Tumgik
#jilet izi
kahredenhayatlarr · 10 months
Text
Tumblr media
8 notes · View notes
egeozgentasestetik · 8 months
Text
Tumblr media
0 notes
girifit · 6 months
Text
ellerimdeki yaralar ile uzanmıyorum kimseye. kendime bile. tutmuyorum kimsenin yakasını, paçasını. kendiminkini bile. bir köşede içiyorum sigaramı. annemle konuşuyorum. gece oluyor, dilim çözülüyor. zihnimde dönen ne varsa döküyorum önüme. dikiş tutmuyor yaralarım bu saatlerde, kanıyorum. biraz da ağlıyorum. çok sigara içiyorum. saçlarım ıslakken sigara içmek için çıkıyorum balkona. biliyorum, ertesi gün hasta olacağımı. artık kendime iyi bakmanın yanından bile geçmiyorum. bir dal sigara uzatıyorum sana. gel yanıma, yak sigaranı. konuşacak çok şey birikti içimde. mesela vazgeçişin eşiğindeyim. ellerimi koyacağım hiçbir yer yok. gözlerim doluyor ama gökyüzü artık bana yasak. yeri izliyorum öylece. biraz sarsılıyor bedenim, karanlık sokağın ortasında. bir kaç hıçkırık sesi yankılanıyor. kaynağı benim kanayan dudaklarımın arası. mesela bu aralar çok kanıyorum. içimdeki yaralar kabuk bağlamaz oldu. her gece yeni bir jilet izi ağırlıyorum bedenimde. susma ve gülümseme. ağlayacaksan ağla hâlime. acıyacaksan acı. bir hastahane koridorunda haykırma adımı. ellerin soğuk bedenime uzanmasın. ah'lar ağacı konuşmuyor artık. soğuk zemin bana kollarını açtı. bir kaç gözyaşı akıyor gözlerimden. merak etme iyi olacağım. her zaman oldum. gün doğacak ve ben, her şeyi bir kenara bırakacağım. gece olunca yine başa döneceğim. biliyorum. çok hastayım. çok acıyor. şimdi, bitir sigaranı. kalk, git. ardına bile bakma. ben fırtınadayım. dinmez ve bitmez. sus. konuşacak bir şey kalmadı.
90 notes · View notes
otopsicireisso7 · 1 month
Text
"Ben geç kalmayı hayat felsefesi haline getirmiş bir kadınım.Sana da geç kaldığımın farkındayım.Ama inan ki ilk kez bunu bilerek yapmadım.Senin gibi bir adam��n varlığından haberdar olsaydım yıllar önce doğar, sana yıllar önce rastlar, yıllar önce.. bilmiyorum.Sen ki başını dizime yaslayıp geçmişteki tüm hatalarını anlatırken sesi çatallaşan adam.Seni sevmemek mümkün mü? Seni bir anne şefkatiyle saramayacak kadar yorgun bir kadın olduğum için üzgünüm.Üzgünüm bu kadar geciktiğim için.Benden önce başka kadınların hayatına girip seni bu kadar yıpratmalarına, ağlatmalarına müsaade ettiğim için üzgünüm.Donuk bakan gözlerin için üzgünüm.Göğsünde bir cenin gibi kıvrılıp uyuyamayacağım her gece için de üzgünüm.Sana bu mektubu bir tren garından yazıyorum.Yollar mıyım ya da sana ulaşır mı bilmiyorum.Tek bildiğim hayatın beni her zaman ötelediği ve sana afilli bir veda etmem gerektiği.Evet.Gidiyorum.Bundan böyle bir kabusla çarpıştığım gecelerde ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yok.Yalnız uyanacağım, arayacağım kimsem de yok."Sırtından kalçalarına dek bir şelale gibi dökülüyor." dediğin saçlarımı da kestim.Üzgünüm.Bir kadın gidişinin bileti olarak saçlarını kesermiş.Yalnız kadınlar kendi kendini teskin eder demişti annem, üç yıl evvel yani ölmeden önce.O da yalnız bir kadındı.Bize rağmen.Biliyor musun ben çok adam incittim.Daima içimden geçeni söyledim."İçi dışı bir." deyimini biraz fazla benimsedim belki bilmiyorum ama nazik olmak için süslü cümleler kuramadım hiç.Yalancılığın nezaket adı altında pazarlanmasından hep nefret ettim.Ben buyum işte.Doğru söyleyen, dokuz köyden kovulan, bunu zerre umursamayan, kendi dünyasını inşa eden bir kadın.