Bu da değerinin yükselip düşmesine sebep oluyor. Buradaki asıl nokta ise yönünün tahmin edilmesinin zor olması. Bir başka deyişle olumlu gelişmeler yaşansa dahi Bitcoin bundan negatif şekilde etkilenebiliyor. Son olarak Amerika ve Çin arasında yaşanan Yuan krizine bağlı olarak Bitcoin’in bir düşüşe geçtiği gözlemlendi. Yuan’ın Amerikan Doları karşısındaki değer kaybı Bitcoin’in de değer kaybetmesine sebep oldu.
Tumblr media
Bitcoin fiyatı üzerinde etkili olan bir diğer etmen ise balina olarak adlandırılan ve yüksek alış ve satış yapan kişiler. Bu kişiler yüksek değerde işlemler yaptıkları için bir anda piyasanın gidişatını değiştirebiliyorlar. Balina hareketleri analizciler tarafından başladığı anda algılanabiliyor. Bu yüzden tedbir almak da mümkün. Piyasaya yüklü miktarda Bitcoin süren bir balina değerin bir anda düşmesine sebep oluyor. Bir süre sonra da fiyat düştüğü için sürdüğünden daha fazla alım yaparak değerin tekrar yükselmesine sebep oluyor. Bu tarz manipülasyonlar küçük yatırımcıların zarar etmelerine sebep oluyor. Bitcoin, Dolar, Euro ya da diğer değerli para birimlerine göre çok hassas dengelere sahip. Bu da sadece dakikalar içinde insanların milyon dolarlar kazanmasına olanak tanıyor. Bazı borsalarda bulunan kaldıraçlı sistemler ile az Bitcoin sahibi olanların kazançlarını büyütmeleri de mümkün oluyor. Bitcoin Neden Düşer? Kripto para birimi olan Bitcoin’in değerinin düşmesi arz ve taleplere bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumu borsadaki hisse senetlerine benzerdir. Bir diğer sebep ise piyasada olan insanların ödemeye istekli olup olmamasına bağlıdır. Eğer insanlar daha fazla Bitcoin’e ilgi gösterirse coinimizin değeri artacaktır. İlgi az olduğunda ve satın alımın düşüşte olduğunda coinimiz değer kaybedecektir. Bu gibi durumları daha çok alım satım işlemleri olarak düşünebiliriz. Dünya üzerinde olan küresel olayların Bitcoin ve kripto para piyasasını yukarı aşağıya çekme gibi durumları vardır. bu küresel olaylara örnek verecek olur isek; Avustralya’nın Bitcoin’i resmi para olarak kabul etmesinin ardından kripto paramız yükselişe geçmiştir. Diğer bir durum ise Mt. Gox adlı bir şirketin hackerler tarafından işgal edilmesi şirketin iflas vermesine sebebiyet vermiştir. Bu nedenle kripto paramızın değerinin düşmesine sebebiyet vermiştir. Kripto para birimlerinde en önemli faktör gizlilik ve güvenliktir. Eğer güvenlik ihlalleri yaşanırsa kripto paramızın değeri düşecek ve bu durumun yaşanması çok normaldir. Bitcoin madencilik ile kazanıldığı için madencilik için kullanılan teknolojik ürünlerin fiyatlarının pahalanması ve stoklarının azalması gibi nedenler, Bitcoin ve diğer kripto paraların zamanla değerlerini yitirmesine sebebiyet verebilir. Bu gibi durumlarda Bitcoin’inizi alıp satmanız zorlaşacak ve sizi zarara soktuğu gibi borsa piyasasını da zarara sokacaktır. Eğer yatırımcıların birçoğu yaptıkları yatırımları çekerlerse, maden yapan insanların maden sistemlerini kapatmaya başlarlarsa bir ağaç misali yavaş yavaş çürüyüp gider. Kripto para uzmanlarına göre Bitcoin’lerinizden zarar etme ihtimaliniz vardır. Eğer Bitcoin basın tarafından veya insanlar tarafından kötülenmeye başlanırsa Bitcoin gerçekten yavaş yavaş bitme