Tumgik
#yapamadıklarım var biliyorum
kendimeozlem · 1 year
Text
Her zaman sevebileceğim kişiler oturmayacak karşıma. Bunu öğreniyorum ve kabullenmeye çalışıyorum. Zorlanacağım, zor kişiler de oturacak karşıma ama ben ne hissedersem hissedeyim gülümseyerek ve sakin bir ses tonuyla konuşacağım, böyle konuşmam gerekecek. Ne yapacağımı yapana kadar anlamamıştım. Hala da anlamıyorum, her gün biraz daha iyi öğreniyorum ama bu süreç o kadar uzun ki ömür biter, öğreneceklerim bitmez. Soruyorlar bana on hafta oldu, burada ne yapıyoruz? Bilmiyorum ki ne yapıyoruz? Anlayan anlatsın. Neyi amaçladığımızı bilmiyorum, siz anlatın ben dinliyorum. Bundan daha yüksek bir amaç olabilir mi? Dinliyorum, her ayrıntısını anlamaya çalışarak dinliyorum. Ne derseniz deyin dinliyorum. Ağlıyorsunuz, kızmıyorum ve yargılamıyorum. Birinin yanında çekinmeden ağlayabileceğiniz konfor alanını oluşturuyorum. Daha ne yapabilirim inanın bilmiyorum. Siz söyleyin, ne yapıyorum? Bana ne yaparsam yetmiyor, işte şimdi oldu diyebileceğim bir doyuma ulaşamıyorum çünkü çok fazla yetersizlik hissediyorum. Hep yapamıyormuşum gibi geliyor ve işin aslı ne yapsam yapmış olacağımı da bilmiyorum. Gerçekten o sihirli değnek sahip olsam tamamlanmış hissedeceğim sanki. Gerçekten daha yolun başındayız derken ve telkin ederken ben de hala bir şeylerin değişmemiş olmasına içerliyorum. Bundaki payımı abartıyorum belki, belki gerçekten benim payım çok küçük ve mevcut şartlar altında elimden geleni yapıyorum ama benim tek gördüğüm yapamadıklarım. Çok fazla umursuyordum ya hani, hah işte bu insanları da umursuyorum. Belki onların düşündüğü kadar teker teker hepsini düşünüyorum. Onlarla birlikte değişiyorum. Bana çok fazla şey öğretiyorlar, hayata dair de çok şey. Bu kadar mahrem duygulara haftada nereden baksan dört beş saat maruz kalınca diğer seslerin aslında ne anlatmaya çalıştığını daha iyi anlamaya başladım. Bir bakıma kayıtsız kalamıyorum, bir bakıma bunun altında eziliyorum. En kızgın olduğum insanların bile derinindeki o hırçınlığa sebep olan duyguyu görebiliyorum. Artık cümleler bana çok daha fazlasını anlatıyor. Burada benim için şöyle bir problem baş gösteriyor, her şeye yetemiyorum ve kaldı ki yetebilsem bile benim tasarrufumda değil. Sadece görüyorum ve gördüğümde kalıyorum. En nihayetinde tedavi merkezi de değilim tek başıma, kendimi bu uğurda bir yapboz tahtası olarak kullanmak zorunda hele hiç değilim. İyilik meleği falan oohoooo hiç değil. Eğer zamanı gelirse ve yeri ise, elimden gelen bir şey varsa o zaman bunu yapabilirim. Aksi takdirde haddimiz değildir.
Geçen bir şey fark ettim. Ben duygularımı belki biliyorum belki bilmiyorum, bilmiyorum ama ifade etmek konusunda güçlül yaşadığım açık. Etrafımdaki insanları da duygularını en az şekilde ifade eden, çatışmadan kaçınan, problem varsa bile konuşmak yerine görmezden gelen insanlardan seçmişim. Duygularımı ifade etmekteki güçlüğümü aşmama gerek kalmadan bu şekilde bu yaşıma kadar gelmişim, oysaki benim içimde duygularım kaynayan bir kazan. Dışarı çıkmak için hep fırsat kolluyorlar ama güvenli bir alana haddinden fazla ihtiyaç duyuyorum onların çıkmasına izin vermek için. Belki yıllar var ki birinin yanında hüngür hüngür ağlamadım. Geçen onları kıskandım. Her hafta çektikleri acıdan haberdar olan ve karşılarında ağlayabilecekleri biri var. Büyük acılar çekmiyorum, aslında ben büyük hiçbir şey yaşamadım ama taşı sıkıp suyunu çıkarmak konusundaki üstün yeteneğim o kadar kuvvetli ki dünyanın diğer ucunda bir kelebek kanat çıksa ben etkilenirim. İki vaka sunumunda özne başkaları gibi gözükürken kendimi dinledim. Ağlamamak çok zordu. Bir yandan onları anlıyorum bu sayede çünkü biliyorum. Bir yandan da bu kadar ortak nokta fazla geliyor ve kendime üzülüyorum. Yazmaya ara verip başka bir şeylerle ilgilendiğim için hevesim bitti. Çoköptümbbyinegel.
