Tumgik
#etnisite
yfs-t-t-2623 · 2 years
Link
Etnik kimlik nedir nasıl tanımlanır -  Türkiye'de birileri farkında olmadan ABD'ye hizmet ediyor, neden mi? sloganlardan oluşan bir kültüre alıştırıldılar ve analitik zeka yetilerini kaybettiler, bu yetileri gasp edildiği için kavram kargaşası içinde yok olup gitmişler  de ondan, danıştay 8.Daire tarafından verilen “Andımız” kararıyla başlayan tartışmalar, tek bir düzlem üzerinde tartışılıyor ve 2013 yılında kaldırılan “Andımız”ın nasıl sinsi bir planın parçası olduğu gerçeğinin de üzeri örtülürken tartışmanın merkezi, “Bir Etnik Kimliğin başka bir Etnik Kimlik üzerindeki tahakkümü” olarak yansıtılıyor. Etnik Kimlik nedir? Bir çoğumuz bunu  dahi bilimsel olarak bilmiyoruz! Gelin andımız tartışmalarına biraz farklı bir noktadan bakıp bu tartışmaların neden yaşandığını, “Andımız”ın kaldırılmasıyla aslında nelerin planlandığını hep birlikte anlayalım. Lakin önce “Etnik Kimlik nedir?” bu soruya cevap vererek başlayalım. Temelde, başta ;Dil ve dini inanç olmak üzere.Soy/köken.Töre.Bir toplumun gelenek ve benzeri öğelerin belirleyici olduğu kültürel olgulara, “Etnik Kimlik” adı verilir. Etnik kimliği belirleyen ögelerEtnik Kimliği” belirleyen, “Bakış açısıdır. Yani.Bir toplumun kendi kimliği ile ilgili yine kendi benimsediği, kendisini Ne Kim.Olarak görmesidir. Bireyin içinde doğduğu ailenin, içinde yetiştiği çevrenin, kültürel değerlerin ve çevresinin kimlik olarak kendisine bakışıdır. Etnik kimliğin ölçütü tamamen grubun kendi kabulü olurken belirleyici etmen, grubu oluşturan bireylerin de özgür iradeleridir. Şimdi bu bilimsel tanım doğrultusunda net olarak anlaşılan bir şey vardır ki; O da, “Etnik Kimlik” olgusu.Etnik kimlik doğuştan kazanılan bir nitelik, ırki, genetik veya biyolojik bir özellik değildir. Bu sebeple, “Etnik Kimlik”, kültür ortamının özelliğine göre değişebilir. Nasıl mı diyeceksiniz ? Hemen bir örnek vererek açıklayayım… Şimdi güney Amerika denildiğinde aklımıza ilk olarak .Mayalar.İnkalar gibi yerli halk ile .Afrika kökenliler.İspanyollar ve Portekizliler gelir. Bugün baktığınızda ise  Güney Amerika halkının neredeyse tamamı, “Melez” olduklarının farkında olmalarına rağmen kendilerini ülkelerinin ulusal kimlikleriyle tanımlarlar. Meksikalıların ana dili İspanyolca,.Brezilyalıların ana dili Portekizcedir! Bu işin en temel sebebi.Etnik Kimliğin dışarıdan algılanan en önemli göstergesinin o ülkede kullanılan “Dil” olmasıdır. Ortak dil kimlik için yeterli midir ?Tek başına yeterli değildir elbette.Hatta  farklı “Dilleri” kullanan farklı kökene sahip olan alt grupların varlığı da ortaya çıkabilir. Adige.Abzah.Balkar.Karaçay gibi .Etnik Grupların kendilerini “Çerkezler” olarak tanımlamaları gibi. Saydığımız  grupları “Çerkez” üst kimliği altında toplayan ise ortak özelliklere sahip bir coğrafyanın kültürünü paylaşmalarıdır.İlaveten Çarlık Rusyası’na karşı verdikleri ortak bağımsızlık mücadelesidir. Aynen , “Milli Mücadele” sırasında Osmanlı Devleti çatısı altında yaşayan ve Emperyal güçlere karşı bağımsızlık mücadelesi vererek işgal edilmiş topraklarını geri kazanmak için ortak kaderi paylaşan .Kürtlerin.Lazların.Boşnakların.Çerkezlerin, Bağımsızlığımızı kazanmamızla birlikte kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çatısı altında toplanıp kendisine ;Ulusal Kimlik yani “Üst Kimlik” olarak Türklüğü. Kabul etmeleri gibi. Tam da  bu noktada karşımıza çoğu kez yanlış tanımlanan ve kavram karmaşasına neden olan “Üst Kimlik” olgusu çıkmaktadır. Üst Kimlik .Bir toplumda aynı kökene sahip diğer  alt Grupların ana kimliği olarak tanımlanmakta. Şimdi tanım şekli bu olunca;Türklük Üst Kimliğinin içi de;Özbekler.Azeriler.Kırgızlar.Türkmenler.Kazaklar vb.Alt Kimlikler ile doldurulmakta. Oysa.O toplumun üst Kimlik olgusu, yukarıda da örnek verdiğim şekliyle.Aynı coğrafyayı ve kaderi paylaşan, benzer kültürlere sahip olan, tarihi paylaşımları aynı olup aynı kaderi yaşayan ve farklı dilleri konuşan  grupların temsili kimliği olarak da kullanılmakta. Birden farklı dili konuşan ve farklı etnik Gruplara” mensup kişilerin.Vatandaşlık” bilinciyle temsili olarak benimsedikleri.Üst Kimlik.Aynı zamanda da Siyasi anlamda bir “Üst Kimliği” tanımlamış olur. Bu kimlik.Bu gün baktığımızda dünyadaki tüm “Ulus Devletler”de ülkenin kurucu egemen unsurunun kimliği olarak karşımıza çıkar. Fransa’da “Franklar”.Almanya’da “Carmen/Germenler” gibi. Anayasa da Türk tanımıTürkiye Cumhuriyeti Anayasasının 66. Maddesinde bizim devletimizin adı .Türk Devleti. Bu devlete Vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese de .Türk .Adı verilmiştir. Bu tanım.Etnik olarak değil.Aynı sınırları ve belli toprak parçasını ortak amaca ve ortak geçmişe sahip olarak paylaşan insanları tanımlamak için kullanılan :Vatandaşlık. Kavramı üzerinden yapılmıştır. Vatandaş” kavramının içini dolduran.Kürt'tür.Laz'dır.Boşnak'tır.Çerkez'dir.İlaveten de bu “Etnik Grupları” aynı çatı altında toplayan.Kendisine “Vatandaşlık bağı ile bağlanması” karşılığında .Canlarını.Mallarını.Irzlarını.Özgürlüklerini koruyacağını Anayasal” olarak taahhüt eden devletin adına da .Türk Devleti denilmiştir. İşte ;Andımızda söylenen Türküm vurgusu .Irka.Soya.Kavme.Aşirete ait Bir “Etnik Kimliğe” değil, kendisine :Yurttaşlık bağı ile bağlanan Kürt’e Laz’a Çerkes’e siyasi anlamda “Üst Kimlik” kazandıran “Türklük” vurgusunadır. Yani.''Tek Vatan Tek Bayrak-Tek Millet” vurgusunadır. O vatanın adı “Türkiye Cumhuriyeti” Bayrağı “Türk Bayrağı.Milleti “Türk Milleti”dir. Andımız neden kaldırıldıAmerikan CIA analisti Graham Fuller, 26.02.1990’da Cumhuriyet Gazetesi’nde kendisi ile yapılan röportajında.Kemalizm ölmüştür. Fuller devamla Türkiye artık, İslam’ın günlük yaşamdaki rolünü yeniden düşünmelidir.” derken, Aslında Türkiye’ye yönelik yapılması planlanan operasyonun amacını da daha o günlerde çok açık bir şekilde deklare etmiştir. Amerika'nın hedefinde Kemalizm adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bütünlüğünü sağlayan Atatürk İlke ve İnkılapları vardır! Kemalizmin neden hedefe alındığının cevabını veren.Yine CIA analistlerinden .Samuel Huntington olmuştur. Atatürk'ün yüzünü batıya çevirmesi hatamıHuntington’un   kitaplaştırdığı “Medeniyetler Çatışması” tezine göre.Atatürk.Çöken Osmanlı Devleti’nin yerine kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzünü, kendisini asla kabul etmeyecek olan Batıya dönerek büyük hata yapmıştır. Huntington’a göre ;Atatürk Türkiye'si yüzünü Batıya değil Ortadoğu’da İslam Dünyası’nın liderliğine çevirmeli idiHuntington’a göre asıl sorun İslam Coğrafyasındaydı ve Osmanlı Devletinin yıkılması sebebiyle bu coğrafya sahipsiz kalmıştı. Türkiye Cumhuriyeti ve halkları kuruluş aşamasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği bu yanlış stratejinin bedelini daha fazla ödememeliydi. Çünkü.Medeniyetler Çatışması” tezine göre, dünya,BatıLatin AmerikaİslamÇinHinduOrtodoksJapon ve Afrika.Olarak sekiz ana medeniyete bölünmeliydi. Bu bölünmenin  karşısında tek engel vardı .O engel de kurucu lideri Atatürk olan Türkiye Cumhuriyetiydi. Yıkılıp .Yeni Türkiye Cumhuriyeti.Olarak yeniden kurulmalıydı. Büyük Ortadoğu projesiSamuel Huntington, 1996 yılında bu tezini kitaplaştırırken.Büyük Ortadoğu projesi kavramı yine ilk kez onun tarafından ortaya atıldı. Bu günkü Ortadoğu İslam dünyasının dağınık halinden en çok ;Radikal İslamcı Gruplar” yararlanıyor .Radikal İslamcı guruplar da İsrail’in güvenliğini doğrudan tehdit ediyordu. Tam da  bu yüzden “Büyük Ortadoğu Projesi” hayata geçmeli.