Tumgik
vincentsekiz · 3 years
Text
İnsanlar tuhaf yaratıklardır. Tamamen arzularıyla hareket ederler ve kişilikleri, çektikleri acılarla şekillenir. Acılarını bastırmak isteseler de, arzularını susturmak isteseler de, kendilerini sonsuza dek duygularının esiri olmaktan kurtaramazlar. İçlerinde fırtına koptukça huzuru bulamazlar. Yaşarken de öldükten sonra da. Bu yüzden günlerini gerekeni yapmakla geçirirler. Acılarıyla yol alıp arzularıyla yönlerini bulurlar. İnsanoğlunun elinden bu kadarı gelir.
0 notes
vincentsekiz · 4 years
Audio
To know her is to see That nothing is as it seems She'll show her true face when you're Stripped of all belief Sweet tyrant, laying out the course with what you need To send you through the veils Of Eternity                                                                                                                  Crack me open or I'll go down On this sinking ship, don't leave Me to drown Still the water bears the sound Of my eternal plea And all I foundAnd all I will                                                                               She calls you with a mirage Of what you want to see You fall into her arms As she shatters all your dreams Sweet violence, aimed to crack the shell from which you bleed And send you through the tree of Eternity                                                            Crack me open or I'll go down On this sinking ship, don't leave Me to drown Still the water bears the sound Of my eternal plea And all I found And all I will
7 notes · View notes
vincentsekiz · 4 years
Text
FELSEFENİN KISA TARİHİ (3.KISIM)
           Kitabın bundan sonraki tüm bölümleri hakkında fikir belirtmek yerine belirli bölümleri seçip onlar hakkında yazacağım. Bir kitabı bitirip okuduktan sonra hafta hafta bölerek tekrar incelemek sıkıcı oluyor. O yüzden ileride paylaşacağım incelemeler daha kısa ve tek yazılık olacak.Yani öyle planlıyorum :)
BÖLÜM 11: RENE DESCARTES
           Descartes matematik ve geometriye olduğu kadar felsefeye de ilgiliydi. Gerçek bilgiye ulaşmak için Kartezyen şüphecilik yöntemini geliştirdi. Yöntem kısaca şunu belirtmektedir:
           En küçük bir doğru olmama ihtimali taşıyan hiçbir şeyi doğru kabul etmeyin
          Örneğin duyularımız, duyularımıza güvenebilir miyiz? Ara sıra da olsa duyularımız bizi yanıltabilir. O halde duyulardan elde ettiğimiz bilgileri hiçbir zaman doğru kabul edemeyiz.Descartes sizi önceden aldatan bir şeye güvenmenizin doğru olmayacağını düşünür.
         Şu anda bu yazıyı okurken uyanık olduğunuza inancınız sarsılmaz olabilir. Bundan kuşku duyabilir misiniz? Bir rüya olamayacak kadar gerçekçi mi geliyor? Birçok insan çok gerçekçi rüyalar görür. Uykuda olup olmadığınız anlamak için kendinizi çimdikleyebilirsiniz yahut acımasızsanız tokat dahi atabilirsiniz. Bununla hiçbir şeyi kanıtlayamazsınız. Kendinizi tokatladığınız bir rüya görüyorsunuz belki de.
         Uyanık olup olmadığınızı kanıtlayamadığınız için ‘’ Kartezyen şüphecilik’’ metoduna dayanarak uyanık olduğunuzu reddetmelisiniz.
       ‘’Cogito ergo sum’’  yani düşünüyorum öyleyse varım. Descartes , düşünceye ve duyuma sahip olduğunuz sürece var olduğunuzdan şüphe edemeyeceğinizi söyler. Ne olduğunuz belirsizdir. Bir bedene sahip olup olmadığınızı kanıtlayamazsınız. Belki bir kavanoz içindeki bir beyinsiniz. Ama düşünceniz olduğu sürece varlığınızdan –düşünene şey olduğunuzdan-  şüphe edemezsiniz. Aksi halde kendisiyle çelişen bir yargı olur.
