Tumgik
#çölde vaha olmak
mecnun1cinar · 7 months
Text
nasıl hissettiğimizi soruyosanız koca bir ormanın içerisinde her yere güneş doğmuşta sanki bir karanlık noktada kalmış gibi çölde çiçek açmış ama senin ormanların yok olmuş gibi hissediyorum öyle
29 notes · View notes
yakazakalb · 20 days
Text
Çölde vaha, vahada hurma ağacı olmak...
.
23 notes · View notes
julideergin · 5 months
Text
Londra’da Aylaklık Etmek!
Tumblr media
Yazının başlığı üzerine çok düşündüm.
Düşündüm çünkü Londra sokaklarında zaman kısıtlaması olmadan ve herhangi bir amaç gütmeden yapılan yürüyüşler olmasaydı mahalle aralarında bulunan küçük parkları, farklı lezzetler sunan yeme-içme mekanlarını, hayranlık uyandıran ağaçları, o ağaçların tepesinde oynayan sincapları görmek ve gördüklerini bir çocuk şaşkınlığı ve mutluluğuyla karşılamak, sanırım mümkün olmazdı. Bu yürüyüşleri hangi kelime ile tanımlamak doğru olurdu? Çok düşündüm, sonra “Aylaklık” ta karar kıldım. Yine de emin olmak için muhtelif kaynaklardan kelimenin anlamını okumaya başladım.
TDK sözlüğüne göre aylak, “Yapacak bir işi olmayan, boş duran (kimse)” anlamına geliyor. İşsiz, boş duran, avare anlamına gelen bu kelimenin Fransızca karşılığı ise hem kulağa hoş geliyor hem de biraz daha olumlu bir anlam taşıyor; flanör (flâneur.). Flanör, 19. yy’de ortaya çıkmış ve “aylak aylak gezen aydın” veya “kentli aylak” anlamına geliyormuş. “Aylak Sözlüğü Üzerine” başlıklı makalesinde Sevda Kaman, kelimeyi ve kelimenin taşıdığı anlamı çok ayrıntılı bir şekilde ele almış.  Makalenin en önemli katkılarından biri seneler önce okuduğum Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam isimli romanını hatırlatması oldu. “Avare” anlamının yanında “düşünür gezgin” anlamını da karşılayan aylaklığı dilimizde en güzel ele alan eserlerden biridir Yusuf Atılgan’ın romanı. Roman boyunca ismini bile tam bilemediğimiz huzursuz, mutsuz, aylak C’nin aylaklığının yanında aşkı arayışına da tanıklık ederiz. Kim bilir belki de zamanında aykırı C. karakterinden de etkilenmiş olmalıyım ki emekli olduğumdan bu yana, son iki yılda gerçekleştirdiğim dördüncü Londra gezisi için aylaklık tanımının doğruluğundan emin oldum. Hemen eklemeliyim ki bir düşünür değilim, hele aydın hiç değilim. Ama toplamda altıncı kez ziyaret ettiğim Londra’yı bu sefer ziyaretimde ifa edilecek bir görev veya iş olmadığı için, kelimenin tam layıkıyla aylak aylak gezdim!
Aylaklığa eşlik eden yol arkadaşım Cemil ile önceden planladığımız bir şey olmaması bizi çok rahat ettirdi. Hem şehrin hem de bizim havamıza göre ayaklarımızın bizi taşıyabildiği yerlere kaybola kaybola gittik. Yağmurlu günlerde sığındığımız kafelerde içtiğimiz sıcak kahvelerle gücümüzü topladıktan sonra bu kez farklı rotalar kullanarak döndüğümüz evde yol boyu gördüğümüz güzellikleri konuştuk. Gidenler bilir kentin hemen hemen her noktasına yürüyerek ulaşabileceğiniz bir yer Londra. Kaldırımlarda aniden karşınıza motosiklet veya Martı denen scooter kullanan biri çıkmıyor. Bebekleri, yaşlıları, engellileri düşünerek tasarlanmış yollarda yaya geçitleri güvenli; trafik ışıkları hata vermeden çalışıyor. Arabalar ters yöne girmiyor, olmadık yerlere park edip yayanın yürüme hakkını elinden almıyor.
Yürüyüşlerde yağmura yakalanmadığımızda ise mutlaka bir parkın içine dalıp ahşap banklarda soluklandık. Belli ki yerleşim yerlerinin metrekaresine göre planlanmış bu parklar hemen her yerde karşınıza çıkıyor. Hyde Park, Regent’s Park veya Hampstead Heat gibi Londra’ya mal olmuş muhteşem güzellikte, devasa yeşil alanların yanı sıra son derece sıradan bir mahalle veya sokakta, kocaman ağaçlar veya küçük çalılıklardan oluşan, irili-ufaklı mütevazi parklarla karşılaşmak, çölde bir vaha bulmuşçasına beni mutlu etti. Hiç istemediğimiz halde yaşadığınız kent ile karşılaştırma yaptık. İmar planında park ve yeşil alan olarak görülen yerlerin nasıl olup da AVM ve çok katlı devasa binalara dönüştüğüne bizzat tanıklık etmiş bireyler olarak biraz yüreğimiz burkulsa da gördüğümüz kırmızı bir çınar yaprağı veya daldan dala sıçrayan bir sincap neşemizi hemen yerine getirdi.  
Sürprizlerle dolu olan Londra’da aylaklık ederken ağaçları ayrı bir hayranlıkla gözlemledim. Sonbahardan etkilenmiş kızıl-kahverengine dönmüş yapraklıların yanında, ona direnen ve halen yemyeşil yapraklarıyla göğe yükselen ağaçlara dokunmadan duramadım. Gelmeden hemen önce okuduğum Elif Şafak’ın “Kayıp Ağaçlar Adası” isimli romanında mıdır bilmiyorum ağaçlar bir başka ilgimi çekti bu sefer Londra’da. Londra ve Kıbrıs’ta geçen; savaş, göç, yas, kimlik ve sevgi üzerine yazılmış olarak kısaca tanımlayabileceğim bu romanın teşekkür bölümünde Elif Şafak şöyle yazmış: “İstanbul'dan son kez ayrıldığımda, bir daha dönmeyeceğimi bilmiyordum. Bilseydim bavuluma ne koyardım diye merak ediyorum” yazmış ve kökleriyle bir Akdeniz ağacı getirebilseymiş yanında çok hoşuna gideceğini eklemiş.  Okuduğumdan bu yana yeni bir yere gitsem, yeni bir başlangıç için ben hangi ağacı seçerdim diye düşündüm.  Belki Defne, belki Begonvil, belki Nar, belki Limon, belki de Zeytin… Karar vermesi çok zor. İstanbul’daki evimizin küçük terasında Nar ve Limon hariç (limon olmasa da Kumkuat var) bunların hepsi var. Ama sadece ve sadece tek bir seçim hakkım olsa, oyumu Zeytin’den yana kullanacağıma karar verdim. Evet, evet… Nereye gidersem gideyim kökleriyle birlikte bir zeytin ağacını yanımda götürmek, onun büyütmek, meyve vermese de bana yoldaşlık etmesini isterdim.
