Tumgik
#ahlak kuralları
epifizz · 6 months
Note
Herhangi bir inancım yok ve yakın çevremden hissettiğim tek şey her türlü ahlaksızlığa açık olduğum. Neden inançsızlara karşı böyle bir bakış açısı var şahsen beni çok üzüyor.
Bir inanç sistemi bir ahlak sistemine inançtır bir noktada, en nihayetinde teolojik bir metin ahlaki bir yapı ve talepler de sunar insana. Kant'da buradan hareket ile kişinin iyi ile kötü arasında bir ayrım yapmasını akla bağlasa da iyiye mutlak bir bağlılık duyması için tanrı fikrinin şart olduğunu söyler. Bu görüş anlaşılabilirdir ancak yine de onu doğru yapmaz. Mesela hukuk sitemindeki kuralları uygulamak için herhangi bir dine ihtiyacın yoktur yine de bu kuralları temel bir ilke olarak benimseyip bir kişi "iyi"ye göre yaşamaya gayret edebilir yine de. Ve aynı şekilde kişi bir tanrı inancına ve onun sunduğu ahlak dizgesine bağlı olabilir ancak yapmak istediklerinden onu alıkoyan tek şey azap çekme korkusu ise bu kişiyi tam olarak iyi ya da ahlaklı biri değil daha çok korkak biri olarak görürüz. Yani neyin iyi olduğuna dair içten bir bağlılık ve görüş gerçekten esas olsa da bu temeli tesis edenin sadece din olduğunu söylemek doğru değildir bence. Ama ahlaki hayatını böyle yaşayan biri için kendisine böyle geliyor olması da o bakış açısına çok da aykırı değildir. Çünkü en nihayetinde dinsel ahlakın dışında da iyi olabileceğine inanırsa bir kişi, o zaman birçok dinin içinde olan tanrısal yargı dinamiği ve ödül ceza sistemi belirli zorluklara girecektir. En nihayetinde inanan nezdinde tanrıya inanmamak başlı başına bir ahlaksızlık, kendi ahlak dizgesinin dışında konumlanma değil midir? Ve bir ahlak sistemine bağlı hisseden her kişi ahlaklı mıdır, o sistemin kendisinin yekten ahlaksız olarak yorumlanabileceği ahlak sistemleri olamaz mı?
3 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Aydınlanma felsefesinin kurucu düşünürlerinden David Hume 1751 yılında yazdığı Ahlak İlkelerine Dair Soruşturma eserinde ahlak felsefesini hâlen güncelliğini koruyan şu sorular üzerinden kurmaya çalışır: 
“Ahlak ilkeleri, akıldan mı duygudan mı türemektedir? Ahlak ilkeleri hakkındaki bilgiyi bir kanıt ve tümevarım zinciriyle mi yoksa dolaysız bir hissediş ve daha ince içsel bir duyu yoluyla mı kazanırız? Doğruluğun ve yanlışlığın bütün sağlam yargıları gibi, her akıl sahibi zeki varlık için aynı mı olmalıdır yoksa güzellik ve çirkinlik algısı gibi tamamıyla insan türünün tikel doğa ve yapısının üzerine mi temellendirilmelidir?” 
 “Bir gemi kazası sonrasında, mülkiyetin önceki sınırlamaları göz önüne alınmadan, herhangi bir güvenlik vasıtasını zapt etmek bir suç teşkil eder mi? Yahut eğer kuşatılmış bir şehir açlıktan ölmeye maruz kaldıysa, insanların, başka durumlarda hakkaniyet ve adalet kuralları olacak kurallara karşı titiz davranarak, muhafaza edilen tüm yiyecekleri, kendilerine tercih edeceğini ve hayatlarını kaybedeceklerini düşünebilir miyiz? … Kanunların veya hukuk mahkemelerinin bağlayıcılığı olmadan herhangi bir sayıda insan bir arada toplanabilir miydi? Bir kıtlık sırasında ekmeğin eşit bölünmesi, güç ve hatta şiddet ile yapılsa bile, suç veya haksızlık olarak addedilebilir miydi?”
Hume bir empiristtir, ( Bunu john locke'den devralmıştır)  dolayısıyla onun için öncelikli olan deneyim bilgisidir. Ahlakı da bu sebeple deneyim üzerine kurmayı amaçlamaktadır. Ahlakın kaynağında haz ve acı duyumlarıyla birlikte fayda ilkesi vardır. Erdemli eylem bize haz verirken, erdemsiz eylem acı vermektedir. Erdemli olan aynı zamanda faydalıdır da. Hume erdemleri doğal ve yapay erdemler olmak üzere ikiye ayırır. Yapay erdemler insan yapıntılarıdır. Örneğin adalet. İnsan neden adaleti icat etmiştir? Hume'a göre herkes her şeye yeteri kadar sahip olsa adalet kavramına ihtiyaç kalmazdı. Düşünün havayı istediğimiz şekilde kullanabiliyoruz. Kimse havayı fazla soluduğu için adaletsiz olmaz. Çünkü bir mülk haline getirilmemiştir. Her durum ve koşul bu şekilde yapılandırılsaydı adalet yararsız bir şey olurdu. Ancak her şey eşit olsa bile insanların sanat, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bu eşitlik bozulacaktır. Burada da mülk kavramı ortaya çıkmaktadır. Hume'a gmre mülk 'kullanmak üzere, tek başına onun için olan ve onun için yasal olan herhangi bir şeydir.' Ayrıca adalet dönemin koşullarına ve gelişen olaylara göre yasa bazlı değişiklik gösterebilir. Adalet toplumun yararı içindir. "Yararlılık hoştur ve onayımızı alır. Bu, günlük gözlemce doğrulanan, olgusal bir şeydir. Gelgelelim, yararlı? Ne içindir? Elbette, bazılarının çıkarı içindir. O halde, kimin çıkarı? Sadece bizim değil: Onamamız için her zaman daha da genişler.
‘‘ ....itiraf edilmelidir ki hak ve mülkiyete yönelik tüm kabuller, en hantal ve en kaba batıl inanç kadar tamamen temelsiz görünmektedir. ‘‘
AHLAK İLKELERİ ÜZERİNE - DAVİD HUME 
8 notes · View notes
mathmazella · 2 years
Text
Trafikte erkek şoförlere sürüş hızımı Bir türlü beğendiremedim . Şehir içinde yapmam gereken hız sınırı ile gidiyorum ama onlar çekil önümden biz geçicicez yer ver diye rahatsız ediyorlar . Çok Sabırsız insanlar var ya . Keşke trafikte ahlak kuralları karnesi olsa ahlaksizlari elinden ehliyet alınsa okul karnesi gibi (:
17 notes · View notes
onderkaracay · 2 years
Text
🗣️ Sansür ve İtaatsizlik
Sansür kısaca sıkıdenetim demektir.
Sinema, tiyatro, televizyon, gazete ve sosyal ağlarda yayınlanan içeriklerin hükümet tarafından önceden denetlenmesi onaylanmasının, gösterilmesinin ve yayınlanmasının izne bağlanmasına sansür denir.
Kavramları çeşitli yollarla kontrol altına almakta bir sansür çeşididir.
Sansür kararının niyeti sansürden daha önemlidir. Niyet okumayı bilmeyen her sansür ve dayatmanın kurbanı olur.
Sansür de amaç toplumu korumak olarak açıklanır, uygulamada ise ifade özgürlüğünü baskılama amacı güder.
İktidar veya hükümetler sansürde amacı toplumu korumak amaçlı olduğunu ifade etseler bile asıl amaç sermaye ve iktidara zarar gelmesini önlemek ve iktidarın devamına engel olabilecek gelişmeleri önlemektir.
