Tumgik
#seviyorum bu mekanı
derindeyiz · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
love..
22 notes · View notes
oylesineyazan · 2 months
Text
Sevdiğim, Sevdiceğim, İki gözüm, Birtanem
Seninleyken hayatı durdurmak istiyorum. Ellerin elime değince; gözlerin gözüme değince hayat dursun istiyorum. Zamanı, mekanı, geleceği, hayatı, ölümü hiçbir şeyi düşünmeden sen’de kalmak istiyorum. Gözlerin, saatlerce baksam doyamayacağım gözlerin ve sonra ellerin; ellerimi tuttuğunda hep sıcak hep tanıdık hep içten ellerin. Sen’le kalmayı seviyorum, sen’de kalmayı seviyorum Sevgilim. Senin olmak istiyorum ve benim ol istiyorum. Bana sarılıyorsun ve tüm eksiklerim kapanıyor, tüm eksiklerim tam oluyor.
Bana kendini anlat deseler en çok hüzün derim. Benim tüm duygularımda biraz hüzün vardır Sevgilim, çocukluk alışkanlığı belki.. Çocukluk anılarımı hatırladığımda mutlu olmam gereken tüm anılarımda içimdeki o hüznü o kadar iyi hatırlıyorum ki. O hüznü atamıyorum hiçbir hatıramdan. Bunu hayatımda ilk kez seninle paylaşıyorum Sevdiğim, paylaşıyorum çünkü gözlerine baktığımda o tanıdık hüznü görüyorum. İçimizde kalan bazı eksikleri tam yapamadığımızdan belki de böyle hissetmelerimiz Sevgilim.
Benim eksik kalan yanım, sen yokken içimdeki eksikten olduğunu bilmezdim bu hissin. Bana sarıldığında anlıyorum, en çok da eksik olan her yanımı bir bir tamamladığında anlıyorum sana ihtiyacım olduğunu. Nefes almak gibi bazen sana dokunmak,
Nefesim, sevgilim, biriciğim. İçimdeki o hüznü seviyorum, eskiden tüm anılarımı biraz da kirleten o hüzün zamanla alışkanlık oldu. Bazen gözlerinde hissettiğim, konuşmalarında hissettiğim, sende hissettiğim o hüznü de seviyorum. Biliyorum çok tanıdık biliyorum çok içten biliyorum hep bir yarım kalmışlık çünkü. Belki yarım kalan mutluluklarımızı birleştirince biz de tam hissederiz kendimizi sevgilim.
Ah göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm
Geç kalınan hiçbir hayat hayat değilmiş
Şimdilerde hayatın olmayı diliyorum
8 notes · View notes
Text
gülü çok seviyorum. gülü yaradan rabbi, onun sevgilisini, gülün eflak üzerinde yaşamış en muazzez zât ile müsemma oluşunu, rabbin bize bu nimeti ihsan edişini, güle aşık bülbülü, güle yazılmış beyitleri, gül kokan her mekanı, güle hayran her gönülü ve dahi o'nu hatra düşüren her şeyi.
bir de
unutmadan
uzuncadır güle yaklaşamıyorken
rabbin bana gül isminde dostlar verişine hayran oluyorum.
7 notes · View notes
ibrhmclx · 1 year
Text
Aşkı yaşıyorum seninle Cennetin arka bahçelerinden birinde dolanıyor gibiyim cennetin en huzurlu köşesinde yaşıyormuşum gibi huzurluyum, öyle mutlu… Hayatla savaşmayı, alacak verecek derdine düşmeyi bıraktım acıları bitirdim bedelleri ödedim ve mükafatını aldım, seni kazandım… Ödediğim son bedelin ardından son bir kapı açıldı hayatımda bu kapının ardında sen, senli günler, güzel günler var sadece, biriktirilecek güzel anılarla dolu yemyeşil bir yol…
Zaman geçiyor sevgilim, zaman hala çok hızlı geçiyor… Aşkın zamanı ve mekanı olmasa da dünya dönmeye devam ediyor, takvim değişiyor, anılarımız hızla birikiyor.
