Tumgik
a-t-90 · 11 years
Link
0 notes
a-t-90 · 11 years
Photo
Tumblr media
Güneşi de gökkuşağı renklerine boyadım. :)
1 note · View note
a-t-90 · 11 years
Photo
Tumblr media
14 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Photo
Tumblr media
Çocuklarımıza savaş askerlerini nasıl kullanacağını değil barış güvercinini nasıl uçurabileceğini öğretelim. Bu çocuklara barış ile dolmuş bir dünya armağan edelim. 1 Eylül Dünya Barış Günü kutlu olsun.
26 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Text
KURTULUS SAVASI DESTANI'NDAN
26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLAR İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR ve İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ’E BAKAN NEFER
Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, ne ağaç, ne kuş sesi, ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin, gece yıldızların altında kayalardır. Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe’den dünyanın en yıldızlı karanlığını. Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık-tepesi olmasa Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek. Küzeydoğuda Güzelim-dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor. Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var : Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir. Akarçay Dereboğazı’nda değirmenleri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar. Ve kocaman çiçekleri eflâtun kırmızı beyaz ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar. Ve Afyon önünde Altıgözler Köprüsü’nün altından gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp yolda Büyükçobanlar Köyü’nü solda ve Kızılkilise’yi sağda bırakıp gider.
Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri. Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular? Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan’dan önce ve Seferberlik’ten evvel Selimşahlar Çiftliği’nde ırgatlık ederken Manisa’da geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saatı sordu. Paşalar : «Üç,» dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı.
Saat 3.30.
Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.
İzmirli Ali Onbaşı (kendisi tornacıdır) karanlıkta gözyordamıyla sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi baktı manga efradına birer birer : Sağda birinci nefer sarışındı. İkinci esmer. Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyliyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı. Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam. Altıncı, inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam, memlekette toprağını ve tek öküzünü ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için ona «Deli Erzurumlu» derdiler. Yedinci, Mehmet oğlu Osman’dı. Çanakkale’de, İnönü’nde, Sakarya’da yaralandı ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir, yine de dimdik ayakta kalabilir. Sekizinci, İbrahim, korkmıyacaktı bu kadar bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar. Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki : tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar.
Saat 4.
Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası. On ikinci Piyade Fırkası. Gözler karanlıkta, uzakta. Eller yakında, makanizmalar üzerinde. Herkes yerli yerinde. Tabur imamı mevzideki biricik silâhsız adam : ölülerin adamı, kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp el kavuşturup sabah namazına. İçi rahattır. Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı, meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.
Saat 4.45.
Sandıklı civarı. Köyler. Sarkık, siyah bıyıklı süvari, çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu. Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu : dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük… İkinci Süvari Fırkası’ndan Dördüncü Bölük, atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor. Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan bir başka horoz vardır : baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu. Düşmanlar herhal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır…
Saat beşe on var.
Kırk dakka sonra şafak sökecek. «Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak». Tınaztepe’ye karşı Kömürtepe güneyinde, On beşinci Piyade Fırkası’ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci, uzunu, Darülmuallimin mezunu Nurettin Eşfak, mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor : -Bizim İstiklâl Marşı’nda aksıyan bir taraf var, bilmem ki, nasıl anlatsam, Âkif, inanmış adam, fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum. Meselâ, bakın : «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.» Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize. Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair. «Kim bilir belki yarın…»
Saat beşe beş var.
Dağlar aydınlanıyor. Bir yerlerde bir şeyler yanıyor. Gün ağardı ağaracak. Kokusu tütmeğe başladı : Anadolu toprağı uyanıyor. Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp ve pırıltılar görüp ve çok uzak çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak bir müthiş ve mukaddes mâcereda, ön safta, en ön sırada, şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Topçu evvel mülâzımı Hasan’ın yaşı yirmi birdi. Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa. Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa. Şimdi bir hamlede o kadar büyük, öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını ağlanacak kadar küçük buluyordu.
Yüzbaşı sordu : - Saat kaç? - Beş. - Yarım saat sonra demek…
98956 tüfek ve şoför Ahmet’in üç numrolu kamyonetinden yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar, bütün âletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve İkinci ordular baskına hazırdılar.
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık, siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladıatına. Nurettin Eşfak baktı saatına : - Beş otuz… Ve başladıtopçu ateşiyle ve fecirle birlikte büyük taarruz…
Sonra. Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü. Bunlar : Karahisar güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.
Sonra. Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.