10.45
07.01.2023
0 notes
ccisnenegro · 2 years
Text
Tumblr media
Ccisnenegro'nun muhteşem ötesi ff listesi
@birazturunculu @tablodakidunya @yasinkal @birsabah @unutulacakdunler @uykusuzlukbelirtisi @photografya @shezmu @brownilikekim @b3rk @fecir @edacaaa @hzxuzayy @yesilinibirak @siyahinicindekibeyazimben @negiyersegiderdihosumaa @alihan-1 @harcaniyoruz @unfriendeed @welighs @mehow @pewwdiepie @ilhans @ayprensy @yolsuzlar @ozkaya @perfectiontiger @mitharose @829372 @furkaniste @lust4tna @farzettki @nyctophilia-35 @enisteyjia @distopya @tuhafbey @siyahtezene @nikotinlisut @aklimikaybettimm @birmelegingunluklerii @fotokopicibierkek @entirely23 @viraneyer @mavisbey-blog @aralikgunesi @bayabsurt @unutamamseni0 @asosyalistsoviyetlercumhuriyeti @mavidenbiradam
99 notes · View notes
ayagmurdelisi-blog · 3 years
Text
KORKMUŞ SEVİNÇLER
Kulaklığımı takmış yürürken en sevdiğim kaldırımda, ardımda bıraktığım sesler peşimden koşar adım gelmiş meğer. Saklanmak istiyorum hepsinden. Simsiyah bir örtüyü çekip üstüme, altında bir dünya kurmak geçiyor içimden. Ne olacaksa olsun, kıyamet mi kopacak? Kopsun. İçimdeki sevgiyle halledebileceğim birçok şey yarım kalmışken,  sevincimi de mi yarı yolda bırakayım... Ne dersin ilham perim? Ama ben böyle sıkıldım. Sana bir isim mi versek? Düşüneceğim, belki yazının sonu gelmeden seslenmiş olurum sana.           Baharlar geçti, yaz kuşları göçtü, güz incirleri kurudu saçaklarda... Bir kış daha ömürden aldı götürdü günleri. Devrildi seneler gözlerimin önünde birer birer. Köşeme çekilip yağan karı izlerim derken, dalıp gittiğim deryaları hangi kitaba sığdıracaksın? Gözlerimin şahit olduğu riyakarlıkları, kulaklarımın şahit olduğu yalanları ve dahası... Hangi vicdana sığdıracaksın Yağmur Delisi.    Sabahın köründe beni ayakta görmeye alışık değilsin biliyorum ilham perim. Saatin 5 buçuk olduğunu ben de görüyorum. Şunu anladım ki insan ömründen harcadıkça, uykularından feragat etmeye başlıyormuş. Asıl gün, gece başlıyormuş. Yarın çalışırken esnemekten halsiz düşeceğimin farkındayım evet. Napayım sen söyle... Hangi yastığa koysam başımı rahat yok. Kabuslar bırakmıyor peşimi. Yapmak isteyip de yapamadıklarım var ya hani, delinin arkasına bağlanmış çöp tenekeler gibi peşimden geliyor.    Uzun zaman oldu değil mi... Seni tamamlayamadığım için yeni bir cümle de kuramıyorum. Çok uzatacak değilim artık. Tadı kaçtı bazı şeylerin. Evet keyifsizim. Cevabını bulamadığım yeni sorularım var. Sen hazır mısın peki bunlara? Aslında anlatmak istediğim birçok şey var. Paylaşmak istediğim güzellikler var. Şimdi olmaz diyor içimdeki ses. Ne zaman diye sormaya korkuyorum. Ben ne zaman içimdeki mutluluğu hiç korkmadan haykırabileceğim?
2 notes · View notes
merininhisleri · 4 years
Text
Merhabalar hoşgeldin diyerek başlarken bu sen değilsin ama sen kendini yazacaksın bu samimiyetsizlik neden diye düşünürken bir şarkı açtım ve bu kadar benden uzak bir şarkı olamaz. Evrenin bana başlamadan bırak kırmızı mesajı mı acaba bu ? Sana bir isim koymam gerektiğini düşünüyorum ne dersin.Ama muhteşem yaratıcılığım ne diyeceğini bilemedi :)Belki zamanla oluşur bir isim yada önerilerini de dinleyebilirim.Bu ara yapmak istdiklerim ve yapamadıklarım arasında sıkışıp kalmış olduğum için bundan en çok yaratıcılığım faydalandı.