         Descartes düşüncesinden şüphe edemezdi çünkü şüphe etmeyi düşündüğünde de düşünüyor olacaktı. Yani zihin mutlaka vardı. Şüphe edilemeyecek tek gerçeklikti.
        İnsanlar Descartes’ın dualizm benzeri inançlarıyla ruhun( düşüncenin ) bedenden ayrı olduğunu, beden öldüğünde ruhun yaşayacağı inancındalar. Lakin buradaki ruh kavramı düşünceden, zihinden oluşmaktadır ve düşünce beynimizdeki nöron faaliyetleri sonucu meydana gelmektedir. Dolayısıyla beden öldüğünde nöronlarda işlevini yitireceği için düşünce, zihin olmayacaktır. Yani ruh olarak tanımladığı şey bedene bağımlıdır ve beden var olduğu sürece vardır.
Vincent
0 notes
vincentsekiz · 4 years
Photo
Tumblr media
                            BLOSSOMING ALMOND TREE
           Türkçesiyle ‘’Çiçek Açan Badem Ağacı’’ . Van Gogh’un Starry Night’ından sonra  çok bilinen eserlerinden biri. Bu tablonun bende yarattığı izlenim Starry Night’dan çok çok farklı. Sanki kişilikleri, ruhları farklı ressamlar tarafından çizilmiş iki ayrı eser gibiler. Van Gogh’un kişiliğinin herkes gibi sabit, durağan olmaması bu resimlerin aynı elden çıkmasını sağlamış.
          Ömrü büyük bir ızdırapla geçen Vincent, bu tabloyu yaşamının sonlarında, ölümünden dört ay önce, yapmış. Tablonun verdiği his coşku ya da mutluluk değil, dingin bir huzur. Sanırım Gogh da hayatının son demlerinde huzura kavuştuğunu, sakinleştiğini bu resimle aktarmış.
           Tabloda Van Gogh’un etkilendiği akımlarda japonizm’in etkisini görmek mümkün. Tablonun asıl yapılış amacı ise abisi Theo’nun oğlu Vincent’in doğumu. Onu baharın gelişi kadar mutlu eden olay üzerine bu tablo ortaya çıkmış.
          Van Gogh, tabloyu yeğenine armağan ettikten sonra çok geçmeden hayata gözlerini yumdu.
          Geriye bıraktığı binlerce eserinden biri olan bu tablo benim için huzurun ve sadeliğin vücut bulmuş halidir.
Vincent
24.07.20
1 note · View note
vincentsekiz · 4 years
Text
FELSEFENİN KISA TARİHİ (2.KISIM)
BÖLÜM 6: AUGUSTINUS
Augustinus, felsefeyi Tanrı’ya ulaşmak için bir araç olarak görüyordu. Epikuros’un üzerinde durduğu kötülük problemine kafa yordu. Kötülük problemi kısaca şunu sorgular:
Her şeye gücü yeten iyi bir tanrı nasıl olur da dünyadaki kötülüklere göz yumabilirdi? Tanrı kötülüğü durduramıyorsa, o zaman sonsuz bir güce sahip değildir. Yapabileceklerinin sınırları vardır. Eğer Tanrı’nın gücü kötülüğü engellemeye yetiyorsa ama bunu yapmıyorsa bu sefer Tanrı mutlak iyi olamazdı.Her şey Tanrı’dan geliyorsa, kötülüğün olmasını da Tanrı istemeliydi.Ortada kesin bir çelişki vardı.
Günümüzde dahi sorgulayan birçok insan için kafa karıştırıcı bir problemdir bu.Augustinus bu probleme kendince şöyle bir cevap bulmuştur: Tanrı bize özgür irade vermiştir. Kötülüğü yapmak ya da yapmamak sizin seçiminizdir, Tanrı’nın değil. Dolayısıyla Tanrı’nın gücü tüm kötülükleri engellemeye yeter lakin kötülüğün varlığı ona bağlanamaz.
