Tumgik
#kanca
hippography · 7 months
Photo
Tumblr media
N:o 136 Furioso XII,  f. sto, f. 1886 efter Furioso XII och N:o 154 North-Star III, 167 cm, fölsto i furioso-north-star-stammen.
J. Mannerheim, 1896, Berättelse till Landtbruksstyrelsen öfver en år 1893-94 med statsunderstöd företagen resa i utlandet för studier i husdjursafvel.
12 notes · View notes
llucaasblog · 1 year
Text
"Dudaklarına değen dudaklarım. Dilini bulan dilim. Gözlerimin kapanması. Gözlerimin kapanmasıyla birlikte patlayan binlerce havai fişek. Sonra çöken karanlık. Karanlığın içinde parlayan, düşen… düşen, yüzlerce, binlerce yıldız. Bağırmak, parçalamak, parçalanmak isteği. Sonra unutuş. Olduğun yeri. Nereden geldiğini. Nereye gittiğini. Ne zaman geldiğini. Ne zaman gideceğini. (Çünkü zaman çoktan silindi. Çünkü zaman çoktan yok oldu. Ne mutluluk!) Yıldız yağmuru, içimi binlerce ışığa boğan yıldızyağmuru sürüp giderken, bir parçamın, isteğin ve ateşin ve patlamanın ve yok olmanın yoğunlaştığı, hem benim olan, hem de olmayan (ikinci bir varlık?) bir parçamın o ıslak, yaş, dar kapıyı zorlayışı, Aç, aç, aç, aç, aç… öleceğim, öleceğim.
Ve ölüşüm.
Sanırım, ilk kez, o gün, orda öldüm.
Ölüm de, mutlu ölüm de böyle olmalı. Boşlukta kayış. Zamansızlık. Her şeyin biçimini yitirip, gitgide silinmesi, sonra tümden yok oluşu. Duymuyordum bedenimi. Yalnızca bir devinim kendi kendini yok etmeye çalışan. Bir enerjiye dönüşmüştü bedenim. Ve yok oldum. Öylesine bir düşüştü ki bedenimin her hücresi ayrı bir ipek paraşüte bağlı ve her biri beni ansıyan, yani her biri, bir bedenin, bir insanın parçası olduğunu unutmamış, her biri o yok oluşla var oluşun aynı anlama geldiğini, o betimlenemez süreyi yaşamış ve yaşamakta, paraşütleri açılmış, hafiften esen yelle ordan oraya uçuşarak iniyorlardı yeryüzüne doğru.
Yeryüzü üstünde bir noktaya: bir çöle.
Sırtüstü uzanmış buldum kendimi toprakta.
İlk sorum:
-Yaşıyor muyum? Oldu.
Karşılık gelmedi.
Ne zaman soru sordumsa, gerçek, inandırıcı bir karşılık isteyen bir soru sordumsa, hiçbir zaman gelmedi karşılık. Bugünmüş gibi ansıyorum, o gün de gelmedi karşılık.
Onun yerine, nice sonra, yeryüzüne indiğimin bilincine varıp, dizlerimin üstünde sürüne sürüne denize ilerlerken, bana ulaşan bir soruydu gelen:
-Neden?
Hayır, sorumun karşılığına bir başka soru geldiği için, gelen soru bir neden bulmam için kafamı zorlamamı gerektirdiği için ve bulacağım cevabın yetersiz, gereksiz, inandırıcı olmaktan çok uzak olacağını bildiğim için, giderek bu sorunun (dolayısıyla gelecek cevabın da) anlamsızlığını gördüğüm için (artık ayaklarım- denizde de olsam- yerdeydi ve kafam çalışmaya başlamıştı) yıkılmadım, eziklik duymadım; ne de başkaldırmak isteği. Tam tersine, denizin içinde doğruldum. Suyun içinde büyük bir coşkuyla zıplamaya ve bağırmaya başladım.
-Çünkü… çünkü… çünkü… yaşamı yeniden buldum. Çünkü binlerce parçaya bölünüp yeniden birleşmek, böylece kendi kendimi doğurmak ve doğumuma tanıklık etmek, hayır doğumumu yaşamak istedim ve seninle birleşirken birleşme süreci içinde, anlıyor musun Gün, çiftleşmeden değil tekleşmeden söz ediyorum, o süreç içinde, duyuyor musun Gün, ağlamayı bırak, beni dinle, o neyin süreci olduğunu bilmediğim süreci yaşarken binbir parçaya, milyonlarca parçaya dağıldım, ama benden ayrılan her bir parça o süreci yaşıyordu, yükselirken milyonlarca ben olarak yükseldim, düşerken, milyonlarca ben düştük… yoksa, yoksa sen bunu yaşamadın mı Gün?