İnşa edilecek “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”.Dağılmış olan İslam Coğrafyasını bir araya getirmeliydi. Peki bu proje nasıl olacaktı? Bu sorunu cevabını yine  CIA analisti Graham Fuller verdi! Fuller’e göre.Ortadoğu’daki Anti Amerikancı “Radikal İslamcı” akımların önünü kesmenin tek bir yolu vardı .O da laik sistemleri desteklemekten değil.Aksine “Radikal İslamcı Partileri” küresel kapitalist sistem içine çekecek ve özlerini dönüştürecek bir yaklaşımdan geçmekteydi. Batının doğu halkları arasındaki laiklik konusundaki ısrarcı tavırları bir anlam ifade etmiyordu. Üstelik.Müslümanların gündelik yaşamlarında dini nasıl yorumlayıp uyguladıkları ;ABD’nin stratejik çıkarlarını da hiç ama hiç ilgilendirmiyordu. ABD için önemli olan;Bu ülke veya grupların Anti-Amerikancı olup olmadıklarıydı. Bop için  yapılması gereken tek bir şey vardı .O da başta Türkiye olmak üzere ;Ilımlı İslam Projesi”nin hayata geçirilmesiydi. CIA’nın bir analisti .21 Yüzyıla doğru medeniyetler Çatışması tezi altında Laik Türkiye’nin yıkılıp yerine Osmanlı ve İslami motiflere uygun şekilde yeniden kurulmasını tavsiye ederken bir diğer CIA analisti de bu yıkımın ancak “Ilımlı İslam Projesi”nin hayata geçirilmesiyle mümkün olacağını söylüyordu.1996 Yılına gelindiğindePlan yürürlüğe konur FETÖ’nün kozasından çıkarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kılcallarına sızma operasyonuna başlarRefah Partisi ve tabanının “Radikal İslamcı” olarak yaftalandığı.Tarikatların Kökten Dinci Tehdit” olarak yansıtıldığı ve ;İrticayla Mücadele” adı altında .En kritik dönemeç 28 Şubat Post Modern Darbenin hayata geçirildiği 1997 yılından 1 yıl öncesidir! Bunların hiç birisi tesadüf ve spontane gelişmedi. Ta ki İmam Hatiplerin kapatılmasından tutun .Başörtüsünün yasaklanmasına.Camiye giden cemaatin fişlenmesinden .Kuran Kurslarının “Örgüt Hücresi” sayılmasına kadar her şey planlıydı. Olayın bir tarafta inancından dolayı keskinleştirilip radikalleştirilmek istenen Müslümanlar. Diğer tarafta kendisini ;Kemalist ve Atatürkçü olarak tanımlayan laikler. Graham Fuller’in Ilımlı İslam ProjesiBu projenin rol modeli Fetullah Gülen ile hayata geçirilmeye başlanırken 28 Şubat darbesinden 1 yıl sonra FETÖ’nün ilk “Yuvarlak Masa” toplantılarını gerçekleştirdiği “Abant Platformu” kurulur. Ve ne  kadar manidar ki; 23 Mart 1998’de yapılan 1. Abant Platformu Toplantısının konusu da, “ İslam ve Laiklik” olarak seçilir. Daha sonraki yıllarda başta Türkiyeli ve AndımızEn başta olmak üzere, ulusal birlik ve bütünlüğümüze yönelik ne kadar kavram varsa, “Abant platformu” adı altında ;FETÖ ve ABD beslemesi Liberaller tarafından tartıştırılarak dejenere edilmeye başlanır . Çözüm süreci ne andımız 2013 yılına gelindiğinde İhanet süreci devam etmektedir çözüm Süreci”ne yönelik hazırlanan “Demokratikleşme Paketiyle” önce ;Andımız kaldırılır.Ardından devlet kurumlarının başında bulunan Türkiye Cumhuriyeti ifadesi. Emperyalist  ABD'nin Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü parçalamak için geliştirdiği "Ilımlı İslam Projesi"nin en önemli aparatlarıdır andımız ve T.C. Bu hainler ve bu çakalların andımız rahatsızlığı iddia ettikleri gibi "Faşizm" veya "Irkçılık" olduğu için değil! Bu hainlerin  tüm rahatsızlığı.1990'da planlanan.1993'de ilk tohumu atılan.28 Şubat ve sonrasında filizlenen ve 2013 yılında meyvasını veren .ABD  Büyük Orta doğu Projesinin boşa düşmüş olmasıdır.SONUÇTabelalarda Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin indirilmeye çalışılması andımızın kaldırılması, Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin tasfiye edilmesi sürecinde atılan bir adımdı. Ahmet Atam
0 notes
onderkaracay · 11 months
Text
Tumblr media
🗣️ Son Emperyalist Proje Anadolu'nun Araplaştırılması ve Irak ve Suriye'nin Kuzeyinin Kürtleştirilerek Akdeniz'e Sahili Olan İkinci İsrail'in Kurulması
Batı sömürge çetesinin Serv inadı devam ediyor.
Son seksen beş yılda siyaset bunun için dizayn edildi.
Profesör doktor Cihan Dura'nın yazısı tamda bunu anlatıyor.
MÜLTECİLERE VATANDAŞLIK HAKKI VERİLMESİNİN TAM BAĞIMSIZLIK İLKESİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
(13.7.2016)
Türkiye’nin gündeminde “Suriyeli göçmenlere vatandaşlık verme” sorunu var. Hükümet (Cumhurbaşkanı) bu konuda ısrarlı görünüyor, kararını çoktan vermiş. Gerekçe olarak, bula bula ekonomik fayda ile din kardeşliği gerekçelerini bulmuş, ikisi de sağlam değil. AKP hükümeti 3 milyon Suriyeliye vatandaşlık hakkı tanımak istiyor, bunda ısrarlı. Birtakım adımlar atmaya da başladı. Acaba bu karar yalnızca milletimizin çıkarları gözetilerek, özgürce, bağımsız bir devlete yakışır bir şekilde mi alındı? Bence hayır... Kararda gerek ABD’nin, gerekse AB’nin (özellikle Almanya’nın) dayatmalarının belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Herkesçe biliniyor ki, Amerika Ortadoğu’da kısaca BOP dediğimiz bir plan uyguluyor. Plan uyarınca, Suriye’nin kuzeyi Türkiye sınırı boyunca boşaltılıyor; oraların halkı Türkiye’ye sürülüyor; boşaltılan yerlere Kürtler yerleştiriliyor. Bir Kürt devleti kuruluyor, ABD ise petrol koridoruna kavuşuyor. Daha geçenlerde Alman Başbakanı A. Merkel, Erdoğan’ın ayağına kadar geldi. Kapalı kapılar arkasında konuşuldu, pazarlıklar yapıldı, para teklifi oldu. Üzerinden çok geçmedi, “vatandaşlık” konusu gündeme girdi.
Bu gelişmeler kararın hükümete dayatıldığı varsayımını güçlendiriyor. Yani göçmenlere vatandaşlık verilmesi kararı; Millî Egemenlikle birlikte Cumhuriyetimizin temeli olan Bağımsızlık İlkemiz çiğnenerek dış güçlerin baskısı ve isteğiyle, Türk milleti istediği için değil, yabancılara menfaat sağlamak, onların emellerini gerçekleştirmek için alınmıştır. Emperyalist ülkeler, ABD, İngiltere, Fransa ve benzerleri, Doğu’nun sahibi ve yöneticisi konumunda olduklarına inanırlar. Bu üstünlüklerini kaybetmemek için de her türlü araca başvururlar. İşte bu araçlardan biri Türkiye gibi ülkelerde mezhep, azınlık ve etnisite sorunları yaratmaktır.
Şimdi, AKP iktidarının mültecilere vatandaşlık hakkı tanıması demek, kendi elleriyle söz konusu haydut devletlere yeni bir silahı cabadan sunması demek değil de nedir? Ayrıca bir tehlike daha vardır: Bir etnik unsur bir bölgede elde ettiği nüfus fazlalığına ve ekonomik üstünlüğe dayanarak, ilerde, o bölgeye hâkim duruma gelebilir, kendiliğinden siyasal haklar talep etmeye başlayabilir.
Kaydetmiş olduğum her iki durumda da iç nifakın tohumları, gelecekteki bir iç çatışmanın tohumları atılmış oluyor. Çok değil, bir iki yıl içinde Millî Birliğimizi tehdit edici bir felaketin ilk belirtilerini görmeye başlayabiliriz.
Dış güçlerin iç nifak yaratmaktan asıl maksatları Türkiye’yi zayıflatmak ve parçalamaktır. Sonuçta Türkiye ekonomik bağımsızlığının yanı sıra, siyasal bağımsızlığını da tümüyle yitirecek, kendi kararlarını kendi alamayan, tümüyle uydu bir devlete dönüşecektir. Neticede parsayı toplayanlar; adı geçen sömürgen ülkeler –daha doğrusu bunların küresel şirketleri- olacak, kaynak ve pazarlarımızı tamamen ellerine geçireceklerdir. Ülke zayıf düşecek, bölünecek, sonunda Sevr gerçekleşmiş olacaktır.
Millî sorunlarda asla yalnızca bugüne bakarak karar vermeyelim. Atatürk ne diyor: Bir amaca yürüyen yolcu yalnız ufku görmekle yetinmemeli, muhakkak ufkun ötesini de görmelidir.
] Prof. Dr. Cihan Dura [
11 notes · View notes
doriangray1789 · 9 months
Text
SOSYAL MEDYA, YENİ KİMLİK İNŞAASI ve MODERNİZM
Sesli Düşünce
(yazı taslağıdır)
Kimlik, bireylerin “kendisini ne olarak tanımladıkları ya da kendisini diğer bireylerden ya da gruplardan ayıran özelliklerin neler olduğu” sorusuna dayanır
Kimlik en genel tanımı ile kişinin kendini nasıl gördüğü ve toplumun bireyi nasıl gördüğü ile ilgilidir. Bireyin ne ve kim olduğu anlamına gelen kimlik, bireyin aslında en önemli özelliklerinin toplamı ve onun niteliğidir.
Bu nedenlerle kimlik hem kişisel bir kavramdır hemde yaşanılan toplumdan etkilenir
Geleneksel, modern ve postmodern dönemde farklı biçimlerde inşa edilen kimlikler, günümüzde özellikle iletişim de yaşanan teknolojik gelişmelere bağlı olarak yenilendi artık, sosyal medya platformlarında inşa edilen kimlikler önemli
peki neden?
