Her zaman sevebileceğim kişiler oturmayacak karşıma. Bunu öğreniyorum ve kabullenmeye çalışıyorum. Zorlanacağım, zor kişiler de oturacak karşıma ama ben ne hissedersem hissedeyim gülümseyerek ve sakin bir ses tonuyla konuşacağım, böyle konuşmam gerekecek. Ne yapacağımı yapana kadar anlamamıştım. Hala da anlamıyorum, her gün biraz daha iyi öğreniyorum ama bu süreç o kadar uzun ki ömür biter, öğreneceklerim bitmez. Soruyorlar bana on hafta oldu, burada ne yapıyoruz? Bilmiyorum ki ne yapıyoruz? Anlayan anlatsın. Neyi amaçladığımızı bilmiyorum, siz anlatın ben dinliyorum. Bundan daha yüksek bir amaç olabilir mi? Dinliyorum, her ayrıntısını anlamaya çalışarak dinliyorum. Ne derseniz deyin dinliyorum. Ağlıyorsunuz, kızmıyorum ve yargılamıyorum. Birinin yanında çekinmeden ağlayabileceğiniz konfor alanını oluşturuyorum. Daha ne yapabilirim inanın bilmiyorum. Siz söyleyin, ne yapıyorum? Bana ne yaparsam yetmiyor, işte şimdi oldu diyebileceğim bir doyuma ulaşamıyorum çünkü çok fazla yetersizlik hissediyorum. Hep yapamıyormuşum gibi geliyor ve işin aslı ne yapsam yapmış olacağımı da bilmiyorum. Gerçekten o sihirli değnek sahip olsam tamamlanmış hissedeceğim sanki. Gerçekten daha yolun başındayız derken ve telkin ederken ben de hala bir şeylerin değişmemiş olmasına içerliyorum. Bundaki payımı abartıyorum belki, belki gerçekten benim payım çok küçük ve mevcut şartlar altında elimden geleni yapıyorum ama benim tek gördüğüm yapamadıklarım. Çok fazla umursuyordum ya hani, hah işte bu insanları da umursuyorum. Belki onların düşündüğü kadar teker teker hepsini düşünüyorum. Onlarla birlikte değişiyorum. Bana çok fazla şey öğretiyorlar, hayata dair de çok şey. Bu kadar mahrem duygulara haftada nereden baksan dört beş saat maruz kalınca diğer seslerin aslında ne anlatmaya çalıştığını daha iyi anlamaya başladım. Bir bakıma kayıtsız kalamıyorum, bir bakıma bunun altında eziliyorum. En kızgın olduğum insanların bile derinindeki o hırçınlığa sebep olan duyguyu görebiliyorum. Artık cümleler bana çok daha fazlasını anlatıyor. Burada benim için şöyle bir problem baş gösteriyor, her şeye yetemiyorum ve kaldı ki yetebilsem bile benim tasarrufumda değil. Sadece görüyorum ve gördüğümde kalıyorum. En nihayetinde tedavi merkezi de değilim tek başıma, kendimi bu uğurda bir yapboz tahtası olarak kullanmak zorunda hele hiç değilim. İyilik meleği falan oohoooo hiç değil. Eğer zamanı gelirse ve yeri ise, elimden gelen bir şey varsa o zaman bunu yapabilirim. Aksi takdirde haddimiz değildir.
Geçen bir şey fark ettim. Ben duygularımı belki biliyorum belki bilmiyorum, bilmiyorum ama ifade etmek konusunda güçlül yaşadığım açık. Etrafımdaki insanları da duygularını en az şekilde ifade eden, çatışmadan kaçınan, problem varsa bile konuşmak yerine görmezden gelen insanlardan seçmişim. Duygularımı ifade etmekteki güçlüğümü aşmama gerek kalmadan bu şekilde bu yaşıma kadar gelmişim, oysaki benim içimde duygularım kaynayan bir kazan. Dışarı çıkmak için hep fırsat kolluyorlar ama güvenli bir alana haddinden fazla ihtiyaç duyuyorum onların çıkmasına izin vermek için. Belki yıllar var ki birinin yanında hüngür hüngür ağlamadım. Geçen onları kıskandım. Her hafta çektikleri acıdan haberdar olan ve karşılarında ağlayabilecekleri biri var. Büyük acılar çekmiyorum, aslında ben büyük hiçbir şey yaşamadım ama taşı sıkıp suyunu çıkarmak konusundaki üstün yeteneğim o kadar kuvvetli ki dünyanın diğer ucunda bir kelebek kanat çıksa ben etkilenirim. İki vaka sunumunda özne başkaları gibi gözükürken kendimi dinledim. Ağlamamak çok zordu. Bir yandan onları anlıyorum bu sayede çünkü biliyorum. Bir yandan da bu kadar ortak nokta fazla geliyor ve kendime üzülüyorum. Yazmaya ara verip başka bir şeylerle ilgilendiğim için hevesim bitti. Çoköptümbbyinegel.