İnsanlar beni çok yaraladı.Bunu yaparken yüzleri kızarmadı, gocunmadı hiçbiri.Ben en azından dürüstlükle incitiyorum.İncitmenin bile bi' onuru olduğuna inanıyorum.Mektubun bu kısmının seninle ilgisi olmadığını düşünebilirsin ama yanılıyorsun.Ben inşa ettiğim dünyaya yalnızca seni dahil etmeyi diledim bugüne kadar.Olmadı, olmayacak.Bu yüzden kendi dünyamı terk ediyorum.Dünya ancak ölürken terk edilmez, endişelenme, ölmüyorum.Sadece kendime yeni bir gezegen aramak için yola koyuluyorum.Güzel gülüyorsun, bunu çok harcama olur mu? Bir de basit kadınlar uğruna şiir yazma.Benden sonra bir kadına şiir okuyacaksan mesela, bu çocuğunun annesi olsun en azından.Hayatını adayacağın kadına içini aç.Meyve soyarken yanlışlıkla el kayması sonucu oluşan küçük bir bıçak izi gibi kadınlarla değil de jilet izi gibi geçmeyecek olan kadınla uyu mesela.Gözüm arkada kalmasın bu açıdan.Seni doğru bir kadının yüreğine emanet ettiğimi bileyim.Bana sık sık yaz diyebilmeyi isterdim.Ama adresimi öğrenmene müsaade etmeyeceğim.Biliyorum ki gelirsin.Biliyorum ki "Zaten geç kaldığını söylüyorsun, şimdi nasıl gitmekten söz edebilirsin?" der ve zorla geri getirirsin.Ah, göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm.. geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir.Hayatın olmayı dilerdim."
6 notes · View notes
ruhumolu · 10 months
Text
18.06.23
Bu gün herşey bitmisti benden tek kalan mosmor gözaltıları ıslak kirpikler her zerrem ölümü bekliyordu,ama bı türlü ölemiyordum stres baskı üzüntü ve bir çok şey... Ben sandığınız kadar iyi biri değildim kardeşim benim yüzümden Melek oldu annem benim yüzümden hasta oldu ben nasıl bir canavara dönüşüm bilmiyorum bildiğim tek şey acı çekiyor olmamdı herşey zamanını bekler derlerya ben bekleyemedim zaman beni aldı ve melek oldum kollarım bileklerim jilet izi doldu annemden saklayamadim ağladı benim yüzümden daha çok hasta oldu.. keşke bu siktigimin hayatına gelmeseymisim 2 dakikalık zevk için bu siktigimin hayatına gelmemeliydim
8 notes · View notes
infazlar · 1 year
Text
kollarım hep jilet izi.
14 notes · View notes
sheisalovelygirl · 2 years
Text
https://open.spotify.com/episode/4nfkAUhLyfVfIo0Txh2uwI?si=sQ81UUc2SUO1bHp4oIIcYQ
Ben geç kalmayı hayat felsefesi haline getirmiş bir kadınım. Sana da geç kaldığımın farkındayım. Ama inan ki ilk kez bunu bilerek yapmadım. Senin gibi bir adamın varlığından haberdar olsaydım yıllar önce doğar, sana yıllar önce rastlar, yıllar önce.. Bilmiyorum. Sen ki başını dizime yaslayıp geçmişteki tüm hatalarını anlatırken sesi çatallaşan adam. Seni sevmemek mümkün mü? Seni bir anne şefkatiyle saramayacak bir kadın olduğum için üzgünüm. Üzgünüm bu kadar geciktiğim için. Benden önce başka kadınların hayatına girip seni bu kadar yıpratmalarına, ağlatmalarına müsade ettiğim için üzgünüm. Donuk bakan gözlerin için üzgünüm. Göğsünde bir cenin gibi kıvrılıp uyuyamayacağım her gece için de üzgünüm. Sana bu mektubu bir tren garından yazıyorum. Yollar mıyım ya da sana ulaşır mı bilmiyorum. Tek bildiğim hayatın beni her zaman ötelediği ve sana afilli bir veda etmem gerektiği. Evet. Gidiyorum. Bundan böyle bir kabusla çarpıştığım gecelerde ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Yalnız uyanacağım, arayacağım kimsem de yok. “Sırtından kalçalarına dek bir şelale gibi dökülüyor” dediğin saçlarımı da kestim. Üzgünüm. Bir kadın gidişinin bileti olarak saçlarını kesermiş. Yalnız kadınlar kendi kendini teskin eder demişti annem, üç yıl evvel yani ölmeden önce. O da yalnız bir kadındı. Bize rağmen. Biliyor musun ben çok adam incittim. Daima içimden geçeni söyledim. “İçi dışı bir” deyimini biraz fazla benimsedim belki bilmiyorum ama nazik olmak için süslü cümleler kuramadım hiç. Yalancılığın nezaket adı altında pazarlanmasından hep nefret ettim. Ben buyum işte. Doğru söyleyen, dokuz köyden kovulan, bunu zerre umursamayan, kendi dünyasını inşa eden bir kadın. İnsanlar beni çok yaraladı. Bunu yaparken yüzleri kızarmadı, gocunmadı hiçbiri. Ben en azından dürüstlükle incitiyorum. İncitmenin bile bir onuru olduğuna inanıyorum. Mektubun bu kısmının seninle ilgisi olmadığını düşünebilirsin ama yanılıyorsun. Ben inşa ettiğim dünyaya yalnızca seni dahil etmek istedim bugüne kadar. Olmadı. Olmayacak. Bu yüzden kendi dünyamı terk ediyorum. Dünya ancak ölürken terk edilmez, endişelenme, ölmüyorum. Sadece kendime yeni bir gezegen aramak için yola koyuluyorum. Güzel gülüyorsun, bunu çok harcama olur mu? Bir de basit kadınlar uğruna şiir yazma. Benden sonra bir kadına şiir okuyacaksan mesela, bu çocuğunun annesi olsun en azından. Hayatını adayacağın kadına içini aç. Meyve soyarken yanlışlıkla el kayması sonucu oluşan küçük bir bıçak izi gibi kadınlarla değil de jilet izi gibi geçmeyecek olan kadınla uyu mesela. Gözüm arkada kalmasın bu açıdan. Seni doğru bir kadının yüreğine emanet ettiğimi bileyim. Bana sık sık yaz diyebilmeyi isterdim. Ama adresimi öğrenmene müsade etmeyeceğim. Biliyorum ki gelirsin. Biliyorum ki “zaten geç kaldığını söylüyorsun, şimdi nasıl gitmekten söz edebilirsin!” der ve zorla geri getirirsin. Âh, göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm.. Geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir. Hayatın olmayı dilerdim. Sana son olarak bir şiirle veda edeceğim;
“..
Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı'ya:
Olanlar oldu Tanrı’m
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı'nın arkasına saklansam.
O kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Âh dedim sonra, âh!”
32 notes · View notes
sahipsizmektuplar · 2 years
Text
10 Temmuz 2022
Tarihleri tükenmezle yazıyorum çünkü burada yazılanlardan daha çok, onlar iz bırakıyor. Silinmemesi dileğiyle...
Only Love Can Hurt Like This- Paloma Faith
"Sadece aşk böyle acıtabilir..."
12.12, 🕯️
Seni çok özlüyorum... Canım acıyor, seni istiyorum. Müzikler dinliyorum ama daha da mı acıtıyorlar bilmiyorum. Gelmeni istiyorum ama haramdan çekiniyorum. Biraz zor günler geçiriyorum. O kadar uzun zaman olmuş ki eski güzel yazımı bile unutmuşum, nasıl yazacağımı. Bayramları hep küs geçirdik, yakışıyor mu bize? Acaba diyorum Allah bizden razı olmadı diye miydi bunlar? Nerede hata yaptık ki?..
Boşver bunları sen.
Gelecek misin?
Kendini hatırlatıp kaçıyorsun geri mağarana. Ben de bekliyorum, ufacık bir sesi duyabilmek için debeleniyorum. Fakat seni duyamıyorum kendi sesimin gürültüsünden. Beni anla, beni duy, bana geri dön diye sesim hep gür. Yanlış yapıyorum, değil mi? Peki...