sanal kimliklerin anonimlik, kolay vazgeçilebilirlik, çeşitlilik, değişkenlik ve akışkanlık gibi nitelikleri bu seçimde öne çıkan hususlar. Baudrillard’ın hipergerçeklik, simülasyon ve anlam kaybı kavramlarını nitel bşr değerlendirme ile yeniden gündeme taşınmak gerek
Bireysel kimliğin inşa süreci, toplumun üyeleri olan bireylerin birbirleri ile kurdukları etkileşim süreçlerinin sonucunda şekillenir. Bu nedenle, bireysel kimlik inşasında bireyin yaşadığı toplumun ve dönemin belirleyici olduğu söylenebilir. Postmodern öncesi dönemi kapsayan kavramsallaştırma geleneksel kimlik olarak bilinir ve özellikle toplumsal cinsiyet, din, azınlık, etnisite, yabancılaşma gibi kavramlar etrafında şekillenir. Postmodern dönemde ise kimlik kavramı ve tanımı toplumsal süreçler paralelinde değişikliğe uğrar ve daha akışkan ve geçişken bir hale gelir örnek: Sosyal medya bir vitrin görevi görür ve kullanıcıların istedikleri kimliklere bürünmesine olmak verdiğinden kişi istediği kimliğe bürünmekte zorluk yaşamaz newhope gibi kendi varoluşunu gerçekleştirmiş olur
Artık geleneksel kimlik, siyaseten bir kullanım aracından başka bişey değildir Artık postmodern dönemle birlikte kişilerin çevrimiçi ve çevrimdışı kimlikleri oluşmaya başlamıştır. Kimlikler artık sabit ve durağan kimlikler değillerdir. Kolaylıkla değiştirilebilen, vazgeçilebilen ve istenilen her şekle bürünebilen kimlikler artık geleneksel kimlik anlayışını da yıkmışlardır
Modern kimlikler postmodern kimliklere göre daha toplumsal ve belirli kurallara göre inşa edilen kimliklerdir. Modern kimlikler yapısı itibari ile durağan, stabil ve katı bir forma sahip kimliklerdir. Postmodern kimlikler ise dinamik, değişken ve akışkan bir forma sahip olan kimliklerdir. Postmodern kimliklerin çoğulcu ve değişkenlik özelliğini taşıyan kimlikler, sanal kimliklerdir. Sanal kimlikler yapısı itibari ile postmodern kimliklerin çoğulculuk, kolay vazgeçilebilirlik ve akışkanlık özelliklerini göstermektedir ve bunu çoğu kişi modernizmler birleştirir
Modernizm kelime anlamı olarak yenilenme ve yenileşmeyi ifade etmektedir. Habermas, Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje (1996) adlı eserinde moderniteyi kendini sürekli olarak eskiden yeniye doğru taşıyan ve geçmiş ile geleceği ayırmak için kullanılan bir terim olduğunu belirtmiştir Bı kapsamda bu kavrama yanaşma doğru gibi gözükebilir Modern deyince aklımıza kavram olarak yeni düşüncesi gelmektedir. Modernite yapısı itibari ile sürekli olarak geçmişten bir kopuşu ifade etmektedir. Rönesans dönemi ile birlikte aydınlanma düşüncesini temele alarak modernite kendini inşa etmiştir. Modernizm temeline aklı, bilimi, aydınlanma düşüncesini ve ilerleme olgusunu almıştır. Modernite kendine bilimi temel almış ve bu şekilde bireyin aklına ve bireyselliğine vurgu yapmıştır. Modernizm 18. Yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamıştır. Modernizm bireylere kişisel mutluluğun formülünü getireceğini ve temeline aldığı akıl ve bilimle tüm toplumları kurtaracağı vaadinde bulunmuştur
Postmodernizm: Bu kavram ilk olarak 1960’lı yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle modernizmin ortaya çıkardığı kapitalizmin üretim sistemler değişmeye başlamış ve bu durum da postmodernizmin doğmasına neden olmuştur. Kapitalizmin karşı karşıya kaldığı ekonomik krizler ve ortaya çıkan sorunlar postmodernizmin ortaya çıkışını hızlandırmıştır. Ortaya çıkan krizler insanları ve toplumları yeni arayışlara itmiş ve ortaya çıkan çözüm önerileri ise toplumları bambaşka oluşumlara itmiştir. Postmodern söylemler yapısı itibariyle modern söylemleri sürekli eleştirmektedir. Postmodernizm modernizmin kapsayıcı bakış açısından ziyade bireyselliği ve farklılıkları temel almaktadır. Postmodernizm farklılıklar üzerine kurulmuş bir düşünce sistemidir. Postmodernizm büyük ve ortak söylemler yerine farklılıklar üzerine kurulduğu için postmodernizm ile ilgili ortaya atılan kuramların arasında büyük farklar ve çeşitlilikler söz konusudur. Postmodernizm genelleştirici ve bütünleştirici olan bütün söylemleri reddeder
Postmodernizm modernizmin temel dayanaklarından olan pozitivizmi, rasyonalizmi ve determinizmi reddeder. Postmodernist anlayış, gerçeklerin de yapay ve kurmaca olduğunu, bunların mevcut kültürler tarafından insanlara dayatıldığını; böyle teknoloji, bilim ve kültür ortamında bireyin yok olduğunu dile getirir. Bireyler, kitleleştirilerek yok edilmektedir. Kimlikler gruplara göre tayin edilmekte ve insanlar birtakım kategorilere ayrılmaktadır. Şu hâlde kavramlar sorgulanmalı, körü körüne benimsenmemelidir. Toplumdaki azınlık grupların, etnik hareketlerin, homoseksüalite gibi hareketlerin ön plana çıkmasına meydan verilmelidir. Postmodernizm marjinal grupların öne çıkarılmasını isteyen ve modernizme tepki olarak doğan bir düşünce sisteminin genel adıdır
4 notes · View notes
Text
"950 yıl vazgeçmeyen Hz. Nuh'u masal niyetine okumadık biz Kur'an'da. Put kırmak vazgeçmemek bizde peygamber sünneti, resullerin mirasıdır. Sadece İbrahim aleyhisselam'ın değil. Bizde nebilerden tevarüs eden bu put kırma kıyamını, yine onların izinde başlatmakla mükellef kılındık . Önümüzde modernite putu var, rehavet/konfor putu, korku putu, 'nemelazımcılık' putu para tutkusu putu, aşağılık kompleksi putu, makam-mansıp putu, mealizm putu, taassup putu, etnisite putu, sekülerizm putu.. Belki binlerce irili ufaklı put. Bunları konuşlandıkları o zirvelerden alaşağı edip yere çalmadan, hakikat o nazlı ve asil çehresini göstermeyecek, o zarif nikabını açmayacak bize. "
Distopyalar şafağında İslam üniversitesi, s.112
15 notes · View notes
ibokumus · 2 years
Text
Tumblr media
■ SİZE BİR
ATATÜRK
PORTRESİ
▪︎1930'larda İngiliz kadınları Londra sokaklarında hak arama eylemi yapıyor. Taşıdığı pankartı okuyunuz: "...Bizler Türk kadınlarından daha değersiz değiliz!" Örnek aldıkları ülke Atatürk Türkiye'si oluyor... Etnisite, din ve mezhepler üstü laik Türk modernizmi ve çağdaş Cumhuriyet ulusçuluğu, 1930'larda kadın haklarını en ileri düzeye getirmiş olmalı ki, İngiliz kadınları bizi örnek gösteriyor.
Günümüz postmodern Hurma kültürünün yakalamak ve örnek almak istediği "KIL VE TÜY" devrimi ise, kadın hakları konusunda 90 yıl öncesi dünyanın gerisine düşürülmüş. İşte size Atatürk dönemi Cumhuriyet devrimlerinin çağdaş uygarlık ve insanlık düzeyine, yüz sene önce yaklaştığı mesafe ve başındaki liderin büyüklüğü. Boşuna Tarihin Doğurduğu Adam demiyoruz. Bu konuda açıklama da gerekmiyor. Şu uzay çağında felaketin yorumu, medrese öğretisinin bir cümlesidir:
" Benim oğlum Bina okur döner döner yine okur"...?!
3 notes · View notes
aykutiltertr · 19 days
Video
youtube
สวยขยี้ใจ - บ่าวบุ๊ค x ทิดแอม x คำมอส - Rhythm Karaoke Original Traffic ...  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=vRemf3_nKeY Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. สวยขยี้ใจ - บ่าวบุ๊ค x ทิดแอม x คำมอส - Rhythm Karaoke Original Traffic (World Music) เพลง : สวยขยี้ใจ ศิลปิน : บุ๊ค ศุภกาญจน์,ทิดแอม,มอส คำหมากบิน คำร้อง/ทำนอง : บุ๊ค ศุภกาญจน์ เรียบเรียง : เอ็ม นาโนน/บุ๊ค ศุภกาญจน์/วงBook มิกซ์มาสเตอร์ HD studio : โคกอิโด่ย สาขาสกลนคร สังกัด : บังเอิญมิวสิค สวยขยี้ใจสาวแม่ฮ้างนางไม้ลูกติด ซ่งกะใส่เขินๆบ๊ะสวยเหลือเกินอยากใกล้ชิด แม่นเจ้าสิมีลูกติดกะบ่ผิดกระบูนใดๆ ซวดทรงองเอวเบ้ยอลังงานสร้าง คักอีหลี สนองวาสนาของอ้ายแหน่หนาได้ไหมคนดี สิมีบุญบ่หนอชาตินี้ สิได้บายศรีสู่ขวัญรับนาง พี่หลงรักเธอเข้าแล้วนะแม่ยอดยาหยี หัวใจพี่ดวงนี้ยินยอมให้เธอเป็นคนยึดครอง ถึงเธอเคยผ่านมือผู้ชายแม่สตรีมือสอง สงเคราะห์พี่หน่อยน้องคิดเสียว่าเอาบุญ ยอดดวงใจได้โปรดรับรักพี่ ได้ไหม พี่จะขอสัญญาจะรักแก้วตาจนชีพมลาย ให้เธอเป็นคนสุดท้ายไม่มีลูกไม้หลอกหนาคนดี พี่หลงรักเธอเข้าแล้วนะแม่ยอดยาหยี หัวใจพี่ดวงนี้ยินยอมให้เธอเป็นคนยึดครอง ถึงเธอเคยผ่านมือผู้ชายแม่สตรีมือสอง สงเคราะห์พี่หน่อยน้องคิดเสียว่าเอาบุญ พี่หลงรักเธอเข้าแล้วนะแม่ยอดยาหยี หัวใจพี่ดวงนี้ยินยอมให้เธอเป็นคนยึดครอง ถึงเธอเคยผ่านมือผู้ชายแม่สตรีมือสอง สงเคราะห์พี่หน่อยน้องคิดเสียว่าเอาบุญ ยอดดวงใจได้โปรดรับรักพี่ ได้ไหม พี่จะขอสัญญาจะรักแก้วตาจนชีพมลาย ให้เธอเป็นคนสุดท้ายไม่มีลูกไม้หลอกหนาคนดี ยุติการเป็นแม่หม้าย มาเป็นเมียอ้าย นะแม่ยอดยาหยี ฝากติดตามผลงาน ค่ายเพลง บังเอิญ มิวสิค ช่อง Youtube บังเอิญ มิวสิค บึงกาฬ Facebook บังเอิญ มิวสิค บึงกาฬ Tayca Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Tayca ภาษาไทย phasa thai Telaffuz [pʰāːsǎːtʰāj] Bölge Güneydoğu Asya Etnisite Taylar Konuşan sayısı 43.100.000  (2013)[1] Dil ailesi Tay-Kaday dilleri Tay dilleri Güneybatı Tay dilleri Tayca Yazı sistemi Tay alfabesi Resmî durumu Resmî dil Tayland Dil kodları ISO 639-1 th ISO 639-2 tha ISO 639-3 tha Tayca (ภาษาไทย; transkripsiyon - phasa tai; harf çevirisi: p̣hās̄ʹāthịy; [pʰāːsǎːtʰāj]) ya da Merkez Tay dili, tarihî olarak Siyamca olarak bilinirdi, Merkez Tay halkıyla Çin asıllı Tayların büyük çoğunluğu tarafından konuşulan bir dil. Kra-Dai dil ailesinin Tay dalına ait. Tayland devletinin tek resmî dilidir. Tayca, hem anadil konuşanları hem de tüm konuşanların sayısı açısından Tayland'da konuşulan 60'tan fazla dilin [en] arasındaki en çok konuşulan dil. Taycadaki söz varlığının yarısından fazlası Pali, Sanskrit, Monca [en] ve Eski Kmerce [en]'den kaynaklanır. Çince ve Vietnamca gibi Tayca da tonlu ve analitik bir dil. Ayrıca bakınız Wikimedia Commons'ta Thai language ile ilgili çoklu ortam belgeleri bulunur Kaynakça https://web.archive.org/web/20181021175230/http://languagesgulper.com/eng/Taikadai.html[1] Taslak simgesi Dil ile ilgili bu madde taslak seviyesindedir. Madde içeriğini genişleterek Vikipedi'ye katkı sağlayabilirsiniz. gtd Kamboçya'da konuşulan diller Resmi dil Kmerce Yerel diller Avustroasya BraocaChongcaKaco’KuycaMnongcaPearcaSa’ochSomraycaStiengceSuoycaTampuancaVietnamca Diğer ÇamcaJaraiceLaocaPhuancaTayca Ana yabancı diller Fransızcaİngilizce ประเทศไทย บทความ อภิปราย อ่าน ดูต้นฉบับ ดูประวัติ เครื่องมือ นี่คือบทความคัดสรร คลิกเพื่อดูรายละเอียดเพิ่มเติม หน้าถูกกึ่งป้องกัน "ไทย" เปลี่ยนทางมาที่นี่ สำหรับความหมายอื่น ดูที่ ไทย (แก้ความกำกวม) พิกัดภูมิศาสตร์: 15°N 101°E ราชอาณาจักรไทย ธงชาติไทย ธงชาติ ตราแผ่นดินของไทย ตราแผ่นดิน เพลงชาติ: เพลงชาติไทย ระยะเวลา: 45 seconds0:45 เพลงสรรเสริญพระบารมี: สรรเสริญพระบารมี ระยะเวลา: 1 minute and 8 seconds1:08 แสดงลูกโลก แสดงแผนที่อาเซียน แสดงทั้งหมด ที่ตั้งของ ประเทศไทย  (เขียว) – ในเอเชีย  (เขียวอ่อน & เทาเข้ม) – ในอาเซียน  (เขียวอ่อน) เมืองหลวง และเมืองใหญ่สุด กรุงเทพมหานคร 13°45′N 100°29′E ภาษาราชการ ไทย[1] ภาษาถิ่น อีสานคำเมืองปักษ์ใต้มลายูเขมรมอญ กลุ่มชาติพันธุ์ (2562)[2] 86% ไทย –39% ไทยภาคกลาง –28% อีสาน –10% คนเมือง –9% ไทยถิ่นใต้ 3% เขมร 2% มลายู 9% ชนกลุ่มน้อย 68 กลุ่ม 4% ชาวมอญ ศาสนา (2561)[3] 93.5% พุทธ 5.4% อิสลาม 1.13% คริสต์ 0.02% ฮินดู 0.003% ไม่มีศาสนา เดมะนิม ชาวไทย การปกครอง รัฐเดี่ยว ประชาธิปไตยอันมีพระมหากษัตริย์ทรงเป็นประมุข (โดยนิตินัย) ราชาธิปไตยภายใต้รัฐธรรมนูญ และ ประชาธิปไตยระบบรัฐสภา (โดยพฤตินัย) • พระมหากษัตริย์ พระบาทสมเด็จพระวชิรเกล้าเจ้าอยู่หัว • นายกรัฐมนตรี เศรษฐา ทวีสิน สภานิติบัญญัติ รัฐสภา • สภาสูง วุฒิสภา • สภาล่าง สภาผู้แทนราษฎร สถาปนา • อาณาจักรสุโขทัย 1792 – 1981 • อาณาจักรอยุธยา 1893 – 7 เมษายน 2310 • อาณาจักรธนบุรี 6 พฤศจิกายน 2310 – 6 เมษายน 2325 • อาณาจักรรัตนโกสินทร์ 6 เมษายน 2325 • ราชาธิปไตยภายใต้รัฐธรรมนูญ 24 มิถุนายน 2475 • รัฐธรรมนูญปัจจุบัน 6 เมษายน 2560 พื้นที่ • รวม 513,120 ตารางกิโลเมตร (198,120 ตารางไมล์) (อันดับที่ 50) • แหล่งน้ำ (%) 0.4 (2,230 ตารางกิโลเมตร) ประชากร • 2566 ประมาณ 71,715,119[4] (อันดับที่ 20) • สำมะโนประชากร 2553 64,785,909[5] (อันดับที่ 21) • ความหนาแน่น
0 notes
theheartofmuses · 2 months
Text
Murat kurumun etnisite afgan falan
Normal olsanız ekreme basarsınız
0 notes
dipnotski · 4 months
Text
Paul Hodkinson – Medya, Kültür ve Toplum (2023)
Günümüzün medya kültürünü, medya toplumunu eleştirel bir biçimde analiz eden usta işi bir inceleme. Sosyal medyadan, çağdaş reklamcılıktan, haberlerden ve mobil teknolojilerden sınıf, etnisite ve toplumsal cinsiyet temsillerine dek her şeyi kapsayan, açık bir biçimde organize edilmiş, sistematik ve en yeni gelişmelerin çok iyi bir biçimde değerlendirilmesiyle alanın eleştirel bir araştırmasını…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
geliyoomcom · 10 months
Link
0 notes
hetesiya · 10 months
Text
Enternasyonalden İntergalaktiğe: Zapatist Karşılaşmalar
Mara Catherine Kaufman, Çeviri: Akın Terzi, Elçin Gen
Tumblr media
Tarih Yeniden Başlıyor
1 Ocak 1994’te, Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) yürürlüğe gireceği gün, Meksika’nın güneydoğusundaki Chiapas eyaletinde bir grup Maya yerlisi, İspanyol işgalinden beri yerli halkların maruz kaldığı 500 yıllık zulüm, marjinalleştirme ve aşağılama tarihine meydan okumak üzere silahlı bir ayaklanma başlattı. Zapatist Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) yedi belediyenin ve Chiapas’ta geniş toprakların kontrolünü ele geçirdi ve aynı gün, Lacandón Ormanı’ndan Birinci Bildirge’yi okuyarak taleplerini açıkladı: iş, toprak, ev, gıda, sağlık, eğitim, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi, adalet ve barış. Meksika Anayasası’nın 39. maddesindeki “halk, herhangi bir anda, yönetim biçimini değiştirme hakkına sahiptir”[1] sözlerine, ve 1910 Meksika Devrimi’ndeki ilk Zapatistlerin “dizlerim üzerinde yaşamaktansa ayaklarımın üzerinde ölürüm”[2] sloganlarına atıfta bulunmuşlardı. Meksika ordusu ayaklanmayı bastırmak üzere eyleme geçerken, Meksika’da ve dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan harekete destek vermek üzere sokaklara döküldü ve ordunun Chiapas topluluklarına karşı saldırısına son vermesi talebiyle gösteri yaptı. Bunun üzerine EZLN ve Meksika hükümeti gerilimli bir ateşkeste anlaştı. EZLN, idare merkezlerinden çekildi, ama ayaklanma sırasında ele geçirdikleri yerler, Zapatist “isyan toprakları”na dönüştü.
Ayaklanmanın yarattığı etki, hem NAFTA’yla “Birinci Dünya”ya girme hevesindeki Meksika hükümetini şaşkına çevirdi, hem de Kongre’yi ve yatırımcılarını Meksika’nın istikrarlı bir ticaret ortağı ve yatırım alanı olduğuna inandırmaya çalışan ABD hükümetini. Ama aynı zamanda, Reagan ve Thatcher sonrası dönemin “Washington konsensüsü” koşullarında herhangi bir kırılmadan ümitlerini kesmiş muhalefet ve direniş güçlerinin büyük kısmını da şaşırttı – üstelik karşılarında, 20. yüzyılın “devrimci” güçlerini kategorize etmeye yarayan tanımların hiçbirine kolayca yerleştiremedikleri bir isyan gücü vardı: ne (belirgin biçimde) ideolojik, ne (tutarlı biçimde) milliyetçi, ne katı biçimde etnisite ya da ırk merkezli, ne gerilla temelli, ne sekter, ne mesihçi, ne köktenci bir güç. Kar maskeli isyancılar, tüm dünyada insanları hem büyülediler hem şaşırttılar. İktidarın ilk fiziksel tepkisi, Meksika hava kuvvetlerinin Zapatist toplulukları bombalaması oldu; düzen güçlerinin kapıldığı korkunun sembolik düzeydeki ifadesi ise, Chase-Manhattan Bank’in Meksika hükümetini uyardığı, sonradan kamuya sızdırılan muhtıraydı: “[Meksika hükümetinin] ülke topraklarının ve güvenlik politikasının kontrolünü etkin biçimde elinde tuttuğunu kanıtlamak üzere Zapatistleri ortadan kaldırması gerektiği” yazılıydı.[3] Bu iki olay, dünya çapında protestoları tetikledi. “Washington konsensüsü”nde yaşanan kırılmanın küresel düzeyde geri dönüşsüz sonuçları olacaktı. Meksika’da ayaklanmanın ilk iki haftasında yaşanan politik değişimler, gözlemcilere göre, muhalefete son 50 yılda elde ettiğinden daha önemli kazanımlar sağlamıştı.
      *
Yerli ve melez kökenli küçük bir grup gerilla savaşçısı, sonradan EZLN adını alacak Latin Amerika tarzı politik bir militer örgütün tohumlarını atmak üzere 1984’te Chiapas’ın güneydoğusuna gittiğinde, dünyanın geri kalanı “tarihin sonu” adı verilen süreçten geçiyordu. Neoliberal kapitalizm karşısında “başka seçenek yok” (TINA – there is no alternative) diyen, Thatcher ile Reagan’ın ekonomi politikaları etrafında oluşan sözümona “konsensüs”e göre, SSCB’nin dağılışı ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı, sadece belirli bir savaşın sonunu değil, genel olarak direnişin sonunu işaret ediyordu.