10.45
07.01.2023
0 notes
HANGİ SORU DAHA ÖNEMLİ? / Özlem Var
İki sorumuz var:
- Bu asanayı nasıl yaparım?
- Bu asanayı neden yapamıyorum?
Bu sorulardan hangisinin daha önemli olduğuna dair düşüncemiz aslında Yoga'yı nasıl algıladığımız ile de yakından bağlantılı.
Yoga tüm dünyada çok büyük bir "sektör", her geçen gün büyümeye devam ediyor. Son yıllarda, Kıbrıs'ta ve Türkiye'de de Yoga'ya gösterilen ilgi oldukça arttı. Bu ilgi artışında iki neden öne çıkıyor. Birincisi; Yoga öğretisinin "bütünsel iyi olma hali"ne ciddi boyutlarda olumlu etkisinin olması. Girdiğiniz ilk derste bu "iyi olma" halini deneyimlersiniz. Burada "bütünsel" kavramı çok önemli çünkü Yoga'nın üzerinden yükseldiği kavramlardan birisi bu... Yoga pratikleri ve ötesinde yaşam şekli, bedene odaklı diğer fiziksel aktivitelerin kişiye vermekte eksik kaldığı şeylerin vaadini taşıyor: Sadece bedensel değil, zihinsel/duygusal/ruhsal "iyi olma" halini de genişletiyor.
Yoga'ya artan ilginin bir diğer nedeni ise medyanın, günümüzde daha çok sosyal medyanın hayatlarımızı belirleyen/yönlendiren gücü ile birebir bağlantılı. İnsanın en derin ihtiyaçlarından/arzularından birisi “görülmek”. Bunu biraz daha açarsak: Beğenilmek, onaylanmak, sevilmek, vs. Bir arzu nesnesi, özenilen bir varlık olmak.
Edimlerimize, eylemlerimize açık bir yürek ile göz atalım mesela. O ya da bu nedenle yaptığımız tüm şeyleri düşünelim. Hiç ama hiç kimsenin eylemlerimizden haberi olmayacağını, bizi görmeyeceğini yani izleyicimiz kalmadığını bilsek yaptıklarımızdan hangilerini yapmaya devam ederdik? Birilerinin, "Harikasın", "Ne kadar başarılısın", "Ne güzelsin", "Ne yeteneklisin", "Ne akıllıca", "Ne uygun" yorumlarına ihtiyacımız olmaksızın yaptığımız neler var? Bu onay, bu takdir, beğeni ihtiyacı ortadan kalktığında hangi edimlerimiz de kalkar ortadan? Bu sorular ve olası cevapları, hepimizin aşina olduğu bir kendini sunma şeklini hatırlatıyor bana: "Selfie"ler. Selfie bağımlılığı ile ilgili birçok makale, araştırma var ve çoğu temelde bu görülme ihtiyacı üzerine odaklanıyor.
Tekrar Yoga'ya dönersek;
Yoga binlerce yıllık kadim bir öğreti, insana hem kendisiyle, hem diğer varlıklarla, çevresiyle, doğayla tam/bütün hissettiği/olduğu bir yaşam sürebilmesi için yol açan/gösteren hatta şöyle ifade etmeyi daha çok tercih ederim; "yoldaş" olan bir öğreti. Bu anlamda insanlık tarihindeki ilk yazılı metinler, Yoga metinleri. Doğu kaynaklı bir öğreti. Ve bir noktada Batı'nın keşfettiği -indirgemeci gibi gözükme riskini göze alarak- ve keşfedip popülerleştirdiği pek çok şey gibi, parçalara bölerek özünden uzaklaştırdığı bir öğreti. Burada bir kaç not: Bir, popüler olan her zaman sorunlu değildir. İki, elbette Batı'da öğretiyi bütünsel yapısı ile aktaranlar da neyse ki çokça vardır. Üç, Yoga kendini korur, çünkü bilgisi dogmatik değildir, hatta kanımca kendisini bilimden bile daha fazla yanlışlanabilmeye açar.
