Tumgik
#son olarak da aldığım kitaplar
tarkankurdu · 2 months
Text
İstediğin kadar kendini geliştir, istediğin kadar elit olmaya uğraş, çevren ve ailen neyse o çukurdan çıkamıyorsun. Ben tv izlemiyorum babam sabah akşam haber dinliyor sanki benim oda da çalıyo o televizyon bütün o saçma salak haberleri duyuyorum mecburen. Eski arkadaşı geliyo adamın iki kelimesinden biri küfür. Aile mi var, kadın mı var, çocuk mu var hiç umurlarında değil. Çocukluğum da böyle geçti. Sadece salonda soba olduğu için mecbur salonda sigara dumanı altında ve tv, küfür eşliğinde ders çalışmaya çalışıyordum. Çok fazla kitap okudum, yazılar yazdım, şiir yazdım ama kurtulamıyorum o çukurdan. Hâlâ o küfürbaz herif geliyor misafirliğe, hâlâ her gün sabah akşam haber dinliyorum. Artık nefret etme sınırlarını da aştım. Ünlülerin ve başarılı insanların biyografilerini okuyorum bi yerlerden destekleri var. Ya ailelerinde ya çevrelerinde bir şekilde elit insanlar oluyor, ona yardım veya destek olan, fikir veren insanlar oluyor. Bende yok. Ben Türkiye'nin en tehlikeli mahallerinden birinde doğdum büyüdüm. Hayatımda bir kere bile içki veya sigara içmedim. Kendimi hep uzak tutmaya çalıştım ama çok klasik bir şey " coğrafya kaderdir ". Çok doğru bir söz. Benim çevremde arkadaşlarım bile okunacak bir şeyi heceleyerek okuyan insanlardı. Kitap aldığım zaman sen mal mısın kitaba para veriyon diye salak salak sırıtan insanlardı. Ama çıkamıyorsun işte, hayat şartları, pahalılık, sağlık şu bu yani bi şekilde kurtulamıyorsun şu pis düzenden. Duvara tırmanıyosun ama duvar kaygan. Geri aşağı düşüyorsun. Köyde hem çobanlık yapıp hem okuyan insanlar örnek verilir ya, emin olun onlara da en azından fikren destek olan, sevgiyle yaklaşan insanlar olduğu içindir. Yoksa insan kendi kendine bir bok başaramıyor. Çok zorladım, çok denedim, gece gündüz metinler hazırladım, podcastlar yaptım, sayfalar yönettim, dijital kitaplar yazdım, şiirler yazdım, seslendirdim, dublajlar yaptım, mizah sayfaları yaptım. Ya hesaplarım kapandı ya tutmadı. Ama ne yaptıysam emek harcadım kaliteli şeyler yapmaya uğraştım. Gece uyumadım sabahlara kadar bir şeyler yaptım. Sonuç ? Tiktokta götünü sallayan bi kız kadar kimse umursamadı. Gerçekten çok iyi bildiğim bir şey var ki, bu dünyada gerçekten emek veren, gerçekten hakeden insanlar değersiz oluyor. İnsanlar nerde polemik var, nerde ahlaksızlık var onları seviyorlar. Veya sen emek veriyosun vakit harcıyosun ama senden çalıp paylaşan birinin sayfasında daha çok beğeni alıyor içeriğin. Yani hırsız daha değerli. Nefret ediyorum ya herşeyden iliklerime kemiklerime kadar nefret ediyorum. Son olarak bu sitemi yapmama sebep taştığım olay, Twitter da bi hesap çıktı karşıma beni takip etmiş. Sayfanın adı Orospu çocuğuyum. Merak ettim niye kendine böyle diyo diye bi tıkladım herif annesine, kız kardeşine karşı neler neler yazmış, gizlice fotolarını çekip paylaşmış ve takipçi sayısı 38 bin. 38 bin !
Sende salak gibi geceni gündüzüne kat bişeyler üretecem diye ugraş. Gerçekten kendimi çok çaresiz ve salak hissediyorum. Bu pis düzende bu lanet çağda iyi kalmak o kadar zor ki, tarih öncesinde yaşasak bu kadar zorlanmazdım. 2024 değil 2104 de olsa insanlıktan bi bok olmaz..
33 notes · View notes
harfzen · 1 month
Text
demzen 158
Bursa'dan döndükten ve kendimi eve bıraktırdıktan sonra koşarak deniz kenarına geldim. Bir orta anadolu vatandaşı olarak denize bu kadar bağlı olmanız tuhaf bayım dedim kendime. Bir kahve içerken denize bakarak birazcık yazmadan uyuyamıyorum. Talihsiz bir dünyanız var bayım. Bir decaf latteye nakit 125 türk lirası ödeyecek kadar talihsiz. Kartla ödeyince fiyatların nereye uçtuğunu farkedemiyorsunuz. Arada bir ben neden yazar olmuyorum heyheyleri geliyor. Uzaktan geliyor böyle yavaş yavaş. Sen kimin heyheyisin birader? diyecekken tanıyorum. Bu benim heyheyim. Yazar olmuyorsun çünkü bir işin var. Yüzdürecek tek gemin edebiyat yeteneğin değil. Çok satarak gelecek para için çok satacak kitaplar düşünmeye mecbur değilsin. Mecburiyet olmadığında sırf insanlara iyilik ve yol göstermek için uğraşacak bir meselen yok. İnsanların genelinden beklentin senden uzak durmaları. Nasıl olur da senden uzak durmalarını bu kadar beklediğin insanlara bir şeyler satmak için uğraşabilirsin? Tabii ki uğraşamazsın. Fuck people in general and abstain from sex in particular. Haksız mıyım? Marquez'in ilk kitabını nasıl gönderdiğini dinlemiştim. Kitabın elde yazdığı tek kopyasını yayıncıya göndermek için cebindeki son parasını postaya vermiş. Hepsine parası yetmediği için ikiye bölmüş de ilk kısmı göndermiş. Sonra gitmiş saatini rehin vermiş, ikinci kısmı göndermiş. O derece bir fakirliğin içinde yazmış bu adam. Bu kadar mecbur kaldığım, yazıp yayınlamazsam karımın evden atacağı bir durum yok. Yazmazsam beni kimse bir yerlerden atmayacak. Şu an oturduğum kafeden bile atmazlar. Latteye 125 türk lirası verdim. Akademik bir mecburiyetim de yok. Ortamlarda yazar olarak tanınmaya çalışmıyorum. Ortamlarda herhangi bir şey olarak tanınmaya da çalışmıyorum. Beni yazar olarak değil, mühendis olarak sevsinler isterim. Yazar olarak sevilmek nedense bana makbul gelmiyor zaten. Zülfü Livaneli'yi sevenler beni sevsin istemem mesela. Allah korusun. Neden toparlanıp bir kitaba çevireyim bunları? Arada bir evet ya, şu denemeleri bir toplayıp yayınlasak mı diyorum. Heyheyimi ciddiye aldığım zamanlarda Virgül isimli bir deneme koleksiyonunu kendim yayınlarım diye gözden geçirttim. Benim el atıp bir yerlere yüklemem lazım gelen safhaya geldi ama bende herhangi bir motivasyon olmadığı ve heyheylerim kaybolup gittiği için kaldı öyle. Neden yayınlamak lazım sorusunun cevabını sadece insanlara faydası olabilir diye verebiliyorum ve itiraf etmek gerekirse bu hiç umurumda değil. Bu dertleri çekmemiş, burada yazanları zaten yaşamamış insanlara faydası olacağını düşünmediğim gibi, faydalı olsun diye bir kalıba girecek kadar önemli bir mesele gibi görmüyorum. Hepsi geçer. Neticede hepsi geçmiştir. Bu öğretecek bir şeyim yok hissinin muadilini Bodhidarma'nın ilk öğrencisini ancak kolunu kesip getirdikten sonra kabul etmesinde buldum. Ben Bodhidarma değilem. Ne satacak bir kitap, ne öğretecek bir bilgi, ne görecek bir ilgim var. Kolunu kesen kolunu kestiğiyle kalır. İyisi mi heyecanlı bireylerin kolu bacağı ve parası yerinde dursun. https://ift.tt/MuT370y
1 note · View note
trcoffeebyefe · 3 months
Text
Dijital Kitaplar Basılı Kitaplara Karşı
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Artık pek çoğumuz bilgiye ulaşmak ve kendimizi eğitmek için dijital araçlara başvuruyoruz. Fakat bilgiye ulaşırken kullandığımız elektronik içerikler, basılı yayınlara göre daha mı faydalı yoksa daha mı zararlı? İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Şahsen ben çok fazla elektronik kitap okuyan biri değilim sadece aradığım kitabın fiziksel kopyası yok ise veya fiyatı çok gereksiz yere yüksek ise dijital kitapları okuyorum.
Daha önceki yayınlarda bahsetmiştim; ben amatör bir klarnetçiyim ve türk müziği bilgimi arttırmaya çalışıyorum. Tamda bu yayını hazırlamadan bir ay önce İsmail Hakkı Özkan’nın Türk Mûsıkîsi ve Nazariyatı kitabını dijital olarak satın aldım. Müzik üzerine eğitici bir kitabı iPad üzerinden okumak açıkcası benim oldukça hoşuma gitti. Çünkü bu kitabın üzerine dijital olarak notlar almak ve istediğim bölümlerin altını çizmek ve hata yapınca dönüp bunları kolaylıkla düzeltmeyi faydalı buldum.
Gerçi fiziksel olarakta bu kitabın üstüne notlar alabilirsiniz ama sanırım ilk defa iPad satın aldığım için iPad’ten en fazla oranda fayda sağlama isteğide dijital kitaplara beni yöneltti.
Bunun üzerine bir adet daha kitabı dijital olarak satın aldım ama ben normalde her akşam uykuya dalmadan önce ki bir saat boyunca basılı yayınlar üzerinden kitap okuyan biriyim. Bir anda dijital yayınlara geçince bazı değişimlerin meydana geldiğini fark ettim. Durum böyle olunca bu konuyu araştırmaya karar verdim ve bu araştırma benim doğru bildiğim pek çok yanlışı ortaya çıkardı.
Algılama
Yapılan araştırmalara göre, insanlar ekrandan bir şeyler okuduklarında, yazılı basından okudukları kadar konuyu anlamıyorlarmış. İşin ilginç yanı ise bu araştırmalara katılan pek çok kişi bunun farkında dahi değilmiş.
Bu araştırmalardan birinde, İspanya ve İsrail’deki araştırmacılar dijital ve basılı yayınları okuyanları karşılaştıran 54 çalışmayı yakından incelemişler. 2018’de yapılan bu araştırmaya 171.000’den fazla okuyucuyu katılmış. İnsanlar, dijital metinleri okuduklarında bundan daha fazla yarar gördüklerini düşünmüşler ama araştırmanın sonucu bunun tam tersi bir sonuca varmış.
Dijital İçerikleri Anlamak Daha mı Zor?
Ben bu araştırmayı okuyunca ilk olarak şunu sordum; nasıl olurda aynı metinleri ekrandan okumak ve kitaplardan okumak farklı olabilir? University of California’da çalışan sinir bilim uzmanı Maryanne Wolf beynimizin bir ekrandan bir metni okumaya çalıştığında kitaptan o metni okurken aynı tepkiyi vermediğini söylüyor.
