Tumgik
#kürt yazarlar
yenikurdedebiyati · 2 years
Text
Aynadaki Adam Kendimi dinlemek için aynanın karşısındayım; yine de sırlarımı ele veremem ki…
Bugün çantasında yarını saklar; bugün için yarına ihanet edemem ki…
“Söyle bana aynadaki Adam seni bu kadar ne hüzünlendirdi?” desem; kalkıp kendime bile yaramı gösteremem ki…
Deniz Sarıtop
Yazık Edebiyat Dergisi - Eylül 2022
Tumblr media
0 notes
cihangir-uzunkaya · 10 months
Text
Tumblr media
IYI SABAHLAR IYI TATİLLER
BUGÜN BİRAZ EDEBİYAT DİYELİM..
Babası Türk annesi Kürt olan Ahmed Arif, çocukluğunda babasının görevlerinden dolayı şehir şehir gezmiş Zazaca, Kürtçe ve Arapça öğrenmiştir. Yazarlık dışında kâtiplik, gazetecilik ve düzeltmenlik gibi birçok farklı iş yapan Ahmed Arif, edebiyatımızın çokça sevilen şairlerinden birisidir.
Türk Edebiyatının iki usta kalemi Ahmed Arif ve Cemal Süreya iyi arkadaştırlar ve aynı meyhaneye takılıp birlikte Rakı,Şarap maddi durumları ne gerektiriyorsa beraber piyz lenip düz yazı ve şiirler yazarlar..
Ahmed Arif meyhaneye uğramaz olur bir iki,üç beş gün,bir hafta derken Cemal Süreya meraklanır piyz arkadaşı Ahmed ortada yoktur.
Garsona sorar Cemal Süreya;
-Oğlum Ahmed i gördünmü merak ediyorum der .
Garson;
-Yok Cemal Abi bir hafta oldu uğramıyor der.
Bunun üzerine Cemal Süreya telaşlanıp dostunu aramaya başlar.
Karaköy'ün arka sokaklarında 3.sınıf ispirto içilen meyhanelerinden birinde bulur Ahmed Arif 'i
-Ahmed nerelerdeydin şu zamana kadar merak ettim seni der..
+Cemal ben sana mahcubum,yüzüne bakmaya utanıyorum.Kız kardeşin Ayten'e aşık oldum.
Bunun üzerine ispirto piyzlenip dertleşirler..
Cemal Süreya;
Aşk bu dostum Ayten senden iyisini mi bulacak der ve ayrılırlar..
Cemal Süreya kız kardeşi Ayten'e,Türkiyenin en iyi şairi olmaya aday kızım Ahmed ,ondan iyisinimi bulacaksın Ahmed le bir görüş istersen deyip kız kardeşini Ayten i buluşmaya razı eder.
Zafer Çarsısı’nda buluşmak üzere sözlesirler.
Ayten randevu saatinde Ahmed Arif i beklemeye başlamıştır ama Ahmed aradan saatler geçmesine rağmen randevuya gelmemiştir,Ayten çok sinirlenmiş eve giderek öfkesini abisi Cemal Süreya ya püskürmüştür adeta.
Bunun üzerine Cemal Süreya Ahmed Arif i aramak için yola koyulmuş Karaköy'ün arka sokaklarında ki aynı meyhanede ispirto piyzlenirken bulmuştur ve sorar Ahmed Arif’e.
-Neden gitmedin lan randevuya kız seni 3 saat beklemiş.
Ahmed Arif;
-Gömleğim çok pisti,yeni gömlek alacak param yoktu onun için gidemedim.
Esen kalın lütfen
Tabiri ailelerinizle ve sevdiklerinizle
Cihangjr Uzunkaya
0 notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Kayırmacı Yönetim Anlayışı Devlet Yıktırır
104 yıl önce biz Anadolu ve Türk ulusunun kaderini değiştirmek için Samsun'a neden çıktık?
Tarihi her zaman kazananlar yazmıştır.
Kötüler de iyiler gibi kazanabilir ve tarih yazarlar.
Napolyon Bonapart’a göre: “Tarih, üzerinde anlaşmaya varılan bir masaldan başka nedir ki?” Gerçekten de yeryüzünde devletlerin resmi tarihi, kendi halklarına coşku verecek biçimde yanlıdır ve o eksende tarih okuması yapmak, tarihin öğretebileceği önemli dersleri kaçırmamıza sebep olur.
Mustafa Kemal'i Samsun’a yönelten sürecin arka planına bakmak gerekir.
Çünkü o arka plan, nesnel gerçekler olarak gözümüzün önünde kavranmayı ve aynı hatalara yeniden düşmememiz için bize yol göstermeyi bekliyor.
Bu amaçla Osmanlı İmparatorluğu'nun neden başarısız olup işgale uğradığı ve çöktüğünün nedenlerini anlamlı ve yansız bir bakış açısıyla irdelemek gerekir.
Osmanlı İmparatorluğu, tarihteki en uzun ömürlü imparatorluklardan biridir.
Devrinin emperyalist devleti demekte mümkündür.
Yok olma sebebi de budur. Karşı emperyalizm tarafından yutulmak istendi.
Türkiye Cumhuriyeti emperyalist bir devlet olmayı bu sebeple tercih etmedi.
Bugün ki emperyalist devletlerin yok olma sebepleri de aynı olacaktır.
Osmanlı imparatorluğu zamanla saç örgüsü gibi birbirine dolanan iç ve dış etkenlerin birleşimiyle çöküşe sürüklendi.
Bu çöküşün en önemli nedenlerinden biri, 17. ve 18. yüzyıllarda yaşanan önemli askeri yenilgilerdir.
Viyana Kuşatması ve Rus-Osmanlı Savaşları gibi büyük savaşlardaki mağlubiyetler, imparatorluğun askeri gücünü zayıflamaya yönelik bilinçli bir niyetin oyuncunun bir parçasıdır.
Savaş ve borç. Emperyalizmin en önemli iki silahıdır.
Osmanlı imparatorluğu kayırmacı akıl ile yönetildiği için savaş ve borç tuzağına düşürmüştür.
Elbette bu yenilgilerin de nedenleri vardı. Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’daki hızlı ekonomik gelişmelere ayak uydurmakta zorlanıyor, tarıma dayalı ekonomisi ve endüstrileşme eksikliği, küresel ölçekte rekabet edememesine yol açıyordu.
İmparatorluğun yönetim ve idare alanında karşılaştığı zorlukların temelinde ise, yolsuzluk ve sıkı bürokratik sistem nedeniyle büyük bir coğrafyada çok çeşitli nüfusu yönetme zorluğu vardı. Osmanlıda nepotizm çok yaygın bir sorundu. Nepotizm, akrabalık ilişkilerine dayalı kayırmacılık veya torpil anlamına gelir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük sorunu kayırmacılık ilişkilerinin devlet yönetme yetkisi almış olmasıdır.
Borç ve savaş süreci birlikte tamamlanır ise devletin sonunu da Osmanlı imparatorluğu hayranlığı aynı kaderi yaşatanlar olarak tarihe geçecekler.
19. yüzyılda yükselen milliyetçilik akımlarının etkisiyle, imparatorluk içindeki farklı etnik grupların arasındaki gerilimler artarken, Yunanlar, Ermeniler, Araplar gibi farklı etnik ve dini grupların daha fazla özerklik veya bağımsızlık talep edişi, milliyetçi hareketlere ve isyanlara yol açıyordu.
Hem kötü yönetim, hem savaş yenilgileri ve isyanlar sonucu toprak kaybedilirken, farklı etnik gruplar yabancıların etkisi altına giriyor, bu güçler, imparatorluğun zayıflıklarından faydalanarak toprakları üzerinde etki/yetki sahibi olmak istiyorlardı.