Ayrıca sansür toplu iletişimde bazı düşünceleri engelleyerek algıyı yönetmek amaçlı bir çabadır.
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu kim belirlemelidir?
En önemli sorun işte bu ahlak (sağtöre) sorunudur.
İktidar ya da hükümetler neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verebilirler mi?
Yasa yapanların ve o yasayı uygulayanların aynı yetkiye sahip olanların olması etik mi?
Sağtöre olarakta bilinen ahlak iyi ya da kötü olarak bilinen ve kabul edilen davranışları belirleyen yazısız kurallar bütünüdür.
Yazılı kurallar bütünü olarak yasalar kabul edilir.
Yaşamın değişen araçları yeni sorunlar ürettikçe yazısız ve yazılı kuralları olmayan alanları iktidarlar hemen denetim altına almak ister.
Yeraltı medyası sosyal ağlar günümüz sansürünün yeni konusudur. Dayatmacı iktidarlara karşı gerçekler de oradan ilerleyebilmektedir. Çünkü halkın haber alma hakkı sermaye ve siyasetin (iktidar+muhalefet birlikte) kontrolünde bulunan medya ile halkın elinden alınmıştır. Medya halkın ne bilmesi gerekiyor ise algı operasyonları düzenlenen bir düneneğe dönüşmüştür.
Sinema, tiyatro, gazete ve televizyonları kendi kontrolünde reklam tehdidi ile tutan sermaye ve siyaset sosyal ağlarda ki robot teknolojisi ile uyguladığı engelleri yetersiz görmüş olmalı ki bu alanda kendini ve gerçekleri ifade eden düşünce ve çabaları kendilerine karşı bir tehdit olarak görmektedirler.
Kendilerinin yaptığı ve uyguladığı yasaları bu anlamda lehlerine kullanmak amacıyla sosyal ağlarda ki düşünceleri de topluma karşı zarar veren bir alan olarak yaygarasını yaparak üreteceği algı ifade özgürlüğüne yeni bir darbe daha vurmak niyetindedir.
Yaklaşan seçimler, yıpranmış olmanın verdiği kaygı, ekonomide ki kötü gidiş karşısında iktidarın çaresizliğini toplumdan gizlemenin yolunu sermayenin sömürü düzeni bozulmasın diye sosyal ağları kontrol altına almayı sansür ile amaç edinmiştir.
İktidar veya hükümet devlet yönetimini ve gücünü toplumun geneli veya bir kısmının lehine yada aleyhine kullanabilme gücü değildir.
Devletin toplumdan aldığı gücü toplumun genelinin yararına ayrım yapmadan kullanmak iktidar veya hükümetlerin birincil görevidir.
Bunun aksi her uygulama o yetkiyi kötüye kullananların suç işlemesi anlamına gelir.
Ayrıca bu tür her dayatma evrensel insan haklarına ve o toplumun ortak yaşam sözleşmesi anayasaya uygun olması gerekir.
Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı ayrı güçler olmadığı toplumlarda bunu sağlamak hukuk işleyemeyeceği için olanaksızdır.
Sosyal ağlarda sorunlarına çözüm arayanların çok olmasının sebebi de hukukun işlememesidir.
İdeolojik iktidarlar toplumdan saklı niyetleri gereği sansüre en çok başvuran iktidarlardır.
Negatif ve pozitif şeklinde ikiye ayrılır iktidarlar.
Negatif iktidarlar toplumdan aldığı gücü topluma karşı yasa, asker ve polis gücü yoluyla bireyi kontrol eden iktidar sistemidir. Negatif iktidarlar sansüre başvurur.
Pozitif iktidarlar devletin bireylere rağmen bireyin iyiliğini düşünen sistemi niteler. Pozitif iktidarlar sansüre başvurmaz.
Sosyal kontrol toplumun yazılı olan yasalara ve yazılı olmayan sağtöreye uymaya zorlar. Amacı toplumda düzeni sağlamak olmalıdır. Haklarını kullanabilen hiçbir insan bu kuralların dışına çıkmaz. Çıkıyor ise bir yerde bir sorun var demektir. O sorun genelde toplum adına güç sahibi olanların bu gücü belli kişi ve sınıfların lehine genelin aleyhine kullanmasından kaynaklanır. Gücü toplumun aleyhine kullananlar ise haksızlığa uğrayanları baskılamak amacıyla sansüre başvurur.
İktidarlar veya hükümetler toplumun haber alma, değişik düşünceleri öğrenmek, tartışmak, yaşanan olayları bilmek ve yorumlamak hakkından kimseyi mahrum etmemek için vardır. Erdem sahibi hiçbir iktidar kendine karşı düşünce ve çabalardan korkmaz. Yaşam insana hukukun içinde kalmak şartıyla doğruyu bulup ortaya çıkarmak için verilmiştir. Yaşam hakkını iktidarlar tayin edemezler. Tarih göstermiştir ki bazı iktidarlar iyi niyetli değildir. Kötü niyet karşısında yok olmak istemeyen her toplum bundan kurtulmanın hukuk içinde kalmak şartıyla bir yolunu bulmak hakkı vardır. Bu hak sansür ile o toplumun elinden alınamaz.
Her dayatmacı otoriteye karşı itaatsizlik isyan değil uyumdan vazgeçmektir. Medeniyeti uyumsuzluk ve itaatsizlik başlatır. Korku, nefret ve hırsı bize sürekli yeni ihtiyaçlar dayatan, neyi beğenmemiz ve seçmemiz gerektiği konusunda baskı uygulayan, bu hakkı kendinde görenler çıkarları adına üretirler. Her işi otomatik sistemler ile yapmaya, yaşamı sürekli eğlence, tembellik ve tüketicilik konumuna getirmek isteyenlere, medya telkinleriyle kamuoyu oluşturmaya, savunmamız gereken değerlerden nefret etmeyi değişim olarak dayatanlara karşı durabilmeyi bilmektir itaatsizlik.
] Önder KARAÇAY [
5 notes · View notes
sekersiz-redbul · 30 days
Text
Aldatanı aldatacaksın ahlak kuralları işlemez , bırak karmasını yine yaşasın
1 note · View note
kalopsiaha · 3 months
Text
Coğrafya, kültür, eğitim, ahlak yasası, toplum kuralları, adalet, ekonomi...
Hangi açıdan iyi olabiliriz ki?