Seninle yaşadıklarım hep çok güzeldi, hala çok güzel, ama bir de yaşayacak olduklarımız var sevgilim… Gelecek güzel günler, mutlu günler… Hayal ediyorum şimdilik sadece, bu bile mutlu ediyor beni
Ömrümün sonuna kadar hep benimsin hep seninim dediğin günden beri seninle geçireceğim yılların verdiği mutlulukla yaşıyorum … Seninle geçecek koskoca bir ömür daha ne isteyebilirim ki? Beni daha fazla mutlu edecek ne var ki? Her nefeste İyi ki diyeceğim koca bir hayat beni bekliyor, her nefeste seni bana verdiği için Allahıma şükredicem koca bir hayat…
Bazen korkutuyorum seni biliyorum gideceğimden korkuyorsun bazen, elini bırakacağımdan, başka bir hayatın insanı olacağımdan korkuyorsun… Olmucam sevgilim, başka hiçbir hayatın kahramanı, konuğu olmucam senin hayatının merkezi olmaktan asla bıkmıcam ben, seninle kalıcamm.
Yaşayacağımız günler var sevgilim, biriktireceğimiz güzel anılar…
Söz veriyorum hep seninle kalacağım,
Söz veriyorum seni hiç yalnız bırakmıcam,
Söz veriyorum başka bir hayatın insanı olmucam,
Söz veriyorum seni her zaman şimdi olduğu gibi her gün artan sevgiyle sevicem,
Söz veriyorum senden başka kimse için tek kelime yazmıcam,
Söz veriyorum…
Her hücrende hissetmelisin seni ne kadar sevdiğimi ne kadar yanında olduğumu, ne kadar sen ve senin olduğumu… Seni çok seviyorum sevgilim ♥️
1 note · View note
burcuva · 2 years
Text
Arkadaşlar eğer birine karşı hislerinizden emin değilseniz lütfen seviyorum, aşığım vs diyip kandırmayın ya kalp bu kalp manukyanın mekanı değil.
0 notes
Text
sonunda evdeyim. bazen beni her şeyden çok yoran yer burası olsa da seviyorum bu mekanı ya. yurttan kat kat daha iyi.
2 notes · View notes
noisescape · 3 years
Text
Le-Mepris (Nefret),1963 filmi üzerine,
Jean-Luc Godard
Godard’ın antik,mavi fütüristik parçaları ve kırmızı BB’u
Tumblr media
Bir filmin incelemesini ve anlam yerleştirmesini yaparken bazen filmi tek başına,yönetmeni,dönemi,oyuncusu,mekanı,tekniği dışında sadece izleyici gözüyle ele almak,yaşattığı deneyimi yansıtmak,paylaşmak hem iyi hem de ulaşabilirliği etkinleştiren bir yol bana göre.Werner Herzog filmlerini izleyicinin katıldığı,onlarla deneyimlediği bir yolculuk olarak nitelendirir ve izleyiciye katılımı için teşekkür eder örneğin.Bu bağlamda yazıya başlarken sadece Le-Mepris’in bendeki izlerini paylaşmak istemiştim,üstelik Godard’ın soru işaretleri bırakan seyir dili de oldukça uygundu.Ancak işin içine girince belki de yazım süreci uzayınca oluşan soru işaretleri cevaplarına yakınsar bir halde kendi anlam belleğimi oluşturma durumuna geçti diyebilirim.Esasında filmlerinin bu etkiyi oluşturması,hakkında okuduklarım arasındaydı.Bekledikçe olgunlaşan,ne vakit izlense başka soruları da akla getiren,yenilikçi,zamanı aşan bir dil.Evet bu Godard.Hep daha iyiyi ve yeniyi yapmaya çalıştı,sorular bırakan,bir süreç olarak algılanmasını istediği filmler yaptı.Film dili farkındalık oluşturarak sinemanın illüzyonunu kırdı.Bertolt Brecht’in tiyatroda yaptığı devrimi sinemada gerçekleştirdi.Temel derdi her zaman için,sinemanın gerçekliği temsil etme gücü olduğu varsayımına kafa tutmaktı.O sanatta devrimciliği ‘temsili geride bırakmak’da buluyordu.Film yapmak da film izlemek gibi bir anlamlandırma pratiği olmalıydı,sinamacı gerçekliği yansıtmaz,yansıttığı şey olsa olsa ‘saniyede 24 kere gerçeklik’ ti.Sıklıkla yanlış yorumlanan sözünün ifadesi budur.Godard,yansıtma\temsil etme erkini reddeder,onun sinemasında temsil etmek yerini ‘parça parça düşünme’ye bırakır.Her filmi,sadece ve sadece bir anlam üretme,düşünme pratiğidir.Turarlı bir anlatı,inandırıcı bir illüzyon yaratmak değil.(özellikle burjuva değerlerinin temsiline karşıdır)Tek bir bireyin ele avuca sığmayacak toplumsal durumunun enerjisinden doğan çelişkili düşünceler silsilesini,tuvale boya sıçratır gibi perdeye saçar.