Bir kaç gündür rutin yapılan yemek uyumak gibi şeylerin dışında hiçbir şey yapamadığımı fark ettim. Arkadaşlarımla bile konuşmadığımı,konuşamadığımı,dinlemediğimi fark ettim.Bunun nedeni ne olabilirdi ki?Depresyon başlangıcı mı ,arkadaşlarımı sevmiyor önemsemiyor muyum yada bencil miyim?Onları dinlemediğimde ne yapıyordum peki onlardan önemli olan işim neydi ? Ben bu sorulara yanıt ararken geçmişimin cesetlerinden birinin hayata dönesi gelmiş sanırım mesaj sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.Mesajın kimden geldiğini görünce boğuştuğum düşüncelere dönmeye karar verdim.Senin geçmişinin cesetleri de böyle olmadık zamanlarda çıkıp geliyor mu? Gelmesine biz mi izin veriyoruz yoksa onların kendini kurtarma çabaları mı? Bir bataklığa düştüğünde kendini kurtarmak için neler yapıyorsun ben kendimle savaşıyorum ve o savaş esnasında kazanan yada kaybeden olamamasına  rağmen hep birşey kaybediyorum kendimden benliğimeden acaba kendimle savaşmaktan vazgeçmenin bir yolunu bulabilecek miyim.Düşünmenin fazlasının zarar verdiğini farkettiğim halde düşünmekten vazgeçemiyorum ben aslında bu düşüncelere dalmadan çaresizlik hissiyle birlikte kendimden vazgeçmiş ve asla yapmayacağım şeyleri yapmaya başlamıştım.O zamanlar kendini kaybediyorsun kırmızı mesajını alamamam şimdi günlerimin ızdıraba dönmesine neden oldu.Değdi mi peki şuan yaşadığın çaresizliğe, ruhunun iki testere arasında sıkışıp kalmasına, kaybettiklerime değdi mi ?Bence değmedi aslında evren sana mesajlar gönderirken sen gelen kutuna bakmadığın için yaşıyor olabilir misin bu olumsuzlukları tamam evet kendi yaptıklarının sonucu bunun böyle olacağını bilmen gerekirdi felan diye zırvalarla doldurmayacağım.Nasihatlerle yanlış yapılmayacak olsa o kadar masallar hikayeler romanlar neden var bir tanesi yetmemiş mi her konuda bir tane olsaydı yeterdi.Biz insanlar olarak kendimiz deneyimlemeden anlamıyoruz. deneyimlerimiz sonucu bir birey oluyorsak neden cezasını da biz çekiyoruz. Birey olabilmek için cezamı çekmek lazım.İyi bir insansan kullanılırsın kötü insan olursan sevilmezsin ikisinde de bir ceza durumu varsa neden birşeyler yapıyoruz ki? Mesela birini çok sevdin onsuz hiçbir şeyden tat alamıyorsun sesini duymak bile seni dünyanın en mutlu insanı yapıyor peki onunla sadece birgün geçirmek için yaptığın şeyler senin onu sevip sevmediğine kara verecekse birşey yapma .Birşey yapmadığında da çabalamıyor oluyorsun sevseydi çabalardı oluyorsun.Bu kavramlar arasında sıkışıp kaldığında çıkmak için çırpınma oluruna bırak.çırpındıkça yara alıyorsun ruhun kanamayı bıraksın istiyorsan sende bırak çırpınma ne yaparsan yap insanların istediği gibi biri olamayacaksın.Sen kendini nasıl görmek istiyorsun hissetmek istiyorsan öyle yaşa biliyorum çok zor o kadar kalıplara sıkışarak büyüdün ki artık o kalıplardan kurtulmak zor ama mutlu değilsen zoru başaracak olan gücü de kendinde bulabilirsin.Hadi kalk ve ilk olarak çok sevdiğin ama bunu paylaşırsam ne derler diye düşündüğün ilk fotoğrafı paylaş:)
16 notes · View notes
hariomyogamerkezi · 5 years
Text
HANGİ SORU DAHA ÖNEMLİ? / Özlem Var
İki sorumuz var:
- Bu asanayı nasıl yaparım?
- Bu asanayı neden yapamıyorum?
Bu sorulardan hangisinin daha önemli olduğuna dair düşüncemiz aslında Yoga'yı nasıl algıladığımız ile de yakından bağlantılı.
Tumblr media
Yoga tüm dünyada çok büyük bir "sektör", her geçen gün büyümeye devam ediyor. Son yıllarda, Kıbrıs'ta ve Türkiye'de de Yoga'ya gösterilen ilgi oldukça arttı. Bu ilgi artışında iki neden öne çıkıyor. Birincisi; Yoga öğretisinin "bütünsel iyi olma hali"ne ciddi boyutlarda olumlu etkisinin olması. Girdiğiniz ilk derste bu "iyi olma" halini deneyimlersiniz. Burada "bütünsel" kavramı çok önemli çünkü Yoga'nın üzerinden yükseldiği kavramlardan birisi bu... Yoga pratikleri ve ötesinde yaşam şekli, bedene odaklı diğer fiziksel aktivitelerin kişiye vermekte eksik kaldığı şeylerin vaadini taşıyor: Sadece bedensel değil, zihinsel/duygusal/ruhsal "iyi olma" halini de genişletiyor. 
 Yoga'ya artan ilginin bir diğer nedeni ise medyanın, günümüzde daha çok sosyal medyanın hayatlarımızı belirleyen/yönlendiren gücü ile birebir bağlantılı. İnsanın en derin ihtiyaçlarından/arzularından birisi “görülmek”. Bunu biraz daha açarsak: Beğenilmek, onaylanmak, sevilmek, vs. Bir arzu nesnesi, özenilen bir varlık olmak.
