Tumgik
#uzun hikaye filmi
diyariedebiyat · 2 months
Text
UZUN HİKÂYE KİTABI VE FİLMİ KARŞILAŞTIRMASI
Mustafa Kutlu, bazı sosyal ve politik meselelere yaptığı göndermelerle ayrı bir sosyolojik derinlik kazandırdığı eserinde, dedesi ile Bulgaristan’dan Türkiye’ye kaçan Ali‘nin acıklı hikâyesini anlatıyor bize.
Mustafa Kutlu, bazı sosyal ve politik meselelere yaptığı göndermelerle ayrı bir sosyolojik derinlik kazandırdığı eserinde, dedesi ile Bulgaristan’dan Türkiye’ye kaçan Ali‘nin acıklı hikâyesini anlatıyor bize. Dedesinin ölümünden sonra “hayatın demir örsünde dövülmek üzere kendini zamanın girdabına fırlatıp atan”, adalete tutkun kişiliğiyle en zor şartlarda bile hukuku dillendirmekten hiç…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
legopipfara · 7 months
Text
Geçtiğimiz senelerde bir olayla karşılaşmıstım. İnsanı hayrete düşürecek cinsten. Hepimiz borderline'ın ne demek olduğunu biliyoruz. Ve ne kadar ciddi bir hastalık olduğunu da. Yurt dışında bir dedektif bir rehabilitasyon merkezi ve hasteneye gidiyor bir hastanın firar vakasını çözmek için. Adam gidiyor hastalarla konuşuyor hastalar onu ciddiye almıyor, çalışanlarla konuşuyor çalışanlar onu tiye alıyor, merkez sahibiyle konuşuyor adam hastayı bulması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Adam uzun süre orda kalıyor ve yanında getirdiği bir dedektif arkadasiyla beraber aramaya devam ediyor. Dedektif belli bir süre sonra bir şekilde müdürün odasına giriyor müdür ona herşeyi anlatıyor. Aslında olay ne biliyormusunuz? Adamın firar ettigi için aradığı kişi aslında kendisi. Adam bir bipolar hastası ve kendini sürekli farklı biriymiş gibi sanıyor. Bu hastalığın bir çaresi olmadığı içinde yurt dışındaki doktorlar kendi haline bırakıp hastanin kuruduğu hayata ayak uydurarak hastayı iyileştirebileceklerini düşünüyorlar. Hastaya o kadar değer veriyorlar ki onun dedektif gibi herşeyi araştırmasına izin veriyorlar ve hastanın doktoru bile buna razı gelerek dedektifin arkadaşı rolünü oynuyor. Türkiyedeyse bu hastalık yüzünden kendini mega star sanan birini dövüyorlar, dalga geçiyorlar, alay ediyorlar. Siz olsaydınız ne düşünürdünüz?
(Anlattığım dedektif hikayesi gerçek bir hikaye ve filmi de yapılmış : Zindan adası) (Türkiye'de yaşananda gerçek bir olay adamın adı : Ajdar anık)
10 notes · View notes
Text
24/5 MART PSYCHONAUT 4 KONSERİ (IF BEŞİKTAŞ)
Tumblr media
Yerde ayaklarımı uzatmış, sırtımı kanepenin ayaklarına yaslamış oturuyorum. Sağımda içi ağzına kadar dolu küllük, kenarından sarkan, sönmeye yüz tutmuş bir sigara. Solumda neredeyse bitmiş büyük bir şişe rakı (Bardak yok..) Önümdeki “Tv” ekranında “Loop”a alınmış, sürekli dönen “Lethargic Dialogue” klibi. Bir rakıya, bir sigaraya, arada bir de ekrana bakıyorum. Videonun başında elde dönen çakmak gibi başım dönüyor. Depresif düşünceler, bitik bir karaciğer, antidepresanlar, anksiyeteler, ilaçlar, mahvolmuş bir hayat, “Psychonaut 4”… 2015’te keşfettiğim “P4” (böyle deyince aklıma bir “DSBM” grubundan ziyade evdeki “Play Station 4 Pro” geliyor ama kısaltma işte.) “Youtube”da gördüğüm günden beri dinlemeye asla ara vermediğim bir “DSBM” grubu. “P4” Yukarıda anlattığım hikaye ve binlercesi gibi bir çok zor anımda bana arkadaşlık etti. Konsere geçmeden önce nedir bu “DSBM” sadece biraz sert müzikle harmanlanmış, üzgün ergen intihar girişimlerimi, yoksa fazlası mı? Biraz bunlara bakalım.
Tumblr media
“Depressive Suicidal Black Metal” 90’ların başında “Burzum” etkisiyle yeni şekillere bürünen Black Metal’in belki de en uç türlerinden biri. Ben şahsen tek albüm çıkarabilmiş olan “Silencer” grubu ve psikolojik vakaların en berbat donanımlarına sahip hasta ruhlu solistleri “Nattramn” ile “DSBM”le tanıştım. Bu müzikte, gruplarında, solistlerinde öyle hikayeler, öyle hezeyanlar var ki değme korku filmi senaryolarına taş çıkartır. Özellikle “Nattramn”ı hafif bir “google”larsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Bu tarz hikayeler okuyup birde bunlarla aşırı bağdaşan müziklerini dinlediğinizde, eğer sizde hafif, orta, şiddetli depresyon dönemleri geçirdiyseniz kendinizi bu işe fazlasıyla kaptırıyorsunuz. “Shining” “Lifelover” “Nocturnal Depression” “Apati” “Xasthur” “Happy Days” “Coldworld” “Thy Light” ve sayamayacağım diğerleri öyle gruplar ki, bunları acının müzikte şekil bulmuş halleri olarak yorumlayabilirim. Histeri krizleri yaşayan vokaller, hezeyan tarayan gitarlar, şarkıların arasındaki durulma bölümlerinde giren ilginç enstrümanlar, (Black metalde saksafon olur mu demeyin oluyor, güzelde oluyor.) zil kullanımı yüksek atmosferik davullar ve bazen şarkı aralarında, başında ya da sonunda giren diyalog bölümleri. Anlatılar, bozuk radyo konuşmaları, çocuk koroları, şarkıları…
Tumblr media
“P4” yukarıda saydıklarımı ve daha fazlasını icra eden bir grup. Artık üretim yapamayan “Silencer” (Nattramn’ın akıl hastanesi projelerini saymazsak.) ve “Lifelover”ın (Aşırı doz kullanımı sonrası ölen gitaristleri sebebiyle grup dağıldı.) yeri dolamayacak olsa da, “P4” bu tarzın ciddi bir takipçisi oldu ve bayrağı onlardan devraldı diyebilirim. (Saydığım iki grubunda önemli şarkıları “P4” tarafından son albümlerinde coverlandı.) Dinlemesi zor bir tarz olan, abilerimiz, ablalarımızın, genel metal müzik dinleyicisinin dahi çok anlamlandıramadığı “DSBM” hala kısıtlı bir kesim tarafından bağra basılsa da, yaşamak zorunda olduğumuz çağ gereği giderek daha fazla takipçi kazanan bir akım. Konser açıklandığında üzülsem mi sevinsem mi bilemedim, müthiş bir şaşkınlık yaşadım. Uzun zamandır dinlediğim bir grubu sahnede izleyecek olmak sevinç vericiydi fakat diğer yandan geçirdiğim zor zamanları hatırlamak ve o günlere geri dönmek acı verici olabiliyordu. Tamda böyle duygularla gittim konsere. İki arada bir derede… “DSBM” ve “sevinç” kavramları birbiriyle çok bağdaşmıyor zannedebilirsiniz fakat size şunu söyleyebilirim ki benim nazarımda “DSBM”in yalnızlık, ölüm, intihar güzellemesi, aşırı doz, kendine zarar verme, alkolizm, vs. temaları yanı sıra, insana destek olan, hayata devam etmesini sağlayan, “güç” veren bir tarafı da var.