Sonra. Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu. Esirler arasında General Trikopis : Alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk frenk uşağı…
Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak’ın ayağı. Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,» Nurettin dedi ki : «Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni…»
Sonra. Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız İzmir’e doğru yürürken serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu. Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağıduydu. Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözler hayretle yandılar : önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları her seferkinden kocamandılar. Ve bu postallar daha bir hayli zaman üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler. Sonra… Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden yüzlerini toprağa döndüler…
Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı. Kan içindeydi yüzü gözü. Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala. Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da. Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı ardarda çakan aydınlık bir bütündü. Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu : «Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…»>
Sonra. Sonra, 9Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer yanan şehrin kızıltısı içinden gelip öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya, Güneyden Kuzeye, Doğudan Batıya, Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i.
Ve biz de burda bitirdik destanımızı. Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap, Türk halkı bağışlasın bizi, onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır, kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır…
Nâzım HİKMET
0 notes
a-t-90 · 11 years
Photo
Tumblr media
Çocukların mutluluğu bizim mutlulugumuzdur..
1 note · View note
a-t-90 · 11 years
Photo
Tumblr media
Savaşa hayır...
0 notes
a-t-90 · 11 years
Photo
Tumblr media
eski filmler ne güzeldi. 
19 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Photo
Tumblr media
8 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Text
Komik An
Kardeşimin atasözü ''koyun et derdinde kasap can derdinde'' :D
19 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Text
HATIRA 2
50 yaşlarında kadının biri pazarda alışveriş yaparken pazarda 80 yaşlarında satıcı kadın diğer kadına ''kuşburnu alın.'' der. Alıcı kadın savuşturmak için ''evde kuşburnu var'' der. bunun üzerine satıcı kadının cevabı ''yalancı, evde yok.''
1 note · View note
a-t-90 · 11 years
Quote
"5 yaşındaki kızıma, “Hadi savaşları durduralım” dedim, “Hadi baba” dedi. 25 yaşındaki yeğenime “Hadi savaşları durduralım” dedim, “Nasıl?” dedi. Arkadaşım var 35 yaşında, “Hadi savaşları durduralım” dedim, dedi ki “Oğlum bir kere de akıllı bir şey söyle”. Annem 60 yaşında, dedim ki “Anne hadi savaşları durduralım”, o da “Oğlum bırak bu işleri, sigortalı bir işe gir, çalış” dedi."
Erdal Demirkıran
48 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Text
GUZEL SOZLER 1
”Eğer depresyondaysanız, geçmişte yaşıyorsunuz. Eğer endişeliyseniz, gelecekte yaşıyorsunuz. Eğer kendinizle barış içindeyseniz, şu an da yaşıyorsunuz. “
-Lao Tzu / Düşünceler
24 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Text
HATIRA 1
Pediatride intorn olduğum sıralarda birgün pediatri nöroloji poliklinikteydim. Sıra bekleyen hastalara baktım ya epilepsi ya serebral palsi ya mental retarde hastalardı. Yani hepsi engelli hastalardı. 35 yaşlarda kadının biri geldi tekerlekli sandalyede olan çocuğunu başka bir hasta babasına göstererek “benim çocuğum engelli bize öncelik vermelisiniz” dedi. Baba da “hayır sıranızı bekleyin” diye cevapladı. Bunun üzerine anne sinirlenerek “kapıdaki yazıyı görmüyor musunuz engelli önceliği var” dedi. Tartışma uzadı.  Poliklinik kapısında doluştular. Bunun üzerine asistan abi yerinden kalkıp diğer hastalara seslendi “engelli olmayan gelsin” tabi engelli olmayan olmadığı için hasta yakınları sakinleşti.
4 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Text
74 saniyelik görüntü kayıp
Ali İsmail'in annesine, "öldüren dayak"ın görüntülerini izletmemişler; dayanamaz diye...
Ben de sonuna kadar izleyemedim.
Nutkum tutuldu. Boğazım düğümlendi.
Hadi Erdoğan gibi söyleyeyim:
"Aklıma oğlum geldi."
İnsanın insana zulmüne dair bir kaydı, kayıtsız izlemek zor...
O sopalı milisler, nasıl bu kadar insanlıktan çıkabildi?
O polis, nasıl 19 yaşında bir gence kıyabildi?
O doktor, nasıl beyin travmalı bir hastayı kas gevşetici ilaç verip evine yollayabildi?
O Vali, nasıl böyle bir linçi, "Arkadaşları dövmüştür" yalanıyla savuşturabildi.
Dayakçıların fırını adını "Harman"dan "Ankara Ata"ya çevirmiş.
"Ata" adı, bu utancı perdelemeye yeter mi?
Atatürk'ü (kirli işlere alet edilmekten) Koruma Kanunu devreye girer mi?