Bugünde Kürt kardeşlerimizi ve ithal yurttaş ile getirip demografik yapı değişikliği sonrası isyanlar ile ulus bütünlüğünü aynı Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğu gibi bozmaya yönelik çabalar olarak görmek gerekir.
Osmanlı İmparatorluğunun, modern çağda gerçekleşen teknolojik ve askeri taktiklerdeki hızlı değişime uyum sağlamakta zorlanmasında rol oynayan temel faktör, muhafazakâr ve gelenekçi yaklaşımın, gerekli reformları ve modernleşme çabalarını engellemesiydi. Eğitim sistemi, bilimsel araştırma ve eğitim için gerekli altyapıyı sağlamakta yetersizdi. Eğitim kurumlarında daha çok dini eğitim ve klasik bilimlere odaklanılıyor, deneysel ve modern bilimlere gereken önem verilmiyordu. Askeri ve idari konuların yanı sıra ticaret daha öncelikli olarak görülürken, bilimsel araştırmalara yeterli destek sağlanmıyordu.
Seksen beş yıldır köy Enstitülerini kapatan zihniyet iman hatip okulları ile bize ne dayatıyorlar?
Napolyon'u hiç sevmem yalnız doğru söylediklerine de kulak vermeyi yeğlerim. Bir sözünde yine diyor ki;
"Dünyada iki güç vardır, kılıç ve akıl. Uzun vadede akıl her zaman kılıcı yener."
Umarım tarihten gerekli dersleri alır aklın kılıcı yendiğini unutmaz ve bir daha Samsun’a çıkmak ihtiyacı duymayız.
Çıkmak zorunda kalacağımız gerçeğinin çok daha ağır bastığı gerçeği ile yüzleşmek zorundayız.
Çünkü bizi borç ve savaş sürecine sürükleyen zihniyete ülkenin ve toplumun geleceğini teslim etmek için ikiye bölünmüş bir kötülüğün pençesinde kıvranıyoruz.
] Önder KARAÇAY [
1 note · View note
apsny-news · 1 year
Text
PEN: 115 yazar baskı ve şiddet gördü
Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN), “Impunity Reigns – Writers Resist” (Cezasızlık Hüküm Sürüyor – Yazarlar Direniyor) adlı 2022 yılı raporunu açıkladı. Rapora göre, geçen yıl dünya genelinde 115 yazar baskı ve şiddete maruz kaldı, 10 yazar ise öldürüldü. PEN, 2022 yılında öldürülen gazeteci sayısının da 68 olduğunu duyurdu. Tutuklanan Kürt gazetecilere dikkat çekildi PEN raporunda dünyanın…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
malummedya · 1 year
Text
Tutuklu yazarlara kitap ve mektup gönderildi
Tutuklu yazarlara kitap ve mektup gönderildi
AMED – Kürt Edebiyatçılar Derneği ve PENa Kurd, Dünya Tutuklu Yazarlar Günü dolayısıyla, cezaevlerindeki yazarlara mektup ve kitap gönderdi.   Kürt Edebiyatçılar Derneği ve PENa Kurd, Dünya Tutuklu Yazarlar Günü dolayısıyla Amed’in Yenîşehîr ilçesindeki PTT Ofis Şubesi’nden tutuklu yazarlara kitap ve mektup yolladı. Tutuklu Aileleri ile Yardımlaşma Derneği (TUAY-DER), Mezopotamya Dil ve Kültür…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
unlufilozoflar-blog · 7 years
Text
İnsana kim olduğunu anımsatan vicdan kadar iyi bir muhasebe yoktur. Ozan Deniz Sarıtop
İnsana kim olduğunu anımsatan vicdan kadar iyi bir muhasebe yoktur. Ozan Deniz Sarıtop
1 note · View note
mavicegeceesme · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Seviyorum denen o eski, eskitiğimiz kelimeyi istemiyorum.. Çok değil bana bir yazı ile gel. Olmadı bi yazardan alıntı olsun.. Mesela Ahmed Arif gibi, Sabahattin Ali gibi.. Veya bi Ahmet Kaya şarkısı ile gel..🍀
Gel sadece 💫
17 notes · View notes
gazetelinkmedya · 3 years
Text
Kürt sorununun demokratik çözümü tüm halkların kazanımı olacak / Veli BEYSÜLEN
Kürt sorununun demokratik çözümü tüm halkların kazanımı olacak / Veli BEYSÜLEN
KÜRT SORUNUNUN DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ, SADECE KÜRT HALKININ DEĞİL, TÜRKİYE’DE YAŞAYAN TÜM HALKLARIN HAKLARI İLE YAŞAMALARI DEMEKTİR… Veli BEYSÜLEN yazdı: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununun çözümünde meşru bir muhatap lazım, HDP’yi meşru muhatap olarak alabilir ve bu sorunu parlamentoda çözebiliriz” çıkışı, Türkiye’de Kürt sorunu etrafında yeni bir tartışma…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
denizsaritop-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Fakir ölünce toprağa, zengin ölünce mezara gömülüyor. Ozan Deniz Sarıtop
1 note · View note
hetesiya · 2 years
Text
Milli Aşireti ve Reisi İbrahim Paşaya Dair
Tumblr media
MAHSUNİ GÜL
Bilindiği gibi Hamidiye Alayları II. Abdülhamid’in talimatı doğrultusunda 1891 yılında kurulmuştur.
Hamidiye Alayları her ne kadar Sünni Kürtlerden oluşmuşsa da, diğer halklar da Hamidiye Alaylarına dahil edilmiş, güneyde Araplar, kuzeyde ise Hozat merkezli Kızılbaşlardan da Alaylar teşkil e dilmiştir.
Kimi kaynaklarca 1800 yılı sonlarındaki Rus işgaline karşı kurulduğu iddia edilir. Bu iddia bir an lamda doğru olmakla birlikte, Hamidiye Alaylarının asıl kuruluş amaçlarının en başında ümmet tarifi içinde yer almayan başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslimleri saf dışı bırakmaktır.
Hamidiyeler bu işi sorgulamadan ve kolaylıkla yerine getirmişler, hakimiyet alanlarında büyük bir şiddetin kaynağı oldukları gibi büyük bir servet edinmişlerdir.
Bu olağanüstü imkan Kürtlerin II. Abdülhamid’e sempati duymalarının kaynağı olmasının yanında II. Abdülhamid’i “Bave Kurdan” (Kürtlerin Babası) ilan etmelerine neden olmuştur (1)
Hamidiye Alayları’nın içerisinde birçok Kürt aşireti yer almıştır. Bu aşiretlerden birisi de Milli veya Milan Aşiretidir.
Milli aşireti mensuplarının geniş bir coğrafyayı kapsayan etkinlik alanı vardır. Milli aşireti ve federasyona bağlı aşiretler birçok yerde dağınık yaşamaktadır.
Ares Yarman ve Martin Van Bruinessen eserlerinde Milli aşiretinin Arap Şammar aşiretiyle ilişkilerine de değinerek Hamidiye Alayları sürecinde Milli aşiretinin giderek güçlendiğini ve bu süreçte bir zamanlar haraç ödediği Şammar Aşireti olmak üzere birçok Arap aşiretini de bozguna uğratarak haraca bağladığını yazarlar (2) (3)
Ekonomik olarak büyüyen ve güçlenen Milli aşireti, birçok aşiretle olduğu gibi Karakeçili aşiretiyle de çatışmaya girmiştir. Bu süreçte her ne kadar devlet, Milli aşiretinin gücünü olumsuz olarak gör meye başlamışsa da problem çıkarabileceği endişesiyle her zaman olduğu gibi Milli aşiretinin zulmüne göz yummuştur.
Böylelikle, devlet Milli aşiretinin zulmüne vesile olmuş, Devletin kayıtsızlığı ve cezasızlık Milli aşireti için bir imtiyaz olmuş, bundan yararlanan Milli aşireti deyim yerindeyse hakimiyet bölgesinde taş üstünde taş bırakmamıştır.