Zor, katlanılamaz dönemler geçirdiğimde kendi kendime yıllar içerisinde geliştirdiğim belki hastalıklı sayılabilecek bir yöntemim var. Bu dönemlerde genellikle depresif şeyler okumak, izlemek ve dinlemeye meyilli olurum. Holokost filmleri, savaş anıları, özellikle Doom/Black metal müzikleri bana yardımcı olur. Dünyada, senin o an yaşadığın acıdan daha büyük dramların olması, senden çok daha zor durumda kalan insanların hikayelerine odaklanmak konuyu en azından biraz olsun senden uzaklaştırır, hafif bir rahatlama hissi getirir. “P4” Gürcistanlı bir grup ve tarzlarını “Post Soviet Black Metal” olarak tanımlıyorlar. Bu tanımlama bile tek başına benim dikkatimi çekmeye yetmişti. Oraya ne yazdılarsa bu adamlar onu yapıyor, yaşıyor. Biz hiçbir zaman kanatlarını sonuna kadar açmış, ideolojisini ve baskısını bütün topraklarına zorla yaymış, egemen, düşman bir kuvvet tarafından yönetilmek zorunda kalmadık. (Ruhun şad olsun büyük Atatürk!) Ama bu adamlar yıllar boyunca bunu yaşadı ve bu olayın etkileri onlarda izler bıraktı, yaralar açtı. İçlerinde belki hala o günleri yaşıyorlar, hatırlıyorlar. Bu gözlerinden bile belli oluyor, birçok jenerasyona yayılmış bir durum bu. Konser boyunca arka planda, logolarının gerisinde gösterilen eski Sovyet bloğu mimarisinden örmekler bu dediklerimi destekliyor. Mega, güçlü, haşmetli, soğuk bloklar, toplu konutlar, binalar… Şükürler olsun ki onları anlayamıyoruz, belki biraz hissediyoruz. (Mimari dışında…) Anlayabilecek durumlar yaşamadık. Onları anlamaya çalışmamız Nasılsın? “İyiyim” diyalogları kadar saçma bir çaba oluyor. Sovyetler birliği devri ve sonrası dönem acılarını bize geçiriyorlar ve ben yine bu tarz şeyler yaşamadığım için rahatlıyorum evet ama sadece bununla sınırlı kalmıyor. “P4” ve “DSBM” grupları sayesinde artık kendimi yalnız hissetmiyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun, benimle benzer acıları ve durumları, hissiyatları paylaşan insanlar var! Evet, yalnız değilim ve bu çok büyük bir güç. Belki o yerilen intihar temasının, kendisini öldüren ya da zarar veren müzisyenlerin, bağımlılıkların tam aksine insanı yaşama bağlayan, devam etmesi için insana dayanak olan bir güç. Dibe vurduğunda ayaklarını sağlam bir şekilde yere vurup, hızla yüzeye doğru çıkma gücü…
Tumblr media
İŞTE OMUZ OMUZA JİLET ÇEKECEĞİMİZ AN!
Konsere giderken neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum ama yalan yok bu kadar iyi geçeceğini düşünmemiştim. Konser normalde Pazar günü gerçekleşecekti fakat grubun uçaklarındaki bir sorun nedeniyle “P4” gecikti ve etkinlik ertesi güne ertelendi. Bu konuda seyircide sıkıntılar yaşandı. Şehir dışından gelenler biletlerini iptal etti, konser hafta içine alındığı için gelemeyenler oldu vs. Sonuç olarak beklenenden biraz daha az bir kitleyle konseri geçirdik. Bu durum “P4” ün performansına bir eksi yazmadı, aksine daha da istekli ve enerjik şekilde konserlerini verdiler. Bu aksaklık için özür dilemeyi de ihmal etmediler. Genç nüfus ağırlıklı kitle tam bir “DSBM” dinleyicisiydi diyemem, zaten bunu beklemezdim de. Merakından gelen dinleyicide çok vardı, birkaç parça dinlemiş olup grup hakkında az buçuk fikir sahibi olanda, her şeye, bütün şarkılara hakim olup en önde translara girende. Tarzın gelişimi açısından bu yaşananlar gayet olumlu. Gördüğüm kadarıyla herkes konserden memnun ayrıldı. Memnun ayrılmamak mümkün değildi adamlar gerçekten o kadar hissiyatlı çalıp söyledi ki, hep birlikte gerçek bir inanmışlık, kendini adama deneyimi yaşadık.
Tumblr media
“P4” ün ilk albümü “Have A Nice Trip”in yazının başında söylediğim gibi bende ayrı bir yeri vardır. Konser “Setlist”leri internette fazla dönmüyordu ve benim gördüğüm kadarki kısmında konserlerinde artık ilk albümden hiç parça çalmıyorlardı. Bu konserde daha ilk şarkıda, ilk albümden “Parasite” (en sevdiğim ikinci parçaları.) ile girmeleri tahmin edersiniz ki beni binlerce farklı duygu durum içerisinde bıraktı. Telefonla çekim yaparken telefonumda “Headbang” yaptı. İnanılmaz anlardı. “We Will Never Find The Cure” “Moldy” ve “Too Late To Call An Ambulance” konser öyle hissiyatlı, öyle derin duygularla geçiyor ki başka hiçbir şey anlatmama gerek yok aslında. Şarkı isimlerini okusanız yeter. David kendinden geçiyor, (zaten kendinden geçmesi ile tanınır…) şarkıları yerde sürünerek söylüyor, bağırıyor, kendini yerden yere vuruyor, çığlıklar, yardım çığlıkları, Allah’ın belaları! David, “Lifelover”dan “Kim Carlsson”a benzettiğim hareketler sergiliyor, ölüyor, bitiyor. Seyirciyle birkaç kelime dışında çok fazla “konuşamadığı” (İstanbul, helö, hıı..) için, konuşmaları ve seyirci iletişimlerini genelde gitar/vokalleri yaptı. Konserlerde bu durumu iyi ayırmışlar, güzel çalışıyorlar. David konuşma konusunda sazı eline alsa hepimizin tadı kaçabilir. Sen şarkını söyle, çığlıklarını at abi. Grubun aklıselim, beyefendi, papyonlu gitaristi konuşmaları yapar. Bize özel olarak yapacaklarını söyledikleri ikili acı seansı, gitaristin söylemesine göre “üzerine çok fazla çalışılmamış” “deneysel bir şey” beceremezsek bize kızmayın dedi fakat kızmak ne kelime, resmen nutkumuz tutuldu! Bu bir “Şov” olarak değerlendirilebilirse eğer ben böyle “Şov” görmedim diyebilirim. IF’in duvarlarından acı fışkırdı. Gidin bakın hala orada duruyordur. Acı mekana sinmiştir. Mahvettiler bizi…
Tumblr media
“Beautyfall” (2020) albümlerinden “Sana sana sana cura cura cura” (Türkçe okuyunca ne kadar manalı oluyor, eski sevgiliye sitem edilen bir nefret şarkısı gibi.) çalınıyor. Bu hezeyan sonrası “Tbilisian trajedisi”. Yukarıda sigaraya çıkmıştım, melodiyi duyar duymaz merdivenleri üçer beşer inerek koştum geldim. Gitarist bunu çalmadan önce sanki “sıradaki şarkıyı biliyorsunuz, bunun için üzgün hissetmiyorum” deyip güldü. Konuşmanın başını kaçırdığım için ben pek bir mana veremedim, anlayan varsa yeşillendirsin. Hayırdır yani kardeş burasıda İstanbul tragedyası, hepimizin acıları var, bunlarımı yarıştıracağız… Neyse. “Beware the silence” sonrası bana ikinci şok geliyor. Yine yazının başında bahsettiğim, yıllar boyunca Loop’a aldığım şarkı “Lethargic Dialogue” (en sevdiğim “P4” şarkısı.) canlı çalınıyor! Benim bira fondiplendi, saçlar açıldı, darmadağın olundu… (Boynum hala ağrıyor…) Bu konserde ses o kadar iyiydi ki (belki “P4” için fazla iyi bile sayılır.) başka hiçbir konserlerinde bu kadar iyi ses aldıklarını düşünmüyorum bile. “Personal Forest” “My Sweet Decadance” (bu şarkı hep birlikte söylendi, elimizde çakmaklar eksikti.) ve “Bad morning” sonrası grup sahneden iniyor. Bizim çocuklar organize tabi “hurraa” kapıya derken “P4” tekrardan sahnede “The Stooges” Cover’ı olan “I wanna be your dog” şarkısını çalıyorlar. Hopluyoruz, zıplıyoruz. Resmen bu gece, burada, bütün acıları si……z!
