Tumgik
#4 büyük halife
zarif-tebessum · 7 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
"Ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz"
Hz Muhammed (SAV)
11 notes · View notes
yalnzardc · 11 months
Text
Ridde olayları :
Usame b. Zeyd'in komutan tayin edildiği ordu Peygamber Efendimizin vefatı ile birlikte durmuştu, Usame b. Zeyd Halife seçilene kadar ordu bayrağını Hz. Ebu Bekir efendimizin kapısına sapladı. Hz Ebu bekir halife seçilince onun devam etmesini istedi. 8 bin kişilik ordu ile bizansın karşınıa çıktılar Bizans resmen (sayısal olarak) küçücük İslam ordusuna karşı tedbir almak zorunda kaldı. Bu bizansa yapılan ilk gövde gösterisiydi, Usame başarılı bir şekilde geri döndü.
Bu arada ridde olayları katlanarak artmaya başladı.
Hz. Ebu Bekir tüleyha el esedi üzerine Halid B. Velid'i gönderdi.
Ardından orduyu Peygamberlik idda eden selma binti melike'nin üstüne gönderdi.
Zekatı reddeden Yerbu kabilesi kılıçtan geçirildi.
Umman ve Bahreny dinden çıktı Hz. Ebu Bekir Radıyallahuanh İkrime, Afrece ve Huzeyfe'yi radıyallahuanha gönderdi. Emir komuta hz İkrime'deydi. İslam ordusu bu savaşı kazandı bu savaşta 10 bin mürted öldü.
Bundan sonra müseylemetül kezzab ile çok daha büyük bir savaşa girildi. Ordu komutası Halid b. Velid radıyallahuanh'daydı. Bu savaşın kazanılması ile ridde olayları tamamen bitti
4-5 sene içinde 11 kabilenin riddesi bastırıldı.
Ridde olaylarında cizye alınmadı.
3 notes · View notes
fetvayadiren · 2 months
Text
CUMHURİYETİ KURAN PARTİYE "KUMPAS" / AĞACIN KURDU İÇİNDE OLUR
"Ali Sunal: 4 Haziran 1970 yılında Akçaabat'ın Cevizli Köyü'nde doğdunuz. Ekrem İmamoğlu: Düzelteyim burada ya. Ben aslında 3 Haziran 1971 doğumluyum. Ya niye bilmiyorum ama 'söylemekte bir şey yok yani', babam bir yaş büyük yazdırmış. Oluyor biliyorsun bu işler. Hatta babam düğün davetiyesine 'Oğlum 3 Haziran 1971, saat 14.32'de doğdu' yazmış. Tabii eşim kızıyor bana; 'Ben' diyor 1970'li olarak aldım seni kusura bakma.'" (https://www.gazeteduvar.com.tr/ekrem-imamoglu-gercek-dogum-tarihini-acikladi-haber-1589035) Başlangıç notu: Nüfusa kaydedildiği tarih baz alınacak olursa, "I". yıl sonraki gerçek "doğum" tarihi, 2016 tarihli biyografisine dayanan yazı dizisinde(https://www.gercekgundem.com/siyaset/95912/ailesi-ve-arkadaslari-ekrem-imamoglunu-anlatti) vurgulandığı gibi "4 Haziran 1971" olmalı. Bu durumda doğumundan sonra gördüğü ilk şafak, Gülen'in şakirtleri nezdindeki hicri 30. "kutlu doğum" günüdür. Ne güzel olurdu, "doğum" tarihini babasının yazdığı o düğün davetiyesini "İmamoğlu" yayınlasa... "söylemekte bir şey yok yani" ... Para kulelerinin inşa edildiği tarihe dair kamera kaydıyla evrak arasındaki çelişkiye dair CHP'nin yaptığı açıklamada: "Evrakın düzenleme tarihi 9 Aralık 2019’dur. Güvenlik kamerası görüntüleri, her ne kadar 10 Aralık 2019’u gösterse de gerçek tarih evraktan da anlaşılacağı üzere 9 Aralık 2019’dur." denilmiş (https://medyascope.tv/2024/03/13/chpde-para-sayma-sorusturmasi-goruntulerdeki-uc-isim-ifadeye-cagrildi/). CHP'nin açıklamasında işaret edilen
9/12/2019
tarihi,
Gülen'in m. "27/4"/1942 [h. "11/4"/1361] tarihinde şakirtleri nezdindeki "kutlu doğum"u sonrasında gördüğü ilk şafağın hicri 80. yıldönümüdür.
MİLAT, yani takvimin "I". günü olarak kabul edilirse, yayınlandığı m. "11/3"/2024'ten [h. 1/9/1445] sonra ilk şafağın görüldüğü tarih "4/4/4" olarak hesaplanmaktadır.
"Ekrem İmamoğlu"nun kimliğindeki "doğum" tarihi MİLAT, takvimin "I". günü kabul edilirse, 7/7/49 olarak hesaplanmaktadır. "Mekke'nin fethi için 'miladi yılbaşı' olan 'doğum' metaforlu '10/9'/8'de sefere çıkılması"nın "hicri 1360. yıldönümü" olan m. 7/7/1949 [h. "10/9"/1368] tarihine atıf olması muhtemeldir. (Aranot: Gülen'in "ana rahmine düşme" metaforlu "regaib kriptosu" ve dahi hicri takvimin "I". günü olan "16 Temmuz" 622'nin miladi 1319. yıldönümünden sonra görülen ilk şafak olan m. "17 Temmuz" 1941 [h. "22/6"/1360] tarihi, hicri 1360. yıla denk gelmektedir. Bu çerçevede Fethullahçı ezoterik kriptolojide "hicri 1360. yıldönüm" önemli bir vurgudur. )
Hakeza videonun servis edildiği
"11/3"/2024
tarihi,
Başta Gülen'in Ramazan Hocası sıfatıyla "'I'. sızıntı"yı yaptığı 1959'da tarih, "Kestane Pazarı ve dahi Kestane Kampı'na atandığı" 1966 ve 1999'daki tarihler ve dahi son halife Abdülmecit'in "Ankara Hükümeti'ni dinsiz ilan ederek hilafetle ilgili karar almak üzere İslam alemini bir konferans toplamaya davet ettiği duyurusu"nu yayınladığı 1924'teki tarih olmak üzere, Fethullahçı ezoterik kriptolojide sıklıkla karşılaşılan "11 Mart"ların miladi yıldönümüdür.
MİLAT, yani takvimin "I". günü kabul edilirse, "hicri yılbaşı"ndan sonra ilk şafağın görüldüğü m. 8/7/2024 [h. 2/1/1446] tarihi, Gülen'in şakirtleri nezdindeki "kutlu doğum" günü olan "27/4"/00 olarak hesaplanmaktadır. Gülen'in "ana rahmine düşme" metaforlu "regaib kriptosu"nun, hicri takvimin "I". günü olan "16 Temmuz" 622'den sonra görülen ilk şafağın miladi yıldönümü olmasına atıf olması muhtemeldir.
Cumhuriyeti kuran CHP için önümüzdeki süreçteki riskli tarihler
yukarıdaki hesaplamalar çerçevesinde "6-9 Temmuz 2024" tarih aralığı,
6-9/7/2024'ten "27", farklı bir ifadeyle "3^3", farklı bir ifadeyle "3x3x3" gün sonrası olan ve CHP'nin kuruluşunun hicri "104"., farklı bir ifadeyle "26x4". yıldönümünü de kapsayan "2-5 Ağustos 2024" tarih aralığı ve
6-9/7/2024'ten "2^6", farklı bir ifadeyle "4x4x4" gün sonrası olan ve CHP'nin kuruluşunun miladi 101. yıldönümünü de kapsayan ve dahi Fethullahçı ezoterik kriptolojide sıklıkla karşılaşılan "9-11" vurgusunu da ihtiva eden "8-11 Eylül 2024" tarih aralığı
0 notes
haberoku · 1 year
Text
Halife Nedir? Halife Ne Demek?
Tumblr media
Halife nedir? Halife ne demek? sorusu, İslam tarihinde önemli bir yere sahip olan halifelik makamını ifade eder. Halife, Hz. Muhammed'in ölümünden sonra İslam topluluğuna önderlik eden ve onun yerine geçen liderdir. Bu lider, Müslümanların siyasi, dini ve toplumsal konularını yönetir. Halifelik, İslam toplumunda büyük bir saygınlık kazanmıştır ve Osmanlı İmparatorluğu'nda da kullanılmıştır. Halifelik makamı, günümüzde resmi olarak kullanılmamaktadır ancak bazı ülkelerde sembolik olarak korunmaktadır. Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ebu Bekir gibi önemli halifeler bulunmaktadır. Halife nedir? Halife, İslam dininde peygamberin vefatından sonra onun yerine geçen liderdir. Halife ne demek? Halife, Arapça kökenli bir kelime olup, "birinin yerine geçen" anlamına gelir. Halife kimdir? Halife, İslam dininde peygamberin vefatından sonra onun yerine geçen liderdir. Halife seçimi nasıl yapılır? Halife seçimi, İslam dininde ümmetin önde gelenlerinin oy vermesiyle yapılır. Halife kaç yıl görev yapar? Halife, ömür boyu görev yapar. Ancak, sağlık sorunları veya istifası gibi nedenlerle görevi sona erebilir. Halife neden önemlidir? Halife, İslam dininin lideridir ve Müslümanların manevi rehberidir. Halife nasıl seçilir? Halife, İslam dininde ümmetin önde gelenlerinin oy vermesiyle seçilir. Halife hangi dönemde yaşamıştır? Halife, İslam dininin kuruluşundan sonra yaşamıştır. Halife ne zaman kuruldu? Halife sistemi, İslam dininin peygamberi Muhammed'in vefatından sonra kurulmuştur. Halife nasıl bir liderdir? Halife, İslam dininde manevi liderdir ve Müslümanların rehberidir. Halife ne zaman sona erdi? Halife sistemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla sona ermiştir. Halife hangi ülkede yaşıyor? Günümüzde halife sistemi yoktur ve halife olmayan birçok İslam ülkesi vardır. Halife ne zaman kuruldu? Halife sistemi, İslam dininin peygamberi Muhammed'in vefatından sonra kurulmuştur. Halife kaçıncı dönemde yaşamıştır? Halife, İslam dininde 4 halife dönemi bulunmaktadır. Halife nasıl seçilir? Halife, İslam dininde ümmetin önde gelenlerinin oy vermesiyle seçilir. Halife ne zaman yıkıldı? Halife sistemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla sona ermiştir. Halife hangi dini liderdir? Halife, İslam dininin lideridir. Halife ne kadar süreyle görev yapar? Halife, ömür boyu görev yapar. Ancak, sağlık sorunları veya istifası gibi nedenlerle görevi sona erebilir. Halife ne zaman ortaya çıktı? Halife sistemi, İslam dininin peygamberi Muhammed'in vefatından sonra ortaya çıkmıştır. Halife Nedir? Halife Ne Demek? Halife nedir? Halifelik, İslam dininde peygamberin yerine geçen kişinin liderliği anlamına gelir. Halife ne demek? Halifelik, "yol gösteren" veya "halef" anlamına gelir. Halife kimdir? İslam dininde halifelik, Hz. Muhammed'in ölümünden sonra liderliği devralan kişilerdir. Halife seçimi nasıl yapılırdı? İslam tarihinde halife seçimi genellikle şura meclisi tarafından yapılırdı. Halife dönemi nasıl geçti? İslam dünyasında halifelik dönemi, büyük fetihler ve kültürel gelişimlerin yaşandığı bir dönemdir. - Halife olarak seçilen ilk kişi kimdir? - Halife döneminde hangi savaşlar yapılmıştır? - Halife döneminde hangi ilim dalları gelişmiştir? - Halife döneminde hangi mimari eserler yapılmıştır? - Halife dönemi hangi yüzyılları kapsamaktadır? Read the full article
0 notes
korkutkalkan · 1 year
Link
Dört halife İslam dininde çok büyük öneme sahip güzide isimlerdir. Resûlullah’ın vefatının Müslümanlar üzerinde bıraktığı büyük üzüntü ve şaşkınlık sürerken onun yerine devletin başına kimin geçeceği tartışması hemen başladı. Peki, 4 halife kimdir? İlk halife kim seçildi? Son halife kimdir? İşte sırasıyla İslam halifelerinin isimleri...4 HALİFE KİMDİR?Hazreti Muhammet sav.'in vefatının ardından Halife seçilen 4 büüyk halifenin isimleri sırasıyla şöyledir:1-Ebu Bekir - Hz. Ebu Bekir2-Ömer bin Hattab - Hz. Ömer3-Osman bin Affan - Hz. Osman4-Ali bin Ebû Tâlib - Hz. AliBazı kaynaklar buna sadece 6 ay gibi bir süre görev yapan beşinci halife Hasan bin Ali'yi de dahil ederler. 1- İLK HALİFE HZ. EBU BEKİRTarihi: 632 - 634Hz. Ebu Bekir, ilk Müslüman olan sahabelerden biridir. Dürüstlüğü nedeniyle kendisine es-Sıddık lakabı verilmiştir. Hicret esnasında Mekkeli müşriklerin saldırısından korunmak için Hz. Muhammed ile birlikte mağaraya sığınmıştır. Bu nedenle diğer lakabı, mağara arkadaşı anlamına gelen yar-ı gardır.Hz. Ebubekir döneminde yaşanan en önemli gelişmelerden biri Kuran-ı Kerim'in mushaf haline getirilmesidir. Bu sayede, Kuran'ı Kerim'i okuyan Müslümanların ve hafızların sayısı hızla artmıştır. Peygamber efendimizin vefatından sonra zekat vermeyi reddedenler, peygamberlik iddiasında bulunanlarla ve dinden dönenlerle birleşerek Müslümanlara savaş açmıştır.Bahreyn ve Yemen'de toplanan büyük bir kalabalık, namaz kılıp oruç tutacaklarını ancak zekat vermeyeceklerini söylemiştir. Hatta bazıları daha da ileri giderek, kendilerinden zekat alındığı takdirde Hz. Muhammed'in mezarını bozacaklarını ifade etmiştir. Tarihe Ridde Savaşları olarak geçen bu savaşlarda yaklaşık 30.000 kişi hayatını kaybetmiştir.Hz. Ebubekir'in halife olduğu 2 yıllık dönemde, Suriye ve Irak fethedilmiş, İslam hızla yayılmaya devam etmiştir. 634 yılında Hz. Ebubekir hastalanmış ve vefat etmeden önce yerine Hz. Ömer'i halife olarak atamıştır.2. İKİNCİ HALİFE HZ. ÖMERHz. Ömer 634 - 644 yılları arasında halifelik yaptı. Her zaman adaleti gözeten biri olduğu için kendisine Faruk-ı Ekber ismi verilmiştir. Hz. Ömer'in 10 yıllık halifelik döneminde başta Mısır ve Irak olmak üzere birçok ülke fethedildi. Fethedilen ülkelerde kimsenin dini inancına ve yaşam tarzına karışılmadı. Sasani Devletinin yıkılması ile birlikte İslamiyet hızla yayıldı.Kendisi, Hz. Muhammed'in izinden giderek fakir bir yaşam sürdü. Halife olmasına rağmen en düşük maaşı kendisi aldı. Savaş ganimetlerini ise ihtiyaç sahiplerine dağıttı. O dönem içerisinde vergi ve zekat vermek istemeyen birçok devlet lideri vardı. Mugire Bin Şube'nin kölesi tarafından saldırıya uğrayan Hz. Ömer, 644 yılında vefat etti.3. ÜÇÜNCÜ HALİFE HZ. OSMANHz. Osman (644-656): İslam devletinde ilk iç karışıkların bu dönemde çıkması Hz. Osman Dönemini önemli kılan özelliklerden birisidir. Bu dönemin bir diğer önemli özelliği ise Kuran'ın bu dönemde çoğaltılmaya başlaması olmuştur. Hz. Osman Dönemi'nde Libya ile Tunus'un fethi tamamlanmıştır. Sonrasında sınırlar Kafkaslara kadar ulaşmıştır ancak Hazar Türkleri İslam Devleti'ni yendiği için geri çekilmek zorunda kalınmıştır. İslam Donanması kurulmuş ve ordunun gücü artmıştır. Hz. Osman'ın devlet kadrolarına kendi akrabalarını yerleştirmesi sonucunda ilk karışıklıklar başladı ve Kufe ile Mısır'da ilk isyanlar çıktı. İsyancılar Medine'ye gelerek Hz. Osman'ın şehit olmasına neden olmuşlardır.4. SON HALİFE HZ. ALİHz. Ali (656-661): İslam Devleti'nde dört büyük halife adıyla anılan halifelerin sonuncusudur. Hz. Ali İslam dini peygamberi olan Hz. Muhammed'in hem damadı hem de amcasının oğludur. Hz. Ali halifeliğe Medine halkının desteği ile getirilmiştir. Ancak Emeviler Hz. Osman'ın şehit eden kişinin bulunmayışı nedeni ile Hz. Ali'ye biat etmeyi reddetmişlerdir. Müslümanlar arasında birlik ve düzen gittikçe bozulmuştur. Hz. Ayşe de dahil olmak üzere bazı Müslümanların Hz. Ali'ye karşı çıkışından sonra ilk ciddi çatışma olan Cemel Vakası (Deve Olayı) meydana gelmiştir. Sıffin Savaşı gerçekleşirken Şam valisi Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı ordu kurması ile ilk iç savaş da yine Hz. Ali Dönemi'nde yaşanmıştır. Hariciler iç karışıklıkların bitmesi için Hz. Ali, Muaviye ve Amr Bin As'ın öldürülmesi gerektiğini düşünerek üçüne de suikast hazırlamışlardır. Amr Bin As ve Muaviye bu suikastten kurtulmuştur. Ancak Hz. Ali bu suikast ile şehir edilmiş ve Dört Halife Dönemi sona ermiştir.DÖRT HALİFE DÖNEMİ NE KADAR SÜRMÜŞTÜR?Dört Halife dönemi 632 ile 661 arası yılları arasında yani 29 yıl sürmüştür.HALİFELERİN GÖREVLERİ NELERDİR?Halifenin görevleri; Allah’ın hükümlerini tatbik etmek, namazları, özellikle Cuma ve Bayram namazlarını kıldırmak, zekât ve diğer vergileri toplamak, kadıları (hâkimleri) ve valileri tayin etmek, İslam devletinde yaşayan fertlerin malını, canını, dinini, ahlâkını, neslini korumak. İslam devletinin sınırların korumak, cihadı tanzim etmek, orduları hazırlamak, seferberlik emri vermek, komutan tayin etmek ve gerekirse komutanlık yapmak, İslam devleti içinde zulme uğrayanlara veya ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmek, İslam devletinde yaşayan fertler arasındaki ihtilafları çözmek ve fitneleri engellemek olmuştur. (Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 414-415. Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri)
0 notes
hanargelisim · 1 year
Text
Tumblr media
A503 ... 4 BİLGE KAĞAN YAZITI ve, ALLAH CC YAZITLARI,, ayetler şeklinde,, KARŞILAŞTIRMASI - 27-- 33 -
.