Başlangıçta, “Berho Ağa” olarak da bilinen aşiret reisi İbrahim, Miran aşireti reisi Kel Misto’nun Mustafa Paşa’lığa terfi etmesi gibi “İbrahim Paşa”lığa terfi ederek, “Berho Ağa” olarak başladığı yaşamında Hamidiye Alayları sayesinde İbrahim Paşa olarak baskı ve zulüm ile saltanatını sürdü rür.
İbrahim, diğer aşiret reislerinden sonra başkente gider ve Bab-ı Aliye bir ordu gibi girmiştir. Baş kente gidişin dahi bir gözdağı olduğunu söylemek mümkündür. İbrahim Paşa, Padişah 2. Abdülhamid’e bağlılığını ifade ederek süreç tamamlanır. Başkentten Hamidiye Alayları komutanı olarak dö ner.
Hamidiye Alayları’nın başına getirilen İbrahim Paşa büyük bir ordu kurdu. 11 alaydan beşi Milli aşiretinden oluşuyordu. İbrahim Paşa’nın durdurulamayan yükselişi böylece başlamış olur. Halife den devşirdiği güçten kaynaklı yükselişe geçen ve bir anlamda da Hamidiye Alayları’nında lideri o lan İbrahim Paşa baskı ve şiddetle diğer aşiretleri de etrafına alarak büyük bir otorite olmuştur.
Hamidiye Alaylarına yasal haydutluk ve baskı izni verilmesine rağmen, nüfuz bölgelerinde çok büyük baskı ve şiddetin kaynağı olduklarından, zaman zaman devletin güçleriyle karşı karşıya geldi ler ve devlet bunları cezalandırmak zorunda kalmıştır.
Heyeti Islahiye’nin başında bulunan Abidin Bey, hemen hemen tüm aşiret reislerini göz altına almıştı. Bunlardan birisi de Sivas'ta tutulan İbrahim Ağa’ydı. İbrahim Ağa, daha sonra serbest bırakıldı fakat Sivas'ta yaşamaya mecbur kılındı. Sonrasında Viranşehir’e dönen İbrahim Ağa yaptığı hizmetlerden dolayı paşalığa yükseltildi.
Paşalığa yükselen İbrahim Paşa’nın zulmünün sonu gelmedi…
Birçok araştırmada İbrahim Paşa’nın zulmüne geniş yer verilmiş, hakkında raporlar düzenlenmiş tir (4)
Cezasızlıktan aldığı güçle koca vilayeti ablukaya alma cesaretini gösterebilmiştir. Ares Yarman da aynı eserinde İbrahim Paşa’nın adamlarının Diyarbakır’daki zulümlerine ve aralarında Ziya Gökalp’in de bulunduğu gençlerin bu zulmü protesto ettiklerine değinir (5)
Egemen olduğu bölgenin zulüm kaynağı olan Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa Ekim 1908’de ölmüştür…
İbrahim Paşa ile ilgili bir çok rapor düzenlendiği yukarıda ifade edilmişti.
Bu raporlardan birisi de burada üzerinde duracağımız, 25 Kanun-ı Sani 325 tarihinde Diyarbekir Heyet-i Teftiş Reisi 1. Ferik Talat tarafından Mabeyn-i Hümayun Cenab-ı Mülükane Baş Kitabet-i Celile sine gönderilen rapordur (6)
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü Atatürk Kitaplığı’nda bulunan rapor, Milli aşireti reisi İbrahim Paşa’nın gelişmesine, güçlenmesine, baskılarına, gasp, cinayetlerine ve zulmüne ilişkin önemli ve ayrıntılı bilgiler içerir.
Raporun tamamına aşağıda yer verdiğimiz için burada sadece bir hususa değinerek altını çizmekle yetiniyoruz.
İbrahim Paşa geniş coğrafyada Halife adına hüküm sürerken büyük bir servet edinir. Raporda, bu servetin muhafazası için Ermeni yapı ustalarına bir hazine dairesi inşa ettirerek bu mahzenlere milyonları aşkın nakit ve mal biriktirdiği yazılıdır. Yasal gasp izni verildiği için buraya kadar olanı normal sayılabilir. Ancak geniş coğrafyada halife adına dokunulmaksızın hüküm süren Hamidi paşa İbrahim, firavunlar gibi ve aynı yöntemle hazinesi bulunmasın yeri bilinmesin diye işlerini bitirip evlerinin yolunu tu tan Ermeni yapı ustalarına yolda pusu kurdurarak katlettirdiğinin altı çizilir… Raporun sonucuna dair bir bilgimiz yok fakat her zamanki gibi hasıraltı edildiğini tahmin edebiliriz.
Raporun transkribesi ve sadeleştirilmiş hali aşağıdadır:
“… MAKAM-I SERASKERÎ’YE
MABEYN-İ HÜMAYUN BAŞKİTABET-İ CELİLESİNE
Sureti
(Sayfa 1-2)
C. fî 21 Kanun-ı sanî sene 323[1]
Evvelce Makam-ı Seraskerî’ye posta ile îzâhâtı müş’ir layiha suretiyle takdîm edeceğimi arz eylediğim tafsîlâtı mübeyyin işleri ta’cîlen [çabuklaştırma] arz-ı atebe-i ulya [Osmanlı Sarayı] kılınmak üzere bâ [ile] telgraf fî 15 ve 19 Kanun-i sanî [Ocak] sene 323 [1908] tarihiyle arz etmiştim.
Tetimmesi[2] de ber vech-i zîr [aşağıda olduğu gibi] arz olunur.
İbrahim Paşa’nın kendi aşâyirleri, akdemce [önceden] iğfâlen basarak zebûn edib [zayıf düşürerek] maiyetine aldığı Karakeçi aşâyirini ve reisi namuskâr ve mütedeyyin ve bugün İbrahim Paşayı ailesiyle ve bir takım avenesini bir işaret-i şahane ile mahva muktedir Kaymakam Halil Bey ve biraderi Dimi bey ve şimdi etraf ve civarında bulunan şimdi âsî göstererek asakir-i şahane [askerler] ile birlikte birkaç sene evvel birlikte vurup malları yağma, ailelerini esir eylediği ve ufak ve büyük aşâyirleri de hıyel [oyunlar] ve desâisle [hileler] süküte mecbur edib celbe [kendine Çekmeye] çalıştığı ve bu cihetler için iki nüfûz isti’mâl etmekte olduğu tahkîk kılındı.
Biri taraf ve şeref-i hazret-i veli ni’met-i a’zamîden ihsân buyurulan mirlivalık ve sair eltâf-ı mâ-lâ nihaya’yi[3] suistimal ile aşâyir-i mutî’a ve hükümet-i seniyyeleri üzerine kullanması. Diğeri daima aşâyir halkını zebun bırakmak üzere yanında bulunan akraba ve şuradan-buradan toplanan yirmi kadar hemvend köleleri.
Mecmû’u [toplamda] esasen ikiyüz (200) kişi ile bir hükümet-i âsiye teşkîl ve merkez ittihaz eylediği Viranşehir, Diyarbekir, Urfa, Deyr-i Zor cihetlerine hemen müsâvî[4] bir noktada bulunduğundan. Arz olunduğu vecihle, imar ile Yenişehir namını vererek servet-i sâmânını, orada Ermeni işçiler celb ile, mahzenler inşa edib, derûnuna idhal ettiği milyonları mütecâviz nukûd [aşan nakit] mal terâküm etmiş [biriktirmiş].
Ve etmekte olduğu ve o işçilere yol vererek mahall-i hazine malum olmamak için, yolda bunları katl ettirdiği ve bu suretle her an ve dakika, gözü nehreyn[5] arasını ve daha ileride bulunan aşâyiri, icabına göre taltîf ve tehdîd edib, bu fesadına mani’ olacak hükümet memurlarını dahi, memnun eylediği.
