Tumgik
#enternasyonal
pateralba · 6 months
Text
Tumblr media
YURTSEVER ENTERNASYONALİZM
Yurtseverliğin milliyetçiliğe kılıf olduğunu ve enternasyonalizmle çeliştiğini iddia ediyorlar, oysa enternasyonalist olmak yurt ölçeğindeki mücadelelerde kavgayı göğüslemeyi öngerektiriyor. Yani komünist olmak zaten hem yurtsever hem de enternasyonalist olmaktır. Bilimsel sosyalizm dediğinizde, komünizm dediğinizde enternasyonalizmi dıştalayamaz ve enternasyonalist olduğunuzda da her şeyden önce bulunduğunuz yurt ölçeğindeki mücadeleye omuz vermeniz gerektiğini gözardı edemezsiniz. Bu iki norm da bilimsel sosyalizm biraz olsun incelendiğinde kolaylıkla farkedilebilir normlardır. Burada kavram oyunu yok ama yine de ısrarla bize "yurtsever enternasyonalizm" tanımı yaptırılıyor. Yurtseverlik, bize sırf burası olduğu için ve sırf biz olduğumuz için değer vermiyor. Yurt olarak ortak politik iradeyle oluşan toplumsal birliğimize ve bu birliği eşitlik ve özgürlük temelinde kurma erdemine değer veriyor. Ama burada dikkat edilmesi gereken bir şey var. Yurtseverlik enternasyonal olmadığında yurtseverlik olmuyor ve bu yurtseverlik değil yerlicilik olduğunda kolaylıkla azınlık ya da göçmen düşmanlığına dönüştürülebiliyor. Oysa basitçe düşmanca ülkücülük değil de sağlam bir karakter temeli olarak yurtsever enternasyonalizm odağına sevgiyi alır. Yani başka bir yurda giderseniz, orada da yurtsever oluyorsunuz. İnsanın yaşadığı ülkeye olan sevgisi doğal olarak ülkenin geleceğine özel bir ilgi göstermesine sebep oluyor. Hatta kimileri kendi yararını düşünürken, kimileri de yurtseverliğin etkisiyle bulunduğu topraklar için canını bile feda edebiliyor. İşte erdem olarak sözünü ettiğimiz şey de tam olarak yurt genelinde bu toplumsal birliği kişisel çıkarların önünde tutmaktır. Burada yurt herhangi bir kelimenin mecaz anlamlısı değildir ve ne kadar yurttaş varsa hepsini ilgilendiriyor. Daha önce bir başka yazımızda söz ettiğimiz gibi milliyetçilik ise hayal ürünü bir aidiyet gerektiriyor. Yurtseverlik, sevgiye dayanan anti-emperyalist bir düşünce biçimiyken, milliyetçilik rekabete dayanıyor. Yurtsever, vatanının ekonomik kuruluşlarının özelleştirilmesine karşı ve olgulara emekçilerin çıkarları açısından yaklaştığından, milliyetler arasında bir eşitsizliği de kabul etmiyor. Yine milliyetçilik özelleştirmeci, baskıcı, yayılmacı, saldırgan ve yurda yabancıyken, yurtseverlik savunmacı ve özgürlükçüdür. Yurtseverlik yurttaşların hepsine yöneliyor ve bu yönüyle bütünleştiricidir. Oysa milliyetçilik üstünlükçüdür ve asimilasyon dediğimiz aynılaştırma çabası sonucunda insan ayırıyor, zor kullanarak bölücü görev üstleniyor. Yurseverlik ise birlikte yaşama koşullarındaki zorlukları aşmak için yurttaşların hangi etnik kökenden geldiklerine, uluslarına bakmadan görev alarak hareket ediyor. Yurtseverseniz emeğe verilen değer odaklı halk sevgisi taşımanızın yanında yurdun bağımsızlığının biricik yolunu da sosyalizmde buluyorsunuz ve anti-emperyalist, anti kapitalist, anti faşist olmanız kaçınılmaz oluyor. Bu bağlamda yurtseverlik yalnızca ezilen ulusla dayanışma içinde kalmıyor, aynı zamanda kitle bağlarını tüm yurttaşlar için güvenilir hale getiriyor. Yurtseverlik kimlik mücadelesi ve toprak sevgisi değildir, çünkü odağına ulusu değil sınıfı alıyor. Yurtsever değişim için mücadele ederken, milliyetçi değişime karşı direniyor.
En basit haliyle yurtseverlik bulunduğun yurt için mücadele etmek, geliştirdiğin ve ilerlemesi için çabaladığın yurdu sevmektir. Ve milliyetçilik açıkça içi boşaltılmış kof bir vatan sevgisi iken, savaş zamanlarında da emperyalizmin amaçları doğrultusunda kukla devletler yaratmak için gereklidir. Yurtseverlik ise enternasyonal olarak sömürü çarkına çomak sokmaktadır. Ayrıca enternasyonalizmden söz edelim de buraya kadar anlatmış olduğumuz yurtseverliğin onunla olan ilişkisi daha rahat anlaşılsın ve komünistleri milliyetçilikle yaftalayan sözde sosyalistler de karşılarında kim olduğunu ya da görmek istiyorlarsa yanlarında olmasını istediklerinin kim olduğunu daha doğru anlasınlar.
Bu konuda çok kullanılan ve yurtseverlikle enternasyonalizmin arasına set çekiyor gibi görünen bir alıntıyla başlayalım. Marx "İşçi sınıfının vatanı yoktur" der ve tüm dünya işçilerinin birliğine gönderme yapar. Peki Marx sadece bunu mu söyledi. Bir bakalım. Tamamını okuyalım: "İşçilerin vatanı yoktur. Zaten onların olmayan bir şeyin, alınması da mümkün değil. Proletarya, önce siyasal iktidarı ele geçirmek, kendini yurt çapında sınıf düzeyine getirmek, kendini yurttaş yapmak durumunda olduğu için, kendisi de yurt çapındadır hâlâ, ama asla burjuva anlamda değil." Anlaşılan Marx’ın ifade ettiği şey pek de ilk alıntılandığı kadar değilmiş.
Enternasyonalizm burjuva kozmopolitizmiyle karıştırıldığı için, sadece birilerini desteklemek sanıldığı için aslında ne olduğuna değinmemiz ayrıca bir önem taşıyor. Farklı ulusların küresel dayanışması proleter enternasyonalizmin önemli bir bileşeni olsa da proleter enternasyonalizm dayanışma sorununa indirgenemez. Küresel bir sınıf olan proletarya koordinasyon komiteleriyle yetinemez ve dünya partisine (komintern) ihtiyaç duyar. Ama ne zaman ihtiyaç duyar buna biraz sonra değineceğiz.
Enternasyonalizm, daha açık olarak proletarya enternasyonalizmi, proletryanın çıkarları için yurt çapında ve küresel politika geliştirmektir. Bu politikalarla yurtiçi ve yurtdışında halkla ve sınıfla kitle bağları kurulur. Bu bir ilkedir. Dünyanın hemen her yerinde işçiler sömürülmektedir. İşçi hangi ulustan olursa olsun üretim araçları yanında mülksüzdür. Ve sermaye sınır tanımayarak en kanlı savaşların ortasında el sıkışıp alışveriş yapabilir. Sınırlar işçileri bölmek ve sömürmek için vardır. Bu durumda enternasyonalizm dünya devrim sürecinin kilit noktalarını aşıp kavrarken üzerinde bulunulan yurtta gereğini yapabilme yeteneğidir. Yani "küresel toplum yaratacağız" derken yurtseverliği önemsemezlik yapılamaz. Komünist olmak, dolayısıyla enternasyonalist olmak, yurt çapında bir sınıf mücadelesini sahiplenmeyi gerekli kılıyor. Bilimsel sosyalizmin, komünizmin enternasyonalist özelliği yurt çapında bir sınıf mücadelesini öngörerek dayatır. Kendi savaşım alanımızda elde ettiğimiz her yeni cephe, küresel sınıf mücadelesine eklenir. Yani enternasyonalizm, yurt çapındaki sınıf mücadelesinin karşıtı olarak görülemez. İşçi sınıfının iktidarda olduğu ya da cephe açtığı her yerle dayanışmak, enternasyonalizmin ölçütü, komünist partilerin en üst enternasyonal görevidir.
Yurtseverliğimiz, bizde, burjuvazi ile işbirliği yapmaya neden olmuyor. Ayrıca dünya komünist hareketinin tüm unsurları, her yurttaki karar merkezleri, dünya devrimi sürecinde yeni bir kominterne ihtiyaç duyulduğunda, yani dünya devrimi kapitalizme darbeler vuracak kadar güçlendiği zamana kadar ortak sorumluluklarını özgür iradeleriyle yerine getireceklerdir.
1 note · View note
feminazist · 1 year
Text
2 notes · View notes
birhalimeczup · 8 months
Text
İzmir fuarı kardeşim ne yoruyorsun aq. Sabahları gidiş akşamları dönüş bütün toplu taşıma dolu. Nedir bu eğlence aşkı İzmirliler niye hayatı bu kadar çok seviyor.
0 notes
aradayastikvardi · 2 months
Text
her işte dutch istiyorlar hani en enternasyonal bizdik.............
4 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Video
youtube
Rodrigo’nun Gitar Konçertosu ile Deniz Gezmiş’i buluşturan gerçeklik
Asıl adı Joaquin Rodrigo Vidre… Ünlü İspanyol klasik müzik bestecisi ve piyano virtiözü… Tüm dünya onu Concierto de Aranjuez adlı eseriyle tanır. Bizdeki yaygın adıyla “Rodrigo’nun Gitar Konçertosu”…
Rodrigo 22 Kasım 1901’de İspanya’da, Valencia – Sagunto’da doğdu ve 6 Temmuz 1999’da 98 yaşındayken Madrid’te vefat etti.
Henüz üç yaşındayken difteri’ye yakalandıktan sonra görme yetisini kaybetti… Sekiz yaşında solfej, piyano ve keman eğitimine başladı. On altı yaşında armoni ve kompozisyon dersleri aldı. Piyano virtiözü oldu, bir çok klasik müzik eseri yazdı. Erken bir yaşta kör olmasına rağmen, büyük başarılar kazandı. Beklenilenin aksine, gitarı hiçbir zaman çok iyi çalamadı.
Rodrigo, 19 Ocak 1933’te, Valencia’da, Kamhi ailesinin kızı Victoria Kamhi ile evlendi.
Victoria Kamhi ünlü piyano hocaları Lalewichz, Lévy and Viñes’dan piyano eğitimi aldı. Rodrigo’yla 1929 yılında tanıştı ve Valencia’da evlendiler. 1939’da İspanya’ya dönmeden önce, İkinci Dünya Savaşı’nın en vahşi dönemlerinde, Hitler Faşizminin Fransa ve Almanya’sında yaşadılar. Üstelik, 27 Ocak 1941’de tek kızları Cecilia doğdu. Bu dönemlerinde yaşadıkları bile başlı başına bir sinema eseri olur sanırım; kör bir piyanist, onun Yahudi asıllı eşi…
Kamhi şartlar gereği piyano kariyerine son verip, çocukluğundan beri kör olan besteci kocasının asistanı oldu ve onun biyografisi olan, birçok dile çevrilmiş De la mano de Joaquín Rodrigo: Historia de nuestra vida’yı yazdı. (Türkçesi:Joaquin Rodrigo’yla el ele:Maestro’nun yanında hayatım)
Kamhi 1997’de kocası Rodrigo’dan iki yıl önce, 92 yaşında öldü. Kendisinin ve eşinin mezarları Aranjuez mezarlığındadır.