İstanbul’da bıraktığım bu düşünceler haliyle Londra sokaklarında tekrar aklıma düştü.  Bodrum katını da sayarsak en fazla üç katlı evlerin sıralandığı bir yolda aylaklık ederken bir de ne görelim; bir evin bahçesinde hem zeytin hem begonvil bana el sallıyor! Bir kez daha nasıl mutlu oldum anlatamam. Böyle küçük şeylerden sık sık mutlu olan bir insan değilimdir ben. Ama ne olduysa bu gezide, gördüğüm hemen her şeye hayranlık duydum, içim şükranla doldu. Aylaklığın hediyesiydi bence bu duygu ve düşünceler.
Şimdi ise çok uzağa gitmeden, yaşadığım yerde Ataşehir’de aylaklık etmeye niyet ettim. Bakalım Ataşehir’i aylak aylak gezmek bana ne hediyeler getirecek?
Elektronik Kaynaklar:
Türk Dil Kurumu, (Güncel Türkçe Sözlük), https://sozluk.gov.tr/
Kaman, Sevda (2020), Aylak Sözcüğü Üzerine, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1014530
3 notes · View notes
karincakarakedi · 2 years
Text
Biber Tadında Tatlı Günler~
Tumblr media Tumblr media
Evet.. Başlığı okuyan kişiler arasından bazılarının "O nasıl tatlı?!" diye anlık düşündüğünü hissedebiliyorum. Eh.. Gerçekten hayatta böyle bir tatlı var mıdır hiç bilmiyorum. Ama benim için bugünler biber tadında ama biraz da tatlı geçiyor..
Can sıkıcı pek-çok şey sürekli oluyor ama bir şekilde günün sonunda bir şeyler yoluna girmiş oluyor. Sürekli minik minik koşturmalar ve harcanan emeklerin bunda payı büyük elbette~
Son zamanlarda ders çalışmak için tekrar haftalık/günü gününe program yapmaya başladım. Şu kadar çalışacağım, bu kadar çalışacağım desem de çalışmalarımı günlere bölmeyi unutuyordum. Dans okulum dışındaki çalışmalarım sürekli dağınıktı. Tıpkı odamdaki masam gibi..
Dağınıklığa rağmen bir düzen vardı ama o halı altına süpürme hissi geçmiyordu. Haftanın her gününe bir konu vermek hem dağınıklığı topladı hem de düzenimi artırdı. Hem de tekrar çizime döndüğüm için buna gerçekten ihtiyacım vardı. Dağınıklığın arasından çıkan birkaç saat bana çizmek için vakit ayırıyor..
Geçtiğimiz yıllarda witchtober etkinliği için çizmeyi denemiştim. 4 gün dayanıp bırakmıştım.. Bu yıl tekrar deniyorum..
Her gün çizim yapmak sabır isteyen bir şey. Ekim ayı hasat ayı ayrıca cadılar bayramı ve korku temalı şeylerin yayıldığı bir ay. Doğal olarak dünyadaki pek-çok çizeri etkiliyor. Her güne bu temada bir konu belirliyor ve bu konuya uygun çizer bir çizim yapıyor. Örneğin ilk gün şapka ya da süpürge ya da kabak olabilir artık listeyi hazırlayan çizer/illustrator neye karar verirse, hatta kendi listenizi bile yapabilirsiniz.
Bu da ekim ayının bir çizim challangeıdır. Ben genel olarak paylaşmıyorum çünkü paylaşacak kadar kendime güvenemiyorum -henüz.
Çizimlerimin iyi olup olmamasından bağımsız, kendine güven ayrı bir konu. Hazır hissetmediğimden henüz güvenim zayıf. Bu sebeple acele etmiyorum.
Çizimleri tek başıma denesem de her gün ilginç sonuçlar çıkartabiliyor olmak hoşuma gidiyor.
Mükemmel olmak zorunda değiller, çöp adam bile olabilirler sadece hayallerimi yansıtıp hislerimi ifade etsinler yeter, birileri bile beğenirse -buna ben de dahil- yeterince memnun edici olur~
Mükemmelliyetçi olmamak demişken.. Her geçen dans dersi de bu aralar benim için challange hissi veriyor. Her birinde farklı bir şey alıyor olmak tuhaf bir his. Kötü anlamda değil.
Bir hafta önce dersten sonra tüm stresim ve dersteki beceriksizliğim omuzlarıma çöktü. Okuldan çıkıp biraz yürüdükten sonra bir anda metrobüse gidene kadar "Hüğğğ" diye ağlamaya başladım. Çoğu zaman dans konusunda pozitif olsam da o gün kendimi birinci seviyenin de altında hissetmiştim. Tuhaftır koreografi de zor değildi.
Bazen insanın zihni o kadar yorgun oluyor ki bir takıldığı nokta bile gözünde kocaman oluyor.
O an kendime üzülmek için izin verdim. Tutmak istemedim. Sonuç olarak ertesi gün, sonraki gün 3 gün boyunca sıkı pratik yapan da bendim.
Eskiden bu şekilde aşamaz, takıldığım yerin yasını bazen günlerce tutardım. -Dans konusunda-
Sonuçta pratik dersinde bolca gülüp eğlenip, elimden geleni yaptım.
Bir şeyler ağlatabilir, çok zor gelebilir. Ayağımız takılıp düştüğümüzde canımız yanar sonuçta. Olabilir.
Kalkıp yürüyecek olan yine biziz.
Gittikçe güçlenmek zor bir şey. Ama ilerlemeye devam!
Not: Yine de bu ilerlememin birazını bizi sabırla dinleyen, bize özenle ders veren eğitmenlerimize de borçluyum. Şu an yapamadığım şeyleri hızla aşabiliyorsam bunda onların da emeği var~
Onlar olmasaydı en azından dans konusunda zihinsel olarak hâlâ çok zayıf olurdum. Çünkü gelişimin bazen ne kadar yavaş olabileceğini, ne kadar emek ve zaman istediğini bize içtenlikle kendi tecrübeleriyle gösteren insanlar~
Çevrenizde "Bizden geçti" deyip duran insanlar varsa, bu cümleyi duymaktan bıktıysanız, size ilham verecek olan insanlara dinlemeye çölde vaha arar gibi ihtiyaç duyuyorsunuz :')
Gerçekten hayatımdan bir cümleyi silebilecek olsam bu cümle "Benden geçti" olurdu. Zihnim bu cümleyi sansürlemek istiyor.. Kendim için mümkünse kurmamaya çalışıyorum..
