Tumgik
#aynı sokaklarda
feudecendres · 9 months
Text
sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık. korkuyorsun. bekliyorsun. yağmurun dinmesini bekliyorsun.
210 notes · View notes
ruhumbipolar · 1 month
Text
Tumblr media Tumblr media
bu sıralar babamı düşünüyorum evet en çok onu, ama hangisi olduğuna bile karar veremiyorum kafamda bir figür yarattım sürekli onu düşünüyorum sokaklarda dolanırken acabalar hep ensemde bilmediğim tonla sorular belki de hiç elde edemeyeceğim hevesler insan olmanın getirisi ile düştüğüm hatalar ama bunların hepsi babama çıkıyor, birazda nefret ediyorum babasından bahseden insanlardan onların üzüldüğü her konudan babam halleder babam destek çıkacakmış gibi cümlelerden, baba gerçekten sırtını dayadığında bir evmiş insana kaç yaşına gelirse gelsin, ben öyle yaşadım ki çeketimi almadan çıkıp gitmişim sanki evimden öyle üşüyorum her vardığım yerde, düşecek gibi oluyorum sonra benim sırtımı dayayabileceğim bir babam olmadığı geliyor aklıma ayıltıyor beni hayatın gerçeği, anneme soruyorum bazen bunca ölüyle nasıl baş ettin diye gülümsüyor sadece yüzüme, kendisi gibi yara almış birini çekip kurtardığı için hiç suçluluk duymuyormuş gibi. yaşım ilerledikçe daha fazla farkına varıyorum kendimin kimim ve neden hâlâ aynı hevesle bu karanlıkta ilerliyorum, yolum denk gelir mi acaba diye düşünmeden edemiyorum bazen benim gibilere, sırtını dayayacak kimsesi olmayan ezilen her türlü işkenceye maruz kalmış ama hala dimdik direnen, çocukluğunu bir hiç uğruna heba etseler de hala çocuk kalabilen.
#b
39 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 7 months
Text
VE SEN GİDİYORSUN
Sen şimdi, içimi eze eze gidiyorsun
Sen şimdi, geçtiğin yerleri yaka yaka gidiyorsun
Bıraktığın sadece yıkık bir şehir
Yağmalanmış sokaklar ve tozlu hatıralar değil
Sen sadece bozuk bir saat bıraktın bana
Her baktığımda aynı zamanı gösteren
Doğru yada yanlış
Hep aynı sözleri bir şarkı bıraktın bana
Yüreğimde bıraktın ayak izlerini
Sen bana yarım bir şiir bıraktın
Sen ritmik bir kalp atışını bozuyorsun
Uykularımı kundaklıyorsun
Yorgun bir yüreği yolda bırakıp
Koşar adımlarla izini kaybettiriyorsun dar sokaklarda
Şimdi gelişine kurbanlar adadığım söyle
Bu gidiş kaç uykusuz gecenin habercisi
Kaç sancı nöbetinin
Bu küçük sarsıntılar
Hangi büyük zenzelenin habercisi
Halsiz bir yürekte
Şimdi beni bir derde koyuyorsun
Izdırabına kalem kırılan
Kan kusturan yaralar açıyorsun
Bir yanımı hep eksik, hep yoksul bırakıyorsun...
Tumblr media
64 notes · View notes
iinaniiel · 2 months
Text
//////
meral, liseden arkadaşım. akıllı kızdı, ta o zamanlardan yalnızlığı överdi. hiç yakın arkadaşı yoktu. sevgilisi de yoktu. aşkı yererdi.
arada sırada, canı çekerse, bir tek bizim eve gelirdi. türk kahvesi severdi, biz o zamanlar hep kola içerdik. kocaman salonumuz varken benim minicik odamda oturmak isterdi. yatağın, peteğe yakın ucuna bağdaş kurar, pencereden dışarıya bakarak hayatından ne kadar memnuniyetsiz olduğunu, geleceğinden umutsuz olduğunu anlatırdı. elinde gitarı, arada bir tıngırdatırdı. hep kahve fincanını ters çevirir, falda hep aynı şeyi görürdü ‘’bak yüreğim kararmış’’
diğerleri bunalım meral adını takmıştı ona. o da bilirdi bu takma ismi ama ses etmezdi. içten içe severdi bu ismi. öyle görünmek hoşuna giderdi sanki. emin değilim, ben hep öyle hissettim. sormadım ona. ona soru sorulmazdı çünkü. kalın, siyah hırkasına iyice sarınır, ellerini, sadece parmak uçları görünecek şekilde içeri çeker, bir şey anlatmak ister gibi bakardı.
lise bitip de şehri terk ettiğimde, bana mektup yazmıştı meral. ilk yıl kazanamamıştı üniversiteyi. tam yedi mektup yazdı bana. hepsi karamsar, hepsi küskün… bir yandan yeni bir hayatım olduğu için sevinirken bir yandan suçluluk duyardım. gözden ırak gönülden de ırak olur ya, zamanla çıktı hayatımdan meral.
birkaç ay önce, sevgilim maça gittiği için evde sıkılıp, bir filme gittim. tek başıma filme gitmem pek, o gün öyle oldu. salona girip en yakınımdaki kişiyle iki koltuk boş bırakarak izledim filmi. ara verildiğinde ön, çaprazımda oturan birinin bana baktığını fark ettim. o’nun meral olduğunu fark ettiğimde ‘’allahım ben de mi böyle yaşlanmış görünüyorum’’ diye geçti içimden. bencilceydi belki ama ilk bunu düşündüm.