Böyle mi dedim, yoksa bu duyguları dile getiremedim de, anlamsız birkaç sözcüğü mü bağırdım Gün’e, denize, ulu atkestanesine bilmiyorum. Ama çılgınca bir devinimin içinde olduğumu, deli yunuslar gibi denize bir dalıp bir çıktığımı ansıyorum. Sonra, soluk soluğa Gün’e doğru koşuşumu. Onu elinden tutup kaldırışımı. Bacağının kıyıcığından akan ipincecik kanı dilimle yaladığımı. Ve durmadan, “söyle bana, yaşadığımı söyle, yeniden doğduğumu söyle” diye mırıldandığımı.
Sanırım, onu içinde bulunduğu devinimsizlikten ve gözyaşlarından, dudaklarımı bacaklarında duyar duymaz uyandırdım.
O da devinim içine girdi.
Kalktık.
Elinden tuttum.”
2 notes · View notes
ufuksen7 · 2 years
Photo
Tumblr media
#askı #hanger #hook #kanca #tekstil (Bursa Province) https://www.instagram.com/p/Cj7hWcfoDoP/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
novvaable · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media
been slowly working on some more sims for my sim dump that I will release … eventually?
thea kanca
26 notes · View notes
albay34-blog · 2 years
Text
4 Kitap 4 Şair
4 Kitap 4 Şair
AYŞE ŞAFAK KANCA, DİLEK ÖZMEN GENEL, FATİH BALKAN VE SEÇİL HİDAYET’TEN ŞİİR ŞÖLENİ Ünlü şairler Haydar Ergülen ve Altay Öktem sayesinde yolları kesişen 4 şair eş zamanlı olarak 4 kitap çıkardı. Anima Yayınları Ayşe Şafak Kanca, Dilek Özmen Genel, Fatih Balkan ve Seçil Hidayet’in şiir kitaplarını okurla buluşturdu.  Edebiyat türlerinin en eskisi olan şiire gönül veren 4 günümüz şairi, aynı anda…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gurbets-world · 5 months
Text
Tumblr media
Sizin için canımı tehlikeye atıp, sabah kahvaltısı için yumurta çaldım :))) Hep beraber yiyeceğimiz için, hepiniz suç ortağım sınız :))) Hapiste tek başıma canım sıkılacağı için, anca beraber kanca beraber! Yani anlayacağınız, beraber yatacağız :)))
34 notes · View notes
sillagen · 11 months
Text
Evliliğinden mutlu olmasada evli olan herkes evlenmeyi savunuyor. Amacınız ne mutsuz da olsak hep birlikte olalım mı? Anca beraber kanca beraber mi?. Hoppp senin özgürlük biraz şey oldu yani canımı sıktı ben de aynı şeye sahip olamıyorum o yüzden onu kapatalım abicim hoşuma gitmedi mi?
21 notes · View notes
laviniaas · 6 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Anca bərabər, kanca bərabər zad
11 notes · View notes
hippography · 17 days
Photo
Tumblr media
Fuxsto, e. Zivatar o. sto e. Furioso; 165 cm; föl efter Biro. 
J. Mannerheim, 1896, Berättelse till Landtbruksstyrelsen öfver en år 1893-94 med statsunderstöd företagen resa i utlandet för studier i husdjursafvel.
5 notes · View notes
muratmesutfan · 1 year
Photo
Tumblr media
bir an geliyor, içindeki iskelenin, yosunlarla midyelere yuvalık ettiğini görüyorsun ve paslı bir kanca, düğümlenesi bir halata hasret, soruyorsun kendine; gelir mi beklenen tekne…
Murat Mesut
18 notes · View notes
bendeliyimhanimefendi · 4 months
Note
Beraber yok olalım ya tek basina yok olamazsin anca beraber kanca beraber djdjdjdjdj
ben zaten yokum beni kimse fark etmiyor ben sadece nefes alıyorum ruhum yoğkk🫠🫠🫠
4 notes · View notes
Note
Gökyüzü maviliğinden soyunuyor
Gitsem kime, kalsam kimde, nereye kadar?
Sılasızım işte, gurbetim de yok
Adres defterime adlar değil
Yalnızlıklar yazılıyor.
Bir yanda yurdum ve uçurum sözcüklerindeki
O sersemce, o saçma uyak
Demek ki, iki sözcükle de bir şiir yazılıyor
Yüreğimi, yüreğimi bir bıraksam
Dünyanın telaşına katılacak
Yine birileri dağlarda kahraman
Salonlarda mümin oluyor.