Tumblr media
“P4” muazzam bir acı resitali sonucunda sahneden iniyor. Tekrar gelmek için söz veriyorlar ve ben tekrardan geldiklerinde yine benzer bir performans sergileyeceklerini düşünüyorum. (Daha iyi diyemiyorum, bundan daha iyisi nasıl olur bilemiyorum..) Grup, kuliste biraz dinlendikten sonra önceden söz verdikleri gibi “Meet And Greet” için seyircinin arasından geçip “Merch” standının arkasına gidiyor. Uzun bir kuyruk “P4”ten imza almak, fotoğraf çektirmek için bekliyor. Sıranın sonu gelmiyor, herkes grupla kucaklaşmak, sarılmak, konuşmak istiyor. Seyirci duygusaldı, grup duygusal ve yorgundu. Bu işin tamamlanması zor gibi gözüküyordu. Dolayısıyla bir süre sonra “tamam artık yeter arkadaşlar” diyorlar ve kalan sırayı toplu fotoğraf çekimiyle kandırıp kulise dönüyorlar. Bir “DSBM” grubuyla fotoğraf çektirmek, sırıtırken “P4” elemanlarıyla fotoğrafının olması falan bunlar… Ne bileyim biraz “sırıtan”, çelişkili, konuyla bağdaşmayan şeyler gibi gelmiyor değil. (Benimde oldu gerçi kardeşim, anıdır neticede kehkeh…) Konser o kadar güzel geçti ki olumsuz bir not, gözlem, izlenim sunamıyorum. Bu sene Metal müzik konserleri açısından çok verimli geçiyor, birçok enteresan grupla, “Sound”la, janrayla karşılaşıyoruz, tanışıyoruz. Bu etkinlikleri gerçekleştirenlere hakaret etmek yerine bence tekrardan teşekkür edelim. Şartları, zorlukları, aksilikleri anlamaya çalışalım, anlamasakta saygı duyalım. Güzel memleketimizin, yaşamak zorunda kaldığımız şu boktan dönemlerinde adamlar sevdiğimiz, müziklerinde nefes aldığımız, gelmesi için belki dualar ettiğimiz grupları getirmeye çalışıyor. Bu işi ne kadar profesyonel şekilde planlarsan planla, iki taraflı aksilikler yaşanabiliyor, kriz yönetimi yapmak gerekiyor, hızlı aksiyonlar almak zoruna kalıyorsunuz vs. Üzüntüyü, hayal kırıklığını anlarım ama klavye başından küfür etmek nedir? Şartlar gereği konsere gelemeyeni anlarım ama tepki olsun diye sevdiğin bir grubun konserine gelmemek nedir? Her neyse gelmeyen çok şey kaçırdı bir kez daha bunu belirteyim. Konserin etkisi hala üzerimde ve “P4”ün şarkıları beynimde çalmaya devam ediyor. Tekrardan yoğun şekilde “DSBM” batağına düşüyorum. Kaçabilen kendini kurtarsın, benim için artık çok geç. “Too Late To Call An Ambulance”… Sevgiyle kalın, görüşmek üzere!
Tumblr media
3 notes · View notes
denizkabuguincisi · 2 months
Text
Buraya uzun zamandır okuduğum kitapların yorumlarını yazmamışım. Zaten sık okuyamıyorum diye yazmayı saldığımı hatırlıyorum. Neredeyse 1.5 senelik birikmişle geldim. O kadar zaman geçmesine rağmen sadece altı kitap bitirebilmişim. Kendimi zorlamayı bıraktım. Bunun dikkat dağınıklığı ve hayat telaşıyla ilgili olduğunu biliyorum. Son bitirdiğim kitap Çalınan Dikkat bu konuda yarama merhem oldu resmen. Kitapları hatırladığım kadarıyla yazayım bakalım neler kalmış…
Görünmez Kentler
Calvino ile Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu kitabıyla tanışmıştım. Okuyucuyla samimiyeti; kurgusunu dantel gibi ya da bir örümcek ağı gibi işlemesi hoşuma gitmişti. Bir Calvino kitabı okurken hep dinç kalmalısınız yoksa tadı çıkmaz. Madem "Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu"yu bu kadar sevdim, Calvino’nun bir kitabını daha okumalıydım. Görünmez Kentler’e de yolum böyle düştü.
Kitaba dair hatırladıklarım, üzerinden geçen aylardan sonra biraz az. Birçok farklı hayali kente gittiğimizi, orayı yazılı satırlarda canlandırdığımızı hatırlıyorum. Kentlerin karakterleri ve içinde yaşayan insanların değerleri arasında bağlar kuruluyordu. Pek çok açıdan ilham vericiydi. Döne döne okunsa lezzetlenir eminim. Kitapla ilgili bir araştırma yaptığımda bu kitabı konu alan bir mimarlık makalesi gördüm. Ki işte gayet de etkisinin görülebileceği bir alan. Bu dünyanın şehirlerinden uzaklaşıp biraz hayal perdemizde yaşayabileceğimiz kentlere dalalım dersek Görünmez Kentler tam bunun için yazılmış.
Baharda Yine Geliriz
Bu kitap benim Barış Bıçakçı’yla tanışma kitabım. Zaman içinde diğer kitaplarını okuma isteği uyandırdı bende. İçinde kısa öykülerin bulunduğu, sakince derdini döken bir kitap. Ben öykü okumayı seviyorum ne olursa olsun. Sait Faik, Sine Ergün, Cemil Kavukçu, Ferit Edgü… Aklıma ilk gelenler. Bende yeri olanlar. Barış Bıçakçı da bunların arasına girdi. İşe Yarar Bir Şey filmini izlediğimde hissetmiştim bu öykü sayfalarını diyebilirim. Öyküler anlatılmaz, okunur. Ve ben okumaya devam edeceğim.
Bilinç Nehri
Aklımda en zor kalan kitaplardan biri bu kitap maalesef. İnce olması akıp gideceğini düşündürse hiç öyle olmadı. Çok uzun sürede bitirebildim. Belki de doğru zaman değildi. Aslında ilgilendiğim alana ve bilime dair ufuk açıcı olabilecek bir kitaptı. Bir başka zaman bir daha buluşmak üzere!
Aşkın Celladı
Öncelikle içeriği böylesine değerli olan bir kitabın New York Times Bestseller kitapları gibi bir isme sahip olmasını kınıyorum. Birçok insan için temel bir psikoloji kitabı olarak değerlendiriliyor. Kitabı okurken sık sık Kırmızı Oda aklıma geldi :) Zaten dizi de buna benzer bir kitabın çıktısıydı.
Aşkın Celladı’nda yanlış hatırlamıyorsam 12 psikoterapi öyküsü var. Okurken hem danışan hem de psikoloğun penceresinden olayları görmek hoşuma gitmişti. Bazı öykülerden kendime not ettiklerim de oldu. Ancak abartılacak da bir yanı yok bence kitabın. Beni, İnsanın Anlam Arayışı daha fazla etkilemişti. Bence bu kitap kullanım yerine göre değerli. Bir psikoloji öğrencisi filan olsam baya ders niteliğinde, üstüne konuşularak ilerlenebilecek şeyler olabilir. Sade bir vatandaş olarak okuması keyifli ve katkısı olan bir kitaptı yorumunu bırakıp zihnimin derinliklerine yolluyorum.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Bakınız şu geçen dönemde ikinci Barış Bıçakçı kitabı. Bu sefer bir romanını okuyayım dedim. Bitmesin diye de yavaş yavaş okudum. Filmi yapılacak bir kitapmış gerçekten. Keşke Mubi’den kalkmadan filmini de izleseydim. Hikayeyi uzun uzun anlatmayacağım. Anlatım dili ve bunun birinci kişiden olması hoştu. Hikaye dair, kocaman iki yakın arkadaş olan adamların bir diğer arkadaşlarının çıtır kız kardeşine aşık olması sığlığında bakarsak… Pek olmaz. Zaman zaman ben ne okudum ya diye düşündüm. Bunu düşündüğüm zamanlar kitaptan uzakta kaldığım zamanlardı. Çünkü okurken hikaye öyle içine alıyor ki okuyucuyu, sadece anlatılanı merak ediyorsunuz. Anlatılan her şey sahne sahne önünde. O yüzden kitabın filminin olması ve aynı yazardan İşe Yarar Bir Şey’in çıkması hiç tesadüf değil. Okumuyor aynı zamanda izliyorsunuz. Filminin kitabı kadar başarılı olmadığı dense de ben şans vermeyi düşünüyorum.
2 notes · View notes
nergiscem · 2 years
Text
-The Secret of Kells-🎥🍿🌌🌱🌿🎆
Tumblr media Tumblr media
Dün akşam izledim bu güzel filmi. Uzun aralardan sonra, bunu önermeden duramayacağım, dedirten bir film izlemiş olmanın heyecanıyla yazmaya karar verdim.