Bir Godard filmi onun yönteminden,anlatım biçiminden bağımsız ele alınamazdı.Film yorumu da yine düşünme pratiği niteliği taşıyacaktı,kendiliğinden.O kendisini bir yönetmen olarak değil,bir toplayıcı,öğütücü olarak görüyordu.Nouvelle Vague’un en önemli yönetmeni ilk dönem filmlerinin ardından 68 Mayıs hareketlerinin etkisiyle daha politik bir sinema dilinin peşine düştü.
Tumblr media
Brigitte Bardot ve Michael Piccoli,LeMepris film seti
Peki hikaye? Bir erkek,bir kadın yeterlidir der Godard,bazen de bir silah.
Tumblr media
-aynadan ayaklarımı görebiliyor musun?
-evet
-sence güzeller mi?
-evet çok güzeller
-ve bileklerim..onları beğeniyor musun?
-evet
-dizlerimi de beğeniyor musun?
-evet dizlerin de çok hoşuma gidiyor
-ya kalçalarım?
-onlar da..
-aynada sırtımı görebiliyor musun?
-evet
-popom güzel mi sence?
-evet çok güzel
-dizlerimin üstünde olmamı ister misin?
-hayır böyle iyi
-ve göğüslerim..onlardan hoşlanıyor musun?
-evet,hem de nasıl!
-yumuşak ol Paul,sert davranma..
-özür dilerim Camille
-hangisini daha çok seviyorsun?göğüslerimi mi yoksa göğüs uçlarımı mı?
-bilmiyorum ikisini de
-omuzlarımı beğeniyor musun?
-evet
-kollarım?yüzüm?
-yüzün de..
-hepsi mi?ağzım,gözlerim,burnum,kulaklarım?
-evet hepsi.
-yani beni bir bütün olarak seviyorsun,öyle mi?
-evet,seni usulca,tamamen,trajik bir şekilde seviyorum.
-ben de seni.
Alberto Moravia’nın 1954’de yayımlanan Il Disprezzo adlı ucuz romanından uyarladığı Le Mepris’in açılış sahnesi Camille ve Paul’ün yataktaki bu konuşmalarıyla başlar.Işık ve kamera açısını kullanma şekliyle Bardot’un çıplaklığını baş döndürücü bir dişiliğe büründürdüğü övgülerini alır.Acelesiz,Bardot’un yumuşak ve yavaş ses tonunu,bakışlarını bedeniyle bütünlediğimiz sahne,filmin tümünden ayrı bir evren gibi koparak sonlanır.Yakınlaşılan Camille,filmin devamında uzaklaşır ve yalnızlaşır.Veya Camille Paul’le bir daha bu denli yakınlaşmaz.Kendisine duyulan sevgiyi sorgulayan bir kadının ruhunu duyumsadığımız sahnede,aynı zamanda duygularının penceresini aralayan bir kadının çıplaklığını seyrederiz,bir battaniyeye sarılmış Brigitte Bardot ve…Brigitte Bardot.Godard’ın kullanmayı en çok sevdiği renk olan kırmızıyı ana renk alarak yataktaki Bardot’u önce kırmızı ardından beyaza yakın açık sarı ve son olarak mavi ile filtrelenen renk değişiminin geçişleriyle izleriz.Dikkatli bir izleyici ilk seferde farkedecektir,ama muhtemelen BB’u izlerken çoğumuz kaçırmış olabilir.Fransa bayrağının renkleri.Farkettirmeden bayrağı sahneye işlemiştir.Gaspar Noe,Climax’da kocaman bayrağı direkt duvara asmıştı ve aynı zamanda jeneriğin içine almıştı,sanırım bu sebeple pek yabancı gelmedi bana.Oluşan ‘aa demek Godard da yapmış zamanında’ hissi.Bunu bazen koltuk,halı veya duvardaki bir resim,sandalye üçlemelerinde kullanır.Ancak bu sahnedeki filmin kendisine ait renk geçişleri Murnau’nun Nosferatu’sundaki renk değişimlerini hatırlatır ve Godard’ın filmde Fritz Lang yoluyla Alman sinema yapımcılarına yapacağı yüceltmeye eşlikçi görevini görür.Dahi görüntü yönetmeni Raoul Coutard’ın başarısını da eklemeliyim elbette.