ağır ağır yanıma geldi, koltuğu açıp oturdu. sarılmak istedim ben, ama o eliyle şöyle bir yüzümü tuttu, uzun uzun baktı. sonra da’’hadi kalk bir şeyler içelim, film pek iyi değil zaten’’ dedi.
hemen topladım eşyalarımı, çıktık. heyecanla, istanbul’da ne işi olduğunu, ne zamandır burada olduğunu, neler yaptığını sordum ona. yine sessiz durdu bir süre, ‘’önce bir içki isteyelim de konuşuruz nasılsa’’ dedi.
içkiler gelene kadar masadaki peçeteleri, minik vazoyu, içindeki beş dal papatyayı evirip çevirdi. içkiden ilk yudumunu alınca ‘’hiç değişmemişsin’’ dedi ilk önce. içimde bir rahatlama hissettim önce, sonra kızdım ona. hakaret miydi bu iltifat mı anlayamadım. bu kız ne zaman dolambaçsız konuşacaktı.
ben hızla hayatımı özet geçerek, onunkini dinlemek istediğimi söyledim. ilk kez, beni uğraştırmadan, sanki odamdaki yatağın ucunda oturmuş da fal kapattığı fincanın soğumasını bekler gibi başladı anlatmaya
‘’bugün hastanedeydim. aslında bakarsan son bir buçuk aydır ordaydım. hani hep ölmekten bahsederdim ya, ölmek kolaymış be, ölümü beklemek zoruymuş.
dur olmadı böyle, sondan başlanmaz. başa döneyim, biliyorsun ankara’ya gittim üniversite için. tam bana göre bir şehirdi aslında. yalnız kalmak için dünyanın hangi şehri en idealdir deseler, ankara derim. öyle severim. ilk üç yıl aynı lisedeki gibiydim. tek eksiğim senin gibi biriydi. ilk kez seni sevdiğimi fark ettim biliyor musun, komik. ama söylemedim sana işte, bilirsin söyleyemem böyle şeyleri. o sıralarda serdar diye biriyle tanıştım. aşk kaltaktır derdim ya, kaltakmış. beni düşünsene bir adamın peşinden dünyayı dolaştım. okulu unuttum, kendimi unuttum, dünyayı unuttum. varsa yoksa serdar. kendime aynada bakmadım o zamanlar. aslında baktım, ruj bile sürdüm hatta. ama başka biriydim. hani sen ilk aşkını anlatırken klişeleri kullanıyorsun diye kızıyordum ya sana, klişenin dibine vurdum.
uzatmayayım daha fazla. sonunda istanbul’a geldik. zaten doğru düzgün paramız da yoktu. sokaklarda müzik çalarak kazanıyorduk paramızı. bazen de orda burada çıkıyorduk işte. tünelde bir ev tuttuk. bir oda bir teras. köpek bağlasan durmaz. ama güzeldi be. daha kötülerinde de kaldık. altı yıl aynı adamın yüzüne baktım. her bakışımda nasıl olur da daha önce fark etmem dediğim güzellikler gördüm.
neyse, yine aynı konulara girmeyeyim. bir akşam eve döndüm. kapıyı açtım, kapımız direkt terasa açılıyor. tırabzana oturmuş bana bakıyordu. gülümsedi, ellerini iki yana açtı, sen güzelsin hayat değil diyerek geriye bıraktı kendini. ‘’
meral öyle bir söyledi ki bunu, sanki ‘’eve girdim, sular kesikti’’ der gibi. göğsüm hızla inip çıkmaya başladı, ellerim titredi, nefes almakta zorlandım. böyle bir hastalığım vardır benim, meral de bilir. hemen su uzattı bana. hafifçe gülümsedi, saçımı gözümün önünden çekti. adamla ilgili hissettiklerini anlatırken ilk kez onun ağzından böyle şeyler duyduğum için zaten heyecanlanmıştım. aniden bunu söyleyince allak bullak oldum. sadece ‘’sonra?’’ diyebildim. sanki sonrasını anlamamışım gibi.
‘’o kapının önünde ne kadar kaldım bilmiyorum. demek ben hayata tutunmak için serdar’a yapışmışken o yavaş yavaş kopuyormuş. ve bana hiçbir şey söylememiş. çok kızdım ona. inip bakmadım bir süre. bir bağırış sesi, beni kendime getirdi. ağır ağır indim beş katı, apartman kapısı sıkışmıştı yine, zorlandım açarken. başında birileri vardı, ambülâns yolda dediler. ölmedi adam. tam kırk üç gün daha yaşadı. yaşamak denirse buna.
hiç ağlamadım, öfkemden sıra gelmedi kedere. ölmek kurtuluş da, intihar aşağılıkça be kızım. geride kalana yapılan bir zulüm, işkence. başka bir şey değil. geride kimse kalmadıysa yap tabi, çek fişi kurtul. ama ben vardım, ben varım sanıyordum.
diyeceğim o ki, gözyaşı dökmedim belki ama her yerim kanadı günler boyunca. her fotoğraf, her şarkı, her anı kanattı beni.
neyse, bir içki daha içer miyiz?’’