.
FACEBOOK'TA BİR GRUPTA PAYLAŞILDI. BUNUN ÜZERİNE BU KARŞILAŞTIRMA YAPILDI. ANCAK DAHA SONRA BUNUN ORHUN KİTABELERİ İLE İLGİSİNİN OLMADIĞI ORTAYA ÇIKTI. EMEK VERİLDİĞİ İÇİN PAYLAŞIYORUM. Bir DEĞERİ YOKTUR.
.
.
Orhun Irmağı yakınları, Moğolistan 🇲🇳
.
Orhun kitabeleri
.
.
27. Yazgına asi olma.
.
Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.
(Sure No:42  Ayet No :27)
.
Biz buna güç yetirmişizdir. Ve bizim gücümüz ne büyüktür!
(Sure No:77  Ayet No :23)
.
Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
(Sure No:17  Ayet No :13)
.
.
28. Yaptığın iyiliği unut, yapılan iyiliği unutma.
.
Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah´ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah´ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.
(Sure No:2  Ayet No :158)
.
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah´a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah´ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!
(Sure No:2  Ayet No :177)
.
Yara aldıktan sonra yine Allah´ın ve Peygamber´in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.
(Sure No:3  Ayet No :172)
.
.
29. Herkes adaletle iş görecek.
.
Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.
(Sure No:21  Ayet No :47)
.
Doğru terazi ile tartın.
(Sure No:26  Ayet No :182)
.
.
30. Her ne edersen et, yargılanacağını her daim akılda tut.
.
Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O´dur.
(Sure No:26  Ayet No :82)
.
Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver, dediler.
(Sure No:38  Ayet No :16)
.
Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah´ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah´ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.
(Sure No:38  Ayet No :26)
.
İşte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır.
(Sure No:38  Ayet No :53)
.
Çünkü onlar hesap gününü (geleceğini) ummazlardı.
(Sure No:78  Ayet No :27)
.
.
31. Milletine yaban kalma. İpeğin iyisine, sözün güzeline kanma, onlara boyanma.
.
Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah´a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.
(Sure No:2  Ayet No :83)
.
Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah´tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.
(Sure No:33  Ayet No :32)
.
Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah´ındır. O´na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah´a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.
(Sure No:35  Ayet No :10)
.
.
32. Kağan odur ki adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa İl yok olur. İl olmazsa budun kul olur.
.
Andolsun biz Musa´ya Kitab´ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa´ya da deliller verdik. Ve onu, Rûhu´l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!
(Sure No:2  Ayet No :87)
.
Kim, Allah´a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail´e ve Mikâil´e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.
(Sure No:2  Ayet No :98)
.
«Biz, Allah´a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya´kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa´ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah´a teslim olduk» deyin.
(Sure No:2  Ayet No :136)
.
.
33. Ey Türk Oğuz beyleri, ey milletim işitin !!!
.
«Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah´ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir» dediler.
(Sure No:36  Ayet No :17)
.
.
" Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir
.
Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab´ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.
(Sure No:2  Ayet No :85)
.
Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir.
(Sure No:2  Ayet No :254)
.
Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.
(Sure No:3  Ayet No :185)
.
.
HaNAR
.
.
        #thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира
0 notes
lisinyatur · 2 years
Photo
Tumblr media
ADANA’DA GEZİLECEK YERLER
Türkiye’nin en kalabalık 4. Şehri Adana binlerce yıllık tarihiyle sayısız turistik mekana ev sahipliği yapmasının yanında damak çatlatan lezzetleriyle ve mutfağıyla da tüm dünyada meşhur bir ilimizdir. Biz bu yazımızda Lisinya Tur’un lezzet turları kapsamında Adana Hatay ve Gaziantep şehirlerini kapsayan gezimizin ilk günü ilk durak Adana turunda sizleri nelerin beklediğini anlatacağız.
1 - Adana’da 1 günde neler yapılır? 2 - Meşhur Kaburgacı Yaşa Usta 3 - Sabancı Merkez Camii 4 - Adana Taş Köprü
Adana’da 1 günde neler yapılır?
Sizler için özenle hazırlanan Antalya çıkışlı lezzet turu programları kapsamında gastronomi şehirlerinde yöreye ait lezzetleri bizzat yerinde tatma imkanı bulurken aynı zamanda şehrin tarihi güzelliklerini de görme imkanı bulacaksınız. Otobüslü ve uçaklı iki farklı kategoride gerçekleşen lezzet turlarımıza Antalya, Alanya, Serik ve Manavgat’tan ya da çevresinden rahatça katılabilirsiniz. Adana, Gaziantep ve Hatay şehirlerini gezeceğimiz turumuzun ilk günü Adana’da geçiyor.
Meşhur Kaburgacı Yaşa Usta
Sabah sabah ciğer mi yenilir demeyin. Bugün hangi gurmeye danışırsanız size her lezzetin bizzat yerinde yenilmesini söyleyecektir. Ciğer kebap her yerde yenir ancak Adana’ya gelmişken bu eşsiz lezzeti yerinde tatmadan olmaz tabii ki. Adana turumuzun ilk günü sabah kahvaltısını bölgenin uğrak yeri meşhur Kaburgacı Yaşar Usta’da kahvaltı sofrasının vazgeçilmezi, Anadolu yemek kültürünün ayrılmaz parçası ciğer kebap ile yapıyoruz. Yazarken bile ağzımız sulandı.
Sabancı Merkez Camii
Sabah enerji dolu kahvaltımızdan sonra gezimiz devam ediyor. Sıradaki durağımız Seyhan nehrinin batı kıyısında Ortadoğu’nun en büyük camiilerinden olan toplamda 6600 metrekareye kurulmuş, uzaklardan görünen minaresiyle şehrin sembollerinden Sabancı Merkez Camii olacaktır. Camiinin tasarımındaki özelliklerinden şu bilgiyi aktarmakta fayda var. 4 yarım kubbe 4 halife ve 4 mezhebe, 5 kubbe islamın 5 şartına, 6 minaresi de imanın 6 şartına karşılık gelmektedir. 32 metre çaplı ana kubbe 32 farza, avludaki 28 kubbe Kur'an’da adı geçen 28 peygambere, ana kubbedeki 40 pencere Hz. Muhammed'in peygamber olduğu yaşa ve 40 rekat namaza, 99 metrelik 6 minare Allah’ın 99 güzel ismine karşılık gelir.
Adana Taş Köprü
4 gece 5 günlük güneydoğu gezimize Adana Taş Köprü ile başlıyoruz. Kim tarafından yaptırıldığı hakkında ilginç rivayetler olan Adana Taş Köprü’nün kadim bir eser olduğu belli oluyor. Çok eski zamanlarda şehirler kurulmadan önce Seyhan üzerinde taştan ya da tahtadan herhangi bir köprü yoktu. Bir zaman sonra o topraklar insanla buluştu. İnsanlar, nehir kıyısında bir de şehir kurdu. Toroslar Gülek Boğazı’ndan geçilebiliyordu. Ancak, Seyhan da geçilmeliydi. İpek Yolu üzerindeki Taşköprü işte bu nedenle inşa edilmiştir. Köprü üzerinde fotoğraflarımızı anılarımıza ekledikten sonra Seyhan Baraj Göleti çevresinden gölü de panoramik olarak görerek Gaziantep’te bulunan otelimize geçiyoruz.
https://lisinyatur.com/gap-turu
0 notes
ayn-el-yakin · 2 years
Text
Din ile ilgili 50 soru 50 cevap
Soru 1 : Kur’an’ı Kerim kaç yılda inmiş, tamamlanmıştır? Cevap : Kur’an’ı Kerim 22 sene, 2 ay, 22 günde inmiştir.
Soru 2 : Allah(c.c.)’ın dilediği şeyleri Peygamberlerine bildirmesine ne denir? Cevap : Vahiy denir.
Soru 3 : Kur’an’ı Kerim’de bulunan, adetleri 114 tane olan müstakil bölümlerine nedenir? Cevap : Sure ismi verilir.
Soru 4: Kur’an’ı Kerim’de hakkında en çok ayet inen kavim hangisidir? Cevap : İsrail oğulları.
Soru 5: Kur’an’ı Kerim’deki ilk surenin ismi nedir? Cevap : Fatiha suresi.
Soru 6: Kur’an’ı Kerim’deki son sure hangisidir? Cevap : Nas suresi.
Soru 7: Kur’an’ı Kerim’in kalbi olarak zikredilen surenin ismi nedir? Cevap : Ya-sin suresi.
Soru 8: Kur’an’ı Kerim’deki en uzun sure hangisidir? Cevap : Bakara suresi.
Soru 9: Kur’an’ı Kerim’deki en kısa sure hangisidir? Cevap : Kevser suresidir.
Soru 10: Kur’an’ı Kerim’de besmele kaç defa zikredilmiştir? Cevap : 114 defa.
Soru 11: Kur’an’ı Kerim2de kaç cüz vardır? Cevap : 30 cüz.
Soru 12: Kur’an’ı Kerim hangi halife zamanında çoğaltılıp dağıtıldı? Cevap : Hz. Osman (r.a.).
Soru 13: İmsak ne demektir? Cevap : Sahurun bitimi, orucun başlama vaktidir.
Soru 14: Hicri takvim nedir ve kim başlatmıştır? Cevap : Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç kabul eden ve aya göre hesap edilen takvimdir. Hz. Ömer (r.a.) başlatmıştır.
Soru 15 : İslami yılbaşı hangi ay ile başlar? Cevap : Muharrem ayı ile
Soru 16: Allah'ın bir olduğuna delilin nedir? Cevap : Sure-i İhlas'ın ilk ayeti kerimesidir.
Soru 17: Bunun manası nedir? Cevap: Sen söyle ki ey Habibim Allah birdir..
Soru18: İman-ı yeis nedir? Cevap: Firavun gibi ölürken iman etmektir.
Soru 19: Kimin zürriyetindensin? Cevap: Adem Aleyhisselam'ın zürriyetindenim.
Soru 20: Kimin milletindensin? Cevap: İbrahim Aleyhisselam'ın milletindenim.
Soru 21: Kimin ümmetindensin? Cevap : Muhammed Aleyhisselamın.
Soru 22:Peygamberimiz nerede doğdu ve şimdi nerede bulunuyor? Cevap :Mekke'de doğdu. Elli yaşından sonra Medine'ye hicret etti. Şimdi Medine'de "Ravza-i Mütaharra"sındadır.
Soru 23:Peygamberimizin kaç adı vardır? Cevap : Güzel isimleri çoktur. Fakat dördünü bilmek lazımdır. Bunlar: Muhammed, Mustafa, Ahmed, Mahmud.
Soru 24:Peygamberimizin en çok kullanılan ismi nedir? Cevap : Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem'dir.
Soru 25:Peygamberimizin babasının adı nedir? Cevap : Abdullah'tır.
Soru 26nnesinin adı nedir? Cevap : Amine'dir.
Soru 27: Süt annesinin adı nedir? Cevap : Şifa Hatun'dur.
Soru 28: Dedesinin adı nedir? Cevap : Abdülmüttaliptir.
Soru 29: Peygamberimiz kaç yaşında iken kendisine fiilen peygamberlik geldi? Cevap : 40 yaşında.
Soru 30: Fiilen kaç sene peygamberlik yaptı? Cevap : 23 sene peygamberlik yaptı.
Soru 31:Peygamberimiz nerede doğdu? Cevap : Mekke-i Mükerreme'de.
Soru 32: Peygamberimizin mübarek hanımlarını sayarmısın? Cevap: 1) Hazret-i Hadice 2)Hazret-i Sevde 3) Hazret-i Aişe 4) Hz. Hafsa 5) Hz. Zeynep b.Huzeyme 6) Hz. Ümmi Seleme 7) Hz. Zeynep binti Cahş 📷 Hz. Cuveyriye 9) Hz. Ümmü Habibe 10) Hz. Safiyye 11) Hz. Meymune 12) Hazreti Mariye, (r.a)
Soru 33: Allah'ın yasakladığı en büyük günah nedir? Cevap: Şirk'tir.
Soru 34: Melek nedir? Cevap: Allah'ın nurdan yarattığı ve istedikleri şekle girebilen, daima ibadet eden günahsız varlıklardır.
Soru 35: Bizi itikattaki mezhebimizin imamı kimdir? Cevap: Ebu Mansur Muhammed Matüridi Hazretleridir.
Soru 36: Namazın kazaya kalmasının meşru sebepleri kaçtır, sayarmısınız? Cevap: Üçtür. A) Uyku Muharebe esnasında düşmandan hiç fırsat bulamamak C) Unutmak.
Soru37 : Kaç tane kandil vardır, nelerdir? Cevap: Beş tane kandil vardır. Mevlid Kandili : Peygamberimizin dünyaya geldiği gecedir. Regaib Kandili : Hz. Amine'nin Peygamberimize hamile olduğunu anladığı gecedir. Mirac Kandili : Peygamberimizin, ilahi saltanatı seyretmek üzere Allah'ın daveti ve gücü ile bir mucize olarak göklere ve daha nice alemlere seyahat ettiği gecedir. Berat Kandili : Kur'an-ı Kerim'in levh-i mahfuzdan sema-i dünyaya indirildiği, insanların bir senelik hayat ve rızıklarının gözden geçirildiği, müslümanların af ve lütuflara nail olduğu gecedir. Kadir Gecesi : Kur'an-ı Kerim'in dünya semasından Peygamberimize indirilmeye başladığı gecedir.
Soru 38: Kabir suali kime sorulmaz? Cevap: Peygamberlere, çocuklara ve delilere
Soru 39: Din nedir? Cevap: Akıl sahibi insanları kendi istek ve arzularıyla sırf hayır ve saadete ulaştıran, ilahi bir kanundur.
Soru 40 : Kur’an’ı Azimüşşan’da bulunan sureleri meydana getiren cümlecik yada bir kaç kelimeden oluşan, 6666 adet varolan Allah kelamlarına ne ad verilir? Cevap : Ayet denir.
Soru 41: Sevapta ve günahta en küçük bir şeyin unutulmayacağı hangi ayetle anlatılır? Cevap : Zilzal suresi 7 ve 8 ayetler.
Soru 42: Fatiha suresinde sapanlar olarak nitelendirilenler kimlerdir? Cevap : Hıristiyanlar.
Soru 43: Kur’an’ı Kerim’de din kelimesi hangi manada kullanılmıştır? Cevap : Ceza, mükafat, hüküm, hesap.
Soru 44: Mekke’de Kur’an’ı Kerim’i ilk kez açıktan okuyan kimdir? Cevap : Abdullah bin Mesut (r.a.).
Soru 45: Kur’an’ı Kerim’i usulüne göre okumayı belirleyen kuralların tümüne ne ad verilir? Cevap : Tecvit.
Soru 46: Kur’an’ı Kerim’de tek ismi zikredilmiş kadın kimdir? Cevap : Hz. Meryem.
Soru 47: Ayeti celilelerin mana ve ilahi işaretlerini, insan aklının imkanı ölçüsünde yapılan tercümelere ne ad verilir? Cevap : Meal adı verilir.
Soru 48: Kur’an’ı Kerim Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e nerede ve ne zaman nazil olmaya başlandı? Cevap : Mekke yakınlarında Hira mağarasında, 610 yılı Ramazan ayında nazil olmaya başladı.
Soru 49: "Bela" zamanı neye derler? Cevap: Misak'a derler. Yani Cenab-ı Hakk ruhlarımızı yarattığı vakit bunlara hitaben: "Elestü birabbiküm" yani (Ben sizin rabbiniz değil miyim ?) diye sordu. Onlar da: "Bela" (Evet Rabbimizsin) dediler. O zamandan beri Müslümanım demektir.