0 notes
lolonolo-com · 4 months
Text
Hukukun Temel Kavramları 2023-2024 Vize Soruları
Hukukun Temel Kavramları 2023-2024 Vize Soruları 1. Aşağıdakilerden hangisi toplumsal düzen kurallarından biri değildir? A) Din kuralları B) Ahlak kuralları C) Hukuk kuralları D) Görgü kuralları E) İktisadi kurallar Cevap : E) İktisadi kurallar 2. Aşağıdakilerden hangisi maddi olmayan mallar üzerindeki mutlak haklardan biridir? A) Telif hakkı B) Nispi haklar C) Sosyal ekonomik haklar D) Velayet…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
yasinhoca · 7 months
Text
Medyum Nedir Kime Denir Medyum Nedir Kime Denir : Her işin kendine göre zorlukları ve kendine has incelikleri vardır. Ancak bazı meslek guruplarında gerçek anlamda zor konuları beraberinde getirir. Medyumluk da bunlardan biridir. Günümüzde medyum adı altında dolandırıcılık veya usülsüzlük yapılmakta, insanların duygu ve maddiyatları sömürülmektedir. Doğru medyum, yardım talep eden insana ayı zamanda rehberlik yapmalıdır. Aşk ve manevi duygularıyla katiyen oynamamalıdır. Seansa gelen hastalarının bilgileri kesinlikle gizli kalmalı ve üçüncü kişilerce paylaşılmamalıdır. Medyum olan kimsenin iradesinin de güçlü olması gerekmektedir. Yardımcı olduğu kişiye ahlak kuralları çerçevesinde yaklaşmalı, anlayışlı olmalı ve daima yapıcı tavırlar sergilemesi gerekmektedir. YouTube sayfamızdan bizi takip etmek için tıklayınız. Medyumları da tıpkı tıp bilimindeki doktorlar gibi ihtisas alanında uzmanlaştıkları departmanlara ayırabiliriz. Örneğin; bir kalp doktorunun işinin inceliklerini beyin cerrahı bilemez ise medyumların da bu alanda bu şekilde bir yetenekleri vardır. Doğru medyumlar, işini para için değil gerçekten insanlara faydalı olmak elinden gelenin en iyisini yapmakla mükelleftirler. Havas İlmi (Medyum Nedir Kime Denir) Söz konusu bu esrarengiz ilmin öğrenilmesi de hiç mi hiç kolay olmamaktadır.Ne yazık ki medyumluk ile alakası olmayan ve insanların umutlarını ellerinden alan yanlış kişiler gün geçtikçe çoğalmaktadır. Emin ve kararlı kişiler ise yetenekli ve tecrübeli medyumların yollarını tutarak isteklerini bir şekilde uygulatmaya çalışırlar. Medyumluk topluma örnek olacak seviyede önemli ve özel kişi olmalıdır. Üzücü olan taraf da budur ki, kendini medyum olarak tanıtanlar gerçek medyumlardan daha çok ön plana çıkmış ve toplum medyum yerine, sahte medyumlar tarafından işgal edilmiş durumdadır.
0 notes
travestisevgilim · 8 months
Text
Travesti kelimesi sektörde sekteye mi uğradı?
Sürekli kapatılan travesti siteleri nasıl bir mentalitenin sonucudur ? Yoksa Bu mücadelede söz konusu olanlar etik kurallar ve ahlak kuralları mıdır? Kuralları belirleyen kişiler her kim ise; travesti kelimesine bir hayli takmış olsa gerek… Bu arada hatırlatmadan geçemeyeceğim, bu yazımı okuduğunuz blog eğer dns ayarlarınız yapılı değilse travesti veya adana travesti kelimelerinde belli bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
trabzongaysohbet · 8 months
Text
Travesti kelimesi sektörde sekteye mi uğradı?
Sürekli kapatılan travesti siteleri nasıl bir mentalitenin sonucudur ? Yoksa Bu mücadelede söz konusu olanlar etik kurallar ve ahlak kuralları mıdır? Kuralları belirleyen kişiler her kim ise; travesti kelimesine bir hayli takmış olsa gerek… Bu arada hatırlatmadan geçemeyeceğim, bu yazımı okuduğunuz blog eğer dns ayarlarınız yapılı değilse travesti veya adana travesti kelimelerinde belli bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hauntedhottubpeanut · 8 months
Text
Travesti kelimesi sektörde sekteye mi uğradı?
Sürekli kapatılan travesti siteleri nasıl bir mentalitenin sonucudur ? Yoksa Bu mücadelede söz konusu olanlar etik kurallar ve ahlak kuralları mıdır? Kuralları belirleyen kişiler her kim ise; travesti kelimesine bir hayli takmış olsa gerek… Bu arada hatırlatmadan geçemeyeceğim, bu yazımı okuduğunuz blog eğer dns ayarlarınız yapılı değilse travesti veya adana travesti kelimelerinde belli bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
karaca2508-blog · 10 months
Text
İş Sağlığı ve Güvenliğinin Hukuki Dayanakları
Tumblr media
İş Sağlığı ve Güvenliğinin Hukuki Dayanakları, temelde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerinin esas konusunu oluşturmuştur
İş Sağlığı ve Güvenliğinin Hukuki Dayanakları
Toplumu düzenleyen kuralar yasaların dışında da değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Bu kurallar, geleneklerden, dini inançlardan, ahlak anlayışından doğmuş olabilirler. Tüm bu kurallardan sadece devletin yaptırım gücüyle donatılmış olanlar hukuk kuralı olma niteliğine kavuşur. Bu anlamda devlet hukuk kuralları koyma gücüyle donatılmış ve kural koyma tekeline sahip tek kurumdur. Devletin koyduğu bu hukuk “pozitif hukuk” olarak adlandırılır. Devlet ya bizzat kural koyarak ya da konulmuş, var olan kuralları tanıyarak hukuku var eder. Pozitif hukuk kendisini yasa, tüzük, yönetmelik, uluslararası sözleşme gibi yapılış şekilleri, etkileri, yaptırım güçleri ile farklı metinler içerisinde görünür kılar. Hukukun kendisini gösterdiği bu kaynaklar arasında alt norm üst norm ilişkisi söz konusudur. Kural olarak üst norm genel ve soyuttur. Kendisinden sonra gelen art normun geçerliliğini, alt norma göre daha genel ve soyut olan üst norm belirler. Normlar hiyerarşisindeki klasik sıralamaya göre anayasa en üst normdur. En üst norm olarak anayasa yasaların geçerliliğini belirler. Anayasanın altında yer alan yasalar, anayasaya; yasaların altında yer alan tüzükler anayasa ve yasalara; tüzüklerin altında yer alan yönetmeliklerse tüzüklere ve yasalara dolayısıyla da anayasaya aykırı olamazlar. Temel insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerle iç hukuk çatıştığında uluslararası sözleşme uygulanacaktır. Hukukun bir diğer kaynağını oluşturan uluslararası sözleşmelerin normlar hiyerarşisindeki yeri, bu sözleşmelerde tanımlanan hakların hukuki bağlayıcılığı açısından yaşamsal önemdedir ve özel bir konumda bulunmaktadır. Bu konumu ise bizzat anayasa sağlamakta, anayasa getirmiş olduğu düzlenme ile uluslararası sözleşmelerin normlar hiyerarşisindeki yerini belirlemektedir. 1982 Anayasası 90. maddesiyle konuyu netleştirmiştir. Temel insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerle iç hukuk çatıştığında uluslararası sözleşme uygulanacaktır. Uluslararası Hukuk'ta İş Sağlığı ve Güvenliği İşçi sağlığı iş güvenliğinin önlemeyi hedeflediği riskler, sağlık, yaşam, çalışma hakkı gibi temel hakları tehdit etmektedir. İşçilerin bu risklerden korunmasında sendika, toplu sözleşme ve grev hakları önemli etkenlerdir. Tüm bu nedenlerle iş sağlığı ve güvenliği Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerinin konusunu oluşturmuştur. ILO sözleşmelerinin yanında sosyal hakları güvence altına alan bir dizi uluslararası sözleşme, doğrudan veya sağlık hakkı, yaşama hakkı, örgütlenme hakkı üzerinden işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin hükümler getirmiştir. Uluslararası sözleşmelerin uygulanmasının denetimi için oluşturulan kurumların ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları bir diğer hukuki kaynağı oluşturmaktadır. Özellikle Anayasanın 90/4. maddesindeki temel insan haklarına ilişkin sözleşmelerle iç hukukun çatışması halinde uluslararası sözleşmeye üstünlük tanınmasına ilişkin hükümle birlikte, uluslararası hukuk, işçi sağlığı iş güvenliği alanında da temel başvuru kaynaklarından biri haline gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nde İş Sağlığı ve Güvenliği Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı bir ihtisas kuruluşu olarak 1946 yılında kurulmuştur. Türkiye, 2 Ocak 1948 günü Dünya Sağlık Örgütü kurucu anlaşmasını imzalamış ve 9 Haziran 1949 tarihli ve 5062 sayılı Kanun’la Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nı onaylayarak DSÖ’ye resmen üye olmuştur. DSÖ işçi sağlığı iş güvenliğini yaşam hakkına bağlı olarak ele almıştır. DSÖ’ne göre, işçi sağlığı sadece bazı hastalıklarla sınırlı bir şekilde ele alınamaz. Sağlık, yaşamın bir amacı değil, günlük yaşamın kaynağı sayılmalıdır. Sağlık konusunda amaç, kaliteli yaşamın sağlanması olmalıdır. Sağlıklı yaşamla çalışma koşulları arasında doğrudan bir etkileşim vardır.”Siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel, davranışsal ve nihayet biyolojik faktörler, sağlık üzerinde olumlu ya da olumsuz yönde etki yaratabilecektir.” 