Bir sene öncesine dönüp kendime sorsam şu an ki ben'e şaşırır. Sen gittikten sonra böyle içim acıyarak yazılar yazacağımı bilmiyordum. Hatta bir gün gidebileceğinin ihtimalini bile bilmiyordum. "Ben gitmem" demiştin. Bu sefer gerçekten inanmıştım ya birisine. Ama anlamam gereken tek bir şey varmış bu cümleden; "ayrılsak bile kalbinden gitmem, kalbimi terk etmene izin vermem". Umarım kalbinde hep hüküm sürerim. Umarım sende yanlışlıkla kayma sonucu oluşan meyve bıçağı yarası gibi değil de, jilet izi gibi geçmeyecek bir yara olmuşumdur. Umarım kalbinin tek sahibi olmayı hak edecek biriyimdir, çünkü usta bir sanatçısın; ellerin mükemmel, gözlerin mükemmel, sen mükemmelsin. Aşık olamam diyen beni kendine deli ettin; senin eserinim ve sen usta bir sanatçısın işte. Umarım... Umarım hayatında yaşamak isteyip de yaşayamadığın mutluluğun olabilmeyi başarabilmişimdir. Unutama beni.
Gök gürledi şimdi. Bu gök gürültüsü gibi; kalbine düşen bir yıldırım parçası, geceleri uyutmayan gürültün olayım lütfen. Beni iyi hatırla...
11 notes · View notes
taekooksblueside · 1 year
Text
"jilet izi bile gecer ama kalp yarasi gecmez"
2 notes · View notes
kahredenhayatlarr · 10 months
Text
Hala mı anlamadın beklediğimi?
4 notes · View notes
bbmusic81 · 2 years
Text
geçmişte bıraktım sanmayın orda vardır bir parçam bir ordayım , bir burdayım;bir jilet gibi acısı gider izi kalır!
4 notes · View notes
girifit · 1 year
Text
şimdi karaladığım onlarca satırı siktir et. ben sana hiçbir zaman konuşmadım ve anlatmadım. oturmadık bir bank köşesine. ağlamadım. ağlayacaksın, dediler. hayır, ağlamayacağım dedim. kalabalık ortamda yapayalnız hissettim, yine de sana yazmadım. ben hep kaçtım. konuşmadım. hep sustum. gözlerime bakmalarına bile izin vermedim. üç beş nefes çektim sigaramdan, yoldan geçen arabaları izledim. titreyen ellerimde sigara düşmek üzereyken her şeye inat dudaklarım sigaraya sarıldı. ben hep benliğimi kaybettim. öyle çabaladım dediğime de bakma. hiç içimden gelerek çabalamadım ben. istemedim, yapmadım. girdiğim hastane odasında söylenen sözleri hiçbir zaman sana tüm doğruluğuyla anlatmadım. hep sakladım bir şeyleri. hep saklandım. durgunsun dediler, yüzüme bir gülüş kondurup şakalar yaptım. sen beni siktir et. bir çukurdayım ve çıkmıyorum. bak, çıkamıyorum değil çıkmıyorum. acıdan kıvranırken bedenim sana sarılmadım hiç. sarılmaktan korktum. şimdi gideceğim. ve son kez yazıyorum satırlarca. hep böyle olur, bilirsin. içimdeki sikik umut yok. öldürdüm kendimi. ellerimdeki sigara kendime zarar vermek için. sen pek bilmezsin aslında. bir sokakta kayboldum ben. girişi, çıkışı belli ama ben kayıbım. dudaklarım arasından çıkan dumanı izliyorum. sana yemin ederim, biliyorum. ben güçsüzün tekiyim. sikiğin biriyim. "şimdi yaşlarını sil ve ayağa kalk. ağlayanları kimse sevmez." komik, değil mi? bunlarla büyüdüm ben. ağlama ulan. siktir et işte. öl. geber. kimin umrunda. buz gibi soğukta otur saatlerce. ellerin uyuşsun. tenin kızarsın. teması kes. yazılarımı siktir et. saatlerce ağladım. siktiğimin lavabo köşelerinde çenemden süzülen kanı ağlayarak sildim. aynada bir yaratık gördüğüme yeminler ettim. ama sana söylemedim. biliyorum, sen anlamazsın. şimdi siktir et beni. ben yaşadım yıllarca bu şekilde. yine yaşarım. ama olay ne biliyor musun, yaşamak istemiyorum. düştüğüm çukurda her geçen gün ölürken sen bana anlat diyorsun. ama ben nasıl anlatılır bilmiyorum. nasıl veya nereden başlayarak anlatacağımı bilmiyorum. ve biliyorum, ben anlatırım sen ağlarsın. sonra kalkar gidersin. beni anlarsan eğer benden nefret edersin. ben bir tek bunu biliyorum. ben kendi nefretimi taşıyamazken omuzlarımda, senin nefretini nasıl taşıyayım. işte bunu bilmiyorum. biraz daha nefret öldürecek beni. anlatmadım ve anlatmayacağım. yeri gelecek görecekler yaşlara boğulduğumu. ben omuzlarına çarpıp gideceğim yanlarından. jilet izi gibi kalıcı bir gidişim var. ve olacak. sızısı geçse de izi kalacak. şimdi bana bak. akmış makyajıma, kanlanmış gözlerime. bana bak, kaçırma gözlerini. bu benim eserim. geçmişin acısını taşıyamadım. kaldıramadım hiçbir şeyi, kendimi bile. ilacın artan dozunu yuttum. her şeyimi kaybettim. ben kendimi kaybettim. şimdi. git.