Örneğin konuşmayı öğrenirken çevremizdeki sesler sayesinde bunu öğreniyoruz fakat okumayı öğrenmek için ekstra bir çaba göstermemiz gerekiyor. Araştırmacı Wolf; beynimiz sadece okumak için özel bir hücre ağına sahip olmadığını söylüyor. Bir metni okuyacağımız zaman beynimiz yüzleri tanımak için geliştirdiğimiz ağı, harfleri tanımak için kullanıyor.
Dijital içerikleri okurkende yazı dışında başka bir içerik ekranda belirdiği an beynimiz ilk olarak o nesnenin ne olduğunu çözmeye odaklanıyormuş. Bundan dolayıda da algımız çok hızlı biçimde düşüyormuş.
Buna ekstra olarak bir ekrandan bir metin okuduğumuzda pek çok insan yazılı yayınlara göre bu içerikleri daha hızlı okuyor. Telefonda yaptığımız pek çok işlemi hızlı yapma alışkanlığı bizde hızlı okuma alışkanlığının oluşmasınada sebep olmuş. Farkında olmadan sahip olduğumuz daha hızlı okuma alışkanlığıda konuyu daha yüzeysel geçmemize sebep oluyor.
Nerede Kaldığını Hatırlamama
Araştırmayı buraya kadar okuduğumda, belki sadece dijital kitap okumak için bir araç alırsam bu sorunlar ortadan kalkar diye düşünürken bunun da bu sorunu ortadan kaldırmayacağını gördüm.
Basılı bir kitaptan bir şeyler okurken, beynimiz kitabın içerisinde otomatik olarak bir haritalama yapıyormuş. Örneğin; son okuduğunuz sayfada köpeğin öldüğü bölüm sayfanın sol üst kısmında yer alıyorsa, kitaba bir kaç gün sonra yeniden döndüğünüzde otomatik olarak beyniniz o bölümü size hatırlatabiliyormuş.
Bu işlem dijital içeriklerde neden olmuyor derseniz; dijital bir içerik okurken kitabın sayfasını değiştirme eylemi yerine, aşağı veya sağa kaydırma işlemini yapıyoruz. Her ne kadar bazı uygulamalar, sayfa değiştirme animasyonunu da kullanıyor olsalar, beynimiz ekranda kayan yazılar arasında nerede kaldığımızın haritasını oluşturamıyormuş.
Sayfa duygusu neden önemli?
Peki bu sayfa duygusu neden bu kadar önemli? Yani kaldığımız yeri hatırlamasak ne olur ki?
Dünya hafıza şampiyonasına katılanlara bu soruyu sorarsak herhalde bize güleceklerdir. Çünkü, bir şeyi hafızada tutmanın en etkili yolu; onu görsel olarak haritalayabilmekten geçiyor. Yani bu yarışmaya katılanların her biri metinleri veya rakamları kafalarında oluşturdukları bir hikayeye çevirerek bu işi başarıyorlar.
Beynimiz, yazıları kaydırma eylemi ile okumaya çalıştığımızda kayan yazılar arasında arada hiç bir bağ kuramıyor ve buda kelimelerin iletmesi gereken fikirlerin arasında ki bağların çok daha hızlı kopmasına ve pek çoğununun daha anlamsız hale gelmesine sebep oluyormuş. Özellikle okuduğumuz metin daha uzun olmaya başladıkça algımızda giderek azalıyor; özellikle 500 kelimeden daha uzun olan içerikleri dijital platformlarda okuduğumuzda algımız yüksek oranda azalıyor.
Okuduğunuz tür önemli mi?
Araştırmacılar okunan türe göre algı miktarınında değiştiğini keşfetmişler. Örneğin; bilim kurgu içerikleri, diğer içeriklere göre dijital platformlarda daha az anlama kaybı yaşanarak okunuyormuş. Harry Potter gibi kurgu romanları okuyanlar, diğer türlere göre okuduğunu daha iyi anlayabiliyormuş. Kurgusal romanların dışına çıkıldığında ise insanlar basılı yayınlardan okumalar yaptıklarında okudukları konuya daha fazla hakim oluyorlarmış.
Dikkatimizi Dağıtan Diğer Unsurlar
Sacramento’da California State üniversitesinde araştırmacı olan Dr.Jenae Cohn eğitimde teknolojinin kullanması üzerine yıllardır çalışıyormuş ve kendisi dijital okumayla ilgili bir kitap yayınlamış.
Dr. Cohn’a göre en büyük sorun sadece ekrandaki kelimeler değil, okuma yapıldığı sırada gelen bildirimler ve diğer dikkat dağıtıcı unsurların okumayı çok fazla böldüğü ve dikkatimizin çok kolay kaybolduğunu savunuyor. Keza, haksızda sayılmaz ben ne zamanki iPad’den bir kitap okumaya kalksam rahatsız etme moduna geçmeyi unutup sürekli olarak gelen bildirimlere maruz kalıyorum. Bildirime tıklamasam dahi bunları görmek dikkatimi dağıtıyor.
Tabi birde mavi ışınlar gözlerimizi çok daha fazla miktarda yoruyor ve uykuya dalmamızı sağlayan hormonların salgılanmasını geciktiriyorlar. Bazı elektronik kitap okuyucularda sadece kitap okuma işini yapabiliyor ve ekran parlaklığı gözü en alt seviyede rahatsız edecek şekilde ayarlanabiliyor.
Eğer bu cihazları kullanırsanız belki bu tarz dikkat dağınıklıklarının önüne belki geçebilir ve mavi ışınlara daha az maruz kalabilirsiniz. Hatta 2023 senesinde en çok satan ilk 10 adet elektronik kitap okuyucunun listesini de sizler için ekledim. Aşağıdaki linkten bu cihazlarada ulaşabilirsiniz.
Dijital okumanın hiç bir yararı yok mu?
İster istemez bende dijital okuma yapmanın hiç bir faydası yok mu diye sorgulamaya başladım. Tarafsız bilgiye ulaşmak için dijital okuma yapmanın yararlarını da araştırdım. Çünkü internette bir konuyu araştırırken sorduğunuz sorunun olumsuz veya olumlu durumuna göre değerlendirilmiş cevaplar alıyorsunuz.
Kolay Ulaşım ve Filtreleme
Dijital okumayı bu kadar çok yermeye de gerek olmadığını o zaman gördüm. İlk olarak hastalık veya bazı diğer özel koşullardan dolayı kitaplara ulaşamayan insanlar, bir cihazlar sayesinde bütün bir kütüphaneyi yanlarında taşıyabiliyorlar. Üniversiteler ve eğitim sürecinde olan öğrenciler yüzlerce sayfalık bir kitapta anahtar kelimeleri filtreleyip anında istenilen bilgiye ulaşabiliyorlar.
Ayrıca kitaplardaki metinlere websitelerinin linkleri kolaylıkla eklenebiliyor ve linkler sayesinde görsel içeriklere ve daha derin açıklamalarada ulaşılabiliyor.
Fiyat Farkı
Dijital yayınların pek çoğu basılı yayınlara göre çok daha ucuz ve buda kitaplara ulaşabilmeyi oldukça kolaylaştırıyor. Keza bende türk musikisi kitabının dijital versiyonunu bu yüzden tercih ettim, fiyatı neredeyse %70 daha ucuzdu.
Özel Yazı Tipleri
Birde dyslexia (disleksi) denilen hastalığa sahip olan kişiler, (disleksi öğrenme sürecinde zorluk yaşanmasına sebep olan bir hastalık) yazı tiplerini ve arka plan rengini değiştirdiklerinde daha rahat okuma ve algılama yapabiliyorlarmış. Birde görme engelli olan kişilerde bu kitapları bu cihazlardan dinleyebiliyor, okuyucu seçebiliyor, okuma hızınıda belirleyebiliyorlar.
Son Söz
Konuyu toparlayacak olursak, dijital yayınlar hayatımızda her zaman yer alacaklar ve teknolojik gelişmelerdende fayda sağlayamaya devam edecekler. Yazılı basınların için de aynı şeyi söylemek şu an için oldukça zor gibi gözüküyor. Dijital yayınlardan daha fazla miktarda fayda görmek içinse araştırmacı Naomi Baron’a göre daha yavaş okuma yapmamız, dikkat dağıtıcı unsurlardan uzak durmamız bu içeriklerden daha fazla yarar görmemizi sağlayacaktır.
Bu bölümde dijital yayınların basılı yayınlara göre ne gibi avantaj ve dezavantajları olduğunu konuştuk. Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Lavoie, M. (2021, March 3). Reading online vs offline: What’s best for learning? Oxford Learning. https://bit.ly/48GlEjv
Hurt, A. E. (2023, September 5). Will you learn better from reading on screen or on paper?. Science News Explores. https://www.snexplores.org/article/learn-comprehension-reading-digital-screen-paper
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
0 notes
serguzest · 4 months
Text
Hüzün
Ankara'da bir sahafa gittim, birkaç kitap aldım. Bir tanesi, Ahmet Cemal'in 'Lanetlenmiş Ağustosböcekleri' adlı kitabı. Deneme.. Bazı yazarların ve çevirmenlerin, sezgisel olarak, işlerinde çok iyi olduğunu bilirim. Henüz hiç okumamış olsam da. Ahmet Cemal de böyle.
Kitabı aralıyorum, daha önceki sahibine hediye edilmiş. İlk sayfalardan birinde, şunlar yazıyor:
'Sevgili Meliha ablama,
2013 yılı için
en iyi dileklerle!
Mahiye 2012'
Kitap, 2012 yılının aralık ayında alınmış, muhtemelen yeni yıl hediyesi. Yazı, mavi kalemle yazılmış.
Kitabın son sayfasında, Meliha hanım kırmızı kalemle şöyle yazmış:
'Bu kitap iki kişi tarafından okunmuştur. Mahiye ve Meliha..
10 şubat 2013 bildirdiğim gündür.
Bir kez daha okuyabilmek dileğiyle kapatıyorum
Meliha '
Yani, kitap aralık ayında hediye ediliyor, şubat ayında bitiriliyor. Kitabın arasında, İstanbul Modern müzesinden alınmış bir kitap ayracı.. Ayracın üzerinde Hikmet Onat adlı bir ressamın resmi var. Demek ki, kitabı okuyan, görsel sanatlara meraklı biri. Ayrıca, kitabı beğenmiş,  yeniden okumak istiyor..
Aynı sahaftan aldığım bir başka kitap ise: Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun 'Delifişek' adlı kitabı.. Sanat üzerine yazılar. Kitabın ilk sayfasında, alındığı gün, kitabı alanın ismi yazılmış:
'Meliha K.
29 eylül 1975
Ankara'
İlk kitabın hediye edildiği Meliha ile, ikinci kitabın sahibi aynı insan olabilir.. Sonuçta iki kitabı aynı sahaftan aldım... Eğer bu doğruysa, Meliha hanım, diyelim ki 1975 yılında, 20'li yaşlarında. Ressam, veya görsel sanatlara meraklı. İleriki yaşlarında İstanbul Modern'i ziyaret etmiş. 2012 yılında, Mahiye isimli bir başka hanım, ona başka bir kitap hediye ediyor.. Bu dönemde, Meliha hanım 60 yaşlarında olmalı..
İyi kitaplar seçen, estetik zevki gelişmiş bir insan. Kibar, düşünceli. Belki manzara resimleri yapıyordu, belki öğretmen veya akademisyendi. 60'lı yaşlarında hastalanıyor. Belki, kötü bir evlilik yaşamıştı.