Gökyüzü maviliğinden soyunuyor
Akşamdandır diyorlar, dünya hala dönüyorsa
Öyle dalgın, umarsız…
Sorsam neyi, bağırsam kime, beni kim anlar?
Bir kaçık şair diyecekler
Anca yalnız, kanca yalnız…
Şiir önerebilirim belki? Ahmet Erhan, Gökyüzü Maviliğinden Soyunuyor. Güzel bir şiir. VE 00.00 DİLEK TUTT
~🐷
(:
2 notes · View notes
aynodndr · 7 months
Text
Tumblr media
SOSYAL YAŞAMDA DEĞİŞİME DOLUDİZGİN
SANA ve VİTA Dönemi
1950’lerin ikinci yarısından öte, bazı temel gıda maddelerinin sıkıntısı çekiliyordu. “Sana” ve “Vita” yağ kuyruğu meselâ… “Sana” paketi, el kadardı, “Vita” ise 20 kiloluk tenekelerde satılırdı. Daha ziyade büyük ailelerin, lokantaların tercihiydi ve hiçbir şeyi ziyan etmeyen halk, bu tenekelere ya üstten tahta kulp takar su taşımada kullanırdı; ya da içlerine toprak doldurup duvar diplerine dizer çiçek ekerdi.
Her Ürünün Ayrı Kuyruğu Vardı
Hangi malın hangi bakkala geldiğini duyan, orada kuyruk olurdu; kahve için “kahve kuyruğu”, şeker için “şeker kuyruğu” gibi… “Gedikpaşa Caddesi”ndeki fırına bitişik bakkala gelen “pirinç” için annem beni de kuyruğa sokmuştu. O da arkalarda bir yerde galiba “şeker” için kuyruktaydı. Semtin yegâne doktoru olan anneme saygı duyan esnaf, gelen malzemeden alacağımız kadarını ayırırdı. Annem ayrıcalığı sevmezdi, mutlaka sıraya girerdik. Sıramız gelince de sakladığı yerden çıkarır verirdi.
Güleryüzlük Tombul Ekmekler
O alışverişlerden en çok aklımda kalanı, sırtlarında hangi fırına a,t oldukları yazılı minik etiketler taşıyan ekmeklerin kiloluk olmasıydı; fiyatları da 30 kuruştu. Üzerinde adeta dişlerini göstererek gülümseyen ağız benzeri yarığı ile yuvarlak ve tombul bir yüz gibiydiler. Fırının vitrininde sıra sıra dizilip yoldan geçenlere gülücük atarlardı. Odun ateşinde pişen bu halis esmer buğday ekmeğinin dilimleri büyük ve doyurucu olurdu. İki annem ile ben onu çabuk bitiremezdik, bu yüzden 15 kuruşa yarım ekmek alırdık.
Sonra beyaz ekmek ve francala modası çıktı, herkes elektrikli fırınlarda pişen hamurları yemenin keyfine varıp mide fesadına uğradı. Şimdilerde sündürülmüş "sandviç" gibi 300 gramlık bir şeyi "ekmek" diye alıyoruz ya, helâl olsun, bize...
Tepsi Börekleri, Kebapları
Ekmek haricinde, belli saatlerde, evlerden tepsi börekleri, tepside çeşitli kebaplar, et yemekleri, pişirme ücreti karşılığı fırına gönderilirdi. “Fırınlı ocaklar” çıktıktan sonra, mahalle fırınları yavaş yavaş gözden düştü.
Buz Konan Dolaplar: Buzdolapları
Alışverişlerimiz sırasında, bazen de kuyrukta beklerken, bir kamyonete yüklenmiş uzun buz kalıplarının kasap ve lokantalara dağıtıldığını görürdüm. Kesitleri kare biçiminde ve üzerleri talaşla kaplı olurdu, hatta çuval ile sarıp sarmalanırdı. Taşımak için de boyları bir metreyi bulan buzlara iki ucundan kanca takılırdı. Sonradan öğrendim ki, etler veya soğuk tutulması gereken yiyecekler için bunlar, özel fabrikalarda üretiliyordu. Dükkâna veya lokantaya gelince de özel dolaplara konuyordu.
Telli Dolap Dönemi
Çoğu şeyi taze alır ve tüketirdik, evde bayatlaması bir yana, henüz “buzdolap”ları evlerimize girmediği için “tellİdolap”larımız vardı. Sineğe, böceğe engel olmak için ince tel kaplı, bazen çekmecesi de olan, ahşap kafeslerdi. Raflarına ekmek, kısa süreli et veya kıyma, sebze konurdu. Bir sonraki öğünde yemek üzere, artan yemekler de saklanırdı. Çekmecelerine çatal, kaşık konurdu. Mutfağın esintili bir yerine yerleştirilir ve hava cereyanı, doğal kuruluğunu ve serinliği sağlardı.