Bu korku filminin diğer "kötü adamlar"ı olan polis, doktor, vali de isimlerini değiştirecek mi?
  * * *
  Gelelim işin polisiye boyutuna...
Malum, her tarafı kameralarla çevrili cennet vatanımızda, MOBESE'lerden habersiz bir iş yapmak imkânsız...
Ancak adamını bulursanız, "temizlenmeyecek" görüntü yok.
Ali İsmail Korkmaz cinayetinde de öyle oldu.
Dayağın atıldığı Sanayi Sokak'taki linçe iki kamera tanıktı:
Biri Beşik Otel'in, diğeri Harman fırınının kamerası...
Olaydan sonra Eskişehir Emniyeti, bu iki kameradan topladığı görüntü kayıtlarında dövülme anının olmadığını açıkladı. Yani deliller karartılmıştı.
Otel kamerasının kayıtlarında 24 dakika eksikti. Otel sahibi, göstericiler sokağa girince ışıkları kapatmak için otelin elektrik şalterini kapattığını, görüntülerin o yüzden eksik olduğunu söyledi.
Harman fırınının önündeki güvenlik kamerasının görüntüleri ise silinmişti.
"Mevzu, temizlenmiş"e benziyordu, ama Jandarma'nın Kriminal Dairesi, "işi" bozdu.
İki kez silindiği söylenen dayak görüntülerini kurtardılar ve dehşeti ortaya çıkardılar.
Radikal, görüntüleri yayınladı.
Cinayeti gördük.
  * * *
  Zaman'ın dünkü haberinden öğreniyoruz ki, görüntülerin yayınlanmasından sonra cinayet suçlamasıyla karşı karşıya kalacak tutuklu fırıncıların avukatı yeni bir iddia ortaya atmış:
Yayınlanan görüntülerde darp edilen şahsın Ali İsmail Korkmaz olmadığını öne sürüyormuş.
Olay sırada Ali İsmail'in üstünde kırmızı mont varmış, görüntüde gri görünüyormuş. Fiziği de oradaki gence benzemiyormuş.
Güvenlik kameralarının siyah-beyaz kayıt yaptığı düşünülürse kırmızının hangi gri tonuna denk düştüğünü hesaplamak gerekecek herhalde...
Ama daha ilginci şu:
Günlerdir görüntüleri dikkatle izleyen Ali İsmail'in avukatlarından öğrendiğime göre şimdi de otel kamera kayıtlarında 74 saniyelik bir bölüm kayıp...
O 74 saniyenin özelliği ne peki?
Tam Ali İsmail'in sokağa girip kameranın önünden geçtiği anı kaydetmesi...
Dövülen kişinin Ali İsmail olduğunu belgeleyecek en net kanıt, o 74 saniyede...
Ve o 74 saniye kayıp...
Hadi otel sahibi olayların başlangıcında panikleyip 24 dakikalığına şalteri indirdi.
En kritik anda 74 saniyeliğine şalteri indirip kaldırmadı ya?
Otelin adını da "Bayrak Otel" yapsalar, bu konu daha kolay kapanır mı acaba?
***
Ali İsmail'i öldüren acemilik!
  Ali İsmail Korkmaz'ın nasıl linç edildiğini gördük.
Kendisinin artık anlatma imkânı yok.
Ancak aynı gece, aynı yerde, aynı polis şiddetine maruz kalan, aynı üniversiteden bir arkadaşının,Caner Ertay'ın anlattıkları, Ali İsmail'in başına gelenin ona özel bir muamele olmadığını ortaya koyuyor.
Caner, "Türkiye'den Şiddet Hikayeleri" (http://www.siddethikayeleri.com/beni-gozaltinda-kaybedeceklerini-dusundum/)
için tanıklığını aktarırken "Polis, o gece hazırlıksız yakalanmıştı. Olayları bastırmakta zorlanınca, eli sopalı grupları ve sivilleri sokağa saldı" diyor.
Bu arada Ali İsmail'in "gerçek ölüm nedeni"ni de açıklıyor:
"Sivil polisler öldürmemek için, özellikle kafa ve göğüs bölgelerine vurmuyor, sakatlamak maksadıyla özellikle bele, bacaklara, dize ve sırta odaklanıyor. Sokaktaki eli sopalı milisler ise işkence konusunda bu kadar bilinçli değil. Ali İsmail'in talihsizliği, aralarında sivillerin de olduğu bir ekibe yakalanmak oldu."
İçişleri Bakanlığı'ndan rica ediyoruz:
Sokağa salınan milislere "bilinçli işkence eğitimi" verilsin.
5 notes · View notes
a-t-90 · 11 years
Video
youtube
1 note · View note