Ben kitabı 2023 yılında aldım. Yani son kitap alındıktan on yıl sonra. Muhtemelen Meliha hanım, bu süreçte vefat etti ve kitapları, çocukları tarafından sahafa satıldı. Aynı sahafa tekrar gitsem, belki Meliha hanımın notlarıyla dolu onlarca kitap bulabilirim.
Beni hüzünlendiren, kitabın arkasına yazdığı cümle:
'Bir kez daha okuyabilmek dileğiyle kapatıyorum.
Meliha.'
0 notes
karincakarakedi · 2 years
Text
Tuhaf ama Gülümsetiyor~
Bu aralar hayatın nasıl bir şey olduğu hakkında kendime soru sorup durur oldum. Aslında hayatın belli dönemlerinde bu soruyu sık sık kendimize soruyoruz. Yani bunda özel bir şey yok.
Zaman pek-çok hüznü, mutluluğu, acıyı, tatlılığı ve tuhaflığı birbiri ardına sıralıyor. Bunun çok kötü olduğunu düşünmüyorum. İyi olduğunu da. Hayat kötü ya da hayat iyi diye keskin yorumlar yapmak bugünlerde nedense gözümde pek bir anlam ifade etmiyor. Hayat bir noktada başlayıp sona doğru ilerleyen bir şey. İyi dediğimiz an kötü, kötü dediğimiz an iyi olabiliyor. O anlar iyi veya o anlar kötü demeyi tercih ediyorum bu yüzden.
Geçen çarşamba gerçekten stres dolu günleri geride bıraktım. Önemli bir sınavım vardı ve sınav sabahı bacağıma keskin bir kramp girdi. Bununla uyanmak tatsızdı.
Ayrıca haftalardır heyecanla beklediğim oyun güncellemesini de açamadım. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım yapamadım. Küçük bir sorun olsa da sabah için heves kırıcıydı.
Öğlene doğru ise kramp geçip hazırlanırken somurtarak günün kalanını düşündüm durdum. Gerçi o tatsız talihsizlik sınavı düşünmeme engel olduğu için memnunum. Yine de aynı şeyi yaşamak istemem~
İçimden çok söylenmediğim için kendimi tebrik ediyorum.
Akşam yolculuğum sorunsuz geçti. Ayrıca iyi şeyler de olmadı değil. Binmekten vazgeçtiğim metrobüs yolda bozulmuş. Gerçi her halükarda bozulması kötü bir şey ama tuhaf bir detaydı~
Sınavımın nasıl geçtiği konusunu askıda bırakıyorum. İyi ya da kötü geçmesi önemli değil, gerçekten çok güzel hazırlandığım ve sonuna kadar pes etmediğim için kendimi tebrik ediyorum. Konu dans ise heyecanlanılan anda sona kadar gitmek her zaman kolay olmuyor.
Pes etmemek zordur. İlerlemek bazen gerçekten hiç kolay değildir ancak durmaktan çok daha iyidir~
Tumblr media Tumblr media
Ayrıca bu aralar haftada iki gün olan Japonca çalışmalarımı bir güne çektim. Hem rahatça ingilizce çalışabilmek için hem de bilgileri daha da özümseyebilmek için. Üniteler kısalmış olsa bile anlık çalışıp okuyup geçtikçe daha kolay unutulur hâle geliyorlar. Kısa, küçük şeyler daha çabuk unutulur. Belki de bu yüzdendir. Bu konu için en azından üretebildiğim tek çözüm bu oldu.
Hem daha çok tekrar yapmış oluyorum hem de kendimi sıkımyorum. Japonca öğrenmeyi çok sevsem de ve bunu gerçekten düzenli devam ettirsem de bu konuda pek bir acelem yok, biliyorsunuz. Sadece öğrenmekten keyif alıyorum!~
Ama tabii hedefler var onlar ayrı~
Tumblr media
İngilizce konusunda, açıkçası şu an aldığım kursun "am is are Ving" gibi ezberci kalıplarla baştan tekrar etmemesi hoşuma gitti. Temeli olmayanlar için içerik eklemişler elbette ama temeli olanlar onu geçip sadece mantığını tekrar edebiliyor. Ayrıntı öğreniyor ki bu durum işimi çok kolaylaştırdı. İngilizce tekrarı yaparken beni bunaltan bir şey formüllü kalıplar. Çünkü çoğu ezberimde ve ilerledikçe ayrıntılar unutulduğu için düz ezberlediğim kalıplar soru çözerken pek yardımcı olmuyorlar.
Gerçi ilk konuları atlasam bile olurdu ama belki gözümden kaçanlar vardır diye düşündüğüm için bu fikirden vaz geçtim. Hem vakit kaybı da olmuyor, vaktim var.
Yine de hangi online kursu aldığım veya iyi ya da kötü olduğu hakkında net bir yorum yapmam için biraz ilerlemem gerektiğini düşünüyorum. Sadece birkaç videodan bunu söylemek biraz zor~
Bu ara derslerim, açık öğretim soruları çözmek, Japonca ve ingilizceden ibaret~
Bunun dışında bu ayki hedefim bir roman bitirmekti. Küçük Mucizeler'i bitirdim. Son Cüret'in ise yarısına geldim. Onu da ay sonlanmadan bitirmeye çalışıyorum. Okumak istediğim başka kitaplar olduğu için biraz sabırsızım bugünlerde.
Ayrıca oynadığım oyuna gelen güncelleme çok hoş. Sumeru bölgesi başlı başına muazzam bir yer. Haritayı yavaş yavaş keşfediyorum ve bazı yerlerin manzaraları çok hoş~
Oyun demişken oyunun şirketi son zamanlar müzik yapımı konusunda kendini gittikçe aşıyor. Geçtiğimiz 2.7 versiyonunda hoşuma giden bir melodiyi buraya bırakıyorum. Açıkçası bana ilham veriyorlar..
youtube
Son olarak son günlerde anime olarak "Fate" serisinden bazı sezonları izlemeye başladım. İnternette seriyi izlemek için o kadar çok sıralama vardı ki nereden başlasam şaşırdım. Ben de gidip asıl olaylardan on yıl önce geçen Fate/Zero ile başladım.
Şahsi görüşümü söylemek gerekirse. Animenin müzikleri çok güzel. Zaten seriyi izlemesem de pek-çok sezonu ve serisinin müziklerini dinliyordum.
Hikaye konusunda ise 7 kişi, 7 tarihi karakteri büyülü silah olarak çağırıyor, onlarla anlaşma yapıp "kutsal kase" adında bir nesne için savaş veriyor. Karakterleri ve animasyonları çok güzel, ayrıca durağan değil. Heyecanlı ilerliyor bu da güzel yanı. Henüz olayların başında olduğum için hâlâ bazı konuları anlamasam da büyücülük ve tarihi karakterlerden uyarlama teması hoş~
Özellikle spoiler yemek pek rahatsızlık duyduğum bir şey olmadığı için -tabii bu seriye ve olaya göre değişir lütfen izlediyseniz aşağıya spoiler yazmayın- Velvet Viewer karakterinin savaştan on yıl sonra geçen daha dedektiflik temalı olan "Lord El-Melloi II Sei no Jikenbo: Rail Zeppelin Grace Note"u da izlemeye başladım.
Yalnız.. Anime isimleri neden bazen bu kadar uzun oluyor? :/
Kabul etmeliyim.. Bir şeyler izlerken hiç düzenli ve sıralı ilerleyemiyorum. Ama karakter başından beri ilgimi çekti. Çok güçlü bir karakter olmayışı sanırım hoşuma giden şey.
Ancak o seri hakkında konuşmam cidden izlemek isteyenler için çok sorun oluşturacaktır. Sadece karakterlerin büyümüş ve yaşadıkları sonucu olgunlaşmış hallerini güzel işleyen eserler hoşuma gidiyor. Küçüklük hallerini gördükten sonra büyümeleri ve eskiye benzer ya da değişen huylarını görmek keyifli~
O kadar fate dedim, anime dedim.. Fate serilerinde en sevdiğim şarkılardan biri olan Brave Shine'ı buraya bırakıp kaçıyorum..
youtube
Tuhaflıklar ve olumsuzluklar bizi kovalayıp durabilir ama ilerleyip ilerlememek bize kalır çoğu zaman. Bu yüzden ilerlediğiniz her an sizler için kolaylık ve gülümseten küçük ayrıntılarla dolu olsun~
Bugün de sıkı çalıştınız, emeğinize sağlık!
~Anka
1 note · View note
okayarik · 2 years
Text
Kitap ciltleme
Tumblr media
Kaybolan el sanatlarında bugünkü konumuz kitap ciltleme. Aslında hiç hesapta yokken geçen aldığım bir kitabın kaynakçasında B.V. Kutuzov’un “Geometri” isimli kitabını görünce aklıma geldi bu fikir. Kitabı lise yıllarından hatırlıyordum. Elipsin odaklarını tanımlayan “Dandelin kürelerini” bu kitaptan öğrenmiş, büyülenmiştim. Türk Matematik Derneği’nin üç cilt halinde yayınladığı kitabı bu vesileyle tekrar hatırlayınca nadirkitap’tan sipariş verdim.
Tumblr media
Dediğim gibi 3 cilt olarak yayınlanmış olsa da aslında tek bir kitap Geometri. Kitaplar dönemin ciltleme teknikleri ve maliyet gibi sebeplerle karton (tabi selefonsuz) kapakla piyasaya çıkmış. Teknik günümüz kitaplarına benzese de farklı olarak formalar birbirine zımba tellerle tutturulmuş. Kitap koleksiyoncularının iyi bileceği gibi tellerin kötü bir huyu var o da paslanmak. Yukarıda solda görüldüğü gibi bağlı olduğu kağıtları çürütmesi de cabası. Sonuç olarak önce bu tellerden ciltleri kurtarmak, sonra da formaları en az zararla karton kapaklardan ayırmak gerekti.
Tumblr media
Formalar (16′şar sayfadan oluşan, büyük bir kağıdın önlü arkalı baskısından sonra üç defa ikiye katlanarak oluşan birimler) özgürleştikten sonra sıra gerek zamanla oluşmuş gerekse bu işlemleri yaparken yapraklara verdiğimiz zararın tamirine geldi. Olabildiğince ince bir kağıttan (japon) şeritlerle sayfa birleşimlerindeki zayıf bölgeleri takviye ettim.
Tumblr media
Sonrasında ciltler arası küçük boy farklılıklarını gidermek için biraz tıraşlama yaptım. 
Tumblr media
Ardından formaların dikimine sıra geldi. Bu iş için öncelikle dikimi yapacağım noktaları tespit edip bu noktalardan her formaya küçük delikler açtım. Bu iş dikimi kolaylaştıracak.
Tumblr media
Formaları bir arada tutması için dört adet kendir ipinden şerit kullandım. İnce ve sağlam bir naylon ipi ciltlerde açtığım deliklerden geçirerek bu şeritlerin üzerine diktim. Böylece hem her forma içindeki 8 yaprak birbirine tutturulmuş oldu hem de formalar aynı şeritler üzerinde birleşti. 