‘’şimdi ne yapacaksın, nerde kalıyorsun, bana gel, bir şeye ihtiyacın var mı’’ gibi şeyler söyledim. muhtemelen ben bunları söylerken onun kafasının içinden kamyonlar geçiyordu. ‘’yapılacak işlerim var, kalkalım’’ dedi. hesabı ödemek için uzandım, elime sertçe vurdu. cebinden buruş buruş olmuş paralar çıkardı. geriye beş lira ve birkaç bozukluk kaldı elinde. paraya baktım, bakarken yakaladı. gülümsedi. telefonunu istedim. verdi. benimki hala vardı onda. bir kere bile aramamıştı ama. söyledim bunu, güldü. ‘’sen de bir kere bile telefonunu değiştirmemişsin be kızım’’ dedi.
ayrılırken sarıldı bana. ‘’arayacağım seni, bir sonraki içkiler benden olacak’’ dedim. ‘’ara’’ dedi. anlattıklarında bazı boşluklar vardı. atlamış mıydı, unutmuş muydu bilmiyorum. uzun uzun sessiz kalıyordu anlatırken. yol boyu bunları düşündüm. tam apartmanın kapısını açarken bir cümle patladı kafamda
‘’ ölmek kurtuluş da, intihar aşağılıkça be kızım. geride kalana yapılan bir zulüm, işkence. başka bir şey değil. geride kimse kalmadıysa yap tabi, çek fişi kurtul’’
ellerim titreyerek telefona sarıldım. m harfi ne kadar uzaktaymış. buldum, aradım. bir kadın çıktı, ‘’meral’’ dedim. ‘’yanlış sanırım ben selin’’ dedi. sesi meral olamayacak kadar neşeliydi.
//////
32 notes · View notes
istekligurbetci · 9 months
Text
İtiraflarım! (1) (Rabia 45 Y., İstanbul)
Merhaba, adım Rabia. 45 yaşında bir bayanım. Eşimi 5 yıl önce kaybettim. 2 oğlum ve 2 kızım var. Büyük oğlumla büyük kızım evlendiler ve benden ayrı oturuyorlar. Küçük oğlum ve kızımla beraber İstanbul'un tutucu semtlerinden birindeki aile apartmanımızda oturuyoruz. Binada bizden başka 2 kayınım ve kayınbabamla kayınvalidem oturuyor. Daha önce ortanca kayınım da oturuyordu ama işi nedeniyle Sakarya'ya taşınınca dairesi boş kalmıştı.
Ailemiz yapı itibarıyla mutaassıptır. Ailedeki kadın ve kızlarımızın hepsi kapalıdır. Başı açık hiçbir zaman dolaşmayız. Ben de daha küçük yaşlarından itibaren kızlarıma bunu aşıladım. Dul bir kadın olduğumdan bu kuralları kendim için daha katı olarak uyguluyorum. Her zaman ayak bileklerime kadar inen geniş etekler giyerim, başörtüm her zaman başımdadır. Ama öyle sokaklarda görünen başı kapalı, götü açıkların bağladığı gibi değildir. Her zaman omuzlarımı ve göğüslerimi kapatır şekilde örtünürüm. Köylü usulü basma etekler giymeyi sevmem, terziliğim olduğundan eteklerimi kendim dikerim. Sokağa çıkınca da mantomu ya da feracemi mutlaka giyerim.
Evliliklerimiz hep aile içinden oldu. Rahmetli kocam annemin amcasının oğluydu. Yani hep ailemizin içinde kaldık. Binamızda bizden başka biri oturmamıştı. Dışarıdan gelen birine ev vermemiştik. Ancak bu durum bir zaman sonra değişti ve bu değişiklik hayatımı da değiştirdi...
Ortanca kayınımın dairesi bizimkiyle yan yana idi. 6 ay kadar boş kaldıktan sonra kayınbabam buraya bir kiracı bulmaya karar verdi. Ama yine tanıdık birinin olmasını istiyordu. O zaman küçük kayınım onunla aynı işyerinde mühendis olarak çalışan ve evlenmek üzere olan, bizim yapımızda Tahir adında bir gencin kiralık ev baktığını söyledi. Kayınbabam bu gençle görüşünce evi kiralamaya karar verdi.
Evin temizliği, eşyaların ve çeyizin gelmesi aşamalarında zaman zaman Tahir ve nişanlısı Emine'yi görüyordum. Tahir 30 yaşında vardı. Emine ise 20-21 yaşında görünüyordu. Tahir eğitimli ve ağır başlı, görmüş geçirmiş, oturmasını kalkmasını bilen, saygılı birine benziyordu. Emine ise onun yanında daha çocuk ruhlu biriydi. Kızla kolayca anlaştık ve kaynaştık. Onu da kendi kızım gibi sevdim.
Sonra bir Pazar günü düğünleri oldu. Ben de küçük kızımla beraber düğüne gittim. Tahir damatlığının içinde çok yakışıklıydı. Emine'nin ise kapalı bir gelinliği vardı, o da çok güzel görünüyordu. İkisi de çok mutlu ve heyecanlıydı. Düğün bitmeden biz evimize döndük. Gelin alayı ise saat 21:00 gibi geldi. Kapı deliğinden baktım. Akrabaları falan da gelmişlerdi. Derken 22:00 gibi akrabaları gittiler. Yeni gelin ve damat evlerinde baş başa kalmışlardı. İçimden hınzırca (Artık ne yapacakları belli, Emine bu gece kadın olacak!) diye düşündüm.