Genel itibariyle bakacak olursak film Vikinglerin insanlara kan kusturduğu bir dönemde manastırda yaşayan ve kendilerini bu gelecek olan saldırıdan korumaya çalışan bir halkı anlatıyor. Ana karakter ufak bir çocuk, namı değer Brendan. -Filmle ilgili önemli bir detay bence, Brendan isminin anlamı seyyah :) -
Ama filme ilgili bazı detayları öğrenince taşlar yerine oturmaya başladı. Daha anlamlanmaya ve ilginçleşmeye başladı.
"Gerçek hazine kapağı değil. Aç!"
Film ilk defa Berlin Film Festivali kapsamında 2009 yılında gösterimi yapılıyor. İrlanda, Belçika ve Fransa'nın ortak yapımı bir animasyon. Gösterimi yapıldığı yıl Disney filmleri ile kapışıyor ve en ilginci bütçesi oldukça düşük. :)
Yönetmeni Tomm Moore ki aynı zamanda hikayeyi de o yazıyor. Müzikleri de Bruno Coulais. Müzikleri hakkında yorum yapacak haddi bile bulamıyorum çünkü beni tek kelimeyle büyülüyor.
Asıl olay da şu, kitap İrlanda kültürü için çok önemli olan Kells Kitabından esinlenmiş bir film. O yüzden filme serpiştirilmiş İrlanda mitolojisinin ürünlerini görünce şaşırmıyorsunuz. Kells kitabı gerçek bir eser bu arada. Bugün Dublin'de muhafaza ediliyor. Kitap 9. yüzyılda yazıldığı bilinen ve Hz. İsa'nın öğretilerinin yer aldığı bir eser. Yüz yıllarca Kells manastırında tutuluyor ama kimse nasıl yazıldığına dair bir şey bilmiyor. Film de bunun hakkında zaten, o kitabın nasıl yazıldığını anlatan bir hikaye. Kells kitabı hem içeriğiyle hem içindeki çizimlerle filme ışık tutuyor.
"Sadece duvar inşa edemeyiz! İnsanların kitapları olmalı ki umutları olsun."
Tumblr media Tumblr media
Film boyunca en çok ilgimi çeken iki şey vardı. Birincisi sevgili ana karakterimizin güzeller güzeli arkadaşı Aisling. İkincisi de hikayenin 'kötü karakteri' Crom Cruach. Tomm Moore Aisling ismini 17. yüzyıla ait bir İrlanda şiirinden almış. Sözcüğün anlamı "hayali görüntü" şiirdeki anlamı ise "İrlanda'nın ruhu/görüntüsü". -Karakterimize oldukça uyuyor. :) Çok hoş bir karakter, üzerinde düşündükçe düşünüyor insan. Tabi bir de benim favori karakterim Pangur Ban ile olan şu meşhur sahne herkes gibi beni de biraz benden aldı. -Ah kalbim!-
Tumblr media Tumblr media
Hikayenin kötü karakterinin ilgiyi çekmesi zor olmuyor. Çünkü kötü karakter olmasına rağmen hikayenin kıymetli şeyini çalmıyor, almıyor, gasp etmiyor veya almak için uğraşmıyor. Buna zaten sahip... Ve bu sefer almak için uğraşan biziz. En ilginci bu karakterin İskandinav mitolojisinde önemli bir tanrı olması.
"Her şeyi kitaplarda bulamazsın, anlıyor musun? -Galiba bu lafı bir zamanlar okumuştum..."
Daha üstüne düşünülecek, yazılacak ve çizilecek çok şey var. Düşündükçe yeni bulmacaları göreceğiniz bir film. Soruları soruyor ve cevapları bulmayı size bırakıyor. Yine de filmin sonunun biraz yüzeysel bağlandığı yorumunda bulunmak istiyorum. Aynı zamanda pek çok kişi bazı tuğlaların oturmadığını, açıklar verildiğini söylemiş. Ben bunların izleyiciye verilmiş alanlar olduğuna inanmak istiyorum.
Sonuç olarak, konusuyla, işleniş biçimiyle, renkleri ve çizimiyle, müzikleriyle -ah kalbim!- izlemenizi çok isterim dediğim bir film oldu. Keyfili izlemeler!
"Acıyı ve karanlığı gördüm. Sonunda... iyiliğin en kırılgan şeylerin içinde bile büyüdüğünü gördüm."
Filme ilgili hoş bir eleştiri yazısını da şuraya bırakıyorum.(. ❛ ᴗ ❛.)
42 notes · View notes
sorun-var · 10 months
Note
Uzun hikaye-mustafa kutlu(kitabı) ayrıca aynı isimde filmi de var. Kenan İmirzalıoğlu oynuyor başrolde, çok güzel ve duygu dolu bir filmdir. Yine kitaplardan Tunç kılınç'ın Sıfır adlı kitabı, Ozan Bodur operasyon 1915(hiç böyle hikayeci tarih romanı okumamıştım kendi adıma). Duygusal bir kitap olsun derseniz çoğu kimse okumuştur ama Canan Tan yüreğim seni çok sevdiyi öneririm. Dizi olarak prison break çok çok güzel. Komedi olarak how ı meet your mother izlenilebilir. İlk aklıma gelenler bunlar, selam ve dua ile 🤲😇
Çoook sağoll , Allah'a emanet olun 🥹👋
2 notes · View notes
jeu-parti · 1 year
Text
And finally I was able to read The Seven Husband of Evelyn Hugo. Everyone talks about the book so much. it took me a little bit long time to finished it because of 7 man!
So the hero of our story, as we will understand, Evelyn Hugo herself is a hollywood star and is about to die. She hires the magazine writer Monique Grant to write his biographical book and begins to talk about his life. Oh what a life I swear I'm swollen inside.
While Evelyn was an uneducated ordinary Hispanic girl, she found the way to rise in Hollywood by using men. whichever strong man she finds or gets married in a way that works for her. There are some loved ones among them, but the only good thing in the book is that the marriage is told so indifferently.
She met another actress, Celia James, they played in a movie together and a love story begins. but they can’t be opened due to the story set in the 50s and 60s, and the relationship that should be kept secret goes up and down. the story progresses drama after drama towards the end, it's guaranteed to make you cry.
Anyway if you’re looking for fun don’t read this book. because lots of drama in this. you know they love to make lesbians cry and I wouldn't be surprised if they make a movie. i give 3 stars.
🏳️‍🌈……..………tr…………………🏳️‍🌈
ve sonunda the seven husband of evelyn hugo yu okuyabildim. kitap hakkında herkes o kadar konuşuyor ki ben bunu 7 kocalı hürmüz sandığımdan yüzüne bakmıyordum değilmiş. ama evet 7 adet koca hikayeye girdiği için bana fenalıklar geldi ve okumam uzun sürdü biraz.
hikayemizin kahramanı anlayacağımız üzere evelyn hugo kendisi hollywood yıldızı ve ölmek üzere. biyografik kitabını yazdırmak için de magazin yazarı monique grant ı tutuyor ve başlıyor hayatını anlatmaya. aman ne hayat yemin ederim içim şişti. evelyn eğitimsiz sıradan bir hispanik kızken hollywood da yükselmenin yolunu adamları kullanarak bulmuş. hangi güçlü adamı bulsa ya da işine yarayan bir şekilde evleniyor. aralarında sevdikleri de var falan ama evliliğin bu kadar lakayt anlatılması tek güzel şey kitapta. tabii hollywood da yükseliyor acayip meşhur derken bir diğer oyuncu celia james ile karşılaşıp beraber bir filmde oynuyorlar ve aralarında bir aşk başlıyor. ama 50ler ve 60larda geçen hikaye sebebiyle açılamıyorlar ve gizli kalması gereken ilişki inişli çıkışlı gidiyor. hikaye sonlara doğru dram dram üstüne ilerliyor ağlatma garantili.
dizisi veya filmi gelebilir öyle bir konu severler lezbiyenleri ağlatmayı. eğlenceli bir şey istiyorsanız bunu okumayın. gerçek hayata benzer gizli ve mutsuz aşk hikayesi arayanlar için birebir. puanım 3
Tumblr media
2 notes · View notes
noisescape · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
manzara asıl kahraman,karakterler birer ziyaretçi gibi manzaranın parçaları Bela Tarr filmlerinde.
dinmeyen yağmurlar,bitmeyen rüzgar manzaranın eşlikçileri ve hikayelerinin nedenselliği,çünkü büyüdüğü coğrafyanın doğası böyle.
metafor yok,imgelem yok sadece film çektim diyor bi söyleşisinde,o kadar cool biri ki Mihaly Vig’in müzikleri,filmleri izlemeden hazırladığını gülerek anlatıyor.