Devam edelim...
Sonuçta, Kapitalist sistemin rekabet odaklı talepleri Yoga'yı, daha doğrusu "Yoga yapan ve yaptıranları" da etkiliyor.
Bugün istisnalar olsa da neredeyse tüm dünyayı yöneten/yönlendiren bu sistemin odağı, hep "daha iyi", "daha ileri", "daha güzel", "daha yetenekli", "daha vs. vs. vs"lerdedir. Hep "daha"nın peşinde koşmak... Her ne pahasına olursa olsun. Bu "daha"ların peşinde “Yeşil Ada” Kıbrıs beton yığınına dönüşür, Kaz Dağları'nın altı üstünden daha değerli hale gelir ve binlerce ağaç bir gecede kesiliverir örneğin. "Daha güzel" (neye göre!), bir beden için bedenlerin kesilip biçilmesi gibi... Örnekler çoğaltılabilir, övgü her zaman bu "daha"yadır. ("Daha" kelimesi için bir dip not hikâyem var, biliyorum yazı uzun ama onu da es geçmeyin lütfen.)
...
Bu rekabet ortamında, Sosyal Medya, insanın "görülme" ihtiyacına ilaç gibi geldi. Facebook'un çıkış öyküsünü anlatan filmde de bu açıkça yansıtılır, bir anda popülerleşmesi hem görülme hem de diğerinin hayatını gözleme ihtiyacının/merakının pek yerinde tespiti ile ilgili...
Yoga da bu ihtiyacı doyurmak için en güzel seçeneklerden biri oldu haliyle... Bedenlerimizi, hayret ve hayranlık uyandıracak pozlara sokmak, bunu fotoğraflamak ve paylaşmak, beğeni kazanmanın en kolay ve renkli yollarından birisi.
Günün sonunda geldiğimiz noktada hiç Yoga yapmamış, Yoga ile ilgili pek bilgisi olmayan kişilerin algısı/fikri bu pratiğin daha ziyade bedenle, bedeni "tuhaf" pozlara sokmakla ilgili olduğu yönünde.
Burada iki nokta var:
Birincisi, Yoga'nın bedensel pratikleri yani asanalar onun öğretisinin/içeriğinin sonsuz derinliğinin sadece bir parçası. Bu önemsiz oldukları anlamına gelmiyor, nasıl olabilir ki zaten, her şeyden önce sağlıklı bir beden hepimizin dileklerinde/dualarında ilk sırada yer alır değil mi? Ek olarak beden bizim hakikate açılan kapımız. Kendimize, zihin ve duygu durumumuza dair en kolay ulaşılır, en açık ipuçlarını bedenimizde buluyoruz. Ama tekrar hatırlatalım bedensel alana dair pratik ve bilgi öğretiyi oluşturan parçalardan sadece birisi ve parçalar birbirinden bağımsız değil.
Bedenin neyi yapıp, neyi yapamadığı ise bizi ikinci noktaya getiriyor ve dolayısıyla en baştaki iki sorudan hangisin daha önemli olduğunu dair soruya...
Paul Grilley geliştirdiği ve yıllardır öğrettiği, Batı tarzı Yoga'ya da bir çesit eleştiri olan Yin Yoga'yı "Functional Approach - İşlevsel Yaklaşım" olarak tanımlıyor ve temeline ikinci soruyu koyuyor: "Bu pozu neden yapamıyorum?"
Bu diğer soru önemsiz demek değil. Sonuçta bir pozu yapabilmek için nasıl yapıldığını, temel kurallarını öğrenmemiz gerekir. Ama asıl hikâye, öğrenseniz ve yeterince çabalasanız dahi yapamadığınızda başlıyor. Hatta doğuştan gelen ya da sonradan oluşan belli bir anatomik farklılıktan dolayı ömrünüz boyunca, gün 24 saat hafta 7 gün çalışsanız da yapamayacağınız ya da yapmanızın şifa değil aksine zarar getireceği pozlar var: belki skolyozunuz, belki eklemlerinizin birleşme açıları, belki omur aralarınızın açık ya da kapalı oluşu, belki bir zaman önce kırılmış kaval kemiğiniz... Bu noktada yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımız üzerinde büyük etkisi olan zihnin sınırları ya da sınırsızlığı önemli evet, ama bu sadece değiştirilebilir farklılıklar için geçerli yani kaslarınız, bir dereceye kadar tendon ve bağlarınız. Kemikleriniz ve eklem birleşme açılarınız için değil... (sanırım net anlaşılmıştır, "pozu yapamayan bedenin değil zihnin" söylemi benim için ezber bir bilgiden öte anlam taşımıyor, mesela bir kişinin eklemlerindeki hiperekstansiyon nedeniyle pat diye yaptığı pozu bir diğerinin yapamama nedeni zihnindeki sınır değil, bedensel yapısındaki farklılıktır. Ayrıca bu söylem ciddi bir empati ve şefkat eksikliğinden muzdarip.)