Soru 50: İslam nedir? Cevap: Peygamber Efendimizin tebliğ buyurduğu hükümleri kalb ile tasdik, dil ile ikrar edip, onları bütün hayatında yaşamaktır.
7 notes · View notes
hetesiya · 2 years
Text
23 Nisan’da Bir Cumhuriyetin Temelleri Atılmadı
Tumblr media
[Bu yazı Komünist Köz gazetesinin Mayıs 2010 tarihli 15. sayısında yayımlanmıştır.]
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 23 Nisan vesilesiyle verilen demeçlerin başlıca ortak paydası 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılışıyla cumhuriyetin temellerinin atılmış olduğu noktasındadır.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bunu şu sözlerle ifade etti:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ve millet egemenliğinin ilan edildiği 23 Nisan 1920, tarihimizin dönüm noktalarından biridir.”
DP genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk da aynı şeyi söyledi:
“Gerçekte, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla atılmıştır. 23 Nisan 1920 Meclisi’ni, Cumhuriyetimizle birlikte demokrasimizin de temellerinin atıldığı bir büyük siyasi devrim olarak anlamalıyız.”
Başbakan Erdoğan da aynı vurguyu tekrarlarken Baykal, «cumhuriyet ile demokrasinin, ayrılmaz bir bütün olduğuna» vurgu yapmakla kalmayıp, «Cumhuriyetten uzaklaşarak demokrasiyi güçlendiremezsiniz. Cumhuriyeti azaltarak demokrasiyi arttıramazsınız. ….. ve özgürlük uğruna laiklikten vazgeçeceğiz derseniz demokrasiyi de tahrip etmiş olursunuz. Türk toplumunda, laiklik ve demokrasi bir altın üçgen oluşturmuştur. Bunların tümüne aynı zamanda sahip çıkmak zorundayız.» diye kendini ayırdetmeye özen gösterdi.
Taksim 1 Mayısına hazırlık telaşı içinde olan solda ise, 23 nisan, özel bir değerlendirme vesilesi olmadı. Oysa anayasa, referandum, kuvvetler ayrılığı konularının siyasi gündemin en revaçta konuları olduğu bir iklimde 23 Nisan ve Büyük Millet meclisi hakkında yaratılan ve topluma dayatılan efsanelerin perdesini aralayıp bu konudaki siyasi gerçekleri ortaya koymak komünistlerin ödevleri arasındadır. Üstelik YSK’nin anayasa referandumunu 12 Eylüle bıraktığı düşünülürse, önümüzdeki 4 ay boyunca demokrasi ve cumhuriyet konularını döne döne incelemek gerekeceği de açıktır.
Bu bakımdan 23 Nisan’da ne olup bittiğini hatırlamak ve bilhassa 23 Nisan’da açılışını ilan edilen Meclisin ne olmadığına dikkat çekmek gereklidir.
Birinci Meclis Her Şey Olabilir Laik bir Cumhuriyetin Temellerinin Atıldığı Yer Olamaz
Cumhuriyetin temellerinin atılması diye anlatılan Büyük Millet Meclisinin açılış seremonisini tarif eden bildiri bunları söyler:
“Yüce Allah’ın yardımıyla Nisan’ın 23üncü günü Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır» diye başlayan bu genelgede; «Vatanın İstiklali ve Saltanat makamının düşmanlardan kurtulması gibi en önemli ve hayati vazifeleri yerine getirecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açılışını Cuma gününe rastlatmakla, o günün uğurundan, açılıştan önce Meclis’in bütün mensuplarıyla Hacı Bayram-ı Veli Camiinde Cuma namazı kılınarak, okunacak Kur’an-i Kerîm’den ve getirilecek selavattan yararlanılacağı bildirilmiştir. Namazdan sonra Sancak-ı Şerif taşınarak, Daire-i mahsusa’ya (Meclis’in açılacağı yere) gelinmeden önce bir dua edilecek, kurbanlar kesilecektir. Tören dolayısıyla, Hacı Bayram Veli Camii’nden, Meclis binasına kadar Kolordu Kumandanlığınca askerî kıtalar ile özel tertibat alınacaktır.. İndirilecek hatmin son bölümü camiden sonra Meclis önünde tamamlanacaktır. ”
Bu protokolün laik bir zihniyeti yansıtmadığı açıktır. Ama bir Türkiye Cumhuriyeti kurma davetiyesi olmadığı da o kadar açıktır. Zaten Meclis tutanakları da baştan aşağı buna tanıktır:
“Anadolu’nun her köşesinden gelen vekillerinizin teşkil ettiği Büyük Millet Meclisi olanı biteni dinleyip anladıktan sonra millete hakikati söylemeye lüzum gördü. İngilizler tarafından satın alınan ve milleti birbirine düşürmek maksadını güden bazı hainler sizi aldatmak için türlü türlü yalanlar söylüyorlar. İzmir vilayetinin, Antalya’nın, Adana’nın, Antep’in, Maraş ve Urfa havalisinin düşmanlar tarafından işgali üzerine silahına sarılan millettaş ve dindaşlarımızı yine size mahvettirmek için Padişah ve Halifeye isyan sözünü ortaya atıyorlar. Millet Meclisi Halife ve Padişahimizi düşman tazyikinden kurtarmak, Anadolu’nun şunun, bunun elinde parça parça kalmasına mani olmak, payitahtımızı yine anavatana bağlamak için çalışıyor. Biz vekilleriniz Cenabi Hak ve Resulüekremi namına yemin ederiz ki, Padişaha ve Halifeye isyan sözü bir yalandan ibarettir ve bundan maksat vatani müdafaa eden kuvvetleri aldatılan Müslümanların elleri ile mahvetmek ve memleketi sahipsiz ve müdafaasız bırakarak elde etmektir. Hind’in, Mısır’ın başına gelen halden mübarek vatanimizi kurtarmak için İngiliz casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalana inanmayın, İzmir’ini, Adana’sını, Urfa ve Maraş’ını velhasıl vatanın düşman istilasına uğramış kısımlarını müdafaa edenleri din ve milletlerinin şerefleri için kan döken kardeşlerimizi arkadan size vurdurmak isteyen alçakları dinlemeyin ve onları Millet Meclisi’nin kararı üzerine cezalandıracak olanlara yârdim edin. Ta ki, din son yurdunu kaybetmesin. Ta ki, milletimiz köle olmasın. Biz birlik oldukça düşman üzerimize gelmeyeceğini resmen ilan etti. O’nun candan özlediği aramızda nifak ve şikaktır. Allah’ın laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun ve tevfiki Halife ve Padişahimizi, millet ve vatani kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın.”
Bu meclisin bir Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yer olup olmadığını tartışmak bile abestir. Bu meclis hakkında söylenebilecek şey açılışından birkaç gün önce fiilen dağıtılan Osmanlı meclisi mebusanının adres değiştirerek yeniden toplanmış olduğudur. Eğer meclisin feshedilmesi İkinci Meşrutiyetin sona ermesi ise bu meclisin de Üçüncü Meşrutiyet meclisi olarak anılması gerçeğe çok daha yakındır. Sivas kongresinin çerçevesini çizdiği ve Osmanlı meclisinin son gizli oturumunda da oylanarak ilan edilen Misakı Milli’nin Birinci Meclisin de temeli olduğu düşünülür ise, Osmanlı meclisi ile büyük millet meclisin arasındaki süreklilik barizdir. Bu misakı Milli ise güya emperyalizme ve padişah ve hükümetinin teslimiyetçi tutumuna karşı bir başkaldırı belgesi olduğu efsanelerin en büyüklerinden biridir. Oysa Misakı Milli bir bakıma Mondros Mütarekesinin şartlarını tekrarlayan ve buna riayet edilmesinin bekçiliğini yapmak üzere edilen bir yemindir. Bu yeminin de cumhuriyet ile bir alakası yoktur. 6 maddelik kısa bir metin olan bu Misakı Milli metninin Mondros Mütarekesi metninde yer almayan tek maddesi şudur:
“4. İslam ği’nin, Osmanli Saltanatının ve hükümetin merkezi şehriyle, ’nin (Boğazlarla birlikte) güvenliği korunmalıdır. Bu şartlara uyularak, – ve -İstanbul Boğazlarının dünya ticaretiyle ulaşımına açık tutulması için bizim de ilgili devletlerle birlikte vereceğimiz karar geçerli sayılacaktır. ”
Bu bakımdan Kuvayı Milliye hareketinin hiçbir aşamasında «cumhuriyetçilik» ilkesinin izine rastlanmamaktadır. Büyük Millet Meclisinin açılışından geçerek Hilafet ve Saltanatın lağvedilmesine varan süreç, sahici tarihsel seyri takip edilerek kavrandığında bir cumhuriyet yönünde gelişen bir hareketin akla gelmesi bile mümkün değildir.
CHP’nin kuruluş kongresi olarak kabul edilen Sivas kongresinde kurulan partinin asil adi da Halk Fırkasıdır. Cumhuriyetçilik ilkesi 1927’deki ikinci kurultayında yani cumhuriyetin ilanından 4 yıl sonra bu partinin ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bir başka deyişle cumhuriyet hedefinin bu partinin program hedefi olduğuna dair en ufak bir emare de yoktur.
Cumhuriyet ve Demokrasi Karmaşasına Işık Tutmak Gerekir
Demokrasi ve cumhuriyet kavramları kelime anlamı itibariyle hemen hemen ayni şeye işaret etse de öyle kullanılmıyor. Demokrasi (demos/halk + cratos/iktidar) eski yunancadan gelir ve halkın iktidarı anlamına kullanılır. Latinceden (res publicum=kamusal şey) gelen cumhuriyet ise bati dillerinde «republic, republique» sözcüklerinin Osmanlıcasıdır ve halkın egemen olduğu rejim anlamına kullanılır.
Bu kökenlere bakıldığında demokrasi ve cumhuriyet sözcüklerinin ayni şeyleri ifade ettiğini düşünmek pek tabiidir. Ama durum öyle değildir. Cumhuriyet olmayan demokrasilerden bahsedilmesi pek yerleşik bir adet olduğu gibi demokratik olmayan cumhuriyet tarifleri de yaygındır. Esasen cumhuriyet kavramı monarşi yahut otokrasi olmayan rejimleri tarif etmek üzere kullanılır. Yine eski yunancadan gelen bu iki sözcük de iktidarın tek elde toplanması veya iktidar kaynağı kendinden menkul ve mutlakiyetçi anlamındadır. Bu bakımdan cumhuriyetten kastedilen esasen halkın siyasal rejimdeki rolünden ziyade bir hükümdarın olmadığı bir rejimdir ve bu itibarla genel olarak hakim ideolojinin damgasını taşıyan tahlillerde cumhuriyet ile demokrasi kavramlarının ayırt edilmesine imkan veren bu yaklaşımdır. Ayni bakış açısıyla bir hükümdarın iktidarının sınırlandığı yahut paylaşıldığı durumlarda, (ki kuvvetler ayrılığı konusu da tam bu noktada gündeme gelir) meşruti monarşiler tarif edilir. Bilhassa Avrupa devletlerinin çoğunu oluşturan bu meşruti monarşilere çoktandır demokrasi denmektedir ve demokrasi ölçütleri arasında bir hükümdarın olup olmamasının bir ehemmiyeti yoktur. Daha çok şu ölçüleri ele almak yaygındır: kuvvetler ayrılığı yani yasama yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirinden ayrılması; yasama organının «genel ve eşit» oy ile belirlenmesi; temel insan hakları diye tarif edilen ve bugün BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine uygun bir anayasanın varlığı.
Bugün muasır medeniyetler denen camiayı oluşturan devletlerin ortak özellikleri bunlardır. Görülebileceği gibi bu ölçütlerin arasında cumhuriyet yoktur; laiklik de bir şart değildir. Bu bakımdan demokrasi esasen Avrupa’daki örneklerini esas alan bir burjuva demokrasisidir. Bu çerçevede bir rejimi demokratik olarak tanımlarken bir monarşi olup olmadığına, sömürgelerinin olup olmadığına, federal yahut üniter olup olmadığına değil bu esaslara bakılır. Halkın kendi kendini yönetmesi hakkındaki masal ise sadece yasama organına seçimle belirlenmiş temsilcilerini gönderme hakkini ve hangi esaslara göre yönetilip yargılanacağını belirleyen bir anayasal düzene sahip olmaktan ibarettir.
Bu açıdan bakıldığında 1920 yılının 23 nisanında Ankara’da olsa olsa Avrupa standartlarında bir burjuva demokrasisinin (yahut ayni anlama gelmek üzere burjuva diktatörlüğünün) temellerinin atıldığını söylemek mümkündür. Bu itibarla sol literatürde genellikle «burjuva demokratik devrimi» bakımından burjuvazinin ve onun siyasi temsilcilerinin ödevlerinin yerine getirildiğinden söz edilebilir. Oysa genellikle «burjuva demokratik devriminin gerçekleşmesi dendiğinde bundan çok daha geniş (örneğin otokrasinin yahut monarşinin tamamen lağvedilmesi, özellikle köylülük açısından toprak sorununun çözülmesi, demokrasi sorunun tüm yönetilenler açısından çözülmesi, emperyalizmden veya sömürge boyunduruğundan tamamen kurtulmak, ulusal sorunu köklü bir biçimde çözmek, faşist bir diktatörlüğe son vermek vb.) bir çerçeve anlaşılır. Oysa bu çerçevenin genişlemesi ya da daralması andaki güçler dengesine, tarihsel koşullara (ve tarihsel tesadüflere) göre burjuva demokratik devriminde burjuvazinin ve siyasi temsilcilerinin ister istemez üstlenmek zorunda oldukları ödevler nedeniyledir. Aksi takdirde burjuvazi bakımından demokratik devrim pek çok örnekte olduğu gibi, eski hakim sınıflarla kendi arasındaki güçler dengesine göre siyasi iktidarın ve üretim araçlarının mülkiyetinin paylaşılmasıyla sinirli kalabilir. Nitekim meşruti monarşilerle çözülen bu görevlerin sonuçları böyle anlaşılmalıdır. Bu takdirde de Türkiye’de (Osmanlı İmparatorluğunda) burjuva demokratik devrimden söz etmek için 1920’nin 23 nisanını beklemeye gerek yoktur. Zira 1908’de bu bakımdan Türkiye’de burjuva demokratik devrimin gerçekleştiğinin saptanmış olduğu sır değildir. 1908 ayni zamanda İkinci Meşrutiyet olarak anıldığına göre 1920’den de Üçüncü meşrutiyet diye söz edilmesi yanlış olmaz. İkinci meşrutiyetten sonra bir daha üçüncü bir meşrutiyete ihtiyaç duyulması da çok aykırı değildir. Çünkü başka örneklerde de (mesela Fransa örneği de dahil olmak üzere bilhassa İngiltere örneğinde) böyle ileri geri gidişlerin olduğunu bilmek için alim olmaya gerek yoktur.
Bu çerçevede 1920’de Büyük Millet Meclisinin kurulmasına ikinci meşrutiyetin yenilenmesi ve bu anlamda burjuva demokratik devrimin tekrar kendi yoluna girmesi olarak bakmakta bir yanlışlık olmaz. Ama bu gelişmenin daha ileri giderek saltanat ve hilafeti kaldırması, laik bir cumhuriyet ilan etmesi, köylülüğün toprak sorununu emekçilerin demokrasi sorununu çözmesi emperyalist ordular ve tüm işgal güçleriyle bir savaşa tutuşarak onları tamamen kovalaması, ayrıca Kürt ulusal sorununa demokratik bir çözüm getirmesi vb. gibi ödevler atfetmek, bu tür beklentilerle önce burjuvazinin siyasi temsilcilerine ilerici bir misyon atfedip sonra da bu gerekçeyle onların kuyrukçuluğuna soyunmak şart değildir. Oysa en bilinen örneğiyle Menşeviklerin bakış açısı böyle özetlenebilir. Buna karşı Bolşeviklerin tutumu ise tam tersine burjuva demokratik devrim sürecinde bu ödevlerin bayraktarlığını burjuvaziye kaptırmamak ve bu ödevlerin çözülmesini işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik önderliği sıfatıyla «sosyal demokratların» yahut sosyalistlerin (bugünün deyişiyle komünistlerin) üstlenmesi gerektiği yönündedir. Bu takdirde söz konusu olacak olan burjuva demokratik devrimin bu genişletilmiş içeriği ile emekçilerin siyasi temsilcileri tarafından üstlenilmesi sayesinde eski hakim sınıflar ve emperyalist güçlerle uzlaşma eğiliminde olan burjuvazinin devre dişi bırakılmasıdır. Bu ise burjuva demokratik devrimin görevlerini genişlemiş kapsamıyla üstlenen emekçilerin iktidarının kesintisiz bir biçimde özel mülkiyetin, sınıfların ortadan kalkacağı bir evreye doğru ilerlemesinin önünü açacaktır. (Bunun için Bkz SOSYALİST DEVRİM/DEMOKRATİK DEVRİM DOSYASI). Nitekim ayni zaman diliminde kurulup Anadolu’ya geçme kararı alan Mustafa Suphi’nin TKP’sinin temsil ettiği çizgi budur.