Gelelim meşhur konçerto’nun hikayesine…
Hitler ve Mussolini destekli General Franco’nun komutasındaki faşist güçlerin, 17 Temmuz 1936’da seçimle işbaşına gelen Sosyalistlerin “Halk Cephesi” koalisyonuna karşı ayaklanmasıyla İspanya bir iç savaşa sürüklendi…
Bir yanda Alman Nazi ordusunun bombardıman uçakları… Mussolini’nin askerleri… Ve faşist İspanya ordusu…
Diğer yanda birçok ülkeden gelen devrimcilerden, sosyalistlerden ve anti-faşistlerden oluşan ‘Enternasyonal Tugaylar’… Ve çeşitli partilerin bir araya gelerek oluşturduğu ve halkın desteğiyle iktidara gelen İspanya Sosyalistlerinin Halk Cephesi…
Üç yıl süren ve büyük yıkıma yol açan İç Savaş Halk Cephesi’nin yenilgisiyle sonuçlandı… Ve İspanya’da Franco’nun, 1975 yılında ölümüne kadar 40 yıl sürecek olan, diktatörlük dönemi başladı.
İşte, bu meşhur konçerto bu dönemi anlatır…
İspanya iç savaşı sırasında ve sonrasında Franco diktatörlüğünün halkına çektirdiği acıları, zulmü anlatan ve Faşizme karşı direnen devrimcilerin coşkusunu içeren bu muhteşem konçerto’yu Rodrigo görmez olduğu için bölümler halinde eşine yazdırmıştır.
Concierto de Aranjuez, varolanlar içerisinde çalınması en zor olan Gitar Konçertosu olarak bilinir. Ve Konçertoyu tam anlamıyla Paco de Lucia’nın çalabildiği söylenir…
Özellikle 68, 78, ve ‘88’ kuşağı gençliğini yaşayıp da Rodrigo’nun Gitar Konçertosunu ezbere bilmeyenine doğrusu ben pek rastlamadım.
Peki neden?… Hiç düşündünüz mü?…
Cevabını ben vereyim: Bizim Deniz’in etkisinden…
Deniz Gezmiş’ten bahsediyorum…
Ne güzel yazmış Can Yücel Mare Nostrum şiirinde Denizi…
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim, O, onun en güzel yüz metresini koştu en sekmez lüverin namlusundan fırlayarak… En hızlısıydı hepimizin, en önce göğüsledi ipi… Acıyorsam sana anam avradım olsun, Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!
Başka söze gerek var mı Denizi anlatmak için….
Öncülüğünün ve yaptıklarının yanı sıra, bizlere bu muhteşem konçertoyu keşfetme fırsatı verdiğin için de;
Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!…
Deniz Gezmiş 6 Mayıs 1972’de idam edilmeden önce son arzusu olarak demli bir çay ve sigara eşliğinde Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’nu dinlemek istedi…
idama giderken arkadaşları ıslıkla ona bu konçertoyu çaldılar 
sonra da idam edildi 
14 notes · View notes
Text
@mercifulempress and @shiryawashere both tagged me to spell out my URL with song titles so I decided to fuck around and make a Turkish playlist:
Tamirci Çırağı - Cem Karaca (about a mechanic's apprentice who falls in love with an upper class woman)
Hakim Bey - Zülfü Livaneli (anti-censorship song)
Enternasyonal - Grup Yorum (literally just The International)
Acıtmıyor Sevdan - Yaşar
Tam Da Şu An - Göksel
Eyvallah - Yeni Türkü
Rezerve - Hadise
Operasyon - CVRTOON
Farkımız Var - Hadise
Demokrasi - Murder King (I guess the government censors don't listen to death metal lmao)
İstanbul'u Dinliyorum - Zülfü Livaneli
Mehmetçik Memet - Zülfü Livaneli (about how young Turkish soldiers were shipped off to die in a war that had nothing to do with them)
Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz - Zülfü Livaneli
Namus Belası - Cem Karaca
Saat Dört... Yoksun - Zülfü Livaneli
İzmir Marşı - Volkan Konak
Odam Kireçtir Benim - Zülfü Livaneli
Nefesim Nefesine - Zülfü Livaneli
Şu Yalan Dünyada - Zülfü Livaneli (yes I'm aware this list is like half Zülfü Livaneli. this song fucks though)
Tagging @lucyflawless and @noctuamagna if you want to!
4 notes · View notes
hetesiya · 10 months
Link
Bu yazı, Türkiye'den yakın bir sempatizanın Türkiye'de yaklaşan seçimlerle ilgili görüşlerini içermektedir. Yoldaşın Türkiye'deki seçim sirkine, özellikle de burjuva siyaset arenasına katılımı "anti-faşizm" ya da "demokrasinin savunulması" adına meşrulaştıran sermaye aşırı solunun tehlikeli rolüne ilişkin kınama ve eleştirilerine tamamen katılıyoruz.
EKA
Sağıyla soluyla tüm siyasetçiler, akademisyenler, STK temsilcileri, şarkıcılar, televizyon yıldızları, kapitalist devleti ayakta tutan tüm kurumlar ve onların ideolojik aygıtlarının çenebazları papağan gibi her mecrada hep aynı şeyleri söylüyorlar: “bu seçim hayatımızın en önemli seçimi”, “çocuklarımızın geleceği pamuk ipliği gibi bu seçim sonucuna bağlı” vs.
Sermaye ve onun silah tekelinin, kitlesel medya ve iletişim araçlarının sadece egemen sınıf ve onun devletinin elinde olduğu bir toplumda “demokrasi” tamamen sahtedir. İnsanların arasındaki toplumsal bağların sosyal etkileşime dayanmadığı, insanların birbirleriyle konuşmadığı, tartışmadığı, birbirlerini dinlemediği, toplumsal kitlesel medya araçları karşısında hipnoz edildiği bir toplumda “hür seçim” tamamen bir aldatmacadır. Daha önceki hiçbir sömürücü sınıf, kendi egemenliğini kitlelerin kendi tercihinin doğal sonucu gibi sunacak böylesi propaganda araçlarına sahip değildi. Bu burjuva demokrasisinin ne kadar da sofistike ve tehlikeli bir sınıf diktatörlüğü biçimi olduğunu gösteriyor. Gerçek kararların gizli toplantılarda, gücü elinde bulunduranların aralarındaki denge ve anlaşmalarda alındığı böylesi bir sistemde meclisin kendisi de ancak bir tartışma sirki olabilir. Burjuva demokrasisinin gerçek yüzü, meclisteki yüzeysel tartışmalarda değil, ancak kapitalist sistemi sorgulamayı aklından geçirenlere yapılan polis baskınlarında görülebilir.
İşçileri parlamento seçimlerinde oy vermeye çağıran tüm partiler aynı temel üzerinde dururlar: ulusal ekonominin savunulması, milliyetçi hislerin sürekli diri tutulması, işçi sınıfından fedakarlık talebi, ve asıl olarak da kapitalizmin sürdürülmesi. Bunu en açık bir şekilde Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki “farklara” bakarak anlayabiliriz. Hem Kılıçdaroğlu hem Erdoğan, Türkiye ulusal sermayesinin çıkarlarını savunma noktasında birleşiyorlar. Bunun en güncel örneğini Finlandiya’nın NATO’ya katılmasına dair yapılan son oylamada görebiliriz; başta CHP olmak üzere bütün muhalefet partileri, ya hükümeti desteklediler ya da hayır oyu vermekten çekindiler. Benzer şekilde, militarist harcamaların arttırılması, mültecileri kendi mide bulandırıcı politikalarına meze yapma (Kılıçdaroğlu’nun, bir seçim vaadi olarak, her mecrada Süriye’li mültecileri ülkelerine geri göndereceğini söylemesi) konularında iki lider aynı hesapları paylaşıyor.
Burjuva fraksiyonları arasındaki gerçek ayrım programatik değil şekilsel düzeydedir
Öte yandan, kadın, ezilen cins ve cinsiyetlerin hakları, Kürt sorununa dair çözümler, azınlıkların konumu, gençlerin ve yaşlıların toplumsal hayata entegrasyonu, iklim krizi gibi toplumsal ve, ve ya bir bütün olarak insanlığı ilgilendiren meselelerde ise bu iki politikacının söylemleri bir seviyede ayrışıyor gibi görünüyor. Ancak tüm bu meseleler kapitalist egemen sınıfın aslında çözmeyi beceremediği, hatta (nasıl ki aile kurumu ve patriyarka dağılmadan kadın özgürleşemez ve heteronormatif ilişki kırılamaz, nasıl ki ulus devlet yok olmadan kürt sorunu çözülemez, nasıl ki kapitalizm yıkılmadan iklim krizi durdurulamaz ise) kendi egemenliğini sarsmadan, yok etmeden hiç bir şekilde çözemeyeceği konular. Dolayısıyla, bu meseleler, daha fazla insanı seçim maskaralığının içine çekmek için, sermaye partilerince alaycı bir şekilde kullanılıyor.
İşin başka bir yanı ise, yasaları koyan, kaldıran, uygulayan, uygulamayan, geri adım atması beklenen ya da yardım beklenen iradenin bizzat sermaye sınıfı, onun koruyucu devleti ve onun politik temsilcilerinin olması, kapitalizm içinde beklenen düzenlemelerin anlık ve sembolik niteliğini göstermektedir. Daha somut örnekler vermek adına, İstanbul Sözleşmesi’ni ve etrafında yürüyen toplumsal tartışmaları ele alalım. Bu sözleşmenin imzaya açıldığı Türkiye’de, sözleşmeyi ilk onaylayanın da sonrasında geri çekenin de aynı Erdoğan hükümeti olduğu gerçeğini unutmamak gerekiyor. Yine benzer şekilde, Kürt sorununa dair büyük umutların beslendiği Çözüm Süreci olarak adlandırılan süreci başlatanın da sonrasında bıçak gibi kesenin de yine aynı Erdoğan hükümeti olduğu hatırlanmalıdır. Bu ve benzeri sayısız örnek, egemen sınıfın toplumsal meseleleri kendi politik manevraları için nasıl kullandığına açık örneklerdir. Bugün Kılıçdaroğlu iktidarından beklenen sözde düzenlemelerin, ki benzerleri ve daha fazlası dün Erdoğan hükümetinden bekleniyordu, yarın aynı iktidar ya da başka bir iktidar tarafından, kendi güncel sermaye politikaları gereğince geri alınacağı ya da devletin hantal hukuk mekanizmaları içinde geniş proleter kitlelere ulaşamayarak hiç bir şekilde pratikte uygulanamayacağı defalarca tekrarlanmış tarihsel bir gerçekliktir.
Dolayısıyla, bugün seçimlerde yarışan partiler arasında programatik düzeyde ciddi farklar yoktur. Hepsi aynı sermaye sınıfının şekilsel olarak farklı temsilcileridir. Dahası, bu şekilci ayırımlar giderek daha kültürel ve kimliksel farklılıklar üzerinden belirlenmeye başlıyor. Sermaye partileri giderek bir kültür savaşına, bireysel ve şekilsel tercihlerin politize edildiği çıkışsız bir alana sıkışıyor. Böylesi şekilci ve alaycı ayrımların içinde, yukarıda bahsettiğimiz toplumsal meseleler de hassasiyetlerini kaybederek, sermayenin elinde apolitik çatışma, özellikle de “kimlik mücadelesi” biçiminde yeniden şekilleniyor. Artık sermaye partileri bu toplumsal meselelere salt kadın-erkek, dindar-seküler, Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi kimliksel farklılıkların temsiliyeti üzerinden ayrışarak yaklaşıyorlar. Burjuva siyasetinin iflasını en trajikomik bir şekilde iki liderin kendilerini tanımlama ve birbirlerini suçlama şekillerinden görebiliriz. Kılıçdaroğlu kendi Alevi kimliğini ön plana çıkararak Erdoğan’ı yobaz olarak tanımlarken, Erdoğan, dindar kimliğini her zamankinden daha fazla sahiplenerek, Kılıçdaroğlu’nu eşcinsel evliliğin sözcüsü olmakla itham ediyor. Böylesi zavallı söz dalaşlarında, ülke hızla hem toplumsal yozlaşmaya hem de daha da derinleşen ekonomik felakete doğru çaresizce sürükleniyor.