Augustinus’un felsefesinin mantıksız olduğunu düşünüyorum. Benim fikrime göre, Augustinus’un cevabı zırvadır. Çünkü cevabında bir problem olduğunu görememiştir. Onun cevabından probleme geri döndüm:
İnsan özgür iradesini kötüye kullanabilir. Ama Tanrı mutlak iyi olduğu için insanın kötü eylemini engellemesi gerekmektedir. Bir insanın istismara uğramasına, katledilmesine, aldatılmasına mutlak iyi bir Tanrı nasıl göz yumabilir? Eğer Tanrı gücü yettiği halde kötülüğü engellemiyorsa mutlak iyi değildir. Eğer mutlak iyi olduğu için engellemek istiyor ama yapmıyorsa, mutlak güce sahip değildir.
Gördüğünüz gibi başa döndük. Zamanında biri de çıkıp Augustinus’u uyarmamış mı? Kardeşim sen cevap buldum demişsin ama bunu kabul edemeyiz çünkü başa döndük dememiş mi? Belki de demiştir ama Augustinus Tanrı korkusundan bunları duymazdan gelmiştir. Kim bilir?
BÖLÜM 7:  BOETHIUS
Bölümün genelinde Boeuthius’un mutluluk üzerine düşüncelerine yer verilmiş. Talihin gelişigüzel olduğunu, mutluluğun değişken şeylere bağlanamayacağını söylemiştir Boethius. Stoacıların takındığı filozofça tutum gibidir bu. Elimizde olmayan şeyler için canımızı sıkmamalıyız. Mutluluğu, temelleri sağlam bir binaya yerleştirmeli, en yıkıcı depremlerde bile sarsılmasına izin vermemeliyiz.
 BÖLÜM 8:  ANSELMUS VE AQUINAS
Yazar bu bölümde Anselmus ve Aquinas’ın Tanrı hakkındaki fikirlerini açıklamış. Bu tip basit düşünceler için parmaklarımı ve zihnimi yormayacağım.Tanrı’yı kanıtlamaya çalışmışlar falan filan. Hepsi de çürütülmüş. Tekrar tekrar değinmenin mantığı yok.
BÖLÜM 9:  MACHIAVELLI
Bölümde Machıevelli’nin herkesçe bilinen ‘’Amaca ulaşmak için her yol mübahtır’’ felsefesi üzerinde durulmuş.
BÖLÜM 10:  THOMAS HOBBES
Hobbes’un devlet görüşü üzerine durulmuş.Hobbes’a göre herkes bencildir ve ceza ile tehdit bizi kontrol altında tutan yegane şeylerdir. Eğer kuralların olmadığı bir durumda yani ‘’doğa durumunda’’ yaşamak zorunda kalırsanız ne kadar iyi biri olursanız olun, yaşamda kalmak için herkes gibi öldüreceğinizden, çalacağınızdan bahseder. Zorunluluk durumudur. Tek başınıza yaşamak zorundasınızdır. Arkadaşlarınıza dahi güvenemezsiniz. Hobbes Leviathan kitabında bu doğa durumundan güvenli topluma geçişin nasıl olacağını anlatır.
           ‘’Leviathan tepenin arkasında yükselen, bir elinde kılıç, bir elinde asa tutan bir devin resmiyle açılır.Bu figür birçok küçük insandan oluşur.’’
Hobbes’un devleti de Platon’unki gibi otoriterdi.
           Hobbes aynı zamanda materyalistti. Ruhun olmadığına, fiziksel varlıklar olduğumuza inanıyordu.