Bu sahnenin öncesinde film içinde başka bir film şeklinde çekilen,dış ses yoluyla aktarılan bir jenerik izleriz.İlk kez yazısız çekilen jeneriğe Georges Delerue’nin müziklerinin melankolisi eşlik eder.Oyuncular Brigitte Bardot,Michael Piccoli,Jack Palance ve Fritz Lang’dir.Fritz Lang’in kendisi.Cinemascope olarak filme alınıp GTC laboratuvarlarında renklendirilmiştir.
Roma’da Cinecitta stüdyolarında yönetmen Fritz Lang,Homer’in Odyssey’inin modern bir versiyonunu çekmektedir.Amerikalı film yapımcısı Jeremy Prokosch(Jack Palance) Truva’yı keşfeden Schliemann’ın Alman olması nedeniyle filmin Alman bir yönetmen tarafından çekilmesi gerektiğini düşünmektedir.Bu kadarı bile bize Amerikalı film yapımcısının anlayışını tarif eder.Seti ziyarete gelen tiyatro oyunu yazarı Paul’den senaryo yazması istenir.Jeremy parası ile istediğini yazdıracağını ve çektireceğini söyler.Filmden bir bölüm izledikleri cep sinemasında Lang tanrılar hakkında konuşur,sözleri film boyunca bilgece düşünce aktarımlarıdır.Hızlıca sonuca ulaşmak isteyen Jeremy’nin tahammülsüzlüğü bu sahnede film rulolarını yere atması ve disk gibi fırlatmasıyla kendini gösterir.Entellektüel paylaşımlara katlanamayan Jeremy, deniz kızlarının çıplak yüzdüğü sahnede oldukça eğlenir ve bunun iş yapacağını düşünür.Ona göre Penelope,Odysseus’a sadakatsizlik yapmıştır,Paul senaryoyu yeniden ele almalı ve yeni bir Odyssey yazmalıdır.Paul çeki alarak kabul eder.
Paul’ün eşi Camille ile tanışan Jeremy onu evine içki içmeye davet eder.Paul Camille’den arabaya binmesini ve gitmesini ister,Camille rahatsız olur,Paul kendisin de geleceğini söyleyerek ısrar eder.
Paul Jeremy’nin evine gittiğinde Camille geç kaldığını söyler,Paul de sebeplerini anlatır.Onu dinlemek istemeyen Camille sırtını dönerek yürümeye gider.Burda bir jump-cut izleriz,Paul ile bir anına dönüş yapar.
Camille Pompei mozaiklerinin bulunduğu bir kitabı inceler.Yanına gelen Paul “ben gelene kadar ne yaptınız?seni rahatsız etti mi?” diye sorar.Bu soru ve gülüşü Camille için rahatsız edicidir.İzlediğimiz bir jump-cut Paul’ün ellerini yıkamak için girdiği ev sahnesine bağlanır.Mozaik kitabını Paul’e veren Jeremy senaryo için faydalanabileceğini söyler.İlgisi sadece seks görüntülerinedir.Franceska,Odysseus’un bir Yunanlı olduğunu söyleyerek avamlığı indirmeye çalışır.Amerikalı film yapımcısı kültür yoksunu zırtapozun tekidir.Franceska’ya para ve karısı ile ilgili düşüncelerimde haklıydım diyerek yemeğe kalmalarını teklif eder.Camille “annem ve ben çok yorgunuz” diye cevap verir.
Jeremy’nin dengesiz davranışları Paul’ün kararını zorlaştırır.Zaten Paul hiçbir şekilde bu kararı alamayacaktır.Jeremy Capri teklifini yineleyerek onları uğurlar.