Saat 23:00 gibi çocuklarıma uyuyacağımı söyledim, yatak odama geçtim ve soyunup yatağıma uzandım. Yatak odamın yan tarafındaki odanın Tahir ve Emine'nin yatak odaları olduğunu bilmiyordum. Duvarın öbür tarafından sesler geliyordu. Binamız eski ve duvarları inceydi. Yan dairede biri öksürse içerideki odadan geliyormuş gibi duyulurdu. Daha önce orada oturan kayınım o odayı çocuk odası olarak kullanıyordu. O zamanlar sadece çocukların sesleri gelirdi. Ama şimdi başka sesler geliyordu. Yatağın şiddetle sallanıp zangırdadığını duyabiliyordum.
Kulağımı duvara dayayınca içeride şiddetli bir sikişmenin yaşandığını anladım. Tahir zavallı Emine'yi fena halde sikiyordu. Emine'den çıkan, "Iğhh, ığhh!" ve "Ahh, yavaşşş, lütfennn, aşkımmm, yavaşşş, ayyy, ahhh!" seslerini rahatça duyabiliyordum. Böyle sesleri duymayalı yıllar olmuştu. İçimde bir kıpırtı hissettim. Ama yaptığımdan çok utandım. Hemen başımı duvardan çektim. Gençler, evlenen herkes ne yapıyorsa onu yapıyordu. Ben de evlendiğimde aynen şimdi Emine nasıl sikiliyorsa rahmetli kocam tarafından öyle sikilmiştim.
O gece sabaha kadar yatak gıcırtısının sesi kesilmedi. Farklı duygular ve düşünceler aklımda gidip geldi bu sesleri duyarken... Zaman ilerlerken yeni evli çiftimizin yatak odasından her akşam sesler gelmeye devam etti. Ben de sonunda nefsime yenildim ve her akşam başımı duvara dayamaya başladım. Hatta çıkan seslerden Tahir'in Emine'yi nasıl ve hangi pozisyonda siktiğini anlamaya çalışıyordum. İçeriden tok ve şiddetli 'Şlap şlap şlap!' sesleri gelince bundan Tahir'in Emine'yi domalttığını; yatak gıcırtıları fazla olunca da Emine'yi altına alarak siktiğini düşünüyordum.
Biz altlı üstlü sikişirdik çoğunlukla. Kocam üzerime çıkar, bir dakika kadar siker, döllerini amıma boşaltır ve sonra da horlayarak yatardı. Bunun dışında da beni eğer evde kimse yoksa domaltarak sikerdi. Ben uzun sayılabilecek ama hafif toplu bir kadın olduğumdan kocamın yarak darbeleri kalçalarımda şiddetli sesler çıkarırdı. Bunu da başkalarının hele ki çocuklarımızın duymasını istemezdik. Zaten sırayla çocuklarım doğunca kocamla sikiş hayatımız eskisi gibi olmamaya başlamıştı. Ben de kendimi çocuklarıma adamıştım.
Tahir ve Emine'nin bu şekilde sikişmelerini duydukça ve dinledikçe ben de yatağımın içinde elimle kendimi tatmin eder olmuştum. O güne kadar böyle şeyler yapmazdım, hem utanır hem de günah olduğunu düşünürdüm. Ama bu sesleri duydukça artık dayanamaz hale gelmiştim. Sonuçta ben de bir kadındım ve ihtiyaçlarım vardı. 5 yıldır duldum ve yarak yüzü görmemiştim. Hayatımı çocuklarıma adamış ve kendimi unutmuştum.
Bazı geceler 17 yaşındaki küçük kızımla beraber yatardım. Ama artık onu yatağıma almıyordum. Kızım, "Anne ben seninle yatmak istiyorum!" dediğinde, "Kocaman kızsın, artık benimle yatma devri geçti!" derdim. O ısrar ederdi ama ben reddederdim. Üzülürdü ama kendimi yatakta tatmin ederken yanımda kızımla yatamazdım sonuçta.
Elimle amımı okşuyordum, parmaklarımı sokup çıkardıkça vücudumda elektriklenme oluyordu. Memelerim iriydi ve uçlarını okşuyor, sıkıyordum. Bu yaşımda halen amımın sulandığını hissettikçe parmaklarımı daha şiddetle amıma sokup çıkarıyordum. Bu sırada sessizce çocuklarımın duyamayacağı şekilde iniltiler dökülüyordu dudaklarımdan. Ve boşalınca da bu sefer içim bir kötü oluyor, yaptığımdan utanıyor, günah işlediğimi ve rahmetli kocama ihanet ettiğimi düşünüyordum. Boğazım düğümleniyor ve yatakta sessizce ağlıyordum.
Sabah olup da çocuklarımı işe ve okula gönderdiğimde hemen banyoya koşup yıkanıyor, gusül abdesti alıyordum. Bir daha böyle bir şey yapmayacağıma dair kendi kendime yeminler, tövbeler ediyordum. Ama gece olup da yan daireden sikişme sesleri gelince sabah kendime verdiğim yeminleri, tövbeleri unutuyordum.
Kayınbabama Tahir'i evden çıkarmasını söylesem, "Neden?" diye soracaktı. Öyle ya, kirasını zamanında ödeyen, saygılı bir çocuktu. Neden çıkaracaktı ki? Bir tarafta ailem, çocuklarım, inançlarım, diğer tarafta kadınlığım, cinselliğim... Bu yaşımda kadın olduğumu hatırlamıştım. Bunu da yan dairemdeki genç çifte (aslında çok utanıyorum söylemeye ama Tahir'e) borçluydum. Kocama ihanet ettiğimi düşündürten sebep de buydu. Yoksa ben kimsenin altına yatmıyordum, ama kendimi tatmin ederken düşündüğüm hep Tahir oluyordu. Büyük oğlumdan sadece 5 yaş büyük biriydi. Bunları düşünebildiğime bile çok pişmandım...