noktasına gelecektir. Bitcoin’in piyasasını hareketliliği için alım satımların fazla olması gerekmektedir. Bitcoin fiyatları neye göre artabilir veya neye göre azalacağını yukarda örnekler vererek anlattık. Bitcoin çok tuhaftır ki her an değeri bir anda yükselebilir veya düşebilir. İşte bu yüzden zarar etmemeniz için piyasayı çok iyi takip etmeli,  olumlu olumsuz nedenleri incelemeli, dünya üzerindeki küresel olayların kripto para üzerinde yaratacağı etkileri iyi analiz etmelisiniz. Read the full article
0 notes
kulturpostasi · 4 years
Text
Onlar da çocuktu... Şu Çılgın Çocuklar
Tumblr media
Bir zamanlar onlar da çocuktu... "Şu Çılgın Çocuklar"ı anma zamanı. Ulusal egemenliğimizi kazandığımız 23 Nisan, çocuklara armağan edilmiş bir bayram.  Ulusal egemenliğimizi sağlayan gerçek kahramanların, hiç yaşayamadıkları çocukluklarına odaklanmak istedik. 15 sanatçı, Atatürk’ten Seyit Onbaşı’ya, Hasan Tahsin’den Halide Edib’e 17 kahramanımızın en bilinen portre fotoğraflarından yola çıkarak çocukluk hallerini resmetti. Şu Çılgın Çocuklar The Sanat adlı oluşum, yaptığı proje ile bize bugünü sağlayan kahramanlarımızı yeniden gündeme getiriyor. “Şu Çılgın Çocuklar” adını taşıyan projenin yaratıcı yönetmenliğini Ali Ömür Ulusoy, sanat yönetmenliğini ise Nesli Meriç Sanioğlu üstleniyor. Emperyalizme karşı büyük zaferi kazanan kahramanlarımızı saygıyla ve özlemle anıyoruz... Unutmayın bir zamanlar onlar da çocuktu... Şu Çılgın Çocuklar... MUSTAFA KEMAL
Tumblr media
Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile Meclis ve Hükümet Başkanlığına seçildi. 5 Ağustos 1921’de kendisine Meclis tarafından Başkomutanlık görevi verildi. Sakarya Savaşı’nın kazanılmasının ardından, Gazilik ünvanı ve Mareşallik rütbesi ile onurlandırıldı. Büyük Taarruzu yöneten ve düşmanın tamamen yurttan atılmasını sağlayan Gazi Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilan edilmesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. (Eser: Rıza Türker) İSMET İNÖNÜ
Tumblr media
19 Mart 1920'de Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine gizlice Ankara'ya geçip, Milli Mücadelede önemli görevler üstlendi. Edirne Milletvekili seçilerek çalışmalara katıldı ve Genel Kurmay Başkanı olarak düzenli bir ordu kurmayı başardı. Batı Cephesi komutanlığına atanarak Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarını kazandı. Generalliğe yükseldi ve İsmet Paşa olarak anılmaya başlandı. Sakarya ve Başkumandanlık Meydan Savaşlarında etkili oldu. (Eser: Şahan Noyan) KAZIM KARABEKİR
Tumblr media
İtilâf Devletleri, Mondros Mütarekesi’ne dayanarak ülkeyi parçalayıp bölüşmeye ve stratejik yollara hâkim olmaya başlamışlardı. Tümgeneral Kâzım Karabekir, bu sırada İstanbul’a geldi. Fakat İstanbul’da bir şey yapılamayacağı kanısındaydı. Mustafa Kemal de kendisine, “Erzurum’a gitmesini ve orada halkı teşkilâtlandırmasını” önerdi. 15’nci Kolordu Komutanlığını kabul ederek Erzurum’a gitti ve Doğu Cephesi Komutanı olarak Kars ve dolaylarını kurtardı. Yaşadığı dönemde meydana gelen muharebelerin neredeyse tamamına katılmış, çok tecrübeli bir komutandı. Özellikle Doğu Cephesi Komutanı olarak kazandığı zaferler, tüm askerî otoriteler tarafından hayranlıkla karşılandı. En kritik dönemde davaya bağlılığı ve vefakârlığı ile bilinir. Kurtuluş Savaşı'nı başlatan komutanların arasında yer alır. Doğu Cephesi'nde gösterdiği başarılardan dolayı Kırmızı-Yeşil şeritli İstiklâl Madalyası ile onurlandırıldı. (Eser: Nuri Keli) ŞAHİN BEY