Eve dönüş yolunda Lang’in filminin heykellerinden biri sahnededir.Bu Paul,Camille ve Jeremy’nin hikayesinin anlatıldığı ana film ile Lang’in Odyssey’inin bağlamının işaretidir.Odyssey,Odysseus’un evi İthaka’ya dönüş yolculuğunun hikayesi olmasının yanında Penelope’nin oğlu ile birlikte talipkarlarla mücadelesinin de öyküsüdür.Bir edebi metinde ilk kez bir kadının ve kölelerin mücadelesine yer vermesi ile dikkat çeker.
Tumblr media
Yolda Camille Paul’e öğlen annesiyle yemek yediğini söyler.
Evde geçirilen zaman kameranın odalar arasında dolaştığı,uzatmalı,bitmeyen tartışmaların girdap haline geldiği,tam bitti derken tekrar başlanan Camille ve Paul’ün içinden çıkamadığı çekişmeleri sahneler.Godard neredeyse seyircinin sabrını zorlayarak evden çıkılamayacakmış endişesi oluşturur.Camille siyah bir peruk aldığını söyleyerek Paul’e sürpriz yapar,peruğu beğenmeyen Paul’e ‘senin sigaralı halin de Dean Martin’in götüne benziyor’ esprisini yapar.Camille’nin bu görünüşü çoğunlukla Anna Karina’ya kimilerince de David Bowie’ye benzetilir.Eğilerek aynada kendisine bakan Camille yeni görünüşü ile yeni bir hayat,yeni bir kimlik arayan birini betimler.Camille’nin esprisinden hoşlanmayan Paul ona cevap vermeyişinden rahatsız olup Camille’ye tokat atar.
Tumblr media
“Beni korkutuyorsun Paul
bu ilk kez olmuyor”
Paul onunla Capri’ye gitmesi için ısrar eder.Camille’nin annesi arar ve Paul öğlen yemek yediklerini sandığını söyler.Camille Paul’ün şüpheciliğini eleştirir ve bunu bir daha yaparsa boşanacağını söyler.Banyoda Lang’e ait bir kitaptan onun Yunan tragedyasını eleştiren satırlarını okur.
“İnsan kader karşısında etkinliğini yitirmiştir,sevdiğini öldürmek onu sonsuza kadar kaybetmektir”
İkisinin iç seslerini geçiş halinde izleriz.Paul Camille’nin onu terkettiğini hisseder,Capri için ısrar eder.Paul senaryo yazma teklifini nasıl tam eminlikle kabul edemediyse Camille de bu teklifi isteyerek kabul etmeyecektir.İkisi de bu fedakarlığı dairenin parasını ödemek için yaptıklarına kendilerini inandırır.Paul “neden kabul etmiyorsun?yoksa Jeremy ile aranızda birşeyler mi var?” diye sorarak şüpheciliğini devam ettirir.Camille onu artık sevmediğini söyleyerek evi terk eder.Paul ardından sakladığı silahını alarak çıkar.
Ev sahnesi inişli-çıkışlı,dolambaçlı tartışmaları ile bitmekte olan bir aşkın son çırpınışlarını süre bakımından kısıtlamasız sahneye aktarmıştır.Arabada Paul’den hiç birşey olmamış gibi davranmasını isteyen Camille’nin ağlayan gözleri gece ile buluşur.
Tiyatroda Jeremy’den “ sinemada da gerçek hayattaki gibi yerleşik olan şey şiirdir” cümlesini sanki bişeyleri anlamaya başlamış edasında dinleriz.Oyun sonunda;
Fritz Lang:” her sabah ekmeğimi kazanmak için yalanların satıldığı pazara giderim ve umut dolu olarak diğer satıcılarla aynı hizaya girerim”
Camille:” bu nedir?”
Lang: “ Hollywood”
“zavallı BB’nin bir baladından, Bertolt Brecht”
“ Homer’in dünyası gerçek bir dünya ve şair doğayla çatışarak değil de,onunla uyum sağlayarak gelişen bir uygarlığa aitti.Ve Odyssey’in güzelliği işte tam bu noktada yatar.Gerçek hayatta da olduğu gibi,ne ise öyle görünerek”
Bunlar Godard’ın Brecht hayranlığının ve onun tiyatroda yaptığı gibi temsili,anlatımın kapsamından çıkarışını,imaj yaratmak yerine hikayeyi ne ise öyle,olduğu gibi aktardığı sinema dilinin ifadesi niteliğindeki sözlerdir.