Satantango bir romandan malum,Torino Atı’nı da Nietzche’nin Torino’da gördüğü at olayından esinlenerek çekiyor ancak ne Nietzche’nin ne de atın filmle ilişiği yok.
Godard’ın söylediği gibi,hikaye? bir erkek,bir kadın yeterlidir,bazen de bir silah.zaten beğendiği,etkilendiği bir yönetmenmiş Godard.
o kadar çok makale,tez,yazı var ki Google’a bakıldığında Bela Tarr filmleri ile ilgili çoğunu okudum,sadece kendi sözleri onu anlamamı sağladı ve de filmlerini izlemek.büyücüler büyü yapar evet,ama malzemeleri tüm gerçekliği ile ortadadır bilirsiniz,size yalan söylemezler.ancak bazı cümleler söylerler,büyü de bu sözlerle neticelenir.
son film hala fazladan bir filmdir diyor Bela Tarr, o bir gerçekçi ama bunu hiç bir drama unsuru kullanmadan yapıyor.anlamlandırmak,anlam oluşturmak insanın en önemli hastalığıdır belki de..
endüstriyel sinemaya karşı olduğu yazılmış çoğu yerde,elbette karşıdır fakat bu karşıtlık yalnızca filmlerinin kapitalizmin tüketim nesnesi olmasını istememesinden değil,film çekmeyi bıraktığını düşünürsek ( Torino Atı’nın son filmi olduğunu söylüyor) bu karşıtlığın temel nedeninin izleyicinin filmlerini bu kadar anlamlandırıp onu konumlandırmaları olduğunu düşünüyorum,zira ‘kapitalizm’ in malzemelerinden biri bu değil mi? ve de insan..uzun sekanslarıyla nesnelerin ve doğanın,özellikle yedi buçuk saatlik Satantango’da insanın görünürlülüğünü arttırmasıyla malzemelerini hilesizce açık açık ortaya koyuyor. ‘son’ aynı son,birinde yaşlı casus pencerelerini tahta bloklarla örter, diğerinde lambanın yakıtı tükenir.
‘dünyanın sonu hakkında bir film yapmak ve sonra film çekmeyi bırakmak istiyorum’ Bela Tarr
İrimias : ‘sonsuzluk sonsuza kadar sürer çünkü fanilikle, değişkenle, geçiciyle karşılaştırılamaz. karanlığı delen ışığın yoğunluğu zayıflar görünür. devamsızlık,kesintiler, delikler ve sonunda kapkara hiçlik vardır’ Satantango
şeytan : Yunanca'da "Diabolos", "Karanlıkların Efendisi," "Beelzebub" (Sinek Kral), "Belial", "Mephisto" ya da "Lucifer”,Rusça’da Satana,İngilizce “Satan”, “Devil”, “Demon”, Lucifer : Latince Venüs gezegeninin sabah saatlerindeki durumu,eski ahit’de cennetten kovulan (düşen) melek.
satantango : şeytanın tangosu, şeytanın dansı
fotoğraflar kendime ait,
başak, kış mevsiminden çıkamamış bir mayıs günü,2022
istanbul
6 notes · View notes
morkedisblog · 1 month
Text
Yaşar Alptekinin villasını konuşuyorlar bu arada gençler bilmezler 90'larda sinema yıldızı manken dj falan ünlüydü hatta iddia üzerine bir erkek mankenle eşcinsel ilişkiye girmişler(iddiayı kaybeden .....)görüntüler sızmış sonun başlangıcı olmuştu diğer manken aids'den ölmüştü yanılmıyorsam neyse adam dilencilik yaparken kimse oralı değildi,Annem Cereahpaşa hastanesinde yatıyor Kızılay kan merkezine geldim otobüs duraklarının yeei değiştirilmiş kime sorayım derken bir çocuk ki yüzü yabancı değil"abla 10 tl verirmisin"dedi " ahh kardeşim benim o paraya ihtiyacım var annem hastanede,param olsa verirdim"dedim üzüldü şifa diledi bana yeni otobüs durağının yerini tarif etti Aksaray Muratpaşa camii önüydü kafama takıldı"bunu tanıyorum kim kim?"birkaç ay sonra gine gördüm ayrıntılı olarak uzun hikaye o zaman niye hiç kimse elinden tutmamıştı haa sonra tvde filmi oynadı da tanıdım şaşırdım hani derler ya Allah kimseyi düşürmesin kimseye muhtaç etmesin şimdi malını mülkünü konuşuyorlar bize ne 😠😈bal tutup parmağını yalamayan enayidir tarikâte girdi yolunu buldu uğurlu kademli olsun!
instagram
0 notes
dortnumara · 3 months
Text
Kül Filmi Ne Zaman Yayınlanacak? Kül Filmi Konusu Nedir? Kül Filmi Oyuncuları
Kül Filmi Ne Zaman Yayınlanacak? Kül Filmi Konusu Nedir? Kül Filmi Oyuncuları gibi sorularınız varsa bu yazı tamda size göre. Türk sinemasının öncü yapımcılarından Ay Yapım'ın imzasını taşıyan ve merakla beklenen "Kül" filmi, izleyicilere sürükleyici bir senaryo ve başarılı oyuncu kadrosuyla unutulmaz bir sinema deneyimi sunmaya hazırlanıyor. Şubat ayında Netflix platformunda seyirciyle buluşacak olan film, Alperen Duymaz, Funda Eryiğit ve Mehmet Günsür gibi usta isimleri bünyesinde barındırarak adından söz ettirmeye şimdiden başlamış durumda. Kül Filminin Başrol Oyuncuları: Alperen Duymaz, Funda Eryiğit ve Mehmet Günsür Alperen Duymaz, Funda Eryiğit ve Mehmet Günsür gibi Türk sinemasının parlayan yıldızlarını bir araya getiren Kül, oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Alperen Duymaz'ın etkileyici performansı, Funda Eryiğit'in özgün oyunculuğu ve Mehmet Günsür'ün deneyimli duruşu, izleyicilere unutulmaz bir film deneyimi vaat ediyor. Kül Filminin Konusu: Gizemle Harmanlanan Bir Hikaye Kül, gizemle harmanlanan etkileyici bir hikayeye sahip. Film, seyirciyi derin düşüncelere sürükleyen bir senaryo ile karşımıza çıkacak. Detayları henüz sır gibi saklanan bu özgün konu, izleyicilere sıra dışı bir film deneyimi sunmaya aday. Ay Yapım İmzasıyla Netflix’te: 2024’ün Merakla Beklenen Filmi Ay Yapım'ın Türk sinemasındaki başarılı projelerine bir yenisini ekleyen "Kül," 2024 yılında sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Netflix platformunda seyirciyle buluşacak olan film, şimdiden büyük bir heyecan uyandırarak izleyicileri Şubat ayının gelmesini sabırsızlıkla beklemeye sevk ediyor. Ay Yapım'ın imzasını taşıyan Kül, Türk sinemasının yükselen değerlerini bir araya getirerek sinemaseverlere unutulmaz bir deneyim sunmaya hazırlanıyor. Alperen Duymaz, Funda Eryiğit ve Mehmet Günsür gibi usta oyuncuların performanslarıyla bezenen film, izleyicileri sıra dışı bir hikayeye davet ediyor. Şubat ayındaki Netflix yayınıyla birlikte, Kül adını duyurmaya ve Türk sinemasına damgasını vurmaya hazırlanıyor.
Kül Filminin Konusu
Kül Filminin Konusu Ay Yapım imzasını taşıyan ve izleyicilere sürükleyici bir hikaye sunan "Kül" filmi, dışarıdan bakıldığında mükemmel bir hayata ve sağlam bir evliliğe sahip gibi görünen bir çiftin yaşamına odaklanıyor. Gökçe ve Kenan, görünüşte her şeyin yolunda gittiği bir hayat sürerken, bir gün Gökçe'nin hayatındaki monotonluğu kırmasıyla başlayan olaylar, film boyunca seyirciyi büyüleyici bir yolculuğa davet ediyor. Gökçe, kaybettiği heyecanı yeniden bulmak için eşi Kenan'ın yayınevinde bulunan basılmamış bir romanı keşfeder. Romandaki gizemli hikaye, Gökçe'yi içine çeker ve uzun zamandır hissetmediği duyguları yeniden keşfetmeye yönlendirir. Bu basit başlangıç, Gökçe'nin hayatında devrim niteliğinde bir değişim yaratır. Gökçe, romandaki gizemi çözmek ve heyecanını artırmak amacıyla yola çıktıkça, baş döndüren fantezilerle dolu yasak bir aşkın içine sürüklenir. Film, izleyiciyi gerçeklik ile fantezi arasında gidip gelen, heyecan dolu bir serüvene taşırken, karakterlerin duygusal karmaşalarını ve içsel çatışmalarını derinlemesine işliyor. Gökçe'nin macerası, hayatının dengesini alt üst ederken, gizemli romandaki yol arkadaşıyla yaşadığı duygusal karmaşalar seyirciyi etkileyici bir hikayenin içine çeker. Kül, kusursuz gibi görünen bir hayatın ardındaki gerçekleri sorgulayarak, izleyiciye unutulmaz bir deneyim sunmaya hazırlanıyor.