 Edimlerimize, eylemlerimize açık bir yürek ile göz atalım mesela. O ya da bu nedenle yaptığımız tüm şeyleri düşünelim. Hiç ama hiç kimsenin eylemlerimizden haberi olmayacağını, bizi görmeyeceğini yani izleyicimiz kalmadığını bilsek yaptıklarımızdan hangilerini yapmaya devam ederdik? Birilerinin, "Harikasın", "Ne kadar başarılısın", "Ne güzelsin", "Ne yeteneklisin", "Ne akıllıca", "Ne uygun" yorumlarına ihtiyacımız olmaksızın yaptığımız neler var? Bu onay, bu takdir, beğeni ihtiyacı ortadan kalktığında hangi edimlerimiz de kalkar ortadan? Bu sorular ve olası cevapları, hepimizin aşina olduğu bir kendini sunma şeklini hatırlatıyor bana: "Selfie"ler. Selfie bağımlılığı ile ilgili birçok makale, araştırma var ve çoğu temelde bu görülme ihtiyacı üzerine odaklanıyor.
 Tekrar Yoga'ya dönersek;
Yoga binlerce yıllık kadim bir öğreti, insana hem kendisiyle, hem diğer varlıklarla, çevresiyle, doğayla tam/bütün hissettiği/olduğu bir yaşam sürebilmesi için yol açan/gösteren hatta şöyle ifade etmeyi daha çok tercih ederim; "yoldaş" olan bir öğreti. Bu anlamda insanlık tarihindeki ilk yazılı metinler, Yoga metinleri. Doğu kaynaklı bir öğreti. Ve bir noktada Batı'nın keşfettiği -indirgemeci gibi gözükme riskini göze alarak- ve keşfedip popülerleştirdiği pek çok şey gibi, parçalara bölerek özünden uzaklaştırdığı bir öğreti. Burada bir kaç not: Bir, popüler olan her zaman sorunlu değildir. İki, elbette Batı'da öğretiyi bütünsel yapısı ile aktaranlar da neyse ki çokça vardır. Üç, Yoga kendini korur, çünkü bilgisi dogmatik değildir, hatta kanımca kendisini bilimden bile daha fazla yanlışlanabilmeye açar.
 Devam edelim...
Sonuçta, Kapitalist sistemin rekabet odaklı talepleri Yoga'yı, daha doğrusu "Yoga yapan ve yaptıranları" da etkiliyor.
Bugün istisnalar olsa da neredeyse tüm dünyayı yöneten/yönlendiren bu sistemin odağı, hep "daha iyi", "daha ileri", "daha güzel", "daha yetenekli", "daha vs. vs. vs"lerdedir. Hep "daha"nın peşinde koşmak... Her ne pahasına olursa olsun. Bu "daha"ların peşinde “Yeşil Ada” Kıbrıs beton yığınına dönüşür, Kaz Dağları'nın altı üstünden daha değerli hale gelir ve binlerce ağaç bir gecede kesiliverir örneğin. "Daha güzel" (neye göre!), bir beden için bedenlerin kesilip biçilmesi gibi... Örnekler çoğaltılabilir, övgü her zaman bu "daha"yadır. ("Daha" kelimesi için bir dip not hikâyem var, biliyorum yazı uzun ama onu da es geçmeyin lütfen.)
...
Bu rekabet ortamında, Sosyal Medya, insanın "görülme" ihtiyacına ilaç gibi geldi. Facebook'un çıkış öyküsünü anlatan filmde de bu açıkça yansıtılır, bir anda popülerleşmesi hem görülme hem de diğerinin hayatını gözleme ihtiyacının/merakının pek yerinde tespiti ile ilgili... 
 Yoga da bu ihtiyacı doyurmak için en güzel seçeneklerden biri oldu haliyle... Bedenlerimizi, hayret ve hayranlık uyandıracak pozlara sokmak, bunu fotoğraflamak ve paylaşmak, beğeni kazanmanın en kolay ve renkli yollarından birisi.
 Günün sonunda geldiğimiz noktada hiç Yoga yapmamış, Yoga ile ilgili pek bilgisi olmayan kişilerin algısı/fikri bu pratiğin daha ziyade bedenle, bedeni "tuhaf" pozlara sokmakla ilgili olduğu yönünde. 
 Burada iki nokta var:
Birincisi, Yoga'nın bedensel pratikleri yani asanalar onun öğretisinin/içeriğinin sonsuz derinliğinin sadece bir parçası. Bu önemsiz oldukları anlamına gelmiyor, nasıl olabilir ki zaten, her şeyden önce sağlıklı bir beden hepimizin dileklerinde/dualarında ilk sırada yer alır değil mi? Ek olarak beden bizim hakikate açılan kapımız. Kendimize, zihin ve duygu durumumuza dair en kolay ulaşılır, en açık ipuçlarını bedenimizde buluyoruz. Ama tekrar hatırlatalım bedensel alana dair pratik ve bilgi öğretiyi oluşturan parçalardan sadece birisi ve parçalar birbirinden bağımsız değil.
 Bedenin neyi yapıp, neyi yapamadığı ise bizi ikinci noktaya getiriyor ve dolayısıyla en baştaki iki sorudan hangisin daha önemli olduğunu dair soruya...