Işıklar söner,siyah peruğunu takmış Camille’nin gözleri karanlığa karışır.Binanın dışında;
Paul:”istemiyorsan gelme”
Camille:” Beni buna mecbur bırakan sen değilsin,hayatın kendisi”
Artık dönemeyecekleri bir yol ayrımında olan Camille ve Paul için Paul’ün sorumluluğu tamamen Camille’ye yükleyen bu sorusuna Camille bu cevabı vererek ikisinin de yükünü azaltır.
Deniz,
Camille sarı saçları ve gözlükleri ile teknede,Capri’deki settedir.
Paul teknede Jeremy’ye katıldığını,Odysseus’un karısını sevdiğini fakat karısının onu sevmediğini söyler.İki hikaye artık yanyanadır.Film setinin kamera ekibinin sırtlarında Technicolor yazan sweatshirt’lerini görürüz.Renk tedarikçisi firma o dönem kameralarını kiraya veriyordu,Jeremy filmi için kamera ve ekibini kiralamıştır.Camille’ye villaya onunla gelmesini teklif eder,Paul bir sorun olmayacağını söyler.Jeremy ile tanıştıkları gün onu arabasıyla göndermesindeki rahatsızlığın daha fazlasını hissederek gider.
Paul ve Lang’in villaya giden yeşil patikada yaptığı konuşmada Paul,Penelope’nin Odysseus’a sadık olduğunu,talipleri ile birşey yaşamadığını söyler.Odysseus’un aşırı ihtiyatlı davranması Penelope’nin sevgisini bitirmiştir.Taliplerini öldürmesi ona ulaşmasını sağlayacaktır.Lang,Camille’nin onun kitabından okuduğu satırlardaki sözlerini tekrarlar,öldürmek bir çare değildir.
Paul,Camille’nin onu şüpheci ithamları yüzünden artık sevmediğini düşünmektedir.Jeremy’yi ortadan kaldırırsa yani senaryo işini bırakırsa onu geri kazanabileceğini de.
Capri’deki Jeremy’nin villası olarak kullanılan Villa Malaparte , sadece mimari bir yapı değil,bir peysaj kurulumudur.Konumlandığı doğanın tüm şartlarını özümser nitelikteki bina Lang’in filminde kullandığı heykellerin antik olanla moderni birleştirmesi gibi doğa ile mimariyi fütürist şekliyle buluşturarak Godard’ın öyküsünü Homer’in Odyssey’i gibi geleceğe taşıma sembolüdür.Konumlanışındaki uyum ‘ne ise öyle’yi bir kez daha vurgular.
Camille çatı-terastan Paul’e hiçbirşey olmadı dercesine kollarını sallar,aşağı iner.Geldiğinde onu terasta bulamayan Paul eğilip baktığında pencerede Jeremy ile öpüştüklerini görür.Camille özellikle Paul’e bunu izletmiş gibidir.Franceska teknede bulduğu silahı Paul’e verir.
Lang:”Çocukların ateşli silahlarla oynamaması gerekir”
Salonda Paul,Homer’i değiştirerek bir senaryo yazmanın içtensizliğini anlatır.Bunu sadece para için yaptığını ve Lang’in haklı olduğunu söyler.
Teras,
Camille çırılçıplak güneşlenmektedir,sadece kalçasında okuduğu bir kitap vardır.Başlangıçta Paul’ün sevgisini sorguladığı yatak sahnesinde olmayan kitap,bu sahnede cevaplarını bulmuş birini imgeler.Paul’ü senaryoyu sadece para için yazdığını söylemesi ile eleştirir.Jeremy’nin bu hatayı bir daha kabul etmeyeceğini ama Paul’ün aynı hatayı bir daha yapacağını söyler.
Tumblr media
“Ben malımı bilirim”
Evde polisiye hikayeler yazdığı zaman çok mutlu olduklarını söyleyen Camille senaryo işinin ve film ekibinin Paul’ü değiştirdiğini belirtmişti.Ona göre zaten başından beri bir hataydı ve Paul bunu başaramayacaktı.