86 notes · View notes
1-ruhubozuk · 2 months
Text
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ya bende eskisi gibi kesmicem. tiyatroyu bırakıyorum. ne kadar vücudumda boş yer varsa her yeri jilet izleriyle doldurcam. ceza değil bu, bu hale gelişimizin bir izi olacak.
1 note · View note
1akeyblog · 1 year
Text
Derin Olmayan Jilet İzi Nasıl Geçer Evde?
Derin Olmayan Jilet İzi, genellikle kızgınlık ve öfke halindeyken kola, bacağa veya vücudun farklı bir bölgesine atılan faça nedeniyle oluşur. Özellikle gençlik döneminde bu tür hareketler, sıklıkla görülebilir. Oluşan yaralar küçük olmasına rağmen, doğru şekilde müdahale edilmediğinde, kalıcı ize yol açabilir. İşte faça izi nasıl geçer evde sorusu da, tam olarak bu nedenle sorulur.
kaynak: https://bilimkulubu.com/derin-olmayan-jilet-izi-nasil-gecer-evde/
0 notes
ihsaniye · 1 year
Text
jilet yiyen kız ya da devrim yolunun iyi photoshop’tan geçmesi
Tumblr media
beni tanıyan dostlarım bilir ki, aktivizmle uzaktan yakından alakam yoktur. belli politik ideallerim olsa da bunları gerçekleştirmek için genelde hiçbi şey yapmam, ama yapana da engel olmam. olsun diye en çok uğraştığım şey muhtemelen iett’nin yaptığı, ancak ekrem imamoğlu’nun başkan olmasıyla yapmayı bıraktığı oyuncak çekilişlerinin geri gelmesiydi; onu da her hafta iett’yi etiketleyip tivit atarak alnımın akıyla başardım. allahın bi yerden alıp bi yerden verişi olarak yorumlanabilecek bi şekilde, aktivist olmayı başaramasam da teoride fena değilimdir. yani iyi düşünürüm, ama gerçekleştirmem. hiç unutmam; lisedeki futbol takımımızda yıllarca kalecilik yaptıktan sonra geçirdiğim bir omuz sakatlığı sonucu eldivenlerimi bırakmam gerekmişti, ve ben de daha uygun bir pozisyon olacağını düşünerek forvete geçmiştim. yeni pozisyonumdaki ilk maçımda, havadan gelen bi pası ayağımın tersiyle önüme almak gibi manyak bi hareket yapmaya yeltenmiş, ancak fizik kurallarıyla ters düşmem sonucu, ters takla atarak kendimi yerde bulmuştum; hem topu kaybetmiş, hem de iyi giden atağı mahvederek takım arkadaşlarıma rezil olmuştum. sorun farklı değildi: düşüncem iyiydi ama yine uygulamada sıçmıştım. yerden kafamı kaldırdığımda kaptanımız hakan’ı şaşkın gözlerle yanıma gelirken gördüm. elimden tutmasını, beni kaldırmasını ve sonra popoma vurarak gidişimi izleyeceğini hayal ediyordum. ancak hayaller, sevgili dostlarım, gerçeklerle her zaman barışmayabiliyor: zira hakan o gün ne elini uzattı ne de popoma vurdu. gelip “ihsan, sen bu oyunu kaleden izleye izleye öğrenmişsin, ama siktir git sahada zaten 7 kişi var” dedi ve uzaklaştı. tepkimi göstermek için sahadan çıkarken topa son bi vuruş yapıp kaleye sokmaya çalıştım, ancak top yan okulun bahçesine uçtu ve ben de kaçarak halı sahadan çıktım. üstümü değiştikten sonra yoldan bir çiğ köfte dürüm aldım ve eve doğru yürümeye başladım. yürürken olanları düşünüyor, bir gözden geçirme yapıyordum. tahmin ediyorum ki hakan’ın bu sözlerinden alındığımı ya da kalbimin kırıldığını filan düşüneceksiniz sevgili dostlarım; ama tam aksine, hakanın teorik bilgime yaptığı övgüyü düşündükçe çiğ köfteyi daha bir iştahla yiyordum. sonuçta futbolu kafamda çözmüştüm, oynamasam ne olurdu. sözün özü, hayatımın her alanında kafamdaki planı kusursuz kurabilsem de onu gerçekleştirmede hiç başarılı değilimdir. bana o kafamın içindeki hali yeter çünkü, potansiyelken mükemmeldir ve pratiğe dökme işi artık angaryadan başka bi şey değildir. bunları bu kadar kolay söylediğimi görüp de, kendimle ilgili bu yargılara hiç sorgulamadan ulaştığımı sanmayın, zira hikayemin konusu tam da bununla ilgili.