ABD’de (ve yavaş yavaş Avrupa’da) yürürlüğe sokulup Latin Amerika ülkelerine (ve “küresel güney”in tamamına) dayatılan neoliberal politikalar sonucunda, kamu bütçelerinde ağır kesintiler yapılmış, sosyal programlara ya son verilmiş ya da kaynaklar durdurulmuş, yerli endüstriler özelleştirilmiş, geçimlik ekonomiler ortadan kaldırılmıştı. Bütün bu süreçlere, hem ulusal ekonomilere hem de tüketicinin ruhuna nüfuz etmek üzere tasarlanmış saldırgan piyasa stratejileri eşlik ediyordu. Siyaset alanında devasa ve şekilsiz bir ağ oluşmuştu: Formel politik temsilin yerini, ahlaki boyutu öne çıkmakla birlikte neoliberal düzeni asla sorgulamayan, hararetli seçim ve yasama tartışmaları üzerinden dönen bir ‘siyasi tercih simülasyonu’ almıştı.
Kimilerinin inandığı, kimilerine zorla dayatılan bu “konsensüs”, hiç kuşkusuz, yüzeysel açıdan bile bütüncül değildi, gelgelelim küreselleşmenin temel özellikleri –dünya piyasasının büyümesi ve konsolide olması, telekomünikasyon ve enformasyon teknolojilerinde devrim niteliğindeki ilerlemeler, uluslararası finanstaki yenilikler, eğlence araçlarının sınırsız yayılımı, ve tüm bunların beraberinde getirdiği, düşünce ile eylemdeki öznel bakış açıları ve imkânlar– tüm dünyayı bu gelişmelerin sonuçlarına ve etkilerine açık hale getirmişti. Aralık 1993’te, Meksika’nın en ilerici siyaset analistleri bile, “Latin Amerika’da silahlı mücadelenin bittiğini” ilan ediyordu.
Zapatizm işte bu ortamdan –daha doğrusu bu ortama– doğdu: Sadece Chiapas ve Meksika coğrafyasını kelimenin gerçek anlamıyla değiştirmekle kalmayıp, koca bir iktidar alanının zeminini kaydırarak dünya çapında yeni bir politik hayal gücünün tohumlarını attı. Esteva’nın ifadesiyle “Zapatistler, hiçbir seçeneğin olmadığı bir zamanda, yeni bir seçenek yarattılar”.[4]
Nitekim Zapatizm’in, sonradan küreselleşme-karşıtı ya da karşı-küreselleşme adı verilecek, “hareketler hareketi” olarak da bilinen hareketin çeşitli unsurlarının tohumlarını attığı kabul ediliyor. Bunun gerekçelerinden biri, EZLN’nin en çok değinilen özelliklerinden biri olan, sanal dünyadaki varlığıydı. Kimilerine göre, internet üzerinden geniş kesimlere yayılan ilk büyük küresel eylem, EZLN’nin NAFTA protestosuydu. EZLN’nin, interneti bir mücadele taktiği olarak yaratıcı biçimde kullanmasının ve sık sık düzenledikleri gerçek küresel “buluşmalar”ın, G-8, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri politik/ekonomik iktidar zirvelerine karşı düzenlenen çoğul ve geniş katılımlı protestoları tetiklediği kabul ediliyor. Bu eğilimin Birinci Dünya’daki ilk büyük tezahürleri, 1998’de Cenova’da düzenlenen “Küresel Eylem Günü” ile –belki de en önemlisi– 1999’daki tarihî “Seattle Muharebesi” olacaktı: Farklı kesimlerden gelen on binlerce insan, DTÖ’nün Üçüncü Bakanlar Konferansı’nı durdurmuş, başarısı ve protesto tarzıyla pek çok benzer eyleme ilham veren bir emsal oluşturmuştu: Prag 2000, Quebec 2001, Cancun 2001, Cenova 2001, Washington 2002.
Zapatistlerin “küresel buluşma” formunun, 1998’de Cenova’da kurulan Peoples’ Global Action/Halkın Küresel Eylemi ağına ve 2001’de Brezilya’nın Porto Allegre kentinde başlatılan Dünya Sosyal Forumu’na da ilham olduğu kabul ediliyor. Meksika’dan ve dünyanın başka yerlerinden yazarlar ve entelektüeller, Zapatizm’in “bu yüzyılın yeni diline öncülük ettiği”ni (Montalban), “insanın ruhunu doyurabileceği en büyük umutların” taşıyıcısı (Saramago) olduğunu söylüyorlardı. “Bütün dünya –sol dünya– yeni bir dilin arayışında,” diyecekti Alain Touraine, “ve hiçbir toplumsal hareket, bu dilin yaratılmasına [Zapatizm] kadar katkıda bulunmamıştır”.
Zapatizm’in, açık bir ideolojik gündemi olmadan bu kadar geniş kesimlerde yankı uyandırma becerisi, "ilk postmodern devrimi” gerçekleştirdiği yolundaki iddialara kaynaklık etti.[5] Sık sık tekrarladıkları yurttaş buluşmaları, geleneksel politika alanlarının dışında politik eylem ve katılım çağrıları, EZLN’ye “yeni bir enternasyonalin silahlı örgütçüsü” gibi nitelemeler kazandırdı.[6] Zapatistlerin, “21. yüzyılda toplumsal ağ-savaşının prototipi” oldukları öne sürüldü.[7] Onların sözlerini internette yayınlayan, dolaşıma sokan ve tercüme eden, dünyanın dört bir yanındaki yüzlerce anonim destekçi, bir anlamda “müellifin ortadan kalkmasını” (Wu Ming) sağladı; partilerin, politikacıların ve medya holdinglerinin siyaset üzerindeki hâkimiyetini kırarak, “elektronik bir muhalefet yapısı”nı (Harry Cleaver) bir tür “açık kaynak mücadele”ye dönüştürdü.
Fakat şunu unutmamak lazım: Bugün hem tepede –askerî, idari ve ticari teknolojilerde– hem de tabanda –toplumsal hareketlerde– yerleşmiş olan geniş ağkurma ve örgütlenme stratejileri, 1994’te henüz tam gelişmiş değildi. Geniş ve etkili taban iletişim ağları ve bağımsız medya kanalları, bugünkü kapasiteye, görünürlük ve erişim düzeyine erişmemişti; internet sunucu ağı [www] popüler imgeleme yeni yeni giriyordu ve çoğu insan elektronik postayı yeni kullanmaya başlamıştı. Zapatist hareketin ilk evrelerinde, hem bir örgütlenme, altüst etme ve itaatsizlik taktiği olarak hem de bağımsız ya da “özgür” medya yaratma stratejisi olarak sanal ortamda yaygın ve geniş mevcudiyetten yararlanabilmesi, aslında pek çok durumda, mücadelenin etrafında oluşan ve birçoklarına göre Zapatistlerin esin verdiği “hareketler hareketi” içinde gelişen dayanışma ağının eseriydi. Bu dayanışma ağının faaliyetleri, bilginin tercüme edilip dolaşıma sokulması için kurulmuş web sitelerinden, “hacktivizm” gibi yeni eylem biçimlerine kadar uzanıyordu – 1996’da CIA’in ve Meksika hükümetinin sayfalarının hack’lenmesi; keza, Çikano kökenli eylemci Ricardo Dominguez’in başlattığı, binlerce kişinin hükümetlerin web sayfalarını aynı anda tıklayarak çökmeye sebep oldukları “sanal işgal eylemi”, ya da “Elektronik Kargaşa Tiyatrosu” gibi. Bu stratejiler, Meksika hükümetinin uzun zamandır ülke içindeki hareketlerle ilgili bilgi akışını kontrol etmesini sağlayan ablukasını ortadan kaldırmış, Chiapas’taki çatışmayı yerel bir mesele olarak yansıtmaya çalışan halkla ilişkiler stratejisi de bu şekilde boşa çıkarılmıştı.
Tumblr media
Bir kavramsal sanat formu olarak Elektronik Kargaşa Tiyatrosu. Zapatista Tactical Floodnet 
Elbette, internetin daha ilk zamanlarda bu şekilde kullanılması, EZLN Komutan Yardımcısı Marcos’un ormandan toplu elektronik postayla bildiriler göndermesiyle başlamamıştı; dünyanın dört bir yanındaki destekçilerin yaratıcı buluşlarının sonucuydu ve salt bilgiyi yaymanın ötesinde, hem devlet tahakkümünü hem de piyasanın toplumsal etkilerini ve yeniden üretime dönük sonuçlarını altüst etmişti.
Zapatist mücadelenin uyandırdığı etkinin kapsamı ve derinliği, doğrudan yarattığı veya ilham verdiği hareketlerin genişliği ve dayanıklılığı, şu soruyu gündeme getiriyor: Zapatizmin bu kadar geniş yankı uyandırmasının sebebi neydi? Belki de bu en iyi, EZLN’nin iletişim stratejisinin ve kendi hikâyesini anlatıp başkalarına çağrıda bulunma yeteneğinin, ortak bir gerçeklik tarifi ile bir dizi ortak kaygının tüm dünyada yankı uyandırdığı bir döneme denk gelmesiyle açıklanabilir. Zapatistler hem neoliberal kapitalizmin saldırılarının birörnekliğini, hem de mücadelelerin çeşitliliğini görebiliyor ve her ikisini de gündemlerine alabiliyorlardı.
EZLN’nin doğduğu dönem, emek-sermaye çatışmasının küresel düzeyde yeniden yapılandığı bir dönemdi. Küresel kuzeydeki işçilere Keynesçi imtiyazlar sunabilme kabiliyetinin ya da iradesinin azalmasıyla birlikte, sermaye, Bretton-Woods anlaşmalarıyla yerleştirilen düzenlemeleri bozma, işçi sınıfının kazanımlarına ve geçen yüzyılda yerleşen sosyal devlet politikalarından geriye kalan her şeye saldırma yoluna gitti. Bu gelişmelerin, birinci, ikinci, üçüncü dünya olarak kabul edilen tüm ülkelere yayılması, ortak bir düşmanı (neoliberal kapitalizm) hedef alan ve o düşmanı yalnızca belli hakları veya belirli bir kimliği baskı altına almakla kalmayıp her yerde ve herkese karşı küresel bir saldırıyla –Dördüncü Dünya Savaşı– itham eden bir bildirinin ve başkaldırının her yerde ses getireceği zemini yarattı. EZLN’nin bu formülasyonuna verilen kitlesel karşılık –“hareketler hareketi”, “Zapatist diasporası”, “1994 Kuşağı” veya “karşı-küreselleşme ağı” gibi çeşitli isimlerle anılıyor– Zapatistlerin mesajının hem döneme uygunluğunu, hem de herkes için taşıdığı anlamı kanıtlıyordu.