Marksizmin tahrifatçıları olarak solcular
Sermaye partileri salt açıkça kapitalist düzeni savunanlardan oluşmaz. Bugün sermayenin aşırı solundaki (Stalinistler ve Troçkistlerden müesses nizam anarşizmine kadar) örgütlerin ve partilerin de bu seçim sürecine tüm güçleriyle dahil olduklarını görüyoruz. Bu gruplar, yukarıda bahsettiğimiz toplumsal meselelerin çözümü adına, temel hak ve özgürlüklerin korunması adına, “faşizme”, “diktatörlüğe” karşı demokrasinin savunulması, yeniden kazanılması adına sermaye partilerinin arkasına sıralanmış durumdalar. Marksizmin tahrifatçıları olan bu gruplar Lenin’den, Marx’tan alıntılar paylaşarak kendi politik duruşlarının haklılıklarını ve devrimciliğini gösterme yarışındalar.
Tipik bir solcu yöntem olarak, sermayenin solu ve aşırı solu önceden doğru olsa bile tarihsel olaylar tarafından geçersiz kılınan ya da anlamını yitiren pozisyonları savunurlar. Proletaryanın kapitalizmi ortadan kaldırabilme çabasının araçları olarak kullanılmış olan taktikleri sanki bu mücadelenin yükseltimesinin bir aracı olabilirlermiş gibi hayal ederek kutsayıp, kullanılması mutlakmış gibi gösterirler. Örneğin Marx ve Engels'in zamanında sendikalara verdiği desteği alıntılıyarak, sendikaların her zaman proletaryanın organları olduğu sonucuna ulaşırlar. Soyut ve zamansız, dolayısıyla Marksizm dışı bir yöntem kullanarak kapitalizmin çöküş evresine girmesiyle birlikte sendikaların proletaryaya karşı burjuva devletin organları haline geldiği gerçeğini gizlerler.
Hegel bir olgunun içeriği tamamen dönüştürülürken biçimini koruyabileceğini göstermiştir. Bu tam da sermayenin solu ve aşırı solunun marksizmi tahrifat etme şeklidir:
“Üzerlerinden atamadıkları solcu mirasın tuzağına düşerek, tarihsel ve diyalektik yöntemi skolastik yöntemle değiştirir, diyalektiğin ilkelerinden olan karşıtların birbirine dönüşümü ilkesini, var olan bir şey karşıtı gibi hareket etmek üzere dönüşebileceğini kavrayamazlar. Proleter partiler de, burjuva ideolojisinin ve küçük burjuvazinin ağırlığından kaynaklanan dejenerasyon nedeniyle, kendileriyle taban tabana zıt şeylere dönüştürebilir, kapitalizmin koşulsuz hizmetkârları haline gelebilirler. ” [1]
Sınıf pozisyonlarının tarihsel boyutunu ve bunların formüle edildiği tarihsel süreci reddeden solcu yöntem işte bu şekilde bugün seçim sirkine dahil olmayı devrimci bir tutum olarak görür ve gösterir.
Peki, devrimciler ne zaman ve nasıl parlamenter seçimlere dahil olmuşlardı?
Burjuvazi Avrupa’da kendi ekonomik hegemonyasını hızla kurarken, politik iktidarı aristokrasiden almayı becerebilecek gücü hemen elde edemedi. Ancak 19. yüzyılın başlamasıyla beraber, burjuvazi hızla gelişen kendi ekonomisinin taleplerini karşılamak, serfliği tamamen ortadan kaldırıp ücretli emeği yaygınlaştırmak için hem aristokrasiye hem de kendi içindeki gerici fraksiyonlarına karşı politik bir mücadeleye girişmek zorunda kaldı. İşte bu yüzyıl, burjuvazinin genel oy hakkı ve parlamenter eylem mücadelesini başlattığı kapitalizmin yükseliş dönemidir. Bu dönemde parlamento, genelde hükümetin yürütme aygıtı içerisinde kümelenmiş aristokratik ve monarşik feodal sınıflara karşı, burjuvazinin güç alanı haline gelmişti. Yasama ve yürütme arasındaki denge ilişkisi burjuva politik düzenine bu dönemin bir mirasıdır. Ekonomik gücü gelişen kapitalizm karşısında zayıflayan feodal unsurlar, yürütmeyi ellerinde tutarken, ekonomik gücü artan burjuvaziye bir taviz olarak parlamento alanını bırakmak zorunda kalmıştı. Burjuva parlamentoları çok dar bir seçmen çevresini temsil etse ve 19. Yüzyıl boyunca neredeyse hiçbir yerde genel oy hakkı söz konusu olmasa da, burjuvazi parlamenter demokrasiyi evrensel bir temsil aracı olarak ideolojisinin başat bir unsuru olarak benimsemiştir.
Öte yandan bu dönemde kapitalizm hala güçlü bir şekilde genişleyen bir sistem olduğu için, onun devrimci bir şekilde yıkılması henüz tarihsel süreçte gündemde değildi. İşçiler tam anlamıyla ne ifade özgürlüğüne ne de örgütlenme hakkına sahipti. Burjuvazinin henüz iktidar için feodalizmle mücadele etmeyi sürdürdüğü, kapitalizmin hem ekonomik hem de politik olarak genişlediği bir dönemde, koşullar işçilerin sistem içinde kendi lehlerine reformlar kazanmalarını mümkün kılıyordu. Bir taraftan sendikaları aracılığıyla ekonomik taleplerinin kavgasını verirken, öte taraftan kendi kitle partileri ile parlamentoda siyasi mücadelelerini yürütebiliyorlardı. Bu Marx ve Engels'in kapitalizmin yükseliş dönemi boyunca proletaryanın parlamenter etkinliklerde bulunması ve seçim kampanyalarında yer alması için (pek çok tehlikeyi içinde barındırmasıyla birlikte) savundukları pozisyondu [2] .
Ne var ki, kapitalizmin dünya pazarı sınırlarına ulaşması, mutlak politik iktidarı ile feodalizmi tarihin karanlıklarına gömmesiyle birlikte, parlamento sadece burjuvazinin canlı bir şekilde mücadele ettiği ilerici bir arena olmaktan çıkmadı aynı zamanda işçi sınıfının reformlar için mücadele ettiği bir kürsü olma görevini de yitirmiş oldu.
Bu durumu Rosa Luxemburg 1904 tarihli "Sosyal Demokrasi ve Parlamentarizm" başlıklı makalesinde şu sözleriyle öngörmüştü: "Parlamentarizm, demokratik gelişmenin, insan türünün ilerlemesinin ve benzeri güzel şeylerin mutlak bir ürünü olmaktan çok uzaktır. O, daha ziyade, burjuvazinin sınıf egemenliğinin ve -bu egemenliğin yalnızca tersi olan- feodalizme karşı mücadelesinin tarihsel olarak belirlenmiş biçimidir. Burjuva parlamentarizmi ancak burjuvazi ile feodalizm arasındaki çatışma sürdüğü sürece canlı kalacaktır."[3]
20. Yüzyılın başı ile beraber kapitalizm içsel çelişkilerini artık savaşsız çözemez hale gelmişti. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla belirlenen yeni bir tarihsel çağa, kapitalizmin çöküş çağına girilmişti. Bu çağ Lenin’in deyimiyle “Savaşlar ve Devrimler” çağı idi. 1. Dünya Savaşı’nı da sona erdiren, sırasıyla önce Rusya’da muzaffer Ekim devrimi ve ardından Almanya’da gerçekleşen Kasım devrimi proletaryanın doğrudan sermayeyi yok etmeyi denediği yeni tarihsel dönemin ilk işaretleri oldu.
Savaşlar ve devrimler çağında artık politik hayatın ağırlık merkezi tamamen parlamentonun sınırlarının ötesine geçmişti. Amadeo Bordiga tarafından hazırlanıp 1920'de Komünist Enternasyonal'in İkinci Kongresi’nde tartışılmak üzere sunulan tezlerde ifade edildiği gibi “parlamentarizmin ortadan kaldırılması komünist hareketin tarihsel bir görevi haline gelmişti.” [4] Aynı tezlerde şöyle devam ediliyordu: “Komünist Partiler, çalışmalarını doğrudan proletarya diktatörlüğüne ve işçi konseylerine dayandırmaz ve burjuva demokrasisiyle her türlü teması kesmezlerse, devrimci Marksist yöntemi yaymada asla büyük bir başarı elde edemeyeceklerdir.”
Komünist Enternasyonal'in İkinci Kongresi’nden günümüze, tarihsel olaylar bu tezlerin doğruluğunu fazlasıyla göstermiştir. Komünist partilerin seçim maskaralığına ve parlamento kürsülerine katılması, işçi sınıfı saflarında tehlikeli kafa karışıklıklarına yol açmıştır. Bugün “devrimci” olduğunu iddia eden her türlü grup önümüzdeki seçime katılarak “devrimci parlamentarizm” geleneğini sürdürdüklerini iddia ediyorlar. Bu sözde devrimcilerin aslında yaptıkları ise geçmiş işçi hareketlerinin hatalarını ya da tarihsel gerçekliği yitirilmiş yöntemlerini kullanarak kendi burjuva politikalarını meşrulaştırmaya çalışmaktır.
Temsili demokrasi tam da burjuva toplumunun yıkılması gereken ilk biçimi iken, bu sözde “sosyalistlerin” parlamenter kurumlara ve seçimlere katılması, kapitalizmin yönetimi için “radikal” ve “sürdürülebilir” alternatifler önermelerinden başka bir şey değildir.
Yine de Erdoğan “faşizmine” karşı “demokrasi” savunulamaz mı?
Marksizm tahrifatçısı solculardan liberallere kadar bir çok sermaye partisinin bu seçim özelinde kullandıkları en temel argümanlardan biri ise Erdoğan “faşizmine” karşı “demokrasinin” savunulamasıdır. Bu yazıda detaylı bir şekilde faşizm nedir tartışması yapmak istemiyoruz, kaldı ki bize göre Erdoğan rejimi bir tür popülizmdir, fakat bu yanılsamanın temel sorunu faşizmin, kapitalizmin normal “medeni” işleyişinin dışında, “gerici” güçlerin iktidara gelmesi olarak görülmesidir.
1920'lerde ve 30'larda Avrupa'da faşist hükümetlerin ortaya çıkışının “görünen” açıklaması da tam olarak budur. Bu hikayeye göre faşizm, burjuvazinin isteklerine rağmen iktidara gelmiştir. Bu hikaye, egemen sınıfın tarihin en trajik ve karanlık olaylarıyla her türlü bağlantıyı inkar etmesini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda faşizmin ortaya çıktığı gerçek tarihsel koşulları da gizlemektedir.
Gerçekte olan ise, ekonomik krizlerin zorlamasıyla karşı karşıya kalan kapitalizmin, kendi ihtiyaçları doğrultusunda faşist rejimleri ortaya çıkarmasıdır. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, yenilen ya da yoksul bırakılan ülkelerde, egemen sınıfın önündeki tek alternatif, emperyalist pastadan daha fazla pay almaya çalışmak ve yeni bir dünya savaşı için seferber olmaktı. Bunu yapmak için tüm politik gücün devlette toplanması, savaş ekonomisinin ve emeğin militarizasyonunun hızlandırılması ve burjuvazi içindeki çatışmalara son verilmesi gerekiyordu. Mülksüzleştirilmiş küçük burjuvazinin gerici bir ifadesi olmaktan ziyade, faşizm, İtalya'da olduğu gibi Almanya'da da büyük sanayi burjuvazisinin bizzat kendi tercih ettiği bir politikaydı. Dolayısıyla, faşist rejimler, ulusal sermayenin taleplerine doğrudan bir yanıt olarak kurulmuştur.