Velhasıl ikinci soru daha önemli. Bir pozu neden yapamadığımı bilirsem ve bu bedenim ya da zihnimle ilgili dönüşüp değişebilecek bir alana ait ise yapma yönünde daha sağlıklı adımlar atabilirim. Ama yok değişmesi mümkün olmayan bir alana aitse, kemik/eklem yapım/açılarım gibi, o zaman aynı şifayı sağlayacak modifiye veya alternatif başka bir pozu uygularım ya da kendime zarar vermektense o pozu yapmam.
...
Sosyal Medya'da paylaşılan Yoga pozlarına dair fotoğrafların çoğu, yoga yapan hatta yapmayan birçoğumuz için güzel bir hayal teşkil edilebilecek görüntüler sunuyor, o pozu yapmak bir hedef haline geliyor. Sadece o pozların büyüsüne kapılarak yogaya başlayanlar bile var. Evet ilgi çekici, benim de hoşuma gidiyor, yapabildiklerim var, yapamadıklarım/yapmamam gerekenler var. Zaten bu pozların çoğu herkesin yapabileceği pozlar değil ya da yapabilmek için bedensel sağlığından ödün vermesini gerektiren, Yoga ile niyet edilen bütünsel şifaya ulaşma yönünde yoldaş değil engel teşkil edebilecek pozlar. Ayrıca Yogi olmak için bütün o pozları yapmak da gerekli değil. Hatta birçok poz sonradan üretilen çeşitlemeler. Üstelik Yoga sanki sadece bundan, bir takım hareketten ibaretmiş algısı yaratıyor.
Bir başka önemli nokta ise şu; Yoga "bir hedef" gütmez. Hedefi yoktur, "Niyet"i vardır. Hedef, Batı’nın ilerlemeci düşüncesine aittir. Yani "Geleceğe" aittir ve tam da bu sebeple Yoga'nın temel niyeti olan "Samadhi/Aydınlanmış Zihin/Aydınlanmış Varlık"ın önünde engeldir. Aydınlanmış Zihin, "An"dadır. Aydınlanmış Varlık, "Yapan" değil, "Olan"dır. "Olan", "Kabul eden"dir, yolu teslimiyetten geçer.
Bedenlerimizi, yapabildiği ve yapamadıklarıyla bir bütün olarak kabul edemedikten sonra neyi kabul edebiliriz? Nasıl huzurlu hissedebiliriz? Kendimize göstermediğimiz şefkat ve empatiyi bir başkasına nasıl gösterebiliriz?
Baskın sistem bekâsını, her anlamda bize "eksik" hissettirerek sürdürüyor. Sosyal Medya, bu eksiklik hissi üzerinden "görülme, onaylanma, sevilme" ihtiyacımıza yakıt sağlıyor. Kendimize dair memnuniyetimiz azaldıkça, dışarıdan gelecek "Like"lara, "Beğen"lere ihtiyacımız artıyor.
Bedenimiz bir nesneye dönüşürken, Yoga da bu "eksiklik/yetersizlik"in kapatılması ihtiyacı ile nesneleşiyor.
Oysa Yoga, insanın nesneden özne olmaya doğru yolculuğunda kıymetli bir yoldaştır nihayetinde...
...
EK 1: Yanlış anlamaya mahal vermemek için; niyetim ne Sosyal Medyayı hepten kötülemek ne de "görülme ihtiyacımızı" küçümsemek. Sadece bu yazı bunların negatif etkilerine odaklı, hepsi bu.
Hayat, Yin ve Yang Sembolü'nün özetidir. Her şeyin "en azından" iki yönü vardır, her yön içinde diğer yönü de barındırır. Dünyevi boyutta ifade bu iki yöne ihtiyaç duyar. Bu boyutun ötesinde ise olan tekliktir, Tao'dur.
EK 2: Son cümledeki “Özne” üzerine de yazacağım. Aslında tüm bu yazıyı temel alıp, parçalara bölerek birkaç yazı ile genişleteceğim.