Vincent
23.07.2020
Kaynak: Felsefenin Kısa Tarihi, Nıgel Warburton, ALFA Yayınları
0 notes
vincentsekiz · 4 years
Text
KASVETLİ KUTLAMA
youtube
She Past Away eşine sık rastlayamayacağınız bi grup. Müziklerini dinlerken bazen hayatın olabilecek en karanlık çukurunda boğulurken görüyorum kendimi, bazen muhteşem bir özgürlük hissediyorum. Şarkılar hakkında yorum yapabilmek bir kitaba ya da resime yapabilmek kadar kolay değil benim için. Verdiği hissi kelimelere dökebilmek pek mümkün de değil. Kelimeler  sınırlı varlıklardır ne kadar ileriye gidebilirler. Oturup da hislerimi dökebilmek için ikinci yenicilere dönüşmeyeceğim - belki bir gün o da olur- . Şimdi She Past Away’le başbaşayım.
Tüm renkler soldu
Kapkara çukurda
Tüm sesler sustu
Bir anda
Tüm ruhlar çürümüş
Kasvetli kutlama
Tüm sahte yüzlerde
Deri maske
Ve yine
Hiçlikte
Boğuluyor benliğim
Derinlerde
Vincentsekiz
18.07.20
0 notes
vincentsekiz · 4 years
Text
La Primavera
Tumblr media
          Boticelli ile ilk tanıştığımda sersemlemiştim.  Eserlerinde beni istemsizce sürükleyen bir şeyler vardı. Beni neyin bu kadar etkilediğini bilmiyordum ama tablolarından kendimi alamıyordum. Neyse kısa keselim olay Boticelli’nin biyografisi değil, La Primavera’sı.  Bu hafta bu tablo üzerinde konuşalım.
Uffizi Galerisinin  baş tacı olan La Primavera, 1480’lerde yapıldı. İtalyancada ‘’Bahar’’ anlamına gelen La Primavera gerçekten büyük bir tablo. 3 metreyi aşan genişliğiyle ziyaretçilerin karşılarında önemli bir eser olduğunu anlamalarını sağlıyor.
Tabloda 9 karakter betimlenmiş. Merkezde Boticelli’nin bir diğer önemli eserinde (Venüs’ün Doğuşu) de gördüğümüz Venüs yer almakta. Üzerinde fırlatılmaya hazır okuyla uçan melek Eros. Okların hedefindeyse zarafet, neşe ve sevinci temsil eden tanrıçalar bulunuyor. Tablonun en solundaki erkek Merkür’ü temsil ediyor. Bazı umanlara göre İtalya’nın soylu ailelerinden biri olan Medici ailesinin çocuğu Muhteşem Lorenzo, Merkür’ün modeliymiş ancak elmacık kemikleri daha çıkık, gözleri daha badem, burnu daha düzgün çizilmiş, Boticelli patronuna torpil geçmiş :) Venüs’ün sağ tarafında bana göre tablonun en dikkat çekici tanrısı duruyor. Batı rüzgarının tanrısı. Zephyrus’u Khloris’i kaçırmak üzereyken görüyoruz. Khloris’in sağındaki karakter ise kendisi. Ama Zephyrusla birlikte olduktan sonra Çiçeklerin Tanrıçası Flora’ya dönüşmüş haliyle.
La Primavera teknik açıdan da mükemmeldi. Nazik fırça darbeleri, erotik figürleri ve dönemine meydan okuyan kompozisyonu onun başarılı bir yapıt olmasını sağladı. Birçok sanatçı da Boticelli’nin bu eserinden etkilenmiştir. Çok sevdiğim ressamlardan biri olan Rene Magritte’de bunlardan biri.
Baharın başlangıcını betimleyen bu tabloyu izlerken baharın esintisi yüzünüze vuruyor, çiçeklerin kokusunu alıyorsunuz.