Kül Filminin Oyuncuları
Tumblr media
Kül Filminin Oyuncuları - Alperen Duymaz - Funda Eryiğit - Mehmet Günsür - Nur Sürer - Yıldıray Şahinler - Gökçe Eyüboğlu - Seda Türkmen - Canan Atalay - Selin Vardarlı - Abdullah Burak Kaya
Kül filmi fragman
https://twitter.com/netflixturkiye/status/1745717249862680985?ref_src=twsrctfwtwcamptweetembedtwterm1745717249862680985twgr4f3631dc86e18c0eb23b044e610a373494bdd5c0twcons1_&ref_url=httpsonedio.comhaberkul-filmi-konusu-nedir-oyunculari-kimlerdir-kul-filmi-ne-zaman-yayinlanacak-1200960 Kül Filmi Ne Zaman Yayınlanacak?Kül filmi, 9 Şubat 2024 Cuma günü sadece Netflix ekranlarında izleyicilerle buluşuyor. Read the full article
0 notes
sektorellfirmalar · 4 months
Link
0 notes
mafaweb · 4 months
Text
Pixar nedir ve ne yapar?Pixar, 1979 yılında Lucasfilm altında, bilgisayar donanımı üreticisi olarak kuruldu. Ancak bilgisayar animasyonlarına olan ilgisi nedeniyle Steve Jobs tarafından satın alındı ve sinema endüstrisine giriş yaptı. Pixar, bugün animasyon filmleriyle tanınan bir stüdyo haline geldi. Pixar'ın amacı, seyircilere duygusal bağ kurabilecekleri hikayeler anlatmaktır. Teknolojiyi kullanarak büyüleyici görseller ve gerçekçi karakterler oluştururlar. Stüdyonun kurulmasından beri Pixar, sinema endüstrisinde teknolojik ve yaratıcı açıdan devrim yaratan birçok başarıya imza attı. Filmleriyle genç yaşlı herkesin kalbini kazandı ve animasyon türüne yeni bir soluk getirdi. Bu nedenle Pixar, sadece bir animasyon stüdyosu olarak değil, aynı zamanda duygusal bağlantılar kurarak insanları etkilemeyi amaçlayan bir sanat kuruluşu olarak da tanımlanabilir. Pixar'ın tarihi ve başarılarıPixar, bilgisayar animasyonu ve film yapımı konusunda dünyanın önde gelen şirketlerinden biridir. Şirket, 1986 yılında Steve Jobs, Edwin Catmull ve Alvy Ray Smith tarafından kurulmuştur. Başlangıçta bilgisayar grafikleriyle ilgili donanım üreten bir şirket olan Pixar, daha sonra grafik tasarımlarını film endüstrisine uyarlamaya karar vermiştir. Pixar'ın tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri, 1995 yılında piyasaya sürülen ve büyük bir başarı elde eden ilk uzun metrajlı animasyon filmi Toy Story'dir.Pixar'ın başarısı sadece bu filmle sınırlı kalmamıştır. Şirket, Toy Story 2, Finding Nemo, The Incredibles, Up ve Wall-E gibi birçok ödüllü ve gişe rekortmeni animasyon filmlerine imza atmıştır. Pixar'ın yaratıcı ekibi, film endüstrisinde devrim yaratan teknik ve estetik yeniliklerle animasyon tarihine damgasını vurmuştur.Şirketin başarısı, onu bir film stüdyosundan çok daha fazlası haline getirmiştir. Pixar'ın popüler karakterleri, oyuncakları, tema parkları ve çeşitli lisans anlaşmalarıyla milyonlarca hayran kazanmıştır. Ayrıca, Pixar'ın filmleri, izleyicilere duygusal ve düşünsel bir derinlik sunarak animasyonun sınırlarını genişletmiştir.Bugün Pixar, Disney'in bir yan kuruluşu olmasına rağmen bağımsız bir şekilde faaliyet göstermekte ve sinema dünyasını heyecanla beklenen yeni projeleriyle sürekli olarak şaşırtmaktadır. Şirketin birçok ödül kazanmış geçmişi, yaratıcı vizyonu ve izleyicilere yaşattığı deneyimlerle Pixar'ın geleceğinin de parlak olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.Pixar animasyon filmlerinin özellikleri Pixar animasyon filmlerinin özellikleri oldukça dikkat çekicidir. Pixar, yüksek kaliteli grafikler, eşsiz hikayeler ve derin karakter gelişimi ile bilinir. Animasyon filmlerinin detayları, renk paleti ve animasyon teknikleri izleyicilere görsel bir şölen sunar. Ayrıca, Pixar animasyon filmleri genellikle izleyicilere duygusal bir deneyim sunar. Hikaye anlatımının derinliği, karakterlerin içselleştirilmiş duygusal durumları ve film müzikleri izleyicileri derinden etkiler. Pixar animasyon filmlerinde mizah unsurunun kullanımı da dikkat çekicidir. Mizahi diyaloglar, karakterler ve sahneler izleyiciye gülümseme ve eğlence sağlar. Son olarak, Pixar animasyon filmleri genellikle derin bir mesaj içerir. Filmlerde geçen temalar, insanın duygusal ve zihinsel dünyasına dokunan konuları ele alır ve izleyicide düşündürücü etkiler bırakır.Pixar'ın popüler karakterleri Pixar, yaratıcı karakterleriyle ünlü bir animasyon stüdyosudur. Pixar'ın popüler karakterleri genellikle eşsiz kişilik özellikleri ve ilgi çekici hikayeleri ile dikkat çekerler. Bu karakterler, genellikle izleyiciler tarafından sevgiyle hatırlanır ve unutulmaz hale gelir. Buzz Lightyear, Toy Story serisinin ikonik karakterlerinden biridir. Cesur ve kararlı tavırlarıyla izleyicilerin beğenisini kazanmıştır. Ayrıca onun Uzaylılar geldi! repliği de Pixar filmlerinin klasikleşmiş sahnelerinden biridir. Nemo, Finding Nemo filminde yer alan sevimli bir balıktır. Kayıp bir balık olarak okyanus macerasını konu alan bu karakter, sıcak ve samimi kişiliğiyle büyük beğeni kazanmıştır. Merida, Brave filminin cesur ve bağımsız prensesi olarak tanınır.
Okçuluk yetenekleri ve kızgın kızıl saçlarıyla dikkat çeker. Kendi kaderini çizme mücadelesi ve maceraları izleyicilerin gönlünde taht kurmuştur. Pixar filmlerinin etkisi ve izleyiciye sağladığı değerPixar filmleri, izleyicilere sadece eğlence ve eğlence sunmakla kalmaz, aynı zamanda derin duygusal etkiler ve değerli yaşam dersleri de sunar.Pixar'ın film karakterleri, hem çocuklar hem de yetişkinler için hem eğlenceli hem de öğretici bir deneyim sunan eşsiz bir kombinasyon sunar.Örneğin, Finding Nemo filmi, aile bağları, inanç ve cesaret konularını ele alarak izleyicilere olumlu mesajlar gönderir.Ayrıca, Pixar filmleri, ince detaylara verilen önem ve muhteşem görsel efektlerle izleyicilere unutulmaz bir deneyim sunar.Pixar'ın geleceği ve yeni projeleri Pixar, animasyon endüstrisindeki devrimci yaklaşımı ve yaratıcı hikayeleriyle tanınan bir stüdyodur. Gelecekteki projeleri ve planlarıyla da hayranlarını heyecanlandırmaya devam ediyor. Pixar'ın geleceği oldukça parlak ve birçok yenilikçi projesi bulunmaktadır. Stüdyo, gelecekte birkaç devam filmi ve orijinal yapımla izleyicilere vurgu yapmaya devam edecek. Özellikle, Pixar'ın yeni filmleri genellikle çocukların yanı sıra yetişkin izleyicilere de hitap etme eğilimindedir, bu da onları geniş bir kitleye ulaştırır. Pixar, aynı zamanda teknoloji alanında da büyük adımlar atmaya devam ediyor. Animasyon tekniklerinin ve efektlerin geliştirilmesi konusundaki çalışmaları, endüstriye yön verme potansiyeline sahiptir. Gelecekte, daha gerçekçi ve etkileyici animasyon deneyimleri sunmaya odaklanacaklarını tahmin etmek zor değil. Stüdyo, aynı zamanda yeni karakterler ve hikayeler geliştirmeye de devam ediyor. Pixar'ın her yeni projesi, kreatif ekiplerin ne kadar yetenekli olduğunu gösterirken, izleyicilere de sürekli olarak taze ve heyecan verici içerik sunmayı amaçlamaktadır.