Diyarbekirli Niyazi efendi ve bu gibilerin dahi kendisine hempâ kılmak için civarda bulunan kabâil [kabileler] ve ekrâd-ı mutî’a [itaat eden/bağlı Kürtler], kullarının bir çok köylerini haneleriyle beraber perişan edib, sonra araya Niyazi ve bu gibileri girerek, köylülere köylerini kendilerine ehven bir fiyatla ve bazılarını meccânen tapu ettirerek “... biz muhâfaza ederiz” deyu kandırıb, onları da köy sahibi edib, bu suretle Diyarbekir etrafında bulunan aşâyir ve ekrâdı [kürtleri] dahi, bîmecal [takatsız] bırakarak, onlara ihsân ile gönüllerini hoş eylediği ve ara sıra oralara giden ecnebî ve konsolos seyyahları dahi, kendi hesabına mâl ettiği ve aşâyirden birinin vefatında, merhumun her nesi var ise, evlâd ve ‘ıyâline[6] bir şey vermeyip tekmîl malı kendisine aitmiş gibi, kendisince nizam vaz’la gasb eylediği.
Velhasıl maksadı devlet ebed müddet-i şahanelerinin bir meşgalesi zamanı bekleyerek ve işlerini bu suretle tevsî’ ederek, bir mesele-i mühimme-i siyasiye çıkarmak âmâl-i fesadiyesini beslediği ve bu bâbdaki arzusunu ileri sürdüğünü, hal-i maslahat göstermektedir.
Çünkü, buraların ağnâmı [küçükbaş hayvan vergisi], hemen kendisinin emrine tabi’ olduğu gibi, a’şârına da tarafdarları vasıtasıyla ve nam-ı müste’ârla[7] pey[8] sürerek, dilediği bir fiyatla aldığından ve o parayı da, Dördüncü Ordu’ya, bir miktarını.
Ve bir miktarını da ma’iyyeti zâbitân maaşı ve bir kısmını da “mümteni’u’l- husûl”[olması mümkün değil, olamaz] diyerek kendi hesabına aldığı. Ve “... beher sene İstanbul’a yağ gönderiyorum” diye, umum aşâyire vaz’ eylediği bir fiyat ile yağ, yün vesairelerini dahi, bu suretle kapatarak, kısm-ı küllîsini Haleb Hıristiyan tüccarlarına, kendi tarafından sattığı.
Ve bu cihetle de, Diyarbekir ahalisinin dahi medar-ı ma’îşetlerinin [geçim vasıtası] darlığa düşmesine ve her bir malzemelerini, birkaç misli fiyatla tedârike mecbur olduklarından, ahalinin bu suretle de mutazarrır oldukları diğer kısm-ı cüz’îsini de, tüccara sattığı malı katarak kafileler teşkîl ederek “... Kiler-i Hümayun’a gönderiyorum” diye, kafilelerin önüne ayyıldızlı armalı bayraklar çekerek ve yanlarına bir takım at, kısrak, koyun ve sair mevâşî[9] katarak, ticaretine şeref verdiği gibi.
İstanbul’a sevkinde zarûrî ve mecbûrî bulunduğunu, etrafa ilan ile, dolab-ı tazavvürünü çevirmekte ve hala asakir-i şahaneleri, müfrezeleri bile, gasb ve gârât [yağma] eyledikleri hayvanı, hükümetçe gönderilen beş-on jandarma veyahut süvari asakir-i şahanelerini mahv ile, hayvan ve eslihalarını [silahlarını] ellerinden aldığı asakir-i şahaneleri arasında, “... bizim kanımızı aramıyorlar, padişah evladlarını arar.”
“... Âmirlerimiz ve hükümet memurları aldıkları rüşvetlere, kısraklara bizi feda ediyorlar” diye söylenmekte oldukları işitildi.
Ve hafî [gizli] ve celî [açık] tahkikât-ı âcizîde böyle münasebetsiz hallerin vuku’ bulduğu anlaşılmış olduğu ve kendisinin arzusu hilâfında bulunan aşâyirin, ileri gelenlerini hud’a[10] ile pusuya düşürerek katl ettirdiği ve yanına gelenleri de, bir işaretle Ivad ismindeki celladına katl ettirdiği.
Bundan akdem [evvel] ve şimdi dahi Haleb’e gitmemesi, iki cihetle olub, biri aşâyirinden ayrıldığında Şammar ve Karakeçi ve sair aşâyirin ve hala kendi aşâyiri bile bu hâletten memnun olmadıklarından, üzerlerinde nüfûzunun ref’ [lağvetme, hükümsüz bırakma] olacağı ve avdet etse [geridönse] bile, eski nüfûzunu bulamayacağı gibi, nüfûz-ı şahanelerinin üzerinden ref’ olacağı korkusu olub “... yine kendini onbeş sene evvelki lakabı olan Bero[11] ismiyle, yâd olarak balada arz eylediğim fiil-i mel’anete muvaffak olamayacağı” umum ahali ve urbân [bedeviler] beyninde [arasında] söylenilmekte.
Ve İbrahim Paşa da buralarını düşünmekte olduğu hal ve ahvâl göstermektedir. Halbuki urbânın cevelângâhı [bedevilerin dönüp dolaştığı yer] olup Diyarbekir ve Harput ve sairenin güzergâhı olan Siverek’in arz olunduğu vecihle, saye-i satvetvâye-i hazret-i tâcidârîde mutasarrıflığa. Ve paşa-yı müma-ileyhin merkez-i mel’anet ittihaz etmek istediği Yenişehir’in kaymakamlığa terfi’ ile, asakir-i şahanelerinin oralara vaz’ı.
Ve Diyarbekir’deki ester-süvâr[12] jandarma taburunun ikiyüz kırk (240) mevcuduna iblâğı için, yüz ester ile o kadar neferin ikmâliyle, bundan yüz neferinin Yenişehir Kaymakamlığı ve otuz ve kırk neferin dahi, Siverek’e ilhâkıyla, hutût-ı telgrafiyenin temdîdi [telgraf hattının uzatılması] halinde, asayiş-i daimenin matlûb-ı âlî derecesinde, istikrâr edeceği.
Ve tertîbâtın hitâmında, heyetin Siverek’e gitmesiyle, ânifen [yukarıda] arz olunan seyyiâtın [kötülüklerin] cümlesinin ortadan kaldırılacağı, burada gördüğüm Nizamiye Kaymakamlıkları’ndan jandarma kumandanı Sadeddin bey kullarının, bir derece terfiiyle Yenişehir’e kaymakam.
Ve kumandan nasbı halinde, İbrahim Paşa nüfûzunun urban üzerinden ref’ ile, hükümet-i seniyyelerine müracaata şitâbân olacakları [koşacakları] ve Siverek Mutasarrıflığı’na da akdemce, bu havalîde kaymakamlık ve bu kere de Adliye Müfettişiliği’nde bulunmuş habbe-i vâhide,[13] irtikâb [yiyicilik] ve irtişâda [rüşvetçilik] bulunmayan.
Buralarca bu suretle tanılan ve hakikaten fa’âl-i devr-endîş icraâta muktedir ve tecrübeli, kanun-ı devlete bihakkın âşinâ saadetlü Esad efendi kulları gibi, ıslahâta muktedir, bende-i sâdıklarının bulunması.
Ve şimdi görüp tanıdığım vali vekili Mahmud Paşa kullarının asaleti ve müfettiş Esad efendi ve Alaybeyi Sadeddin bey kullarından teşekkül edecek, bir memuriyet-i müstakime ve muktedire ile Urfa Mutasarrıflığı’na da bunlar gibi erbab-ı ehliyetten bir bendelerinin tayin buyurulduğunda.
Ve Zor Mutasarrıflığı’nın icraat ve istikâmeti görülmekte olduğundan buralarca ıslahât-ı maddî ve asayiş-i dâime hüküm sürerek ve daha ileride şimdi hatıra gelmeyen bir çok işlerin görüleceği.