Tatlılık da demişken işte bu gökyüzü gibi tatlılıkları görebilmek de bu aralar beni mutlu ediyor. Çünkü onları göremediğim zamanlar da çoktu~
Tumblr media
Geçtiğimiz gün metrobüsten indiğimde keyifsizce yürürken göğe baktığımda bu manzara ile karşılaştım.
"Muazzam~" tek yorumumdu.
Gökyüzündeki sonsuzluk hissi hoşuma gitti~
Bugün de emeklerinize sağlık~
Şöyle tatlış romantik bir şarkıyı da şuraya iliştireyim:
youtube
6 notes · View notes
kaderincizikleri · 3 years
Text
arayacağım dedin ya, orda kopardım zaten kayışları ben. bir de niye heyecanlısın diyorsun, bilmiyor musun sanki sana yanık olduğumu. sesini duyuyor olmak ne büyük şeref bilmiyorsun. çölde susuzluktan ölmek üzereyken vaha bulmak gibi veya ölmek üzere olan birine verilen hayat öpücüğü. nasıl bu kadar seviyorsun anlayamıyorum diyorsun. keşke kendini gözlerimden görebilsen sevgilim, kulaklarımdan duyabilsen ve tenimden hissedebilsen.
16 notes · View notes
mervezell · 5 years
Text
2 aylık bir sürede, süreçte gönüllerinde güzel şeylere vesile olmak gayesinde kapsamlı bir proje üzerinde çalışan bir grubumuz var. Bu hafta da bu projenin ilk sunumu var. Ben şehrin dışında olduğum için katılamadığım ama şuan harıl harıl kaynak aradığım, çeviriler yaptığım son saatlerimdeyim. Ve malum Türkiye de bir ilk olacağının hayallerini süslediğimiz bu çalışmamız için maalesef Türk kaynak yetersizliğinden muzdaribim. İngilizce ve Arapça çevriler ile hemhalim saatlerdir. Şuan sunum dosyası hazırlıyorum. Ve Allah'ım bu araştırmalar da yabancı yandaş medyalar da farkettiğim yazılar zihnime öyle işlemiş ki kaç gündür okuyorum. Hiç mi fark etmem. Yarım saat önce sunumun son halini göndermek üzere kontrol ederken bunlar da ne demişim. Halbuki bunları dosyalayan benim. Ve suan en baştan bir sunum dosyası hazırlıyorum. Kendi medyamıza dair olan fikrim ne ise bu araştırmalar da ki fikrim de eşdeğer oldu. Şuan çölde vaha bulmuş gibi bir Arapça sayfadan çeviri yapıyorum ve Allah'ım ruhum doydu. Salt bilgiyi de geçtim kör zihinlere işlenen her bir yanlış, değiştirilmiş tarihi yeniden gündeme getirmek için çalışan kocaman ekip arkadaşlarımın da yardımcısı ol. İleride bu alanda çalışma yapan, yapacak nice genç gönüle ulaşmayı nasip et. Rabbim onca yoğunluğuma rağmen seninle hemhal olacağım, yeni işler, yeni uğraşlar sana ulaştıracaksa -ki her alanda sana ulaşayım.- ben varım, senden senin ilmini talep ediyorum.. Senin ilminin huzuruna varayım eskiden olduğu gibi. Çünkü sen ilmini kendi istediklerine verirsin. Ben de yeniden o güruhta olayım. Senin ilminin tadını çok özledim Allah'ım...
23:48/26.6.19
17 notes · View notes
anempireofdirt · 2 years
Text
çok yorgun hissediyorum, konuşacak kimsem yok gibi. varsa da ben açamıyorum kendimi. o kadar yürüdüğüm yolun, güvendiğim insanın boşa çıkmasına inanamıyorum artık, inanmak istemiyorum. ama öyle olduğunu biliyorum. çok yoruldum artık, biliyorum güzel günler gelecek, biliyorum yarınlarım neşe dolu. ama tanrım, gece karanlıkta tek başıma ağlamaklı olmak olmamalıydı benim kaderim. bunu kendime ben yapmış olabilirim ona da amenna diyorum, olabilir diyorum benim suçumda olabilir. sadece, çok buruk anlıyor musunuz? kalbim çok buruk artık, kalbim kekremsi, kalbim tat vermiyor artık, kalbim rengini de ışığını da kaybediyor. sırf geride bıraktıklarım da beni yarı yolda bırakanlar da değil, bu sadece kırıcı. kalbim kırıldı, hayal kırıklığı doluyum, belki de bunu kendime ben yaptım kim bilir. yani böyleyimdir belki de, kayıp bir şifacı, kendini iyileştiremediği için herkesi iyileştirmek isteyen. huyum kurusun. seçtiğim yanlışların yolunda sönen umut ışıklarım oldu, yakacak gücü de vermedim kendime. ama tanrım, hiç mi bakıp üzülmedin halime, iyi biri değildim belki ama kötü demeye dilin varıyor mu gerçekten. bana benden başkası da yardım edemez onu da biliyorum ama kimse de mi sarılmaz. mağduru oynamak istemiyorum, mağdur olmaktanda bıktım, güçlü durmam, başımı dik tutmam gerek onu da biliyorum. yapıyorum da yani yapmıyorum diyemezsin. sence de bu kız bunu kaldırır diyip üstüme yüklediklerinden sonra hiç mi cız etmedi için. ipleri elime alıp iyileştirmem gerek her şeyi biliyorum, kendi kazdığım kuyudan anca kendim çıkarım onu da biliyorum, işte anla beni, derdim yüklerim alınsın, biri beni kurtarsın da değil ki, ama tanrım beni çok uzun zamandır çok yalnız bıraktın. sana da buruk içim, bu kahrolası gecelerin sorumlusu benim ama izleyip neyin var demeyen de sensin. suçlu benim ama sen de masum değilsin. öyle misin? o zaman bende masumum. sen ise daha çok suçlu. ama kimin umurunda. kafamın içinde konuştuğum bir yokluk sesisin sen. asla cevap alamadığım. boş gözlerle beni izledin, ses bile vermeden. acımı al artık. acıdan oluşmaktan yoruldum. beni benimle bırak. madem karanlık benim yolum, madem yalnızlık benim sonum. yok ol. herkes gibi toz ol. hiç gelmemişlerin koşarak gidişi gibi kaybol. tozdan imparatorluğumda tek başıma, bir çölde vaha arar gibi geçsin hayatım. tanrım, umut denen illeti al benden, ve git.