Ancak ekonomik kriz ve devlet kapitalizminin gerekliliği faşizmin temel koşuluysa da en önemli koşulu değildir. Faşizmin en temel önkoşulu işçi sınıfının yenilgisidir. Faşizmin Birinci Dünya Savaşı'nın yenilen en büyük ülkelerinden Almanya ve İtalya’da ortaya çıkışı ancak 1917-23 dünya devrimci dalgasının yenilgisinden sonra olmuştur. Bu ülkelerde faşizm, işçilerin dostu olarak görünen sol güçlerin devrimci dalgayı fiziksel ve siyasi olarak ezmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır. Burada altını çizmek gerekirse, Almanya'da işçi sınıfının seferberliğini kanlı bir şekilde bastırarak Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'i katleden, gelecekteki Nazi milislerinin embriyosu olan Freicorps'ları kullanarak devrimi katledenler Naziler değil, sosyal demokratlardı. Benzer şekilde İtalya’da da Mussolini'nin hareketi ancak işçi sınıfının yenilgisinden sonra, kendisini finanse eden patronların ve onu cesaretlendiren devletin yardımıyla gelişebilmiştir. Nihayetinde faşizmin iktidarı ele geçirmesini sağlayan şey uluslararası devrimci dalganın yenilgisiydi.
Burjuva ideolojisi, “demokrasi” ile “faşizm” ya da “özgürlük” ile “totalitarizm” arasındaki mücadeleyi 20. yüzyıl tarihinin kilit taşı haline getirmektedir. Bu tamamen bir aldatmacadır, çünkü ihtiyaçlarına ve tarihsel olanaklara göre bu bayraklardan birine ya da diğerine yönelen yine aynı burjuvazi, yine aynı kapitalist devlettir.
Bu aldatmacanın bedelini insanlık topyekün İkinci Dünya Savaşı ile ödemiştir. Bu savaş, “iyi” demokratlar ile “kötü” faşistler arasında “haklı” bir savaş olarak sunulmuş, anti-faşist birlikteliklerin içinde işçi sınıfı, demokrasi savunusu için seferber edilmiştir [5]. Oysa gerçek, bunun tam tersiydi: faşizmi yaratan, çökmekte olan kapitalizmin gerçek varoluş biçimi olan militarizm ve savaş dürtüsüydü. “Mutlak kötü” olan faşizmin, Stalinizm ile birlikte, son yüzyılda gezegenin dört bir yanında yaşanan tüm dehşetlerin tek sorumlusu olduğu vurgulanırken, “demokrat” tarafın Dresden’de, Hiroşima'da, Vietnam, Körfez ve Afganistan savaşlarında sebep olduğu felaketler görmezden gelindi.
Bugün “barış” ve ekonomik refah safsataları çoktan geride kaldı, bu nedenle egemen sınıf, demokrasinin diktatörlüğe karşı son kale olduğuna dair yanılsamalarla işçileri bir araya getirmeye çalışıyor. İşçi sınıfı için demokratik burjuvazi “ehven-i şer” bile değildir. İnsanlığın geleceği işçi sınıfının elindedir ve önündeki en büyük engellerden biri de egemen sınıfın anti-faşist, anti-totaliter seferberliklerle demokratik devleti savunmak için yürüttüğü ideolojik kampanyalardır. Bugün işçi sınıfının ve onun kapitalizmi yok etme kapasitesinin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, gerçek ya da hayali Erdoğan ya da başkasının “faşizmi” değil, egemen sınıfın demokratik tuzaklarıdır.
Sonsöz
Komünistlerin kapitalist demokrasi, onun seçimleri, ve parlamentoları hakkında geliştirdikleri anlayış, işçi sınıfının tarihsel deneyimlerine dayanmaktadır. Lenin'in Mart 1919'da Komünist Enternasyonal'in Birinci Kongresi'ne sunmak için “Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü” üzerine geliştirdiği tezler'de açıkça özetlediği gibi "Sosyalizm dönekleri, "genel olarak demokrasi" üzerine eski burjuva saçmalıklarını dillerine dolayarak, Paris Komünü deneyimi ile onun somut derslerini unutuyorlar. Komün hiçbir zaman parlamenter bir kurum olmadı." [6]
Kapitalist demokrasi bir aldatmacadır. Sömürücü egemen sınıfın gerçek gücü, sömürdüğü çoğunluğa seçtirdiği parlamentolarda değil, yönetim kurulu odalarında ve koridorlarında, silahlı kuvvetlerinde, teknokratik ve/ya demokratik maskeleriyle sermayesindedir. Kapitalist krizler karşısında bütün kapitalist hükümetler esas olarak işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarına yönelik saldırıları artırmak zorundadır. Mayıs seçimlerinde kim kazanırsa kazansın burjuva devletin temel yönelimi aynı olacak, işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarına saldırılar sürecektir.
İşçi sınıfının, hangi kapitalist politikacının burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün başına geçeceğine karar verilmesine katılması, bunun için seferber edilmesi saçmalıktır. Seçim kabinlerinde atomize olan, yalnızlaşan ve sınıflar arası, biçimsiz bir “yurttaşlar” denizinde boğulan işçi sınıfı, kendi cıkarlarını kapitalist seçimler çerçevesinde gercekleştiremez. İşçi sınıfı kendi çıkarlarını ancak sınıf mücadelesi içerisinde, sınıf bilinci ve kimliğini tavizsiz biçimde geliştirerek, sınıf dayanışma ağlarını örerek savunabilir. İşçi sınıfını kaçınılmaz olarak devletle karşı karşıya getiren bu mücadele, kapitalist devleti ve onun korkunç ekonomik sistemini yok edebilecek tek güçtür. Aksi takdirde, işçi sınıfı tarih sahnesinden silindiğinde, ister sol ister sağ tarafından yönetilsin, kapitalistler her türlü barbarlığı yapmakta sınır tanımayacaklardır.
Kamuran
1 note · View note
taikaiyo · 2 months
Text
Tumblr media
Happy Enternasyonal Women Day
0 notes
diyarbakirhaberleri · 2 months
Text
CHP Genel Başkanı Özel, Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’na katıldı
ICYMI: https://www.haberidiyarbakir.com/chp-genel-baskani-ozel-sosyalist-enternasyonal-konsey-toplantisina-katildi/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
pateralba · 6 months
Text
Tumblr media
MİLLİYETÇİLİK
Geçmişle gelecek arasında bağ kurarak kurallar oluşturmuş, ortak tarih-dil-gelenek-inanç-coğrafya özellikleriyle doğuştan geldiği iddia edilen, doğaüstü bir yaratılıştan var olan bir olgu olduğu yanılgısıyla, güçlü ve zayıf hiyerarşisinin içinde mücadele ettiği kanıksanmış, millet-ulus kavramının milliyetçilik için yeterli olmadığını biliyor muydunuz?
Milliyetçiliğin kendini var edebilmesi için, belirli bir ekonomik ve toplumsal gelişmişlik şarttı. Millet daha eski olsa da, milliyetçilik yakın bir dönemde ortaya çıktı ve kapitalizm için bir gereklilikten doğdu. Kapitalist toplumda, sermaye birikiminin var olması için rekabet gerekliydi ve 18.yy da rekabet için milliyetçilik kavramlaştı. Ulus-devlet de bu rekabetin ürünüdür. Feodal üretim biçiminden, kapitalist üretime geçerken, ulusal pazar ekonomisini yaratmak, aynı toplumun üyesi olma bilincini gerektirdi. Yani, hayali bir cemaati oluşturan milliyetçilik, ulus-devlet sonrası ortaya çıkan bir kavram. Ulus-devlet, kendini okul-ordu-medya ideolojik aygıtları ile var etti.
Anlattığım kadarıyla, burjuva bir fikir olduğu anlaşılan milliyetçilik, kapitalistle işçiyi aynı milletin üyesi olarak göstererek, sınıf bilincinin oluşmasını da engelledi ve sömürüyü kolaylaştırdı. Irkçılık ise, milliyetçilikten farklı olarak, diğer milletlere karşı nefreti besledi. Kapitalist toplumda, köle emeği kullanılmasını meşrulaştırmanın ideolojisi haline geldi. Birlikte yaşayan iki toplumdan baskın olanı, diğeri üzerinde hüküm sürme çabasına girdiğinde, bu çaba sonucu ezilen ulus milliyetçiliği dediğimiz yeni bir bilinç oluştu. Yani, ırkçılık başka bir milliyetçiliği doğurdu. Fakat milliyetçiliğin, ezilen ulustan olması, onun özelliklerini çoğu zaman değiştirmedi. Çünkü, onun en kötü yanı, kendini sorgulamamasıydı ve sorgulanmayan milliyetçilik, ırkçılığa-faşizme açık kapı bırakmış oluyordu. Bir yandan kendi ulusunun ezilmesine karşı çıkarken, diğer yandan başka bir ulusun ezilmesine duyarsız kalabilen milliyetçilik, ırkçılığın siyasallaşma biçimine dönüşmüştür.
Küreselleşmenin etkisiyle, insan odaklı anlayışlar geliştikçe, milliyetçilik eski önemini kaybetti fakat az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, hala benimsenir haldedir. Milliyetçilik ile faşizm arasında da, bir kapsama ilişkisi var ve milliyetçilik faşizmi kapsıyor. Faşistlerin doğrudan bir millete, popülist bir bağlılıkları varken, farklı etnik ve kültürel çeşitliliğe çok az tahammülü var. Faşistler, ne kadar vatansever propaganda yaparsa yapsın, sırtlarını dış güçlere dayamaktan da vazgeçmiyor.
Şovenizm ise, kendine ait olanı yüceltip, ötekinin değerlerini küçümseyen aşırı milliyetçiliğin saldırgan, savaş ve şiddet yanlısı, kışkırtmacı ideolojisi olarak faşizmin en sık rastlanan örneğidir. Sosyal şovenizm ise, bu politikanın sol-sosyalizm adına yapılmasına deniyor. Kriz ve savaş koşullarında, burjuvazinin elinde etkili bir silah oluyor.
Milliyetçiliğin, başka ulusları ezecek kadar egemen olmasını istemeyenler, insanlık çıkarlarını ulusal çıkarların üzerinde tutarak, enternasyonalist olmak zorundadır. Enternasyonalist olmakla birlikte, yurtsever de olabilirler. Yurtseverlik, duygularını kontrol eder ve hayal ürünü bir aidiyete dönüşmez. Yurtseverlik, sevgiye dayanan anti-emperyalist bir düşünce biçimiyken, milliyetçilik rekabete dayanıyor. Yurtsever, vatanının ekonomik kuruluşlarının özelleştirilmesine karşı ve olgulara emekçilerin çıkarları açısından yaklaştığından, milliyetler arasında bir eşitsizliği de kabul etmiyor.