Ve vâridât-ı devlet kat ender, kat tezâyüd ve ahali ve urban saye-i adalet-vâye-i hazret-i veli-nimet-i a’zamîde iş ve güçleriyle rahat edecekleri gibi, gâsıblar ile masumlar arası taraf-ı mülûkânemizden bir hüsn-i suretle tesviye olunacağı.
Ve ahali ile urbân ve aşâyirin birbirleriyle araları da talimât mucibince ol vakit barış, görüş olacakları vâreste-i arz ve ityândır.
Lehü’l- hamd bu halde a’dâ-yı[14] din ve hasm-ı devlete karşı hazırlanan ve tamm-ı vücuduyla iftihâr olunan, altmışdört (64) alay Hafif Süvari asakir-i şahaneleri hakkında söylenilen, ahvâl-i nâbecâyı [uygunsuz halleri] dillerine dolayıp, habbe’yi kubbe eden, din ve devlet düşmanlarının da ağızları kapanacağı malûmu i’lâm kabîlinden olup Serasker paşa kullarına takdîm edeceğim.
Lâyiha bâlâda arz ettiğim iki kıt’a telgrafname ile, bu lâhikadan ibaret olduğu ma’rûzdur.
Ferman .. fî 25 Kanun-ı sânî sene 323[15]
Diyarbekir Hey’et-i Teftîşiye Reisi
Yâverân-ı hazret-i Şehriyârîden
Birinci Ferîk
Tal’at…”
Tumblr media Tumblr media
1) Ares Yarman Palu Harput 1878 Belge Yayınları İstanbul 2. Basım 2015 Sayfa 124.
2) A. G. E. Sayfa 125.
3) Martin Van Bruinessen Ağa Şeyh ve Devlet İletişim Yayınları İstanbul 8. Baskı Sayfa 96.
4) Fatih Ünal Osmanlı Devletinin Son Yıllarında Güneydoğu Aşiretlerinden Milli Aşireti ve İbra him Paşa Erişim Tarihi 01. 02. 2021.
5) Ares Yarman Palu Harput 1878 Belge Yayınları İstanbul 2. Basım 2015 Sayfa 125, 124. Dipnot
6) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü Atatürk Kitaplığı “Bel – Mtf 048344”.
[1] Miladi 3 Şubat 1907 [2] Arapça sözcük yani, bir eksiği tamamlamak için katılan şey... [3] Arapça sözcükler yani, sonu olmayan ... [4] Arapça sözcük yani, düz. [5] Arapça sözcük yani, iki nehir, Fırat ve Dicle arası. [6] Arapça sözcük yani, ailelerine. [7] Arapça sözcükler yani, takma ad. [8] Farsça sözcük yani, arka iz. [9] Arapça sözcük yani, dört ayaklı hayvanlar. [10] Arapça sözcük yani, oyun, hile, aldatma. [11] Yerel dillerde, İbrahim adının kısa tanımlı lakabı. [12] Farsça sözcük yani, katıra binen. [13] Arapça sözcük yani, tek tohum, tek çekirdek. [14] Arapça sözcük yani, düşmanları.
https://www.demokrathaber.org/milli-asireti-ve-reisi-ibrahim-pasaya-dair
1 note · View note
yenikurdedebiyati · 2 years
Text
Tumblr media
Küfür Kerhanesi
Oruspu Fadil Sarıtop’un Şeytan karşısında dansöz gibi oynadığı yerdir.
Yalan konuştukça da Ümit ve Müzeydin “Sarıtop” kardeşlerin ağzıları eşek amına dönüşüyor.
Böylece şeytan üçünde de iş götüren oluyor.
Deniz Sarıtop
1 note · View note
occomahabad · 3 years
Text
https://gazetedavul.com/yazarlar/mikael-ve-kurt-dunyasinin-ermeni-dengbejleri-15749.html
Dengbêj Gulê, Karapetê Xaço, Apriham Buxisiyam ve Dengbêj Cihan yıllarca Kürt kültürüne ve sanatına hizmet etmiş Kürt toplumu ile var olmuş, sesleri Kürdistan’da yankılanmış, hayat bulmuş dört Ermeni dengbej. Yaşamın bütün trajedilerine ve zorluklarına karşın ayakta durabilmiş, kendini var edebilmiş dört dengbej.
Tumblr media
3 notes · View notes
hbedebiyatsanat · 5 years
Photo
Tumblr media
Ayrık otları, gözyaşına sığanlar ve Kürt arkadaşları olanlar – Gökçer Tahincioğlu 
Aykırı bir sese, bir yazıya, bir şarkıya can veren ve onlara kulak verecek insanlar var ve hep buradalar…
27.10.2019 10:03 Anlamak istemediğinde duymamak kolaylaşır. Ya da inanmamak duyduğuna…
F tipi cezaevlerine karşı 2000’de başlatılan açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri sürerken, devlet ve hükümet cenahından yine bildik açıklamalar yapılıyordu:
“İçeride vitamin alıyorlar, yiyorlar, bir şey olmaz, merak etmeyin…”
O dönemde eylemlerin herhangi bir ölüm olmadan sonuçlanmasını isteyenler, en çok bu algıyla mücadele ediyordu. Daha dört yıl önce, 1996’daki ölüm orucu eylemlerinde benzer söylemler tedavüle sokulmuş, yalan olduğu ise ölümlerle anlaşılmıştı ama hâkim düşünceye yaslanmak yetiyordu.
Oysa, benimseyin ya da benimsemeyin, insani bulun ya da bulmayın uzun yıllardır bu coğrafyada ölüm orucu, sesini duyurmak, taleplerinin duyulması için son bir yöntem olarak uygulanıyor. Onlarca insan bu nedenle yaşamını kaybetti ya da yaşamını tek başına sürdüremez hale geldi ama manzara değişmiyor. Son noktaya kadar kayıtsız kalınması, basit taleplerin ne olduğunun bile en son noktada dinlenilmesi.
* * *
Hâkim düşüncenin bir ucundan tutmak, o düşünceyi kendine pelerin yapmak kolaydır ama kahramanlık öyküleri buradan çıkmaz.
Ve bu memlekette başına gelebilecek ne varsa, hepsini göze alarak söyleyebilenler de var.
Kitaplarıyla, şiirleriyle, şarkılarıyla bunları söyleyenler, baskıyı, zulmü, işkenceyi teşhir ederek gerçek bir tarih yazarlar. Bedel ödemeyi göze alanlar, bedel ödeyenler.
Grup Yorum, işte bu listenin başlarında yer alır.
12 Eylül rejimini de 90’ların karanlığını da cezaevlerini de işkenceyi ve zulmü de şarkılarıyla teşhir eden grubun geldiği noktayı, çizgisindeki değişiklikleri sevmemek, beğenmemek mümkün elbette. Ama Grup Yorum’u yok saymak mümkün değil.
1985’te kurulan, kurulduğu günden bu yana onlarca sanatçının can verdiği grup, her dönem baskı altındaydı.
Üyeleri bazen işkence gördü, bazen tutuklandı, bazen yasaklandı.
Albümleri toplatıldı, engellendi.
Üyeleri bekaret kontrolünden geçirildi, işkencede kulak zarları yırtıldı.
400’ü aşkın davaya hedef oldu Grup Yorum üyeleri.
Çalıştıkları kültür merkezi defalarca basıldı, enstrümanları kırıldı, dağıtıldı.
İsimleri arananlar listesinde yer aldı, konserlere çıktıkları dönemde.
Grup Yorum’un tutuklu üyeleri, şimdi, cezaevinde açlık grevinde… Grup Yorum üyelerinden Helin Bölek 128, İbrahim Gökçek 132, Barış Yüksel 133, Bahar Kurt 137, Ali Aracı 61 gündür sürdürüyor süresiz açlık grevi eylemini.