Tumblr media Tumblr media
Artık birbirine tutturulmuş olan yapraklar için kapak yapmaya sıra geldi. Bunun için kalın mukavvadan birer dikdörtgen parça kestim. Cildin “sıvama” kapağını kaplamak için kuşe kağıda bastırdığım alttaki sade tasarımı tercih ettim. Ancak kapağa çok sevdiğim Dandelin kürelerini koymadan edemedim. 
Tumblr media
Şeritlere tutturmak için mukavvaların üzerlerine matkapla delikler açmak gerekti. Her kendir şeridi beş ipçikten oluştuğu için her şerit için beşer delik açtım. Böylece hem kapakta şeritten kaynaklı bir şişkinliğin oluşmasını önledim hem de yük kapağa daha eşit biçimde dağılmış oldu. 
Tumblr media
Ardından ipçikleri deliklerden geçirip bağladım. Böylece şeritler, hem formaları hem de ön ve arka kapakları birbirine tutturmuş oldu.
Tumblr media
Ardından sırt kısmı için uygun bir karton kesip ön ve arka kapaklara yapıştırdım. Böylece şeritlerin fazla saçakları da bu parçanın arkasına gizlenmiş oldu. 
Tumblr media
Son olarak kuşe baskıyı artık tek parça haline getirdiğim kapağın üzerine kapladım. Daha önceden formalara ayrıca eklediğim baş ve son sayfaları da bu kaplamanın kapak içlerine yapıştırarak ciltlemeyi tamamlamış oldum. 
Tumblr media
  Kütüphanede de fena durmadı sanırım.
Tumblr media
4 notes · View notes
mevsimsizcicek · 3 years
Text
Ocak’21
Bitmesinin üzerinden günler geçmişken, yazmak için ancak fırsat bulduğum ocak notlarım. 31′inde yüklediğim final ödevi sonrası yazmayı beklerken, o gün başlayan ve bugüne kadar devam eden migren ataklarıyla ve şansızlık zinciri ile beraber sakız oldu. Sonunda başındayım. Uzun zamandır bir şeyler yazmadığım için sonradan yazdığıma pişman olacağım onlarca şey yazacağım gibi duruyor. Başlayalım. 
Doğduğum ay olan marttan sonra en sevdiğim iki ay aralık ve ocaktır. Yıllardır ocak ayında onlarca hedefe başlarım. Geçen yıllardan edindiğim derslerle birlikte bu defa uzun vadede süreklilik sağlayacağım ve birbiriyle alakalı olursa devam ettireceğimi düşündüğüm hedefler seçtim. Üniversite hazırlıktan itibaren hiç aşağı inmeden daima yükselen kilo grafiğimdeki artış ben aynaya bakınca mutlu değilim artık farkındalığı ile son buldu. Egzersiz, sağlıklı beslenme ve düzenli uyuma gibi küçük hedeflerden sonra uzun zamandır duyduğum ama hiç denemediğim aralıklı orucu (intermittent fasting) denemeye karar verdim. 31 gün boyuna her gün en az yarım saatlik yapılan hafif düzeyli egzersiz ve 16:8 beslenme düzeni ile giden 4.5 kilo için kendimizi bir tebrik edelim. Aldığım kiloların 6 yılda alındığını hesap edersek ilk ay için gayet memnun edici bir sonuç. 
Üniversitedeki en yakın arkadaşlarımdan olan ve aynı bölümden mezun olduğumuz dostum bir üniversitede araştırma görevlisi kadrosu aldı. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam, bu yola girdiğimde her şeyin çalışmakla olacağına aşırı inanan ben zaman ilerledikçe tuhaf ama acı gerçeklerle karşılaşmaya başlamıştım. Şimdi 4 yıl boyunca aynı hayali kurduğumuz ve verdiği emekleri gördüğüm arkadaşımın emekleri ve hakettiği için kazanması umutlarımı yeniden canlandırdı. Demek ki hala doğru işleyen şeyler var. Şimdi ellerimizi semaya kaldırıp hayırlı bi kadro da mutlufil için istiyoruz. Başkası için dua etmek iyi dilekte bulunmak çok güzeldir diye diyorum. İşin şakası daha mezun olmamın üstünden altı ay bile geçmeden her gece umutlarımdan bir parçayı daha kaybetmek aşırı sinir bozucu. Ama yapacak bir şey yok. 
Avokado ve limon ile başlayan çekirdekten filizlendirme hevesim meşe palamudu ve cevize de sıçradı. Onlarla tek tek ilgilenmek, topraktan başlarını çıkarmalarını görmek, aynı gün içinde büyüdüklerini fark etmek, güneşle olan ilişkilerini seyretmek anlatamayacağım kadar güzel bir  duygu. Şu an filizlenip fidan olmuş 14 meşe ve 3 cevizim var. Zamanı gelince bahçeye geçmeyi bekliyorlar. Seneye nasip olursa bu işi daha sistematik  bir şekilde yapmayı planlıyorum. Buyrunuz bebeklerim: 
Tumblr media
Anlatacağım daha çok şey vardı ama hepsi yine aklımdan gitti.
Bir şeyi hatırladım şimdi. Her ne kadar bir noktada gün içerisinde kendime serbest alan bırakmak istesem bile gün içerisinde uyguladığım bazı rutinler olmazsa gerçekten dağılıyorum. Gelecek aylarda devam eder miyim bilmiyorum ama bir ay boyunca sabah kalktığım andan itibaren uymaya çalıştığım birkaç rutin belirledim. Şimdilik yolunda gidiyor. Rutinleri bozduğum günler elbette oluyor sonuçta robot değil insanım fakat genel manada belirli bi çizgiyi takip etmek beni duygusal olarak çok rahatlatıyor. 
İlk alırken günlük olmaması nedeniyle çok üzüldüğüm haftalık  ajandamı son yılların en verimli haliyle kullanabiliyorum. Ajanda kullanma yetilerim mi artık gelişti, yoksa her şeyi kayıt altına alma isteğim mi çok arttı bilmiyorum. Açıp topluca baktığımda yanaklarımı sıkmadan edemiyorum.
Ajanda demişken bu yıl uyku saatlerim ve günlük duygu durumlarım için bir tablo kullanmaya başladım. Uyku saatleri neyse de duygularım için bir tablo tutmak devam ettiremeyeceğim bir durum gibiydi. Ama 31 Ocak’ta açıp baktığımda şöyle topluca görmek çok iyi geldi. Aslında kendimi tanımak yolunda da attığım önemli bir adım. Başka nasıl 31 günün 12′sinde işlerimi aksatacak kadar kaygılı olduğumu bilecektim. Sonradan yorumlamak için faydalı bir kayıt. 
Bu aya dair anlatacaklarım bitti. Bu bölümüne kadar bir şeye katmayan yazımı faydalı bir iki şeyle bitirmek istiyorum:
Kitaplar: 
Yürümenin Felsefesi / Frederic Gross: Henry David Thoreau ile başlayan yürüyüş üzerine okumalarımın devamı. Güzel bir kitap. Yürümenin de felsefesi mi varmış dememek lazım. Varmış. 
Çocuk Eğitimi / Alfred Adler: Sadece bir kitap ismi yazdım ama Adler’in tüm kitaplarını kesinlikle tavsiye ederim. Çocuk teorileri dersimde yapmam gereken ödev için seçtiğim Adler hayatımın en doğru ödev seçimi oldu. Mutlaka okumalısınız. 
İzlediklerim: 
Less is Now: The Minimalist belgesellerinden sonra youtube, podcast ve blog olmak üzere erişebildiğim her yerden takip ettiğim bu insanların elbetteki son belgesellerini de kaçıramazdım. Minimalizm hayatıma ben çok tuhaf bir zaman aralığındayken girdi. Hala kendimi bir minimalist olarak adlandıramam ama şu an olduğum halimi şekillendirmeme inanılmaz faydaları olan bir felsefe. 
Spirited Away: 
La La Land: aldığı ödüllerle hiç ilgilenmemekle birlikte minik hassas kalbimi aşırı kırdığı için her yere büyük harflerle hayal kırıklığı yazdığım film. Hüngür hüngür ağlattı beni. Kırgınlığım büyük. Belki de bu yüzden iyi filmlerden anlamıyorum. 
Prensen Mononoke: Ormanın ruhu ölmez diyelim bir kalp bırakalım. 
10 Years with Hayao Miyazaki: İzlediklerimden anlaşılacağı üzere geç gelmiş bir Miyazaki keşif sürecine girmiş bulundum. Takınca tam olarak taktığım için elbette hakkında yapılmış her şeyi izlemem gerekiyordu. 4 bölümlük bir belgesel, ilk iki bölümü Türkçe son iki bölümü İngilizce altyazı ile izleyebilirsiniz. O kadar güzelki, o üretim sürecindeki disiplinden, sıkıntılardan kapanan yaratıcılı açmak için yapılanlardan etkilenmemek elde değil. Bir daha izlerim. 
Podcast:
Bazı yeni keşiflerim oldu. 
-Eee N’olmuş Yani?
-Akademik link 
-Anadolu’nun şifacı kadınları 
Buraya kadar okuduysanız önce kalpten teşekkür ederim, vaktinizi epey almış bulundum, umarım laf kalabalığından çok faydalı bir şeyler yazabilmişimdir. 