0 notes
mafaweb · 4 months
Text
Halkapınar nedir ve nerede bulunur?Halkapınar, İzmir'in Konak ilçesine bağlı bir semttir. İzmir'in merkezine oldukça yakın bir konumda bulunan Halkapınar, aynı zamanda popüler bir fuar alanı olan İzmir Enternasyonal Fuarı'na da ev sahipliği yapmaktadır.Halkapınar'ın merkezi konumu ve ulaşım kolaylığı, bölgeyi özellikle ticari ve sosyal anlamda oldukça canlı bir yer haline getirmiştir. İzmir'in en işlek semtlerinden biri olan Halkapınar, aynı zamanda otogar ve tren istasyonlarına da yakın bir konumda bulunmaktadır.İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı bir semt olan Halkapınar, hem konumu hem de sunduğu olanaklarla İzmir'in vazgeçilmez semtleri arasında yer almaktadır. Ayrıca burada bulunan Halkapınar Spor Salonu da bölgeye ayrı bir değer katmaktadır.Halkapınar'ın İzmir'in gelişmekte olan semtlerinden biri olması, bölgede gayrimenkul yatırımlarının da artmasına neden olmuştur. Tüm bu özellikleriyle Halkapınar, İzmir'in en önemli semtleri arasında yer almaktadır.Konya Web Tasarım hizmetleri neler sunar? Konya web tasarım hizmetleri, şehirdeki işletmeler ve kuruluşlar için çeşitli dijital çözümler sunar. Bu hizmetler arasında web sitesi tasarımı, mobil uygulama geliştirme, SEO optimizasyonu, e-ticaret siteleri oluşturma, kurumsal web tasarımı ve dijital pazarlama stratejileri uygulama gibi birçok farklı alan bulunmaktadır. Konya web tasarım firmaları, müşterilerinin ihtiyaçlarına göre özel tasarım ve yazılım hizmetleri sunarak, dijital alandaki varlıklarını güçlendirmelerine yardımcı olur. Profesyonel bir web tasarım hizmeti, markanın çevrimiçi görünürlüğünü artırır ve potansiyel müşterilere daha kolay ulaşmasını sağlar. Konya'da web tasarım hizmetleri almak isteyen işletmeler, sektörde deneyimli ve referansları güçlü bir firma ile çalışarak, marka bilinirliğini artırabilir ve online platformlarda daha etkili bir şekilde varlık gösterebilirler. Bu nedenle, Konya'daki işletmelerin web tasarım hizmetleri konusunda dikkatle seçim yapmaları ve ihtiyaçlarına uygun dijital çözümler sunan uzman firmalar ile çalışmaları, marka stratejilerinin başarısında önemli bir rol oynayacaktır. e-Ticaret siteleri için web tasarım önemie-Ticaret siteleri günümüzde giderek artan bir trend haline gelmiştir. İnsanlar artık alışverişlerini internet üzerinden yapmayı tercih etmektedir. Bu nedenle işletmelerin online satış platformlarına geçişi kaçınılmaz hale gelmiştir. Ancak sadece bir web sitesine sahip olmak yeterli değildir. Bu sitenin kullanıcı dostu olması ve müşterilere iyi bir deneyim sunması, yani web tasarımının önemi oldukça büyüktür.İyi bir web tasarımı kullanıcı deneyimini olumlu yönde etkiler. Bu da müşterilerin sitenizde daha uzun süre vakit geçirmesine ve daha fazla ürün alımı yapmasına olanak tanır. Üstelik etkileyici bir tasarım sayesinde marka imajınız da güçlenecek ve müşterilerinizin gözünde daha güvenilir bir firma olarak yer edineceksiniz.e-Ticaret siteleri için web tasarımının bir diğer önemi de rekabet içinde bulunduğunuz diğer firmaları geride bırakmaktır. Başarılı bir tasarım sayesinde rakiplerinizden ayrışabilir, markanızı öne çıkarabilirsiniz. Bu da potansiyel müşterilerin sizin sitenizi tercih etmesini sağlayacaktır.Sonuç olarak, e-Ticaret siteleri için iyi bir web tasarımına sahip olmak oldukça önemlidir. Kullanıcı dostu, marka imajını güçlendiren ve rekabetçi bir tasarım, online satışlarınızı artıracak ve başarıya ulaşmanızı sağlayacaktır.Kurumsal Web Tasarımın faydaları nelerdir?Kurumsal web tasarımı, bir işletmenin çevrimiçi varlığını güçlendirmek ve marka bilinirliğini artırmak için oldukça önemlidir. Profesyonelce tasarlanmış bir web sitesi, işletmenin güvenilirliğini ve ciddiyetini yansıtır.Kurumsal web tasarımı, işletmenin hedef kitlesine ulaşmasına yardımcı olur. SEO uyumlu tasarlanmış bir web sitesi, arama motorlarında üst sıralarda yer alarak potansiyel müşterilere ulaşma şansını arttırır.Bunun yanı sıra, kurumsal web tasarımı, mobil uyumluluk ve hızlı yükleme gibi teknik özellikler sayesinde kullanıcı deneyimini arttırır ve ziyaretçilerin web sitesinde daha uzun süre vakit geçirmesini sağlar.
Bu da dönüşümlerin artmasına katkı sağlar.Ayrıca, profesyonel bir web tasarımı, işletmenin marka kimliğini yansıtacak şekilde özelleştirilebilir. Renkler, fontlar, görseller ve içeriklerle marka bütünlüğü sağlanarak güçlü bir marka imajı oluşturulabilir.Dijital Pazarlama Ajansı ne gibi hizmetler sunar? Dijital Pazarlama Ajansı, dijital pazarlama stratejileri geliştirmek ve uygulamak için hizmet veren kuruluşlardır. Bu ajanslar, markaların dijital varlıklarını yönetmek, online platformlarda görünürlüğünü artırmak ve potansiyel müşterilere ulaşmak için çeşitli hizmetler sunarlar. Bununla birlikte, dijital pazarlama ajansları genellikle SEO, SEM, e-posta pazarlama, sosyal medya yönetimi, içerik pazarlaması ve dijital reklam gibi alanlarda uzmanlaşmış ekiplerden oluşur. Bu hizmetler, markaların çevrimiçi varlıklarını güçlendirmelerine ve hedef kitlelerine etkili bir şekilde ulaşmalarına yardımcı olur. Dijital pazarlama ajansları ayrıca markaların dijital stratejilerini yönetmek, analiz etmek ve sürekli olarak optimize etmek için de hizmet verir. Böylece markaların çevrimiçi platformlarda rekabet avantajı elde etmelerine yardımcı olurlar. Genel olarak, dijital pazarlama ajansları markaların dijital performanslarını artırmak ve çevrimiçi hedeflerine ulaşmak için kapsamlı bir hizmet yelpazesi sunarlar. Bu sayede markalar, dijital pazarlama stratejilerini etkili bir şekilde yürüterek çevrimiçi başarılarını artırabilirler. Web Sitesi Tasarımı için nelere dikkat etmek gerekir?Web Sitesi Tasarımı yaparken dikkat edilmesi gereken birçok önemli faktör bulunmaktadır. İlk olarak, kullanıcı deneyimini göz önünde bulundurarak tasarım yapılmalıdır. Kullanıcı dostu bir web sitesi, ziyaretçilerin siteyi rahatlıkla kullanmasını ve istedikleri bilgilere kolayca ulaşmalarını sağlar.SEO uyumluluğu da web sitesi tasarımı sırasında göz ardı edilmemesi gereken bir faktördür. Arama motorlarına uygun bir şekilde yapılan tasarım, web sitesinin daha fazla ziyaretçiye ulaşmasını sağlayabilir.Ayrıca, mobil uyumluluk da günümüzde oldukça önemli bir faktördür. Çünkü birçok kişi artık mobil cihazlar üzerinden internete erişim sağlamaktadır. Bu yüzden web sitesi tasarımı yapılırken mutlaka mobil uyumluluk göz önünde bulundurulmalıdır.Son olarak, güvenlik de web sitesi tasarımı sırasında önemli bir konudur. Potansiyel saldırılara karşı korunaklı bir web sitesi tasarımı, kullanıcıların bilgilerinin güvende olduğunu hissetmelerini sağlayacaktır.Web Yazılımının önemi ve avantajları nelerdir?Web yazılımı, bir web sitesinin temel yapı taşıdır. Web yazılımı sayesinde bir web sitesi, kullanıcıların beklentilerini karşılayabilir, etkili bir şekilde çalışabilir ve istenen sonuçları verebilir. Bu nedenle, web yazılımının önemi oldukça büyüktür.Web yazılımı, bir web sitesinin arka planda nasıl çalıştığına dair birçok fayda sağlar. Bir web sitesinin güvenliği, verimliliği ve performansı, yazılımın kalitesine ve doğru şekilde kullanılmasına bağlıdır. Ayrıca, web yazılımı sayesinde birçok özelleştirme ve fonksiyonel özellik de eklemek mümkündür.Bunun yanı sıra, web yazılımının avantajları da oldukça fazladır. Hem kullanıcı deneyimi, hem de SEO açısından web sitesinin başarılı olmasını sağlar. Ayrıca, web yazılımı sayesinde güncellemeler kolayca yapılabilir ve web sitesi sürekli olarak daha iyi hale getirilebilir.Sonuç olarak, web yazılımının önemi büyüktür ve doğru şekilde kullanıldığında oldukça fazla avantajı bulunmaktadır. Bu nedenle, bir web sitesinin başarılı olması ve etkili bir şekilde çalışabilmesi için kaliteli web yazılımını tercih etmek oldukça önemlidir.Web Tasarım Fiyatları nasıl belirlenir? Web tasarımı hizmeti sunan ajanslar veya freelancer web tasarımcılar, fiyat belirleme konusunda farklı yöntemler kullanabilirler. Web tasarımı fiyatları belirlenirken dikkate alınması gereken birkaç faktör bulunmaktadır. İhtiyaç Analizi yapmak, web tasarımı fiyatlarının belirlenmesinde önemli bir adımdır. Müşterinin taleplerine göre ne tür bir web sitesine ihtiyaç duyduğunun belirlenmesi, fiyatlandırma için temel bir adımdır.
Bir e-ticaret sitesi için web tasarımı fiyatı, kurumsal bir web sitesinden farklılık gösterecektir. Proje Talepleri de web tasarımı fiyatlarını etkileyen faktörlerden biridir. Müşterinin istekleri doğrultusunda özelleştirilmiş web tasarımı talepleri, maliyeti etkileyecektir. Web tasarımı fiyatları, kullanılacak teknoloji ve uzmanlık düzeyi gibi unsurlara bağlı olarak da değişkenlik gösterebilir. Örneğin, bir mobil uyumlu web sitesi tasarımı, geleneksel bir web sitesi tasarımından daha pahalı olabilir. Sosyal Medya Ajansının işlevleri ve faydalarıSosyal medya ajansları, genellikle markaların ve işletmelerin sosyal medya platformlarında varlık göstermesine yardımcı olan profesyonel şirketlerdir. Bu ajansların birçok önemli işlevi bulunmaktadır. İlk olarak, sosyal medya stratejilerinin oluşturulması ve uygulanmasında deneyimli bir ekip tarafından desteklenir. Bu sayede markalar, hedef kitlelerine daha etkili bir şekilde ulaşabilir ve etkileşim sağlayabilir.Ayrıca, sosyal medya ajansları, markaların sosyal medya hesaplarını güncel tutarak düzenli olarak içerik paylaşımı yapar ve takipçi sayısını artırmak için çalışmalar yürütür. Bu sayede markaların online varlıkları güçlenir ve hedef kitleleriyle daha yakın bir bağ kurmaları sağlanır.Bunun yanı sıra, sosyal medya ajansları, sosyal medya reklamlarını yönetir ve markaların reklam bütçelerini en etkili şekilde kullanmalarına yardımcı olur. Böylece markalar, hedef kitlelerine daha kolay ulaşabilir ve satışlarını artırabilir.Son olarak, sosyal medya ajansları markaların sosyal medya performansını sürekli olarak analiz eder ve raporlar hazırlar. Bu raporlar, markaların sosyal medya stratejilerini geliştirmelerine ve daha iyi sonuçlar elde etmelerine yardımcı olur.Kurumsal SEO Ajansının rolü ve yararlarıKurumsal SEO Ajansı, bir şirketin veya kurumun online görünürlüğünü artırmak ve potansiyel müşterilere ulaşmak için arama motoru optimizasyonu (SEO) hizmetleri sunan uzman bir ajans türüdür. Bu ajanslar, web sitesi trafiğini artırmak, sıralamaları yükseltmek ve marka bilinirliğini artırmak için çeşitli teknik ve stratejik yaklaşımlar kullanırlar.Kurumsal SEO Ajanslarının rolü, şirketlerin web sitelerinin arama motorlarında daha üst sıralarda yer almasını sağlayarak organik trafiklerini artırmak ve hedef kitlelerine daha etkili bir şekilde ulaşmalarına yardımcı olmaktır. Bu ajanslar, arama motoru algoritmalarını analiz ederek, anahtar kelime araştırmaları yaparak, içerik stratejileri oluşturarak ve teknik SEO iyileştirmeleri gerçekleştirerek şirketlerin dijital pazarlama performansını maksimum seviyeye çıkarmaya çalışırlar.Kurumsal SEO Ajanslarının yararları arasında, uzmanlık ve deneyimleri sayesinde şirketlerin dijital pazarlama stratejilerini geliştirmelerine yardımcı olmaları, organik arama sonuçlarında daha görünür hale gelerek rekabet avantajı elde etmeleri ve dönüşüm oranlarını artırmaları yer almaktadır. Ayrıca, SEO ajansları ile çalışmak şirketlerin web sitelerinin güncel ve etkili bir SEO stratejisine sahip olmalarını sağlar, bu da uzun vadede sürdürülebilir bir online varlık için önemlidir.Kurumsal SEO Ajansları, şirketlerin dijital pazarlama performansını iyileştirmek için stratejik bir ortaklık sunar. SEO ajansları ile işbirliği yaparak şirketler, online varlıklarını güçlendirebilir, müşteri tabanlarını genişletebilir ve rekabet avantajı elde edebilirler.