Sonraki akşamlarda kendimi biraz avutabilmek için bir elimde kocamın resmi, diğeri amımda kendimi tatmin etmeye başladım. Evlilik resimlerimize bakıp amımı, memelerimi okşuyordum. "Aşkım keşke yanımda olsaydın, doyursaydın beni yarağınla, okşasaydın memelerimi!" diye diye kendi kendime sessizce konuşuyordum. Kendimi parmaklamadığım gecelerde bile uykumda ihtilam oluyor, yani rüyalanıp boşalıyordum. Öyle ki, önceden haftada bir veya iki gün banyo yaparken şimdi hemen her gün yıkanıyordum.
Günlerim bu şekilde geçiyordu. Ailecek bir binada yaşadığımızdan birbirimizin evine rahatça girip çıkabiliyorduk. Kaynanam, eltilerim, çocuklarımız sanki hepimiz aynı dairenin içinde oturuyorduk. Gündüzlerimiz hep beraber geçiyor, akşamları ise herkes evine çekiliyordu. Kalabalık bir binaydı bizimkisi. En büyük kayınımın 6, küçük kayınımın ise 4 çocuğu vardı. Taşınan ortanca kayınımla eltim ise 5 çocukta kalmışlardı. Mutaassıp olsa da cinselliğin oldukça yoğun ama sessiz ve kendi içinde yaşandığı bir binaydı.
Son senelerde kesilmiş olsa da üst katımda oturan kaynanamla kayınbabamın bile yatak gıcırtılarını senelerce duymuş, dinlemiştim. Ben evin en büyük gelini olduğumdan, kayınlarım ve eltilerim bana karşı saygılı davranıyorlardı. Eltilerime göre daha ciddi ve ağırbaşlı olduğum için kaynanam ve kayınbabam da bana onlara davrandıkları gibi davranmaz ve konuşmazlardı. Kaynanam da benim yanıma daha az uğrardı.
Emine de bizim gibi ev hanımı olduğundan gündüzleri hep evde olurdu. Sıklıkla birbirimize gidip gelirdik. Kızcağız beni ablasıymışım gibi sever, saygılı davranır ve hizmette kusur etmezdi. Ben de ona bakar, akşam kocasının altında, inleme seslerinin bu kızdan mı geldiğini kendi kendime sorardım. Orta boylu, zayıf ama oldukça güzel bir kızdı Emine. Kapalı olsa da kendini kocasına beğendirmek için makyaj yapan, kılını, tüyünü, kaşlarını aldıran biriydi. Kara, kalın kaşları kalemle çizilmiş gibiydi, gülerken inci gibi beyaz dişleri görünüyordu. Dudaklarında da her zaman az ya da çok ruj olurdu.
Tahir ise uzun boylu, yapılı ve yakışıklı bir gençti, esmer, erkek güzeli denilen cinstendi. Mühendisti ve küçük kayınımla aynı fabrikada iyi bir konumda çalışıyordu. Ailemizden onun gibi eğitimli biri çıkmadığından (itiraf etmekte zorlansam da) ona karşı platonik ilgim daha da çoğalıyordu.
Emine'ye baktıkça kendi gençliğim gelirdi aklıma. İlk evlendiğimizde rahmetli kocamla her akşam sikişirdik. Her gün gece olup da birbirimize kavuşacağımız zamanı beklerdik. O zamanın hiç bitmemesini isterdik. Ben de Emine gibi kendimi kocama beğendirmek için süslenir püslenirdim. Her akşam yorgun argın işten gelirdi, onu rahatlatmak için elimden geleni yapardım. Ancak bu mutlu zamanlarımız ve sikiş hayatımız peş peşe gebe kalınca sekteye uğradı. Bu sefer fırsat buldukça sikişmeye başladık.
Memelerim o zaman da iriydi ama şimdiki gibi uçları aşağı bakmazdı. Kocam memelerimi çok severdi. Onları sürekli eller, emer, öper ve yalardı. Meme uçlarım onun emmeleri ile şişer ve irileşirdi. Memelerimi, boynumu öpme, yalama işlemi bittikten sonra üzerime uzanır, ben de bacaklarımı havaya dikerdim ve kocam bu şekilde beni sikmeye başlardı. Her bir yarak darbesiyle iri memelerim ileri geri sallanır, "Ağhhh, ağhhh, ohhh, ımmmh, ohhh!" sesleri istemsizce ağzımdan çıkardı. "Daha hızlı, daha hızlı, ohhh, devam et, kökle, kökle!" şeklindeki sözlerim kocamı daha da hırslandırır ve beni daha sert sikerdi. Kocam beni böyle sikerken bir domuz gibi homurdanırdı. Zaten bir domuz gibi güçlü ve kuvvetliydi. Ama her zaman tek atımlık barutu olurdu. Kısa bir süre sonra inleyerek boşalırdı. Ve sonra birbirimize sarılıp uyurduk.
Kocamı çok seviyordum. Aynı zamanda yakın akrabam olduğundan küçük yaştan itibaren onu tanımıştım. Benden 10 yaş büyüktü ve kayınbabam babama, "Doğacak ilk kızını oğluma alacam!" dediğinde benim de kaderim çizilmiş oluyordu. Henüz 17 yaşında idim evlendiğimde. İlk 3 düşükten sonra büyük oğlumu 20 yaşında doğurdum. Sonraki zamanlarda 3 düşük daha yaptım. Yani aslında 10 kez gebe kalmıştım. Dördünde çocuklarım olmuştu...