Tumblr media
Şahin Bey, Kilis-Antep yolunun savunmasını üstlendi. Milis güçlerini organize ederek 1920 yılı başlarından itibaren Fransız güçlerine karşı mücadeleye başladı. Fransızların Antep üzerine sevkiyatlarını durdurdu ve bu güçleri geri çekilmeye zorlamayı başardı. 24 Mart'ta kalabalık bir Fransız gücü Urfa'ya harekata geçmiş, fakat milis güçleri tarafından konvoyun ilerleyişi durdurulabildi. Ancak Fransızların takviye birlikler ve ağır ateş gücü sonucu Şahin Bey ve diğer Türk birlikleri geri çekilmek zorunda kaldı. Şahin Bey, 28 Mart'ta kendi komutasındaki birliklerce tutulan Elmalı köprüsünde meydana gelen çarpışmada şehit düştü. (Eser: Gülşen Arslan Akça) HALİDE EDİB
Tumblr media
Halide Edib, 1919 yılında İstanbul halkını, ülkenin işgaline karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatipti. “Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır.” cümlesi ile akıllarda yer tuttu. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920’de at sırtında yola çıkan Halide Edib, hatipliğin haricinde, cephede, hastanede, iletişimde ve daha birçok alanda savaş sırasında aktif rol üstlendi. İngilizler İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgaliyle hakkında idam emri çıkarılan ilk altı kişiden biri oldu. (Eser: Ecem Hatipoğlu) KARA FATMA
Tumblr media
1919'daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. İzmir'in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir'e geçerek kurtuluşu için savaştı. 300 kişiyi aşkın birliği ile I., II. İnönü Muharebesi, Sakarya Meydan Muharebesi ile Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde çarpıştı. Bursa'nın Yunan işgalinden kurtuluşunda rol oynadı. Onbaşılığı döneminde, sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü. İki oğlu ve Eşi savaşta şehit oldu. Kendisi ise çavuşluk rütbesiyle başladığı askerlikten üsteğmen rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı. Fakat kendisine gerektiği kadar yardım yapılmadığı için son yıllarında sefalete düşen Kara Fatma, geçirdiği hastalıktan sonra Darülaceze'ye yatırılmış ve burada 67 yaşında vefat etti. (Eser: Dilek Mansur) HASAN TAHSİN
Tumblr media
Hasan Tahsin, mütarekenin karanlık günlerinde İzmir’e geldi. Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin sözcülüğünü yapan Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) Gazetesi’nin başyazarlığını yapmaya başladı. Kalemiyle, eylemleriyle Anadolu’ya yapılacak istilanın akıbetini göstermeye çalıştı. Fakat, 15 Mayıs 1919 sabahı, korktuğu başına gelmiş, Yunan Efzon Alayı, askeri gemiden inerek karaya çıkıyordu. Bu durumu kabullenemeyen Hasan Tahsin, kalabalığı yarıp ilk kurşunu attı ve Yunan sancaktarını yere serdi. Hiç beklenmedik bu ateş karşısında, önce paniğe uğrayan Yunanlılar gerilediler, peşlerindeki Rum kalabalığı arasından denize düşenler görüldü. Fakat karşılarında ateş edenin yalnızca bir kişi olduğunu fark eden Yunan Alayı, hemen karşı ateşe başladı. Silahlardaki kurşunları biten Hasan Tahsin, süngü darbeleriyle şehit edildi. Hasan Tahsin’in attığı bu kurşun, Kurtuluş Savaşı’nın meşalesini yaktı. (Eser: Hakan Taşkıran) GÖRDESLİ MAKBULE