03.02.2021
29 notes · View notes
theangelisdead12 · 3 years
Text
bu bir veda
neden böyle bir şey yapıyorum bilmiyorum. ama buna ciddi anlamda bir son vermek zorundayız bunu ya sen yapacaktın ya ben yapacaktım. her türlü olması gereken bir şeydi bu. mesaj olarak yazmak istemedim. bir yerlerde kalsın istedim yazdıklarım. neden burayı tercih ettim bilmiyorum. gramutludegilim hesabını kapatmayacağım. madem senden kalan hiçbir şey yok o anı olarak kalsın. arşivdeki her şeyi çıkarıp bırakacağım. şu an 30.01.2021. aramız limoni, neden her şey bittiği halde fake hesap kullanmaya devam ettiğini sormuştum söylemedin. bazen bilmek fazlasıyla acı veriyor. keşke sana dair her konuda cahil kalsaydım. içimi döktüğüm bir yazı olacak. bunu ne zaman okuman için paylaşırım bilmiyorum ama o zaman her şeyin bu sefer bittiğine ikna olmanı istiyorum. benim canım çok acıyor. korkuyorum. artık bunu yaşamak istemiyorum. belirsizlik kalbimi zihnimi ele geçirsin istemiyorum. bilmek de istemiyorum. bu da beni korkutuyor. ihtimaller bazen o kadar korkunç bir hal alıyor ki.. içimi dökmek istiyorum. artık kendimi şarkılarla alıntılarla ifade etmek istemiyorum. bazı şeyleri kimseye anlatamıyor olmak çok yorucu. tahmin edemeyeceğin kadar çok. bu yazdıklarım nasıl bir etki yaratır bilmiyorum. gülümsemeyeceğin için özür dilerim. artık özürlerin, teşekkürlerin hiçbir anlamı kalmadı. belki senin için dilara ya da diğerleri sadece eğlenceden ibaretti ben de dahilim ama bunlar bende travma etkisi yarattı. asla kimsenin acısını yargılama, değerlendirmeye çalışma. bazı insanlar güçsüz olabilir ufak bir rüzgar devirip yok edebilecekken fırtınadan etkilenmeyen birileri de olabilir. her neyse. beni alt üst ettin. kimseye anlatamadım. kimseyle paylaşamadım. seni neden sevdiğimi çok fazla sorguladım. öyle yalnız biri de değilim aslında. hayatıma senden .çok daha derin düşünceli insanlar girdi. ailem sevgisiz ilgisiz asla olmadı. ama sen ne yaptıysan her şeyi bir kenara atacak kadar çok sevdim seni. dokunmak bir yana duymadan görmeden sevmek mümkünmüş. korkularımın bir kısmı burada biliyor musun. çirkin olmandan korkmuyorum. ruh hastası her şeyden önce benden yaşlarca büyük biri olmandan korkuyorum. o kadar geniş bir şey ki bu. her gün gördüğüm komşum,en yakın arkadaşlarımdan biri, yaşlı bir adam ya da, ya da yok yüzlerce binlerce ihtimal var.. ben sanırım daha fazla dayanamayacağım.artık hiçbir şey yaşanmamış gibi seninle konuşmaya içim el vermiyor. belki yıllar sonra karşıma çıkacaksın, belki hayatımdasın bilmiyorum ama biliyorum ki şarkılar  kitaplar alıntılar uzunca bir süre seni ifade etmeye devam edecek. buraya kadar gelebildiysen tebrikler sabırla okuyorsun. çaldığım zaman için özür dilerim. gerçi o kadar da hatırım vardır diye umuyorum. bu arada soğuk kanlı olabilmek uzaklaşabilmek için yalan söyledim. hayatımda bana iyi gelen kimse yok. aslında olmadı da. enesi de hiçbir zaman sevmedim. her ikisi için söylüyorum :)  bu kadar melankolik olmam normal. hala ergen sayılırım. belki 2 3 yıl sonra aklıma gelecek okuyacağım ve utanacağım. olsun. pek sorun  değil. sana büyük ihtimalle defalarca -kıyamadığımdan- seni tanıdığıma pişman olmadığımı falan söylemişimdir. elimde olsa seni ve sana dair her şeyi hafızamdan silmek isterdim. 13 yaşında bir kız ablasının yaşadıklarının sadece bir kısmına şahit olduğu için tanımadığı birinden  nefret ediyor. amacım nefret kusmak hırs almak değil.  şu an tahmin edemeyeceğin  kadar sakinim. şu an gönül ister çalıyor. neden bu ayrıntıyı verdim bilmiyorum. hani bazı görseller olur çaresiz ama vazgeçmiş. böyle anlatılmaz bu. daha çok evi yanmış bir insanın alevler içindeki evine hatıralarına baktığı bir resim bu öyle bir ruh hali ki en sevdiğin eşyaların,anıların gözlerinin önünde yok oluyor ve yapabileceğin tek şey seyretmek. evet, bu betimleme hiç abartı değil.  benim evim yanıyor. yok oluyorsun. daha fazla  acınası şeyler yazmayacağım. yani sanırım :)  seninle çok güzel anılarım oldu. onların hakkını asla yemek istemiyorum. başkalarıyla yarım saat konuşamayan ben seninle günlerce aylarca konuşabilirim. yine de aramızda bir bağın olduğuna inanıyorum. aynı zamanda rahatsız edici bir güven veriyorsun. çok uykusuz kaldık güldük. bunları yazarken gülümsüyorum çünkü hala içimde bir yerlerde sana karşı satılmışa hissettiğime benzer bir sevgi hissediyorum. bunu hayatımın sonuna kadar söyleyebilirim. keşke bu kadar imkansız olmasaydık. keşke sevginin her şeyi değiştireceğine dair olan inancım zamanla yok olmasaydı. eskiden dünyayı kurtaranın da o olacağına inanıyordum. hep aptaldım.  acı tatlı belirsiz uzun zamandır hayatımdasın her ne kadar bir anlamı olmasa da her şey için teşekkür ederim. o kadar büyük tecrübeler edindim ki sayende hayatım boyunca bir yerlerde minik de olsa izini taşıyacağım. saçma şarkılar dinliyorum. ister istemez etkileniyorum. aklım o kadar dolu ki. zihnim tamamen bunun son olduğuna ikna olmuş durumda bu yüzden hiçbir şeyi atlamak istemiyorum. ama karmakarışık her şey. elbet hayat devam ediyor başka insanlar seveceğim seveceksin. ben sende diğerlerinden farklı olarak tatlı bir anı olarak kalmak istiyorum. ve bazı şeylerin bana özel kalmasını.. bana yazdıklarının tıpatıp aynılarını dilaraya yazmış olmanı hala aşamıyorum biliyor musun. o filmleri başkalarıyla izleme. başkalarıyla anlam yükleme çok fazla da anısı olan bir şey kalmadı zaten aramızda. ben gidiyorum. en azından kendi açımdan her şeyi bitiriyorum. şarkıları silmeyeceğim ya da önemsizleştirmek için uğraşmayacağım. yaşadığımız şeyler ve varlığınla olduğu gibi barışıp kabullenip bir köşeye kaldıracağım. yok edilmeyi hak etmeyecek kadar değerliler benim için. aslına bakarsan bu kadar berbat değil gözümde. sadece korkuyorum. sana olan bağımlılığımı ele vermekten ya da tekrar seninle iletişime geçme ihtimalinden. zaman alacağına eminim. bazen sonsuza kadar bir yerlerde olacakmışsın gibi hissediyorum. ne olursa olsun bitmeyecek ama ilerlemeyecek de. eğer seninle sen olarak tanışma ihtimalim olsa bunu her şeyden çok isteyeceğime eminim. bende tahmin ettiğinden çok daha fazlasısın. çok daha fazla sevgi çok daha fazla bağlılık çok daha fazla acı. uzatıyorum çünkü içten içe bitmesini asla istemiyorum. ama bitmek zorunda. bu sefer öyle hemen unutmanı anlamsızlaştırmanı istemiyorum. her şeyi okuduktan sonra biraz tavanla bakışıp bir şeyleri aşmanı istiyorum sadece. eğer içinde bir yerlerdeysem beni aş bana dair ne varsa aş. sabaha kadar yazmak da istesem günlerce de sürse bu bitmek zorunda. ve şu an tükendiğimi hissediyorum. şimdi uzaklardasın çalıyor. ekranla bakışıyorum. bu yazdıklarım hiçbir zaman cevap almayacak. çünkü ben artık cevap aramak istemiyorum. bunları okuyabilecek misin emin değilim. tahmin edeceğinden çok daha fazla canım yanıyor. bitsin istemiyorum. gitmek istemiyorum ama bu sessizlik belirsizlik beni mahvediyor. sana sevgilim demeyi seviyorum. mantıksız olacağını farkındayım ama devamını bu şekilde hitap ederek getirmek istiyorum. o kadar çok ki dökmek istediklerim. daha fazla yük bırakmak istemiyorum. kendine iyi bak sevgilim. seni sevmek belki gerçek olmasa da yaşadığım en gerçek hislerden biriydi. annem her şeyi bilse seni öldürmek isterdi. ve büyük ihtimalle bu halde bile kalbimde uçan kelebek değil de martıların olduğuna inanmazdı. bana cezalar verirdi. sanki ben kendimi yeterince cezalandırmamışım gibi. bitirmeliyim. tavsiye bölümüne geçiyorum. senin sevgin her şeye rağmen bu kadar güçlüyse sınırlar olmadığı  zaman ne kadar güçlüdür tahmin edemiyorum. bir şeylere karşı sevgiyle yaklaşmaktan vazgeçme dedene bile. kendine hep çok iyi bak . sen bir şeyler yazamayacağın için söylüyorum ben iyi bakacağım merak etme. satılmışa da çok iyi bakacağım.seni aşmam ne kadar sürer bilmiyorum ama çok özleyeceğimi bil. hatta emin ol çünkü ben eminim.seni çok özleyeceğim alışmış olmama rağmen belki acı bile çekeceğim. ama alışılıyor. alışırım. 1 2 belki 10 gün falan keyifsiz uyanır canımı acıtacak şarkılar dinlerim ama bana kızma geçici. bırak rahat rahat acı da çekeyim.   sevgini hak eden insanlardan esirgeme. düzgün beslen.teyzenin çocuğuyla barış. kitabımızı oku.kendini asla yalnız hissetme. ben de senin küçük prensesin olayım ve anneannen ya da başka sıkıntılarını ben dinliyormuşum gibi yıldızlara kedilere anlat. senin de seni dinleyen yıldızların kedilerin olsun :) unutma ki bir yerlerde seni her koşulda dinlemek yanında olmak isteyen birileri varsa bu yakınlarında da olabilir. bu konuda tavsiye vermeme gerek yok sende şeytan tüyü var zateen.  12, martılar, duman, cem adrian anlamını yitirmesin de gülümsetsin seni. dürüst olduğunu varsayarak sana gülümseyeceğime dair söz veriyorum.uzattığım için özür dilerim her güzel şeyin bir sonu varmış. senden ilham alarak yazdığım çok şiir oldu. kimseye okutmayı düşünmüyorum.biz birbirinin hayatına giremeyen çıkmayı da geceremeyen iki kişiymişiz sadece.  ilham verdiğin anlam kattığın her şey için teşekkür ederim.umarım çok fazla şey atlamamış unutmamışımdır ya da uyku haliyle çok saçma anlamsız şeyler yazmamışımdır. bilgisayardayım pek alışık değilim cümleler karışmış bile olabilir ama neyse ki sen beni anlıyorsun. defalarca sana seni sevdiğimi söylemek istiyorum. ben seni gerçekten çok seviyorum sanırım. seni, seninle izlediğim filmleri, okuduğum şiirleri alıntıları, oyun oynamayı, şarkı dinlemeyi, boş yapmayı, seni ve içinde sen olan her şeyi.uzun bir süre de sevmeye devam edeceğim gibi görünüyor. uzun demeyelim de bir süre diyebiliriz sanırım. her şeye rağmen bıraktığın izler içinde çiçekler de olduğu için teşekkür ederim. yeter bu kadar sevgi. neden bilmiyorum doğum gününü kutlamak istiyorum. eğer hesabını açık bulabilirsem mesaj atacağım ama olur ya bulamazsam içimde kalmasın. doğum günün kutlu olsun sevgilim iyi ki doğmuşsun. seni tahmin ettiğinden çok sevdim,seviyorum. kendine iyi bak sevgilim. senin sevgin çok güçlü. can acıtacak kadar.
karasız kalışlarım sonunda son buldu
şimdi gitmek için hazırlanıyorum
sana değil bu yazdıklarım, kimseye değil 
kendimle yüzleşme telaşı sadece
mutluluk mu aradağım 
ya da uğruna gitmeyi göze aldığım yollar
çekilir mi hayat oralarda
mutluluk uğrar mı yeni taşındığım yuvama 
bilmeden
düşünmeden 
sadece sorgulayarak gidiyorum
arkama arada baka baka uzaklaşıyorum
korkak gözlerimi yolda molada bıraktım
ben dönmemek üzere gidiyorum 
https://youtu.be/Szt4KQQ1VUk
https://youtu.be/DHeaUGfLNSk
https://youtu.be/AQyd_iJLpO8
https://youtu.be/6mrHUdYFs-s
yazmak istediğim çok şarkı var 
cem adrian - ben seni çok sevdim 
cem adrian - beni böyle bırakma
ya da bütün şarkıları :’)
mary and max izle neden bilmiyorum en sevdiklerimden biri 
çok fazla film kitap şarkı önermek istiyorum ama yükün artsın istemiyorum bu kadarı bile yeter. uzun bir süre seni düşünmeye devam edeceğim. su içerken bile :)
kendine iyi bak 
28 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 3 years
Note
Sınavlarımdan iyi sonuçlar aldığım için ailem bana, "Kitap seç, alalım." Dediler. E havalara uçtum tabi jfşhlvxkşbln,, Neyse neyse. Senin edebiyat bilgine dayanarak sana sormak istedim. Bana okuyabileceğim kitaplar önerebilir misin? Bsd yazarlarıda dahil birkaç tanesini kesinleştirdim ama pek bir fikrim yok. Yardımcı olursan çok çok sevinirim <33 Dipnot;; Çok 'ağır' olmazsa sevinirim ,çünkü yaşıma biraz fazla geldiğini düşüp okutturmuyorlar..