0 notes
gundemarsivi · 6 months
Text
Tumblr media
Ekim Devrimi, Ulusal Sorun ve Rojova’da Savaş Paneli
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/ekim-devrimi-ulusal-sorun-ve-rojovada-savas-paneli/
Savaş şimdi dört dinin çıktığı topraklarda. Savunmasız insanların üzerine bombalar yağıyor günlerdir. Dünya tarihinde görülmemiş bir barbarlık: Hedef gözetilmeksizin her yer ateşe veriliyor. Hastane, okul, cami, kilise, can kurtaran ne varsa fosfor bombalarıyla bombalanıyor. Hastanelerde hastalar ölüme terk edilmiş durumda, cesetleri koyacak morg yok. Yardım taşımasına izin verilen sınırlı sayıdaki kamyonlar ceset torbası taşıyabiliyor yalnızca. Yakılıp yıkılmış evlere, parçalanmış bedenlere bakamıyorsunuz. Doğa da uzun süre kendisine dönemeyecek şekilde nasibini alıyor bu vahşetten. Dünya sahipsiz, insan sahipsiz. Adaleti sağlayacak bir denge, güçsüzü koruyacak bir güç yok ne yazık ki. Oysa, uğruna kavga edilen topraklarda insanların paylaşamayacağı bir şey yok. Bunları düşünürken Özkan Mert’in; “Korkuyorum insanın vahşetinden / savaşlardan /dinlerden…” dizeleri dudaklarıma yığılıp kalıyor.
İşte böyle bir ortamda ve böyle bir ruh hali içinde haberdar oldum Ekim Devrim Tartışmaları kapsamında, Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz Gazetesi’nin Çanakkale HDP İl Binası’ndaki Ekim Devrimi, Ulusal Sorun ve Rojova’da Savaş konulu panelden. 31 Ekim, Salı günü, saat 17’de başlaması gereken panel biraz geç başladı ama beklemeye değdi açıkçası. Belirtmem gerekir ki nitelik düzeyi oldukça yüksekti panelin.
Her şeyden önce dünyanın içinde bulunduğu duruma ve Filistin Sorununa yaklaşım ezber bozan nitelikteydi. Rojova’ya ilişkin bildiklerimden çok fazlasına ulaştım. İşin kolayına kaçılmamıştı. Bildik kabuller üstünden değildi anlatılanlar. İki panelistin de birikimi, performansı beklenilenin çok üstündeydi ayrıca. Paneli ağzı açık dineldim diyebilirim deyim yerindeyse. Kalbimi tuttum anlatılanları kaçırmamak için. Dönüş yoluna geçtiğimde Eşim Zeynep’e panelde anlatılanları nasıl özetleyebileceğimi düşündüm bir süre. Fakat böyle bir şeyin özetinin yapılamayacağını; neyi, nasıl anlatırsam anlatayım asıl anlatılması gerekenlerin bunun dışında kalacağını anlamam çok sürmedi. Ya da bunu beceremeyeceğimi kabul ettim. Söylenenlerin her biri açılması ve üzerinde uzun uzun konuşulması gereken ayrı birer başlık değerindeydi çünkü. Nasıl desem ileri bir insanlığın yaşam şekli ve ilişkileri dahil kentlerini, cadde ve sokaklarını gösteren oklar… Yeryüzü kardeşliğinin ve barış içinde bir dünyanın gidiş yolu. Ve/ veya bu bağlamda olması gereken insan veya insanın geniş bir özeti.
Günümüz insanının içine düştüğü, düşürüldüğü çaresizlik; kuşatılmışlık, kıstırılmışlık üstünden gelişti konuşmalar. Bu girdaptan çıkış yoluna vurgular yapıldı. Zincirleri kırmanın devrimci şekli yeniden tanımlandı. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile birlikte azgınlaşan emperyalizmin durdurulması için Dünya Devrimi’nden, devrimci bir dünya partisinden söz edildi, Filistin halkının yanında olmak ve Rojava Devrimi’ne sahip çıkmak için çevre ülke halklarının önce ülkelerindeki gerici yönetimleri alaşağı etmelerinin zorunluluğunun altı çizildi.
Vicdanın ayağa kalkması çağrısıydı daha çok panelin kendisi. Panelde ülkemizin iç açıcı olmayan durumundan da söz edildi ister istemez.
Eğer zaman daha geniş olsaydı İbrani Ansiklopedisi’ni hazırlamış Prof. Leibowitz’in; “Filistinlilerin, İsrail devletinden nefreti son derece doğaldır ve onları bundan ötürü kınayamayız. Arapların kendi Filistin devleti kurulursa, Yahudiler ve Araplar arasında dostça birlikte yaşama olasılığı çok yüksektir,” sözlerini tekrar ederek ben de katkı yapacaktım panele.
Bazı filmleri izlediğinizde, film bitse de kafanızda devam eder. Bir kitap için de geçerlidir bu durum. Benzer şey panelden sonra da oldu bende. Kaç gündür etkisindeyim. Orada dile gelenleri evirip çeviriyorum kafamda. Düşüncelerimle örtüşen, örtüşmeyen yanları tartışıyorum kendi içimde.
Şu an elimde Bekir Karadeniz’in dört ciltten oluşan En Büyük İsyan Hatırlamaktır adlı çalışması var. Birinci cildinin arkasındaki ifade ile panelde anlatılanlar arasında inanılmaz bir bağ kurdum. En azından panelde Türkiye’ye ilişkin anlatılanlarla… Ben Zeynep’e Panelden söz ettim kuşkusuz. Ama paneli özetlemek yerine, panelin en azından bir bölümünü özetleyeceğini düşündüğüm, panelin ruhunu da öne çıkaran Bekir Karadeniz’in sözünü ettiğim kitabının arka kapak yazısını okumayı tercih ettim. Aslına bakılırsa salt ülkemizin değil, dünyanın da arka yüzü üç aşağı beş yukarı kitabın arka kapağında yazılanlarda olduğu gibi.
“Türkiye’nin hiçbir döneminde ‘düşünce suçu’ kadar tehlikeli ve riskli bir suç söz konusu olmadı. Bu nedenle adı ya da ceza yasasındaki maddenin numarası ne olursa olsun içeriği hep aynı kalmış ve yönetenler asla bu yasalardan taviz vermemiştir. Uygulamalar ise anayasal olarak güvencede olmaksızın yönetenlerin insafına bırakılmıştır. Bunun böyle işlemesi şüphesiz bir rastlantı değil, tersine Türkiye’nin resmi ideolojisinin sonucudur.
‘Düşünce suçu’ her zaman akla gelebilecek en lastikli, yoruma açık olarak hazır bulundurulur. Aslında tam anlamıyla serseri mayın misali toplumun arasında dolaş(tırıl)ır ve kimin ne zaman buna basacağı veya toslayacağını yönetenlerden başkası bilemez. Bu anlamıyla, hatırlamak düşünmenin tehlikeli yanlarından biridir.
Günlük yaşamdan okulda verilen derslere kadar hiçbir şey, herhangi biçimde sorgulan (a)madı, sorgulatılmadı. Sorgulamanın açacağı sonuçları içgüdüleri ve tecrübeleriyle kestiren insanların çoğu bu kurala uymanın en ‘selamet’ yol olduğunu kavradı. Sorgulamak, neyin sorgulandığından bağımsız olarak başlı başına tabu kabul edildi.”
Ne mi düşünüyorum: Adil olmayan bir dünyada yaşamaya mecbur değiliz. Başka türlü bir dünya mümkündür.