0 notes
Photo
Tumblr media
Çölün ortasında bir vaha: Ovacık Dersim’in Ovacık İlçesi’ni dört yıldır bir komünist yönetiyor. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ile Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) yaptığı ittifakla 30 Mart 2014’de gerçekleştirilen yerel seçimi kazanan Fatih Mehmet Maçoğlu amacının, insanların, hayvanların ve bitkilerin birlikte, uyum içinde yaşayabileceği bir hayat, bir düzen kurmak olduğunu söylediğinde Ovacık Türkiye’nin gündemine çoktan oturmuştu. Baskı ve yolsuzlukla kavrulan 80 milyonluk koca bir ülkenin 3 bin nüfusluk küçük bir ilçesinden kulağımıza çalınan bu sözler; kamu yararının ne demek olduğunu unutmuş insanlar için çölde vaha gibi bir etki yarattı. Munzur Dağı’nı ortadan ikiye yarıp arasından gemi geçirmek gibi çılgın projeleri yoktuysa da, bundan daha çılgın bir şeyin peşine düşecekti. Şeffaf olmak! • • • Komünist Başkan her yıl yaptığı gibi bu yıl da, belediyenin gelir-gider ve borç tablosunu 7 metre uzunluğunda 3 metre genişliğinde afişe bastırıp belediye binasının girişine astı. Harcanan her kuruşun hesabını halka vermek şeffaf belediyeciliğin bir gereğiydi; çünkü halka hizmet için var olan bir kurumun haktan saklayacağı bir şey yoktu, olamazdı da... Maçoğlu, başkan seçildiğinde belediyenin 1.2 milyon lira borcu, 600 bin lira da alacağı vardı. Son tabloya göre belediyenin 2017 yılına ait geliri 3 milyon 452 bin 707 lira, giderleri ise 3 milyon 182 bin 482 lira. Kurum kasasında da 901 bin 982 lira olduğu açıklandı. Özetle karşımızda kâra geçen bir belediye var. Peki bu nasıl oldu? • • • İlçenin tek geliri İller Bankası’ndan gelen aylık 70 bin liradan ibaretti. Hem geliri artıracak, hem de halka katkı sağlayacak projelere ihtiyaç vardı ve komünist başkana göre bu ancak dayanışma göstererek başarılabilirdi. Ranta dayalı belediyeciliğe alıştırılan Türkiye’de Maçoğlu, belediye kaynaklarını halka açmaktan bahsediyordu. Öğrencilere burs vermek, ulaşımı, suyu ücretsiz ya da sembolik bir ücret karşılığında Ovacık halkına sunmak istiyordu. Bu daha önce Dikili’de denenmiş ve cezasız bırakılmamıştı. Siyasi hayatına 80 sonrası başlayan ve uzun yıllar Dikili Belediye Başkanlığı görevini sürdüren Osman Özgüven, “bir ihtiyaçtan öte haktır”, diyerek 10 tona kadar kullanılan suyu ücretsiz yaptı. Aynı şekilde ulaşım hizmetini bedelsiz sundu ve belediyeye ait sağlık merkezinde insanların 1 lira gibi sembolik bir para karşılığında muayene olmasını sağladı. Halka ücretsiz su verdiği için Sayıştay denetçisi Özgüven hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’ gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Belediyelerin ticaret için değil, hizmet için var olduğunu savunmayı sürdürdüğü için de baskıların önü ardı kesilmedi. • • • Maçoğlu da Özgüven gibi başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan ve bunun için çalışan bir başkan. Söylediği gibi yaşıyor, halk için çalışıyor. Makam aracı kullanmıyor. Yürüyor ya da ihtiyaç olduğunda kendi özel aracını kullanmayı tercih ediyor. Maaşının bir kısmını öğrencilere burs olarak veriyor. Belediye binası içinde 10 bin kitaplık kütüphane açtı. Bir saat kitap okuyan çocuklara bir saat bisiklet turu hediye ediyor. Ziraat Mühendisleri Odası’nın verdiği bilgilere göre son 15 yılda Belçika yüz ölçümü kadar tarım arazini ekmekten vazgeçen, nohutu Kanada’dan, mercimeği Arjantin’den alan Türkiye’de o, hazineye ait 650 dönümlük araziyi tarıma açtı. Ekilen baklagilleri hem yoksullara dağıttı hem de ülkenin dört bir yanına satarak öğrenciler için burs sağladı. Toplu taşımayı ücretsiz yaptı. Yasalar izin vermediği için bedava yapamadığı suyun metreküpünü elli kuruşa düşürdü. Geçen yıl anlaştığı elliye yakın arıcı ile bal satışına başladı. Hedefinde süt ve süt ürünleri üretimi var. Halka halkın parasıyla, halk için ve halkla beraber hizmet verirken belediyeyi de kâra geçirdi. Ovacık’ı kalkındırdı, insanlığın en büyük utancı olan yoksulluğa karşı dayanışmayı örgütledi. Ve tabi ki İsviçre’de gizli hesabı yok. Not: Ürünlere www.ovacikdogal.com web adresinden ulaşabilirsiniz. Gözde Bedeloğlu (BirGün Gazetesi)
31 notes · View notes
ferkull · 3 years
Photo
Tumblr media
Şu dünyada en zoru da; Allah rızası kazanmak . Onun adına atılmayacak adımları atmak, açılmayacak kapıları çalmak, onun rızası için gülümsemek tükürülecek suratlara. Onun için , onun hayrına, iyiliğe ve doğruya nokta bile olsa virgül koyabilmek, adımların geri geri gitse de. Allah var, gam yok demek. Kin yok, intikam yok, hasetlik yok. Vekil olandan istemek hakkını, kulu göz ardına saklayıp. Sonra teslim olmak kadere ve kedere. Olduğu gibiye sığınmak, istediğin gibiden ziyâde. Tevekkülle, teslîmiyetle dilemek çiçek açtıran baharları. Yarınlara umutla, inançla, sabır ekmek, gözyaşını sere serpe saçarak ufuklara. Yeşerir belki diye diye kuruyan dallar, sevgiden köprüler kurmak, çölde vaha arar gibi, Zordur Allah rızasını kazanmak, Zordur yâr bilip serden geçmek, herkesin harcı değil... ................................... ferkul 18 şubat 2021 21.55 #dua #Allahrızası#teslimiyet#kader#keder#sevgi#yâr#edebiyat#cuma#şiir#kitap#kitapsözleri #tbt https://www.instagram.com/p/CLceh1sgtDZ/?igshid=4e5uawhbnk8w
0 notes
Text
ZAMAN MÜSLÜMANLARIN AKIL VE VİCDANLARINI EN YÜKSEK KAPASİTEDE KULLANMA ZAMANIDIR
Tumblr media
Ahir zaman şeytanın atağa kalkıp inananları yok etme planını devreye soktuğu bir zamandır. Ancak sonuç şeytan ve ona hizmet edenler açısından hüsran olacaktır.
Şu an insanlık çok zor bir süreçten geçiyor. Büyük bir insan kitlesi bir yandan ekonomik krizlerin bir yandan da Darwinizm’in ve materyalizmin körüklediği ırk, dil ve din düşmanlığının çemberi içine alınmış durumdalar. İyi insanlar; Allah’ı seven ve O’nun adını yüceltenler, dünyaya güzel ahlakı hakim etmeye çalışanlar üzerinde şeytan şu an büyük bir oyun kurmakta. Onların yollarını kesmeye, önlerine sürekli engeller çıkarmaya, hatta toplu olarak onları öldürmenin sinsi yöntemlerini bulmaya çalışmakta.