Ağır olmayanlardan Dazai Osamu, İnsanlığımı Yitirirken(Japon Yayınları) kitabını kesinlikle tavsiye ederim. Kısa kısa hikayelerden oluştuğu için Roshomon(Boğaziçi Üniversitesi Yayınları) da kitabın kalın olmasına karşın hafiftir. Tam olarak ne tarz kitaplar sevdiğini bilmiyorum o yüzden kendi zevklerime göre önereceğim, yani beğenmeyebilirsin😶
Köpek Kalbi, Mihail Bulgakov
Altıncı Koğuş, Anton Çehov
Fahrenheit 451, Ray Bradbury (Bu kitabı çok seviyorum)
Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali)
Daha tamamını okumadım ama konusu çok ilginç bir kitap var: Dansa Davet, Jean Teulé
Biraz psikopatça bir kitap bu yüzden yazsam mı yazmasam mı emin olamadım. Nerede satıldığından emin değilim ama ben çok beğenmiştim, hatta ana karakterin düşünce tarzı falan yazar çok iyi anlatmıştı ama kurgusu pek iyi olduğu da söylenemezdi: Eşekarısı Fabrikası (Bu kitabı sahaflardan alacaksan sakın 20 liradan fazla verme. En son sorduğumda yeni basımı olmasına 160 lira istemişlerdi. Kazıkçılar)
15 Yaşında Bir Kaptan ve İki Yıl Okul Tatili (Jules Verne) Benim okuduğum kitaplar diğer özetlere nazaran biraz daha kalındı, az önce baktım okuduğum yayınevinin basımı yoktu yani alırken dikkatli olmak lazım. Çoğu basımları tüm metin yerine özet çünkü. 15 Yaşında Bir Kaptan'ı hatırlamıyorum ama İki Yıl Okul Tatili yaklaşık 500 mü 600 mü sayfa neydi. Ama sayfa sayısına karşın akıcı kitaptır, tavsiye ederim.
25 notes · View notes
egitimzade · 3 years
Text
DUYULMAYAN ANLAM ÇIĞLIĞI
Victor E. Frankl’in okuduğum ikinci kitabı. Yazarla yeni tanışacaklar için tavsiye; insanın anlam arayışı.
Saat gece 02:15, uzun zamandır yazmayı düşündüğüm bu metni “Duyulmayan Anlam Çığlığı”nı okurken dışarıdan gelen yağmur sesiyle pencereyi açtığımda hadi şimdi zamanı diyip yazmaya başladım.
Önceki yazılarıma göz atanlar bir şeyler öğretme (haddime mi?) çabasıyla yazdığımı fark ederler. Küsmüştüm bloğa... üzerinden uzun zaman geçti. Değişmem gereken şeyler varmış, getirdi koydu önüme tabağı hayat ve tabi biraz da benim tercihlerim. Mecbur tadına baktım, baktıkça yedim yedikçe gülümsedim. Şimdi kendi kendime misyonumun asla ama asla öğretmek olmadığını tekrarlayıp duruyorum. Buralarda bir yerlerde kelimelerimle ben de varım, hayatın şu ucundan tuttum diyorum sadece.
Yıllarca yaptığım şeyi seviyorum ama eksik sanki, bir şeyler eklemeliyim diyip durdum. Bir sürü de şey denedim. Aldığım eğitimlerin, eğitimlere verdiğim paraların haddi hesabı olmadı. Pişman mıyım, asla. Bugün hepsi beni ben yaptı. Yine de şunu demeden edemiyorum en çok sevdiğim şey burnumun ucundaymış, gözlüğüm gözümdeyken gözlüğüm nerede diye aramaktan farksızmış yaptığım çünkü okumayı öğrendiğimden günden beri maymun iştahımla elime ne geçse okudum. Onca şey deneyimledim bende değişmeyen tek şey kitaplar oldu. Her hücreme dokunmuştur her biri. Şimdilerde hem çocuklara hem yetişkinlere kitap önerilerinde bulunuyor bir taraftan da kendimi çoğaltmak adına okumaya devam ediyorum.
Sözü çok da uzatmak istemiyorum açıkçası. Bu bir açıklama yazısı. Hem instagram sayfamın hem de bu bloğun öyküsü neden değişti ve ne yapmak istiyorum sorusunun cevabını iliştirip gideceğim.
Ben zaten üniversitede çocuk eğitimi üzerine eğitim aldım ve inanın on yıllık meslek hayatımda yaşadığım sorun (sorunun esas kaynağı) çocuk olmadı. Muhakkak aile içinde olan biten olaylar, çocuğa yaklaşımlar çocuğun eğitim hayatını ve pek tabiki ruhsal durumunu etkiliyor yansıması okula oluyordu. Bu yüzden çoğunlukla yetişkinlere yönelik olacak hitaplarım. Çünkü anne/baba iyileşmezse (buradaki iyileşme davranış, fiziksel ve ruhsal) istediğim kadar çocuk için bir şeyler yapayım çocuğu esas gelebileceği noktaya taşıyamıyorum.
Peki bunu nasıl yapacağım? Kitaplar hayatının dümenini tutan biri olarak yetişkinlere kitap önerileri, çocuklara kitap önerileri ve zaman zaman da naçizane birkaç yorumla, masalla ❤️
Hadi kitap okuyalım her şey çözülsün demek değil elbette bu 🙃 öyle olsaydı zaten dünya daha güzel bir yer olurdu diye düşünüyorum. Tavsiye edeceğim kitapları okuyacak olanlar şu bakış açısıyla okumalı;
🎈Bu kitap bana kendimde olan neyi hatırlattı?
🎈Hatırladığım bu şeyde beni rahatsız/mutlu eden ne var?
🎈Bunu değiştirmek istiyor muyum, nasıl değiştirebilirim?
🎈Bunu hayatıma nasıl taşıyabilirim...
Bir defter edinin ve tüm bunları yazın, isterseniz resmini çizin karar sizin. Bu aşamadan sonra yavaş yavaş kendimize doğru bir yolculuk yapmaya başlayacak, duygularımızı tanıyacak, kendimizi yok saymamayı öğreneceğiz. Bunu ben yıllarca yapmışım kendime, yok saymayı yani. Hep başkalarının duygularına odaklanmışım, o esnada kendim ne hissediyorum ne istiyorum duymamışım bile kendi sesimi. Sonra geldiğim noktada kendini sevmeye korkan, huzursuz, zaman zaman öfkeli biri olmuşum. Eğer bir çocuk sahibi olsaydım o da öyle olacaktı. Tanıdık geliyor mu bu hikaye kalbinize bilmiyorum. Eğer tanıdık geliyorsa çok şanslısınız ki bana bunları söyleyen, gel bak bir de buranın manzarası var diyen biri hiç olmadı.
(Son paragraf söz veriyorum:) Yağmur da mis gibi yağıyor bu arada...
Duyulmayan Anlam Çığlığı’nın yorumlamasını başka bir yazıda yazacağım ama buraya eklemem gereken bir not var;
“Havacılıkta ‘yengeçleme’ diye bir terim vardır. Diyelim ki inmek istediğim havaalanına doğudan ve kuzeyden rüzgar esiyor. Bu durumda eğer doğuya doğru uçarsam hedefimden saparım, çünkü rüzgar beni Güneydoğuya sürükler. Havaalanına ulaşmak için yengeçleyerek bu sürüklenmeli dengeleyemem, yani uçağımın burnunu inmek istediğim havaalanının kuzeyine çevirmem gerekir. İnsan da böyledir: O da özlemlerini daha yüksek bir düzeye çıkarmadığı sürece, ulaşabileceğinden daha aşağı bir noktaya varır.”
İyi geceler, yüksekleri gözü kesenler 💫
Tumblr media
2 notes · View notes
derdiderun · 4 years
Note
Abi seyyid kutup hakkında bilgi verir misin? Okumamam gereken bir kaynak olduğunu biliyorum lakin insanlar sorduğunda sebep olarak bir açıklama yapamıyorum.
Memleketteyim anonim, telefon neredeyse hiç çekmiyor. O yüzden hemen cevap veremedim soruna. Kimseye bir şey kanıtlamak ya da kabul ettirmek zorunda değilsin. Sen akideni sağlam kıl, ehli sünnet kıl gerisini boşver. Bazı kardeşler anlamıyor diye bu açıklamayı yapma ihtiyacı duyuyorum. Seyyid Kutub hakkında paylaşacaklarımız ne şahsına ne mücadeleci kimliğine değil tamamen ehli sünnete uygun düşmeyen fikirlerinedir.
Seyyid Kutub kimdir, bazı eserlerlerde sapık fikirleri ve hatta mezhepsiz olduğu ve idam edilmeden önce bu fikirlerinden tevbe ettiği, fakat kitaplarının sakıncalı olduğu soruları hakkında malumat …..
 ” Yararlanılan bazı kaynaklar: Tenkit yazılarını hazırlarken faydalandığım kaynaklardan bazıları şunlardır : Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Doğru Yolun Sapık Kolları, Hac, Raporlar ve Sahte Kahramanlar adlı eserleri. Ahmed Davudoğlu merhumun Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri adlı eseri, Mehmed Ali Demirbaş’ın Başlangıcından Bugüne Mezhepsizler adlı eserleri, Yusuf Nebhani hazretlerinin Şevahidü’l Hakk’dan Vehhabilere Cevaplar adlı eseri, Mezhepsizlik İslam Şeriatini Tehdit eden en tehlikeli Bid’attir adlı eserin sahibi Said Ramazan el-Buti, Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukukı İslamiyye ve İstilahatı Fıkhiyye Kamusu, Ehl-i Sünnet İtikadı Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin Bedir yayınları tarafından hazırlanan eserinin önsöz, tenbih ve ihtar bölümleri, Allame Muhammed Abdurrahman Silheti hz.lerinin Seyf’ül Ebrar Mezhebsizlik ve Vehhabilik adlı eseri, Furkan dergisinin çeşitli sayıları, M.Şevki Eygi’nin Milli Gazetedeki makaleleri, Elbette son olarak muhterem Dr.Ebuberkir Sifil hocanın değerli makale ve kendisiyle yapılan sohbetler yaşayan bir alimin tesbit ve tarzının ayrı bir yeri var.