Hayrettin Geçkin
0 notes
almanyalilar · 7 months
Text
0 notes
gundembuca · 8 months
Text
Buca Belediyesi, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle fuarda  
Tumblr media
BU yıl 92. kez kapılarını açan İzmir Enternasyonal Fuarı’nda Buca rüzgârı esti.  Buca’nın eşsiz tarihi ve kültürel dokusunun tanıtıldığı stant ziyaretçilerden büyük ilgi görürken Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, “İEF’ye gelen herkesi standımıza bekliyoruz” dedi. Ticaret, kültür, sanat ve eğlencenin merkezi olan 92. İEF, Kültürpark’ta dünyayı bir araya getirdi. 10 Eylül Pazar gününe kadar açık kalacak fuarda, Buca Belediyesi de Lozan Kapısı girişi Uzun Havuz Belediyeler Sokağı’nda yerini aldı. Buca’nın ünlü Levanten köşklerinden biri olan ve günümüzde Buca Belediyesi Kültür Sanat Merkezi olarak hizmet veren Hacı Davut Fargoh köşkünün maketinin de yer aldığı stantta, kentin eşsiz tarihi ve kültürel dokusu ziyaretçilere tanıtılıyor. BİRBİRİNDEN RENKLİ ETKİNLİKLER Işılay Saygın Güzel Sanatlar Lisesi öğrencileri de stantta, piyano, keman ve çello dinletileri ile konuklara eşsiz bir müzik ziyafeti sunuyor. Çocuklar için düzenlenen atölyeler ve yüz boyama etkinlikleri ise minik ziyaretçilere keyifli dakikalar yaşatıyor. Birbirinden renkli etkinliklerin yer aldığı stantta 6 ve 9 Eylül tarihlerinde FOMGED Halk Oyunları Ekibi’nin Türkiye’nin renklerinden kesitler sunduğu gösterisi yer alacak. BUCAKUT FARKINDALIK YARATIYOR Öte yandan, Kahramanmaraş depremindeki özverili çalışmalarından dolayı “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Üstün Fedakârlık Madalyası”na layık görülen Buca Belediyesi Arama Kurtarma Ekibi (BUCAKUT) de stantta deprem konusunda farkındalık yaratıyor. Arama kurtarma çalışmalarında kullanılan araç ve teçhizatların yer aldığı stantta, vatandaşlara bilgilendirici broşürler dağıtılıyor. HERKESİ BEKLİYORUZ Buca’yı İzmir’in cazibe merkezi haline getirmeyi hedeflediklerini belirten Başkan Erhan Kılıç, kentin tüm güzellikleriyle tanıtıldığı standa herkesi beklediklerini söyledi. Read the full article
0 notes
piyasahaberleri · 11 months
Link
Eski Hintli Kontrol kriket oyuncusu Virender Sehwag, 5 Haziran Pazartesi günü çekilen bu videoda bir röportaj esnasında konuşuyor. — Twitter/@_FaridKhanEski Hintli Kontrol kriket oyuncusu Virender Sehwag, Pakistanlıların misafirperverliğine övgüler yağdırdı ve Hindistan'ın 2003'te beş Bir Gün Enternasyonal yarışması için ülkeyi gezdirilmiş olduğu 2003'te ülkeyi ziyareti esnasında almış olduğu sıcak karşılamadan derinden etkilendiğini deklare etti ( ODI'ler) ve üç Kontrol. Hindistan, ODI serisini 3-2'lik skorla galip çıkardı ve Kontrol serisini 2-1'lik bir galibiyetle perçinledi. Kısa sürede bir YouTube kanalında verdiği bir röportajda Sehwag, turu sevgiyle hatırladı ve Pakistan halkının misafirperver doğasına olan hayranlığını dile getirdi. "2003-04'te Pakistan'ı gezdiğimizde Pakistan halkından fazlaca fazla sevgi bulduk" dedi. Sehwag, tur esnasında yaşanmış olan iç açıcı bir vakası paylaşmaya devam etti. Lahor'daki ikinci Testten ilkin alışverişe gitti ve mahalli bir pazardan ailesi için ortalama 30-35 Pakistan ekibi satın aldı. Dükkan sahibi, bir misafirden para alamayacağı mevzusunda ısrar ederek ödemeyi kabul etmeyi reddetti. Sehwag, "Pakistan'ın her yerinde bu şekilde bir sevgi gördük" dedi.Röportaj esnasında Sehwag, eski Pakistanlı kriket oyuncusu Inzamam-ul-Haq'a da övgüler yağdırdı. Inzamam'ı efsanevi Sachin Tendulkar'ı bile gölgede bırakarak Asya'nın en büyük orta dereceli topa vuran oyuncusu olarak görüyordu. Sehwag, bilhassa 2003-04 döneminde, Inzamam'ın sakin kalma ve baskı altında koşuları puanlama becerisinin altını çizdi, bu zamanda averaj sekiz turluk averaj skor muhteşem kabul edildi. "Tendulkar vurucu liginin dışındaydı; onun üzerindeydi. Fakat Inzamam orta sıranın en iyisiydi. Sekiz civarında bir sayının olanaksız görünmüş olduğu 2003-04 yıllarından bahsediyorum. Takımlar paniğe kapılırdı." Bu tür durumlarda, sadece Inzamam ortalama sekiz sayı ile gol atarken sakin kaldı."Inzamam-ul-Haq, 1991 ile 2007 yılları aralığında ülkeyi 120 Kontrol, 378 ODI ve bir T20I'de temsil eden Pakistan'ın en iyi vurucularından biri olarak kabul ediliyor. Pakistan'ın 1992 Dünya Kupası zaferinde fazlaca mühim bir rol oynadı.
0 notes
hetesiya · 6 months
Link
1917’nin Devrimci Cumhuriyetinin Karşısında 29 Ekim 1923’ün Karşı Devrimci Cumhuriyeti Enternasyonal Komünist İşçi Birliği (EKİB) ve Köz ortak imzalı ‘İki Farklı Ekim: 1917 Ekimi’nin Devrimci Cumhuriyetinin Karşısında 1923 Ekimi’nin Karşı Devrimci Cumhuriyeti’ başlıklı broşürün sunuş yazısını aşağıda paylaşıyoruz. Kuruluş Efsaneleri Karşısındaki Tutum Bir Turnusol KağıdıdırDevlet, tüm sınıflı toplumlarda hâkim sınıfın baskı aygıtıdır ama sadece baskıyla ayakta durmaz. Efsanelere de ihtiyaç duyar. Sınıflı toplumların en gelişkini olan burjuva toplumu da, devletin varlığını gerekçelendirmek, ona meşruiyet kazandırmak için efsanesiz yapamaz. Burjuva diktatörlüklerinde dinî, mitolojik figürlerle bezeli efsanelerin yerini halkın kurtuluş/ bağımsızlık savaşı efsanesi alır. Temsilî demokrasiye dair kurumların varlığı devletin, burjuvazinin sınıf diktatörlüğü değil  “tüm yurttaşların” devleti olduğu yanılsamasını azaltmaz arttırır. ”Tüm halkın devleti” safsatasına inandırıcılık katmak için devletin bir halk mücadelesiyle kurulduğu efsanesini yaymak daha da gereklidir. Üstelik bugün hüküm süren iki yüz küsur devletin ezici çoğunluğu proletaryanın tarih sahnesine çıktığı dönemde, proletaryanın ve ezilen ulusların devrimci mücadelesini kendisine yedekleyip tasfiye ederek, çoğu zaman da boğarak kurulmuştur. Söz konusu efsaneler bu tarihsel gerçeği de baş aşağı çevirerek, işçi sınıfını kendi sınıf düşmanlarına bağlamaya hizmet eder.Yüzüncü yıl dönümünü kutlamaya hazırlayan Türkiye Cumhuriyeti’nde üretilen cumhuriyet efsaneleri bu anlamıyla tüm burjuva diktatörlüklerindeki efsanelere benzer. Maddi temeli olmayan bir bağımsızlık savaşı efsanesine dayanır, emekçi kitlelerin seferberliğinin yasak ve zor ile engellenmesini bir halk mücadelesi, kitle desteği olmayan bir burjuva politikacılar kadrosunu ise halkın savaşçıları/önderleri olarak sunar; bu topraklardaki emekçilerin kanı üzerine kurulmuş devleti tüm halkın devlet olarak takdis eder.Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist paylaşım savaşının aktörlerinden biri olduğunu unutturmak, 1919-23  arasındaki mücadeleyi mazlum bir milletin tüm emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi olarak tanımlamak, gayrimüslimlere yönelik katliamları yok saymak, Kürtlerle-Türklerin omuz omuza mücadele ettiğini, “Milli Mücadele”nin kongrelere dayalı bir iktidar kurduğunu savunmak, saltanatın kaldırılıp cumhuriyetin ilan edilmesini devrimci bir adım olarak bayraklaştırmak Türk işi cumhuriyet efsanesinin tamamlayıcı parçaları arasında yer alır.Burjuva diktatörlükleri ne kadar kırılgan bir zemin üzerine kurulmuşsa  efsanelere, gözü yaşlı ruh çağırma ayinlerine duyulan ihtiyaç büyür. Yaşadığımız topraklardaki Millî Mücadele’nin dört ayrı aşamasını anlatan dört ulusal bayram, sirenli, esas duruşlu 10 Kasımlar, cami sayısından fazla olan Mustafa Kemal heykelleri bu ihtiyacın ürünüdür. Tüm bu müsamerelerin Atatürk’ü Koruma Kanunu’yla olan çelişkili beraberliği ise Türkiye’deki hâkim sınıfın aczini sergiliyor.Kuruluş efsaneleri karşısındaki tutum, dünyanın her yanındaki sol hareketler için olduğu kadar Türkiye’dekiler için de bir turnusol kağıdıdır. Burjuvazinin sınıf egemenliğini şu ya da bu reform aracılığıyla daha sağlam temeller üzerine oturtmak isteyenler, bu efsanelerden beslenmeye, onları diriltmeye ve mirasını ileriye taşımaya çalışırlar. Sınıfsız ve sınırsız bir dünya yolunda burjuvazinin sınıf egemenliğini parçalamak isteyenlerinse sadece burjuvazinin baskı aygıtlarına karşı değil onu gerekçelendiren bu tür efsanelere karşı da mücadele etmesi gerekir.Sol akımların kâh “Cumhuriyet’in kazanımlarını geri getirme” yeminleri ederek kâh  Cumhuriyet’in çoktan çözüldüğünü saptayıp “Artık yeni bir Cumhuriyet kurmalıyız!” şiarını yükselterek  Cumhuriyet’in yüzüncü yılını coşkuyla, mücadele azmiyle hep bir ağızdan selamladıkları bu dönemde elinizdeki broşürdeki yazılar tam da bu mücadeleyi amaçlıyor.Sönük Cumhuriyet Kutlamaları, Rejimin Aczi ve Reformistlerin VazifesiTürkiye Cumhuriyeti yüz yıl boyunca büyük badireler atlattı. Ekim Devrimi’nin yarattığı ürküntü İngiliz Emperyalizminin önceliklerini değiştirdiği için sınırlarını genişletebildi; kurulduğu andan itibaren Kürdistan’daki ulusal başkaldırıları bastırmak zorunda kaldı. İkinci emperyalist paylaşım savaşında sınırlarını tesadüflere ve kendi dışındaki faktörlere bağlı olarak koruyabildi. Topraklarını saran devrimci durumdan 12 Eylül darbesiyle kurtulmaya çabaladı. Kırk yılı aşkın bir süredir Kürdistan’ın kuzeyinde tarihinin en uzun süreli ulusal başkaldırısı ile yüz yüze. Tüm bu gelişmelere karşın Cumhuriyet’in hâlâ ayakta kalabilmesine onun görevli muhafızları ve gönüllü şakşakçıları ne kadar sevinseler az.Bununla birlikte yüz yılı deviren Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde daha ferah bir yol da bulunmuyor. İçeride rejim krizi derinleşiyor ama, hükümet  Kürdistan’da da Türkiye’de de devrimci dinamikleri yok etmeyi başaramadı. Dışarıda ise bir ateş çemberiyle çevrili. Güneydeki komşularından Suriye on iki yıldır bir içsavaşın içinde, Irak’taki  içsavaşı engelleyen dengeler ise pamuk ipliğine bağlı. Türkiye’nin güneydeki diğer komşusu ise ölümüne ürktüğü ama bir türlü yok edemediği Rojava Kantonları. Tahrandaki hükümetin Kürdistan’ın doğusundaki ayaklanmayı bastırmada ne derece başarılı olduğunu kendisi dahi bilmiyor. Azerbaycan ve Ermenistan aralarındakii sınır anlaşmazlıklarını artık diplomasi masasında değil savaş meydanında çözmeyi tercih ediyorlar. Ukrayna ise neredeyse iki yıldır ABD ile Rusya’nın sıcak çatışma alanı.Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve fiziksel varlığının tüm dayanaklarının altını oyan bu koşullar altında Türkiye burjuvazisinin cumhuriyetin ruhunu çağırmaya her zamankinden fazla ihtiyacı var. Gelgelelim hâkim sınıfın içindeki çatışmalar o denli keskin durumda ki rejimin sahipleri uzun bir süreçtir şovenist propagandanın en bilindik araçlarını dahi hayata geçiremiyor. Sınır ötesi operasyonlar coşku ve fedakarlık duyguları uyandırmıyor, askerî bozgunlar ulusal bir yas havası yaratmıyor, futboldan voleybola milli takımların zaferleri birlik ve beraberlik duygularıyla kutlanamıyor. Çeyrek asır önce 28 Şubat’ın hemen ertesinde, PKK’yi bitirme, Avrupa Birliği’ne girme hayallerinin kurulduğu döneme denk gelen yetmiş beşinci yıldönümü kutlamalarıyla bugünün sönük törenleri kıyaslandığında Türkiye Cumhuriyeti’nin hem içinde boğuştuğu krizin derinliği hem de bu kriz karşısındaki aczi daha da açığa çıkıyor. Ezilenlerin kanı üzerine kurulu bu cumhuriyetin yaşam ateşi çoktan sönmüştür.Bu tabloya bakarak rejimin içine girdiği derin krizin onun nihai olarak çökerteceğini yahut cumhuriyetin adım adım çözüleceğini savunmak sadece burjuva diktatörlüklerinin yıkmadan yıkılmayacağı gerçeğini gözardı etmek anlamına gelmez, aynı zamanda Türkiye’de reformizmin tarihsel rolünü unutmak anlamına da gelir. Rejim içindeki yarılma nedeniyle hükümetin ya da devletin başka organlarının yerine getirmediği vecibeleri bugün holdingler, kültür sanat faaliyetleri aracılığıylayerine getirmeye soyunuyor.. Bu kesimlerin eksik bıraktığı siyasi propagandayı ise cumhuriyeti ve kurucularını “saygı ve minnetle  anan” sol akımlar kendi törenleri ve yürüyüşleriyle yürütüyor.Krizdeki burjuva siyasetinden beslenmeyi hedefleyen fırsatçılığıyla, burjuvaziye koltuk değneği olmaya talip  reformizmi teşhir etmeden can çekişen Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı mücadeleyi büyütmek mümkün değildir. Elinizdeki broşürün ikinci amacı da Cumhuriyet sevdalısı reformizmi teşhir etmek için gerekli politik donanımı sağlamaktır.Karşı Devrimci İleri KarakolBütün burjuva cumhuriyetlerinin kuruluş öyküleri ve bu öykülere yönelik efsaneler birbirine benzese de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun, üzerinde ayrıca durulmayı hak eden bir yönü bulunuyor. Ekim Devrimi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasında yakından bir bağ var. 7 Kasım 1917’deki Kışlık Sarayı baskınıyla başlayan Ekim Devrimi, devrimci etkisini kısa zamanda Çarlık Rusyası’nın sınırlarının dışına taşıdı. Bu devrimci rüzgarların önünü kesmek başından itibaren başta İngiltere olmak üzere tüm emperyalistlerin ortak kaygısı oldu.  Emperyalistler devrimci sovyet iktidarını Litvanya’dan İran’a işbirlikçi devletlerle çevreleyerek kuşatma yolunu seçtiler. Ekim Devrimi sırasında, bugünkü topraklarının yedide biri Çarlık Rusyası sınırları içinde olan, Türkiye bu işbirlikçi devletlerin en fırsatçısı ve önemlisiydi, üstelik o günden bugüne sürekliliğini koruyan tek karşı devrimci devlet oldu.Türkiye Cumhuriyeti emperyalist planları bozan anti-emperyalist bir mevzi değil tam aksine komünizmin yayılmasını engellemek için emperyalistlerin tahkim ettiği karşı-devrimci bir ileri karakoldu. Türkiye Komünist Partisi ise uluslararası komünist hareket içinde en erken kurulanlardandı, İtalyan ve Fransız Komünist Partileri’nden önce kurulmuştu. Programı Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresi tarafından onaylanan üç partiden biriydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsü aynı zamanda Türkiye Komünist Partisi’ni ortadan kaldırma girişimlerinin, cinayetlerin ve tutuklamaların başından sonuna bir karşı-devrimin öyküsüdür.Bugün sol içinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı devrimci karakterine dikkat çeken az sayıda akım olsa da, bu azınlık dahi Millî Mücadele’nin şu ya da bu aşamasını ilerici, anti-emperyalist  olarak kabul ediyor. Millî Mücadele’ye önderlik edenlere en mesafeli duranları dahi “Kurtuluş Savaşı”nda anti-emperyalist, halkçı bir damar olduğunu savunuyor. Anti-komünist, karşı-devrimci politikaların sürekliliğini görmeyenlerin “Yeni Ekimler’e” önderlik etme iddiası havada kalmaya mahkumdur, sınıf düşmanlarına şu ya da bu aşamada eleştirel destek vererek devrimci mücadelenin önderliğini kazanma hayalini kuranların, bağımsız  siyasi çizgiye sahip bir parti yaratması dahi mümkün değildir.Tam da bu nedenle, hangi politikaların Ekim Devrimi’nin kuşatılıp, boğulmasına hizmet ettiğinin anlaşılması için Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerindeki efsane pelerinini kaldırmak yetmez, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun Millî Mücadele adı verilen, başından sonuna karşı devrimci bir nitelik taşıyan bir sürecin son halkası olduğunu da göstermek gerekir. Elinizdeki broşürün bir diğer amacı da bu sürekliliğe işaret etmektir.Sosyal Şovenizme Karşı Mücadelenin ÖnkoşuluDünyanın en kalabalık ezilen ulusunun en büyük parçası Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde ikamet ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Kürtleri inkar ve sindirme girişimidir. Millî Mücadele’nin Kürtlerin ulusal başkaldırılarıyla yaşıt olması da tesadüf değildir. Kürdistan’ın batısında bir kanton yönetiminin varlığını koruduğu, doğusunun ayaklanmalarla sarsıldığı, kuzeyindeki kırk yıllık başkaldırının tanklarla ve SİHAlarla teslim alınamadığı koşullarda “cumhuriyetin erdemleri” hakkındaki güzellemeler Kürdistan’ın esaretini perçinleme girişimleri olarak görülmelidir.Buna karşılık Millî Mücadele’de Kürtler ve Türklerin birlikte, omuz omuza emperyalizme karşı mücadele ettiği safsatası Kürtleri Türk devletine zincirlemek isteyenlerin vazgeçilmez propaganda araçlarından biridir. Türk Devleti’nin 1921 Anayasası’na “Kürt Sorununun Çözümü” için işaret edenlerin sayısı da az değildir.Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kutlamak hem de Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunmak mümkün değildir. Mustafa Kemal’in cumhuriyetini selamlayanlarınKürdistan’ın batısında, güneyinde, kuzeyinde yürüttüğü haksız savaşta Türk Devleti’nin karşısında sesini yükseltmesi dahi mümkün değildir. Millî Mücadele’ye tümüyle ya da kısmen bağlananlar aynı zamanda sözüm ona anti-emperyalizm ve cumhuriyetçilik adına sosyal şovenizm katarına da bağlanmaktadır. Millî Mücadele’nin karşı-devrimci karakterini sergilemek şovenizme karşı mücadelenin de önkoşuludur. Elinizdeki broşür “Milli Mücadele” ile Kürdistan’ın bağımsızlık mücadelesi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı sergileyerek sosyal-şovenizme karşı mücadeleyi güçlendirme yi de amaçlıyor.Kemalist Cumhuriyet’e “Yetmez Ama Evet!” Diyenler İşçi Hareketini Burjuva Muhalefetine ZincirliyorYüzüncü yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti hakkında konuşmak bir başka bakımdan da politik önem aşıyor. Yüzüncü yıl kutlamalarının sönüklüğü, devletin aczini ve kendini tahkim edecek ideolojik araçlardan yoksunluğunu anlatsa da; kemalist cumhuriyetçilik ideolojik, politik önemini yitirmiş değil. Bilakis rejim krizi içinde debelenen, ikiye yarılmış burjuva siyasetinde hükümet karşıtı güçlerin temel ideolojik paydasını oluşturuyor.Burjuva muhalefeti, bir yandan AKP’nin seçmenine göz kırparken diğer yandan da sol akımları kanatları altında tutmak için hükümetin cumhuriyetin ve onun değerlerinin içini boşalttığını, kurumların altını oyduğunu, Cumhuriyet Türkiyesi’nin temellerini attığı bilime ve liyakata dayalı anlayışı ortaçağ fikirleriyle, tarikatçılıkla, kayırmacılıkla değiştirdiğini savunuyor. Bu bakımdan, bugün Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyeti hayırla, nostaljiyle yahut “yetmez ama evet” diyerek ananlar işçi hareketini Amerikancı, burjuva muhalefete karşı yedekleyecek köprü vazifesini üstleniyorlar.Hâlbuki, Erdoğan’ın Osmanlı paşalarının kurduğu cumhuriyetin tüm karşı devrimci politikalarını hız kesmeden uyguladığı bir dönemde, hükümetin karşısına “asıl cumhuriyetçi biziz” diyerek çıkmak, yenilgiyi baştan kabul etmek anlamına gelir. Gelgelelim, açmazları ve kısıtları gereği burjuva muhalefetinin benimseyebileceği başka yol da yoktur. “Atatürk Cumhuriyeti”ni savunmak işçi hareketini mağlubiyeti tartışmasız bu müflis stratejiye zincirlemek anlamına geldiği için kemalist cumhuriyetçiliğin tüm tortularına savaş açmadan Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanı seçimindeki teslimiyet tablosundan da kurtulmak mümkün değildir. Broşürümüz bu tablodan çıkışın koşullarını göstermeyi de amaçlıyor.Broşürümüz Devrimci Bir Eylem Birliği’nin ÜrünüHedefimiz Devrimci Güçbirliğini BüyütmekBroşürdekiyazılar, Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz imzalarını taşıyor. Bu iki akım daha önce de Cumhurbaşkanı seçimlerinde birlikte Emekçi Seferberliği İçin Bağımsız Aday (ESİBA) kampanyasını birlikte örmüşler, Millet İttifakı’nın kuyruğuna takılan akımlardan ve doktriner bir boykotçu çizgiyi benimseyenlerden farklı olarak hükümete karşı emekçilerin düzen partilerinden bağımsız seferberliğini örmek için adım atmış, bağımsız bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmışlardı.Dün emekçilerin hükümete karşı Kılıçdaroğlu’nun arkasında yedeklenmesine karşı duranların bugün de cumhuriyetçilik adına burjuva muhalefetin peşine takılmaya itiraz etmeleri tesadüf değildir. Cumhurbaşkanı seçiminde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının propagandasını yapanlar elbette Cumhuriyet’in Kürt ulusuna düşman karakterini sergileyeceklerdir. Cumhurbaşkanı seçim süreci boyunca “seçimle değil devrimle gidecek” diyenler elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin Ekim Devrimi’ne set olan karşı devrimci karakterini gözler önüne sereceklerdir.Broşürdeki yazılar bilimsel çalışma olma değil politik mücadeleye hizmet etme maksadını taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı devrimci karakterini yayıncılık faaliyetiyle teşhir etmek mümkün değildir. Broşürümüz anlamını politik bir mücadeleye hizmet ettiğinde, bu mücadelenin bir parçası olan propaganda ve ajitasyonu donattığında kazanacaktır. Broşürün arkasında duranların muradı tam da budur. Broşürün çıkışını mümkün kılan eylem birliğini, “ayrı dur birlikte vur” prensibi uyarınca broşürden sonra düzenlenecek ortak propaganda faaliyetleriyle devam ettireceğiz.Broşürümüz, farklı geleneklere ve referanslara sahip iki akımın, bayrakları karıştırmadan, devrimci temelde bir güçbirliği yapabileceğinin bir başka kanıtıdır. Cumhurbaşkanı seçimlerinde emekçilerin önüne devrimci bir seçenek sunmak isteyenlerin Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz ile sınırlı olmadığını biliyorduk. Bu nedenlecumhurbaşkanı seçiminde tüm devrimci güçleri Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Aday kampanyasının bir bileşeni olmaya çağırmıştık. Cumhuriyetin karşı devrimci bir karakter taşıdığını savunan devrimci güçlerin sadece bu broşürün arkasında duranlarla sınırlı olmad��ğının da, önümüzdeki günlerde reformist kaynaşmalara karşı devrimci güçbirliğinin öneminin azalmayıp artacağının da farkındayız. Bu bakımdan broşürümüzü sadece politik bir mücadelenin parçası kılmaya değil, demokrasi ve anti-emperyalizmin bir devrim sorunu olduğunu savunan tüm kesimleri eylemli bir güçbirliğine daha etkin ve ısrarcı bir şekilde çağırmak için kullanmaya da kararlıyız.Ayrı Dur Birlikte Vur!Yaşasın Devrimci Dayanışma!
0 notes