Allah Kuran'da şeytanın Müslümanlara karşı olan bu azgın nefretini ayetlerle haber vermiş, şeytanın inananlara duyduğu derin öfke ve kin nedeniyle, onları imanlarından vaz geçirmek, faaliyetlerine engel olmak, dünyada insanların Allah'a inanmaktan korkar hale gelmelerini sağlamak için pusuda beklediğini bildirmiştir:
(Şeytan) Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım…" (Araf Suresi, 16-7)
Şeytan tam da Rabbimiz’in haber verdiği gibi şu an Müslümanların başarısından deliye dönmüş durumda. Ne yapacağını şaşırmış “Nasıl bir oyun oynasam da inananları pasifize etsem” hatta “canlarını alıp ortadan kaldırsam böylece konuyu kökten halletsem” planlarının tam ortasında duruyor. Bu aşağılık planlarını da, İngiliz Derin Devleti’nin onun hizmetine sunduğu adamlarıyla Dünya çapında uygulamaya sokmuş durumda. Bugün Afganistan’da, Çeçenistan’da, Filistin’de, Irak’ta, Keşmir’de, Mısır’da, Libya’da, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da, Özbekistan’da, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ve hatta insan haklarıyla övünen Avrupa’nın büyük devletlerinde ve Amerika’da milyonlarca insan şeytanın bu büyük imha planına karşı yaşam mücadelesi veriyorlar.
Bu mazlumlar herkesin gözleri önünde boğazlarına basılıp boğularak öldürülüyor, hamile kadınlar karınlarından kurşunlanarak katlediliyorlar. Binlerce insan kendi ana vatanlarından sürgün ediliyor, sadece Allah’a iman ettikleri için sudan bahanelerle, basın ve yalancı şahitler kullanılarak atılan iftiralarla tutuklanıp zindanlara atılıyorlar. Müebbet cezasına çarptırılarak hatta idam edilerek öldürülmeye çalışılan, binlerce yılla yargılanan tertemiz mazlum masum insanlar var.
Bu suçsuz, mazlum tertemiz insanlara karşı şeytanın ikasıyla bir araya gelen, onları yok etmeye azmettirilmiş psikopat, ruhsuz, akıl hastası hepsinden önemlisi de Allah’a ve inananlara karşı derin bir nefretle besleyen, Kuran’ı Kerim’i duymaya dayanamayan şeytanın hizmetinde olan inkarcı bir topluluk mevcut. Bu topluluk inananlara karşı bu infaz planlarını gerçekleştirmek için tüm servetlerini bir araya getirmiş hatta dünya çapında dev bütçeler oluşturmuş durumdalar. Allah onların bu planlarını ayetlerinde şöyle ifşa etmektedir:
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Gerçek şu ki, inkar edenler, (insanları) Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. İnkar edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır. (Enfal Suresi, 36)
Ancak bu planları da bu harcamaları da kendi aleyhlerine dönecektir ve hiç beklemedikleri bir anda kendilerini Allah'ın kurduğu tuzağın içinde bulacaklardır.
Dünya çapında Müslümanlar üzerinde yoğun bir saldırı varken aklı başında vicdan  sahibi her insanın omuzlarında bu yükü hissedip azami gayret göstermesi farziyet taşır.
Diğer yandan da Aralık 2019 tarihinde ortaya çıkan ve bugüne kadar dünya çapında 465 bin insanın vefatıyla sonuçlanan korona virüsünün neden olduğu pandemi insanları müthiş korkutmuş ve içlerine dönmelerine neden olmuş durumda. Çok fazla önlem alınmasına rağmen bu virüs her defasında yeni bir atakla insanlığı tehdit eden bir yaratık gibi dünyanın başında kol geziyor. İnsanlar tüm imkanlarını seferber ederek kendilerini her yönden bu pandemiye karşı güçlü tutacak tedbirler alırken özgürlükleri ellerinden alınmış binlerce masum Müslüman zindanlarda bir yandan o çile dolu hayatı buram buram yaşarlarken diğer yandan bu öldürücü virüsün tehditini elleri kolları bağlı bir şekilde hiçbir tedbir alamadan, kuzu gibi Allah’a teslim bir vaziyette yaşıyorlar.
Dünya bu haldeyken Allah'ın akıl ve şuur açıklığı verdiği insanların, hem zekalarını, hem vicdanlarını hem de zamanlarını eskisinden de kapasiteli kullanmaları gerekiyor. Nasıl ki çölde aç susuz kalmış bir insan için su altından çok daha değerli ve makbulse şu an vicdanlı, akıllı, Allah korkusu yüksek olan insanların da yapacaklarının kıymeti çok fazla. Müslümanlar büyük bir saldırı altındayken, inananlara karşı şeytan büyük bir planı devreye sokmuşken, İngiliz Derin Devleti dünya çapında inananları yok etmek için tüm hücrelerini tarihte görülmemiş bir şekilde uyandırmışken inananların ellerindeki vakti her an sönecek bir köpük gibi düşünüp onunla yarışa girmeleri gerekmektedir.
Şu an sağlam, samimi dindarların omuzlarına her dönemdekinden belki de daha da fazla bir sorumluluk binmiş durumda. Müslümanların değil 24 saatlerini, 4-5 saatlerini dahi gündelik koşuşturmalarla, televizyon karşısında boş boş uyuklayarak, eğlenerek, vitrinlere baka baka gezerek harcayacak vakitleri yoktur.
Bugün yüzlerce Müslüman sadece Allah’a iman ettikleri ve Kuran ahlakının dünyaya hakim olmasına gayret gösterdikleri için şeytanın avanesi tarafından hedef alınmışlardır. Bu insanlar aynı Hz. Yusuf (as)’a yapıldığı gibi zindanlara atılıp unutturulmak istenmekte böylece gözlerden uzakta yavaş yavaş öldürülmeye çalışılmaktadırlar.
Hz. Yusuf (as) da hiçbir suçu olmamasına yani ortada delil olmamasına rağmen zindana atılmış ve yıllarca zindanda tutularak insanlara unutturulmaya çalışılmıştır. Böylece kendi kendine ölmesi beklenmiştir.
Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35)
İkisinden kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: "Efendinin katında beni hatırla." Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı. (Yusuf Suresi, 42)
Dünyada inananlara karşı böylesine büyük bir imha planı devreye sokulmuşken vicdanı güçlü olanların dünyanın görünen gerçekliği diğer bir adıyla hayatın gerçekleri mantığı üzerinden değil Allah’ın rızasının en fazlası üzerinden günlerini, saatlerini planlamalıdırlar. Dünyanın gerçekliğini yaşayanlar Allah’la, Kuran’la bağını koparanlardır. Onlar vicdanlarının sesine uymak yerine; “Senin yapacağınla kim kurtulur” mantığını kurup vicdanlarını sustururlar. Böylece “dünyanın görünen gerçekliği”ne uyan milyonlarcası gibi zulme rıza gösterir ve sessiz kalarak şeytanın istediğini yapmış olurlar.