Talepleri basit; çalıştığımız kurum basılmasın, konser yasakları kaldırılsın.
Haklarında açılan davalarda adil yargılanmayı istiyor Grup Yorum’un üyeleri, listelerden isimlerinin kaldırılmasını talep ediyor.
Kilo kayıpları endişe verici noktaya ulaşmış durumda. Artık harekete geçilmesi gereken bir sınıra gelmiş durumda eylemleri.
Tıpkı ölüm orucu nedeniyle ölenlere yazılmış şarkılarındaki gibi:
“Ne kadar da ufalmış bedenin, gözyaşıma sığdın sen…”
* * *
Hakim düşüncenin bir ucundan tutuyorsanız eğer, konuşmak kolaydır.
Bazılarının ise kendilerini anlatabilmek, sözlerinin anlaşılabilmesi için uzun yıllar beklemesi gerekir.
Yazar Aslı Erdoğan, anımsanacaktır ya da muhtemel ki hiç anımsanmayacaktır, hakim düşüncenin sokağından geçmeyen dört köşe yazısı nedeniyle 4,5 ayını cezaevinde geçirdiğinde çıkan seslerin benzerleri duyuluyor yine.
Bu kez gerekçe yurt dışında verdiği bir röportaj…
Neden yurt dışında kalmayı tercih ettiği sorunsalı şöyle dursun, Aslı Erdoğan’ın söyleyip söylemediği bile belirsiz olan ve söylemediği anlaşılan sözleri, linç edilmesinin gerekçesi.
Başlığa taşınan, söylenmediği anlaşılan cümleler, “İlkokuldan itibaren Kürt nefretinin aşılandığı” tartışmasını içeriyor.
Sosyal medyadan verilen yanıtlar ufuk açıcı!
“Kürt diye bir şey bilmezdik…”, “O zamanlar birdik, hepimiz zaten Türk’tük…”, “Emperyalizmin piyonu olan Kürtler’den nefret ediyoruz, Kürtler’den değil…”, “Alt kimliklere ayırarak bizi bölmeye çalışıyorlar…”
Muhtelif tepkilerin içeriği aynı… İçi boşaltıla boşaltıla zamanında ve yerinde kullansanız dahi artık para etmeyen milliyetçiliğin arkasına gizlendiği emperyalizm kavramı, farkında olmadan yapılan ayrımcılığın bilince bürünmüş halleri, madunun konumunun kendinden kaynaklı olduğuna inanmasını isteyen tepeden tırnağa beyaz bir pürüzsüzlük…
Eğlenceli tepkiler ise “Nobel mi almak istiyor?” diye bitiyor.
Asıl ve görülmek istenmeyen mesele, Aslı Erdoğan bu sözleri söylesin ya da söylemesin Kürtler’in, Aleviler’in ve yanına sıralanabilecek bir sürü farklı kimliğin ne denildiğini şıp diye anlaması.
Aransa derslerden, kitaplardan da örnekler bulunur bulunmasına da “biz okulda böyle görmedik” sözlerinin anlamı yok. Örnekler sıralanabilir fazlaca ama dört yanından nefret söylemi ve eylemi ile kuşatılmış çocukları anlamak için fazlasına da gerek yok…
Sadece anlayanların ve ne anladığını anlatmak isteyenlerin derdine biraz olsun kulak verilse, kimliğini gizlemek zorunda kaldığını, korktuğunu, ayrımcılığa uğradığını söyleyenlerin sözüne dikkat çekilse yok saymanın bin bir alameti de anlaşılacak kolayca.
Evrensel olarak bir ülkedeki farklı kimlikleri korumak için geliştirilen, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” düzenlemesinin, istisna davalar dışında, bu ülkede Kürtler’in, Ermeniler’in, Aleviler’in, Yahudiler’in, Romanlar’ın, yanlarına sıralanabilecek diğer kimliklerin haklarının korunması için uygulanmamasından hareket edilebilir misal…
Ya da edilemez, değil mi? Ne de olsa hiçbiri yoktular!
Bu düşünceler, bu olanlar yok. Sadece istenileni söyleyen ve her söyledikleri bu yüzden tereddütsüz doğru kabul edilen, varlığı belirsiz Kürt, Alevi arkadaşlar, yengeler, uzak akrabalar var…
Ama bitmez öyküler…
Bütün bunlara rağmen aykırı bir sese, bir yazıya, bir şarkıya can veren ve onlara kulak verecek insanlar da var ve hep buradalar…
(*) Bu yazı ilk kez 27.10.2019 tarihinde T24’te yayımlanmıştır.
6 notes · View notes
malummedya · 1 year
Text
Hapisteki Yazarlar Günü’nde şiir dinletisi
Hapisteki Yazarlar Günü’nde şiir dinletisi
AMED – Hapisteki Yazarlar Günü dolayısıyla “Edebiyat ve zindan” konulu etkinliklerin ikinci gününde konuşan PENa Kurd’un Eşbaşkanı Ömer Fidan, “Mücadele ve direniş duygularını her yerde ifade etmek zorundayız” dedi. Kürt Yazarlar Derneği ve PENa Kurd’un  15 Kasım Dünya Hapisteki Yazarlar Günü dolayısıyla “Edebiyat ve zindan” konulu etkinlikleri bugün de şiir dinletisiyle devam etti. Kürt…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dzsimsek · 5 years
Photo
Tumblr media
ULUSAL DUYARLIĞIMIZI KAYBETTİK
    Atatürk’e TBMM tarafından “gazi” unvanının verildiği tarih olan 19 Eylül “Gaziler Günü” olarak kutlanmaktadır, daha doğrusu kutlanması gerekmektedir..
Peki biz, gazilerimize hak ettikleri değeri veriyor muyuz?
Ne yazık ki bu soruya “evet” yanıtı veremiyoruz.
ABD de “Gaziler Günü” var: 11 Kasım. O gün Federal tatil günüdür ve tüm kentlerde gazilerin onuruna törenler düzenlenir; gazilerin kahramanlıklarından, özverilerinden övgü ile söz edilir Törenler medyada birinci haber olarak yayımlanır. Bu tarih dışında da her zaman, her yerde, havaalanlarında/ çarşıda/ sokakta vb. kamuya açık her alanda bir gazi görüldüğünde büyük saygı gösterilir, öncelik verilir, hatta alkışlanır.
Dün 19 Eylül idi. Hiçbir televizyon haberinde gaziler gününden, gazilerden söz edildiğini duydunuz mu? Bugünkü gazetelere bakın bakalım bir haber görebilcek misiniz? Biz, kamuya açık alanlarda karşılaştığımız gazilerimize saygı gösteriyor muyuz?
Oysa bizimkiler vatanımızı savunmak, ulusal birliğimizi/ bütünlüğümüzü korumak için canları pahasına savaşırken gazi oldular. Amerikalılar ise vatanlarını savunmak için değil, kapitalist emperyalistlerin dünyayı sömürmesi için Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta vd. yerlerde savaşırken gazi olmuşlar…
Yazıklar olsun, bize; ulusal kimlik bilincimizi yitirmişiz!..
* * *
Emperyalistlerin SEVR Antlaşmasındaki amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için, ulusal birliğimizi bozmaları, Atatürk’ün kurmak istediği “ulus devlet”imizi yıkmaları/ ülkemizi parçalamaları gerekiyordu. Bunun için önce ulusal kimlik bilincimizi yok etmeli idiler. Bu amaçla yıllarca sistemli bir şekilde çalıştılar. Kendilerine yardımcı olacak hainler bulmakta da güçlük çekmediler. Sonuçta ulusal değerlerimize duyarsız bir toplum olduk.