gayet güzel bir bahar sabahında, bi kampüsteki dersimden çıkmış, öbür kampüsteki dersime hızlı adımlarla giderken, kampüs meydanında bi eylem olduğunu gördüm. her zaman yaptığım gibi, eylemdekilere birkaç saniye boyunca “evet sizi onaylıyorum ama vaktim yok, derse yetişmem gerek” bakışı attıktan sonra yoluma devam ettim. ancak tam bu anda aklıma içi boş olan suluğum geldi ve onu doldurmak üzere, üniversitemdeki en sevdiğim şeylerden biri olan su sebiline vardım. suluğumu bedava suyla doldururken bakacak bir şey bulamayıp tekrar kafamı eyleme çevirdim, ve izlemeye başladım. renkler, sloganlar, afişler her zamanki gibiydi; ÇİRKİN. bundan önce gördüğüm eylemlerden hiçbir farkı yoktu. ancak farklı olan bi şey vardı, eylem sözcüsünün tam arkasında duran kızıl saçlı afet. size onu tam olarak tarif edebilir miyim bilmiyorum, ama şunu diyebilirim ki onu gördüğüm an kafamda ahmet kaya’nın “jilet yiyen kız” şarkısı çalmaya başlamıştı: saçları şıra köpüğü desem, kaşları bıçak izi kırmızı. işte o, böylesine bir kadındı. ve sonumuz kuşkusuz cehennem olmalıydı. bu düşüncelerle ona kitlenmişken elimin ıslanmasıyla irkildim, onu izlerken suluğumu taşırmıştım. artık dolu olan suluğumdan bi yudum aldım ve “dersin g.tüne koyayım” diyerek eylemin etrafındaki çembere katıldım. onunla mutlaka tanışmalı, en azından instagram’ını bulabilmek için etraftaki tanıdıklarımı kestirmeliydim. kaderin cilvesi mi dersiniz, yoksa yalnızca bir tesadüf mü bilmem; eylemcilerin halaya durmasıyla beklediğim fırsatı çok geçmeden elde ettim.