Vincentsekiz
17.07.2020
Kaynakça
Botticelli / “La Primavera” , Fisun YALÇINKAYA, Milliyet Sanat, 05 Nisan 2015  Boticelli’nin la Primavera’sını daha önce hiç düşündünüz mü?,Nazlı ŞENOL
1 note · View note
vincentsekiz · 4 years
Text
FELSEFENİN KISA TARİHİ
     Felsefenin kısa tarihi, Nigel WARBURTON tarafından yazılıp ilk basımı 2011 yılında yapılmış kitap. Ülkemizde ise ALFA yayınları tarafından 2015’te ilk basımı yapılmıştır. Kitap ülkemizde o kadar çok sevilmiş olmalı ki benim elimde bulunan kitabın baskı numarası ‘’41’’ . Ülkemizde bir felsefe kitabına bu kadar ilgi görmek göz yaşartıcı. Hatta yazar bu durumla alakalı tweet dahi atmıştır.
    Kitap, felsefenin doğuşundan günümüze kadar kronolojik bir biçimde önemli filozofları ve onların önemli argümanlarını sunuyor. Sokrates’ten Marx’a , Augustinus’tan Freud’a kadar önemli filozları bir araya getiren bu kitap, Batı felsefesine nereden başlamalıyım sorusuna yanıt arayanlar için çok güzel bir seçenek. 40 bölümden 359 sayfalık bu kitabı okurken kendinizi felsefe tarihinin en önemli sorularına yanıt ararken buluyorsunuz. İlk neden, tanrı problemi, iyilik , ahlak ve birçok konu üzerinde kafa yoruyorsunuz. Gayet akıcı bir üslupla kaleme alınan bu eseri elinizden kolay kolay düşürebileceğinizi sanmıyorum.
Bu yazımda bölümler ve filozofların fikirleri hakkında eleştiri ve yorumlarımı parça parça paylaşacağım.İlk parçada 5 bölümün incelemesini yapacağım.
 BÖLÜM 1: SORU SORAN ADAM SOKRATES VE PLATON
  Yazar, Sokrates’in kişilik özelliklerini hoş tasvirlerle okuyucularına aktarmıştır. Atina sokaklarında gördüğü herkesle sohbete girmesini, onların doğruluğuna sonsuz inanç duyduğu fikirlerini sorularıyla çürütüp, aslında hiçbir şey bilmediklerini göstermekten ne kadar zevk duyduğunu görüyoruz.  ‘’Değer verdiği bilgelik türü, argümana , akıl yürütmeye ve sorular sormaya dayanır. Önemli biri doğru dedi diye bir şeye inanmaya değil.’’ Kısacası Sokrates insanlara şu mesajı iletmeye çalışıyordu: Sorgulayın. Her şeye körü körüne inanmayın. En temel inançlarınızı bile sorgulamalısınız. Yetiştirildiğiniz ortamda size empoze edilmiş birsürü yalan  yanlış bilgiler olabilir. Sorgulamanız durumunda yanlışlardan arınacağınızı savunuyordu Sokrates. Bu fikirler günümüzde bile insanları uyuşturup sömüren kesimin korkulu rüyasıdır. Her dönemde de böyle olmuştur. Sokrates, doğruluğu savunduğu için idam edilmiştir.
   ‘’Sokrates’i böyle bilge kılan şey, durmaksızın soru sorması ve düşüncelerini tartışmaya daima istekli olmasıdır.Yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşanmaya değer olduğunu söylemişti. Sorgulanmamış bir varoluş koyunlara uygundur, insanlara değil.’’
  Bildiğiniz gibi Sokrates,yaşamı boyunca hiç eser bırakmamıştır. Onun fikirlerini ve yaşamını Platon’dan öğreniyoruz. Tabii Platon’un bunları yazıya geçirirken Sokrates’İn ağzından kendi fikirlerini öne sürdüğünü düşünenlerde vardır. Bunu ayırt edebilmemiz pek mümkün değildir.