Bu nedenle, samimi olanların özel bir dönemin içinde olduğumuzun bilinciyle yaşaması, planını programını ona göre belirlemesi gerekmektedir. Çünkü Müslüman, önünde bir ev yanarken onun yanından geçip tekneyle deniz turuna çıkmaz. Ya da tatile çıkmak için o evin önünden arabasına binip gaza basmaz. Çünkü bunlar normalde gayet makul şeylerken, o an için yanan evin varlığı tüm bu normal şeyleri anormal hale getirir. Yanan evi söndürmek daha öncelikli olur. O eve müdahale etmek acil hale gelmişse önceki planlarını, hayata dair projelerini geriye atmak bir nevi farziyet taşır. O zaman da Müslüman önce o yangını söndürüp içinden yardım bekleyenleri çekip çıkarır. Tüm dikkatini, enerjisini, imkanlarını bu yangını söndürmeye harcar. İnananların onun yardımına ihtiyaçları olduğunu bilir. Geçen her saniye ateşin o insanlara daha da yaklaştığını aklından çıkarmaz.
Eğer yangını gördüğü halde o dağ bayır gezmeyi, püfür püfür deniz havasıyla serinlemeyi, boğaz turu yapmayı tercih ediyorsa burada vicdanen seçimini doğru yapmadığı söylenebilir. (Elbette en doğrusunu Allah bilir.) O zaman çevresindekilere sessiz bir dille; “ben yapıyorum hadi millet siz niye yapmıyorsunuz” gibi bir mesaj da vermiş olur ki Müslümanların acil yardım beklediği bu dönem ne bu ferahlığı ne de bu vurdum duymazlığı kaldırır.
Şu da var ki Müslümanın her şeyi olduğu gibi eğlencesi de Allah rızası içindir. Müslüman her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah’ın rızasının en çoğuna göre hareket etmekle sorumludur. Müslümanların kalitesini, neşesini, güzelliğini, sevgi anlayışını, hür düşüncesini, sanat zevkini göstermek için yani tebliğ amacıyla yapılan bir eğlence güzellik ve nimettir. Ancak tüm bunları bir yana koyup sırf eğlenmeyi amaç edinerek yapılan bir tavır ise mümin için ancak vicdan azabı olur.
İnanan bir insan demek çok faydalı, çok mübarek bir insan demektir. Onun her dakikası önemlidir. Göstereceği tek bir samimi gayret, aklından çıkan düz bir fikir ya da kurduğu tek bir cümle dahi böyle özel bir dönemde müthiş makbuldür. Dolayısıyla her biri çölde karşılaşılan bir vaha hükmünde olan Müslümanlar bu özel dönemi vicdanlarını, akıllarını Allah'ın kendilerine bahşettiği yeteneklerini ortaya koymakla sorumludurlar.
0 notes
yasamyolu-blog · 5 years
Text
Robotize Yaşamak
Tumblr media
Yaşam yolu sitemin adı. Yaşamayı keyifli, verimli ve faydalı kılmak amacı. Dolayısı ile her yazımda, kendini gerçekleştirmek diyorum. Kişisel gelişim, hayatı güzel yaşama sanatı... Robotize yaşamak ise bütün bu güzelliklerin büyük engellerinden birisi. Bu gün konumuz monotonlaşmış hayatlarımız.... Mutluluğun şifrelerinden bahsetmiştik ya daha önce; kolay bir iş değil mutlu olmak. Robotize yaşamak, kendimizi bilememek ve bulamamak anlamına gelir. Bu tekdüze yaşam biçimi hayatın gerçekleri ve lezzetlerinden mahrum bırakır. Önce zihnen özgürlük kazanmak gerekiyor. Kendimize cesur sorular yöneltmemiz ve bunları samimiyetle cevaplamamız gerekiyor. Robotize Yaşamak ve Farkındalık Büyük çoğunluğumuzun hayatı robotize, kabul edelim öncelikle. Yapay zeka endişelerinden bahsederken önemli bir tespitim vardı: "Makinelerin insanlaşmasından korkmayalım. Asıl tehlike insanın makineleşmesidir." İnsanların özel ve her birinin bir tane oluşu, sadece yüz hatlarından, parmak izinden yada aurasından kaynaklanmıyor. Her bir insan, her açıdan bir tanedir. Her insan ayrı bir kainat gibidir. Dolayısı ile bir arada yaşamak zorunda, fakat bir prototipe uymak mecburiyetinde değildir. Herkes gibi olmak, birilerine benzemek, sürü güdülemesi ile hareket etmek insanın fıtratına uygun değildir. İnsan popüler kültür baskısı ve kapitalist ve emperyalist yönlendirmeler ile; eşit ve yakın davranışlara sahip olabilir. Bu durum ruhuna uygun değildir. haliyle bıkkınlık, sıkkınlık, mutsuzluk ve anlamsızlık girdabına duçar olmak kaçınılmazdır. Çünkü günümüz insanı kendini bilmekten çok uzaktır. Ve robotize yaşamak onu çağdaş yaşamın yüzeysel ve çıkarcı ilişkilerine esir etmektedir. Önce Tarif Etmeliyiz Arkadaşlar robotize yaşamak denilince genelde yanlış şeyler anlaşılıyor. Tek düzelik, insanın iç dünyasında başlar unutmayın. Bir mahpus hapis hayatını gayet hareketli ve renkli yaşaya bilir. Çok zengin bir seyyah dünyayı gezerken monoton iç dünyasına hapsolabilir. Esas olan gönül zenginliğidir. Demek ki konuya iki esastan bakmalıyız. İç dünyamızda oluşan monotonluk ve yaşam tarzımızın tekdüzeliği... İkisi bir aradaysa vay halimize! Vaktiyle değer verdiğim bir insan, doğru zamanda, doğru klişe ile, bende büyük bir farkındalık sağlamıştı:" Hayatın altını üstüne getirmekten korkma, zira altı üstünden güzel olabilir." O gün bu prensibi, hem ruh alemime ve hem de dünya yaşantıma mal etmiştim... Yazık hayatlarımız kısacık zaten... Sayılı günlerimiz bir bir kayıp gidiyor da farkında değiliz... Rutin Kolaydır, Tersi ise Zevkli Kolayı seçmek, kanaat getirmek değildir. Tembelliktir! Korkaklıktır! Yaşamak kolay değil tabii ki. Ekmek arslanın ağzında. Güvenlik her manada tehlike de. Yarış ve kapışma hat safhada. Evet doğru bunların hepsi. Fakat diyorum ki, hepsiyle başa çıkabilmek için rutini bozmak, robotize yaşamak tan vazgeçmek gerekir... Aile hayatından başlayarak, sosyal ilişkilerimiz, iş hayatımız, kişisel yaşamımız