EK 3: DAHA ÜZERİNE BİR HİKAYE
Hikaye biraz uzun, tamamı başka bir yazıda yer alır belki, şimdilik bu yazı için Bora Ercan Hocamı anmakla yetineceğim. Seneler önce, "daha"ların imkansızlığını, söylediği tek bir cümle ile anlamamı sağlamıştı: "Daha iyi, iyinin düşmanıdır Özlem".
Ne büyük özgürlük. Ne geniş bir huzur alanı... Bu Şefkattir.
Görsel: “BedeniçreBeden” adını verdiğim bir dövme fotoğrafı.
6 notes
·
View notes
New Start
Bu platformda çok saçma anılarım çok saçma postlarım olsada bu hesap ustunden günlük oluşturuyorum :P
gerçekten eski dostluklarımı özlediğimi fark ediyorum...
Su ile olan konuşmalarım Ceren aynı şekilde beni hüzünlendiriyor aq. Eğer ikiniz görürseniz veya ekin gülün aq banane yani...
Lisede yapamadıklarım ve yaptıklarım hala içimi kemiriyor kendimi hep geçmişe bakarken görüyorum. daha çok zamanım varmış meğersem. daha az takmalıymışım ailemi. hayallerim var ve gerçek olucaklarını biliyorum ama seçtiğim yol daha iyi olabilirdi.
zenginleşiyorum her an ve sanki param arttıkça dostum gördüklerim de azalıyor. çok insanı geride biraktım bir o kadarını da yüz üstü...
Merak ediyorum aq bu arada sen ne yapıyosun bunca sene sonra?
eski arkadaşlarına çıkmayı alışkanlık edinmişsin veya onları kullanmayı. )))
0 notes
farkındayım
ben yıllar önce şiir yazmaya bu odada başlamıştım. hiç aşık olmadan aşk acısı çekmiştim. hiç ayrılmadan unutmaya zorlanmıştım. hiç bilmeden veda etmeyi, kelimelerimle yıkamıştım eksikliğimi.
şimdi, yıllar sonra, aynı odada ben, gene yazıyorum -ki zaten hiç durmamıştım- gene kimse yok ayrıldığım fakat unutmaya zorlanıyorum. veda etmeden gittiklerim çok artık, veda olduğunu sonradan anladıklarımı saymıyorum. her bir kelimem de bir ilmek atıyorum sanki; geçmişe, bugüne ve yalnız yarına. sonra biliyorum ki yapamadıklarım başımda uluyacak. sessizin gürültüsü olacak unuttuklarım. unutamadıklarım ise unutuluna kadar huzur vermeyecek.
oysa en büyük değişim o günden bugüne, ben de gizli. tüm eksikliklerimi karşıma koydum, gözlerine bakıyorum. ya diyorum yanıma gel, birlikte yürüyelim ya diyorum çek git artık, varolma. söz dinlemeyenlerle ise hala bakışıyoruz. biliyorum ki gitmeyi istemiyor, biliyorum ki kolay boyun eğmeyecek. olsun. önemli olan tek bir şey var.
ben farkındayım
0 notes
Yaş 40; Oğluma 40 Öğüt
Bir köprü gibi hayat. Zamana meydan okuyabilen, köklü ve sağlamtemelleri değerler üzerine inşa edilmiş ise daha bir anlamlı...
Gelmez denen yaşlar geliyor ve kapını çalıyor. Kapıyı ister aç ister açma, "evde yokuz!" deme şansımızın olmadığı bir postacı zaman; ve bu hafta sonu kapımı çalıp 40 yaş zarfını getirecek kendileri...
Biraz hüzünlü, biraz duygusal, bir parça huzurlu ve bir o kadar kaygılı açacağım kapıyı. Ancak biliyorum ki dolu dolu hakkı verilmiş bir 40 yıl var zarfın içinde. Kaygım ise, bir sonraki 40 yıl ile ilgili; hayata ne kadar anlamlı izler bırakabileceğim ve insanların hayatına ne kadar değer katabileceğim ile ilgili.
Biraz düşününce, insan önce evladına rol model olmak ve onun faydasına olacak fikirlerini onunla paylaşmak durumunda sanki. Ailemden aldıklarımı, zaman kavramından bağımsız şekilde yaşayarak tecrübe ettiklerimle harmanlayıp ve sonra filtreleyip O'nun için özetlemek istedim:
1- Önce adil ol, sonra eşit davran. 3. bir yolun olmamalı.