  Bölümde Platon’un mağara benzetmesi ve en ünlü eseri Devlet üzerinde durulmuş. Devlet kitabını da mutlaka okumanızı öneriyorum. Platon’un Devlet yapısı kimileri için uygudur ama benim için değil. Filozofların yönetimi elinde bulundurduğu, yalanlarla ve baskı ile oluşturulan totaliter bir rejim planlıyordu Platon. Mutlu devletin ancak bu şekilde olacağını düşünüyordu.
BÖLÜM 2: ARISTOTELES
     İÖ 384 yılında doğan Aristo, Platon’un öğrencisidir. Lakin fikirlerinin pek uyuştuğunu söyleyemeyiz. Hocasının formlar teorisini reddetmiştir. Aristo’ya göre doğru yaşam, aklımızı temel aldığımız yaşamdır. Doğru davranışın doğru karaktere, doğru zamanda doğru duyguyu hissetmenize bağlı olduğunu düşünmüştür. Çok bilinen düşüncelerinden biri de Altın Orta öğretisidir. İki zıt kutup arasında ortayı tutturmanın yaşamı daha iyi kılacağını öne sürmüştür.
 BÖLÜM 3: PYRRHON
     Pyrrhon şüpheciliği iliklerine kadar yaşayan bir filozof. Hiçkimsenin hiçbir şey bilemeyeceğine kendini adamıştır. Şüpheciler her şeyi sorgulardı. Şu an bu yazıyı okuyorsunuz. Buna nasıl emin olabilirsiniz? Belki de bir düş içerisindesiniz. İşte bir Pyrrhon gözünden hayat. Yazarın ‘’Pyrrhon’un onu koruyacak arkadaşları olmasa hayatı çok kısa olurdu’’ fikrine katılıyorum. Bir uçurumdan, kayalıktan kendinizi attığınızda bunun intihar anlamına geleceğini, hayatınızı yitirmeseniz bile yüksek ihtimalle bundan sonra sakat bir şekilde yaşamanızı sürdüreceğiniz fikrine sahipsinizdir. Duyularının onu yanılttığını düşünen Pyyrhon sizin gibi düşünmüyor. Kayalara atlamanın sağlığına zarar vereceği bile onun için kesin değildir. Pyrrhon şüpheciliği böyle uç noktada yaşamıştır.
 BÖLÜM 4: EPIKUROS
  Epikuros, felsefenin insan hayatına etki etmesi, yön vermesi gerektiğine inanıyordu. Felsefe fayda sağlamalıydı. Sade yaşam tarzı, nazik olmak ve dostlarınızın sizinle olmasına bağlamıştı yaşamanın en iyi yolunu. Acıdan kaçıp, hazza ulaşılmalıydı.
  Epikuros’un çok sevdiğim düşüncelerinden biri de ölüm korkusu üzerine olan fikridir. Ölümden korkmamanız gerektiğini şu şekilde açıklar Epikuros: “Ben varsam, ölüm yok; ölüm varsa, ben yokum” . Ölümü deneyimleyemezsiniz. Çünkü ölüm gerçekleştiğinde siz orada olmayacaksınız. Ölüm,hayattaki bir olay değildir. Dolayısıyla ölümden korkmanın mantıklı bir tarafı yoktur. Var olmayacağı zaman hakkında endişe duyanlar içinse özetle şöyle konuşmuştur: Doğmadan önce geçen sonsuz zaman hakkında endişe duymuyorsanız, öldükten sonraki sonsuz zaman hakkında da endişe duymamalısınız. Epiküros tanrının yarattıklarıyla ilgilenmeyeceği düşüncesindeydi. Bu düşünceler tanrı inancı olan insanlar tarafından benimsenebilecek düşünceler değil. Eğer böyle düşünceleriniz yoksa, korkmanız için sebep yok. İnançlı biriyseniz, Epikuros’un fikirleri sizi tatmin etmeyecektir.