169 DSÖ’nün bu saptamasından işçi sağlığı iş güvenliğinin gerçekleştirilmesinin aynı zamanda işçileri olumsuz olarak etkileyen siyasal, ekonomik, kültürel, çevresel, davranışsal ve biyolojik faktörlerin iyileştirilmesine bağlı olduğu sonucu çıkmaktadır. Dolayısıyla yaşam hakkına bağlı olarak ele alınan sağlık, toplumsal yaşamın getirdiği tüm risklerin olası etkileri içerisinde bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Nitekim “Avrupa Adalet Divanı, 1996 tarihli bir kararında, Dünya Sağlık Örgütü̈ Anayasası’ndaki, sağlık kavramını esas alarak, Roma Antlaşması’nın 137. maddesinde yer alan, “çalışma ortamı”, “güvenlik” ve “sağlık” kavramlarının; çok dar değil, işyerinde işçilerin sağlık ve güvenliklerini tehdit eden tüm faktörleri kavrayacak anlamıyla kabul edilmelidir” denmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde İş Sağlığı ve Güvenliği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 3. maddesinde yaşama hakkına güvence getirmiştir. Maddeye göre, “Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.” Bildirgenin 23. maddesinde uygun iş tanımı yapılmıştır. Maddede herkesin “işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma”, ayrımcılığa uğramadan “herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, eşit iş için eşit” ücret istemeye, “kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirilmeye hakkı” bulunduğu vurgulanmıştır. Bildirge, 22. maddesine risklerin gerçekleşmesi olasılığına karşı sosyal güvenlik hakkını tanımış, sosyal güvenliğin öznesini ayrımsız herkes olarak belirleyip, “Herkes toplumun bir ferdi olarak Sosyal Güvenlik Hakkı‘na sahiptir” demiştir. Bildirgenin 25. maddesi ise, her kişi ve ailesinin karşılaşacağı sosyal riskler nedeniyle yoksunluk yaşadığı tüm hallerde sosyal güvenlik hakkıyla korunma hakkı bulunduğunun altını çizmiştir. İş Güvenliği Samimiyet Testi Bildirgenin anılan maddelerinin birlikte değerlendirilmesinden, işçi sağlığı iş güvenliği aracılığı ile, çalışanların sağlığının korunduğu bir işte çalışma haklarının temel bir insan hakkı olduğu sonucu çıkmaktadır. Çalışma hakkının gerçekleşmiş olduğundan söz edebilmek için çalışanların sağlıklarının korunduğu iş ortamının yaratılmış olması bildirgeye göre zorunludur. BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde İş Sağlığı ve Güvenliği BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi, çalışma hakkını “adil ve uygun bir işte çalışma” olarak ele almıştır. Sözleşmeye göre “Çalışma hakkı, herkesin kendi seçtiği ve girdiği bir işte çalışarak geçimini sağlama imkanına ulaşma hakkını da içerir.”(md. 5) Adil çalışma koşullarından söz edebilmek için, herkes için asgari bir gelirin sağlanması, her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırıldığı koşullarda eşit işe eşit ücret verilmesi, herkes için kendisi ve ailesi için “nezih” yaşam koşullarının sağlanması ve “güvenli ve sağlıklı çalışma şartları” zorunludur.(md. 7). Sözleşmenin 11. maddesine göre, sözleşmeye taraf devletler herkese kendisi ve ailesi için “yeterli beslenmeyi, giyinmeyi, barınmayı ve yaşama koşullarının sürekli olarak geliştirilmesini de içerir” şekilde yaşam standardı sağlamakla yükümlüdür. Sözleşmesin sağlık hakkını düzenleyen 12. maddesi sağlık hakkını “herkesin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkı” olarak tanımlamıştır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi için taraf devletlere düşen yükümlüklerden birisi ise, “çevre sağlığını ve sanayi temizliğini her yönüyle ileriye götürme” görevidir. Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı (GGASŞ)’nda İş Sağlığı ve Güvenliği Gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı, genel ilkeleri belirlediği birinci bölümünde, adil, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olmanın tüm çalışanların hakkı olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca, tüm çalışanların adil bir ücret, ulaşılabilecek en yüksek sağlık düzeyinden yararlanma, işletmede bilgilendirilme ve danışılma, çalışma koşullarının ve çalışma ortamının düzenlenmesine ve iyileştirilmesine katılma hakları vardır. Kendilerine zarar veren eylemlere karşı korunma işletmelerde çalışan temsilcilerinin hakkıdır. Ergonominin 7 Basit Kuralı Sosyal Şart’a göre, sözleşmenin tarafları adil çalışma koşulları yaratma taahhüdü altındadırlar. İşçi sağlığı iş güvenliği açısından Sosyal Şartın “Güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkı” başlıklı 3. maddesi önemlidir. Maddeye göre; Akit Taraflar, işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olma hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak üzere; - İş güvenliği, iş sağlığı ve çalışma ortamı hakkında tutarlı bir ulusal politika oluşturmayı, uygulamayı ve bunu belli aralıklarla gözden geçirmeyi, bu politikanın temel hedefi, iş güvenliği ve iş sağlığını iyileştirmeyi ve özellikle çalışma ortamının doğasından kaynaklanan tehlike sebeplerini en aza indirmek yoluyla, çalışma sırasında ortaya çıkan ya da bununla bağlantılı olan hastalıkları ve kazaları önlemeyi; - Güvenlik ve sağlık alanlarında yönetmelikler hazırlamayı; - Denetim yoluyla bu yönetmeliklerin uygulanmasını sağlamayı; - Tüm çalışanlar için, aslen koruma ve danışmanlık işlevlerine sahip iş sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesini desteklemeyi; taahhüt ederler. Görüldüğü gibi sosyal şartla birlikte, işçi sağlığı iş güvenliği konusunda tutarlı ve uygulanabilir ulusal bir politika oluşturma, bu politikaları sürekli geliştirerek işçi sağlığı iş güvenliğini iyileştirme, bu amaca uygun yasal mevzuat oluşturma uluslararası bir yükümlük haline gelmiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri’nde İş Sağlığı ve Güvenliği İşçi sağlığı iş güvenliğinin konusunu oluşturan, meslek hastalıkları ve kazalardan korunma gereği öncelikle ILO Anayasasının Başlangıç metni, içerisinde yer almıştır. “ILO Anayasasının” Başlangıç “metni,” işçilerin genel veya mesleki hastalıklarla işten kaynaklanan kazalara karşı korunması” gereğini vurgular. İş sağlığı ve güvenliği konusunu doğrudan veya dolaylı bir biçimde ilgilendiren sözleşme ve tavsiyeler, tüm ILO normları arasında çok önemli bir sayıya ulaşmıştır” ILO sözleşmelerinin bir kısmı sektör ayrımı yapmaksızın işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin ilkesel kuralları belirleyen sözleşmelerdir. Bir diğer grup ILO sözleşmesi ise riskin büyük olduğu sektörlere özel olarak alınması gereken önlemleri belirlemek için kabul edilmiş sözleşmelerdir. Detaylı bilgi için ILO Sözleşmeleri BÖLÜMÜMÜZÜ  incelemenizi öneririz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nde İş Sağlığı ve Güvenliği Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi yaşama hakkını, 8. maddesi ise özel hayatın ve aile hayatının korunmasını düzenlemiştir.176 AİHM işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin uyuşmazlıkları bu iki maddeye dayanarak çözüme kavuşturmuştur.177 Bu iki hükmü somut uyuşmazlığa uygulayan AİHM, Norveç ve Malta devletlerinin sorumluluğuna karar vermiştir. Kararlara göre; “Vilnes ve diğerleri v. Norveç kararında (2013), Kuzey Deniz’inde derin deniz dalgıcı olarak çalışanlar, karara konu olaydaki faaliyetlerindeki hızlı dekompresyonlar sebebiyle ciddi sağlık problemlerine maruz kalmışlardır(akciğer kanseri, duyma bozukluğu gibi). Başvurucular çalışma koşullarında güvenlik eksikliği olduğunu ve koşulların sağlıklarını tehlikeye attığını iddia etmişlerdir. Her ne kadar özel sektörde çalışmış olsalar da Norveç Devleti’nin sorumluluğu güvenlik önlemlerinden muafiyet noktasında şirketlere geniş yetkiler verdiği ve maliyeti düşürmek için daha düşük dekompresyon süresi kullandıkları ve müfettiş denetimlerinin yetersiz olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme burada dekompresyon tablolarının standart hale getirilmesini takiben daha az vurgun olduğunu tespit etmiştir. İş_Kazası Kapsamı ve Bildirim Süreleri Buna göre, eğer Norveç tablolara daha önce müdahale etseydi sağlığa yönelik risk gerçekleşmeyecekti. Mahkeme Devletin bireylerin yaşamlarına ilişkin riski değerlendirebilmeleri sağlayacak gerekli bilgiler temin etme yükümlülüğü olduğunu belirtmiş ve 8. maddeden ihlal bulmuştur. Yine Mahkeme, Malta’ya karşı başka bir davada da gemi bakım ve tamiri için çalışan başvurucuların asbeste maruz kalmaları ve bu konuda devletin herhangi bir bilgilendirme yapmaması gerekçesiyle, 8. madde kapsamında ihale karar vermiştir. Bu davada da Sözleşme’nin 2. ve 8. maddesi altında kişilerin sağlığını olumsuz etkileyecek riskler hakkında bilgilendirme yapma yükümlülüğü kapsamında Devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemesinden ihlal kararına varmıştır.”
Tumblr media
Anayasa’da İş Sağlığı ve Güvenliği
İşçi sağlığı iş güvenliği alanı temel hak ve özgürlükleri ilgilendirdiği için Anayasa’nın birçok maddesi işçi sağlığı iş güvenliğinin hukuksal dayanağını oluşturmaktadır. Anayasa’nın 2. maddesi devletin nitelikleri arasında sosyal hukuk devletini saymıştır. Devletin amaç ve görevlerini belirten 5. madde de ise sosyal devletten ne anlaşılması gerektiği vurgulanmıştır. 1982 Anayasası’nın 5. maddesi de devletin temel görevlerini sayarken, “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya” çalışmayı da bir görev olarak belirlemiştir.179 5. maddenin gerekçesinde, “Devlet, ferdin hayat mücadelesini kolaylaştıracaktır. Ferdin insan haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamasını gerçekleştirecektir. Bu sosyal devletin görevidir” denilmiştir. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı anayasanın 17. maddesinde, çalışma hakkı, 49. maddesinde, herkesin sağlığına ve cinsiyetine uygun işte çalıştırılmayı kabul etmeme hakkı Anayasa’nın 50 maddesinde, sağlık hakkı Anayasa’nın 56. maddesinde güvence altına alınmıştır. İş Sağlığı ve Güvenliğine Dair ILO Sözleşmeleri Konuyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi (AYM), işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin alınmasına ilişkin hükümleri Anayasa’nın değişik maddeleriyle ilişkilendirmiştir. AYM’ne göre işçi sağlığı iş güvenliğini ilgilendiren Anayasa maddeleri özetle şöyledir; Anayasa’nın 17. Maddesinde “herkesin, yaşama maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.” “Kişinin yaşam hakkı ve maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan vazgeçilmez devredilmez haklardandır.” Devlet, bireylerin yaşamlarına saygı göstermek, bireyleri, “gerek üçüncü kişilerden ve gerekse sorumluluğunda bulunan personelin eylemlerinden kaynaklanan risklere karşı koruma yükümlülüğü altındadır.” Anayasa’nın 49. maddesinde çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu belirtilmiştir Devlet, çalışma hayatını geliştirmelidir. Ekonomik önlemler alarak çalışanları korumalı, çalışanların insan onuruna uygun bir yaşam sürdürmelerini sağlamalıdır. “Devlet, çalışanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak” zorundadır. Devlet, çalışma yaşamını denetleyecek, işsizliği gidermeye elverişli ekonomik bir ortam yaratacaktır. Çalışma barışını sağlamak için gerekli önlemleri almak devletin görevidir. Devlet, “çalışanların güvenli ve sağlıklı bir iş ortamında çalışmalarının temin edilmesini” sağlamak zorundadır. İş Güvenliğinde Kullanılması Gereken İşaretler Devlet, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerini belirlemek ve bunları yaşama geçirmek zorundadır. Bu hükümlerle devlet, sosyal hakları yararlanabilir kılma yükümlülüğü altına girmiştir. Somut olarak söylemek gerekirse, devletin yükümlülüğünün iki boyutu vardır. Birincisi, sosyal hakları var etmek; ikincisi de, var olan bu haklardan herkesin eşit bir şekilde yararlanmasını olanaklı kılmaktır. Anayasa’da tanımlanmış bir sosyal hakkı hangi gerekçe ile olursa olsun var etmeyen, var olan bir haktan herkesin eşit ve etkin bir şekilde yararlanma olanağını yaratmayan devlet, bu yükümlülüklerinden ikisi ya da ikisinden birini yerine getirmemekten dolayı sorumlu olacaktır. İşverenin Onaylı Deftere Dair Yükümlülükleri 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası İşçi sağlığı iş güvenliği konusunda ilk özel yasamız olan 6331 sayılı Yasa beş bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde, yasanın amacı, kapsamı ve yasaya hakim terminoloji belirtilmiştir. Yasa ikinci bölümde işverenlerin ve çalışanların yükümlüklerine, görev ve yetkilerine yer vermiştir. İşçi sağlığı iş güvenliğinin kurumsal yapısına ilişkin hükümler yasanın “Konsey Kurul ve Koordinasyon” başlıklı üçüncü bölümünde yer almıştır. Dördüncü bölümde yasanın uygulanıp uygulanmadığının denetiminin nasıl yapılacağı, yasaya uygulamamaktan doğan idari yaptırımların neler olduğu gösterilmiştir. Yasa beşinci ve son bölümde “Çeşitli ve Geçici Hükümler” başlığı altında uygulamaya ilişkin hukuki usulü ve yürürlüğe ilişkin konuları ele almıştır. 6331 sayılı Yasa amacını, üç ana konu üzerinden belirlemiştir. “İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması” Yasa’nın ilk amacıdır. Bir anlamda bu adım işçi sağlığı iş güvenliğinin kurulması aşamasıdır. Yasa’nın ikinci amacı ise “mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi”dir. Yasa’nın bu amacı, işçi sağlığı iş güvenliği kurallarının dinamikliğine işaret etmektedir. Yasanın üçüncü amacı ise ilk iki amacın gerçekleştirilmesi için işverenler ve çalışılanlara düşen görevlerin, yetkilerin, sorumlulukların, haklar ve yükümlülüklerin düzenlenmesi ve belirlenmesidir. 6331 sayılı Yasa’nın 1. maddesine göre; “Kanunun amacı; işyerlerinde işsağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir.” Amaç maddesinde belirtilen açık ifadeden de anlaşılacağı gibi, Yasa’da yer alan, yer almasa da ileride yapılacak tüm düzenlemeler, işyerlerinde ya işçi sağlığı iş güvenliğinin kurulmasına ya da var olan koşulların iyileştirilmesine hizmet ettiği sürece Yasa’nın amacıyla uyumlu olacaktır. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası Türk sosyal güvenlik sistemini 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası şekillendirmiştir. 5510 sayılı Yasa risklere göre sigorta kollarını kısa ve uzun vadeli sigorta kolları olarak saptamıştır. Read the full article
0 notes
kumvekopuk · 11 months
Text
“cehennem başkalarıdır”
Sartre.
iki kelimeyle bir sürü şeyi özetlemiş Sartre. eğer sınırlarımızı, hassas mesafe ölçerlerle nezaket ve iyi ahlak kuralları ile çizemezsek başkaları bize, biz de başkalarına cehennem olabiliriz gerçekten.
çünkü özgürlüğümüz kısıtlandığında, asıl otantik varlığımızı içimize hapsetmek zorunda kaldığımızda hızla uzaklaşmak isteriz. biraz boğulup biraz nefes aldığımız bir eksende gelip giderek sosyal hayatımızı sürdürmeye çalışırız.
içsel gücünü iyi korursan mesafeni de doğru ayarlarsın diye okumuştum. gücünü iyi koru ki fani olanlarla boşlukları doldurma ve bundan beslenme güdüsünden kurtulabilesin. kendine dönüp, iç sesinle baş başa kaldığında yalnızlık değil huzuru görebilesin.
schopenhauer’un oklu kirpi metaforunu çok seviyorum. sosyal hayat düzeninin özeti gibi.
“soğuk bir kış günü, birkaç kirpi, donmalarını önlemek için karşılıklı sıcaklıkları aracılığıyla oldukça sıkı bir şekilde birbirine sokuldu. ama kısa süre sonra dikenlerinin birbirleri üzerindeki etkisini hissettiler ve bu da onları tekrar uzaklaştırdı. ısınma ihtiyacı onları bir kez daha bir araya getirdiğinde, birbirleri için en uygun mesafeyi bulana kadar bu durumu tekrardılar.”
öte yandan inanıyorum ki “insan insanın acısını alır”. işte onlar ilaç gibidir, bu dünyada cennetimiz bile olabilirler. çok yorulup sırtınızı dayamak istediğinizde rahatça kendinizi bırakabilirsiniz, orada yargı yoktur, anlayış ve iyi niyet vardır. görmeyince özlersiniz, canının kenarında azıcık oturayım istersiniz çünkü onların denize kıyıları var gibidir.
ve öyle çok olmasına da gerek yoktur, önemli olan hemhâl olabilmek, birbirini anlama çabasında olabilmektir. eğer bu hayatta sihirli dokunuş diye bir şey varsa işte tam da budur, birinin yara izlerinde çiçek yetiştirebilmek, ona huzurlu, sakin bir liman olabilmektir.
Tumblr media
0 notes
ekitapstore · 1 year
Text
Dostoyevski – Kumarbaz Kitap İncelemesi
Kitap İncelemesi
Dostoyevski Kumarbaz Dostoyevski’nin sembolleri büyük bir ustalıkla kullanıyor. ‘’Rulet’’ sembolü metnin ana sembollerinden biridir. Olaylar zaten en başından beri kurmaca Rouletenbourg şehrinde geçiyor. Bunun anlamını veya Dostoyevski’nin neden bu sembolü seçtiğini anlamak ise çok zor olmamalı, çünkü herkes bilir ki ‘’rulet’’ aynı zaman da hayatın ve kaderin sembolüdür. Rulet bir kişinin hayatını ortadan kaldırabilir, onu yok edebilir, iç huzurunu tamamen mahvedebilir, insanı birçok sıkıntı ile baş başa bırakabilir. Eğer ki şanslıysanız bir iki kere size kazanma duygusunu tatmanız için şans verir, ama unutmayın ki kumarda en son ‘’masa’’ kazanır. İnsanoğlu yine yenilir. Aynı zamanda ‘’rulet’’ sembolü ‘’şans’’ ile de yakından bağlantılıdır, ancak şans faktörü her zaman güvenilecek bir kaynak değildir.
Kumar olgusuyla birlikte öne çıkan bir başka konu da ‘miras’ konusu.. Hatta bu iki konunun başa baş gittiği bölümlerin sayısı az değil. Peki kumar ile mirası bir araya getiren, onları aynı mahallenin iki yakın arkadaşı yapan şey nedir? Cevaplaması zor bir soru değil. Üretmeden, kısa yoldan zengin olma sevdasıdır.
Kitapta güzelliğiyle ve ana karakter Aleksey İvanoviç ile ilişkisi üzerinde durulan bir isim var. Polina Aleksandrovna. Bu kitap tam otobiyografik diyemesek de o minvalde sayılabilecek bir roman, çünkü ”Polina Suslova”, Dostoyevski’nin başarısız aşk girişimi sonucunda takıntılı olarak zihninden kazıyamadığı bir isim. Polina gerçekte bir mujik (Rus köylüsü) kızı. Polina Suslova, Dostoyevski’den 16 yaş küçüktür, birlikte bir aşk ilişkisi yaşamaya yeltenirler fakat zaman geçtikçe birçok şey değişir. Ne var ki Dostoyevski Polina’nın aklındaki gibi biri değildir. Suslova’nın yanında çirkin kalır. Borçlardan bunalmış bir haldedir. Sara hastası bir adamdır. Kuşkucu herifin tekidir Suslova’ya göre. Suslova, bütün varlığını ona teslim etmek isterken Dostoyevski ona teslim olur.
Burada bahsi geçen ahlak kuralları, ilk anda akla gelen ahlak kurallarından biraz farklı. Bu kavram daha çok çoğunluğun kabul ettiği ve çoğunluk kabul ettiği için ‘doğrusu budur’ şeklinde düşünülen geniş bir çerçevede ele alınmış. Kitabın ilk bölümlerinde Rothschild ailesine atıfta bulunularak bir döngüden bahsediliyor. Bu döngüye göre ailenin ilk nesli çeşitli ahlak kuralları etkisi altında öküzler gibi çalışıp birikim yapmaya başlıyor. Bu birikim, 4-5 kuşak sonra devasa bir servete dönüşüyor. Yani birikimi başlatan kişinin 4. kuşaktan torunu bir servet üzerine oturuyor. Aleksey bu durumu uzun bir tiradla eleştiriyor ve 4.kuşak torunun faydalanacağı bir birikim yerine ‘kazandığını yemek’ üzerine kurulu bir hayatı savunuyor ki onun bu felsefesini kendi hayatında da uyguladığını görebiliyoruz.