halaydan ve sonrasından detaylıca bahsetmeme gerek yok. sadece şunu diyebilirim ki, kardeş türküler eşliğinde çekilen bu halay sadece ideolojik bir halk dansı değildi, jilet yiyen kız’la tanışmam için gereken duble yollu, sıfır asfaltlı, yap işlet devlet modeliyle inşa edilmiş bir köprüydü. serçe parmaklarımızın birbirine dolandığı bu ahenkli rakstan sonra, jilet yiyen kız artık sadece bir telefon uzağımdaydı. gece gündüz onu düşünüyor, whatsapp fotoğrafını zoomlayıp bırakıyor, kampüsün neresinde bir kalablık sesi duysam, kırmızı kolsuz üstü slogan yazılı atlet gibi olan eylem şeyi giyen insan görsem gözlerim onu arıyordu. böyle böyle günler geçti, ancak ilerleme kaydettiğim söylenemezdi. bu günlerde ona birkaç defa haftalık keşif listemden beğendiğim şarkıları atsam da, aldığım yanıtlar hiç onun da bana yanık olduğunu gösterir türden değildi. “iyiymiş”, “güzelmiş” gibi çok sıkıcı yanıtlar veriyordu. ama buna rağmen, bir insan sarrafı olan ben, onun bir “dry-texter” ya da kurumesajcı olabileceği düşüncesine sarıldım; bu demek oluyordu ki bu iş mesajlaşmakla olmayacaktı. onu mutlaka yüz yüze görmeliydim. bir akşam vakti cesaretimi topladım ve ona “haftasonu uygunsan buluşalım mı” diye mesaj yazdım. ben hamlemi yapmıştım ve artık oyun sırası ondaydı. çok geçmeden bana haftasonu kadıköy’de eylem olduğunu, örgütçe orada bulunmalarını gerektiğini söyledi. ben de buna kırılmadığımı ve onu onayladığımı belli edercesine “ok iyi eylemceler :))” şeklinde şakalı bir mesajla yanıt verdim. bunu ona belli etmesem de mesajı okuduğum gibi leonard cohen dinlemeye başlamıştım. ancak jilet yiyen kız, “istersen sen de gelebilirsin” diyerek beni de eyleme davet edince, yine kalbimden vurulmuştum. halayda gerçekten onu etkilemiş olmalıydım. leonard cohen’i durdurdum ve hemen “this is kardeş türküler” playlistini açtım. fırsat bu fırsattı, her ne kadar aktivist olmayan bir insan olsam da, işin ucunda jilet yiyen kız vardı ve vakit, halay vaktiydi.
eylem yerine vardığımda vakit kaybetmeden metreler öteden gözüme kestirmiş olduğum o’nun yanına gittim. bana döndü, “aa hoşgeldin” dedi ben de “hoşbuldum” dedim. tam nasılsın diye soracakken elime beyaz fon üzerine büyük puntolar kullanılarak siyah renk times new roman’la yazılmış “kahrolsun”lu çirkince bir pankart tutuşturdu, ve “seni gördüğüme sevindim” dedi. ve daha benim “bu ne böyle yaa, daha renkli bi şeyler yok muydu” dememe kalmadan kalabalığın içinde kayboldu. sloganlar, pankartlar, polis müdahalesi derken yaklaşık bir saat sonra eylem bitmişti. elimde pankartla kalakalmıştım, daha kötüsü jilet yiyen kızı yarım saat önce gözden kaybetmiştim ve kadıköy’ün yabancısı olduğum için ne yapacağımı da bilmiyordum. sessizce oradan ayrılmaya yeltenmiştim ki, birinin beni adımla çağırdığını duydum, bu elbetteki o’ydu. beni birer bira içmeye davet etti; bira içerken bizden, okuldan, sosyalizmden konuştuk. “devrim” dedi kafa salladım, “lenin” dedi gözlerimle onayladım, “marks” dedi “katı olan her şey buharlaşıyor abi” dedim ve tırt kişiliğimi ondan gizlemeyi başardım. sabırsız okuyucularım için o gecenin devamını özetlemem gerekirse, diyebilirim ki birbirimizin yasak bölgelerine indik, tüyleri ısırgan kırmızı.
bu ateşli gecenin sabahında zengin bir kahvaltıdan sonra bana “seni bir yere götürücem bugün, sürpriz” dedi ve yeniden kadıköy sokaklarına koyulduk. ben az bilinen süper bi kafeye filan gidicez diye beklerken, beş dakikalık yürüyüş sonrası bir börekçinin önüne gelmiştik. börekçi de olsa sevdiceğimin beni getirdiği bir börekçiydi, bunu hemen romantize etmeliydim: “beni börekçiye mi getirdin çenn” diyerek onu öpmeye eğildim, ancak büzüşmüş dudaklarımı karşılıksız bırakarak eliyle “özgür sosyalistler” yazan tabelayı işaret etti; camda bir sosyalizm semineri duyurusu asılıydı, anlamıştım ki sevdiceğim beni davasıyla tanıştırmak istiyordu. sosyalizmi belgesellerden takip eden ve marşlarla, kocaman meydanlardaki kızıl bayraklarla filan bilen ben, dernek binasına girdiğimde adeta şoke olmuştum.