Genç çiftimizin yatak odasından sesler daha az sıklıkla gelmeye başladı bir zaman sonra. Artık her akşam sikişmedikleri belliydi. Derken bir süre sonra Emine'nin hamile olduğunu öğrendim. Bu sikişmelerin sonucunda gebe kalmıştı. Bundan sonra Emine'nin doğum yapmasına kadar yan daireden ses gelmeyecek demekti bu. Sesler kesilmişti, Tahir'in Emine'ye dokunmadığı belliydi. Bu durumda artık o da benim gibi kendi kendini tatmin etmeye başlamıştı. Kaderimiz bu konuda ortaktı. Ben kendimi parmaklarken o 31 çekiyordu. Ama doğumdan sonra o yine Emine'yi sikmeye başlayacaktı, benimse yiyecek bir yarağım yoktu.
Kızımla beraber yatmaya başladım yeniden. Ama artık bazı şeyler değişmişti. Küçük kızım yatarken başını memelerime koysa benim içimde bir şeyler kıpırdanmaya başlıyordu. Kendimden iğrenir hale gelmiştim. Evde yalnız kaldıkça kendimi tatmin ediyordum. Odama geçiyor, eteğimi belime sıyırıp külotumu çıkarıyor, gömleğimin düğmelerini açıyor, amımı parmaklıyor, memelerimi okşayıp sıkıyordum. Yastığıma onu rahmetli kocammış gibi sıkıca sarılıyordum. Bacaklarımı havaya dikip sanki kocamla yine eski zamanlardaki gibi sikişiyormuşuz gibi yatağın üzerinde kendi kendime ileri geri sallanıyordum. Dörtayak üstüne domalıp amımın dudaklarını sıkıyor, kendimi parmaklıyor, inliyor, sayıklıyordum. Bazen de işi ilerletip pazardan aldığım salatalık, kabak veya patlıcan gibi sebzeleri güzelce yıkayıp amıma sokuyordum. Gerçek bir yarakmış gibi amımda ileri geri sokup çıkarıyor, yatakta kendimi doyuruyordum.
Ama gerçek bir koca ve gerçek bir yarak olmadıkça tüm bunlar saçmaydı. Bir keresinde böyle bir tatmin anında kapım çalındı. Kaynanam ve büyük eltim kapının ziline ardı ardına basıyorlardı. Bana oturmaya ve çay içmeye gelmişlerdi. Kaynanamın kapıda söylendiğini duyuyordum. Oysa o sırada ben yatak odamda çırılçıplak, yatağa uzanmış, elimde koca bir salatalığı amıma sokuyordum. Kapıyı açmam imkansızdı. Korkuya kapıldım. Yataktan fırladım, giyindim. Ben giyinene kadar onlar gitmişti.
Kaynanam o gün bir sürü laf saydı, "Kusura bakma anne içim geçmiş, yatmışım!" diye yalan söylemek zorunda kaldım. Ama akşam kızım yerde, yatağımın kenarında salatalık bulduğunu söyleyince kıpkırmızı oldum. O telaş ve korkuyla salatalığı atmayı unutmuştum. "Bir ara canım çekmişti yemek için, komodinin üzerine koymuştum ama yere düşmüş demek ki!" diye bir yalan uydurdum. İnanıp inanmadığını bilmiyorum ama ben çok utanmıştım. Bu yaşta, 4 çocuklu bir kadının amına salatalık sokarak kendini becermesini nasıl açıklayabilirdim?
Emine biraz uçarı ve hoppa bir kızdı, bunda gençliğinin de payı vardı elbette. Bir keresinde gittiği kadın doğum doktorunun kendisine çiftlerin hamilelik süresince de cinsel ilişkiye girmelerinde bir problem olmadığını, aksine bunun çok iyi bir şey olduğunu anlattığını söyledi. Doktorun ayrıca kocası ile nasıl ve hangi pozisyonda ilişkiye gireceğini söylediğini de çekinmeden söyledi bana. Böyle konuşunca utandım ama bir şey demedim.
"Ben üstte olursam, ya da ayakta durup eğildiğim zaman bir şey olmazmış, ama sen gel bunu Tahir'e anlat, çok korkuyor bebeğe bir şey olur diye. Söylüyorum ama inanmıyor. Artık elini bile sürmüyor bana!" dedi. Sonra da birkaç defa denediklerini (hatta salonda ayakta yaptıklarını) ama her seferinde Tahir'in çekingen davrandığını anlattı. Kocasının başka kadınlara gidebileceğinden endişe ettiğini söyledi.
"Erkek milleti gebe kadından korkar kızım, ondandır sana yaklaşmaması. Ama Tahir Bey oğlum öyle gidip de gebe karısını boynuzlayacak cinsten bir adam değildir. Sen gönlünü ferah tut!" diyerek nasihat verdim. Ayrıca, "Özelinizle ilgili her şeyi de ulu orta anlatma kimseye!" dedim. Emine koluma vurup, "Rabia abla ben seni yabancı biri gibi görmüyorum ki, ondan anlatıyorum!" dese de "Olsun kızım, annen bile olsa kocanla ilgili böyle şeyleri kimseye söyleme!" diye ilave ettim.