Paul:” onu seni öperken gördüm”
Camille:” gördüğünü biliyorum”
—“artık beni sevmiyorsun”
—“ hayat böyledir”
Tumblr media Tumblr media
Camille senaryodan çekilmesinin sorumluluğunu ona yüklemesinden rahatsızdır.Para için senaryoyu kabul ettiğini söyleyen Paul bunun daire parası için olduğunu tekrar tekrar söyleyerek sorumluluğu daireyi isteyen Camille’ye yüklediği gibi Jeremy ile aralarında birşeyler olmasına duyduğu şüphecilikle de Camille’nin sevgisini kaybetmiştir.
Truva savaşında 10 yıl,eve dönüş yolunda da 10 yıl,toplam 20 yıl Penelope’yi yalnız bırakan Odysseus,talipkarlarla aralarında birşeyler olmasına yönelik duyduğu şüpheyle Penelope’nin sevgisini kaybetmişti.Onlarla 20 sene mücadele eden,oğlunu yalnız büyüten Penelope’nin zaten birini sevmeye ve sevilmeye hakkı yoktu.En eski ve en bilinen edebi metinlerden birinde bangır bangır bağıran fakat Odysseus’un yolculuk hikayesinin,aynı zamanda kişisel yolculuğunun arkasında kaybolan,bir kadının içinde bulunduğu haksızlıklar girdabını Camille ve Paul öyküsü paralelinde gözümüze gözümüze sokar Godard.”Sinema erkek bakış açısıyla yazılmış kadın tarihidir” diyen yönetmenin kocasını aldatıyormuş şüphesi altında bırakılan bir kadının duygularını,terk etme nedenlerini ve doğasını aktarımı oldukça feminist bir anlatımdır.Godard bu,seviyoruz.
Camille:” artık çok geç seni affetmeyeceğim,
seni o kadar çok seviyordum ki,
artık senden nefret ediyorum.”
denize girer.
Zaman zaman aklımıza gelen filmin ismi ‘neden Le Mepris (nefret)’ sorusu,bir kadının sevgisinin nefrete dönüşmesini yönetmenin filmin ismine yerleştirmiş olduğu cevabıyla netleşir.Film ismi ekrana kırmızı renkte verilmişken bitiş yazısı mavidir.Brigitte Bardot’un kendini sardığı kırmızı battaniye nefrete dönüşen sevgisidir.Kırmızı BB.Amerikan sinemasını,yaşam anlayışını eleştirdiği,kendi film yöntemi ile ilgili işaretler verdiği,muhteşem estetiği ile rafine stilini konuşturduğu çekimleriyle doldurduğu filmi Camille’nin hikayesidir.
Tumblr media
Sevgili Paul,
silahını buldum ve kurşunlarını boşalttım.Eğer sen terk etmeyeceksen ben yapacağım.Jeremy Roma’ya dönmek zorunda olduğundan onunla gidiyorum.Sonra tek başıma bir otele yerleşeceğim.Elveda.
Camille
Jeremy ile yolda,
Jeremy’ye Roma’da daktiloya devam edeceğini söyler.Paul’e yazdığı mektubun el yazıları ekrana gelir.
“Kendine iyi bak.Elveda” Camille
Kaza,
Film boyunca dinlediğimiz melankolik müziklerin bizi bu trajik sahneye taşıdığı hissi oluşur.
Camille,Paul’ü seviyordu….
Set,
Villanın merdivenlerinde Paul Franceska’ya hoşçakal der,haberi almışlardır.Lang’e veda eder,Roma’ya dönüp oyununu bitireceğini söyler.
“Peki siz ne yapacaksınız?”
“Filmi bitireceğim,başladığın işi her zaman bitir.”
“Hangi sahneyi çekiyorsunuz?”
“Odysseus’un memleketini ilk defa görüşünü”
İthaka
Mavi sonsuz deniz,
FİN
Odysseus’un sonsuz maviliğe bu bakışı Paul’ün Camille villaya giderken ardından bakışı ile aynıdır.Evini bulan Odysseus,evini bulan Paul.Camille de bunu yapmıştı,daktilo işine döneceğini Jeremy’ye söylerken sevinç kahkahaları atıyordu,mutluydu.Jeremy ve temsil ettiği ‘para herşeye kadirdir’ dünyası,Camille’nin onunla birlikte olmayı tercih etmemesi ve hurda alfa romeo ile ölmüştü.BB (Bertolt Brecht) ve Lang haklıydı.