Toplumsal Hareket Kuramı
Toplumsal hareketler üzerine yapılan akademik çalışmalarda, genellikle, geçen yüzyılın mücadelelerini ‘eski’ ve ‘yeni’ hareketler şeklinde ayırma eğilimi söz konusu: Bir tarafa esasen sendikalist, parti yönelimli ‘eski’ hareketler konuyor; diğer tarafa ise, hem hâkim devlet sistemlerinde hem de genel toplumsal normlar ve geleneksel sol politikalar çerçevesinde marjinalleştirilmiş kimliklerin ve kültürel grupların tanınmasını talep eden ‘yeni’ hareketler. Bu çerçevede, ‘eski’ toplumsal hareketler hiyerarşik bir iç yapıyla, ve dava için örgütlenmede birlik sağlamak üzere diğer tüm farklılıkları (en azından şimdilik) ikinci plana atan belirli bir devrimci özne üzerindeki vurgularıyla tanımlanırken, ‘yeni’ toplumsal hareketler tahakküm ve tabiiyet yapılarını sürdürdüğü gerekçesiyle bu stratejiyi reddediyordu. 1960’larla 1970’lerde hareketlerin çoğalması –sadece birkaçını saymak gerekirse, apartheid karşıtı, gey/lezbiyen, transeksüel, çevre/ekoloji, ırk ve etnisite hakları, nükleer karşıtı, AIDS vs.– hem baskıyı hem de direnişi farklı biçimde düşünme ihtiyacına işaret ediyordu.
1980’lerde toplumsal hareket kuramında meydana gelen değişimler, ‘eski’ toplumsal hareket analizleri ile yeni toplumsal hareketler arasındaki ayrım ve süreklilikler açısından ele alınmıştır kimi zaman: modernleşme ve bağımlılık kuramı ile işçi sınıfının ve devrimci öncülerin failliğine dayalı ‘eski’ analizler, sınırları çizilmiş iki ayrı kampın –burjuvazi ve proletarya– çoğul mücadele ve kimlikler tarafından aşıldığı parçalı bir toplumsal ve siyasi alanda doğan yeni hareketlere ilişkin değerlendirmelerle birleştirilmiştir.[8] Büyük ölçüde 1980’lerde gerçekleştirilen (özellikle de Laclau ve Mouffe’a ait) çalışmalara dayanan bu analiz şu hususa vurgu yapar: Mücadele özneleri olarak mobilize olan çoğul kimliklerin açıkça ortaya koyduğu üzere, “sınıf” toplumsal antagonizma konusunda yetersiz bir kategoridir ve hiçbir mücadele öznesi ya da alanı a priori belirlenemez (sınıf analizine atfedilen bir husustur bu). Birçok kişi bu kuramlar arasında adeta bir çapraz döllenme yapılması gerektiğini, hatta tabi oldukları katı sınırlamaların ortadan kaldırılması gerektiğini söylediyse de, belirlenmiş iktisadi aktör ile daha esnek olan kültürel aktör arasında belli bir ayrım ortaya çıkmıştır. Bu ayrımlar –mücadele kimliklerinin çoğulluğu, (kimi feminist, gay/lezbiyen, insan hakları ve kürtaj hakkı kampanyalarında olduğu gibi) bedenin başat önemi, arzulanan toplumsal değişim konusunda yekpare bir görüşün ya da ütopik bir tasavvurun eksikliği gibi konularda– önemli çalışmalara vesile olmuştur olmasına, ama sınıfa karşı kültür paradigması, bu iki kategorinin de derinlemesine kavranamamasıyla sonuçlanmıştır. Kimi araştırmacılar, meselenin kültür ile ekonomiyi karşı karşıya getirmek, hatta kültür ile ekonomiyi birleştirmek olmadığını öne sürmüş, kültürün üretim tarzından ayrı düşünülemeyeceğini vurgulamışlardır; başka “kimlikler” lehine sınıf kategorisinden vazgeçmenin, ekonomik belirlenimciliği ortadan kaldırmaya yaramadığı gibi, ekonomik olanı toplumsal ve kültürel olandan ayıran modeli yeniden ürettiğini savunmuşlardır.[9] Kimileri de, ırk, etnisite, toplumsal cinsiyet, cinsellik gibi pek çok farklı özdeşleşime ve meseleye yönelmenin, işçi sınıfının kompozisyonundaki yenilenmenin yansıması olduğunu savunur; bu bakış açısına göre işçi sınıfı verili bir toplumsal kategori ya da gelir düzeyiyle belirlenen bir kesim değildir, ancak üretim tarzının bağlama özgü biçimde irdelenmesiyle ortaya çıkar, ve sınıfı ırksal, etnik, toplumsal cinsiyete dayalı vs. toplumsal oluşumları üreten tarihsel iktidar yapılanmalarının dışında tarif etmek mümkün değildir.[10] ‘Eski’ ve ‘yeni’ paradigmalarının sınırlarına işaret etmeyi amaçlayan bazı araştırmacılar da, otonomi, kimlik, çevrecilik, feminizm, yerli topluluk hareketleri ve ırkçılık karşıtlığı etrafında verilen mücadelelerin ne yeni ne de emsalsiz olduğuna işaret eder; onlara göre de, toplumsal hareketler zaten hiçbir zaman salt ekonomi temelli “sınıf” mücadeleleri olmamıştır, toplumsal hareket kuramındaki değişim, araştırmacıların siyasi ve toplumsal etkinliğin farklı veçhelerine ilgi duymaya başlamalarının yansımasıdır.[11]
Bu soykütüğe farklı bir gözle bakılabilir, zira asıl mesele, parti siyasetinden kimlik siyasetine geçmek ya da sınıf kategorisinin iktisadi ve sosyolojik yorumları arasındaki fark değil. Yaşanan değişimin altında, devleti merkeze alan (iktidarı ele geçirme veya iktidardan çekilmeye yönelik) taleplerin ya da piyasa temelli (öncelik hakkı ya da korunma) bakış açılarının yerini, teritoryalaşmanın alması yatıyor: Yani, yeni bir tür inhabitance –bir mekânda yaşama biçimi– ve yeni kolektif habituation biçimleri –söz konusu mekânda uygulanan çeşitli pratikler– olarak bir bölgenin sahiplenilmesi.
Bu tür bir sosyal harita sayesinde asıl mesele, mücadele platformu olarak partiyi (ve ona mensup kitleleri) yaratmak ve biraraya getirmek ya da mücadele üssü olarak bir kimliği (ve kapsadıklarını) tanımlamak olmaktan çıkıp, gündelik hayatın yeniden düzenlenmesine yönelik mekânlar yaratmak haline gelir. Refah devleti ve Fordist üretim tarzından neoliberal devlete ve post-Fordist modellere geçilmesiyle beraber, sendikaya dayalı işçi hareketlerinin başlıca araçları olan ve vaktiyle bir dizi talep yoluyla hükümetlerin desteğini kazanmaya yarayan grev ve direniş, devletin aracı rolünü artık üstlenmemesi, hatta böyle bir iddiada dahi bulunmaması sonucunda gücünü yitirir; işçiler kolektif örgütlenmelerinin ana mekânı olan fabrikadan adeta sürülür; artık hiçbir parti, işçilerin talep ettiğine benzer bir duruma geçmek konusunda vaatte bulunmuyordur. Yerinden edilmenin ve teritoryasızlaşmanın etkileri (sermaye çıkışı, endüstrileşmenin ortadan kalkması, iş koşullarındaki güvencesizlik) hiç fabrikada çalışmamış ve proleter özne addedilmemiş olanlar (köylüler, çiftçiler, balıkçılar, avcılar, ormancılar, toprak ve suyla ilgili işlerde çalışarak geçinen diğer insanlar) için de geçerli olmasına rağmen, formel ücret ilişkilerinin dışında kalan bu insanlara, sistemde önemli bir değişime yol açacak unsurlar olarak bakılmamıştır. Başka bir deyişle, sermaye birikimi rejimi değişmiş olsa da, (herkesçe kabul edilmiş, kurumsal) sol’un yapısı değişmemiştir. Evvelce işgücünün esas zafer kazandığı alanların –fabrikalar ve tarlaların– ortadan kalkması ya da yeniden yapılanmasıyla, pek çok hareket zeminini ve gücünü yitirmiştir.
Bu durum karşısında hayatta kalan ya da iyice güçlenen hareketler (örneğin Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi, Meksika’daki yeni Zapatistler, Arjantin’deki Piqueteros ve İşsizler Hareketi, Güney Afrika’daki Gecekondu Hareketi, Ekvador ve Kolombiya’daki yerli minga’lar, üretim ve su hakları konusunda El Alto bölgesinde mücadele eden yerli topluluklar ve koka çiftçileri) arasında en önemli ortak temanın yeni bir teritoryalaşma olduğu söylenebilir.[12] Yerinden edilen ya da itibarını kaybeden aktörlerin çoğu, gerek verdikleri mücadelenin etkisizliğini ya da neoliberal devlet tarafından alenen iç edildiğini, gerekse söz konusu mücadelenin topyekûn arzulanan bir hayat sağlamak konusunda aciz kaldığını görünce, özyönetime dayalı alanlar oluşturmaya başladılar. Bunların ilk örnekleri çoğunlukla kırsal girişimler olup genelde toprak temellükleri ya da işgalleri biçimindeydi, ama çok geçmeden bunlar kentsel merkezlerde de ortaya çıktı ve böylece binalar, yapı adaları, mahalleler ve fabrikalar pek çok grup ve topluluk için hayatta kalma ve kendi kaderini tayin hakkı konusunda bir kaynak haline geldi. Devlet-sermaye tahakkümünden ve sömürü ilişkilerinden uzaklaşıp, “habitatın öz-inşası”na[13] geçiş, hem sürekli tetikteki devlet/sermaye güçlerine tabi olmaktan kurtulmanın hem de bir nevi kolektif olarak kendi kaderini tayin hakkı için alan yaratmanın yolu haline geliyordu. Sektörel örgütlenmeden farklı olarak, bu direnme biçimleri doğrudan doğruya üretim tarzına bağlı değildi; Eric Wolf’un 1969’da dile getirdiği gibi “savaş meydanının bizatihi toplum haline geldiği”[14] koşullarda, belli türde yaşam tarzları yaratabilecek sosyal ilişki sistemlerine ya da sosyal örgütlenme biçimlerine dayanıyordu.
Konuşmaya İmkân Veren Mekân ya da Dünyaya Açılan Pencere
Zapatistlerin gerçekleştirdiği “muazzam işler”den biri, kolektif olarak hayatta kalmak, yani gerçek anlamda varoluşlarını sürdürebilmek, diğeriyse maddi direniş koşulları yaratmak olmuştur: yani, kolektif hayatta kalma mekanizmasını (kendi ihtiyaçlarını karşılayarak kendini idame ettirme), bir siyasi mücadeleyle (hem devlet korporatizmine hem de “unutturma yoluyla öldürme”ye karşı kendi kaderini tayin mücadelesiyle) ilişkilendirmek ve böylece de özerkliği kurmak. Bu girişimlere bir üçüncüsü de eklenebilir: dışarıya açılma, ya da karşılaşma.