Ancak o gece Emine'nin söylediklerini düşündüm. Onları salonda hayal ettim yanımda kızım yattığı halde. Tahir onu domaltmış ve arkasına geçmiş sikiyordu. Emine'nin karnı biraz büyümüştü, vücudu aldığı kilolarla şişmiş, memeleri de büyümüştü. Tahir amına kökledikçe kalçaları titriyordu. Emine'nin şişen ama gençliğinden kaynaklı sert ve taş gibi olan memeleri sağa sola oynuyordu durmadan. Sağ elimi yorganın altına sokup amımı geceliğimin üstünden okşamaya başladım. Kızım derin bir uykudaydı.
Hayalimde Tahir Emine'ye kökledikçe kalçaları kasılıp sertleşiyordu. Güçlü kollarıyla belinden kavramıştı onu. Kenetlenmiş haldeydiler, o nedenle yarağını görmüyordum. Çıplak ve güçlü vücudu tam karşımdaydı, onlar sikişirken ben onları izliyordum. Parmaklarımın hareketleri hızlanmış, dudaklarımı emiyordum. Aldığım zevkle gözlerim açık halde başımı çeviriyordum hafif hafif. Tıpkı kocamla çocuklarımızın duymaması için sessizce sikiştiğimiz gecelerdeki gibiydim. Yatağın gıcırtısına engel olmak için yerde sikişirdik kocamla. Kalın bir yorgan ya da battaniyeyi yere serer ve üzerinde yapardık.
Tarifsiz bir zevk dalgası tüm vücudumu sararken kasıldım, kasıklarımı sıkıyordum. Sağ elimin parmakları mengeneye sıkışmış gibiydi. Dizlerimden büktüğüm bacaklarımı kendime çekmek istiyor ama kızım uyanır diye korktuğum için yapamıyordum. Kendime geldiğimde geceliğimdeki ıslaklığı fark ettim. Amım yaşadığım yoğun zevkin etkisiyle epeyce sulanmış, külotumu ve geceliğimi ıslatmıştı...
O gece uyuyamadım. Sabah çocuklarım gittikten sonra kalktım yataktan. Tıpkı bir erkeğin külotuna boşalması gibiydi durumum. Amımın bu kadar ıslanmış olmasına şaşırdım. Hemen banyoya koşup yıkandım. Çıkınca tövbe ettim, ama işe yaramayacağını biliyordum...
[Rabia]
62 notes · View notes
ahzann · 9 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
akıp giden zaman, akıp giden yollar, aynı kitaplar.. bitmek bilmeyen yanılgılar içinde usul usul yaşanamayan anlar, hep aceleci, maziye bakarak.. en son ne zaman ellerin ceplerinde güzel şeyler düşünerek yürüdün sokaklarda, kuşları izledin, gün batımını seyrettin?
64 notes · View notes
gezegen-gezginn · 10 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-Bir ceset gibi - gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye cevirsem, nereye baksam, kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın; ayni evlerde kor düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma..
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de…
youtube
75 notes · View notes
senaristkiz · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Bursa'nın sokaklarında dolaştığınızda, duvarlardaki çeşitli grafiti eserleri sizi farklı dünyalara taşıyor. Sokak sanatçıları, sadece boyalarını değil, aynı zamanda duygularını da tuvale yansıtarak, şehrin anlatılmamış hikayelerini ortaya çıkarıyorlar. Bu sokaklarda gezen insanlar, bir köşede ressamın fırçasının izlerini takip ederken, bir başka köşede sokak müzisyeninin melodilerine kapılıp gidiyor. Bursa'nın sokakları, sanatın ve insanların bir araya geldiği eşsiz bir sahne haline geliyor.
22 notes · View notes
iremmiee · 5 months
Text
Tumblr media
Kocaman bi kalabalığın ortasındayız aslında. Her gün yüzlerce insan bizi görüyor,kimi aklına kazıyor kimi unutup gidiyor.
Dün tanıştığın birisiyle maziniz belki de çok eskiye dayanıyor ,kim bilebilir ki.
Kimi siyahlara kuşatmış kendini,kimi gökkuşağını giysi edip renk saçmış etrafa.
Kimi kalmış 80'lerde ,kimi şimdiden öteye gidememiş giyinmekte.
Bedenler bir şekilde hep örtülmüş, süslenmiş.
Yine bakın aynı kalabalığa.
Belki de hiç tanışmadınız o insanlarla. Baktığınızda gördüğünüz bir kaç et bir kaç kumaş parçası. O insanı gördüğünüze inanırsınız sizler ama görmezsiniz aslında.
İnsanın aslı ruhtadır çünkü.
Ruhlar öyle çırılçıplak gezer ki sokaklarda. Süsten uzak..
Ve biz onları göremeyiz ,ne kadar gözümüzü açsakta.
Sokaklarda yüzlerce insanı görürüz ,ama onları gerçekten görür müyüz esasında?
10 notes · View notes
ozkaya · 11 months
Text
Değişime sıcak bakmayan bir halkın, yıllardır yol aldığı gemiyi sanki hala sağlammışçasına savunmasını, markette her şeyin en ucuzuna giden ellerinin bayrak tutup sokaklarda sevinç gösterilerinde boy göstermesini ve bir de şubat ayında gerçekleşen büyük depremler sonrası ulaşmayan yardımlardan ötürü günlerce süren feryatların ardından şimdilerde aynı şehrin insanının sevinç naraları atmasını asla anlamayacağım.