Bir şeyi daha açıklamakta fayda Görüyorum: İsimlerini ele aldığım şahısların pek azı hariç yüzlerini bile görsem tanımam. Onlarla şahsi ve garazi bir davamın olmadığını; yalnızca fikir, düşünce ve itikadi zararları itibariyle, tenkit ettiğimin bilinmesini isterim. Bu aşırı görüşlü dinde reformcu insanlara inanmış olanların temel açmazlarından birisi de: Kendilerine yapılan, reformcuların batıl fikirlerinden örneklemeleri bir tarafa bırakıp; onların İslam’a saldıran yönlerini teşhir eden, zararlı yönleri konusunda insanları uyaran ulemayı, kişileri, ele alıyor olmalarıdır! Yani bir alim, Seyyid Kutub’un Sünnet Yolu’na uymayan vahim hatalı bir fikrini gösterse, gösterileni bırakıp, göstereni ele alıp, yıpratma garabetine düşüyor olmalarıdır, bu açmaz gibi gözüken hile..
Oysa Hz.Ali –-radiyallahü anh- efendimiz :”Doğru, kafirin dilinden de çıksa dahi, makbuldür” buyurmaktadır.Oysa burada söz konusu olan doğru tenkitler İslam alimlerinden gelmektedir. Meselenin püf noktası, tenkit eden ve edilen şahıs olmamalı, tenkidi yapılan düşünce (yazı, söz, cümle) olmalıdır.  ”
 
_______________________ SEYYİD KUTUB
 
Seyyid Kutub l903 ‘de Mısır'ın Said bölgesi köyünde doğdu.Ailenin ikinci çocuğu idi. Birincisi Hamide Kutub, ikincisi kendisi, üçüncüsü Emine Kutub ve dürdüncüsü Muhammed Kutub.İlk okuldan sonra orta ve liseyi Kahire’de dayısının yanında okudu. Bu esnada ailesi de Kahire’ye taşındı. Yüksek tahsilini meşhur (!) Ezher’in Edebiyat fakültesinde yapmış olduğundan, her hükmü edebiyatçı yaklaşım ile ele alarak, ehl-i sünnet ve cemaat çizgisini tanımayanları kolay ikna etmiştir. 1941 yılında Sosyoloji doktorası için resmen Amerika’ya gitti. Önce sosyalist fikirleri yaydı..Sonraları Kahire müftüsü ve mason locası başkanı olan Abduh’un dinde reformist yolunu benimsedi.1966′da idam edildi..Görüldüğü gibi, Kutub; İslami ilimler okuyarak bir hak mezhebe göre bilgi sahibi olmak yerine, sosyoloji ve edebiyat alanında ihtisas sahibi birisidir.İslam’a yaklaşımı ve anlatışı, maalesef işte bu temelsizlik yüzünden hep hatalı olmuştur.
Ahmed Davudoğlu merhum, O’nun için :”Seyyid Kutb bir ediptir, biraz dini kültürü vardır.Sözü dinde sened olamaz.Çünkü, (icazetli) din alimi değildir”buyurmuştur.[1] Bir insanın sözünün dinde sened olabilmesi için icazetli ehl-i sünnet ve cemaat alimi olması lazımdır.Hele icazetsiz birinin tefsir yazması cinayettir.Şehid olmuş mudur, olmamış mıdır meselesi için : Üstad Necip Fazıl merhum:”Sahte Kahramanlar konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazreti Osman (RA)’a adaletsizlik isnad eden ve dil uzatan bir bedbahttır. İdam edilmeden bu sapıklıklarından istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyle ise şehid.. Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı.”[2]
Bu son ihtimale göre şehid olsa bile, Seyyid Kutub ile meselemiz bitmiyor ve bitmeyecek. Zira yazmış olduğu sapık kitapları ve bir de ortada tefsir diye gezen, şahsi hezeyanları var..Bu tefsir isimli (Fi’zilail Kur’an) güya Kur’an tefsiri ve sapık kitapları piyasada gırla gidiyor. Mezhepsizler -tıpkı diğerlerine yaptıkları gibi- O’nun da kitaplarını yaymayı cihad biliyorlar. Çok ilginç olan bir şey de, İslam devleti kurma maksadlarını içeren kitaplarından Türkiye’de düzen koruyucuları hiç rahatsız olmuyorlar ! Yıllardır, her dönemde serbestçe satılmaktadır. Bu kişi, Mısır’da Nasır’a ve onun düzenine karşı mücadele vermedi mi ? Öyleyse onun kitaplarının TC için bir tehlike arz etmesi gerekmez mi ?! Tabi birileri onun sapık görüşlerle Ehl-i sünnete darbe vurduğunun farkında..Böyle adamların kitapları okunsun, ümmet bozulsun !
Kendisi tevbe edip, şehid olsa bile, bu temenni gibi bir söylenti, elde belge yok bir, ikincisi; ortalıkta gezen kitapları her gün binlerce insanı zehirliyor..Şimdi onun kitaplarındaki sapıklıkları yazmıyalım da, insanların sapanlarında artış mı olsun ? Şehitse, şehitliği kendine mübarek olsun.Amma tevbe etse bile, bu veballeri “Kim kötü bir çığır açarsa, peşinden gidenlerin günahlarından eksilmeksizin, kendisine yüklenir ” hadis mealinin belirttiği konumda olur..M.Şevgi Eygi’nin dediği gibi, “O bu kitablar yüzünde, mezarında kan terlemektedir.”[3]
İşte S.Kutub’un yanılgılarının ve ehl-i sünnet inancına uymayan görüşlerinden bazılarının vesikaları :

1- Seyyid Kutub, bütün kitaplarını müctehid edası içinde yazar.Yani kendisini müctehid yerine koyar..Bir İmamı Azam (RA) gibi sanır..Tefsirinde geçmiş ehl-i sünnet müfessirinden pek kaynak göstermez..”Kur’anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun”[4] hadis-i şerifini çok iyi düşünmek durumundayız.
2- Bütün kitapları ayet ve hadisten derlemedir.Ayetler herhangi muteber bir tefsire dayanmaz.Hadislerin yorumu, şahsı tarafından yapılır.Nasih, mensuh, sebeb-i nüzul ilimleri bilinmeden tefsir işine soyunmak büyük bir musibettir.
3- İcma ve Kıyas tanımaz. Sahabe için bile durum böyledir.Mesela, ‘’eğer bugün bazı kimseler zekatı kendi elleriyle verebiliyorlarsa, bu İslamın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir ” deme cür’eti kendisine aittir.[5] Ne var bunda diyenler meseleleri kavramamış insanlardır.Bu sözün ucu Hazreti Osman (RA) efendimize ve O’nun mübarek ictihadına ve bu ictihad sonucu oluşmuş, icma-i ümmet, yani Hazreti Osman radiyallahü anh efendimiz zamanında yaşayan tüm sahabelerin ittifakını reddemeye-Allah bizleri bu sapıklığa düşmekten korusun amin- götürür. Zira Hazreti Osman (RA) efendimiz ictihadıyla altın ve gümüş zekatlarının verilmesini sahiplerine bıraktı. Bu noktada Seyyid Kutub, hiçbir mezhep imamının demediğini demiş oldu..Zaten mezhepsizler, mezhepler üstüdür.
Müslüman ümmet, yüzyıllardır, altın, gümüş, para gibi görünmez değerlerini; Hz.Osman -radiyallahü anh- efendimiz ve sahabe-i kiramın icmaına uyarak zekat olarak veriyorlar. Kutub, yukarıdaki cümlesiyle hem müslümanları ve hem de sahabeyi, Hz.Osman efendimizi, bu İslam’ın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir diyerek farzı yerine getirmemekle; İslam dinini bilmemekle itham etmiş oluyor. Bu ne büyük enaniyet, nefse ve akla güveniştir.. Adam gözümüzün içine baka baka İslam büyüklerine yaldızlı edebiyatı ile hakaret ediyor. Buna rağmen bazı aymazlar da Kutub büyük alimdir diyebiliyorlar.
[1] Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri
[2] N.Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları
[3] Ehl-i Sünnet İtikadı, sh: 10 Bedir yayınevi.
[4] Tirmizi
[5] Seyyid Kutub, Cihan Sulhü ve İslam, sh.150-158
....
Sen kimsin ne ilmin varda Seyyid Kutub hakkında konuşuyorsun diyenler kaynak kitaplar, kaynak isimler verilmiş, bir diyeceği olan bu alimlere desin. Buna ilaveten icazetli ehli sünnet bir alim olan Ömer Faruk Korkmaz Hocanında videosunu izleyebilirsin.
youtube
23 notes · View notes
handelinamandalina · 3 years
Text
PERU’NUN HİKAYESİ
Birinci Bölüm: Atanamamış Aydınlanmışların Ülkesi
Tumblr media
Bilirsiniz, son on yıldır (aslında çok daha uzun bir zamandır) bir aydınlanma furyası almış başını gitmiş durumda sanki aydınlanma denilen o benzersiz “lütuf” hali bir paket içerisinde satılırmış gibi. Herkes, hepimiz, aydınlanmanın peşindeyiz. Eskiden mutluluğu arar idik (ki felsefe için bile mutluluğa giden bilgelik yolu şeklinde bir tanım yapmak istesek haksız sayılmayız hani), şimdilerdeyse mutluluğu hepimiz “satın” almış gözüküyoruz ve çok daha yüce bir amaç uğruna yollara düşüyoruz. Daha kutsal, daha bilgece bir kelime uğruna.
Bu kutsiyet dolu varış noktamız için dünyada başlıca beş güzergah var. Nepal (gittim ve aydınlanamadım), Hindistan (aydınlanmış olsalar 1 milyarı aşan bir nüfusa sahip olurlar mı?), Kazakistan (aydınlanmış şamanlar mı yoksa büyücüler mi diyelim), Zen tapınakları (bir tek onlar bu bilgeliğe aitmiş gibi görünüyorlar) ve elbette kadim bir hikayeye (pardon pazarlama stratejisine)sahip olan ve parayı verdiğinizde sizin için yerden fışkıran Ayahuasca bitkisinin ülkesi (iksir diyelim de müptezeller kızmasınlar) PERU.
Ben; her biri 20 gün süren Peru seyahatlerim sonucunda (ilkinde aydınlanamamışım o yüzden ikinci defa gitmişim demek:) aydınlanamadan gerisin geriye ruhu boş bir şekilde eve dönmüş bir gezginim. Ruhumun ne boş ne de kof olmadığını anlamam için ise yaklaşık üç sene geçmesi gerekti.
Edebiyat kasmadan samimi bir şekilde konuşmakta yarar var. İnsanların aydınlanma uğruna ciddi meblağlar ödediklerini görünce, duyunca, okuyunca gerçekten büyük bir üzüntü duyuyorum ve dahası, böylesine yüce bir kavramın bir paket tatilini satın alınca yanında da hediye şeklinde sunulmasına ve meta haline getirilmesine öfke duyuyorum. Bir şaman kampı, iki ot çekme, üç kutsal seremoni, hoop aydınlandık. Yok ya!
Şu an içinde bulunduğun o daracık asansörde, saatlerdir bir türlü akmak bilmeyen trafikte aydınlanamadın ise boşuna uğraşmaya ve o kadar yolu gitmeye gerek yok. Aydınlanma, Zen rahiplerinin deyimi ile “dişlerini fırçalarken sadece dişlerini fırçalamak, yatağını toplarken sadece yatağını toplamaktan” ibarettir. Kitaplarını yuttuğum, tekrar tekrar yazdıklarına başvurarak ilham aldığım İngiliz filozof ve yazar Alan Watts bu konuda şöyle der: “Aydınlanma ya da uyanış, yeni bir durumun ortaya çıkması değil, zaten var olanın tanınmasıdır.”