hepsini hepsini yavaş yavaş tekdüzelikten çıkartıp renklendirmeliyiz. Hayat güzel yaşanmalı... Kısacık zaten..! Bireyler de oluşan olumsuz ve tekdüze düşünüş yaşayış biçimi tabii ki topluma sirayet edecektir. Kolektif şuuraltı konusunda belirttiğim gibi, toplumlarında bir kolektif ruhu vardır. Bu toplumsal ruh yaşam biçimimizi belirler. Kısır döngü oluşur. Taa ki bir insan, bu işte bir yanlışlık var deyinceye kadar. Hepimiz ister, farkına varır ve çabalarsak, robotize yaşamak yerine tercihlerimizi değiştirebiliriz. Bunu başarmak mutluluk şifrelerinden biri olabilir. Evet zor bir teklifim var. Alıştığın fakat zararlı insanları değiştir. İşe gittiğin güzergahı değiştir. İşi değiştir. Hobilerini değiştir. Hayatında ki her şeyi değiştir, dönüştür, geliştir... Zor mu geldi? Dur sana yaradılıştan gelen bir gerçeği izah edeyim: Bir Yaradılış Gerçeği Değerli okuyucum. Allah bizleri öyle mükemmel yaratmıştır ki, zorlandığımız yerden gelişiriz. Mesela sağlık için spor yapmak neden vardır? Nereden doğmuş bu ihtiyaç? Tıp tarih boyunca monotonlaşan insan hayatını takip etmiş ve bir yerde hoop demişti. İnsan hareket etmeli aksi halde sağlığı çabucak bozuluyor... Çünkü yaradılışımız hareketli olmak üzerine... Başka bir örnek vereyim. İnşaat işçisi düşünün. Devamlı balyoz kullanıyor. Onun balyozu kaldırıp savurmak için gerekli kasları gelişir. Onlar zorlanır çünkü... Postacının ise yürürken kullandığı kasları çok gelişmiş ve fonksiyoneldir. Oradan zorlanır çünkü. Bir hafızın, hafızası; bir fotoğrafçının kreatif görüşü, bir boksörün refleksleri çok gelişir. Nitekim ihtiyacı ve zorlandığı alanlar bunlardır. Yani demek istiyorum ki; korkmayın, yapabilir miyim diye yese kapılmayın. Zorlandığınız ve ihtiyaç duyduğunuz alanda ki azminiz; o alanda sizi geliştirecektir. Ayrıca beyin resen karar verip bir ihtiyat akçesi tutar biliyor musunuz? Yani bir kısım enerjiniz ve eforunuz acil ihtiyaç için saklanmaktadır. Bu durum hem madden ve hemde manen bilinciniz dışında yönetilir. Mesela uzun bir yürüyüş yapmak zorunda kaldınız. Hava sıcak kilometrelerce yürüdünüz. Tükendiniz. Her yeriniz ağrıdı ve nefesiniz daraldı, hem yolda bitmiyor. Adım atacak haliniz kalmadı ve bir taşın üstüne bıraktınız kendinizi. O anda iki üç köpek havlayarak, hırlayarak üstünüze gelse; kalkıp yeni başlamış gibi kaçmaya başlarsınız... Hani tükenmiştiniz..! Demem o ki: Yapamam, yetemem demeyin... Buna göre proğramlısınız. Yaparsınız. Risk almaktan çekinmeyin. Yaradılış özelliklerimiz bizi zor durumlardan kurtarmak üzere hazırlıklıdır... "Serap" nedir bilirsiniz. Çölde uzun süre yürüyüp mahsur kaldığınızda; yorgunluk, susuzluk ve sıcaktan düşer bayılırsınız. Beyin size gitmeniz gereken yönde bir vaha gösterir. Akar sular, yeşillikler içindeki bu halüsinasyon bir seraptır. Sizi menzile varmak için teşvik eden beyninizin bir oyunudur... Kendinize ve yaradılışınıza güvenin. Hayatınızın memnun olmadığınız taraflarını tespit edin ve cesaretle dönüştürün. Verimlilik ve Monotonluk Robotize yaşamak toplumun her katmanı ve bireyler için verimliliği mahveden bir tuzaktır. Kişiler, aileler, şirketler, kurumlar ve devletler tekdüzelik tuzağına düşerlerse, verimsizleşir, hız ve enerjilerini kaybederek önce durgunlaşıp sonra çökerler. Daimi surette tekamül şarttır. Yenilenme ve yenileme, insan ve insandan müteşekkil her ortam için kaçınılmazdır. Şahsınız kadar hayatınızdaki herkes ve işiniz de dahil olmak üzere bu tuzaktan kaçının. Size hız ve enerji sağlayacak şekilde yapılanın. Sorumluluklarınızı ihmal etmeden, adaleti ihlal etmeden, sevgi ve hürmet bağlarınızı güçlü tutup, hayattan doğru şekilde keyif almanın yollarını araştırın. Unutmayın özgürlüklerinizin sınırı, ahlak ve erdemdir. Toplumsal değerler ve vicdani teraziniz, trendinizi belirler. Hak ve adalet yolunuzu aydınlatır. Yeter ki iyi niyetlerinizi kaybetmeyin. Nasıl Başlayalım? Gülümseyin, sanat ve spora ilgi gösterin. Düşünmeye zaman ayırın. Boş zamanlarınızda kitap okumayın! Kitap okumaya zaman ayırın. Boş zamanınız olmasın, doldurun. Bu yorgunluk değil, zindelik kazandırır. Bol bol seyahat edin, insanlarla olumlu iletişimde bulunun. Tanışın, konuşun, hayatın gerçekleri, ukba ve dünya üzerine sohbetler yapın. Yeniliklere ayak diremeyin, deneyin. Kimseyi hor görmeyin. Nefsinize teslim olmayın. Kendinizi yücelten ve sizi kötü yollara sevk eden ego ve nefsaniyet ile savaşın, pes etmeyin... Herkesi ve her şeyi sevin; sevin ki, sevilesiniz... Verin, vermekten korkmayın. Hiç bir şeyiniz eksilmeyecektir. "Veren el, alan elden üstündür." Buyurmuş Efendimiz. Üstün olun, verin. Mutluluk verin, huzur verin, akıl verin, keyif verin, moral verin, para verin... Verin, verdikçe çoğalır.... Ve alın ibret alın, örnek alın, cesaret alın, fikir alın, almaktan da vermekten de çekinmeyin. İnsanı insan olduğu için, olduğu gibi kabullenin. Kendinizi işinize veya evinize hapsetmeyin. Özgür bırakın ve insanlarla beraber olmaktan çekinmeyin. Dünyada kalıcı değiliz. Göçüp gideceğiz. Ömür denen azıcık zamanın içini doldurdukça sevinin. Birim zamanda ki yaşanmışlıkları arttırmak; reel olarak ömrünüzü uzatır. Aklınızdan çıkarmayın. Read the full article
0 notes
yusufserkan · 5 years
Text
Dünyayı güzelleştirmek için çaba harcayan, dünyanın en güzel adamıydı.