Tumblr media
Makbule Hanım, daha bir yıllık evli iken eşinin yanında Kuvay-i Milliye'ye katıldı. 15 Mayıs 1919 tarihinde, Yunan ordusunun Batı Anadolu'yu işgale başlaması sonrası, eşi Halil Efe ile Türk direniş çetelerine katıldı. Yunanlar, Sakarya Muharebesi'ni kaybederek Afyon mevzilerine çekildiklerinde, bir taraftan da Halil Efe'nin Gördes-Sındırgı-Akhisar bölgesinde faaliyet gösteren çetesinin saldırıları ile karşılaşıyorlardı. Gördesli Makbule, Kocayayla bask��nında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için öne atılınca başından şehit oldu. (Eser: Rıza Türker) MEHMET AKİF
Tumblr media
Millî mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci ve siyasetçi olarak katıldı. Milli Mücadele döneminde çıkardığı derginin etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların, hâkimiyetindeki Türk halklarını etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye girişini yasakladı. Aynı dönemde, Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra, 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Akif, ödül olarak verilen 500 Lira’yı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı. (Eser: Dilek Mansur) NENE HATUN
Tumblr media
93 Harbi sırasında Erzurum'da Aziziye savunmasına katılan, Rus işgaline karşı Erzurum’daki halk direnişinin simgesi hâline geldi. Rusların Deveboynu savaşından sonra Erzurum'un varoşlarındaki tabyaları işgal etmesi üzerine, Nene Hatun, 3 aylık oğlunu evde bırakarak şehrin savunmasına katıldı ve sayısız kahramanlık gösterdi. Oğullarından ikisini şehit verdi. (Eser: Semih Oduncu) FEVZİ ÇAKMAK
Tumblr media
I.Dünya Savaşı'nda Çanakkale, Kafkas ve Suriye cephelerinde savaştı. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında çok büyük görevler üstlendi. Düşmanın amacına ulaşmasını tekrar tekrar engelledi. Fevzi Çakmak’ın gayreti ile Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliği göreviyle ve geniş yetkilerle Anadolu’ya gönderilmesine karar verildi. Özellikle düzenli ordunun kurulmasında büyük hizmetleri oldu. Sakarya Savaşı’nın kazanılmasında büyük rol oynadı. Cephenin en ön saflarında bizzat çarpıştı. Bir taraftan da Ankara’ya gelerek savaşın gidişi yüzünden heyecana kapılan meclisi yatıştırıcı konuşmalar yaptı. Yunan ordusunu kesin yenilgiye uğratan Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nin savaş planları da Fevzi Paşa tarafından hazırlandı. 30 Ağustos Zaferi’nin kazanılmasında büyük rolü olan Fevzi Paşa’ya, Mustafa Kemal’in teklifiyle Büyük Millet Meclisi tarafından mareşallik rütbesi verildi. Türkiye'nin, Mustafa Kemal’den sonraki ikinci ve son mareşali olarak tarihteki yerini aldı. (Eser: Hakan Taşkıran) HALİME ÇAVUŞ
Tumblr media
Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi tıraş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı. Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı. İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Mustafa Kemal, “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” dedi. (Eser: Serhat Alparslan) NEZAHAT ONBAŞI
Tumblr media