 Paul Grilley geliştirdiği ve yıllardır öğrettiği, Batı tarzı Yoga'ya da bir çesit eleştiri olan Yin Yoga'yı "Functional Approach - İşlevsel Yaklaşım" olarak tanımlıyor ve temeline ikinci soruyu koyuyor: "Bu pozu neden yapamıyorum?"
 Bu diğer soru önemsiz demek değil. Sonuçta bir pozu yapabilmek için nasıl yapıldığını, temel kurallarını öğrenmemiz gerekir. Ama asıl hikâye, öğrenseniz ve yeterince çabalasanız dahi yapamadığınızda başlıyor. Hatta doğuştan gelen ya da sonradan oluşan belli bir anatomik farklılıktan dolayı ömrünüz boyunca, gün 24 saat hafta 7 gün çalışsanız da yapamayacağınız ya da yapmanızın şifa değil aksine zarar getireceği pozlar var: belki skolyozunuz, belki eklemlerinizin birleşme açıları, belki omur aralarınızın açık ya da kapalı oluşu, belki bir zaman önce kırılmış kaval kemiğiniz... Bu noktada yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımız üzerinde büyük etkisi olan zihnin sınırları ya da sınırsızlığı önemli evet, ama bu sadece değiştirilebilir farklılıklar için geçerli yani kaslarınız, bir dereceye kadar tendon ve bağlarınız. Kemikleriniz ve eklem birleşme açılarınız için değil... (sanırım net anlaşılmıştır, "pozu yapamayan bedenin değil zihnin" söylemi benim için ezber bir bilgiden öte anlam taşımıyor, mesela bir kişinin eklemlerindeki hiperekstansiyon nedeniyle pat diye yaptığı pozu bir diğerinin yapamama nedeni zihnindeki sınır değil, bedensel yapısındaki farklılıktır. Ayrıca bu söylem ciddi bir empati ve şefkat eksikliğinden muzdarip.)
 Velhasıl ikinci soru daha önemli. Bir pozu neden yapamadığımı bilirsem ve bu bedenim ya da zihnimle ilgili dönüşüp değişebilecek bir alana ait ise yapma yönünde daha sağlıklı adımlar atabilirim. Ama yok değişmesi mümkün olmayan bir alana aitse, kemik/eklem yapım/açılarım gibi, o zaman aynı şifayı sağlayacak modifiye veya alternatif başka bir pozu uygularım ya da kendime zarar vermektense o pozu yapmam.
...
Sosyal Medya'da paylaşılan Yoga pozlarına dair fotoğrafların çoğu, yoga yapan hatta yapmayan birçoğumuz için güzel bir hayal teşkil edilebilecek görüntüler sunuyor, o pozu yapmak bir hedef haline geliyor. Sadece o pozların büyüsüne kapılarak yogaya başlayanlar bile var. Evet ilgi çekici, benim de hoşuma gidiyor, yapabildiklerim var, yapamadıklarım/yapmamam gerekenler var. Zaten bu pozların çoğu herkesin yapabileceği pozlar değil ya da yapabilmek için bedensel sağlığından ödün vermesini gerektiren, Yoga ile niyet edilen bütünsel şifaya ulaşma yönünde yoldaş değil engel teşkil edebilecek pozlar. Ayrıca Yogi olmak için bütün o pozları yapmak da gerekli değil. Hatta birçok poz sonradan üretilen çeşitlemeler. Üstelik Yoga sanki sadece bundan, bir takım hareketten ibaretmiş algısı yaratıyor.
 Bir başka önemli nokta ise şu; Yoga "bir hedef" gütmez. Hedefi yoktur, "Niyet"i vardır. Hedef, Batı’nın ilerlemeci düşüncesine aittir. Yani "Geleceğe" aittir ve tam da bu sebeple Yoga'nın temel niyeti olan "Samadhi/Aydınlanmış Zihin/Aydınlanmış Varlık"ın önünde engeldir. Aydınlanmış Zihin, "An"dadır. Aydınlanmış Varlık, "Yapan" değil, "Olan"dır. "Olan", "Kabul eden"dir, yolu teslimiyetten geçer. 
Bedenlerimizi, yapabildiği ve yapamadıklarıyla bir bütün olarak kabul edemedikten sonra neyi kabul edebiliriz? Nasıl huzurlu hissedebiliriz? Kendimize göstermediğimiz şefkat ve empatiyi bir başkasına nasıl gösterebiliriz?
 Baskın sistem bekâsını, her anlamda bize "eksik" hissettirerek sürdürüyor. Sosyal Medya, bu eksiklik hissi üzerinden "görülme, onaylanma, sevilme" ihtiyacımıza yakıt sağlıyor. Kendimize dair memnuniyetimiz azaldıkça, dışarıdan gelecek "Like"lara, "Beğen"lere ihtiyacımız artıyor.
Bedenimiz bir nesneye dönüşürken, Yoga da bu "eksiklik/yetersizlik"in kapatılması ihtiyacı ile nesneleşiyor.
 Oysa Yoga, insanın nesneden özne olmaya doğru yolculuğunda kıymetli bir yoldaştır nihayetinde...
...