26 notes · View notes
hisboslugu · 10 months
Text
yorgun ve yalnızım, kaldırımlara misafirim... gecenin gözleri üzerimde. denizin ortasında küçük bir adayım, yüzme bilmem… yüreğimi bir yere bırakmışım, bıraktığım yerden çok uzaklardayım. kapıları kapatmışım üstüme, sürgüleri beynime çekmişim. hey sabreden derviş, bana da sabretmeyi öğretsene. ben deliyim ama çok şey bilirim. renkler ve zevkler hiçbir şey ifade etmez bana… sonların başladığı yerden, başlangıçların son bulduğu yere gidiyorum. kara bir tren gibiyim yani, bir istasyondan bir istasyona, hep aynı raylar üzerindeyim… ben deliyim. yağmurun yağması benim için romantik değildir, ben kurşun yağmurlarını bilirim. benim güneşim batmaz, dünyam dönmez, ayım hep mehtap halindedir, rüzgârlarım doğudan eser kadehime doldurduğum hüzünle sarhoş olurum, mezem ise bir dilim umut… ezbere bilirim yaşamayı, yaşarken savaşmayı… ben deliyim. benim mevsimim değişmez, sadece bahardır. kuşlardan sadece güvercini bilirim, yüreğim kanatlarıyla beraber çarpar. insanlardan yalnız çocukları severim, onları da büyüyünceye kadar... ben deliyim. benim tanrım yoktur, bir çift göze, bir güler yüze taparım... bulmacaya benzerim, kimi zaman soldan sağa bir nota, kimi zaman yukardan aşağıya eski mısırda bir tanrıyım… bağıra bağıra şarkılar söylerim, sessiz sessiz şiirler yazarım. bilmediğim yerlerin, tanımadığım kişilerin resimlerini çizerim. ben deliyim. kendimle sohbet eder, kendi kendime gülerim. telefon kulübeleriyle kavga ederim. asfaltın siyahında kaybolup, düşüncelere dalarım. çıkmaz sokaklarda kendimi ararım, bir de güzel hayaller kurarım. sonra hayallerimle beraber suya düşerim. ben deliyim. çayım sekiz şekerlidir, sigara üstüne sigara yakarım. parayı sevmem ama para için çalışırım. çalışırken annemi düşünürüm ağlarım. alnımın teri gözyaşlarıma karışır. babamın otobüsüyle geçmişe yolculuk yaparım. ninemin masallarıyla, annemin radyodan ezberlediği sanat müziği şarkılarını hiç bıkmadan defalarca dinlerim... dört yaşında aşık olduğumu, ablamla vardiyalı kullandığımız çadır bezinden çantayla okula başladığımı görürüm... sonra babamın başımı hiç dayamadığım omuzlarında uykuya dalarım. rüyalar görürüm uyandığımda hiçbirini hatırlayamadığım… ben deliyim.
22 notes · View notes
erenist · 4 months
Text
Yenilince, çıkmaz sokaklarda bir başına kalınca ve her nereye tutunsan elinde kalınca anlıyorsun aczini. İmtihanlar nerede başlar nerede biter bilinmez. Lakin insan acziyetini anlayana kadar aynı imtihanlar başka kisvelerde gelmeye devam edecek.
9 notes · View notes
girifit · 1 year
Text
omzumdaki yükler. elimde sigara. yardım et diye yalvarmayacağım artık. elimi tut, beni kaldır demeyeceğim. düştüğüm yeri ev belledim. ama oradan da gideceğimi biliyorum. susuyorum ama sessizliğimin sesini duyuyorum. çığlıklarımı tanıyorum. esen rüzgarla savuruluyor saçlarım. küller üzerime düşüyor. temizlemiyorum artık. sigara kokusundan nefret eden bedenim alıştı o sikik kokuya. gözlerim yarı baygın. bedenim yalpalayarak yürüyor tüm sokaklarda. şarkılara da sığınmayı bıraktım. kendimi çözmeye veya anlamaya bile çalışmıyorum. ne acı değil mi, artık aynadakini tanıyamıyorum. morarmış göz altlarım, kızarmış gözlerim, sıkmaktan ağrıyan çenem, kovulduğum tüm yerler. suratıma bu sefer ben kapattım kapıyı. gecesinde bağıra bağıra kavga ettiğim evden kaçıyorum. nereye gideceğimi bilmiyorum. artık hiçbir yerde kalamıyorum. avucumdaki ilaçları düğüm olmuş boğazıma inat yutuyorum. beni görünce tebessüm eden yüzler artık acıyla bakıyor bana, farkındayım. iki dudağım arasından umut dolu sözler dökülmüyor artık. içim dışım acı oldu. ama anlatamadım. aradığım herkes kapattı suratıma telefonu. güldüm. biraz da delirdim. artık çıkışım yok. o sokakları bir bir ateşe verdim. içim zerre acımadı. yanmadım ama yaktım. veya yandığım kadar yaktım, bilmiyorum. bir kere daha aynı koridorda olacağım. bir kere daha ağlayacağım. bir kere daha. ve son kere. bir daha yok ağlamak. yok sızlanmak. sikmişim hayatımı. bir köşede içiyorum sigaramı. acıyor canım veya yanıyor her zerrem. bilmiyorum. ya da siktir et. başım dönüyor. zemin ayaklarım altından kayıyor. istemiyorum artık. kendimi istemiyorum. bu acı beni benden aldı. canımdan can gitti. siktir. sesimi duymadınız. siktir. siktir. siktir.
51 notes · View notes