0 notes
denizkabuguincisi · 10 months
Text
Nasıl ama inatla bu hesabı ayakta tutmaya çalışıyorum. Takip ettiğim hesaplar yavaş yavaş deactiveted olmaya başlamış. Bi yerden sonra burası koca bi mezarlık olacak gibi. Ben sanal günlüğüm diye biliyorum burayı. Kağıttan olma günlüklerimi de şu dönemde saldım maalesef. Yirmili yaşlardan mı, pandemiden mi suçu kime atacağımı bilmiyorum. Yazmak, bir şeyler karayabilmek güzeldi. O eski günlerime belki kavuşurum. Bunun beklentisine girmeden izlediğim dizi ve filmi yazmaya geldim. Zaten baya az izliyorum. Belki bu sefer artar belki artmaz. (cümlelerimi yokuş aşağı yuvarladım. varsa anlatım bozukluklarıyla sonra hesaplaşıcaz)
The Marveolus Mrs Maisel
Bitti iki gözümün çiçeği. Şu dönemde benim için tam bir konfor alanı dizisiydi. Daha önceki sezonlarından şurada (1 , 2) bahsetmiştim. Son sezon odaklı gitmek istiyorum.
Tumblr media
Öncelikle beni heyecanlandıran bir sezondu. Geleceğe dair bir hikaye örgüsü sezonu canlı tutmuş. Bu diziyle ilgili tek problemim sanırım uzun aralıklarla geldiği için ilk sezondan bu yana olay örgüsünü kaçırmam. Geleceğe dair örgüde de kendileri biraz ipin ucunu kaçırmışlar bence. Ama yine de çocukların son halini görmek, Miriam’ın şöhrete kavuşmasını görmek tatmin ediciydi.
Gilmore Girls’te de tutunamayan aşk hikayeleri vardı. Saçımızı yoluyorduk hatta bazen. Miriam da az kalır değildi. Ben bu sezon kendisini o talk show’cu abiyle baya shipledim. Rachel hanımın öyle bi aurası var ki ve parter seçimleri o kadar doğruydu ki yanına koyulan her erkek içimizi kıpırdattı şimdi. Lenny Bruce’la olmazlardı zaten. Onu geçen sezon çok iyi bi noktada bırakmışlardı. Bu sezon bitişine şahit olduk. Benjamin abimizi unutmuşum bile eski yazılara bakarken hatırladım. Joel sevdasını anlayamadım. Üstelik bu sezon fazla bi yan rol profili verilmiş kendisine. Hikaye yan karakterlerde baya hafifletilmiş. Bunun sebebi sanırım erken finale gidilmesi. Joel’in dışında Milo beyfendinin oynadığı karakterle de bence olurdu ancak Miriam yalnız geldim yalnız gideceğim diyerekten aşk hayatında başarıya ulaşamıyor. Biraz çizilen tip de buna uyuyor aslında. Sahnenin ışığını almak bazı fedakarlıkları da getirir ya hani.
Tumblr media Tumblr media
Ancak tüm bu mücadelesinin sonunda anne ve babasının desteğini alması tam bir mutlu son tablosuydu. Oyunculuklar için tek tek bir şey dememe gerek yok. Dizinin izlenme sebeplerinin yarısını oluşturuyor benim için. Dizinin başından beri Susie karakterine pek ısınamadım. Alex Borstein mütiş oynamış. Biraz itici gelmesinin nedeni hem karakterin o sert mizacı hem de oyuncusunun da doğru oynaması. Ama abartılacak bi yanı da yoktu bana kalırsa. Bir bölümün tamamen onunla ilgili yapılması sıkıcı geldi.
Tumblr media Tumblr media
Kafamı toplayamadığım bu yazılardan da belli olacaktır. Özlenecek diziler arasına girdi benim için. Hayatımın bir döneminde başından sonuna bir kez daha izlerim. O zaman taşların daha yerine oturacağını düşünüyorum. Tits up!
Çoğunluk
Ben bu filmi iki ay önce filan izledim hatta belki üç. Anneme “tayyar ahmet’in sonsuz sayılı günleri” şarkısını ilk dinlediğimde Çoğunluk’u izlemiş miydin demişti. Baba karakterinin şarkısı sanki.
Tumblr media
Babasının otoritesi, annesinin suskunluğu ile yetişmiş (bodur kalmış) bir genç yetişkinin öyküsü. Sıkılganlığı, bastırılmışlığı, hayata bakışı filmin sinematik kurgusuyla çok güzel verilmiş. Bartu’nun yine kendini mi yoksa rolünü mü oynadığını bilemediğimiz bir performansı vardı. Ancak baya beğendim ben. Oyuncular olabildiğince iyiydi.
Tumblr media
Filmi izlememin üzerinden çok vakit geçtiği için damağımda kalan tadını arıyorum. Büyük bi toplumsal eleştiri diyemem. Ama görevini yerine getiriyordu bence.
O kadar yazasım yokmuş ki… Bana ödev. Bir şeyleri izler izlemez yazmam gerekiyor.
2 notes · View notes
hetesiya · 4 months
Text
Tumblr media
ARŞALUS MARDİGANYAN.
DERSİM'Lİ, ANCAK DERSİM'İN KENDİLERİNE MEZAR OLDUĞU, TÜM AİLESİNİN KATLEDİLDİĞİ YER.
HAYAT'DA KALAN KÜÇÜK KARDEŞİNİ DE ARAMAK İLE TÜKETTİĞİ KOCA BİR
ÖMÜR.
VE KARDEŞİNİ BULAMADAN HAYAT'A VEDA ETMİŞ ACININ OCAĞI BİR
YÜREK...
İLK ERMENİ KADIN SİNEMA OYUNCUSU.
YAPTIĞI İLK FİLM'İ KENDİSİNİN YAŞADIĞI GERÇEK HAYAT ÖYKÜSÜNÜ ANLATIR.
Tarih, kan, acı ve göz yaşları karşısında ki tanıklığından ötürü, yorgun düşüp, mahçup'iyet ile utanç duymaktadır.
Daha önce, 2019 yılında sevgili Anjel Hacikoglu can bu güzel insanı yaşadıkları acı hikaye bilgisi ile paylaşmıştı.
Kendisinden alıp bizlerde paylaşmıştık.
Bazı acılar asla unutulamaz, hep kemirir durur beyninizi, yüreğinizi.
Alıp yeniden böyle düzenleyip paylaşmak istedim.
Anjel Hacikoglu'nun kaleminden...
Anjel Hacikoglu
22. April 2019
Arşalus Mardiganyan'ı tanır mısınız? Kendisi ilk Ermeni kadın sinema oyuncusuydu ve aslında oynadığı ilk filmi onun gerçek yaşamından alınmış gerçek bir
tarihti.
Dersim'de doğan Mardiganyan'ın gözleri, küçük erkek kardeşi hariç bütün ailesinin Dersim'de Kürt aşiretleri tarafından katledilmesine tanıklık etmişti. Tehcir yolundayken güzelliğiyle dikkat çeken Margidanyan, bir Kürt aşiret ağası tarafından zorla alıkonuldu fakat Mardiganyan ağanın elinden kaçmayı başardı. Lakin kaçtığı güzergahta Mardiganyan'ın güzelliği yine başına bela olmuştu. Bu sefer de Mardiganyan farklı bir aşiret ağası tarafından kaçırılarak defalarce tecavüze ve zulme uğradı. Fakat o pes etmeyerek yine kaçmayı başardı. Kaçtığı güzergahlarda güzelliği başına bela olmasın, Türk ve Kürt erkekleri tarafından kaçırılmasın diye erkek kıyafetleriyle kendisini kamufle etti. Mardiganyan ailesinin katledildiği Dersim'den Erzurum'a kadar yalın ayaklarla binlerce kilometre yol yürüdü. Mağaralarda saklandı, aç kalmamak için ormanda bitki kökleri yedi. Erzurum'a ulaştığında ise ölmek üzereyken tesadüfen Amerikalı Protestan din adamları tarafından bulundu.