EK 1: Yanlış anlamaya mahal vermemek için; niyetim ne Sosyal Medyayı hepten kötülemek ne de "görülme ihtiyacımızı" küçümsemek. Sadece bu yazı bunların negatif etkilerine odaklı, hepsi bu. 
Hayat, Yin ve Yang Sembolü'nün özetidir. Her şeyin "en azından" iki yönü vardır, her yön içinde diğer yönü de barındırır. Dünyevi boyutta ifade bu iki yöne ihtiyaç duyar. Bu boyutun ötesinde ise olan tekliktir, Tao'dur.
 EK 2: Son cümledeki “Özne” üzerine de yazacağım. Aslında tüm bu yazıyı temel alıp, parçalara bölerek birkaç yazı ile genişleteceğim.
 EK 3: DAHA ÜZERİNE BİR HİKAYE
Hikaye biraz uzun, tamamı başka bir yazıda yer alır belki, şimdilik bu yazı için Bora Ercan Hocamı anmakla yetineceğim. Seneler önce, "daha"ların imkansızlığını, söylediği tek bir cümle ile anlamamı sağlamıştı: "Daha iyi, iyinin düşmanıdır Özlem".
Ne büyük özgürlük. Ne geniş bir huzur alanı... Bu Şefkattir. 
  Görsel: “BedeniçreBeden” adını verdiğim bir dövme fotoğrafı.
6 notes · View notes
liljsblog · 3 years
Text
New Start
Bu platformda çok saçma anılarım çok saçma postlarım olsada bu hesap ustunden günlük oluşturuyorum :P 
gerçekten eski dostluklarımı özlediğimi fark ediyorum...
Su ile olan konuşmalarım Ceren aynı şekilde beni hüzünlendiriyor aq. Eğer ikiniz görürseniz veya ekin gülün aq banane yani...
Lisede yapamadıklarım ve yaptıklarım hala içimi kemiriyor kendimi hep geçmişe bakarken görüyorum. daha çok zamanım varmış meğersem. daha az takmalıymışım ailemi. hayallerim var ve gerçek olucaklarını biliyorum ama seçtiğim yol daha iyi olabilirdi.
zenginleşiyorum her an ve sanki param arttıkça dostum gördüklerim de azalıyor. çok insanı geride biraktım bir o kadarını da yüz üstü...
Merak ediyorum aq bu arada sen ne yapıyosun bunca sene sonra?
eski arkadaşlarına çıkmayı alışkanlık edinmişsin veya onları kullanmayı. )))
Tumblr media
0 notes
umuthalavar · 7 years
Text
Ve bir de paylaşamadıklarım var. Kendime sakladıklarım. Biliyorum bağlaçla başlanmaz cümleye ama sadece bu şekilde bağlıyorum kendimi özneye. Hiçbir zaman denk getirip yapamadıklarım, söyleyemediklerim var. Dertleşip anlatmadıklarım. İçimiz ceset yığını, diyordu sanırım birisi. Tıpkısını yaşıyorum. Anlamı bitmiş, imlası bozuk, piyasada değeri kalmamış cümleler var içimde. Oysa ne değerliydi her biri. Biliyorum. Bir gün benim de değerim tükenecek. İnsanlığın, huzurun, mutluluğun her gün sömürülüşü gibi. Ben, içimde öldürdüklerimle gömüleceğim. Belki bunu siz de bilmeyeceksiniz...
3 notes · View notes
iagainisti · 4 years
Text
farkındayım
ben yıllar önce şiir yazmaya bu odada başlamıştım. hiç aşık olmadan aşk acısı çekmiştim. hiç ayrılmadan unutmaya zorlanmıştım. hiç bilmeden veda etmeyi, kelimelerimle yıkamıştım eksikliğimi.
şimdi, yıllar sonra, aynı odada ben, gene yazıyorum -ki zaten hiç durmamıştım- gene kimse yok ayrıldığım fakat unutmaya zorlanıyorum. veda etmeden gittiklerim çok artık, veda olduğunu sonradan anladıklarımı saymıyorum. her bir kelimem de bir ilmek atıyorum sanki; geçmişe, bugüne ve yalnız yarına. sonra biliyorum ki yapamadıklarım başımda uluyacak. sessizin gürültüsü olacak unuttuklarım. unutamadıklarım ise unutuluna kadar huzur vermeyecek.
oysa en büyük değişim o günden bugüne, ben de gizli. tüm eksikliklerimi karşıma koydum, gözlerine bakıyorum. ya diyorum yanıma gel, birlikte yürüyelim ya diyorum çek git artık, varolma. söz dinlemeyenlerle ise hala bakışıyoruz. biliyorum ki gitmeyi istemiyor, biliyorum ki kolay boyun eğmeyecek. olsun. önemli olan tek bir şey var.
ben farkındayım
0 notes
iremsavasworld · 4 years
Text
Sevgili sır eşim ;
Bugün 26 kasım Salı . Saat neredeyse gece 12 olmak üzere . Bu dijital günlüğü hem ne olsa kimse takip etmiyor hem de normalde yazdığım günlüğüme sıradan günlerimi yazmadığım için başlamak istedim .