halkların devrimini ateşleyecek, bizi kapitalizmin boyunduruğundan kurtaracak örgütün merkezi biri çay ocağı olan iki odadan ve diğer odadaki beyaz plastik sandalyelerden oluşuyordu. sosyalizm zor zamanlardan geçiyor olmalıydı. jilet yiyen kız elime karton bardakta çay tutuşturdu ve birlikte semineri dinlemeye başladık. semineri veren insan altmışlarındaydı ve yazları ananemlerin yanına, kayseriye gittiğimde karşılaştığım yaşlılardan tek farkı yıllar boyu tütüne maruz kalmaktan sararmış, levent kırca bıyıklarıydı. sizlere yalan söyleyecek değilim dostlarım, konuşmacının sık bıyıklarını delice kıskanmıştım; köse olmasam da bıyıklarım her zaman seyrek çıkmıştır ve hep böyle bıyıklara özenmişimdir. bıyık güzeldi, ancak geri kalan her şey bana babamların köyünün kahvesini hatırlatıyordu. artık konuşmayı dinleyemiyor, insanları ve odayı inceliyordum. bizim yaşlarımızdaki birkaç gencin dışında dinleyicilerin hepsi 60larındaydı ve birçoğu sandalyelerinin yanlarında boş karton bardaklarla uyukluyordu. derneğin kaloriferi de yoktu ya da çalışmıyordu, o yüzden herkes içerde montlarıyla duruyordu ve bu çok çirkin bir görüntü oluşturuyordu; dedemin her zaman dediği gibi, bazen sarımsağın seyreği sıkından iyidir ya da mont dışarda güzeldir. insanların durummu böyleydi, duvarlarda ise a4 kağıtlara renksiz olarak anlaşmalı ozalitçilerde bastırılmış, sosyalizm önderlerinin düşük çözünürlüklü resimleri, ve aynı eylemdeki gibi kötü fontlarla yazılmış sloganlar yer alıyordu. sosyalizmin grafik tasarımla alıp veremediği neydi anlamıyordum, bu pankartlar kimin elinden çıkıyordu? acaba sosyalizmi içerden sabote eden birileri mi vardı? ya da grafik tasarım bir burjuva alışkanlığı mıydı? gördüklerimle çok fena öfkelenmiştim, yerimde duramıyordum. sevdiceğime dönüp “bu ne hal papatyam, kremlin meydanı’ndan, stalingrad’dan bu hale nasıl geldik!” dedim. biraz sesli söylemiş olacağım ki, tüm derneğin dikkati üzerimde toplanmıştı.
bu benim anım olmalıydı. yavaşça ayağa kalktım ve sesimi olabildiğince kalınlaştırıp, “bu ne hal yoldaşlar, devrim jpg’ci olmuş png’ye düşman! bu marks’ın hali ne, pikselleri sayılıyor; bu halka bir renkli kartuşu bile fazla mı gördünüz? hadi onu geçtim times new roman ne ya, paper mı yazıyoruz? devrim yapıyoruz, devrim!” diye, motivasyonel bir konuşma gerçekleştirdim. ben konuşmamın herkesi gaza getirmesini, içlerindeki devrim aşkını ateşlemesini beklerken; kulaklarımda odaya hakim olan huzursuzluğun sessizliğini duyuyordum, çıt çıkmıyordu. bunun belki de bir değişimin işaretçisi olduğunu düşünerek sözlerime devam etmeye çalışsam da, çok geçmeden anladım ki, bu huzursuzluğun sebebi bendim. sessizce yerime oturdum, biraz şiddetli oturmuş olmalıyım ki plastik sandalyem kaydı ve kendimi yerde buldum. herkes beni izliyordu ama kimse kaldırmak için bile yanıma gelmiyordu. kafamı jilet yiyen kız’a çevirdim ama o bile beni tanımazlıktan geliyordu. artık burada istenmediğimi anlamıştım, sanırım devrim, konu grafik tasarım olduğunda eleştiri kabul etmiyordu ve istenmediğim yerde duramazdım. son kez o’na döndüm ve “katı olan her şey buharlaşıyor, ama benim sana olan aşkım asla, terket buraları benimle gel jilet yiyen kız, seninle aşk devrimi yapalım, aşk” diyerek son kez şansımı denedim. ancak o bana bakmak için kafasını bile çevirmedi. kaybetmiştim. times new roman yine kazanmıştı. yoldan çiğ köfte aldım ve eve yürümeye başladım. anlamıştım ki devrim de diğer her şey gibi kafamdayken güzeldi. spotify’dan leonard cohen açtım ve çiğ köftemi yemeye başladım.
1 note · View note
merttorgay · 2 years
Text
0 notes