Üsküp'ten göç etmiş bir ailenin evladıydı. İstanbul Beşiktaş'ta çarşının göbeğinde iki katlı ahşap binada dünyaya geldi. Dikili'ye taşındılar, İzmir Atatürk Lisesi'nde yatılı okudu. Kimi öğretmeninden İsmail Hakkı Tonguç'u tanıdı, kimi öğretmeninden Nihal Atsız'ı… İTÜ'yü kazandı, memleketin ilk petrol mühendislerinden biri oldu. Üniversite yıllarında Türkiye İşçi Partisi'nin seminerlerine katılıyordu, Behice Boran'ın Sadun Aren'in konferanslarını takip ediyordu, Doğan Avcıoğlu'nun Yön dergisine aboneydi, eline geçen her harçlığı kitaba yatırıyor, tiyatro kaçırmıyordu. Yaz aylarında Diyarbakır'da Batman'da petrol bölgelerinde staj yapıyordu, memleketin ilk petrol mühendislerinden biri olarak, Amerikalıların bizim petrolümüzü bize bırakmayacağını anlayan ilk petrol mühendislerinden oldu, Muammer Aksoy'la birlikte milli petrol kampanyalarına katıldı. TPAO'da işe girdi, ilk görev yeri Batman'dı, çabaların beyhude olduğunu kavradı, mesleğini bıraktı, İzmir'e döndü. Yol Su Elektrik Kurumu'na girdi. Aileden malı mülkü sattı, gözü kararttı, piyasaya atıldı, YSE'den ayrılıp ufak tefek ihalelelere katıldı, köylerin yol su elektrik gibi altyapı inşaatlarını yaptı. Büyüdü büyüdü, ülke çapında inşaat yapar hale geldi. CHP'nin Dikili ilçe başkanı oldu, CHP'nin İzmir il yönetiminde yeraldı, 12 Eylül darbesinde tutuklandı. Bodrum'a yerleşti, siteler yaptı, oteller yaptı.
İşinde müthiş başarılıydı ama aslında, para biriktirmeye, tapu biriktirmeye değil, insan biriktirmeye inanıyordu.
Hayatı boyunca kazandığı maddi manevi birikimini topluma geri verebilmek için, görülmemiş duyulmamış bir “ütopya” hayal ediyordu.
Memleketin ancak “kültür ve sanat”la kalkınabileceğini düşünüyordu.
Bu duyguyla, 1990 yılında, o zamanlar asfalt yolu bile olmayan, anca at arabasıyla ulaşılabilen Yakaköy'de 40 dönüm arazi satın aldı, etrafını çitle çevirdi.
Dile kolay, tam 18 sene, hemen her akşamüstü oraya gidiyor, arazinin tam ortasındaki pırnar ağacının dibine oturuyor, zihnindeki projeyi yeniden yeniden yeniden çiziyordu.
Çölde bir vaha, pespayelikler okyanusunda sığınılacak bir ada… Dibeklihan'ı açtı.
Tamamen taştan, orijinal Selçuklu han yapısını stilize etti.
İsmini, kapısındaki iki devasa yoğurt dibeğinden alıyordu.
Kuruluş felsefesi “varlıklı olmak için değil, varolmak için”di.
“Sosyal yaşantımızı yozlaştıran değişime karşı başkaldırı”ydı.
Orhan Kemal Meydanı, Fikret Otyam Meydanı, Nedim Günsur Sokağı, Yıldız Kenter Galerisi, Erdinç Bakla Galerisi kurdu.
Etnoğrafya müzesi kurdu, halk sanatına ışık tutan sandık odası kurdu, el sanatları dükkanları, sanat atölyeleri kurdu, nesli tükenmekte olan ustalarımızın dokunmaya bile kıyamayacağınız çanak, çömlek ve testilerine koleksiyon değeri kattı.
Resim, heykel, fotoğraf, her sene 50 sergi açtı.
Konferanslar, söyleşiler, tiyatrolar, şiir dinletileri, sinema gösterileri, belgeseller sundu, kimi akşam flamenko, kimi akşam caz, kimi akşam piyano, kimi akşam keman, konserler organize etti, bale gösterileri organize etti.
Anma geceleri düzenledi, Köy Enstitüleri gibi haftalar düzenledi.
Hitit'i Truva'yı Çatalhöyük'ü Kapadokya'yı Göbeklitepe'yi Bodrum'a taşıdı.
Bazen Küba gecesi, bazen Mardin gecesi, bazen Aztek gecesi, bazen Şanlıurfa gecesi tertipledi.
Hepsini kendi cebinden karşıladı.
Tamamen ücretsiz…
En ufak maddi beklenti olmadan, tamamen karşılıksızdı.
Tamamen halka hibeydi.
Hayal denilen ütopyasını gerçekleştirmeyi başarmıştı.
Kendisini size tarif etmeye çalışıyorum ama, kederimi size tarif edebilmem imkansız… Benim için arkadaş, ağabey, baba, ilham aldığım öğretmendi.
İnsan arkeoloğuydu.
Kültürel antropologtu.
Bilgeydi.
Çok az insana nasip olacak zenginlikte dostlara sahipti.
Bazen bol yıldızlı lacivert gökyüzünün altında, bazen bardaktan boşanırcasına yağmur damlalarını seyrederken, bazen de ruhumuzun rüzgar aldığı yürüyüşler esnasında… 75 yıllık imbiğinden süzülen sırlarını paylaşırdı, her sohbetimiz fakülteydi.
İnsan insanı sever, orası kolay ama…
O insanı anlardı.
Mahareti oradaydı.
“Etrafımdaki herkes öleceğimi biliyor, öleceğimi bildikleri için bana herkes iyi davranıyor, insanın öleceğini bilmesinin en güzel tarafı bu…”
Hayata, bunu diyebilecek kadar gülümseyerek bakıyordu.
Ölümün üzerine bu kahkahayla, bu cesaretle yürüdü.
Parmaklarımda derman mı kalmadı, yoksa klavyenin tuşları mı elli kilo, inanın bilemiyorum…
Benim için çok zor bir gün bugün.
Kalabalık içinde yalnızlığı taşımakta güçlük çektiğimiz şu günlerde, bir de onun tabutunu omuzlamak, gerçekten çok ağır geliyor.
Güle güle ağabeyim…
Bir gün yine kucaklaşmak üzere.
0 notes