Bolşevizm ile Menşevizm Arasındaki Ayrım Çizgisi
Bugün demokratik anayasa, sivil anayasa, demokratik cumhuriyet kavramlarının birbirlerine karıştırıldığı bir ortamda idrak edilen 23 Nisan’da 1920 dönemecini bilhassa bu yönüyle hatırlamak, o zaman Menşevik tutum ile bolşevik tutumun nasıl ayırt edildiğini hatırlamak bugün ayni ayrımları net bir biçimde koyabilmek için zorunludur. Hem de mevcut iklim bunun için oldukça elverişli, komünistler de bu ayrım çizgilerini kalınlaştırmak üzere yeterince donanımlıdır.
Kuşkusuz bu ayrımların çizilmesi ödevinin sadece menşevizmin bir türü ile ilgili bir ödev olmadığını unutmamak gerekir. Aksine asil önemli olan demokratik ödevlerin çözülmesini burjuvazinin siyasi temsilcilerinden bekleyenler ve bu nedenle onların dümen suyunda bir siyasi çizgiyi benimseyenlerle ayrımların çekilmesi değildir. Aksine bugün önemli olan «burjuvazi kendi ödevlerini yerine getirsin biz de ondan sonra sosyalist devrimin ödevlerini yerine getiririz» diye bakan ve bazen «sosyalist devrimci» diye de tarif edilen Menşevik türü ile ayrımların çekilmesidir.
Aynı ortak bakış açısından hareket edip burjuvazinin temsilcileriyle ilişkiler konusunda birbirinden zıt kutuplarda gezinen ve demokratik devrimde emekçilerin ve ezilenlerin siyasi temsilcilerinin özgün ve belirleyici rolünü ihmal etme konusunda tekrar buluşan bu eğilimlerle ayrım çizgilerinin kalınlaştırılması bolşevizmin izinde komünistlerin birliğini sağlama iddiasinda olanlar bakimindan bugünün en önemli ödevleri arasındadır.
KöZ’ün arkasında duran komünistler bu ödevin bilinciyle 12 eylül’deki referanduma kadar uzanan süreci istismar etmek için hazırlıklarını sıklaştırmalıdır.
AKP’nin sözüm ona demokratik açılım adi altında attığı adımların kendilerine dayattığı ödevleri önemsemeyen bu sürecin emekçilerin ve ezilenlerin çıkarları açısından istismar edilebilir bir nitelik taşıdığını bunun imkânlarının mevcut olduğunu görmeyenler günün somut siyasal ödevleriyle ilgilenmedikleri gibi, bu gündemin çekim alanı içindeki emekçilere ve ezilenlere bir yanıt getirmekten de uzak durmaktadırlar.
12 Eylül Anayasa’sının ve 12 Eylül rejiminin o Anayasanın belirlediği çerçeveye bağlı kalarak ortadan kaldırılamayacağı açıktır. Ama 12 Eylül Anayasasının tarihin çöplüğüne atılmakta olduğunu iddia eden Amerikancı AKP hükümeti ve 12 Eylül anayasasını koruyup kollama misyonunu benimseyen rakipleri karşısında bağımsız bir tutum geliştirmeden tarafsız kalarak veya birinin yahut diğerinin dümen suyuna kapılarak bunun yapılabileceği de ayni ölçüde açık olmalıdır.
Saltanatın ve hilafetin kaldırılması vb. nedenlerle 23 Nisanı kendi bayramları gibi kutlama ve bu nedenle Kemalist hareketin kuyruğuna takılmayı meşru gösterme eğiliminde olanlar elbette «12 Eylülcülerin yargılanması hakkındaki yasağın» kaldırılması konusunda da benzeri bir tutumu gösterebilirler. Ama saltanatın ve hilafetin burjuvazinin siyasi temsilcileri tarafından lağvedilmesini onların kuyruğuna takılmak için bir bahane olarak değil, emekçilerin ve ezilenlerin önderliğinde bir demokratik devrim yolunda kaçırılan bir fırsat olarak gören komünistler AKP’nin rakipleriyle yürüttüğü it dalaşının bir epizodu olarak gündeme gelen referandum sürecini de ayni bakış açısı ve bilinçle kendi stratejik hedefleri doğrultusunda istismar etmenin yollarını bulacaktır.
https://www.kozarsiv.org/23-nisanda-bir-cumhuriyetin-temelleri-atilmadi/
1 note · View note
derdiderun · 3 years
Text
Tumblr media
9.Bölüm
Tekfirin Şartları
Bu açıklamalardan anlamış olmasın ki tekfirle ilgili düşünceler şu hususlara bağlıdır.
1. Zahiri manası terk edilen şer’i nassın hakikaten tevile ihtimali var mı, yok mu? Eğer ihtimali varsa yakın bir ihtimal mi yoksa uzak bir ihtimal mi? Sonra tevili kabul eden nassı ve tevili kabul etmeyen nassı birbirinden ayırmak hiç de kolay bir şey değildir. Hiç şüphesiz ki bu işin üstesinden ancak lügat ilminde uzman ve mahir olan, Arap dilini ve kurallarını iyi bilen, bu dildeki mecaz, istiare, atasözleri ve kullanış şekillerini tüm ayrıntılarıyla gayet iyi bilen bir kişi gelebilir.
2. Zahiri manası terk edilen nas, tevatür yoluyla mı, ahad yoluyla mı yoksa sadece icma ile mi sabit olmuştur? Şayet tevatüren sabit ise tevatürün şartlarına uygun mu, değil mi? Çünkü bazen müstefiz hadis mütevatir zannedilebilir. (Tevile konu olan nassın mütevatir mi ahad mi olduğunu tesbit etmek zordur. Zira halk arasında genellikle müstefiz haberlerin mütevatir olduğu sanılmaktadır.
Müstefiz; ikiden fazla tariki olan fakat tevatür derecesine ulaşmayan hadis demektir.
Tevatür, peygamberlerin ve meşhur beldelerin varlığı gibi sübutunda şüphe olasılığı olmayan şeydir. Bir haberin mütevatir olabilmesi için Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) zamanına varıncaya kadar tüm asırlarda mütevatir olması gerekir. Dolayısıyla herhangi bir asırda tevatür sayısından düşüş düşünülemez. Zaten tevatürün şartı, böyle bir noksanlık ihtimalinin olmamasıdır. (Bir haberin tevatürü için şart olan ravi sayısında herhangi bir asırda eksikliğin bulunmamasıdır.)
Diğer yandan bir haber tevatür derecesiyle asırdan asıra bize ulaşsa bile yine de kesin bilgi ifade etmeyebilir. Özellikle mezhep mensupları arasında taassup sebebiyle birçok kimsenin aralarında bağlantı kurup bir konu üzerinde anlaşabilmeleri düşünülebilir. Nitekim Rafiziler, Hz. Ali’nin (radıyallahu anh) halife tayin edilmesinin kendilerince mütevatir olan nas ile sabit olduğunu iddia ederler.
Çünkü bu (yalan) haber onlar arasında tevatür derecesine ulaşmıştır. Muhaliflerinin nezdinde ise birçok konuda tevatür derecesine varan haberlerin aksi olan haberler tevatür derecesine varmıştır. Hiç şüphesiz bu durum, Rafiziler’in yalan söyleme hususundaki anlaşmaları ve uydurdukları yalana uyma konusundaki kabiliyetleri sebebiyle meydana gelmiştir.
En zor anlaşılan ve bilinen meselelerden biri de icmaa dayanan hususlardır. Bir konuda icmanın bulunduğundan söz edebilmesi için bu konu ile ilgili ehlü’l-hal ve’l-akd (meseleleri çözen ve neticeyi bir karara bağlayan) ehil kimselerin bir araya gelmiş ve açık bir şekilde fikir birliğine varmış olmaları şarttır.
Bazılarına göre bu fikir birliğinin bir asır boyu sürmesi gerekirken, bazılarına göre ise bu fikir birliğinin oluşması için imamın (halife veya hükümdarın) farklı bölgelerde bulunan alimlere mektup yazması, onların fetvalarını alması, bir daha da ihtilaf edilmeyecek ve dönülmeyecek bir ittifakla karara bağlanması gerektiğini belirtmiştir.
İcma ile karara bağlandıktan sonra görüş bildiren alimlerden biri daha sonra fikir değiştirmesi halinde tekfir edilir mi, edilmez mi? Çünkü bazılarına göre ihtilaf edilmesi caiz olan bir müddet içinde ittifakın devam etmesi muhtemel olduğu gibi onlardan birinin dönmesi de mümkündür. Bu durumda onların ittifakı rastlantıya hamledilir ve bundan sonra onlardan birinin dönmesine de mani olunmaz. Bu hususun bilinmesi de gerçekten zordur.
3. Tekfire konu olan haber, söz sahibine tevatüren ulaşmış mı? Veya söz konusu meseledeki icma kendisine ulaşmış mı? Bunun üzerine düşünmek gerekir. Zira daha sonra doğan bir insanın hangi haberlerin tevatür derecesine ulaştığını, hangi hususların icma ile sabit olduğunu ve hangi meselelerin ihtilaflı olduğunu bilmesi pek de kolay değildir. Bunlar tedricen anlaşılır ve yavaş yavaş öğrenilir. Önceki alimlerin icma ve ihtilaf ettiği mevzularda yazılmış eserler okunarak öğrenilir. Sonra bu konular bir iki kitap okumakla kavranabilecek şeyler değildir. Çünkü bununla icmanın mütevatir olduğu anlaşılmaz.
Nitekim Ebu Bekir el-Farisi (rahimehullah), icma ile sabit olan meseleler hakkında bir eser yazmıştır. Fakat yazdıklarının çoğu, icma ile sabit değildir diye reddedilmiştir. Dolayısıyla kendisine göre henüz tevatürü sabit olmayan bir hususta icmaa muhalefet eden bir kimse cahil ve hatalı olsa da tezkipçi değildir, tekfir edilmesi de imkansızdır.
Elbette ki bu konuda hakikati öğrenmek için çaba sarf etmek basit bir şey değildir.
4. Bir kimsenin nassın zahiri manasına muhalefet etmesine sebep delil, delil olma şartına haiz mi, değil mi? Buna da bakmak lazımdır. Delilin şartları ile ilgili bilinmesi gereken bilgiler ancak ciltler dolusu açıklamalarla mümkün olabilir. El-Kıstasu’l-Müstakim ve Mihaku’n-Nazar adlı eserlerimizde yazdıklarımız bunun için birer örnektir. Ancak zamanımızdaki birçok fıkıh aliminin istidadı, delilin şartlarını yeterince anlamaktan acizdir. Halbuki bunu bilmek şarttır. Bu nedenle şayet delil kati ise, uzak da olsa tevil etmek caizdir. Eğer delil kati değilse, bu durumda yakın ve akla ilk gelen manaya tevil caiz olur.
5. Bir kimsenin söylediği sözün dine verdiği tahribat az mı, çok mu? Buna da bakmak gerekir. Şayet dine verdiği zarar az ise, söylenen söz zahiren batıl ve çirkin olsa bile iş basittir. Mesela on ikinci imamı bekleyen Şia’nin İmamiyye fırkasının, “İmam bir mahzende gizlenmiştir ve çıkacağı zamanı beklemektedir” demeleri gibi…Elbette ki bu söz yalan ve çirkin bir sözdür, batıl olması da ortadadır. Buna rağmen dine herhangi bir zararı yoktur. Bunun zararı sadece ona inanan ahmak içindir. Zira bu ahmak, her gün imamı karşılamak için şehrin dışına çıkar sonra da evine eli boş olarak geri döner.
Bu sadece bir örnektir. Bu örneği vermekten maksat, batıl olduğu aşikar olsa bile, her hezeyana tekfirin gerekmeyeceğidir. Bundan dolayı tekfir edilmeleri gerekmez.
İşte tekfir hükmünü vermenin, ancak zikrettiğimiz konularda derinlemesine bilgi sahibi olanların işi olduğunu anladın. Oysaki bu ince meseleler, nice büyük alimin bile herbirini bilemediği makalelerdir. Bundan dolayı bir kimsenin sırf İmam Eş’ari’ye (rahmetullahi aleyh) veya bir başkasına muhalefet etti diye tekfir edilmesi, tekfir edenin ne kadar cahil ve tehlikeli biri olduğunu gösterir.
Fıkıhtan başka bir şey bilmeyen kimse, önüne geleni tekfir etmek gibi tehlikeli bir işe nasıl girebilir? Fıkıh ilminin hangi bölümünde bu konularla karşılaşır ki?
Bu nedenle tek sermayesi fıkıh olup, insanları tekfir ve tadlil ile (sapıklıkla) suçlayan bir fıkıh alimi görürsen hemen ondan yüz çevir. Dilini de kalbini de onunla meşgul etme! Zira sahip olduğu bilgilerle insanlara meydan okumak, kendini alim sanan cahillerin bir özelliğidir. Cahiller bu arzudan kendilerini alamazlar. Zaten halk arasındaki ihtilafın çokluğu da böyle kimselerden kaynaklanmaktadır. Şayet alim geçinen cahiller aradan çekilip sussalardı, halk arasındaki ihtilaf da azalırdı!