BÖLÜM 5: EPIKTETUS, CICERO, SENECA
       Filozofça tavır, değiştiremeyeceğiniz şeyleri kabullenmektir. En azından Stoacılar bu şekilde düşünmüştür. Kan bağınızın bulunduğu kişileri sevmiyor musunuz? Onları başka insanlarla değiştiremeyeceğinize göre kafaya takmaya gerek yoktur. Elinizden gelen bir şey yok. Stoacılar sadece elimizde olan şeyler için endişe duymamız gerektiğini düşünür. Duygularımızın iplerinin bizim elimizde olduğunu, en üzücü olaylarda bile duygularımıza hakim olmamız gerektiğini söylemişlerdir. Olaylar karşısında nasıl tepki vereceğimiz bizim seçimimizdir. Hatta stoacılar duygularımızı kontrol etmenin yeterli olmadığını, onlardan kurtulmamız gerektiği öne sürmüşlerdir. Bunun ne kadar insancıl sonuçlar doğuracağı tartışılır.Yapay zekadan bir farkımız kalır mı ? Robotlaşmış varlıklara mı dönüşürüz?
    Epiktetus’un öğretisi ‘’Bedenlerimiz birer köle de olsa zihinlerimiz özgür kalabilir.’’ düşüncesiydi. Bu fikirler sizlere uçuk gelmiş olabilir ama tarihte benimseyen ve başarıyla uygulayan örnekleri vardır. Amerikalı savaş pilotu James Bond Stockdale’in hayat hikayesini gözden geçirmenizi öneririm.
   Cicero gerçek bir entelektüeldi. Siyasetçi, şair, hatip, avukat ve filozoftu. Geniş bir çalışma alanı vardı. Günümüzde hala takip edilen bir filozoftur. Kitapta ‘’ Yaşlılık Üzerine ‘’ adlı eseri üzerinde durulmuş.Yaşlanma süreci karşısında tutunulması gereken tavırdan bahsedilmiştir.
  Seneca da oyun yazarı, siyasetçi ve iş insanıydı. Çoğu insana günün 24 saat olması az gelir. Sürekli yapacağı şeylere vakit yetiştirememekten şikayetçidirler. Dahası hayatın da kısa olmasından yakınmaktadırlar. Seneca bunun zamanı yönetemediklerinden olduğunu düşünür.
    Aslında her şey için yeterli vaktimiz vardır. Hayatımız da kısa değildir. Ama siz en değerli hazinemiz olan zamanı boş işlerle çarçur ederseniz daha çook şikayet edersiniz. Ben zamanımı düzgün kullanıyorum ama çok işim var, çok sorumluluğum var vakit yetiştiremiyorum vs. gibi bahaneleri kendinizi kandırmak için kullanıyorsunuz. Tabiiki bunu herkes için söylemiyorum. Çok ağır şartlarda çalışan ya da iyi şartlarda çalışsa da bütün gününü çalışarak geçiren insanlar var ki günümüz dünyasında insanlar bu hale getirildi. Ama yine de yapmak istedikleriniz için vakit ayırabileceğinizi düşünüyor  Seneca. Enerjinizi boş işler peşinde harcamak yerine doğru işlere yöneltirseniz şikayetleriniz de biter. REDD’in dediği gibi ‘’müsvettesi yoktur ki zamanın’’. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunun bilincine umarım iş işten geçmeden varırsınız.
 Seneca zamanı herkesten uzakta keşiş gibi yaşayarak geçirilmesi gerektiğini düşünyordu. Artık ancak emekli olduktan sonra yapılabilecek bu düşüncenin – zengin bir  ailede doğmadıysanız- geçerliliğini koruduğunu düşünmüyorum. Ona göre var olmanın en verimli yolu felsefeyle uğraşmaktı.
Vincentsekiz
16.07.20
Kaynakça
Felsefenin Kısa Tarihi, Nigel Warburton,2019, ALFA Yayınları
2 notes · View notes