Bizler bir şeylere sahip olarak, bir yerlere giderek, bir amaca hizmet edip ondan egosal bir tatmin duygusu sağlayarak değil sadece kendimizin kim olduğunu bize sürekli söyleyen zihnin ötesinde kim olduğumuzla ilgilenmeyen gerçek benliğimizi hatırlayarak belki uyanabiliriz. Ki kanımca aydınlanma lafzından çok uyanış sözcüğü benim için daha bir işlevsel mana barındırmakta.
Bir şeylere sahip olarak varlıklarını inşa edenler benim ne demek istediğimi anlamayabilirler (bu sözlerimde en küçük bir küçümse yoktur). Eğer siz; kimliğinizi, benliğinizi sahip olduğunuz şeylerin üzerinden tanımlama gafletine düşen bir kimse iseniz elbette Peru’ya ya da Hindistan’a kadar gider ve aydınlanmaya sahip olmak istersiniz (ama ona asla ait olamazsınız.)
Çok sevdiğim ve benim hayatımda bir dönüm noktasına sahip olan Bab Aziz filminden bir replik ile devam etmek istersek eğer; “şu çölde ki kum taneleri kadar Allah’a giden yol vardır” cümlesine, “şu okyanuslarda ki su damlacıkları kadar aydınlanmaya ait olan anlar vardır” hakikatini ekleyebiliriz.
Eğer aydınlandığını iddia eden kimselerin yakınlarında bulunmuş iseniz egolarının sizden, benden çok daha büyük olduğunu fark etmiş olmalısınız zira aydınlanma açıklanamaz, “ben aydınlandım, ooh yeah” şeklinde hakkında konuşulamaz. Böyle birilerini tanıyorsanız, gerçekten uyandığına kalpten inandığım mistik Eckhart Tholle’un şu cümlesini yüzlerine çarpabilirsiniz: “Dikkat edin de, aydınlanma arayışınız egonuzun kılık değiştirmiş bir hali olmasın sakın.” Ne müthiş bir anlatım. Hakkında sayfalarca yazı yazılabilinecek bir olguyu o tek bir cümle ile özetlemiş çünkü Eckhart Tholle bana göre uyananlardan ve bir daha kalplerini kapatmayanlardan.
Aydınlanmanın ne olmadığı konusuna “uyandığımıza” göre şimdi kahkaha atma zamanı. (okuduğum onca Zen hikayesinden, uyanmış kimselerin kitaplarından, tasavvuf ehlinin öğretilerinden edindiğim en önemli sır budur. Uyanış sonrası - hemen hemen- hepsi koca bir kahkaha patlatmış ve tıpkı; hazine arayışı için dünyanın çevresini kat eden ama en sonunda o hazineyi kendi evinin bahçesinde bulan Simyacı kitabında olduğu gibi. Uyananlar, uyandıkları o anın belki de diğer günlerinden hiçbir farkı olmadığına uyanmışlardır, kim bilir? Bu hepimizi güldürürdü kanımca:)
Peki tüm bu eveleyip gevelemelerimin Peru ile alakası nedir? Şöyle. Ben Peru’yu ikinci memleketim olacak kadar seven birisiyim ve orada bulunmaktan büyük mutluluk duyuyorum. İlk gidişimde arkadaşlarım ile turistik bir gezi adı altında bulunduğum Peru’dan, ikinci gidişimde daha fazla bir keyif aldığım aşikardır çünkü ilkinde gitme amacım aydınlanma arayışıydı, ikincisinde bu arayışa gerek olmadığını anlayarak orayı ziyaret ettim. Bu sebeple arzu ediyorum ki, turizm firmalarının garantili aydınlanma paket turları altında Peru’ya seyahat etmeyiniz. Peru’yu, Peru olduğu için, gezegenimizde biricik insanların (her halk biriciktir) ülkesi olduğu için, çok eski ve köklü bir hikayeye sahip oldukları için ziyaret edin. Peru’nun, Peru olması için iksire ihtiyacı yok zira Peru olduğu haliyle zaten tılsımlı bir ülke.
İçinizde bulunan ve bir türlü dolduramadığınız boşluk duygusu hakkında yapacağınız çok şey var ve evet seyahat etmek size çooook iyi gelecektir, ancak bunun yolu sihirli mi sihirli Ayahuasca içeceği ya da şamanların kampı değildir. Bunun yolu kim olmadığınıza uyanmaktan geçmekte ve koca bir kahkaha atmaktan ibarettir aksi olsaydı eğer her yerinden iksir fışkırdığı iddia edilen Peru’nun yoksulluğunu, hırsızlığın ve kapkaçın gırla olduğu gerçeğini nereye koymalıyız? Oraya giden binlerce turist aydınlanıyor da Peru halkının günahı ne? Hiç mi bitki kalmamış ellerinde turistlere harcadıktan sonra(!)
Peru, “Peru” olduğu için güzel ve kesinlikle ölmeden önce görülmesi gereken ve hatta hakkında kitaplar yazılan o listenizin en başında bulunması gereken bir ülke -ama o kadar. Giderken uçakta da aydınlanabilirsiniz hem, belli mi olur? :)
İkinci bölümde Peru’yu tadmaya ve sizlere aktarmaya devam edeceğim sıfır takipçili ve hiçbir beklentimin olmadığı sevimli sayfamda:)
Çokça sevgiler, Hande.
Tumblr media
Hmmm aydınlanmış bir lama :)
1 note · View note
yolacikanasarilma · 5 years
Text
Ne kadar oldu bilmiyorum. Tekrar yan yanayız. Doğrusu benliğim yanımda olduğuna beni inandırmakta kararlı. Yine de bundan önce başkaları üzerinden konuşarak başlamak isterim. Bir şehirde aşık olamadıysan, o şehiri sevemiyorsun. Çoğunlukla bir kadına aşık olmak oluyor elbette bu. Her yerde iz bırakabilecek, sokak lambalarından çıkan ışıkları dahi anlamlı kılabiliyor ne de olsa bir kadına yönelen hisler. Bazen de bir müzik, bir yemek veya yalnızca yolda koşuşturan çocukların kahkahası. Her biri yoğun güzellikler, acılar gibi dolu dolu hisleri barındıran olaylar barındırıyor. Benzer değil diyenlere cevabım, bir kadını görüp tutulmak ile bir kokuya kapılmak gibi bir benzetmeyle saçmalayarak yanıt verebilirim. İşte böyle sebeplerden alışamadım İstanbul’a. Sevemedim bir türlü. Sokaklarına asla ait olamadım. Bir kadına da malesef aşık olamadım. Beceriksizliğimin ürünü biraz da sevgisiz kalmam belki de. Her türlü, aşık olamamış olmak, gökyüzüne bakıp huzur bulamamak çaba ile olacak şeyler de değil diyebilirim. Bahsi geçen kentte elbette hoşnut olduğum kadınlar, yemekler ve karşıma ansızın çıktığında değerlendirdiğim fırsatlar da olmadı değil. Köşe başında bir raftan aşırdığım kitap, koca koca mağazaların arasında sıkışmış ufacık dükkanlardaki şahane yemekler ve merakıma kapılıp hayatıma kattığım kadınlar. Çoğu akılda kalıcı olmuyor bunların. Yemeklerin tadı unutuluyor, kitaplar kayboluyor, kadınların sesleri siliniyor hafızalardan. Kadınlar ise apayrı bir konu elbette. Gereksiz konuşkan yapımı çokça kaybetsem bile çevremi sürekli geliştirmekten son senemde dahi vazgeçemediğimdendir ki birçok kadınla da ilişki kurma şansına eriştim. Kimini tanıyıp hayran kaldım, kiminde kokusuna, yüzüne filan aldandığımdan olsa gerek hayal kırıklığı yaşadım. Çok azı beni tanıma şanssızlığına erişti ayrıca. Hatta oldukça iyi çıkarımlar ile benden hemen uzaklaşan akıllıları da vardı içlerinde. Bu tanışıklıklar ve bir düzine farklı etmenle beraber aşkı aramaya hep devam ettim. Bu devamlılık türlü soruna da davetiye çıkarmasıyla canımı pek bir az sıkmış da olabilir. Yalnızlığa alışmaya (kendine tahammül etmeye) çalışırken, samimiyetleri, gereklilikleri sorgularken kendimi attığım dipsiz gibi duran kuyulara da sıra sıra çektim tanıştığım kadınların bazılarını. Yalnız bazılarının hayata bakışı o kadar karanlık ve körlemesineydi ki, benim de yolumdan şaştığım olmadı diyemem. Buraya yalan yazmış olmamak için belirtiyorum, özellikle bu körlemesine sürüş yapan insanları özelime, samimiyetime fazlasıyla dahil etme gafletinde bulundum. Demek istediğim şu ki, yolumu şaşırttılar diyerek suçlamak da mantıksız bir hale bulundu. Tahammül ederek, acıyarak, iyi(!) olma aşkıyla tutuşarak, kendi gidişatımı da körlemesine yürütür oldum. Sürekli suçlanmadan çok önce kötülüğümü kabullendiğimi anlattım çokça. Açık olarak yöneldim. Açık ve net. Her şey belli iken bir sorun olmamalıydı. Olacaksa hali hazırda önüne asla bakmayan bu mesnetsiz yolcular için sorun olmalıydı. Öyle de oldu. Sorunları kendileri için aydınlık ve belirginken bile suçlanmaya devam ettim (burada suçluyor muyum acaba? Kendi sorumluluklarımın gayet bilincinde olarak...) ve yeri geldi bu suçlamaları geri çevirmeye bile gerek duymadım. Anlattığım durumlara tanık olan kadınlar için bir seri katil, korkunç bir canavar gibi tasvirlerle belirtilmem olası. Nedense bu kötücü tabirlerin sırtında hep bir kahraman pelerini belirir. Aynı zamanda bu boktan hayata tutunmaları için dayanak, ‘onu’ kurtaracak/kurtaran/çoktan kurtarmış bir kahraman olduğum/olmam da o zaman için kesin, şu an için oldukça olası durumlar. Sonuç olarak ben aşkı o şehirde bulamadım ve kente de bir aidiyetim olamadı. Değer verdiğimi düşündüğüm mekanların duvarları hep soğuk kaldı bana. Hayatıma o zaman aldığım kadınların kötü arzularının kurbanı olarak anılmaya devam etmekteyim. Oysa aşk böyle değil benim için. Beni ne olarak düşünürler elbette emin olmam mümkün değil ancak zaman dahilinde yaşadıklarımı hatırlayarak arada bir de olsa o zamanları hissedebilmek beni mutlu ediyor. Bana ne yaptılar? Canıma mı okudular yoksa ben mi mahvettim birilerini bilemiyorum aşk için. Bildiğim şey aşkın, hislerin saygıya ve hatırlanmaya ihtiyacı olduğu. Kalan kabullenmemelerin hepsi külden ibaret. Çoktan tüketilmiş. hatta kapağı açılmadan yakılmış kitaplardan ibaret. Şu an mı? Bambaşka bir şehirdeyken, eski şehirlerimden birinin hayalindeyim. Yanındayım, yanında olma umudunu taşıyorum. Kapattığım blogumun süperstarı, hayatımın tam ortasında bulunmakta. Nerden baksan ya bir şaka ya da bir hayalden ibaret sanki. Sevgilerimle.
1 note · View note