| İman ve Küfür Çizgisi – İmam Gazali (rahmetullahi aleyh)
13 notes · View notes
Text
Yalancının sahnesi yalnız kalana kadardır
Niye moruk niye? Neden inanıyoruz? Neden bazı şeylere inanmak zor geliyor? Bu dünyadaki en büyük savaş hatırlamak ve unutmak arasındadır. Aynı oranda da en büyük antlaşma inanmak ve kabullenmek arasındadır. Sonu gelmiyor kardeşim. Geberip gidene kadar sonu gelmiyor bu durumun. Çünkü gördüğüne inanmak daha zor geliyor. Görmediğini kabullenmek de aynı bağlamda daha kolay. Kaybedene kadar kabulleniyorusun, kaybedince de Anıtkabir nöbet değişimi gibi bir nizamda duygu değişikliği oluyor ve kabullenmek yerini kendini inandırmaya bırakıyor. Ama doğruya değil. Başka bir yalana. Evet dostum, belki de kendine yapacağın en büyük iyilik bir yalana sığınmak ya da inanmaktır. Tarifsiz duygular yaşadın mı hiç? Ben uzun zamadır yaşıyorum. Şimdi nasıl desem, hani uzaktan bir yemek görürsün ve canın çeker ya, sonra tadına bakarsın iğrençtir. İnsan boku gibi düşün moruk. Kokusu dayanılmazdır fakat sen yaparsın onu ve rahatsız etmez seni bakmak. İşte bu ikisinin tam tersi duygular yaşıyorum. Yalan söylüyorum, inanmıyorum, inandıramıyorum ve sonunda da hep yalnız kalıyorum. Bir ara yalnız kalmak için çabalarken şimdi canımı yakıyor yalnızlık. Yalnızlık ne pis bir şey be oğlum. Kanser gibi, veba gibi, kaza gibi ve hatta ne yaparsan yap seni öldürmeyen intihar gibi. Hepsi aynı yani. Şimdi sana arasındaki bağları anlatırdım ve sonunda da "haaa harbi la böyle evet" dedirtirdim ama uğraşamam amına koyim. Düşün ve anla. Ya da şöyle söyleyeyim, aynı ateşe elimizi sokarsak belki aynı şekilde bağırırız ama senin tarifin farklı olur. Bu da böyle işte. Aynı tarifi hissedersin diye açıklamıyorum. Bu ulvi görevi sana bırakıyorum. Eninim ki yaparsın. Her neyse. İnsanın kaçtığı ve merak ettiği şeyler genelde aynıdır. Ben hayatım boyunca hep saçma sapan şeyleri merak ettim dayıcım. Ama bunlar beni yaraladı. İnsan en büyük darbeyi iyi bildiği ve öğrendiği şeylerden yerken fark ediyor aslında her şeyin yalan olduğunu. İllüminaticilerin, tasavvufçuların dediği veya filmlerde duyduğun şeyler gibi değil bu yalanlar. Kendi içinde ağzını kapatırken o tarifsiz duyguların, görmezden geldiğin ve sırtını sıvazlayandan bahsediyorum. Yalan! Merhaba. Bugün yalan hakkında bir şeyler yazacam ama ne kadar iyi olur bilmiyorum. Konuya nasıl girilir onu da bilmiyorum. Çünkü planlı yazmıyorum buraya. Hani yazacaklarımı düşünüp, kurgulayıp ve birkaç deneme yapıp yazmıyorum. İnancın olsun yazıp yazıp silmiyorum da. Çünkü burası bana çok samimi geliyor. Çünkü hiç bilmiyorum buranın orospuluğunu. Fark ettiysen sadece yazı arşivi var burada, sağ üstte. Ne kaç kişi girmiş tabelası, ne benimle iletişime geç sekmesi, ne de başka bir şey var. Sadece yazıyorum moruk. Bu kadar. Biliyorum yüzlerce kişi okumuyor ama ben bunu bilerek yazıyorum. İşte asıl içtenlik bu. Seyirciye oynamamanın verdiği huzurla yazıyorum. Özgün ve konuşma üslubumla yazmaya çalışmak dışında hiçbir sikimsonik tribe girmiyorum. Zaten ne gerek var ki öyle hareketlere? Samimiyet diyorum ya, ben onu cami hocasının yağmur yağarken saklanmamıza kızıp "rahmet yağıyor evladım, insan rahmetten kaçar mı hiç?" dedikten sonra camiye girdiğinde, utancımızı belli etmemek için saklandığımız yerden çıkıp gülerek ıslandığımızda ve koşmak yerine o yağmurun altında top oynadığımız zamanlarda bıraktım kuzen. Çünkü bu sözü diyen herkesin şemsiyesi vardı. Afrika hariç amına koyim! İşte böyle şeylere inanan çocuklar yalana da inandırmayı çok profesyonel şekilde yapabilir. Kendini kandıranların yüzüne gülümsemeyi de! Babam, ben 15 yaşındayken köpeğimi götürdüğünde de ona inandım ben. Hiç suçlamadım. Neden yaptın diye bir kere sordum sadece. Didiklemedim. Hani Chuck Palahniuk, "babalarımız tanrı modelidir" diyor ya, harbiden öyle lan. Ona inancını kaybederse tutunamıyor bir daha. Her neyse ya. Aklıma geldi yine garip oldum. Ben samimiyet kelimesi geçen hiçbir söze inanmak istemiyorum kuzen. Çünkü içtenlikle söylenen her söz, duyan kişi için yıkımdır. Bunu Kurtlar Vadisi dizisinin bitmeyen bölümlerinden çok yaşadım. O nedenle "tüm kalbimle söylüyorum", "samimi söylüyorum", "ciddiyim bak" tarzı başlayan cümlelerin amına koyim. Hepsi psikoloji kurtarma çabaları sadece. Sene 2012. 4 Şubat günü bir işe başladım. 8 Şubatta da dövme yaptırdım. Mecburiyetten. Hani Osmanlı döneminde kardeşini öldüren şehzade Selim vardı ya, işte onun gibi kulağıma küpe olsun diye yaptırdım ben de. Bir daha aynı boku yemeyeyim diye. Ama yedim moruk. Vallah bak. Hala da yiyorum. İnanıyorum. Allah, ayetine "kahrolası insan ne kadar da nankördür" yazdırmış ya, ben de aynını koluma yazdırdım. Askerden gelince en büyük kazığı 5 yıllık sevgilimden ve 23 yıllık kuzenimden yedim. Aynı anda hem de. Bir sene sonra da farklı bir kazığı yine dayımın oğlundan yedim. O kadar içten ve samimi bir kazık yedim ki anlatamam. Hani tarifi olmayan duygular dedim ya yazı başında, bu duygunun ismini bile koyamam. Kürtaj edilen bir duyguydu yaşadığım. Ama kızgın değilim. Ders sonuçta. Çünkü babamı kaybedersem bir gün; kime güveneceğimi bilmesem de, kime güvenmeyeceğimi biliyorum artık. Yalanı doğuran gizlilik, gizliği doğuran hata, hatayı doğuran insandır. Basit bir denklem. Önemli olan ders almaktır derler ya, üniversite gibi düşün hayatı. Alttan aldığın dersleri verirsen mezun olursun. Yani ölürsün. O nedenle inandığımız şeyler bizi sürekli yaralayacak. Biz tekar yapacağız. Tekrar yaralayacak. İnsanı ne öldürür diye sorsam herkes bir sürü şey der. İnsanı şüphe öldürür moruk. Bak şimdi aklıma ne geldi yazarken. Sene yine 2012 olması lazım. Bizim Hasan bir kadına aşık olmuş ama öyle böyle değil. Hiç görmediği birine. Sadece ses ve fotoğraf. O kadar aşık ki, son halife onun kadar iyi yayamaz dini. O derece sağlam duygularla bağlanmış görmediği birine. Ama aşk denilen illet böyledir ya; kadın, karşılık vermiyor buna. İnanmıyor. Öyle sikindirik bir durum işte. Ben konuyu bağlayamam ve konuya giriş yapamam genelde. Adamı teselli edeyim derken mercimek çorbasının tarifini verdim amına koyim. Çocuk bana inandırmaya çalışıyor, ben inandım diyorum ama yetmiyor ona. Çünkü insansın moruk. İnkar doğanda var. Ve yenilmek de. İnandıramadı Hasan da içindekini. Zaten hep böyle olur; içindeki en iyi görüldüğü zaman inanılmaz. Sonra noldu bilyor musun? Hasan başkası işe nişanlandı. Gözümün önünde haykırarak ağlayan adam, başkası ile mutlu olmaya çalıştı. Oldu da. Bak gerçekten inanıyorum oldu. Çünkü inanmak kendinle başlar. Yalana inandığın kadar doğruya inanamazsın. İnandıramazsın. Çünkü savunma mekanizması denilen soyut kavram bunun için var. Seni kurtarmak için. Enis abi hep şunu der, "kınama oğlum. Yaşamadan ölmezsin." Bu sözü nereden duydu bilmiyorum ama ben artık inanıyorum. Vallah. Şimdi nereye bağlayacağım iyi oku. Hasan'ın tersine ben aynı şeyi yaşadım. Hem de adama kızdığım ve asla yapmam deyip ters gelen durumun ikiz kardeşini yaşadım. Kimin sözüydü hatırlamıyorum ama "dert sik gibidir, büyüğü kendine zannedersin." sözüne inanıyorum artık. Çünkü herkes japon yarağı gini olan derdini zenci siki gibi anlatmaya bayılır. Hatta yuh amına koyim dersin ve şükretmiş gibi yaparsın. Her neyse. Ben de aynı yılın sonunda aynı tarz şeyler yaşadım ve teselli edecek, anlatınca inandırcak, hatta elimden tutacak kimse yoktu. Önce kabullendim, sonra inandım. Kendi kafama silah dayayıp boş mukaveleye imza atan yıldız futbolcu gibi hem de. Sonra o antlaşmayı yırtıp en büyük savaşı içimde yaşıyorum. (Bknz. Unutmak ve hatırlamak) Çok kötü bir şey lan yalana inanmak, inandırmak, inandırılmak, inanmak zorunda kalmak... Esbap sükut etmesi durumunun sonsuz tekrarı. Rol yapmadan yaşamak. Kim ne yazarsa yazsın, herkes yaşadığından çok başkalarına yaşattığını yazıyor. Ben kendime yaşattıklarımı yazsam dersin ki; "senin ruhuna yaptığını ne Hitler Yahudilere yapmış, ne de İbrahim putlara." Her şey yalan dostum. Yaşadığın her şey. Kullanılmış bir hayata sahipsin. Burununu silip katladığın ve temiz tarafını dışarıda tuttuğun mendilden farksız hayatlara sahibiz. Rol yapmak niye? Bebek lakaplı arkadaşım öyle bir kızla beraberdi ki, herkes arkasından gavat diye konuşurdu. Bunu bildiği halde devam ederdi. Kız o kadar acıtırdı ki bu elemanı, sadece bana anlatırdı içini. Ciddiyim bak. Amına koyim inandırmak zorunda değilim sikime inan, inanma. Her neyse. Ayrıldılar kuzen. İlk defa birine "Neden?" Diye sordum. Cevabı da onun ağzından yazıyorum aşağıya. "Annesi istememiş benle beraber olmasını Cihan. Sevmemiş beni. Ulan sanki herkes peygamber torunu da bir ben orospu çocuğuyum amına koyim. Ama bir şey diyeyim mi, beni kızına layık görmeyen o annesi kızının ne mal olduğunu bilse acaba ne yapardı? Hiç öyle bakma oğlum arkamdan konuşulanları biliyorum çocuk değilim, 30 yaşında adamım. Ama kapattım kulağımı lan. Arkadaşlarımla konuşmadım icabında. Lan sıf canı çekti diye gece gece işten çıkıp istediği yemeği aldım lan. Ama bunları ona demedim, diyemedim. Sırf evlenip boşandım diye laf yapan annesine 'senin kızın çok mu temiz amına koyduğumun karısı' da diyemedim. İçime attım lan hep. Belki beni sevmemiştir ama mutlu etti ya o bile yeter lan. Ki kendi de söylemese sevdiğini bırakmakla belli etti sevmediğini. Aklım almıyor lan! İnsan sevmediği ile nasıl beraber olur amına koyayım. Dün gibi lan. Daha dün sesini duymadan uyumadığım insan şimdi yaşıyor mu bilmiyorum. Çok koyuyor be. İnsanın yaşamaya devam etmesi için temel ihtiyaçları vardır ya, yemek, su, hatta oksijen. Elini tutunca karşılanıyordu tüm ihtiyaçlarım. Yemin ederim. Lokantada yemek yerken bile dizin dokunsun bana derdim. O derece lan. Peki ya şimdi? Amına koyayım ulan içimi sikiyor çektiğim her nefes." Anlıyor musun kardeşim? İnsan neden yalana inanmak ister bilyor musun? Bilmek ister misin? Huzur için amına koyim. O birkaç saniyelik huzur için! Yazının zirvesinde "ben peygamberim dersem ne yapardın?" diye sormuştum ya. Ne yapıyorsan onu yapmaya devam et. İnandığın her şeyin bir gün yalan olabilme ihtimalini düşünmeden ve sorgulamadan. Anı kurtarmak için devam et yalanlar söylemeye ve inanmaya... 22.8.2020
6 notes · View notes
musstuffsworld · 3 years
Text
Tumblr media
BOŞANMA, TALAK KONUSUNDA EN ÇOK MERAK EDİLENLER
1 Eşler boşandıktan sonra tekrar evlenebilirler mi? Hülle İslam'da var mıdır?
2 Boşanma nedenleri / sebepleri arasında ana-baba isteği de sayılıyor, bunun ölçüsü nedir? İnsan eşinden memnun ve eşi dindar biriyse bu caiz mi? Ayrıca mağdur çocukların duru mu ne olacak?
3 Kadının boşanma sebepleri nelerdir? Erkek; karısı pis, pasaklı, uyumsuz, huysuz, komşuluğa ve akrabalığa önem vermeyen vs olduğunda hemen boşayabiliyor. Peki aynı durumlarda kadın için de geçerli mi?
4 Mahkemede boşanmak, kaç talak yerine geçer? Mahkemede boşanan çiftlerin dinî nikahları devam eder mi?
5 Nikah sırasında kadına boşama hakkının verilmesi, tefviz-i talak hakkında bilgi verir misiniz?
6 Evli bir erkek veya bir kadın zina yaptığında, eşiyle olan nikahı düşer mi?
7 Boşanma nedenleri hakkında bilgi verir misiniz?
İslam dini boşanma hakkını kocaya vermiştir. Bu bakımdan kadın erkeği boşayamaz. Ancak bunun bazı istisnaları vardır.
1. Erkek boşanma hakkını kadına vermişse, kadın erkekten boşanabilir.
2. Kadın resmi nikahı varsa ve hakime başvurursa, hakim de onların boşanmasına karar verirse boşanma gerçekleşir.
Aile içindeki geçimsizlik durumunda her iki tarafın akrabaları bir araya gelip anlaşmazkığı çözmeye çalışır. Kadının da sudan bahanelerle kocasını terketmesi caiz değildir.
KADININ GENEL HAKLARINI KISACA AÇIKLAMAYA ÇALIŞALIM :
"Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..."(Nahl, 16/58)
Bu âyette Allah (c.c.) cahiliyyet insanının kadına bakışını anlatır ve takbih eder. Halbuki,
"Allah dilediğine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini birden verir; dilediğini de kısır yapar." (Şûrâ, 42/49)
Kadın da tıpkı erkek gibi doğar, erkek gibi insan yavrusudur. Şefkatte ve hediyede aralarını ayırırlarsa, anne baba sorumlu olurlar. Peygamberimizin (asm) vasiyyetini gözetmemiş olarak şefaatten mahrumiyeti hak ederler. Cahiliyyet duygularının insanlarda zaman zaman depreşeceğini bildiği için, Efendimiz (asm) kız çocuklarının, eğitimini özellikle vurgular ve "üç, iki, hattâ bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını" (Ibn Mâce, Edep 3) duyurur.
Çocuğun kız doğmasında da erkekte olduğu gibi, "şükür" olarak "akîka" kurbanı kesilir. Ismi güzel verilir, zorunlu eğitimi yaptırılır. Gerekli cinsel bilgileri anneden alır.
Kur'ân'da ve Sünnette ilme teşvik eden hiç bir nas, kadınları bundan ayırmaz. Tersine, ihmale uğrayacaklarını bildiği için, Peygamberimiz (asm) özellikle kadın eğitimini tavsiye etmiş. haklarının korunmasını emretmiştir. Onun devrinde "müctehid" olan kadınlar yetişmiştir. [Meselâ Resûlüllah'ın (asm) zevceleri Hz. Âişe (ra) validemiz bunlardan biridir.]
Kadın, hiçbir konuda erkekten ayrı tutulmadan büyütülmüş ve yetiştirilmiş, sıra evlenmesine gelmiştir. Damat adayını görmesi bir hakkı ve aynı zamanda bir sünnettir. Beğenmezse reddeder, velîlerin ve damat adayının ısrarı hiçbir şeyi değiştirmez.
Evlenirken ağırlığını koyar, damat adayından istediği kadar "mihir" alır. Mihir onun Allah'ça belirlenmiş en tabii hakkı ve hayat garantisidir. Harcama sahası, meşru çerçevede tamamen kendi iradesine bağlıdır. Mihrini, ya da varsa diğer mal varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi ticarî işletmelerde kullanabilir, şirketler kurar, şirketlere hisse senetleriyle ortak olur, kazanır ve kazandığını da istediği yerde harcar. Çünkü kendi sosyal güvenliği, kocaya varmakla garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûri harcamalar erkeğin sırtınadır. Erkek, elbiseni ya da süs malzemeni kendi kazancınla al, diyemez. Kendi varlığı ölçüsünde kadının nafakasını sağlamak zorundadır; sağlayamayacaksa evlenemez. Evlendikten sonra sağlamazsa kadının boşanma talebi olumlu sonuçlanır.
Kocası onu tahkir edemez, onun hayat arkadaşı olduğunu unutmamak zorundadır, darılıp evinde yalnız bırakamaz.
"Erkeğin en hayırlısı, kadına en iyi davranandır." (bk. Buhâri, Nikâh 43; Müslim, Fedâil 68)
Evde hanımıyla şakalaşmak, eğlenmek ve onu eğlendirmek kocanın görevlerindendir.
Kadının hak-hukuk tanımayıp isyan etmesi dışında, sudan bahanelerle erkek karısını dövemez. (bk. Nisâ, 4/34; İbn Kesîr, Kurtubî, Elmalı ilgili ayetlerin tefsiri; Ebû Dâvûd, Menâsik 56; Ibn Mâce, Menâsik 84; Müslim, Hac 147; Tirmizi, Rada'11; Ebû Dâvûd, Menâsik 56; Halebî Sağîr, s. 395; Halebî Kebîr, s. 621; Canan, Terbiye, s. 391)
Ayrıca, hastalık kıskançlığından kaynaklanan şüphesinden ötürü karısını anî baskınlarla rahatsız edemez. Peygamberimiz (asm) bir hadîslerinde ailesinden uzun zaman ayrı kalan birisinin, haber vermeden gece ansızın eve gelmesini yasaklamıştır. Bunda ayrıca koltuk altı, etek tıraşı ve süslenip taranmayla kocasına hazırlık yapabilme imkânı bulması da, sebep olarak zikredilmiştir. Bu konuda bir hadîs-i şerîfin meâli şöyledir:
"(Uzaklardan) geceleyin geldiğinde hanımının yanına girme ki, bıçak kullanıp temziliğini yapsın, dağınıksa tarasın. (gelişine hazırlansın)."(Buhârî, Nikâh 121,122; Müslim, Radâ' 58, İmâret 181,182; Dârimî, Nikâh 32, Cihâd 163)
Hadîs şerhleri buna sebep olarak bir de, eve geceleyin aniden girmesinin, hanımının ihanetinden şüphelendiği anlamına gelebileceği ihtimalini gösterirler.
Kocanın karısını cinsel yönden tatmin görevi de vardır.Peygamberimiz (asm), karısını düşünmeden, işini bitirerek hemen inen insanları horoza, yani hayvana benzetmiş ve sevişip okşama olmadan cinsel ilişkiye geçilmemesini tavsiye etmiştir. Çünkü erkek bakmakla hemen tahrik olabilir, ama kadın cinsel ilişkiye ancak uzun bir okşama döneminden sonra hazır hale gelir. Iyi bir erkek, karısını bu işe hazırlamayı başarabilen ve kendi doyduğu gibi onu da doyurabilen erkektir.
Cinsel ilişkide sadece kendisini düşünen erkekler, karşısındakine zulmettiklerini ve işkence ederek zevk aldıklarını unutmamalıdırlar.
Evlendikten sonra bir yıl içerisinde hiç cinsel ilişki yapamayan erkekten kadının ayrılma hakkı vardır.
Kadın "peşin mihrini" almadan kendisini erkeğe teslim etmeyebilir.
Kadının nafakası gibi, tedavisi ve ilâç harcamaları da kocaya aittir. Kadın ekmek yapamayan birisi ise, erkek hazır ekmek almak zorundadır. Süslenmesini istiyorsa, süs malzemeleri ve koku masrafi erkeğe aittir. Yılda yazlık ve kışlık olmak üzere iki takım elbise erkeğe aittir. Anlaşmazlık söz konusu olursa elbisenin nitelikleri mahalli idarelerce tesbit edilir.