Askeri birliğin nizamiyesindeki bayrağımız gönderden indirilip yakıldı. Ülkemizi parçalamak isteyen teröristler davul zurna ile karşılanıp otobüslerin üzerinde zafer turları attı. Resmi televizyon kanalının her gün hava durumunu gösterdiği haritasında, ülkemizin doğu ve güneydoğusunu “Kürdistan” sınırları içinde gösteren Barzani, kırmızı halı ile karşılandı; iktidar partisinin kongresinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratıyla alkışlandı. Geçmişte Genç Cumhuriyetimizi yıkmak için devlete isyan etmiş hainler kahramanlaştırıldı/ heykelleri dikildi. İçimizdeki hainlerce, millet olarak “Ermeni katili” olmakla suçlandık/ suçlanıyoruz. Kurtuluş Savaşımızdaki hainler kahraman, kahramanlar hain ilan edildi. Ulusal birliğimizin harcı Atatürk’e ve annesine açıkça en ağır hakaretler edildi vs. vs. Hiçbirine, ulusça ayağa kalkıp gerekli tepki göstermedik. Hatta “keşke Yunan kazansaydı” diyen hainler devlet katında itibar gördü…
Öyle görülüyor ki emperyalistler epey yol aldılar ve amaçlarına erişmek üzereler…
* * *
Televizyonlarda her gün terör haberlerini izliyoruz: “çatışma çıktı ya da EYB patladı; şu kadar şehit, şu kadar yaralı...”
Üzülmeyenler de vardır ama genelde şehitlerimize üzülüyor ama yaralıları umursamıyoruz. Onların ellerine sanki diken battığını sanıyoruz. Oysa çoğu günlerce, hatta aylarca “keşke şehit olsaydık” diyecek kadar büyük acılar, ağrılar çekiyor, ameliyat üstüne ameliyat oluyorlar. Uzun süren tedavinin sonunda hastaneden ağır engelli olarak taburcu edildiklerinde toplumun duyarsızlığı ile karşılaşınca, ömür boyunca sürecek çok daha ağır acılar yaşamaya başlıyorlar... Gaziler günü nedeniyle özel yazı yazma gereği duyan az sayıdaki yurtsever yazarlar arasında bulunan Sevgili Yılmaz Özdil dünkü yazısında, kendisi de gazi olan Sayın Koray Gürbüz’ün, gazilerin anılarını topladığı “UNUT MAYIN/ Gazilerin Gerçeği” (Kırmızı Kedi Yayınları, 2017) adlı kitabından alıntılar yapmış. Aşağıda bazı örnekler sunduğumuz, gazilerimizin yaşadıklarını ve duygularını anlamak için okuyun…
* * *
YILMAZ ÖZDİL : Senede bir gün…
Selim Acar…
“Bir anda kolumu kaldıramadım, vurulduğumu anladım, kurşun göğüs kafesimin altına girmişti, zor nefes alıyordum, ölümü beklemem gerekiyor galiba diye düşündüm, birinin ‘Selim öldü' dediğini duydum, ‘ben ölmedim' diyemedim, sesim çıkmıyordu, meğer vücuduma üç kurşun girmiş, uzuv kaybım var, iç organlarım parçalanmış, askerden sonra dört yıl serseri mayın gibi kendimi aradım, neredeyim, neler oluyor diye günlerimi geçirdim, tek tek şehit arkadaşlarımın mezarlarına gittim, oraya mı aitim, buraya mı aitim, algılayamıyorum, bazen kendimi tuvalet kağıdı gibi hissediyorum, kendi vatanımızı savunduk ama, sanki paçavrayız.”
Erhan Atik…
“İnsanların duyarsız olması beni çok üzüyor. Kimi insanlar ‘bana ne, benim için mi vuruldun' diyor. Bu cümle beni bitiriyor.”
Erol Aydın…
“Davul zurnayla gittim, koltuk değneğiyle döndüm, bazı insanlar ‘devletten maaş alıyorsun, daha ne istiyorsun?' diyorlar.”
Erol Ayhan…
“Karaciğer, bağırsak, böbrek, kalp, ortopedi, beyin, sinir cerrahisi, üç ay içinde 41 ameliyat oldum, bacağımı diz üstünden kestiler, yıllar geçti, hâlâ vücudumdan şarapnel parçaları çıkıyor, biz gazileri biz gazilerden başka kimsenin anlamadığını gördüm.”
Reşat Bakır…
“Sinir uçlarım çok hassastı, protez taktığımda çok canım yanıyordu, sürekli evdeydim, dışarı çıkamıyordum, ama çocuklar anlamıyor ki… Oğlum yanıma geldi, ısrar etti, birlikte parka gittik, banka oturdum, salıncağa binmek istiyor, kaydıraktan kaymak istiyor, onunla birlikte oynamamı istiyor, bakıyor, etrafındaki babaların hepsi çocuklarını kucaklarına alıyor, oğlum da aynısını istiyor, hadi gayret edeyim dedim, kaldırmak istedim, ikimiz birlikte düştük.”
Mehmet Çamkerten…
“Vuruldum, sırtüstü yerdeyim, o anda sol yanıma el bombası düştü, kalkmak istedim, kalkamadım, şehadet getirdim, el bombası patlamadı… Şimdi televizyonda seyrediyoruz, bir belediye otobüs şoförü iki kolu bir bacağı olmayan gaziye ‘şerefsiz' diye bağırabiliyor, 16 arkadaşım boşuna şehit olmuş, boşuna gazi olmuşuz.”
Rafet Değerli…
“Korucuların köyünü bastılar, oraya gittiğimde şoke oldum, sobanın kuzinesinden altı aylık bebeği çıkardım… Köyden ayrıldık, 10 dakika gitmeden mayına bastım, sol ayağım, ayak bileğim, parmaklarım, tarak kemiğim, hepsi gitti, dizime kadar yanıktı. 2000'li yıllara kadar gazinin anlamı vardı, nereye gidersek, devlet kurumlarında müdür bile kapıda karşılardı, güleryüzle buyur ederdi, gazinin şu an anlamı da yok, değeri de yok.”
Metin Erdem…
“Şarapnel geldi, gözüm aktı, babam şehit oldum diye sela verdirmiş köyde, mezarımı kazdırmış, bugün bile hâlâ kafamı hissetmiyorum, sonra gidip Abdullah Öcalan'la müzakere yaptılar!”
Fazlı Ersan…
“Çatışmaya girdik, elim koptu, şuurumu kaybettim, bir ara bulutların arasında gidiyordum, herhalde şehit olduk gidiyoruz dedim… Türk-Kürt çatışması diyorlar, benim hanımım Kürt, ne çatışması? Bir ortama girdiğimizde gaziyiz diyoruz, vebalı gibi bakıyorlar. Artık polis bile gaziye saygı göstermiyor.”
Zekeriya Gökyar…
“Belim kırıldı, felç oldum, 19 yıldır yatağa bağımlı yaşıyorum, şu kadarını söyleyeyim, hakkımı helal etmiyorum.”
Kadir Garip…
“Reklam panolarına ‘referandumda evet demek, şehit ailelerine ve gazilere pozitif ayrımcılık demektir' diye yazmışlardı, tam tersine, durumumuz daha da kötüleşti. Sokakta gördüğüm çocuklar bana afacan afacan baktığında, lanet okuyorum bu hayata… Bana ‘baba' diyecek bir çocuk sesi duymak istiyorum. Kullanamadığım bacaklarıma inat, koşup zıplayan bir evlat istiyorum, çok mu?”
Emrah Güneri…
“Patlamayla havaya uçtum, elime şarapnel isabet etmişti, acıdığını hissettim, eldivenimi çıkarırken bir asker botu gördüm, tanıdık geldi, ayaklarıma baktım, kan fışkırıyordu. Ayağım kesildi. İnsanlar bizi gazi olarak görmüyor, sadece engelli olarak görüyor.”
Yunus Kara…
“Sol ayağım kömür olmuş, sağ ayağım diz üstünden kopmuş, üstümde sadece boş palaska kalmıştı. Şimdi haklarımız öylesine kısıtlı ki, istediğimiz protezi bile alamıyoruz, ayağımın canlısını verdim, sahtesini alamıyorum!”