Amerika'ya getirilen Mardiganyan'ın tanıklıkları "Ravished Armenia" isimli bir kitapta basıldı. Birçok dile çevrilen bu kitap 1918'e doğru 900 bin adetten fazla sattı. Kitabın dünyada yankı bulması sonucu filmi de çekildi. 1918'te çekilen bu filmin baş oyuncusu Dersimli Arşalus Mardiganyan'dı; fakat Mardiganyan rol yapmayıp kendi yaşadığı gerçek hikayeyi oynuyordu. Film ilk gişesinde rekor bir gelire imza atılmıştı, filmden elde edilen bütün gelirler ise Ermeni Soykırımı'nda ailesini katleden Ermeni yetimlerine gönderilmişti...
93 yaşında vefat eden sinemacı Arşalus Mardiganyan, yaşamının son anına kadar yaşamını küçük kardeşini gazete ilanlarıyla bulmaya adamıştı. Onun 1918'ten 1994'e kadar kardeşini bulmak için ABD'de verdiği gazete ilanları hafızamızda hep diri kalacak:
"Ben Dersim doğumlu Arşalus (Aurora) Mardiganyan. Ailem ben 14 yaşındayken Çemişgezek'te katledildi. Şu an Los Angeles'te ikamet etmekteyim. Kendim gibi Dersim doğumlu olan küçük kardeşimi aramaktayım."
Mahmut Uzun
0 notes
kurtlukiraz · 7 months
Link
Ancak çok geçmeden ipuçları onları uzaktaki bir domuz çiftliğine götürdüğünde, umduklarından fazlasını elde ederler; görünüşe göre burada yerel kasap sadece besi hayvanlarından fazlasını öldürüyor. Armstrong'un ilk uzun metrajlı filmi gerçek bir hikayeye dayandığı iddiasında. Film Mayıs 2022'de ilk kez duyurulduğunda, "Bu olağanüstü acımasız hikaye aslında gerçek olaylardan ilham alıyor" dedi."Bu nedenle, filmdeki tüm karanlık ve şiddet sıkı bir şekilde gerçekliğe dayanıyor, ancak yine de ağırlıklı olarak her karakterin kişisel tuhaflıklarına dayanıyor."Seri katil filmi hakkında bilmeniz gereken her şey için okumaya devam edin.Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Squealer'ın çıkış tarihiFilm, sinemalarda ve dijital platformlarda gösterime girecek 3 Kasım 2023.Filmin Mayıs 2022'de duyurulduğu sırada VMI Worldwide CEO'su Andre Relis şunları söyledi: "Tarihin en üretken seri katillerinden birinin hüzünlü, dehşet verici ve gerçek hikayesini Cannes'a getirmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. "Tamamen yıldızlardan oluşan bir kadronun eşlik ettiği filmin piyasada büyük bir hit olacağı kesin."Walk Like A Duck Entertainment'tan Jason Armstrong ve Rob Goodrich şunları ekledi: "Bize Squealer sunulduğunda, kendisini fındık ve cıvata korku filminden çıkaran ve Andy'yi de dahil eden bir film geliştirmek ve üretmek için eşsiz bir fırsata sahip olduğumuzu hemen anladık. ve Danielle'in Hollywood'un dublör dünyasının üst sıralarındaki onlarca yıllık deneyimi ve bunu heyecan verici bir kadroyla birleştiriyor. "Andy'nin bu gerçek hikayeyi beyazperdeye taşıma yeteneği hem korkutucu hem de heyecan verici!"İspiyoncu oyuncu kadrosuRonnie Gene Blevins, Squealer'da. Lionsgate Filmleri/YouTubeTyrese Gibson (Morbius) yerel polis Paul rolünü üstlenirken, Danielle Burgio (Fear the Walking Dead) sosyal hizmet görevlisi Lisa rolünü üstleniyor ve Ronnie Gene Blevins (The Conjuring 3: The Devil Made Me Do It) korkunç Squealer rolünü üstleniyor.Bu arada oyuncu kadrosunu Wes Chatham (Açlık Oyunları: Mockingjay – Bölüm 2, Ahsoka), Theo Rossi (Sons of Anarchy), Katherine Moennig (Ray Donovan) ve Christina Gonzalez (Cruel Summer) tamamlıyor.İspiyoncu fragmanıFilm için, hayranlara sinir bozucu aksiyona ilk bakışı sunan bir fragman yayınlandı. Aşağıdan izleyin:Doktorlar yaralarının üzerinden geçerken bir kadının tekerlekli sandalyeyle hastaneye götürülmesiyle açılıyor. Görüntüler daha sonra katil, bir domuz çiftçisi ve kayıp kızları araştıran ikili arasında geçiyor.Film kapsamımızın daha fazlasına göz atın veya neler olduğunu öğrenmek için TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
gundemburadadedim · 7 months
Link
Ancak çok geçmeden ipuçları onları uzaktaki bir domuz çiftliğine götürdüğünde, umduklarından fazlasını elde ederler; görünüşe göre burada yerel kasap sadece besi hayvanlarından fazlasını öldürüyor. Armstrong'un ilk uzun metrajlı filmi gerçek bir hikayeye dayandığı iddiasında. Film Mayıs 2022'de ilk kez duyurulduğunda, "Bu olağanüstü acımasız hikaye aslında gerçek olaylardan ilham alıyor" dedi."Bu nedenle, filmdeki tüm karanlık ve şiddet sıkı bir şekilde gerçekliğe dayanıyor, ancak yine de ağırlıklı olarak her karakterin kişisel tuhaflıklarına dayanıyor."Seri katil filmi hakkında bilmeniz gereken her şey için okumaya devam edin.Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Squealer'ın çıkış tarihiFilm, sinemalarda ve dijital platformlarda gösterime girecek 3 Kasım 2023.Filmin Mayıs 2022'de duyurulduğu sırada VMI Worldwide CEO'su Andre Relis şunları söyledi: "Tarihin en üretken seri katillerinden birinin hüzünlü, dehşet verici ve gerçek hikayesini Cannes'a getirmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. "Tamamen yıldızlardan oluşan bir kadronun eşlik ettiği filmin piyasada büyük bir hit olacağı kesin."Walk Like A Duck Entertainment'tan Jason Armstrong ve Rob Goodrich şunları ekledi: "Bize Squealer sunulduğunda, kendisini fındık ve cıvata korku filminden çıkaran ve Andy'yi de dahil eden bir film geliştirmek ve üretmek için eşsiz bir fırsata sahip olduğumuzu hemen anladık. ve Danielle'in Hollywood'un dublör dünyasının üst sıralarındaki onlarca yıllık deneyimi ve bunu heyecan verici bir kadroyla birleştiriyor. "Andy'nin bu gerçek hikayeyi beyazperdeye taşıma yeteneği hem korkutucu hem de heyecan verici!"İspiyoncu oyuncu kadrosuRonnie Gene Blevins, Squealer'da. Lionsgate Filmleri/YouTubeTyrese Gibson (Morbius) yerel polis Paul rolünü üstlenirken, Danielle Burgio (Fear the Walking Dead) sosyal hizmet görevlisi Lisa rolünü üstleniyor ve Ronnie Gene Blevins (The Conjuring 3: The Devil Made Me Do It) korkunç Squealer rolünü üstleniyor.Bu arada oyuncu kadrosunu Wes Chatham (Açlık Oyunları: Mockingjay – Bölüm 2, Ahsoka), Theo Rossi (Sons of Anarchy), Katherine Moennig (Ray Donovan) ve Christina Gonzalez (Cruel Summer) tamamlıyor.İspiyoncu fragmanıFilm için, hayranlara sinir bozucu aksiyona ilk bakışı sunan bir fragman yayınlandı. Aşağıdan izleyin:Doktorlar yaralarının üzerinden geçerken bir kadının tekerlekli sandalyeyle hastaneye götürülmesiyle açılıyor. Görüntüler daha sonra katil, bir domuz çiftçisi ve kayıp kızları araştıran ikili arasında geçiyor.Film kapsamımızın daha fazlasına göz atın veya neler olduğunu öğrenmek için TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes