Tumgik
#şükürler olsun ki bana iyi gelen arkadaşlarım var
uzaklarasavrulalim · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugünden
17 notes · View notes
cadiperi · 5 years
Text
Dünya Senin Etrafında Dönmüyor!
Dünya da duymaktan en hoşlanmadığımız cümlelerden biridir belki de. Küçük bir çocukken büyüyünce her şeyi yapabileceğimi düşünürdüm. En büyük aşkları ben yaşayacaktım. En büyük acıları ben yaşayacaktım. Kısaca büyük işler yapacaktım. Pek olmadı isteklerim.
Üniversite de başlayan bir süreçle ben ne bok yiyeceğim sorusu belirmeye başladı. Ne olacaktım hayatta ne yapacaktım. Sürekli haldır huldur bir şeyler değişiyordu ve ben durduramıyorum. Kendime bir kaçma noktası buldum. Kendime kaçıyordum. Kafamda hikayeler yaratmaya başladım.  Çocukken de yaptığım bir oyundu ne zararı olabilirdi. Tanımadığım insanlar bir hayat kurardım kafamda annem farklı, bazen baba farklı,  bazen ölmüş olan bir koca yaratırdım kafamda. Yahut ölen bir kız çocuğu yaratırdım. Tek değişmeyen şey ben inanılmaz güçlü, yaratıcı, muhteşem şarkı söyleyen bir kadındım. Onun dışında herkesi çok seviyordum. Her kes de beni çok seviyordu. Birbirimizi çok özlüyorduk. Evim kocaman ve her renk her tür ağaç vardı. Olmayan çocuğa çok ağladım. Onun doğumunu izleyip çok güldüm. Ölen kocamla deliler gibi güldük. Bu düşünceler kafamdan ne zaman mı geçiyor muhtemelen birisi yanımda siyasetten bahsediyor yahut geçmişten ya da hastalıktan ve ben hiçbir şey demeden gülümsüyor ve kafa salıyorsam muhtemelen kafamda ki dünyamda yemek falan yapıyorumdur. Akıl hastası değilim normalde değilim kabul ediyorum.
Bazen hayatta nefes alamıyor muşum gibi oluyorum, o üniversite zamanında ki o soru gelip yapışıyor boğazıma ben ne bok yapacağım ne işe yarıyorum şu hayatta? İnsanlar ve ben bazen kendime diyorum rahat battı Gökçe galiba diye ama öyle değil. Evet, şükür her şeyim var. Sağlığım, ailem, Utku, Ece, sevdiğim bir kaç  dost, sevdiğim arkadaşlarım, sevmediğim kişiler, iş arkadaşlarım, işim, evim, kedim, tiyatro… Şükür… Ama boğazıma yapışan bir leke var.. O da şu dünya benim etrafımda dönmüyor. Dönmeyecek de. Ölmekten çok korkuyorum. O yüzden de bir şey olmak gibi derdim var ama fark ediyorum ki olmasa da olur. Hepimiz bir yerde bir zamanda duracağız. Nazım Hikmet’in şiiri gibi;
“Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun
                 İçinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
                   ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
                       senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz   yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
                   biri sen
                   biri de ben.”
Hepsi bu kadar. Kim neye inanır bilmem. Ama hayat devam edecek. Sen deliler gibi mutlu ol, mutsuz ol dünyanın umurunda değilsin. Ve bu hiç kötü bir şey değil her şey olması gerektiği gibi. Önemli olan sen ne istiyorsun hayattan. Tam cevabını hiç bilmesem de şunu iyi biliyorum. Birini gülümsete biliyorsam mutlu oluyorum. Birine sarılınca hayatta olduğumu hissediyorum. Sevmediğim insanlara kızınca büyüdüğümü hissediyorum. Not: Kızdığımı hiç anlamazlar ben hiç bağıramam. Bağırırsam üzülebilirler çünkü. Haksız da olsalar.
Diğer bir meselede iyilik meleği olmaya çalışmam. Bu yük çok ağır geliyor. Hayır, her zaman iyi değilim. Kötü şeyler de yapıyorum. Bir sürü malca yanlış ta yapıyorum. Çok fazla korkup hayatın keyfini de kaçırıyorum. Çok pişmanlık yaratıyorum kendime. Acıyorum.
Bunların toplamında ise insanım ve çok normal. Kendimi yargılamam, acımam, küçük görmem yahut çok övmem bir işe yaramıyor dünya bensiz de dönemeye devam ediyor.
Ağaç olduğu yerde duruyor. Denizin içinde de balıklar yüzüyor. Biri toprağa annesini veriyor. Bir kadın, sevdiği adamı düşünüyor. Bir adam karısını aldatıyor evde eşi ona en sevdiği yemeği yapmış. İş yerinde patronun senin burnundan getirmiş, evde kocası onu öpmüyor. Yaşlı bir teyze örgü örüyor, kızı ona en sevdiği çiçeği alıyor. Bir çocuk biriktirdiği parayla tam oyuncak alacakken kız kardeşine oyuncak bir bebek alıyor.
Sen mutlu ya da mutsuz ol ama iyi ol. Sana en kötü davranana bile. Vicdanını rahatlatmak ve iyi insan olmak için değil. Hayatı olduğu gibi sevdiğin için.
Biraz karışık oldu ama hayatı seçmek ve kaçmak arasında kaldığım zamanlar, hayat ve doğa bana hep güzel işaretler sunuyor. Bunun içi şükürler olsun.
Güzel bir hafta dilerim.
Gökçe Çankaya Batıralp
7 notes · View notes
uzunnesra · 4 years
Text
Tumblr media
KİRALIK AİLE
Karmakarışık bir ruh halindeyim şu an. Ne ara bu noktaya kadar geldim bilmiyorum. Ya da ne ara kaybettim her insan gibi ben de masumiyetimi! Bir yanım buruk, diğer yanım sevinç. Mona Lisa tablosundaki ifadeye benzer bir duygu hâkim her hücremde. Tıpkı doğum yapan bir annenin yorgunluğu ve mutluluğu aynı anda yaşaması gibi…
Nereden başlayıp ne anlatacağımı bilemesem de, başından almak en makbulü sanırım. O zaman infazım hakkıyla olur belki. Benim hikâyem on sekiz yaşıma geldiğimde aileme rest çekip evi terk etmemle başladı. Bir şeyleri bahane ederek kaçtım. Doğup büyüdüğüm mahallemden, ilk dayağı birlikte yediğimiz omuz omuza sokak kavgaları ettiğimiz arkadaşlarımdan ve ilk aşkımdan. Şimdi durup düşününce asıl nedeni neydi, hâlâ idrak edemiyorum. Unuttum! Belki de ziyadesiyle önemsiz veya şımarıklıktı. Bu yüzden de geçen yılların darası, zihnimin duvarlarına toz bulutu olup sinerek çok da mühim olmayan mevzuları setretmişti. Ve ilk olarak da karakterimin kolonunu oluşturan yegâne olayın anılarından başlamıştı bunu yapmaya.
Kanımın, vücudumda en deli aktığı yaşlara dair hatırladığım şey içimdeki öfkeydi. Daha iyi bir aileye, yaşama ve geleceğe sahip olmadığım gibi hiçbir vakit olamayacak olmanın hırsı mevcuttu. O kadar yoğundu ki; sadece etrafımı değil kendime de kılıç çekerek ruhumda kesikler bıraktığımı anlamadım. Herkese, her şeye kızgın ve kırgındım. Gerekirse dünyayı ele geçirebilecek gücümün ve inancımın olduğunu bildiğimden pek mümkündü hayallerim gözlerimde. Ama bana engel olan burasıydı. Ailem, mahallem, arkadaşlarım, aşkım… İrinli cerahat akan yaralı bir organ gibi görüyordum. Kangren olmuş ve son derece işlevsizdi. Bu yüzden kesip kurtulmalıydım.
Gittim. Alıp başımı gittim. Üstelik arkama dahi bakmadım. Bir kere dönüp şöyle bir bakarsam yapmak istediğim her şey yarım kalacak tek adım dahi atmadan çakılacaktım yerime. Bir sabah, hazırladığım küçük bavulumla ayrıldım evden. Günlerce sürdü seyahatim. Kâh yürüdüm, kâh konakladım, kâh bir otobüsün yüzü solmuş lacivert kadife koltuklarında başım cama yaslı sabahladım. Gözlerim yollarda, zihnim hayallerimde yolun götürdüğü yere gittim. Bazen bir köşeye çekilip kalabalığı seyrederek insanların suretlerine baktım. Kimisi yorgundu, kimisi üzgün, kimisi de öfkeli. Şayet iletişimde mahir bir insan olabilseydim aralarına karışıp dertleşerek kendiminkine benzer bir hikâye aramak, bulduğumda ise günah çıkartırcasına paylaşmak isterdim. Ancak ben sadece kaçmayı becerebilen bir korkaktım. Bunu kabul edip kendime itiraf ettiğim anda süngüm düştü. O an anladım hırslandığım, yapacağım dediğim hiçbir şeyi yapamayacağımı. Ama kuyruğu dik tutma arzusuyla direndim. Derviş misali günübirlik yaşadım. Bugün buldum, bugün harcadım. “Yarına Allah Kerim” dedim. Gün geldi duvar ördüm inşaatlarda, bir benzerini kalbime ördüğümü fark etmeden…
Güneş gören tenim, iş tutan parmaklarımla beraber nasırlaştı yüreğim. Yalnızlığımın büyük mimarları; gururum, öfkem ve kibrim olduğunu unutarak çalıştığım işten de utandım zamanla. Bir sabah, yine yapabildiğim tek eylemi yaptım. Bavulum elimde çıktım yola. Başka diyarlara gittim. Zira daha iyi olacağını umut ettim. Umut; insanın hayallerden yaptığı oltasına taktığı azıktı. Tek sermayemi cömert bir şekilde kullandım. Gençliğime, sağlıma güvendim. Aradan geçen yılların sonunda, bir tiyatro binasında elimde süpürge ile etrafı süpürürken buldum kendimi.
On sekizimde kurduğum hayallerimin hiçbirini yapamamış olsam da mutluydum garip bir şekilde. Temizliği bitirip oyuncuların provalarını izledim gizlice. Kiminde güldüm, kiminde ağladım. Bugün genç delikanlıyı canlandıran oyuncu, yarın çocuk oyununda hayalleri olan bir bulutu oynuyordu. Hayat da keşke bu kadar ergonomik olsaydı diye geçirdim hep içimden. Bir gün fakir genç, öbür gün burjuva sınıfından bir kalantor olarak alırdım hayattan hıncımı.  Yaşam denilen dinamo nakit para gibiydi aslında. Bir kere harcamaya başladığında dağılıyordu parçaların öteye beriye. Doğru hamleyi yapmazsan kârından çok zararın oluyordu. Tiyatro binasından başka gidecek ve kalacak yerim yoktu. Orada yatıyor aynı zamanda bekçilik de yapıyordum. Gün geçtikçe daha çok benimsedim burayı. Geceleri yalnız kalınca oyuncuların odasına gidiyor kostümleri giyip, gizli saklı izlediğim oyunlardan öğrendiğim replikleri söyleyerek kendi kendimi eğlendiriyordum. İstediğim hayatın sefasını süreceğim derken çalınmış rolleri yaşıyordum resmen. Bir gece fakir bir genç, bir gece zengin iş adamı, bir gece de minik bulut. En çok da fakir genci ve bulutu oynarken bocalamıyordum. Zira insan özünde olanı en doğal yaparmış. O halde içimdeki çocuk da neyse ki hâlâ sağdı şükürler olsun. Masumiyetini yitirmişti muhtemelen, ama beslenmeye muhtaç da olsa bir yerlerde saklandığını hissetmek mutluluk veriyordu bana. Bir gece üzerimde, bulutun mavili beyaz tulumuyla uyumuştum sahne üzerinde. Sabahında yanıma gelen yönetmenin sesiyle irkildim.
“Burada ne arıyorsun?” Dedi yarı şaşkın, yarı kızgın bir şekilde. Kim olduğumu bildiğinden böyle kızıp söylendiğini anladım. Bir mahcubiyet kapladı her yanımı. Savunmaya geçeceğim sırada kolundaki saate bakıp devam etti. “Geç kalıyoruz. Her şey de aksi gitti. Sana bir görev versem yapar mısın? Sonunda para kazanacaksın.”
Sorduğu soruyu idrak edip düşünemeden başımı oynattım “evet” diyerek. Ucunda para olması ilk etapta ilgimi çekmedi. Zira patronum bana kızmamış ve işten kovmamıştı. Bu yüzden isteyeceği şey, şu an bulunduğum durumdan daha fazla rahatsız etmez diye düşündüm.
“Hazırlan” dedi yönetmen. “Doğru düzgün giyin. Sonra kapının önünde bekleyen mavi arabaya bin ve şoförün götüreceği adrese git.”
Verdiğim yanıt “peki” oldu. Vakit kaybetmeden soyunma odasına gidip üzerimi değiştirdim. Adımlarımı hızlandırıp binadan çıktım. Yönetmenin bahsettiği araba kaldırımın kenarında dörtlüleri yakmış bekliyordu. Arka kapıyı açıp selam vererek bindim. Yerime oturdum sessizce. Şoför haricinde benimle birlikte dört kişiydik. Diğer üç arkadaş tiyatrodan figürandı. Her ne kadar tanıyor olsam da fazla muhabbetim olduğum söylenemezdi. En başından da dediğim gibi iletişim konusunda kabiliyetsizim. Gerçi neyde var ki yeteneğim? Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından ön koltukta oturan, hafifçe arkasını dönüp seslendi.
“Sen de mi bizimle geliyorsun?”
Bana dediğini anlamadım ilk, ama yanımdakilerle birlikte toplamda üç çift göz üzerimde gezinince “bana mı sordun?” dedim göğsüme dokunup kendimi göstererek. Sonra anlamsız geldi sorum. “E-evet” diyerek kekeledim elimde olmadan. “Yönetmen Bey bu arabayla gitmemi söyledi.”
“Anlıyorum.” Dedi yine arkasını dönüp bana bakarak. “Daha önce yaptın mı hiç bu işi?”
“Hangi işi?”
Güldü kendi kendine.
“Nereye gittiğimiz hakkında bilgin yok galiba?”
Başımı iki yana oynattım.
“Hayır yok.”
Yanımdaki söze girdi bu sefer.
“Yaşlı bir çiftin evlilik yıl dönümünü kutlamaya gidiyoruz.”
“Nasıl yani?” Dedim.
“Önceden böyle işler yapmıyordu bizim yönetmen ama ikidir iyi para alınca artık geri çevirmiyor. Bu bizim üçüncü işimiz olacak.”
Dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Öyle ki bunu her halimle belli ettim. İş neydi, ne diye birilerinin evlilik yıl dönümüne gidiyorduk ve bundan bize neydi?
“Anlamamış gibi bakıyorsun arkadaş.”
“Anlamadım çünkü.” Diye tersledim diğer cam kenarında oturan havalı görüntüye sahip olanını.
“Olay çok basit! Şimdi kutlamasına gideceğimiz yetmişli yaşlarında bir çift. Kimseleri yok. Bizimkilere para vermiş ve dört kişi misafir ağırlayabileceklerini söylemiş. Böyle küçük işlere büyük oyuncular gitmez. Bizim gibi figüranlar gider. Bugün Pazar. Kimseyi bulamayınca yönetmen seni gönderdi demek ki.” Gururum kırıldı bir parça. Ne yani figüran kadar da hatırım yok muydu? Mağrur bir şekilde başımı kaldırıp gardımı alacakken ne hissettiğimi anlamış olacak ki ekledi hemen. “Yanlış anlama sakın, rol yapmak amacıyla dedim. Biz alışığız ya ondan mütevellit.”
Uzatmaya niyetim yoktu. Tadım kaçmıştı zaten iyice. Hem birebir bu kadar fazla diyalog kuruyor olmak hem de tanımadığım, üstelik de ihtiyarların evlerine gidecek olmam başla başına bir faciaydı. Yaşlılar huysuz olur, evleri tuhaf kokardı. Ölümü ve hiçliği hatırlatırdı. Ah, nasıl bir şeye bulaşmıştım ben? Düşünceden başımın ağrıdığını hissedip parmaklarımı şakaklarıma bastırdım.
“Kimsesi yok mu bun insanların? Biz ne yapabiliriz ki yalnızlıklarına?” Sorum buz gibi bir hava oluşturdu küçük arabanın derin sessizliğinde.
“Olsaydı ne işimiz vardı ki orada? Ömürlerinin son demlerinde belli ki akıllarındaki hikâyeye inanmak istemişler. Biz de onları inandıracağız. Sanki akrabalarıymış gibi yapıp hatır sorarak yıl dönümlerini kutlayıp, bagajdaki hediye paketlerini vereceğiz. Yani anlayacağın bugün o ihtiyar çiftin kiraladığı aile olacağız. Önceleri sadece Japonya’da varmış kiralık aile olayı. Fakat bizim ülkemizde de vefa; semt adı olarak kalmaya başlayınca oyunculuk ajansları da bu işe el atmaya karar vermiş.”
Resmen çatmıştık. Ziyadesiyle bu durumdan rahatsız olsam da yorum yapmadım. Benim sorunum buydu işte. Unutmak! Birkaç dakika öncesine kadar kovulma korkusu yaşadığımı, mahcubiyetimi unutmuş bir de oturmuş ahkâm keserek kendi kendime veryansın ediyordum. Ben kesinlikle iflah olmaz bir nankördüm. Kim bilir belki de sonum bir gün böyle olacaktı. Paramla aile kiralayıp doğum günlerimi kutlamak için sahte mutluluklarla yüreğimdeki boşluğu doldurmaya çalışacaktım.  
Başımı arabanın camına yasladım. Bu ziyaret ve yolculuk belli ki benim iç dünyamı hesaba çekişim olacaktı. Garip bir hüzün çöreklendi yüreğimin en başına. Oradan tortuları sarmaladı her damarımı. Gençliğimi düşündüm, bavulum elimde oradan oraya savruluşumu. Ardımda bıraktığım ailemi, mahallemi, arkadaşlarımı, sevgilimi hatırladım. Ne yapıyor ne ediyorlardı kim bilir? Dostlarım kendilerine yeni dost edinmiş, sevgilim çoktan yuvasını kurmuş hatta neredeyse boyu kadar da çocuğu olmuştu kim bilir?
Peki ailem!
Evladın yerine ne konulurdu? Başka çocuk sahibi olamayacak kadar çoktu zaten vakti zamanında yaşları. Yokluğuma, bir yerden sonra alışıp hayatlarını sürmüşlerdi kesin. Ya da benim evden gidişimin sebebini birbirlerinin üzerine atarak büyük bir kavga edip sonra da ayrılmışlardı. Veya neyse neydi.
Arabanın fren darbesiyle irkildim. Gelmiştik nihayetinde. Kapımı açıp çıktım dışarıya. Daha evvel şehrin hiç gelmediğim semtlerinin birindeydik. Ben bir apartman dairesi diye tahmin ederken huzurevinin önünde durmuştuk. Birden üzüldüm hiç tanımadığım çifte. Bagajdan hediyeleri alıp arkadaşlarımın yönlendirmesiyle girdik içeri. Huzurevinin müdürü karşıladı kapıda. Hâlbuki para karşılığında gelmiştik ama yine de teşekkür edip minnetlerini iletti. Dinlenme salonunda hazırlıklarını yaptıklarını ve bizi beklediklerini söylediğinde heyecanlanarak yürüdüm. Yaşlarına karşılık ayakta karşıladı sevimli ihtiyarlar bizi. Her biriyle tokalaşıp selamlaşarak ilerledim. Garip bir şekilde dördüncü kişiden sonra uyum sağladım bulunduğum ortama. Bugünün sahibi olan, salonun başındaki ikili koltukta yan yana oturan çiftin kıyısına vardım.
Önümdeki üç arkadaşımdan rol çalarak selam verdim, akrabalarının bir ferdiymiş gibi. “Merhaba amcacım nasılsınız?” Ardından kadıncağıza yaklaşıp elini öptüm. “Siz nasılsınız yengecim, ben küçük eltinizin oğluyum. Hani şu haylaz olan!” Diyerek gülmeye zorladım kendimi. Başımı kaldırıp yılların imzasını bıraktığı kıvrımlı yüzlere baktım. Sahip oldukları; kırışmış ve beneklere bulanmış tenleri hiç tanıdık değilse de parlak gözleri, asırlar da geçse hiç unutamayacağım limanın feneri gibi yanıp sönüyordu. Ben yolunu kaybetmiş bir yelkenliydim, onlar ise kim ve nereye ait olduğumu hatırlatmak için varlardı. Ruhumdaki sessiz yardım çığlıklarını duyarak sakinleştirmeye çalışıyordu. Zaman durdu, insanlar durdu sadece bizim hareketlerimiz soluk alışlarımız ve ifadelerimiz canlı gibiydi. Hızlı akan bir film şeridini oldukça ağıra almışsın da saniyeler dakikalara yayılarak gidiyordu. Beş, on, on beş… Ne kadar süre birbirimize baktık hatırlamıyorum. İlk önce kim olayın ne olduğunu anladı onu da bilmiyorum. Soyut bir resmin içindeki anlamsız bir nokta gibi hissettim kendimi.
İhtiyarın, “oğlum” diye seslenen titrek sesiyle eş zamanlı süzüldü gözümden yaşlar. Yıllarca söylenememiş, iki dudak arasına hapsolmuş bu kelime öyle özgür ve pervasızca savruldu ki duvarlara. Adına tezat huzursuz oldu sanki buranın sakinleri. Utanarak etrafıma bakınıp önüme döndüğümde; o kısacık saniyeler içinde bizi izleyenlerin bakışlarında birçok duyguyu gördüm sanki. Belli ki hikâyemiz çokça dolanmıştı buralarda. Benim vurdumduymazlığım, vefasızlığım, kendini bilmez şımarıklığım dilden dile gezmişti. Hiçbir lakırdı için şikâyet etme hakkım yoktu. Belki de ben kuruntu yapıyordum, çok da fena anlatmamışlardı kim bilir! Hem hangi anne baba evladını fena biri olarak tanıtırdı ki eşe dosta? Kesin bende olmayan bir hasleti var gibi anlatıp kendilerini avutmuşlardı.
Artık yolun sonuna gelmiştim ve her şeyi bir kenara bırakma vaktiydi. Babamın ve annemin “sensin” diyerek bana dokunmalarıyla kendime geldim. Huzurevinin müdürüne bakıp “hayal görmüyoruz,” derken sehpada duran çerçeveyi eline alıp gösterdi. “Karşımızdaki genç adam, bu fotoğraftaki delikanlı değil mi? Bunamadık biz, doğru anladık!”
Gözlerim fotoğrafı buldu. Evi terk ettiğim yaştaydım soluk görüntüde. Öfkeli bakışlarım oraya da sinmişti. Hıçkırıklarıma engel olamadım sonunda. Onca yıl biriktirdiğim suskunluğum, gözyaşlarımla yuvarlanıp aktı gitti. Sel olup dolup taşarken içinde boğulmamak için zor tuttum kendimi. Ruhumdaki gelgitleri tetikleyip tahribatı büyük tsunamilere yol açarak dağlıyordu benliğimi. Hangisine yanmalıydı insan? Elinin tersiyle ittiklerine mi, daha büyüğünü hedeflerken ayağının altında ezdiği güzelliklere mi?
Madde hırsı vakti zamanında o kadar boyamıştı ki gözümü; yıllar içinde kendi anne babamı yok bilip, başka anne babaların özel gününe parayla gidecek hale getirmişti. Hayat öyle bir aynaydı ki gün geliyor çok farklı bir şekilde yansıtıyordu gerçeği insana. Olan bitene artık dayanamayıp neden sonra konuşabildim. “Benim.” Dedim. “Benim. Hayırsız oğlunuzum.” Ardından sıkıca sarıldım. “Evlilik yıl dönümünüz kutlu olsun.”
  Esra Uzun
0 notes
blog-kombucay · 4 years
Photo
Tumblr media
12 HAZİRAN 2013 MUSA TAŞ
Eşimin hamileliği sonrasında kilo sorunu oluştu.Aldığı kilolar onu moralman çökertti.Kombuçayı duymuştum,kendisine söyledim.Bebek emzirdiği için önce kullanmaktan çekindi.Sonra arayıp Murat bey ile görüştük.Emzirme döneminde güvenerek kullanabileceğimizi söyledi.Kombuçay kullanmaya başladıktan sonra eşimin hem sütü çoğaldı,hem de kiloları gitmeye başladı.Üstelik sarkma bozulma olmadan kendini toparladı.Oğlumuzun ilk doğum gününde eşim yine eskisi gibi düzgün bir fiziğe kavuştu.Morali düzeldi.neşesi ve güveni yerine geldi.Doğrusu onu böyle görmek beni de çok mutlu ediyor.Kombuçay ailesi,hepinize teşekkür ediyorum.ikinci bebeği de allah nasip ederse düşünüyoruz.
8 HAZİRAN 2013 BURCU YÜCEL
Ben hormonal bozukluk ve adet düzensizliği yaşayan,erken menapoza girmiş bir bayan olarak Kombuçay kullanmaya başladım.Kombuçay kullandıktan bir süre sonra yeniden adet görmeye başladım ve şaşırdım.Ne kadar çabuk kabullenmişim menapozu.Şimdi son derece düzenli olarak özel günlerimi yaşıyorum.Hormon dengesizliğim düzeldi.Son yaptırdığım tahlillerim çok iyi çıktı.Doktorum ne yaptıysan aynen devam edebilirsin bile dedi.Cildimdeki kuruma bitti.Tırnaklarım da hem çabuk uzuyor hem kırılmıyor,sanki güçlendiler.İş arkadaşlarım eskisi gibi sinirli olmadığımı söylüyorlar.Gerçi ben zaten sinirli davrandığımın farkında değildim ama şu an psikolojik olarak da kendimi çok rahatlamış hissediyorum.Sabır kat sayım sanki arttı.Teşekkür ediyorum yardımlarınız için.Allah size uzun ömürler versin,Kombuçay üretmeye ve şifa dağıtmaya devam edin.Elleriniz dert görmesin...
6 HAZİRAN 2013 SEVGİ DORUK
Migren rahatsızlığım nedeniyle Kombuçay kullanmaya başladım.İlk başlangıçta bu kadar çabuk etki edeceğini düşünemedim.Ama ataklarım kesildi.Murat bey söylemişti aslında ama senelerdir migren ağrısı çekince insan inanamıyor.Bugünkü durumum,ağrı kesicilerden arınmış durumdayım.Çantamda ilaç taşımıyorum.Ruh halim gayet iyi.Şen şakrak dolanıyorum.Hakkınızı nasıl öderim hiç bilemiyorum.Ama sağ olduğum sürece hem Kombuçay kullanmaya devam edeceğim hem de çevremdeki herkese tavsiye edeceğim.
6 HAZİRAN 2013 HÜLYA AYİN
Kombuçay Anılarım.... 2009 yılında yaşamış oldugum hastalık dönemimde tanıştım seninle. Hani bir söz vardır "denize düşen yılana sarılır "diye. Çok zor günler yaşadım. Sürekli internette benim iyileşmeme yardımcı olabilecek,doktorların deyimiyle alternatif tıbbın öngördüğü ürünlerin insan vücudunda yapacagı değişiklikleri okuyor,inceliyor ve düşünüyordum.
Bu arada internette gezinirken KOMBUÇAY'ı buldum.Sitesinde ürünün insan sağlığına yapmış olduğu elli küsur maddelik listeyi gördüm.Önceleri çok kızdım ve sinirlendim,insanların umutlarıyla oynuyorlar diye. Bir konuda yalan yazılır ama bu kadar yalan yazılmaz dedim.
Telefonla aradım,çalışanlardan bilgi almaya çalıştım,ikna olmadım,araştırdım,kullanıcılarını buldum,onlarla iletişime geçtim. En sonunda kombuçayın muhteşem babası insanla tanıştım. İnsana güven veriyordu. Yaşadıklarımı ona anlattım. Israrla kullanmamın bana iyi gelecegini söyledi. Ona güvendim ve inandım. Doktorlarımada sormam gerektiğinin bilincindeydim. Tedavi sürecim hala devam ediyordu. Önce onkologuma,sonra cerrahıma anlattım çayı,broşürlerini götürdüm. Ben bu çayı içebilir miyim diye sordum. Her iki doktorumun da bana verdiği cevap ; alternatif tıbba karşı olduklarını fakat bu çayın içerisinde olumsuz her hangi bir maddenin bulunmadığını,benim bu çayı kullanarak rahatlayacağıma inanıyorsam, içmem de bir sakınca görmediklerini beyan ettiler. İşte bundan sonra başladı benim KOMBUÇAY anılarım.Uzun süredir periyodik aralıklarla ben bu çayı kullanıyorum. Çayı kullandıktan sonra güne zinde başladım, gün için de hep enenrji doluydum. Vücudumdaki ödemlerimin azaldığını yaşadım. Hastalığım süresince olduğum testler de hiç bir sorunum çıkmadı. Bağışıklık sistemim güçlendi, çayı içmeye başladığımdan bu yana grip veya nezle bile olmadım. Kombuçayımı yıllardır bana ulaştıran kargo elemanı ile ilgili bir anımı sizinle paylaşmak istedim. Geçen gün gelen son kolilerden sonra kargo elemanı itirafda bulundu;İş yerinin tam ortasında büyük bir sessizliğin ortasında abla şarapların geldi dedi. Bende onlar şarap değil dedim ve çocuk anlatmaya başladı. Bütün arkadaşlarım benimle birlikte dinlemeye başladı. Abla biliyormusun , ben yıllardır sana bu kolileri şarap diye taşıyordum. Geçen gün yine bu semtte bir yere götürdüm. Kapının zilini uzun uzun çaldıktan sonra, başında örtüsü elinde tesbihi olan bir teyze açtı kapıyı. Oğlum namazda idim kusura bakma,kapıyı hemen açamadım,benim siparişlerimi mi getirdin dedi. Ben yine içimden bankacı ayyaş alkolik kadın sürekli içiyordu,o yetmiyormuş gibi bir de bu teyzede içiyormuş diye büyük bir şaşkınlıkla bırakıp dönmüştüm. Yıllardır senin günahını almışım,sana alkolik diye. Alkoliğin şaraplarını taşımak zorunda mıyım diye kendi kendime söyleniyordum dedi. Ben koliyi açıp bir şişe ve broşürünü verdim,bak bakalım benim şarabımın tadına,bir sonraki geldiğinde söylersin dedim. Sevgili kombuçay sayende adımız ayyaş ve alkoliğede terfi etti. İyi ki varsınız,sizleri seviyorum. Yaşadığım süreçlerde alkolik olmaya devam edeceğim. Saygı ve Sevgilerimle Hülya AYIN
27 MAYIS 2013 SERPİL ERDEN KURU
35 yaşındayım.Alerjik astım,burun akıntısı ve öksürük şikayetlerim her bahar döneminde alevlenirdi.Burnum silmekten kıpkırmızı olur ve gözlerim ağlamışım gibi kızarık dolanırdım.Gece sabaha kadar öksürmekten boğazlarım tahriş olurdu.Nefesim ise sık sık tıkanırdı.Bir arkadaşımın tavsiyesi ile şubat ayında Murat bey ile görüştüm.Faydası olabilir mi diye bilgi aldım.Sadece ticari bir ürün mü ,yoksa gerçekten bu söylenilenler kadar etkili mi tereddüt etmiştim ama Murat bey tüm aklıma takılan soruları bir bir cevapladı.Sabrına hayran kaldım.Ben olsam beni çekmez telefonu suradıma kapatırdım doğrusu.Şubat ayından itibaren Kombuçay kullanmaya başladım.Bu baharı şu ana kadar son derece rahat geçirdim.Burun akıntım(saman nezlem) başlamadı.Burnum şiş ve kırmızı değil.Öksürüğüm de yok.Özellikle mart ve nisan aylarını rahat geçirdikten sonra korkum kalmadı.Murat bey üç ay düzenli kullanın,sonra tercih sizin demişti bana.Ben tercihimi yaptım.Üç aylık sürem doldu ve ben Kombuçayla yola devam kararı aldım.Siz doğru söylüyormuşsunuz Murat Bey,Kombuçay gerçekten bir mucize içecekmiş.Şimdi ben de tüm dostlarıma tavsiye ediyorum.sevgilerimle...
20 MAYIS 2013 GÜLÇİN TEZCAN GÜLER
İlk olarak 2011 yılında fuarda standınızı ziyaret etmiştim.Kombuçayı ilk defa duymuştum ve merak etmiştim.Ama o zaman cesaret edip kullanamadım.Ülseratif kolit hastasıyım ve hastalığımın ciddiyeti ve kullandığım ilaçlar nedeniyle bir türlü karar veremedim kullanıp kullanmama durumuna.Bu yıl kısmet sizinle tekrar karşılaştım,bu kez pek düşünme şansım yok,zaten ya ameliyat olacağım kalın barsağım tamamen alınacak ya da bu sıkıntılarla( kanlı dışkı,ağrı,sancı,çarpıntı,yorgunluk.......) yaşayabildiğim yere kadar yaşayacağım diye düşünüp Kombuçay kullanmaya başladım.İlk etapta biraz dışkımı yumuşattı ve bir süre kötü kokulu,sümüksü bazen kanlı tuvalete çıktım.Biraz da korktum doğrusu hastalığım alevlenmesin diye.Ama şu an çok iyiyim.Tuvalet sıkıntım yok,halsizliğim de yok,son derece enerjikim.Bu arada hiç atak yaşamadım.Buna çok seviniyorum çünkü benim için mucize.Murat bey,Kesinlike tavsiyelerinize uyacağım,düzenli Kombuçayımı içmeye devam edeceğim.Kalın barsaklarımda kanser oluşmasına izin vermeyeceğim.Benim dualarım hep sizinle olacak,lütfen sizde benim tamamen iyi olabilmem için dua edin.Sonsuz teşekkürler Kombuçay ve hepinizi seviyorum üretimdeki tüm ekip arkadaşlarım.
17 MAYIS 2013 ÇAĞLAYAN MUTLU
Murat Bey ve Kombuçay ile bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım.Mide sorunlarım vardı.Ne yesem mide ağrısından duramıyordum.Ayrıca şişkinlik,gaz hissi beni çok rahatsız ediyordu.Tuvalet durumum da pek düzenli değildi.Arkadaşım çok söyledi ama ben bir türlü güvenip kullanamadım.Yapım gereği biraz pirpirikliyim,iş seyahati için Selçuk'dan geçerken Murat beyi ziyaret ettim.Hem tesisini hem işine verdiği önemi görünce Kombuçay kullanmaya karar verdim.Şu an mide sıkıntım tamamen bitti,taş yesem öğütürüm.Tuvalet sorunum ise daha ilk kolide bitti.Müthiş rahatladım,çevremdeki herkes bendeki değişikliğin farkında.Dopink almış gibiyim.Enerjik,neşeli,mutlu..Soyadıma uygun bir adam oldum şimdi 'Mutlu'.Murat Bey,ne zaman aradıysam sizinle çok rahat görüşebildim,ne sorduysam cevabını alabildim.Çok teşekkür ediyorum,Kombuçaya devam diyorum.saygı ve sevgilerimle...
20 MAYIS 2013 GÜL KÜÇÜKKUYU
Diyet ve Doğal ürünler fuarında kapıdan içeri girer girmez Kombuçayı gördüm.Adeta kapının karşısında gelen tüm ziyaretcileri karşılıyordu.Muhteşem bir dekor,birbirinden etkileyici fotoğraflar,içeride harika insanlar,neşeli bol kahkahalı cıvıl cıvıl bir mekan.Fuarın en güzel standıydı.çok etkilendim.İlk kolimi fuarda Murat bey ile tanıştıktan sonra sipariş verdim.Tip 2 şeker hastasıyım,kilo fazlalığım var.42 yaşındayım ve kendimi bildim bileli hep kabızlık çekerim.Ayrıca bahar aylarında alerjik burun akıntım,geniz akıntım ve öksürüğüm hep vardır.Yaklaşık bir aydır düzenli Kombuçay kullanıyorum.Şimdiden 9 kg verdim.İlk haftadan itibaren tuvalete rahat çıkmaya başladım ve şu an çok iyi gidiyorum.Kullanmaya da devam edeceğim.
10 MAYIS 2013 İSMAİL AMCA
Evladım,şimdi ben söylicem,benim erkek torun da yazacak,sana gönderecek.Ben bu Kombuçayı duyunca bana anlatınca kullanmak istedim.Yaş 74,Bizde öyle herşey ulu orta konuşulmaz.Ayıp kaçar.Doktorada gitmeyiz.Amma velakin,bu çay çok iyi bişeymiş.Sen beni yeniden 20 yaşında delikanlı ediverdin.Bak açık açık yaz ayıp olmaz dedin diye söyledim.Kendimi çok iyi hissediyom.Sabahtan akşama tarladayım,traktör tepesindeyim,ama yorulmuyom.Akşama da gücüm kuvvetim kalıyor.Anladın sen onu.Allah senden razı olsun,Allahıma şükürler olsun seni karşıma çıkarmış,ne muradın varsa versin oğlum,sağ olasın,var olasın.Sadece dicem ki İsmail amca de,İsmail baba de ama,soyismimi deme,tanıyan olur.Bu yaştan sonra rezil rüsva olmayım..selam ederim oğlum...
0 notes