Kaynak: https://www.e-kitapstore.com/inceleme/dostoyevski-kumarbaz
0 notes
Photo
Tumblr media
KIRIK CAM TEORİSİ Kırık cam teorisi bir başka adıyla kırık pencere teorisi; suç, insanları suça iten faktörler ve suçu engelleyen durumlar üzerine ortaya konmuş bir teoridir. Güncel Türkçe Sözlük’te suç kelimesi “Törelere, ahlak kurallarına aykırı davranış” ve “Yasalara aykırı davranış, cürüm” olarak açıklanmaktadır. Suç tanımında da bahsedilen töreler, ahlak kuralları ve yasalar toplumsal nizamı sağlayan önemli unsurlardır. İnsanların bir kez dahi suç işlemesinin veya bir kişinin suç işlemesinin başkalarını nasıl suça teşvik edici olduğunu anlatmaya ve alegorik bir şekilde anlatmaya çalışır bu teori. ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo 1969 yılında yaptığı bir çalışma ile bu teoriye ismini vermese bile konuyu ortaya atar. Zimbardo, çalışmasında toplumun suç oranının yüksek olduğu, getto diye tabir edilen, maddi durumun daha kötü olduğu Bronx bölgesini ve yüksek yaşam standartlarına sahip olan, daha ayrıcalıklı kesimlerin yaşadığı Palo Altobölgesini esas alır. Bu bölgelere 1959 model, plakasız ve kaputu aralık birer araba bırakır. Arabaların bırakılmasından üç gün sonra Bronx bölgesindeki arabanın tamamen yağmalandığı ve çok kötü halde olduğu görülürken Palo Alto’daki araca kimse dokunmamıştır bile. Bunun sonucunda Zimbardo ve birkaç yardımcısı sağlam olan aracın yanına gider ve bir alet yardımıyla araca zarar verir. Birkaç darbeden sonra Palo Alto’da yaşayan insanlar da araca zarar vermeye başlar ve bir süre sonra otomobil büyük hasar almış olur. Bütün deneyin neticesinde Philip Zimbardo şu sonuca ulaşır: “ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.” Daha sonra Kelling ve James 1982 yılında Atlantic Monthly dergisinde yayımlanan “Kırık Camlar – Polis ve Mahalle Güvenliği” isimli bir makale yazmış ve teori günümüzdeki şeklini almaya başlamıştır. Kelling ve James’in makalesinde Zimbardo’nun deneyine işaret edilerek sosyal psikologların örneğin bir binanın “bir penceresinin kırılması ve tamir edilmemesi durumunda yakında tüm pencerelerinin kırılacağı” konusunda hemfikir oldukları belirtilmekte ve kırık cam veya kırık pencere teorisi bir kriminoloji teorisi olarak kullanılmaktadır. (Fahri Sak Danışmanlık) https://www.instagram.com/p/CmMZ1qJofNT/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
musstuffsworld · 2 years
Text
IRAN VE ARABİSTAN GİBİ ŞERİAT İLE YÖNETİLEN ÜLKELERİN YÖNETİM ŞEKLİ DOĞRU MUDUR ?
SORU DETAYI:
- Bazı internete sitelerinde, şeriatla yönetildiği söylenen ülkelerin uygulamaları örnek gösterilerek, İslama ve şeriata hücum edilmektedir. Bunların herhangi biri İslamiyet ile açıklanabilir mi?
- "Yani şeriat doğru mudur?" demiyorum, bunların şeriatı uygulayış biçimi doğru mudur?
- Şeriat ile yönetilen ülkelerde ne gibi değişiklikler olması gerekir, özgürlük sınırları ne olmalıdır, İslamiyete göre genel ahlak kuralları nelerdir?
- İnsanların kafasında şeriat hakkında yanlış bir düşünce oluşmuş, bunları en azından çevremdekilerin kafasındaki yanlış düşünceleri silmek istiyorum, lütfen açık ve detaylı şekilde soruları cevaplayabilir misiniz?
CEVAP:
Söz konusu bilgilerin % 90’ı yalandır. Misal olarak birkaç açık yalanına işaret etmekte fayda vardır:
- Diyorlar ki: “Suudi Arabistan'da ekmeğini getiren iki erkekle konuşan yetmiş beş yaşındaki dul bir kadına, kırk kırbaç ve dört ay hapis cezası verildiği belirtildi.”
İslam’da böyle bir ceza olmadığı gibi, ilgili ülkede böyle bir ceza da vaki değildir.
- Diyorlar ki: “Pakistan'da on üç yaşındaki kızı, altmış beş yaşında, beş karısı olan adama verdiler.”
İslam’da dört kadından fazla eş almanın caiz olmadığını bilen herkes, bu bilgini bir iftira olduğunu da bilir.
- Diyorlar ki: “Arabistan'da bir kızı işaret parmağı ile gösteren adamın, işaret parmağı kesildi.”
Bu bir iftira olduğu kadar komik bir yalandır. Çünkü hiçbir mezhepte böyle bir şey (suç ve ceza anlamında) yoktur.
- Diyorlar ki: “Kuzeybatı İran'da (Güney Azerbaycan) Azer Türk'ü olan genç kadın, TIMES dergisinde, baş örtüsünün altından saçı göründü diye, doksan dokuz kırbaç cezası aldı.”
Böyle bir ceza İslam hukukunda yoktur. Bu sebeple, bunlar yalandır.
- Şunu da belirtelim ki, İslam şeriatı ayrıdır, İran’da Şiilerin, Suud’da Vahhabilerin, Afganistan’da Taliban’ın tatbikatı ayrıdır. Bugün dünyada demokrasi ile yönetilen değişik ülkelerdeki uygulamalar farklı olduğu gibi, şeriatı uyguladığını söyleyen insanların anlayışına göre bazı farklı uygulamalar olabilir. Bu sebeple, insanların yanlış algılarından kaynaklanan yanlış uygulamalarını esas alarak İslam şeriatını tenkit etmek hem ilme hem de vicdana aykırıdır. Şeriatın en mükemmel uygulaması, Hz. Peygamber Efendimiz (asm) ve ilk halifeler dönemidir.
Şeriatın gerçek prensiplerini ancak Kur’an, sünnet ve Ehl-i sünnet alimlerinin yorumlarına bakarak doğru anlayabiliriz.
- ŞİMDİ KISACA ŞERİATIN NE ANLAMA GELDİĞİ ÜZERİNDE DURMAKTA FAYDA VARDIR:
1) Aşağıdaki ayetlerden açıkça anlaşılacağı üzere, şeriat, yalnız ceza kanunları değil, dinin tamamına verilen bir isimdir. Şeriat, İslamın getirdiği hükümlerin genel adıdır. Devlet yönetimi de bunun içine girmektedir.
“Sana da daha önceki kitapları, hem tasdik edici hem de onları denetleyici olarak bu kitabı, gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde bütün Ehl-i kitabın aralarında, Allah’ın sana indirdiği ile hükmet, sana gelen bu hakikati terkedip de onların keyiflerine uyma! Her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği farklı şeriatlar dairesinde sizi imtihan etmek istediği için ayrı ayrı ümmetler yaptı. Öyleyse durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Zaten hepinizin dönüşü Allah’a olacak, O da hakkında ihtilâf ettiğiniz şeyleri size tek tek bildirecektir (haklıyı haksızı iyice belli edecektir).” (MAİDE SÜRESİ 5/48.AYET)
“Sonra din işinde, seni ayrı bir şeriat yoluna koyduk. Sen ona tâbi ol, gerçeği bilmeyenlerin keyiflerine uyma. Çünkü Allah’tan gelecek herhangi bir cezayı önleme hususunda, onlar sana hiçbir fayda veremezler. Zalimler birbirinin dostudur. Allah ise müttakilerin dostudur!” (CASİYE SÜRESİ, 45/18-19.AYETLER)
- Bazı yerlerde küçük bir farkla kullanıldığı zaman, din, şeriatten daha geniş bir kavram olarak kabul edilebilir. Ancak genel olarak her iki kavram aynı manaya gelir. Mesela: “İslam dini” kavramı, “İslam şeraiti” anlamında kullanıldığı gibi, “Hz. Muhammed’in dini” ifadesi, “Hz. Muhammed’in şeriatı” manasına gelir.
2) İslâm’ın temel şartlarının ihmale uğradığı, ferdî ve ailevî hayatın yanlış esaslar üzerine bina edildiği bir cemiyette, sadece muamelât ve ceza hükümlerinin uygulanması fazla bir fayda sağlamaz. Yahut bu hükümlerin, böyle bir cemiyete uygulanması mümkün olmayabilir. Olsa bile, birçok kimse, bunlara, inanmadan ve istemeyerek uymakla nifaka düşer. Müslüman görünür, ama bir İslâm düşmanı olarak yaşar.
Bu sebeple İslam şeriatında temel amaç, insanları adalet ve fazilet ölçülerine göre teşekkül eden evrensel ahlaki temele dayanan bir toplumda yaşatmaktır.
- Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi,
“Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir (yönetimle alakalıdır); onu da ulü-l emirlerimiz düşünsünler.” (Divan’-ı Harb-i Örfi, 20; Tarihçe-i Hayat, 66)
Demek ki, İslam şeriatı, ahlak, ibadet, fazilet, ahiret, dünya saadetini temin eden adalet mekanizmasını işleten muamelat ve cezai müeyyidelerdir.
3) Halkın sadece recim ve hırsızın elinin kesilmesi olarak gördüğü şeriat, aslında Allah’ın indirdiği Kur’an’ın hükümleri ile Hz. Peygamber (asm)'in ortaya koyduğu ve Kur’an’ın bir nevi açıklaması olan sünnetin tesis ettiği hükümlerdir. Muamelatta zulüm yapılmazsa, aldatma olmazsa cezaya gerek kalmaz.
Kaldı ki, dünyanın hiçbir yerinde ceza usulleri ve kanunları olmayan bir ülke yoktur.
Cezai müeyyidelerin en bariz özelliği caydırıcı olmasıdır. Caydırıcı bir özelliğe sahip olmayan bu günkü bir kısım kanunların peş para bir fayda sağlamadığını işin uzmanları söylüyor.
Konuyu fazla uzatmamak için, bazılarının en fazla eleştirdikleri hırsızlık vakası üzerinde duralım: Hırsızlık olayında iki taraf vardır: Birinci taraf, malı çalınan mağdur insanlar, ikinci taraf ise cezayı hak eden gaddar bir hırsız. İnsan olarak bu iki kişiyi adalet ölçüsünde tartacağız. Ne yapalım ki, mazlumun malı korunmuş olsun, zalimin de elinin kesilmesi engellenmiş olsun.
Eğer burada caydırıcı bir müeyyide olmazsa, ne malı koruyabilir, ne de hırsızın elini engelleyebiliriz. Hapis gibi cezaların caydırıcı olmadığının en büyük kanıtı bugünkü hırsızlık vakalarının bilançosudur. Her şeyin hikmetini en iyi bilen Allah, çalışmadan, alın teri dökmeden, başkasının mağduriyetine acımadan malını çalmakta menhus bir lezzetin olduğunu, nefs-i emare sahiplerinin bu çirkin işi kolay kolay bırakmayacaklarını, bunun engellenmesinin tek yolu hırsızlık eden elin kesilmesi olduğunu bilmiş ve hükmünü vermiştir.
Hırsızın elinin kesilmesi ile ilgili Kur’an’ın hükmü -deyim yerindeyse- en çağdaş bir hükümdür. Çünkü bu çağ kadar hırsızı, şehir eşkıyası, kapkaçı, gaspçısı bol olan başka bir çağ olmamıştır. Dünya bunlara karşı aldıkları yüzeysel ve düzeysiz cezaların caydırıcı olmadığına dair -hırsızlar hariç- herkes hemfikirdir.
İslam tarihinde, bu cezanın âdil bir şekilde uygulandığı ilk üç asırda -hırsızlık suçundan ötürü- kesilen ellerin sayısı yalnız altıdır. (İlk üç asırda hırsızlıktan ötürü sadece altı elin kesildiğine dair şu makaleye bakılabilir: İsmail el-Fehranî, “eş-Şeriatu beyne’s-salihin ve’l-Murcifin” el-Ehram, 17 Yenayır, 2011)
Şu anda, dünyanın her bir şehrinde her gün bu suçlar sebebiyle -talan edilen bunca servet yanında- en az bir veya birkaç el değil baş kesilmekte / mal sahibi zalimce öldürülmektedir. Buna caydırıcı bir önlemle dur demek, her çağdan daha çok bu çağın ihtiyacı vardır.
İlginçtir, hırsızın durumuna acıyoruz da malı çalınan, hayatı boyunca on yıllarca çalışıp zor biriktirdiği bütün servetini hırsıza kaptıran mal sahibinin bu durumunu pek nazara almıyor gibi davranıyoruz. Bu adamın da çoluk çocuğu yok mu? Kendisi de muhtaç duruma düşmemiş mi?
İnsanın aklına -malına mukayyet olmadığı için eleştirilerin hedefi olmuş- Merhum Nasrettin Hocanın meşhur şu sözü akla geliyor “Yani hırsızın hiç mi suçu yok?”
4) İslam şeraiti, insanlık hukukunu en güzel şekilde muhafaza eden ve hukukun üstünlüğünü esas alan bir nizamdır.
Örneğin Münazarat risalesinde Bediüzzaman’ın Kürt aşiretleri ile yaptığı sohbetlerin bir yerinde soru-cevap şeklindeki bu diyalogda şeriata yapılan vurgu konumuzu aydınlatacak ip uçlara sahiptir:
“S. Gayri müslimlerle nasıl müsavi olacağız?
C. Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir; hukuktadır. Hukukta ise, şah ve geda birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tazibinden men'etse; nasıl benî âdem'in hukukunu ihmal eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet İmam-ı Ali'nin (ra) âdi bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ı fahriniz olan Salahaddin-i Eyyubî'nin miskin bir Hristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim.” (BK. MÜNAZARAT, SÜRESİ. 30.AYET)
5) Acaba, bütün kâinatın yaratıcısı olduğuna iman ettiğimiz, sonsuz ilim, hikmet, rahmet, adalet ve kudret sahibi olan Allah’ın ortaya koyduğu bir şeriatın hükümlerinin sağlam olmadığını söyleyen bir kimse nasıl mümin, nasıl akıllı unvanını alabilir?
Şunu da vurgulayalım ki, Allah’ın hükümlerinin doğru olduğuna inanmayan kimse dinden çıkar. Fakat onların doğru olduğuna iman etmekle beraber, onları uygulamayanlar kâfir değil, fasık ve zalim olurlar. Bu durum, sadece yönetimle ilgili konular için değil, İslam'ın bütün emir ve yasakları için geçerlidir.
Tumblr media Tumblr media
0 notes