Derken kasaplardaki buzluklar ile telli dolap birleşti ve yabancıların “frigidare” (soğutucu) dedikleri “Buzdolabı” önce gazete reklamlarında belirdi ve hızla evlere girdi.
Mutfak m Makine Dairesi mi?
Yeni gelişmeler, icatlar, buluşlar ile birlikte, yaşam tarzımız da değişiyordu. Rafları süsleyen mütevazı kap kaçak dolaplara girdi., Ocakların biçimi değişti, Hanımların gün boyu yaşadıkları, büyük bir özenle adeta oturma odası olarak da kullanılan mutfaklar, Batı’nın yaşam tarzına göre yeniden düzenlendi. Kahvaltı ve yemek masası, eskilerin dokunulmaz saydıkları misafir odasının salon salamanje denilen kısmına taşındı.
Derken sınır kapıları, işçi olmak amacıyla insanlar Avrupa’ya ihraç ediliı6ken; biriktirdikleri Türk lirasını, Dolar ve Marka çeviren ev kadınları da yurtdışı çıkarması yaptılar. Amerikan Pazarlarında gördükleri mutfak araç gerecinin daha da fazlasını ele geçirmek üzere ortalığı tozu dumana kattılar. Sonuçta mutfaklar, çeşitli kesici, dilimleyici, sıkıcı, sarıcı, öğütücü, yoğorucu aletler; çeşitli fincan, bardak, tabak çanak takımları; fırınlı ocaklar, ızgaralar; bulaşık makinesi, buzdolabı, hatta çok nadir de olsa çamaşır makinesinin yer aldığı bir makin odasına dönüştü.
Sonra ne oldu? Artıklar bulaşan bu makinelerin temizlenmesi sorun oldu. ☹ Giderek yavaş yavaş az kullan9lan makineler terkedildi, paylaşıldı… ve yeni yapılan binalarda ya en azından bir kahvaltı köşelisi yapıldı veya sahipleri tarafından tadil edilerek genişletildi. Salon ve oradalş yemek masası, yüzyılların geleneğine uyularak, Misafi Odası dokunulmazlığına büründü.
Hayat bir döngüden ibaret, tüm yaşanmışlıklara selam olsun 😊
Sevgiyle ve sevgide kalın dostlarım.
Selma Mine
Not: Fotoğraflar alıntı olup, tarafımdan düzenlenmiştir.
2 notes · View notes
wurcuburcu · 8 months
Text
Twenty Five Twenty One. Taja darama, jakaja sustrakajecca raz u kolki rokaŭ. Usio, što ja hladzieła sioleta, prosta nie na tym uzroŭni. Scenar šykoŭny – ad pačatku j da kanca. Ludzi, nie zadawolenyja drennym kancom, hladzieli dupaj – usio da hetaha wiało. Ja-b naŭrad tak upadabała hetuju daramu, kali-b u joj byŭ zwyčajny daramny hepi end. Ale-ž u joj cudoŭna pakazali siabroŭskija adnosiny. Aktorskaja hulnia j persanažy šykoŭnyja. ML tut asobny čaławiek sa swaimi prablemami, a nia los FL, jak zwyčajna bywaje. Mnie ŭpieršyniu było škada ML jak čaławieka. FL wielmi pryjaznaja. Adziny minus – heta jejnyja slozawyžymalnyja jakaści. Kali-b ja žyła adna, ja-b raŭła ŭhołas kolki hadzin, nastolki jana mianie ŭzrušyła j kranuła. Pajdu dalej dawicca slozami.
2 notes · View notes
szollibisz · 2 years
Text
by far the funniest part of the hungarian mlp dub is how many times they use the word "kanca" (female horse) obviously it makes sense and THAT IS what it means but. it's also used as like... a derogatory word for women (think bitch) so most of the time i cant help but hear it like
*twilight sparkle voice* sluts of ponyville-
15 notes · View notes
fleuryni · 1 year
Text
Bir kanca var kalbimde.
Acıtıyor canımı, ama öyle bir şeyki canım gerçekten yanıyor mu anlayamıyorum, gittikçe bitiriyor beni.
Gerçekten kötü müyüm?
Gerçekten bir boşlukta mıyım! Yoksa sadece zihnimin uydurmaları mıdır bunlar?
Eğer öyle ise çok yazık bana efendim!
Tumblr media
3 notes · View notes