Bugün sabah hocamız olmadığı için diğer derslere de gitmedim ama aksi gibi o Hocalar varmış . Neyse ki önemli dersler değil yarın ki derslere giderim artık . Onun için de sabah 06:30 da uyanmam gerekiyor ama henüz uykum da yok. Okula gitmemem haricinde annemle kahvaltı ettik , televizyona baktık (gelin evi sonrasında da kuaförüm sensin vardı . Ufkum ve dünya görüşüm genişledi sayelerinde :D ) sonrasın da geçen seneler de yaptığım bebek yeleklerini evdeki oyuncak bebeğe giydirip fotoğraflarını çektim ve internete koydum . Insallah satılmaya başlarlar benim için çok iyi bir gelir kaynağı olacak . O işten sonra da annem zaten iğne oyası kursuna gitti bende ne zamandır bu sene evlenen arkadaşım cansu için yaptığım kanaviçe havlu takımlardan büyük olana devam ettim . Küçük olanı bitti ama büyük olanı hala bitiremedim ama azimliyim bu hafta bitiricem . Sonra işte akşam oldu yemek faslı kahve faslı derken bir de yeni bir Kore dizisine başladık annemle . Bilim kurgu tarzında ben beğendim doğrusu . Ismini şu an hatırlamıyorum ama dizide değişik deneyler çeken bir yönetmen ve cesareti bir kız var . Yeni yapacakları deneyde ise sadece 24 saat kendilerini donduruyorlar . 24 saat sonra uyanmaları lazımdı ama galiba 20 yıl sonra uyanacaklar .
Kahve falımda ise aşk a yönelik baktırdım . Falda ileride tanıştığım biriyle aşk yaşayacağım ve uzun süreli bir nisanlilik dönemim olacağı yazıyor . Evet nisanlilik dönemim uzun olabilir ama asıl takıldığım konu yeni biri ile tanışacak olmam . Ben artık yeni insanlar tanımaktan onlara kendimi anlatmaya çalışmaktan çok yoruldum sır eşim . Isı gücü olan biri olsun istesem karşıma çıkanlar sanki buldukları iş ile dev olmuş gibiler . Hayır yani çalışıyorsanız bir şeyler başarmışsanız bu kendinize bu kadar abartmaya kendini devlestirip aşağılık hissettirmeye gerek yok . Okuldakiler zaten benden küçük . Ben desen artık yorulmuşum . Bilmiyorum yani önceden mi çok fazla tanıyacak insan buluyordum ya da gerçekten insanları tanımak istiyordum bilmiyorum . Mesela en son sevgilim . Bundan tam 3 sene önceydi hatta 4 sene önceye kadar gidebilir . Onun öncesinde çok sevgilim varken pes peşe gelen olaylar beni içime çok kapattı . Ondan sonra geçirdiğim seneler resmen depresyon ile geçti . Hayır hakkına girip bana beddua etti desem yok yani biliyorum benim onda hakkım vardır . Tüm bu süreç içinde onu çok özlediğim zamanlar oldu . Ama söyleyemedim , arayamadım , mesaj atamadım . Tüm o psikolojik sorunların içerisine onu da katmak istemedim çünkü zaten onun da hayat ile halletmesi gereken sorunlar var . Son zamanlar da ise sosyal medya hesabına girip girip bakıyorum ama dışarı kapalıydı fotoğrafları bugün baktığım da ise açık olduğunu gördüm . Yine onu özlediğimi anladım ama bir aşık gibi mi yoksa hayata daha saf baktığım yılların ve kalbin özlemi ile mi özlüyorum bilmiyorum. Zaten bu bilinmezlik onunla konuşmamı engelliyor . Arkadaşlığını özlediğimi iyiden iyiye biliyorum ama . Onunla sabahlara kadar sohbet etmeyi bana ördek taklidi yapmasını özledim . Bana iremim demesini benim de ona umudum dememi özledim . Ama yapamam , belirsizlikler içinde iken olmaz . Her şeyi anneme anlatırken bunları anneme anlatamıyorum işte anlatsam belki içimdeki belirsizlik bu kadar sürmeyecekti . Bundan 3 sene önce ayrılırken aslında ilişkimiz ciddiye gidiyordu ama hayatta yapamadıklarım için onu suclamaktan korktuğum için kacmistim . Şimdi olsa yine aynı davranırdım galiba ama yine de keşke hayatımda kalmaya devam etseydi . Şimdi hayata onsuz devam etmek üzüyor beni . Hoş sesini bile hatırlamıyorum ama içimde dinmez bir özlem var . Belki bir gün tüm bu belirsizlik biter ...