Kadın, kocası sefere çıkarken, gelmediği günler için nafakasına, ondan kefil alabilir. Âdetli günlerinde kocasından ayrı yatmak isterse, ayrı bir yatak istemek hakkıdır.
Durumuna göre kadın kocasından hizmetçi isteyebilir. Hizmetçinin ücreti kocasına aittir. Örfe göre kadınların yapmaması ayıplanan ev işleri dışında kadın, hiçbir iş yapmak zorunda değildir.
Ihtiyaç duyarsa kocasıyla aylık nafaka miktarında anlaşırlar. Yetmediğini anlarsa artırmasını ister, koca kabul etmezse mahkemeye başvurabilir.
Kadın kocanın yakınlarını istemediği takdirde, kocası onu müstakil bir evde oturtmak zorundadır. Buna sebep olarak, kocasıyla oynaşmak ve yararlanmak arzusuna, onların bulunmasının engel olacağı gösterilmiştir. Hattâ cinsel ilişkiyi bilmeyecek kadar küçük olan çocuğu dışındakiler için de aynı sebeple ayrı odalar istemek, kadının hakkıdır.
Kadının, haftada bir kez anne-babasını ziyaret hakkı vardır, erkek buna engel olamaz.
Erkeğin haklarına bir zarar vemeyen meşru işlerde; kadının meşru çerçevede çalışmak hakkıdır.
Âdet ve lohusalıktan ötürü hamama gitmek istediği takdirde, hamam parasını erkek verir, ancak hamamda avret yerlerinin açılmamasına riayet edilmediği biliniyorsa, kadın hamama gönderilmez.
"Ric'î" (dönülebilir) ya da "bâin" talakla boşanan karısının her türlü nafakasını, iddeti içerisinde erkek verir.
Bu söylediklerimiz bütün fıkıh kitaplarında kadının erkek üzerindeki hakları sayılırken açıklanan konulardan sadece birkaç örnektir. Sonra bunlar birer tavsiye niteliğinde değil, yaptırımı olan kanûni haklardır. Karadeniz'de, Anadolu'da. şurada-buradâ kadınlar çalıştırılıyor ve ancak erkeğin yapabileceği zor işler altında eziliyorlarsa, bunun suçu İslam'ın değil, Islâmı onların hayatından uzaklaştıranların olsa gerektir.
Bir seçim söz konusu olduğunda, kadının seçme hakkının bulunduğunu çoğu Islâm bilginleri söylemişlerdir. Çünkü onların böyle bir hakkının olmadığına dair hiçbir delil yoktur. Kaldı ki seçme, "bey"at'tan ibarettir. Halbuki, Peygamberimiz (asm) kadınlardan da bey'at almıştır. (bk. Mümtahine, 60/12 âyeti ve tefsirleri.) Hz. Ömer'den sonra seçilecek halife için, evlenmemiş genç kızlar dahil, herkesten fikir alınmıştır.(bk. Muhammed Hamîdullah, Islâm Müesseselerine Giriş, Ist.1981, s. 112)
Nihayet kadın öldüğünde kefeni de kocasına aittir.
(Özet olarak sunduğumuz bu maddelerin daha geniş bir açıklaması için bk. İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr ve bütün fıkıh kitaplarının nafaka bölümleri ve özellikle Serahsî ve Mebsût)
Görüldüğü gibi kadın geçim konusunda hiçbir derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği bulunan bir insandır. Ve bütün bunlar bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda mahkeme kararı ile belirlenecek olan kanunî haklardır. Yoksa Islâm'da karı-koca birbirinden devamlı hak koparmak için çekişip duran iki düşman kutup değildirler. Birbirlerini tamamlayan, birbirlerine yardım eden, destek olan, huzur ve moral kaynağı oluşturan, bir bütünün iki yarım parçasıdırlar. Tıpkı Peygamberimiz'in ev işlerine yardım etmesi, Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında iş bölümü yapması gibi.
Kur'an-ı Kerim'de, hangi nedenlerden boşanmanın zaruret haline geldiği açık bir şekilde belirtilmiştir:
1. Açık Edepsizlik (Zina)
Zina, İslam'da büyük bir suç, şirkle eş anlama gelecek kadar büyük bir günahtır. Zina, aile düzenini yerle bir eden; evlilik bağını zedeleyen korkunç bir fiildir.
Böyle bir fiilin Müslüman bir evde işlenmesi hiçbir zaman düşünülemez. Bu fiili Müslümanın evine reva gören bir kadın ya da erkek, o eve layık olamaz.
"Onlara verdiklerinizin bir kısmını alıp götürmek için onları, sıkıştırmayın. Şayet apaçık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Onlarla iyi geçinin..." (Nisa, 4/19)
"Ey peygamber; kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın. Rabb'iniz Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir edepsizlik yaparlarsa (fuhuş) başka..."(Talak, 65/1)
2. Huzursuzluk Çıkarma, Fikri Anlaşmazlık
İslami bir toplumun, huzurlu bir ortam oluşturması için, toplumun çekirdeğini oluşturan ailenin huzurlu olması gerekir. Ailedeki huzuru ise, birbiriyle çok iyi anlaşan eşler sağlar. Ailedeki temel direkler, dengeli değilse aile yuvası her an yıkılmaya mahkumdur.
Ailedeki huzuru ve sürekliliği sağlamak için, dengesiz olan direğin tamir edilerek düzeltilmesi, düzelmesi mümkün değilse değiştirilerek yenilenmesi, hem aile hem de İslam toplumu adına yararlı olacaktır.
Ailenin temel direklerinden biri olan kadın, kocasına karşı gelip evde huzursuzluk çıkarıyorsa, yani bir evde kadın, kocasının taşıdığı fikre destek vermiyor, köstekliyor, sözlü veya fiili olarak karşı çıkıp davasından döndürmeğe ya da alıkoymağa çalışıyorsa bu kadını boşamak, zaruri hale gelmiş demektir.
Eğer erkek, bu kadını boşamazsa bu durumda iki şık ortaya çıkar.
Birinci şık, erkek karısına aldırış etmez, yoluna devam eder. Ancak, bu durumda evde huzursuzluk baş gösterecektir. Huzursuzluğun baş göstermesi ile de, eğer varsa, çocuklar etkilenecek ve sonuçta bunalımlı bir nesil ortaya çıkacaktır. Bu nesil, belki de Allah'ı tanımayacak derecede dinden, imandan uzak bir nesil olacaktır.
Çünkü kadın, evde devamlı çocukların yanında bulunduğundan dolayı onları daha fazla etkileyecektir. İstikbalde bu çocuklar, mücadeleci bir erkek için büyük bir kayıp ve davasına ağır bir darbe olacaktır. Ayrıca erkek, evde huzurlu bir ortam bulamadığından çalışmalarında başarısız olacak veya en azından istediği seviyeye gelemeyecektir. Birbirlerinin evliyası olması gereken mü'min erkek ve kadınlar, evde bu velayeti oluşturamamışlarsa, dışarıda hiç bir zaman oluşturamazlar; iyiliği emredemez, kötülükten alıkoyamazlar. O halde Kur an'ın emrettiği ölçüler içinde kadını boşamak şart olacaktır.
İkinci şık, mü'min erkek, karısının sözüne uyup davasından ve çalışmalarından vazgeçecektir ki, bu da o erkeğin, fasık olmasına ve dinden uzaklaşmasına neden olacaktır. Son yıllarda bunların birçok örnekleri bulunmaktadır.
"De ki: 'Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, Rasulün'den ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin. Allah fasık kavmi hidayete erdirmez." (Tevbe, 9/24)
"Ey iman edenler, eşlerinizden ve çocuklarınızdan bazıları size düşmandır. Onlardan sakının..."(Teğabün, 64/14)
Allah yolundan alıkoymak için çalışan her kadın, aynı zamanda kocasının da düşmanıdır. Bu düşmandan sakınmanın ve korunmanın yolu, ondan uzaklaşmaktır. Bunun en iyi yolu da, o kadını boşamaktır. Çünkü, bu tür kadınlar iyi kadınlardan değillerdir. İsyankar kadınlar, eğer düzelmezlerse onları boşamak en ideal yoldur.
"Allah, insanları birbirinden üstün kıldığından ve mallarından harcadıklarından dolayı erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Onun için iyi kadınlar itaatkar olup, Allah'ın, kendilerini korumasına karşılık kendileri de gizliyi korurlar. Dik kafalılık, şirretlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarından ayrılın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah yücedir, büyüktür." (Nisa, 4/34)
Eğer nasihat edilmesine, yataklarından uzaklaşılmasına ve dövülmelerine rağmen, düzelip kendilerine çeki-düzen vermezlerse, onları boşanmak en iyi çaredir. Ancak düzelmeleri halinde, aleyhlerinde bir yol aramak yasaklanmıştır.
3. Dünya Hayatını ve Süsünü Allah'a Tercih Etmek
Kadın olsun erkek olsun kişi; yaratılışın temel gayesi olan Allah'â itaat (kulluk) etmek ve O'nun dini için çalışmakla mükelleftir. Yaratılışlarının şuurunda olanlar, hareketlerinin yönünü ona göre düzenlerler. Ve yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve hakimiyet yalnızca Allah'a ait oluncaya kadar çalışmak, inandığını söyleyen herkesin üzerine düşen bir görev ve sorumluluktur. İşte Kur'anî gerçekler:
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 51/56)
"... Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz..." (Fatiha, 1/4)
"Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki Allah, ne yaptıklarını görmektedir." (Enfal, 8/39)
Yaratılış gayesini unutup dünya hayatının süsünü isteyen kadınları (ya da erkekleri) boşamak, her iman eden mücadele erinin yapması gereken bir davranış olmalıdır.
Aksi halde, bu kadınlar ya da erkekler davetçiye ayak bağı olacak ve engel teşkil edeceklerdir. Bu yüzden onlardan boşanmak, kadın iseler mehirlerini verip onları salmak en iyi yoldur.
"Ey Nebi, eşlerine söyle: 'Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size müt'a (mehrinizi) vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz, Allah'ı ve ahiret yurdunu istiyorsanız Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük mükafat hazırlamıştır." (Ahzab, 33/28-29)
Allah'ın nizamının egemen olması için çalışmayıp dünya hayatını ve süsünü isteyen kadınlar ya da erkekler, Allah'ın nizamının egemen olmasına çalışan davetçilerin önlerinde bir kambur, bir engeldirler. Bu engelin giderilmesi de mü'minler için bir zarurettir. Çünkü yüce Rabb'imiz, dünya hayatını ve süsünü isteyenlerin ahirette nasiblerinin olmadığını bildiriyor. Ahirette nasibi olmayanın, ahirette nasibi olanlarla beraber olması söz konusu olamaz:
"İşte onlar, ahiret verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Onlardan azab hiç hafifletilmez ve onlara hiç yardım edilmez." (Bakara, 2/86)
"Kimler dünya hayatını ve süsünü isterse onlara oradaki amellerini tam veririz ve onlar orada hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. Ama onlar öyle kimselerdir ki, ahirette onlar için yalnız ateş vardır ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır. Amelleri hep batıl olmuştur." (Hud, 11/15-16)
"Kim ahiret ekinini istiyorsa onun ekinini artırırız; kim dünya ekinini istiyorsa ona da dünyadan bir şey veririz. Fakat onun, ahirette bir nasibi olmaz." (Şura, 42/20)
Dünya hayatını ve süsünü isteyenin, ahiret ekinini isteyenle hiçbir ilgi ve ilişiği olmayacağından, mü'min bir şahsiyetin yapacağı en güzel hareket, dünya süsünü isteyen eşini boşamasıdır. Bu boşamanın nasıl, ne zaman ve ne şekilde olacağını ise İslami esaslar, net bir şekilde ortaya koymuştur.
8 Evlilik öncesi söz / nişan döneminde dini nikah yapıp daha sonra kız ve oğlan anlaşamayıp ayrılma durumu olduğunda, erkek kızı boşamazsa, kız erkekten nasıl boşanabilir?
9 Bir erkeğin eşine küfretmesi (şetm) nikahı bozar mı?
10 Resmi kanunların, boşanan kadına tanıdığı nafaka hakkını, kadının alması helal midir? Verilen nafaka mehir yerine geçer mi?
11 Dinimizde nikâh tazeleme var mıdır?
12 Nişanlı iken dini nikah yapanlar nasıl boşanır, talakta şahit gerekir mi, mehir verilmesi gerekir mi?
13 Ebu Zer, eşi Ümmü Zer’i neden boşamıştır?
14 Şafi mezhebine göre, eşinden boşanan kişi tekrar onunla evlenebilir mi?
15 Boşanma (talak) hakkı, kadına da tanınabilir mi? Erkeğin kadına üç kez "boş ol" demesiyle erkek kadından rahatlıkla boşanabilir mi? Bunun sakıncaları olmaz mı?
16 Bir erkeğin karısına, sen benim dünya ahiret bacımsın veya anamsın, demesi nikahı bozar mı?
17 Bir kimsenin, haksız yere, geçerli bir sebep olmadan, karısını boşaması hakkındaki hüküm nedir?
18 Kur'an'da, boşandıktan sonraki iddet süresi neden önce dört küsur ay, sonra bir yıla çıkmıştır?
19 Boşanmak isteyen kadına cennet kokusu haram mıdır? Bu söz hadis midir?
20 Boşamada açık ve kinayeli ifadeler kullanmak hakkında bilgi verir misiniz? Koca karısına sinir anında "Defol git, istemiyorum seni!.." gibi kelimeler kullanırsa nikah düşer mi?
21 Suçsuz yere kocasından sürekli dayak yiyen kadın, boşanmak için mahkemeye başvurabilir mi? Kadının kocasına beddua etmesi günah mıdır? Kadının bedduası tutar mı, kocanın günahı nedir?
22 Karı-koca resmi olarak boşandıkları zaman, imam nikahları da düşer mi?
23 Boşama hakkı kadına da tanınabilir mi?
24 Mahkeme kararı ile boşanma ve hulle: Bir adam boşadığı karısıyla, bir süre sonra karısı kimseyle evlenip boşanmadan bir araya gelip evlenebilir mi?
25 Boşanmış dul bir kadının iddet müddeti ne olmalıdır? Bu süreyi beklemeden başka biriyle yaptığı nikah geçerli midir? Şayet yaptı ve halvette gerçekleşti ise ne yapması gerekir?
26 Boşadığınız o kadınları evlerinden çıkarmayınız. Onlar da evlerinden ayrılmasınlar, ayetine göre boşanan kadın kocasının evinden ayırlamaz mı? Mahremiyet nasıl olacak?
27 Boşanmayı gerektiren ifadeler nelerdir? Talak vaki olduktan sonra tekrar evlenirlerse anne ve babanın izni gerekir mi?
28 Boşanmalarda çocukların velayeti dinen kime aittir? Eğer kadının ilk eşi vefat ederse, eşinden kalan çocuklara bakmak yükümlülüğü var mıdır?
29 Mahkeme kararıyla boşanma kaç talak hükmündedir? Mahkeme kararıyla boşanan eşler tekrar evlenebilir mi?
30 Karısına kocalık, çocuklarına babalık yapmayan bir kimsenin nikâhı düşer mi? Bu durumda kadına boşanma hakkı doğar mı?
31 Resmî bir takım menfaatler için, formalite icabı resmî olarak mahkeme yoluyla boşanmanın dinî nikahı zedelemesi söz konusu mudur?
32 Eşlerin boşanması halinde çocukların bakımı kime ait olur?
33 Üç talakla boşma ve balcığını tadma hadisini açıklar mısınız? Neden ikinci eşi kadına temas etmeden ilk eşine dönemez kadın?
34 Resmi kanunlara göre boşanma durumunda, mal paylaşımının eşit olarak yapılması İslami kurallara uygun mudur?
35 Talak konusunda ne yapılmalıdır?
36 Şakayla da olsa, erkek eşine "seni boşadım" derse, talak gerçekleşir mi? Hangi sözlerle talak gerçekleşir?
37 Şeytanın en çok sevdiği şeylerden biri, eşlerin arasını ayırmak mıdır?
38 Ailesi tarafından boşanması için baskı yapılan kadının kocasından boşanması caiz midir?
39 Telefonla boşanma gerçekleşir mi? Bir kişi telefonda hanımına, "Yanımda bir şahit var ve seni üç talakla boşuyorum." dese, boşanma gerçekleşir mi?
40 Üç talakla boşandıktan sonra tekrar evlenme yasağının hikmeti nedir?
41 Bir erkek başkasına vekalet vererek imam nikahlı eşden boşanabilir mi? Nikah kıyılırken mehir kağıda yazılmıştı, bunu erkek boşansa bile vermesi gerekir mi?
42 Yurt dışına gitmek için eşinden anlaşmalı olarak boşanan kişi tekrar eşi ile evlenebilir mi? Aynı evde kalmaya devam edebilirler mi?
43 Boşanma halinde eşyalar nasıl taksim edilir? Kadın kocasından kendi isteğiyle ayrılıyorsa, evden hangi eşyeları götürebilir?
44 İddet süresince mecburi sebepler olmadıkça kadının dışarı çıkması uygun olmaz deniyor, doğru mudur?
45 Boşanma davasında kadın, hakimleri vekil tayin edebilir mi? Boşama davasını kadın açıyor. Gayri müslim mahkemelerin verdiği kararlar geçerli midir?