Ömür Karaman…
“20 yaşımda askere gittim, 37 yaşındayım, 17 senedir tedavi görüyorum, 20 defa ameliyat oldum, yüzde 93 engelliyim, hiç sosyal hayatım olmadı, evliliği düşünmeye vaktim bile olamadı, bütün ömrüm, gençliğim hastanede geçti, milletin onurunu, namusunu korurken bu hale geldik, şimdi çevremde bazıları ‘Ömür'ün psikolojisi bozuk' diyorlar, ben de ‘Allah kimseye benim yaşadıklarımı yaşatmasın da, varsın beni anlamasınlar' diyorum.”
Selami Karanfil…
“Gazi olarak onurlu şekilde yaşayamıyoruz, milli bayramlarda bayrak asacak cesaretim bile kalmadı, Mustafa Kemal Atatürk'ün olmadığı yol, karanlıktır. Türkiye maalesef yoldan çıktı.”
Hüseyin Kocalar…
“Ayağıma baktım, yok. İnşallah rüyadır diye dua ediyordum ama, rüya değildi. Hükümet bize iyi gözle bakmıyor. Biz ne yaptık vatanımızı korumaktan başka?”
Sabahattin Külah…
“Benim ayağımı alan adamlar şu an Meclis'te!”
Bektaş Oruç…
“Şehit için isyan etmiyorsun, gazi için isyan etmiyorsun, ‘bu çocuk 20 yaşında kör olmuş, kolu bacağı kopmuş' demiyorsun, ne yapayım böyle halkı, ne yapayım böyle devleti!”
Kadir Özbayar…
“Kafamdam vuruldum, gazi sayılmıyorum, gazi olabilmek için illa kaçakçı mı olmak lazım?”
Cengiz Özerden…
“Belediye otobüsüne bir kere bindim, otobüs şoförü ‘geç geç bedavacı' dedi, bir daha belediye otobüsüne binmedim.”
Hüseyin Sevik…
“Kimseye muhtaç değilken, kucakta taşınmaya başladım, biraz sesimiz çıksa, ‘sana iş veriyoruz, maaş veriyoruz, daha ne istiyorsun?' diyorlar, bu saatten sonra bana dünyayı verseniz ne olur.”
Ömer Sevinç…
“51 ameliyat geçirdim, 14 yıldır hastanede yaşıyorum, ne zaman çıkacağım belli değil, bir gözümü, iki bacağımı kaybettim, şimdi bize ‘gazilik sektör oldu' diyorlar! Hesabını biz soramıyoruz ama, yüce Allah soracaktır.”
Cemil Şenoğlu…
“Artık yarım insanım, hükümet bizden çok teröristleri önemsiyor.”
Ersin Taştan…
“Adamlar gözümüzün içine baka baka ‘ben Pkk'lıyım' diyor, biz ‘gaziyim' demeye utanıyoruz.”
Engin Tunç…
“Bu ülkede gaziler lehine çıkartılan yasa var mı? Ben hiç duymadım.”
Hüseyin Turan…
“Mayına bastım, ayağımı gördüm, avazım çıktığı kadar bağırdım, kabullenemiyordum, o an ölmek istedim, böyle yaşayamam diye düşündüm, GATA'ya getirildim, bir gün tuvalete gittim, elimi yüzümü yıkamak istedim, aynaya baktım, korkudan bağırdım, meğer yüzüm, saçlarım, kaşlarım yanmış, farkında değildim. Bugün Türkiye'ye bakıyorum, meğer kaybettiklerimizin hiçbir değeri yokmuş.”
Yavuz Yücel…
“Vatanseverlik mi azaldı, toplum mu çıkarcı oldu, bilemiyorum.”
Halil Mısırlı…
“Millet bizi unutmasın, hayattan başka bir şey istemiyorum.”
Değerli arkadaşım Koray Gürbüz tarafından kaleme alınan “Unutmayın” isimli kitaptan satırlar bunlar.
Okurken darmadağın olduğunuzdan eminim ama, gerçekler böyle.
Koray astsubaydı.
Bir değil, iki kere gazi.
1991'de Şırnak Gabar'da vuruldu, henüz 18 yaşındaydı, dört ameliyat oldu, geri döndü.
1996'da Siirt Karadağlar'da pusuya düştüler, 18 şehit verdik, Koray'ı öldü diye çatışma bölgesinde bıraktılar, ölmedi.
Bir böbreği yok, dalağı yok, safrakesesi yok, bağırsaklarının bir bölümü yok, karaciğerinin yarısı alındı, bacaklarında ve kollarında parçalı kırıklar vardı, altı ay komada kaldı, 23 defa ameliyat oldu, sol bacağı iki santim kısa kaldı, sol tarafı boydan boya hissetmiyor, sol kolunu kullanamıyor.
Çünkü…
14 kurşun ve şarapnel girip, çıkmıştı!
Türkiye rekoru, gazi Hacı Altıner'e aitti, 1951'de Kore'de vücuduna 14 kurşun yemiş, ölmemişti. Koray bu rekoru egale etti.
Yılmaz Yiğit mesela, değerli adaşım…
Adı gibi yılmaz, soyadı gibi yiğit.
2007 yılıydı.
Şırnak'taydı.
“Üs bölgesini aldık, terörist grupla teması bekliyorduk ki, bulunduğumuz bölge havaya uçtu, önceden patlayıcıyla tuzaklamışlar, 21 kişiydik, 21'imiz de serilmişti, vücuduma elektrik verilmiş gibi hissettim, sol koluma baktım, sol kolum yok, bacağıma sanki kaynar su dökülmüştü, baktım, bacağım yok, doğrulmaya çalıştım, ayakucumda çukur var, baktım, bacağımın parçaları duruyor çukurda, kelime-i şehadet getirdim, çatışma devam ediyordu, tüfeğim dedim, tüfeğim nerde, sağ kolum erimiş plastik gibi damlıyordu yere.”
O an fark etmemişti Yılmazım…
Sol gözü de gitmişti.
Ya da mesela… “Yarın bizi yazmayı unutmuyorsun değil mi ağabey?” diye ısrarla telefon eden, değerli kardeşim İzzet Ertunç.
1996'da Batman'da mayına bastı.
İki bacağını da kaybetti.
Geçen yıl Anıtkabir'e geldi.
Tekerlekli sandalyesiyle merdivenleri aşabilmesi mümkün değildi.
Varlığıyla onur duyduğumuz deniz kurmay albay Ali Türkşen oradaydı.
İzzet'i sırtına aldı, Atatürk'ün mozolesine çıkardı.
Kahramanın sırtında kahraman…
En büyük kahramanımızı selamladılar.
Bugün 19 Eylül.
Gaziler Günü.
Mustafa Kemal'e TBMM tarafından “gazi” unvanının verildiği gün.
Bizler sadece, Mustafa Kemal'in askerleriyiz.
Onlar “gazi” Mustafa Kemal'in askerleri.
Vatan denilen kavram…
Şehitlerimizle birlikte, bu insanlarımızdır.
Belediyelerdeki, ihalelerdeki hırsızlıklardan komisyon istemiyorlar.
Alt tarafı senede bir gün, hatırlarının sorulmasını istiyorlar, hepsi bu.
Sayın açılımcı hükümetimizden, lütfedip biraz da gazi açılımı yapmasını rica ediyoruz!
Oğulları pkk'ya katılan annelere gösterilen sımsıcak ilginin, hiç olmazsa birazcığının, gazilerimize, annelerine, eşlerine, evlatlarına gösterilmesini rica ediyoruz!
  Süleyman Çelik
2 notes · View notes
unlufilozoflar-blog · 7 years
Video
youtube
Ozan Deniz Sarıtop Bilge Sözleri
3 notes · View notes