70.Alay komutanı olan babası Hafız Halid Bey, eşini kaybedince, kızını emanet edecek kimse bulamadı ve yanına aldı. Askerlerin içinde büyüyen Nezahat, 12 yaşına kadar at binmeyi ve silah kullanmayı öğrendi. Cephede gösterdiği başarılar sonucu da yine daha 12 yaşındayken onbaşı rütbesini almaya hak kazandı. Geyve Savaşı, Konya İsyanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebelerinde yer aldı. Gösterdiği kahramanlıklarla 70. alayın simgesi oldu, hatta 70. Alay, “Kızlı Alay” diye anıldı. TBMM'nin 30 Ocak 1921 tarihli oturumunda, İstiklal Madalyası takdim edilmesine karar verilen ilk kişi oldu. (Eser: Esin Karabenli) SEYİT ONBAŞI
Tumblr media
Balkan Savaşı'nda çarpıştıktan sonra, Çanakkale Cephesi'nde topçu eri olarak göreve başladı. 18 Mart 1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Onbaşı, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevliydi. Yapılan atışlar sebebiyle tabyada bulunan topun mermi kaldıran vinci parçalandı. Bunun üzerine Seyit Ali, 215 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak top kundağına yerleştirdi. Bu sayede, yeniden ateşe başlanabildi ve İngiliz zırhlısı Ocean'a ağır yara verdi. Ocean’da bu yaradan kısa bir süre sonra alabora olarak battı. Bu yüzden komutan ona onbaşılık unvanını verdi. Böylece Seyit Onbaşı, “Çanakkale geçilmez” dedirten sayısız kahramanlarımızdan oldu. (Eser: Şengül Altınok) SÜTÇÜ İMAM
Tumblr media
Tarih 31 Ekim 1919, yer Maraş… Fransızlar, üç Türk kadına "Burası artık Türk memleketi değildir.” diyerek sarkıntılık etti. Bu olayı gören Sütçü İmam, silahıyla ateş açtı ve bir Fransız askerini öldürüp bir diğerini de yaraladı. Kahramanmaraş'ta düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Maraş'taki Kurtuluş hareketini başlatarak tarihe geçti. (Eser: Yusuf Turğut) YAHYA KAPTAN
Tumblr media
Gizli teşkilatlanma konusunda uzman bir çeteciydi. Kendi askerî kuvvetleriyle birlikte Kuvayı Milliye'ye geçti. O dönemin şartlarında çok önemli bir gelişmeydi. Bu sırada durumdan memnun olmayan İttihatçılar, kendi saflarındaki bu çözülmenin önüne geçmek için İstanbul'daki dönemin gazetelerinde, "Kuva-yi Milliye'de böyle bir eşkıyanın var olmasının yanlış olduğu; bu durumun Kuva-yi Milliye için bir kara leke olduğu" gibi karalayıcı yazılar çıkardı. Bu haberlerden bir süre sonra da Yahya Kaptan, İttihatçılar tarafından ele geçirildi ve ensesinden yediği kurşunla 8 Ocak 1920'de şehit edildi. Atatürk yazmış olduğu eseri Nutuk'ta, Yahya Kaptan'a 20 sayfa ayırdı; en çok yer sahibi olan kişi de dolayısıyla Yahya Kaptan oldu. (Eser: Esra Enis Kesicibilek) YÖRÜK ALİ EFE
Tumblr media
Yunan karakoluna yaptığı baskın sonucu, karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. Bu önemli başarı, halka ümit ve cesaret vererek, düşmanın yurttan atılabileceğine olan inancı arttırdı. Yunan Ordusu ise beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılarak Aydın istikametine çekildi. Ancak o emrindeki kuvvetlerle birlikte Aydın'ı da geri aldı. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi ay boyunca düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellendi. (Eser: Murat Kara) Onlar da çocuktu... Şu Çılgın Çocuklar İlginizi çekebilir: https://kulturpostasi.com/mustafa-kemal-ataturk/ Read the full article
0 notes