Teritoryalaşma, Zapatist topluluklarına özerk bir üretim tarzı sağlamış ve böylece kolektif özne olarak kendi seslerini duyurmalarına fırsat tanımıştır. Ama bu ses konuşmaya imkân veren bir mekâna ihtiyaç duyar. Devlet güdümlü sosyal düzeni ve piyasa güdümlü sosyal dolayımı reddettiklerinden, sosyal alana dahil olabilmek için başka bir mekân ve yöntem gerektiğini fark ederler. Seyahatle ve ileri düzey iletişim yollarıyla ilişkili olan para, vize gibi haklara ve ayrıcalıklara sahip olmadıklarından, söz konusu mekânı kendi teritoryalarında inşa etmişler ve böylece hem kolektif bir ses olarak konuşma imkânını elde ettikleri bir yere hem de dünyanın (kendi tabirleriyle “başka dünyaların”) toplanabileceği bir “yuva”ya kavuşmuşlardır. Bunlardan ilkine, Aguascalientes Anlaşması’na atfen “Aguascalientes” adı verilir. Bu anlaşmayla, Emiliano Zapata ve yandaşları Ayala Planı’nı ortaya koyarak, ülkenin lideri Francisco Madero’yu devrimci ideallere ihanet etmekle suçlamış ve yoksulların “toprak ve özgürlük” hakkını ilan etmiştir. Zapatista teritoryasındaki ilk Aguascalientes, Zapatistlerin 1994 Ağustos’unda Guadalupe Tepeyac köyünde gerçekleştirdikleri Ulusal Demokrasi Anlaşması için vazedilmiştir. Söz konusu Aguascalientes, EZLN’nin 6000 katılımcıya hitaben yaptığı ilk konuşmada, ulusal ve uluslararası çapta “sivil toplum”a “ulaştırılmıştır”. 1995’te hareketi ortadan kaldırmak için düzenlenen ve başarısızlıkla sonuçlanan askerî harekât neticesinde, Guadalupe Tepeyac yakılıp yıkıldığında, EZLN imha edilen her Aguascalientes’e karşılık beş yenisini inşa edeceklerini ilan eder. Böylece La Garrucha, Morelia, Oventic, Roberto Barrios ve La Realidad adında beş Aguascalientes çıkar ortaya. Bunlar arasından en ücra yerde olan La Realidad, Lacandon Ormanı’nın derinliklerinde yer alır.[15]
Aguascalientes pek çok ulusal, uluslararası ve yerel toplantıya ev sahipliği yapmıştır. En kapsamlıları arasında 1996’da düzenlenen ve “Intergalactic” diye bilinen Neoliberalizme Karşı Birinci Kıtalararası İnsanlık Buluşması ile 2006 ve 2007’deki “Dünya Halklarıyla Zapatist Halklarının Buluşması” adlı bir dizi toplantı sayılabilir. EZLN 2003’te, Meksika hükümetinin desteklediği Orta Amerika ülkeleri kalkınma projesi Plan Puebla Panama’nın, kendi yaptıkları çalışmanın yanında hiç kaldığını ilan eder: Plan La Realidad-Tijuana (“Real-Ti” diye bilinir) “hiçbir bütçesi, işyeri ve çalışanı” olmayan bir öneri olmasına karşın, “içinde yaşadıkları anda ve mekânda, kendi meşreplerince direnen” insanlarla doludur.[16]
Tumblr media Tumblr media
“Real-Ti”nin emperyal bir projeye karşı zekice kotarılmış söylemsel bir karşı çıkış olduğu söylenebilir, ama karşılaşma/buluşma [encuentro] girişimi metaforik değildir. Aracılığı, tecriti ve yabancılaşmayı reddeden EZLN, “aşağıdan” iletişime dayalı başka bağlantılara ve biçimlere can atarak büyük bir özenle muhataplarını değiştirir ve bambaşka eylemlere ve kararlara imkân tanıyacak biçimler ve mekânlar bulmaya çalışır. Uzun ve deneysel bir süreçtir bu. Kimi girişimler başarılı olur ve yankı bulurken kimileri de hüsranla sonuçlanır.[17] Gerçekleştirilen buluşmaların ve başkalarıyla konuşma güdüsünün yarattığı ağlar; fikir alışverişleri, tavsiyeler, maddi kaynaklar, deneyimler ve ilhamlar aracılığıyla Zapatista teritoryasında özerkliğin kurulması için çerçeve sağlamıştır. Kaldı ki “eski”nin çatlaklarında serpilip gelişen ve yeni’nin sınırlarını genişleten bir inşayı ve ilişkiyi idrak etmemizi sağlayan da bu çerçevedir. Söz konusu buluşmalara en önemli özelliğini kazandıran şey, başka kaynaklardan gelen birlik beraberlik duygusu ya da Zapatista teritoryasının içinden doğan ilham değil (gerçi her ikisinin de önemli unsurlar olduğu aşikârdır), iyi kötü beraber yaşanacak yaşam düzenlemeleri için başka imkânlar yaratmaya yönelik samimi girişimlerdir.
Zapatista teritoryasındaki buluşmaların, adeta öbür dünyaya özgü bir havası olmuştur her zaman. Bunun bir sebebi de, belli türden insanları Chiapas’a çeken, “başka bir dünya” inşa etme siyasetidir. Zapatistler, yerleşiklik kazanıp farklı yönlerde gelişen bir dizi mücadele ve buluşma usulü sayesinde itibar kazanmıştır, ki en önemlileri de Dünya Sosyal Forumu ve G-7 (artık G-8 ve G-20) toplantılarına karşı küresel çaptaki neoliberalizm karşıtı gösterilerdir. Kimileri bu buluşmaları, bir zirveden diğerine koşan jet sosyetenin, hiç kimseyi temsil etmeksizin istediği yere seyahat edecek zamanı ve parası olan, orta sınıf genç ‘aktivistler’in gözdesi olmakla eleştirmiştir. Hiç şüphe yok ki Zapatista buluşmaları jet sosyeteden, maceraperestlerden ve “devrimci turistlerden” payını almıştır almasına, ama esasen belli bir çeşitlilik içerir: Bu insanlar arasında, medeni haklar mücadelesinde ya da 60’larla 70’lerin radikal hareketlerinde deneyim kazanmış, yahut revaçtaki solcu siyasi akımlardan yabancılaşıp Zapatistlerin farklı diline vurulan, ABD’nin ve Meksika’nın diğer yerlerinden gelen yaşlı eylemciler vardır; tek başına militanların ya da gerilla çetelerinin değil, bütün bir Chiapas topluluğunun giriştiği siyasi eylemlerin cazibesine kapılan, Meksika’nın dört bir yanından gelen aileler vardır; Chiapas kırsalının farklı yerlerinden gelen ve herkesçe makbul görülen özerk bölgelere ulaşmak için ellerindeki son imkânları kullanmış çiftçiler vardır; ABD’den gelen farklı etnik gruplar; özellikle Avrupa ve Meksika şehirlerinden olmak üzere, “alt kültüre mensup” ya da marjinalleşmiş gençler de vardır. Bu durum, öncelikle görsel açıdan şaşırtıcı bir etki bırakır: yan yana duran pembe apaçi saçları ile siyah örgülü saçlar, deri pantolonlar, örgü etekler; gençler ile yaşlılar, din adamları ve sivil kilise görevlileri ile punklar ve metalciler; sütlü kahvelerin ve koca koca fasulye kazanlarının başına toplanmış ya da derme çatma inşa edilmiş oditoryumların düz banklarında sıkış tıkış oturan insanlar. Farklılık konusundaki klişeler için elverişli bir sahnedir bu, ama söz konusu insan karışımının inkâr edilemez bir etkisi vardır. Bu durum, ortak bir amaç ve mekândan –dosdoğru siyasi bir şekilde anlaşılamayacak yepyeni bir ortak tarihten– kaynaklanır kısmen: ortak kahramanlar (mücadelenin şehitleri), ortak hikâyeler (Don Durito ve İhtiyar Antonio efsaneleri, Marcos’un edebi karakterleri), yeni bir kolektif hafıza (bir dizi buluşma ve bildiri, saldırı ve savunma anları, zaferler ve trajediler) ve siyasi mahkûmları kurtarmaya, askerî kuşatmaları ortadan kaldırmaya ve uluslararası ölçekteki kârlı iş anlaşmalarını alaşağı etmeye yönelik mücadele anlarından oluşan bir tür yolculuk. Bu soyağacı sadece Zapatista teritoryasında değil, dünyanın dört bir yanındaki noktada anbean kurulmuştur, zira buluşmalar artmış ve Chiapas’ta özerkliğin inşası sürecine tanık olanlar dünyaya yayılarak adeta bir tür Zapatista diasporası oluşturmuştur. Direnişteki Özerk Zapatista Bölgeleri’nin ortaya çıkışına hem yardımcı hem tanık olan, işte bu siyasi nesildir.     
Kaynak: Mara Catherine Kaufman’ın, 2010’da Duke Üniversitesi Kültürel Antropoloji Bölümü’ne sunduğu “We Are from Before, Yes, but We Are New: Autonomy, Territory, and the Production of New Subjects of Self-government in Zapatismo” başlıklı doktora tezinden seçilmiş bölümler.
[1] Lacandon Ormanı’ndan Birinci Bildirge.
[2] Meksika Devrimi sırasında, ilk Zapatistler Güney Kurtuluş Ordusu’nun lideri Emiliano Zapata’nın meşhur sloganı.
[3] “Mexico Political Update”, Chase Manhattan’ın Gelişmekte Olan Piyasalar Grup Raporu. 13 Ocak 1995. Rapor metnine şu adresten ulaşılabilir: http://www.eco.utexas.edu/faculty/Cleaver/chiapas95.html
[4] Gustavo Esteva,.Celebracion del Zapatismo (Oaxaca: Ediciones !Basta!, 2005).
[5]  Roger Burbach, “Roots of the postmodern rebellion in Chiapas”, New Left Review, no. 205 (1994): 113-124.
[6] Midnight Notes Collective, Auroras of the Zapatistas: Local & global struggles of the fourth world war, (Brooklyn, NY: Autonomedia, 2001).
[7]  Harry Cleaver, “Computer-­linked social movements and the global threat to capitalism”, http://www.eco.utexas. edu/faculty/Cleaver/polnet.html.
[8] Arturo Escobar ve S. E Alvarez, The making of social movements in Latin America: Identity, strategy, and democracy (Boulder: Westview Press, 1992).
[9]  M. Denning, The cultural front: The laboring of American culture in the twentieth century (New York: Verso Books, 1998).
[10]  Ernest Mandel, Late capitalism, çev. Joris de Bres (Londra: NLB, 1975); A. Touraine, S. Aronowitz ve M. Godzich (Return of the actor: Social theory in postindustrial society (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1988).