2- Düşüncelerini sesli yaşa.
3- Değerlerin olsun, sımsıkı sarıl onlara.
4- Adın "güven" kelimesiyle uyumlu olsun.
5- Sevdiklerinin her daim yanında ol. Daha çok sev ki daha çok sevilebil.
6- Değil sevdiklerin, hiç tanımasan dahi haksızlığa uğrayanların yanında ol.
7- Vefa kelimesini yaşa. Minnet kelimesinin hakkını ver.
8- Dürüst ol, hakkın olmayanı isteme.
9- Kendini çok iyi ifade edebildiğin en az bir dil bil. Buna ana dilin olan Türkçe'den başla.
10- Değişime, yeniliğe, gelişime açık ol, dahası ön ayak ol.
11- Ülkeni, milletini sev. Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, Kurtuluş Savaşı ve İnkılap Tarihi'mizi iyi oku.
12- Bol bol tarih oku. Sıkıldıkça tarih oku, hep tarih oku..
13- Kıskanma, biraz imren ama gıptayla hakkını ver değer yaratanların.
14- Çalışkan ol ama bunu saatlerle ölçme, akıllı çalış.
15- Hayallerini es geçme, onlara değer ver.
16- Duygularını ifade et, alıngan olma.
17- Dostlarının kıymetini bil, dostluğun hakkını ver.
18- Alçakgönüllü ol, yardıma ihtiyacı olanlar önceliğin olsun.
19- Sen kendini konuşma, bunu başkalarına bırak; sen sadece söylenenleri dinle.
20- Sağlığına dikkat et. Sigara içme. Alkolle mesafen kontrollü olsun.
21- Çok iyi beslen. Hem vücudunu hem zihnini abur cuburla besleme.
22- İlahi bir adalet koyucunun varlığına inan ve onun ilahi adaletinden kork.
23- Dünya insanı ol. Tanıyabildiğin kadar çok insan tanı. Gezebildiğin kadar gez, görebildiğin kadar gör.
24- Doğayı ve çevreni koru ve diğer canlıları da anlayabilmek adına en az 1 evcil hayvan besle.
25- Zamanının kıymetini bil, "Kıymetini" bil.
26- Bilerek ve isteyerek kimsenin kalbini kırma, duygularını incitme. Aksi bir durumda en samimi biçimde af dile.
27- Saygı kelimesini baş tacı yap. Buna kendinden başla.
28- Paylaş. Paylaşabildiğin kadar paylaş.
29- Öğrenmekten vazgeçme. Öğrenme kapasiteni ve çevikliğini artırabileceğin kadar artır.
30- Kimseyi görünüşüne ve yaşadıklarına göre yargılama. Önce anla, sonra değerlendir.
31- İnsanların seni sevmesine izin ver, saygısızlık etmelerine asla.
32- Yetinme, üretme iştahını hep canlı tut.
33- Para seni yönetmesin ama sen onu iyi yönet.
34- Sevdiğin işi yap; para kazanmak için değil, nefes alıp verebilmek için değil, anlamlı bir hayat yaşayabilmek ve geride bir eser bırakabilmek adına yap bunu.
35-1 konuş, 2 yaz, 4 oku, 8 dinle..
36-Sabırlı ol. Ruhunu dingin, kendinle barışık tutacak bir yaşam stilin olsun.
37- Her türlü ayrımcılıkla mücadele et, taraf ol ama kutuplaşma.
38- Pişmanlıklar seni esir almasın, onlar senin hep bir sonraki sefer yeni hedeflerin olsun.
39- Eğlen, eğlenmeyi bil, eğlendirmeyi bil.
40- Gülümse evlat!
Hayat tek yön bileti olan bir yolculuk. Belki biz dönemeyiz ama bıraktığımız izler döner durur...
Terzi söküğünü dikemez misali, "Baba, sen bunların hepsini yapabildin mi?" diye soracak olursan samimiyetle "elimden geldiğince" cevabını verebilirim.
Ya hakkını vererek yapamadıklarım mı? Bir sonraki 40 yıl için Vademiz yettiğince...
Ya sizin öğütleriniz..?
Zaman ne çabuk geçiyor oğlum, sana baba öğüdü; bu hayatta cesur ol, kendini özel bir amaca ada ve sade bir hayat sür, herşey gönlünce olsun. Seni dünyalaaa kadar seviyorum.
1 note
·
View note