46 Nişanlılık döneminde eşlerin ayrılması ve mehir
47 Gıyaben, aracı ile boşamanın (talak) geçerli oluşunun delili nedir?
48 Zorlama ile talak vaki olur mu? Sarih olmayan ifadelerle talak gerçekleşir mi?
49 Mahkeme kararı ile boşanma: Eşim beni terketti ve boşamıyor, ben ne yapacağım? Avrupa'da yaşıyorum; mahkemeye gitmem gerekir mi?
50 Kişi boşandığı hanımıyla telefonla ya da baş başa görüşebilir mi?
51 Falan partiye oy vermezsem eşim boş olsun, diyen kişi ne yapmalıdır?
52 Talak suresi 4. ayete, henüz adet görmeyenler, diye meal vermek yanlış olur mu?
53 Temyiz edilen boşanma davası sonuçlanmamışsa hâlâ evli mi sayılırız?
54 “Şunu yapmazsam eşim boş olsun” yahut “Şunu yaparsan boş ol” gibi boşama fiilinin şarta bağlandığı ifadelerin hükmü nedir?
2 notes · View notes
brieffarmnerdhoagie · 4 years
Text
Tumblr media
TESETTÜR TARZ DEĞİL FARZDIR!‏
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Elhamdülillah müslümanız. Dinimizin emirlerinden birisi de tesettürdür.Öyleyse bu zamandaki müslüman kadınlarda görülen tesettürsüzlük nedir? Veya tesettür sorunu nedir? İnsanlar doğası gereği giyinir. Peki bir soru soralım tesettürlü olmak mı,yoksa giyinmek mi?Pek çoğumuz bu suali tam anlamıyla idrak etmemiştir\edememiştir. Mü’min kadınlar tesettürlüdür! Onlar mücahidedir!
Bizim yıllardır süregelen tesettür davâmız bu mu idi,bu hâle mi gelecekti… Zira bazı kızlarımız\kadınlarımız başörtüyü sadece baş örtmek olarak algılamış olmalılar ki sokakta ya da başka yerlerde gördüğümüz bu kızlar yahut kadınlar giyinmiş çıplak olarak ortada geziyorlar.. Bir hadisle yazımıza devam edelim; ‘Cehennemliklerden iki grubu henüz ben görmedim. Bunlardan biri,ellerinde inek kuyruğu gibi kırbaçlarla insanları dövenlerdir. Bir diğeri de, GİYİNMİŞ ÇIPLAK kadınlardır. Eğirtip kıvırtarak gezerler. Başları deve hörgücü gibi yapılmıştır. Bunlar,kokusu şu kadar mesafeden hissedilebilecek olan cennete giremeyecekler,kokusunu bile hissedemeyecekler.’ Müslim, Cenne, 13\2128
“Giyinmiş çıplaklığın ise ancak şu anlamda ele alınması mümkün olabilmektedir: ‘Görünürde var olan ama giyinmenin gereğini gerçekleştirmeyen bir kıyafet’ ile giyinmiş bayanlar bulunacaktır.”Bu benzetmenin en açık anlaşılabilen anlamı budur. Hadisi şerif, net bir şekilde kadınların giyinmesi konusunu cehennem ve cennet ile çok yakın bağlantılı bir konu olarak bize göstermektedir. Normalde giyinme yani tesettür, imana dair konulardan değildir. Amele dair konulardan biri olduğu hâlde hadiste, cennete girmek ve hatta cennetin kokusunu hissetmek gibi bir çeşit mübalağa seviyesi ile ifade edilmiştir. Tesettür ,Müslim hadisindeki maksadı gerçekleşmedikten sonra kadının üzerindeki kıyafetin, kadının cennet umudunu eriten bir sorun durumuna gelmektedir.(1) Hâl böyle iken sokaklarda gördüğümüz kızlarımız başlarına herhangi bir örtü geçirip,Batılıların kovboy pantolonunu giyip deve hörgücüyle ortada geziyorlar.
İslâmın umudu kızlarımız,ey kızlarımız! Tesettür mü’min hanımların adeta bir kimliğidir. Peki yukarıda anlattıklarımız mı bizim kimliğimiz? Bu mu bizim İslâmî kimliğimiz?…Bizlerin el ve yüz hariç tüm vücudumuzun her yeri örtülmesi farzdır bu tesettürdür kardeşlerim. Misal, başörtüyü herhangi bir şekilde/zevklerine göre takıp mü’min kadınların altından saçlarının gözükmesi tesettür müdür? Elbette hayır. Tesettür tarz değil farzdır! Ey İslâmın kızları! Ey Sümeyyeler,Aişeler, Fâtımalar,Meryemler!… Bunları gönüllerimizle,ruhumuzla idrak edelim…
Dihye bin Halife el-Kelbiyye diyor ki : Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mısır’dan ince keten kumaşları gelmişti. Bir parça da bana verdi, ve : “Bunu ikiye böl , birisi ile kendine gömlek yap,diğerini de hanımınaver,kendine başörtüsü yapsın.” dedi,(başörtüsünün genişliğine dikkat). Ben dönüp gideceğim zaman :”Hanımına söyle ,altına bir kumaş daha giysin ; saçlarını göstermesin,” dedi ( Ebu Davud, 4\363 (Libas,39)]. Bu durumda görüyoruz ki başörtü takmaktan maksat saçları göstermemektedir, dikkat çekmemektir,örtünmektir. Altını gösteren şeffaf\ince başörtüsünün bir mânâsı yoktur.(2)
Peki giyinmiş çıplaklar cennetin kokusunu dâhi alamayacaklarsa niye hâlâ böyle giyiniyorlar\örtünüyorlar? Ahir zaman örtüsü olsa gerek… Biz elhamdülillah ki müslümanız gâyemiz Allah’ın,yaradanın rızasını kazanmak, cennete gitmek değil midir? E bu anlattığımız giyinmiş çıplaklar cennete girmeyi bırak kokusunu dahi alamayacaklardır, bu korkunç bir çelişkidir.
Bizim için değerli olan şeyleri bir şekilde muhafaza ederiz. Örneğin elmas,yakut,ve özellikle evimizi dışarıdan muhafaza etmek için perde asarız. Çünkü evimiz bizim mahremiyet alanımızdır,bizim için özeldir. Evlerimizi,yuvalarımızı bu şekilde örtüp\gizleyip muhafaza edip koruyorsak ümmetin hanımları da pek kıymetli olduğu bariz bir şekilde anlayabiliriz;).
İslâm coğrafyalarında mahremiyet,tesettür,değerler gibi konular önemlidir. Lakin Batı’da çoğu evlerde perde bile yok. Neden perde yok sizce? Zira onlarda mahremiyet,tesettür, değerler vs. gibi konuların da gündemlerinde pek olmadığını (Hatta yok desek yeridir). Esasen biz bunu onların giyimlerinden de anlayabiliyoruz ne tesettür, ne edep, ne de hâyâ var… Bizleri onlar gibi tasavvur edemeyiz kardeşlerim, biz müstağrib kafalı olamayız… Mü’min kadınlar edep,hâyâ, bizim vazgeçilmezlerimizdir. Biz mü’min hanımlar korunmak için giyiniriz, görünmek için değil…
Bizler, İslâmın kadınları, tesettürü, İslâmî kimliği olan mücahideler! Bizler evini cennete dönüştüren,mücahitler/mücahideler yetiştirecek olan,evinde cihat eden,evini ilim merkezine dönüşterecek olan,alimler doğuracak olan,eşini,çocuklarını cennete ulaştıracak olan ümmetin güzel anneleri… Bizim tesettürümüz cihat etme seviyesine gelmiştir. Biz geçmişe bakıp yaşayamayız şimdi elimizden gelen çabayı sarf edip koşarak yolumuzda ilerlemeliyiz. Kendimizi basit görmeyelim, küçük göriüp bu güzel yolumuzdan davamızdan vazgeçmeyelim.
Bizim büyük âlimlerimizi yetiştirenlerin onları doğuran anneler olduğu bilinen bir hakikattir.İmam Suyûtiler, İbni Hacer el-Askalanîler, ve daha birçok sayabileceğimiz alimleri doğurup yetişmesinde kadınların etkin bir noktada olduğunu görüyoruz.(3) Bu büyük alimlerin yetişmesinde kadınların birçok rol üstlendiğini gördüğümüz hâlde ,şimdi kimse çıkıp da kadınların kendilerini basit görmesinden söz edemez bu durumda..
Bu anlattıklarımız ,verdiğimiz örnekler ve daha birçok veremediğimiz örnekler,ayetler,hadisler,kıssalar bizim bütün bu anlattıklarımızı idrak etmeye fazlasıyla yeter. Yeter ki gönlümüzü açıp imtihan dünyasında olduğumuzu unutmamamız gereklidir. İmtihan dünyası bir Çınar ağacının altında biraz dinlenme yeridir. Bizim koştuğumuz yolun sonunda cenneti tasavvur ediyoruz. Gayemiz budur.
Nureddin Hocamızın sözüyle yazımızı bitirelim inşaallah;
… Dün, tesettürümüz jandarmaya takılıyordu. Bir imtihan yaşıyorduk değil mi? Bugün kime takılıyor da kadınlarımız tesettürü berbat edecek hâllere giriyorlar? Cevap tektir : O bir imtihandı bu da başka bir imtihandır.”
Allah’ın selameti üzerinize olsun…
(1) Nureddin Yıldız, Mücahide Kadın, s. 161-162
(2) Dr. Abdülvehhap Öztürk, Açıklamalı kadın ilmihali, s. 535
2 notes · View notes
yusufserkan · 4 years
Text
Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinin çok “sembolik” bir anlamı vardır. Ayasofya, Saidi Nursi'den Necip Fazıl'a Atatürk Cumhuriyeti'yle hesaplaşmak isteyen çevrelerin iki önemli sembolünden biridir. İkinci sembolleri halifeliktir. Nitekim geçtiğimiz hafta “Gerçek Hayat” dergisi, “Artık Ayasofya ve Türkiye hür! Hilafet için toparlanın!” başlıklı bir kapakla çıkmıştır.
Peki, ama hilafetçilerin iddia ettiği gibi halifelik “dinsel bir kurum mudur”, “İslam dünyasını birleştirmiş midir” ve “İngilizlerin isteğiyle mi kaldırılmıştır?” İşte halifelik gerçeği!
HALİFELİĞİN ANLAMI
Kuran'a göre halife insandır. Kuran'da Hz. Adem'den “yeryüzündeki halife” olarak söz edilmektedir. (Bakara: 30). Kuran'da Allah'ın veya peygamberin vekili anlamında bir halifelik yoktur. Hiçbir fani, Allah'ın halefi veya temsilcisi olamayacağından ve Hz. Muhammet de son peygamber olduğundan dolayı halife, Allah'ın veya peygamberin vekili olamaz. Bu durumda Hugh Kennedy'in ifadesiyle “Halife, peygamberin yaşarken ifa ettiği dünyaya ve yönetime dair işlerden bazılarını yürüten sıradan bir adam olabilir.” (Hugh Kennedy, Hilafet, İstanbul, 2019, s. 31) Gerçekten de Hz. Ömer'den itibaren neredeyse bütün halifelere “Emirül Müminin” (Müminlerin Emiri) unvanı verilmiştir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.11, s. 156, 157) Emir, “kumandan” veya “bey” anlamlarına gelmektedir.“Emirül Müminin” adı verilen halife, Müslümanların dünya işlerini yürüten lider, yani devlet başkanından başka bir şey değildir. (Kennedy, s. 31).
Tarihsel süreçte Osmanlı halifelerinin kendilerini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” diye adlandırmalarının hiçbir dinsel dayanağı yoktur. Bu yaklaşım, Kuran'daki İslam'a aykırıdır.
Hz. Muhammet'in ölümünden sonra onun yerine devletin başına geçecek kişinin belirlenmesi halifeliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Yani halifelik dinsel bir gereklilikten değil, siyasal bir ihtiyaçtan doğdu:
Yaygın kanaatin aksine halifelik tarih boyunca Müslümanları birleştirmedi, tam tersine böldü.
Halifelik daha ortaya çıkarken ayrılıklara, kavgalara neden oldu. İlk halife belirlenirken başlayan ayrışmalar dört halife döneminde devam etti. Öyle ki dört halifeden üçü; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali katledildi. Halifelik daha doğarken kardeş kanı aktı; hilafet, Sıffın Savaşı ve Kerbela Olayı gibi kanlı “emirlik” kavgaları üzerinde yükseldi. Bütün bu kavgaların merkezinde “siyaset” vardı; bu kavgalar devletin başına geçme, “müminlerin emiri” olma kavgasıydı.
Tarih boyunca bütün İslam dünyasını tek bir noktadan yöneten tek bir halife hiç olmadı. Çünkü monarşik güçlerini halifelik unvanıyla daha da arttırmak isteyen Müslüman hükümdarlar fırsat bulduklarında kendilerini halife ilan etmekten çekinmediler. Bu nedenle İslam dünyasında aynı anda birkaç halife hüküm sürdü. Örneğin 910'da Abbasi Halifeliği devam ederken Şiiler Fatimi Halifeliği'ni kurdular. 929'da Bağdat'ta Abbasi Halifeliği, Mısır'da Fatimi Halifeliği devam ederken İspanya'da Endülüs Emevi Halifeliği ilan edildi. Böylece 10. yüzyılda İslam dünyasında aynı anda üç halifelik ortaya çıktı. Sünni Abbasiler ile Şii Fatimiler arasında iktidar ve nüfuz mücadelesi uzun yıllar boyunca devam etti.
11. yüzyıl başlarında İspanya'da Endüslüs Emevi Devleti iyice zayıfladı. Halifelikten kaynaklanan iç kavgalar nedeniyle devlet ileri gelenleri 1031'de halifeliği kaldırıp içlerinden -halife ailesiyle alakası olmayan birini- yönetici seçtiler. Böylece tarihte ilk kez Endülüs Emevi Devleti halifeliği kaldırmış oldu. İşin ilginç yanı, kaldırılan halifeliği kimse yeniden diriltmeye çalışmadı. (Kennedy, s.198)
1031'de Emevi Halifeliği, 1071'de Fatimi Halifeliği, 1258'de de Abbasi Halifeliği yıkıldı. Bu boşlukta halifeliğe Mısır'daki Memlük Devleti sahip çıktı.
Halife Memlüklerdeyken diğer İslam devletleri Memlüklere biat etmediler. Tam tersine Müslüman Osmanlı Devleti, 1517'de Müslüman Memlüklere saldırdı. Yavuz Sultan Selim, 1517'de Memlük Devleti'ne son verip halifeliği ele geçirdi. Ancak bu sefer de diğer İslam devletleri Osmanlı Hilafetini tanımadılar. Mahmut Goloğlu'nun ifadesiyle “Osmanlı padişahları sadece kendi ülkelerindeki Müslümanların halifesiydiler. Yani bütün dünya Müslümanlarının halifesi hiç olmadılar.” (Mahmut Goloğlu, Halifelik, İstanbul, 2012, s. 23).
1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması'nda Ruslar Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenince Osmanlı da -ilk kez halifelikten yararlanarak- Kırım Müslümanları üzerinde benzer bir hak ileri sürdü.
II. Abdülhamit halifeliği bir güç olarak kullanmak istedi. 1876 tarihli Kanuni Esasi'nin 3. maddesine göre padişah aynı zamanda halifeydi. 4. maddesine göre padişah halife olarak İslam dininin koruyucusuydu.
1897'de Yunan zaferi, İslam dünyasında Abdülhamit'in şöhretini artırdı. O sırada İngiltere'yle rekabet eden Almanya, Abdülhamit'in bu şöhretinden yararlanmak istedi. 1898'de Kayzer II. Wilhelm İstanbul'a gelip II. Abdülhamit'i ziyaret etti. Oradan Suriye, Filistin'e gitti. II. Wilhelm, Şam'da Müslüman kılığına girip Selahaddin Eyyübi'nin Türbesi'ni ziyaret ettikten sonra yaptığı konuşmada “Abdülhamit 300 milyon Müslümanın halifesidir, ben de onun dostuyum!” dedi. (Cüneyt Akalın, Halifelik Neden Kaldırıldı, İstanbul, 2014, s. 10).
II. Abdülhamit ile II. Wilhelm'i kol kola gösteren bir çizim.
Almanya, Abdülhamit'in şahsında “halifeliği” bir silah olarak kullanmak istiyordu. Abdülhamit dönemindeki Berlin-Bağdat ve Hicaz demiryolu projelerinin ardında da Almanya'nın halifelik planı vardı. Ancak Alman halifelik planına karşı İngilizler hemen harekete geçtiler; Kuveyt, Necit, Hicaz, Asir, Yemen, Sudan mahalli liderlerini Osmanlı'ya karşı ayaklandırdılar. 1885-1906 arasında buralardaki Müslüman liderler Abdülhamit'in halifeliğini tanımayarak isyan ettiler.
II. Abdülhamit'in “halifelik silahı” ne Fransa'nın Tunus'u işgaline, ne İngiltere'nin Mısır'ı işgaline, ne Bosna Hersek'in Avusturya'ya bırakılmasına engel olabildi. Çünkü bu kurusıkı bir silahtı.