0 notes
fahribozkurt · 7 years
Photo
Tumblr media
Yaş 40; Oğluma 40 Öğüt Bir köprü gibi hayat. Zamana meydan okuyabilen, köklü ve sağlamtemelleri değerler üzerine inşa edilmiş ise daha bir anlamlı... Gelmez denen yaşlar geliyor ve kapını çalıyor. Kapıyı ister aç ister açma, "evde yokuz!" deme şansımızın olmadığı bir postacı zaman; ve bu hafta sonu kapımı çalıp 40 yaş zarfını getirecek kendileri... Biraz hüzünlü, biraz duygusal, bir parça huzurlu ve bir o kadar kaygılı açacağım kapıyı. Ancak biliyorum ki dolu dolu hakkı verilmiş bir 40 yıl var zarfın içinde. Kaygım ise, bir sonraki 40 yıl ile ilgili; hayata ne kadar anlamlı izler bırakabileceğim ve insanların hayatına ne kadar değer katabileceğim ile ilgili. Biraz düşününce, insan önce evladına rol model olmak ve onun faydasına olacak fikirlerini onunla paylaşmak durumunda sanki. Ailemden aldıklarımı, zaman kavramından bağımsız şekilde yaşayarak tecrübe ettiklerimle harmanlayıp ve sonra filtreleyip O'nun için özetlemek istedim: 1- Önce adil ol, sonra eşit davran. 3. bir yolun olmamalı. 2- Düşüncelerini sesli yaşa. 3- Değerlerin olsun, sımsıkı sarıl onlara. 4- Adın "güven" kelimesiyle uyumlu olsun. 5- Sevdiklerinin her daim yanında ol. Daha çok sev ki daha çok sevilebil. 6- Değil sevdiklerin, hiç tanımasan dahi haksızlığa uğrayanların yanında ol. 7- Vefa kelimesini yaşa. Minnet kelimesinin hakkını ver. 8- Dürüst ol, hakkın olmayanı isteme. 9- Kendini çok iyi ifade edebildiğin en az bir dil bil. Buna ana dilin olan Türkçe'den başla. 10- Değişime, yeniliğe, gelişime açık ol, dahası ön ayak ol. 11- Ülkeni, milletini sev. Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, Kurtuluş Savaşı ve İnkılap Tarihi'mizi iyi oku. 12- Bol bol tarih oku. Sıkıldıkça tarih oku, hep tarih oku.. 13- Kıskanma, biraz imren ama gıptayla hakkını ver değer yaratanların. 14- Çalışkan ol ama bunu saatlerle ölçme, akıllı çalış. 15- Hayallerini es geçme, onlara değer ver. 16- Duygularını ifade et, alıngan olma. 17- Dostlarının kıymetini bil, dostluğun hakkını ver. 18- Alçakgönüllü ol, yardıma ihtiyacı olanlar önceliğin olsun. 19- Sen kendini konuşma, bunu başkalarına bırak; sen sadece söylenenleri dinle. 20- Sağlığına dikkat et. Sigara içme. Alkolle mesafen kontrollü olsun. 21- Çok iyi beslen. Hem vücudunu hem zihnini abur cuburla besleme. 22- İlahi bir adalet koyucunun varlığına inan ve onun ilahi adaletinden kork. 23- Dünya insanı ol. Tanıyabildiğin kadar çok insan tanı. Gezebildiğin kadar gez, görebildiğin kadar gör. 24- Doğayı ve çevreni koru ve diğer canlıları da anlayabilmek adına en az 1 evcil hayvan besle. 25- Zamanının kıymetini bil, "Kıymetini" bil. 26- Bilerek ve isteyerek kimsenin kalbini kırma, duygularını incitme. Aksi bir durumda en samimi biçimde af dile. 27- Saygı kelimesini baş tacı yap. Buna kendinden başla. 28- Paylaş. Paylaşabildiğin kadar paylaş. 29- Öğrenmekten vazgeçme. Öğrenme kapasiteni ve çevikliğini artırabileceğin kadar artır. 30- Kimseyi görünüşüne ve yaşadıklarına göre yargılama. Önce anla, sonra değerlendir. 31- İnsanların seni sevmesine izin ver, saygısızlık etmelerine asla. 32- Yetinme, üretme iştahını hep canlı tut. 33- Para seni yönetmesin ama sen onu iyi yönet. 34- Sevdiğin işi yap; para kazanmak için değil, nefes alıp verebilmek için değil, anlamlı bir hayat yaşayabilmek ve geride bir eser bırakabilmek adına yap bunu. 35-1 konuş, 2 yaz, 4 oku, 8 dinle.. 36-Sabırlı ol. Ruhunu dingin, kendinle barışık tutacak bir yaşam stilin olsun. 37- Her türlü ayrımcılıkla mücadele et, taraf ol ama kutuplaşma. 38- Pişmanlıklar seni esir almasın, onlar senin hep bir sonraki sefer yeni hedeflerin olsun. 39- Eğlen, eğlenmeyi bil, eğlendirmeyi bil. 40- Gülümse evlat! Hayat tek yön bileti olan bir yolculuk. Belki biz dönemeyiz ama bıraktığımız izler döner durur... Terzi söküğünü dikemez misali, "Baba, sen bunların hepsini yapabildin mi?" diye soracak olursan samimiyetle "elimden geldiğince" cevabını verebilirim. Ya hakkını vererek yapamadıklarım mı? Bir sonraki 40 yıl için Vademiz yettiğince... Ya sizin öğütleriniz..? Zaman ne çabuk geçiyor oğlum, sana baba öğüdü; bu hayatta cesur ol, kendini özel bir amaca ada ve sade bir hayat sür, herşey gönlünce olsun. Seni dünyalaaa kadar seviyorum.
1 note · View note