[11]  Richard G. Fox ve Orin Starn, Between resistance and revolution: Cultural politics and social protest (Rutgers: Rutgers University Press, 1997).
[12] Raúl Zibechi, Autonomías y emancipaciones: América Latina en movimiento (Mexico: Bajo Tierra Ediciones, 2008).
[13] Raúl Zibechi, a.g.e..
[14] Eric Wolf, Peasant wars of the twentieth century (New York: Harper & Row, 1969).
[15] Dünyanın başka yerlerinde –örneğin Meksiko’daki Özerk Meksiko Üniversitesi’nde ve İspanya’da Madrid’de– özerk alanlar olarak pek çok “Aguascalientes” kurulmuştur.
[16] Tasarılarına “ulusalcı” bir hava vermemek için ve ayrıca yeni bir dünyanın kurulmasına katkıda bulunmak amacıyla EZLN, Amerika kıtası için “Plan Morelia—Kuzey Kutbu”, Orta ve Güney Amerika için “Plan Garrucha-Tierra de Fuego”, Avrupa ve Afrika için “Plan Oventik-Moskova”, Asya ve Güney Pasifik için “Plan Roberto Barrios-Yeni Delhi” adlı tasarıları ortaya atmıştır.
[17] Örneğin 2002’nin sonlarında İspanyol hükümeti ile Bask bölgesi arasındaki çatışmada arabuluculuk yapmaya yönelik olan ve olumsuz tepkiler alan öneri. Bkz. www.ezln.org.mx sitesinde 7 ve 29 Aralık 2002 ile 9 Ocak 2003 tarihli EZLN bildirileri ve http:steri//lahaine.org/paisvasco/respuesta_eta_ezln.htm sitesinde ETA’nın 1 Ocak 2003 tarihli cevabı.     
0 notes
cnarozyilmaz · 2 years
Photo
Tumblr media
bizim dünyadaki ulus kimliğimiz Türk v lütfen bu kodu bozmayalım temennisiyle özgürlük mücadelesine verdiğiniz katkıdan v duyurmanızdan dolayı v sinemacılarımıza teşekkürler!! şunu da eklemek istiyorum; ne zaman ki idealimiz enternasyonalizmi gerçekleştirebiliriz tüm uluslar dünyalı insan kimliğinde buluşur kucaklaşırız ulus kimliğimizden vazgeçebiliriz tüm dünyayla birlikte!! diğer türlü bu tanımı sağlıklı bulmuyor emperyalist buluyorum!! şu da var tabi ki ulus kimliğimizi oluşturduğumuz, bu duruma göre alt etnisite kimliklerimizin hakları, insan hakları boyutunda düzenleme yapılarak anayasal güvence altına alınması ülkemiz barış v huzuru için dayatıyor kendisini!! #MahsaAmini 😡🌹 #İranRevolution ✌️ https://www.instagram.com/p/CjDdL3as-mJ/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
elevili · 3 years
Text
Benim için ilk yayınım olması açısından oldukça değerliydi, bu vesile ile insanlığa vereceğimiz ilk mesajımız da bu olsun!
0 notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Çiğ İnsan
Yaş, tecrübe, bilgi, zorluklar ve üretmek insanı olgunlaştırır.
Olgunlaşmak bir anlamda çiğ olmaktan kurtulmak ve pişmek demektir.
Olgunlaştığına, piştiğine, çiğ olmaktan kurtulduğuna her insanın inanmamak gerekir.
Olgunlaşmak aslında insanın içinde ki çocuğu büyüterek çocuk kalmayı başarabilmesidir.
Çaresiz bir varlık olan insanın aşırı kendine güven içinde olması tehlikeyi birlikte büyütür.
Büyümek çok göreceli bir kavramdır.
Yaş almak büyük sayılmaya yetmeyebilir. Aldığı yaşın olgunluğunu göstermeyen her insan çiğdir.
Çiğ olduğunun farkında olmamak ayrı bir sorundur.
Büyüklenmeyi, bencilliği besleyen unsurlara bakmak gerekir.
Maddi olanaklar ve güç insanı çiğ bırakabilir. Buna paralel hazır yiyen her insan da çiğ kalabilir.
İnsanlığın içinde çiğ kalmamayı başarmış bu sebeple çok az insan vardır.
Tüketmeyenin insandan sayılmadığı bu dünyada tüketenlerin de insan sayıldığı söylenemez.
Müşteri olmaktan başka hiçbir işe yaramayan ve sadece tüketmek için çalışan insan, insan değil bir araçtır.
Yaşadığımız dünya bize dünyaya gözümüzü açtıktan sonra farklılığı ve dengesizliği dayatır.
İnsanın yaşamı dünyadaki dengesizliği aşmaya zaman ve güç bakımından eğer bu tür bir toplumda yaşamıyor ise yetmez.
Hiç kimse bu sebeple sütten çıkmış ak kaşık değildir. Bu durum kimsenin elinde de değildir.
Çiğ süt emmiş her insan kendini sütten çıkmış ak kaşık sanıyor. Oysa insan dışında hiçbir canlı emdiği sütü hak etmiyor.
Hiçbir anne çiğ sütü çocuğunun çiğ kalması için emzirmiyor. Emzikten düşen anneye ihtiyacı kalmayan anne dışında unsurların sayesinde çiğ kalabilmeyi istemsiz başarıyor.
Çiğ olmayı kim ister? Hiç kimse.
Çoğu insan öldüğü gün bile çiğ olduğunun farkında olmadan bu dünyadan gidiyor.
İnsanlığın hatırlanması gereken durum işte burasıdır.
Bu dünyadan çiğ gitmek hiç yaşamadan gitmekle eşdeğer bir durumdur.
Kültür çatışmaları, etnisite ayrımcılığı, dinci üstünlük anlayışı, siyasi ve dünya görüşü adı altında dayatılan ideolojik bataklıklar, ekonomik kaynakların adil bölüşüm sorunları insanı insan olmaktan çıkarır.
Sütten düşmüş ayağı yer tutan her çocuğun iyi bir toplum olmak adına disiplinli bir şekilde insan olma eğitim ve öğretiminden yoksun hayata hazırlamadığımız müddetçe insanların neden çiğ kaldıklarını anlamamız mümkün olmadığı gibi bu durumdan şikayetçi olmanın da bir anlamı yoktur.
Annenin kucağından inen bir çocuk bugün teknoloji ve tüketim bataklığının kucağına bırakılıyor. Üretmeyi, çok, ahlaklı ve disiplin içinde çalışmayı bilmeyen başkalarının hak ve konfor alanına saygısı olmayan insan yetiştirdiğimiz müddetçe hiçbir toplum bu konuda iflah olmaz.
Olmuyoruz zaten. Çocuklarımıza kuşak isimlerini bile bu şeytani planları uygulayanların ağzıyla ifade ediyoruz. Çünkü biz daha çiğ olmaktan kurtulmuş değiliz ki bizi örnek alan yavrularımızın ne durumda olduğunu bilelim.
Normal insanların çok sıkıcı bir algı ürettiği ve tercih edilmediği bir toplumda dengesizliklerin ortadan kaldırılması adına dengesizliği bozacak bir dengeyi ve gücü bütünün yarısı kadar kontrolsüz bir gücün dengesizliği beslediği müddetçe o iradeyi toplumsal bir güç olarak ortaya çıkarmak o kadar kolay olmuyor.
Eskiden insanı zorluklar içinde büyümek insanlaştırırdı. Üretmeden tüketmek anlayışı tembel, saygısız, sevgi yoksunu, arsız ve doyumsuz insan çoğalttı.
Buna da sebep kendini büyümüş sanan biz büyükler sebep olduk.
Neyle ve nasıl?
Biz yokluk içinde büyüdük aman çocuklar yokluk nedir bilmesin her istediklerini aldık hazır ve bol verdik.
Sonuç ise obezite olmuş bir genç nüfus ile ortada çiğ bir şekilde karşı karşıya kaldık.
Gelecek çok daha zor olacak. Bu gençlerin çoğu durumlarının farkında değil ki bu zorluğu aşarak ona uygun nesiller yetiştirmeyi başarabilsinler.
Ne köylü kalabildik, ne şehirli olabildik, ne sanayi, ne üretim ne de bilgi toplumu olabildik.
Bundan sonra eserimizin gururunu yaşayabilir isek yaşayacağız.
Tüm olumsuzluklara karşı çiğ kalmamayı başarabilmiş insanlar sayesinde bu durumu uzun bir zamanda bir kaç kuşağı çok sıkı eğiterek aşacağız.
] Önder KARAÇAY [
1 note · View note
drserdarakgun · 5 years
Photo
Tumblr media
Sao Paulo metrosunda bir istasyon ismi’’ Ethnicity’’ etnisite herhalde Brezilya’ya yakışan en güzel ismi bulmuşlar. Farklılıklardan zenginleşerek büyüyen toplumlar başarılı olur. Farklılıklardan bölünen toplumlar ise zayıflayarak küçülürler. #brasil#metro#metroshots#etnisite#athnicity#farklılık#toplum#insan#renkler#birleşme#bölünme#diversity#eypgs#feel#attract#think#become#imagine#create#youku#serdarakgün#vitalfulya#vitalfulyaplaza#dreamers#photography#şehir#şehirfotoprafları#kalpdamar#varis#damartedavisi#renkler (Istanbul, Turkey) https://www.instagram.com/p/BzYUlgZF0Tx/?igshid=18lhf0dplwal1
0 notes
tanolturkoglu · 6 years
Text
İYİMSER “BAŞLANGIÇ”
Dan Brown’ın son kitabı “Başlangıç” gelecek için iyimser bir mesaj veriyor. Dijital Kale’den sonra yazarın teknoloji ile en içli dışlı olduğu eseri!
  Şair William Blake, Nietzsche, Gaudi, Guggenheim, La Sagrada Familia… Hepsi de Dan Brown’ın 3 Ekim’de tüm dünyada yayınlanan yeni kitabı “Başlangıç”ta (kitabın orijinal adı “Origin”). Kitap “Dijital Kale”den sonra belki de yazarın teknolojiile en…
View On WordPress
0 notes
dunyagozuyle · 7 years
Text
DEVLETLER VE KÜRTLER (2)
DEVLETLER VE KÜRTLER (2)
Aslında batının Kürt halkına yaklaşımı alçakça bir yaklaşımdı. Batılı güçleri Kürt halkının “vatansız” durumunu istismar edip Irak ve Suriye’yi sömürmek, karıştırmak, bir fetih aracı olarak kullanmak istedi. Ancak bu doğrular bazı gerçekleri gizleyebilir. . Kürtler bu bölgede ulus devlet denen şey ortaya çıktığından beri dört ulus devletin sınırları içinde kalınca ve doğal olarak onlar da ulus…
View On WordPress
0 notes