II. Abdülhamit döneminde Rusya, Orta Asya'da Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarını ele geçirdi. Bu Müslüman hanlıklar, Osmanlı halifesinden yardım istediler. Mozanbik ile Madagaskar arasında Komor Adaları'ndaki Müslümanlar da Fransız tehdidine karşı Osmanlı halifesinden yardım istediler. Fakat II. Abdülhamit bu Müslümanların hiçbirine yardım etmedi, edemedi. (Kennedy, s. 218,219)
Kısacası halifelik, II. Abdülhamit döneminde de İslam dünyasını birleştirmedi, Müslümanların dertlerine derman olmadı.
19. yüzyılda İngiltere, Almanya kontrolündeki Osmanlı Halifeliğine karşı kendi kontrolünde bir Arap Halifeliği kurmak istedi. I. Dünya Savaşı'nda bu plan açıkça ifade edildi. 31 Ekim 1914'te Kahire'deki İngiliz temsilci Lord Kitchener, 30 Ağustos 1915'te de Sir H. Mc. Mahon, Mekke Şerifi Hüseyin'e gönderdikleri iki ayrı mektupla “Gerçek Arap soyundan birisinin Mekke veya Medine'de halifeliği üzerine almasını” istediler. (Bilal Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Ankara, 2015, s. 107, 108).
İngiliz desteğini arkasına alan Mekke Şerif'i Hüseyin, 1 Kasım 1916'da Osmanlı'ya karşı ayaklandı. Mekke'de bağımsızlığını ilan eden Kral Hüseyin, Arap dünyasında “halife” sayılmaya başlandı. Ancak İngiltere, Şerif Hüseyin'in halifeliğini hemen tanımayıp savaş sonunu beklemeye karar verdi. İngiltere'nin, halifeliği kullanabileceğini gören Fransa ve İtalya da harekete geçtiler. İngilizler, Kral Hüseyin'i halife ilan ederlerse Fransa Fas sultanını, İtalya ise Şeyh Ahmet Sunisi'yi halife ilan edecekti. Sovyetler Birliği'nin de bir halife adayı vardı. Onlar da Afganistan Emiri Amanullah Han'ı halife yapmayı düşünüyordu. (Şimşir, s. 108-113).
Şerif Hüseyin, İngilizlerin desteğiyle önce 1916'da Osmanlı'ya isyan etti, sonra 1924'te halifeliğini ilan etti.
TBMM, 1 Kasım 1922'de saltanatla halifeliği birbirinden ayırıp saltanatı kaldırdı. Halife Vahdettin, 17 Kasım 1922'de, “halifelik” sıfatıyla İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtı. TBMM, Abdülmecit Efendi'yi halife ilan etti. İngiltere, Vahdettin'in “halifelik” sıfatından yararlanarak özellikle Hint Müslümanlarını kontrol etmeyi düşündü. Kaçak Vahdettin, İngiltere'nin bilgisi dâhilinde, Hicaz Kralı Hüseyin'in davetini kabul ederek 15 Ocak 1924'te Hicaz'a gitti. Ancak Arapların Vahdettin'i değil, Hicaz Kralı Hüseyin'i “halife” olarak tanıdıkları görüldü. Hint Müslümanları da Milli Mücadele'deki ihaneti nedeniyle Vahdettin'in halifeliğini kabul etmiyordu. Bunun üzerine İngilizler, “halife” olarak hiçbir gücü olmadığını anladıkları Vahdettin'i “istenmeyen adam” ilan ettiler. 1924 başlarında İngiliz basını Hicaz Kralı Hüseyin'in halife ilan edileceğini yazmaya başladı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, İngilizlerin halifelik entrikalarını yakından izliyordu. İngiltere “Kimi halife ilan etsem?” diye düşünürken Atatürk, bu İngiliz planını suya düşürecek radikal bir karar verdi; TBMM, 3 Mart 1924'te halifeliği tamamen kaldırdı.
Türkiye'nin halifeliği kaldırmasına İngiliz basını çok şiddetli bir tepki gösterdi. Türk düşmanı Lloyd George'un yayın organı Daily Telgraf gazetesi, 4 Mart 1924'te halifeliği kaldıran Türkiye'ye şöyle saldırdı: “Türkler halifeliği kaldırmakla Batılılaşacağını, uygarlaşacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar… 6 milyon nüfuslu Türkiye halifelik sayesinde büyük devletler arasında sayılıyordu. Bundan sonra bu devlet artık üçüncü sınıf bir Tatar devletçiği derecesine düşecektir!” İngiliz basını bir hafta boyunca halifeliği kaldıran Türkiye'ye ateş püskürdü. (Şimşir, s. 136-141). İngiltere, halifeliği kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'ni uzun süre tanımak istemedi. İngiltere, halifeliğin kaldırılmasından 6 yıl sonra, 1930'da Ankara'da büyükelçilik açtı. İngiltere uzun yıllar Türkiye'ye kredi de vermedi.
TBMM, 3 Mart 1924'te halifeliği kaldırdıktan iki gün sonra 5 Mart 1924'te Hicaz Kralı Hüseyin 101 pare top atışıyla halifeliğini ilan etti. Ancak özellikle Mısır ve Hint Müslümanları Şerif Hüseyin'in halifeliğini tanımadı. Şerif Hüseyin, halifelik ilanından 7 ay sonra bir Vahhabi saldırısıyla (Abdülaziz Bin Suud tarafından) Hicaz'dan sürüldü. Bu sırada önce İsviçre'de bulunan devrik halife Abdülmecit Efendi sonra da Mısır uleması, İslam konferansı çağrısı yaptılar. 1926'da Kahire Kongresi ve Mekke Konferansı düzenlendi. Ancak bu toplantılardan hiçbir sonuç alınamadı (Arnold J. Toynbee, 1920'lerde Türkiye, Hilafetin İlgası, İstanbul, 1998, s. 81, 84-87, 106-116). Çünkü artık ulus devletler çağı başlamıştı; hiçbir İslam ülkesi kaderini bir halifeye teslim etmek istemiyordu. Ayrıca Türkiye dışında bağımsız bir İslam ülkesi de yoktu. Halife seçilse bile İngiltere veya Fransa'nın kontrolü altında olacaktı.
Sonuç olarak, halifelik siyasal bir kurumdu. Atatürk, “Halifelik hükümet, devlet demektir. Türkiye Cumhuriyeti kendi içinde başka devlet kabul etmez” mantığıyla halifeliği kaldırdı.
Tarih boyunca halifelik Müslümanları birleştirmedi, böldü; halifelik rekabeti yüzünden Müslüman milletler birbirine düştü. Halifelik, 19. yüzyıldan itibaren İslam dünyasını ezen, sömüren Batı emperyalizminin oyuncağı haline geldi. İşte Atatürk, Müslümanları birbirine düşüren, Batı emperyalizminin oyuncağı haline gelmiş ve çağ dışı kalmış halifeliği kaldırarak İslam milletlerine “bağımsızlık” ve “barışçı iş birliği” yolunu açtı. İslam milletleri, halifelik varken değil, halifelik kaldırıldıktan sonra bağımsızlıklarına kavuştular.
1 note · View note
nazenin-1blog · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Peki Hz. Ömer’i radıyallahu anh halife yapan özelikleri nelerdi? 
1. Güçlü Olması
Hz. Ömer radıyallahu anh halife seçildikten sonra şu duayı etmiştir:
“Allah’ım, ben sert ve şiddetli biriyim, bana yumuşaklık ihsan eyle. Ben güç­süzüm, bana kuvvet ver. Ey Rabb’im, idaresini üzerime aldığım bu ümmeti doğ­ru yola irşat için bana güç ve kuvvet ver.”(Hilye, 1: 54.)
2. Nefsine Hakim Olması
Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dir.” (Tirmizî, Kıyâmet 25.)
3. Hiddetlendiğinde Bile Yumuşak Olması
Abdullah bin Abbas radıyallahu anh şöyle anlatır:
Uyeyne bin Hısn, Medine’ye geldi ve yeğeni Hur bin Kays’a misafir oldu. Hur bin Kays, Hz. Ömer’in istişare heyetinden idi. Zaten genç olsun yaşlı olsun bütün alimler (Kurra) Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hur bin Kays’a:
“–Yeğenim, senin devlet başkanı yanında itibarın yüksektir. Beni kendisiyle görüştür.” dedi.
Hur, Ömer’den radıyallahu anh  izin aldı. Uyeyne, Hazret-i Ömer’in yanına girince:
“–Ey Hattab oğlu! Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyorsun. Aramızda adaletle de hükmetmiyorsun.” dedi.
Hz. Ömer hiddetlendi. Uyeyne’ye ceza vermek istedi. Bunu sezen Hur:
“–Ey mü’minlerin emîri! Allâh, peygamberine, “Af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir!” (el-A’râf, 199) buyurdu. Benim amcam da cahillerdendir.” dedi.
Allah’a yemin ederim ki, Hur bu âyeti okuyunca Ömer radıyallahu anh, Uyeyne’yi cezalandırmaktan derhal vazgeçti. Zaten Hz. Ömer radıyallahu anh, Allah’ın kitabına son derece bağlı idi. (Buhari, Tefsir 7/5, İ’tisam 2)
4. Görüş Sahiplerinin Görüşlerinden Yararlanması
“Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.”(Şura – 38)
Hz. Ömer radıyallahu anh, bir devletin meşveretsiz idare edilemeyeceğine inandığı için bir “Şura Meclisi” kurmuş ve büyük sahabeleri bu meclise üye yapmıştır. Arada Şura Meclisi ile toplantı yapmış, üyelerin görüşlerini alarak çoğunluğa göre kararlarını vermiştir.
5. Kendisini İlgilendirmeyen Sorunlarla İlgilenmemesi
Hz. Ömer radıyallahu anh şöyle söylemiştir:
“Seni ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olma! Düşmanından uzak dur! Dostundan da bazı şeylerini gizle, ancak emin olursa o başka. Bir toplumda emîn bir kimseye hiçbir şey denk olamaz. Günahkar ve kötü kimseyle beraber bulunma, çünkü o sana günahlarını öğretir. Ona sırrını da açma! İşlerin hususunda, Allah’tan korkan kimselerle istişare et!” (İbn Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 147)
6. Bilmediklerini Öğrenmekten Utanmaması
Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh  Hz. Ömer’in radıyallahu anh ilmi için şöyle der:
“Hz. Ömer’in ilmi terazinin bir kefesine, yeryüzündekilerin ilmi de öteki ke­fesine konsa, Ömer’in radıyallahu anh  ilmi ağır basardı. O, aramızda Allah’ı en iyi tanıyan, Allah’ın kita­bını en güzel okuyup anlayan ve dinde derin anlayış sahibi olan­dı.”(Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 191-192)
7. Ani Olaylar Karşısında Telaşa Kapılmaması
Hz. Ömer radıyallahu anh, bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah, babasına:
“Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sa­na vereyim de, kendine güzel bir elbise yaptır.” demişti.
Hz. Ömer de radıyallahu anh oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı.
Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu halde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı.
“Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” dedi. Arka saflarda biri itiraz etti. “Ey müminlerin emiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çün­kü sen, Allah ve Resul’ünün yolundan gitmiyorsun!” dedi.
Halife, “Neden?” diye sordu.
O zat sebebini şöyle izah etti: “Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptır­mışsın!”
Hz. Ömer radıyallahu anh, cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a radıyallahu anh işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve:
“Şimdi konuş, ey müminlerin emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” dedi. (Ebu’l-ferec İbnü’l-cevzi, Sıfetü’s-saffe, 1/203-204)
60 notes · View notes
macrofar · 4 years
Photo
Tumblr media
4.4.2020
4-4-4 PORTALI 
İKİ : İki sayısı “dualite yani kutupluluk” ilkesini sembolize eder. Kadın/erkek, dişil/eril, sıcak/soğuk, gündüz/gece gibi... İki zıt parçanın bir bütünü oluşturduğu bilgisini taşır.
DÖRT :
Dört sayısı “sağlamlık ve denge”yi sembolize eder. Bir masayı için en sağlam denge dört ayak üzerinde olur. Bir çok hayvan da dört ayağı üzerinde durmaktadır. İnsan da sağlamlık ve denge kurabilmek için emeklerken dört ayağı üzerinde emekler. Dilimizde varolan “dört elle sarılmak”, “gözünü dört açmak” gibi deyimler de yapılan işin nasıl sağlam olabileceğini belirtmek için kullanılır. Dört ayrıca dört temel yön ile de alakalıdır. Böylece etrafımızın dört parçaya ayrıldığını kabul edebiliriz. Aynen “dünyanın dört bucağı” deyiminde olduğu gibi. Dört sayısı aynı zamanda dört elementi de (Ateş-Hava-Toprak_su) sembolize eder. Böylece dört, dünyanın yapı taşı olarak da yer alır. Hıristiyanlıktaki haç, dört İncil, İslam’daki dört büyük melek, dört halife bu sembolizmle alakalıdır. Şimdi genel bilgilendirmeyi bırakıp günün enerjisi neyi anlatıyor ona geleyim. Değişim gezegenimizde başlamıştır. Yepyeni bir varoluş hâli için hazırlık sürecine girmiş durumdayız. “Hiçbir şey eskisi olmayacak”. Bu bizlerin içsel bilgisidir ve şu an herkeste uyanmış durumdadır. Çok uzatmadan 4.4.2020 yani 4-4-4 enerjisini nasıl kullanabiliriz onu anlatayım.
Sistem bize “dengelenin” diyor. Bugünün enerjisini lütfen şimdiye kadar ayağınıza bağ olan duygu ve düşünceleri geride bırakmaya niyet ederek kullanın. Babanıza kızgınsınız? Annenize mi? Kocanıza mı? Öğretmeninize mi? Kimin yüzünden oldu her ne olduysa?.... Kiminle mukayese edildiniz ve eksik hissettiniz? Kim sizce daha başarılıydı ve gölgesinde kaldığınızı düşündünüz? Kim size ihtiyacının olan desteği vermedi? Kim size yeterince destek olmadı yada sevmedi de böylesiniz? Bırakın. Bırakın artık....kaç senedir düşünüyor, kaç senedir öfkeleniyor, kaç senedir üzülüyorsunuz? Yetmedi mi bugüne kadar taşıdığınız?.... yorulmadınız mı? Daha da ziyade, SIKILMADINIZ MI?
35 yaşındasın diyelim, bi 35 sene sonra 70 yaşındasın. Hâlâ seni ağırlaştıran, yolunu kesen ve daha da keskinleşen aynı duygularla uğraşmak mı istiyorsun? Çok yazık olmaz mı dönüp baktığında? Bir ömür kızdığına değer mi? ....ve o zamanı beklemeden şimdi düşündüğünde çok sıkıcı değil mi?
İşte tüm bunlar şimdiye kadar içsel dengemizi bozdu. Enerji sürekli tek tarafa aktı çünkü. Şimdi gelin, vakit de var. Takkeyi önünüze koyun ve paçanıza yapışan ve sizi aşağıya çeken ne varsa ortaya çıkartın. Ardından onları geride bırakmayı seçin. “GEÇMİŞ GEÇMİŞTE KALDI”. Eğer fark etmek isterseniz gerçekten “YAŞANDI VE BİTTİ”. “Eski anılarınız için yeni göz yaşları dökmeyi de bırakın”. Tüm bunları geride bırakmayı seçerseniz eğer, şimdiye kadar bu konulara akan enerjiniz diğer yöne doğru akmaya başlayacaktır.
4-4-4 sizin dengelenme talebinizi destekleyecektir. Bu rakamlar, bu gökyüzü kombinasyonları, virüsler....bu zamana gelmesi tesadüf değil. Evren yüzümüzün nereye dönük olduğunu olduğunu biliyor. Denge, adalet ve birlik bilincini özledik, biliyor.
Bu sebeple bizlerden önce kendine içimizde dengelenmemizi istiyor. Yeni dünya düzenine uyumlanmamız için “eski olandan kurtul ve yeniye yer aç” diyor. ...ve bizi 4-4-4 portalı enerjileri ile destekliyor. Size hemen kolayca uygulayabileceğiniz birkaç çalışma tavsiye edeyim. Arınmak istediğiniz her ne varsa gözlerinizi  kapatıp bu duyguları, olayları, gökkuşağı renklerinden olan bir balonun içine koyup gökyüzüne doğru bırakıp özgürleştiğinizi vizyonlayabilirsiniz. Veyahut konu ya da kişilerle ilgili duygularınızı, kendinizden bile sakmayacak şekilde ifade ederek bir kapıda yazabilir ve bu kağıdı yakabilirsiniz.
Dengenizi bozan bir insan ise, yine gözlerinizi kapatıp bu kişiyi karşınızda hayal edin. Aranızda bir bağ var, bunu görmeye çalışın. Bu bağ boğazınız, karnınız, kollarınız gibi herhangi bir bölgede belirebilir. Bağı gördükten sonra elinize bir makas aldığınızı ve bu bağı tam dibinden kestiğinizi vizyonlayın. Ardından bağı yanınızda yanan bir “mor alev”in içine atın.
Ya da siz bildiğiniz, duyduğunuz başka bir yöntem varsa onu kullanın. Sadece bilin ki amacımız ÖZGÜRLEŞMEK, DENGEYE GELMEK ve YENİ DÜNYA DÜZENİNE KOLAYCA ADAPTE OLABİLMEKTİR. Şifa olsun
İpek Görür
3 notes · View notes