Filmlerle kurduğumuz ilişkiler de böyledir çoğu zaman.Hayatımızla ilişkilendirdiğimiz hisler,düşünceler,olaylar,fikirler..vs.Benzeştirmeler yaparken buluruz kendimizi, sorular sorarız,hayat da bir yerlerde evimize rastladığımız yaşanmışlıklar toplamı değil mi? Hayat böyledir.
Godard,bir süreç olarak algılanmasını istediği filmler yaptı,film dili farkındalık oluşturarak sinemanın illüzyonunu kırdı.
“Her düzenleme bir yalandır” JLG.
bitti.
başak,temmuz 2021,Fethiye
kaynaklar: Le Mepris: How JLG turned cash and chaos into beauty,John Patterson,2016 The Guardian
Jean Luc Godard:Sinemanın imhası,Fırat Yücel,2019 Altyazı
Neden Le Mepris?,Fırat Caner,2017 Birikim
görseller:Pinterest
Tumblr media
2 notes · View notes
su-thewise · 3 years
Text
Arınıyorum dostlar. Okuyorum, dinliyorum, çiziyorum ve çöküyorum. Ne mükemmel bi arınma. 21.yüzyıl gerçeği beni derinden sarsıyor ve ben geçen yüzyıllara dönmek için çabalıyorum. Yine ve yine.. Eskiden kendimi durduramadığım, olduğum yerden kaçma hastalığım artık mekanı aşıyor. Açlığımı dindirecek ve beni daha da umutsuz yapacak şeyler buluyorum. Bazen ama bazen her şey çok normal, güzel ve sorunsuz geliyor. Çünkü öyle, biliyorum. Ama neye olduğunu bilmediğim özlemimi bastıramıyorum. Beni sürekli avlıyor. 
Arınıyorum ama kendimden değil. Keşke o olsa.. Sürekli arafta olmak ya da hiç bi yere ait olamamak ve hep bi yerlere ait hissetmek, beni öldürüyor. Mutluyum, seviyorum, çürüyorum. Kokana kadar kimse fark etmeyecek ve ben kokmamak için bin bir çeşit çiçek ekeceğim. Bu yazıya denk gelebilecek tek ve onunda denk getirebileceği başka tek bi insan var. Sizleri seviyorum. Cidden çok seviyorum. Ama bazen, beni sadece uğurlamanızı istiyorum. Hepimiz dünyanın en güzel gün doğumunu dünyanın en güzel okyanus kenarında yaşayalım. Ve bu kadar güzel olmasının tek sebebi biz olalım. Ama, ama sonra ben kalkayım, sarılıp öpeyim, ağlayayım ve birbirimize tüm sevgimizi vermiş olalım. Hissettirmiş olalım. Ama yürüyüp gideyim işte.. Dramatik tarafım ‘Dalgalar’ı olan gibi suya yürümek istiyor. Siz gelmeyin. Ama kalmayın da. Çekip gidin, birbirinize iyi bakın, beni sevin, dünyayı sevin, hayvanları ve bitkileri ve gökyüzünü ve beni sarmalayan suyu.. Ama özlemeyin, yas tutmayın, sadece yaşayın. 
Yalnız kalmanın iyi bi fikir olmayacağını biliyordum. Hepimiz biliyorduk. Ama işte, başım aralıksız dönerken ve vücudum yeterince kansızlık yaşamıyormuş gibi düzenli kan kaybederken buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorduk. 
Arınıyorum, ama asla kendimden değil, onu... beceremiyorum.
2 notes · View notes
mavi1gezegen · 4 years
Note
Holaaaa... Mutsuzken kendini nasıl motive ediyorsun? Kendini nasıl mutlu ediyorsun? Seviliyorsun 💖
Merhabaaa!
Mutsuzken iki parçaya bölünüyorum. Bir yanım geçip bir köşede sessizce otururken, diğer yanım tüm seslerin beden bulmuş hâli oluyor. İkisini de kullanıyorum. Ne kadar üzücü olsa da ikisini de seviyorum. Bu yüzden kendimi de kolayca motive edebiliyorum.😁
Önce doya doya bir acımı yaşıyorum, ayıp olmasın diye. Sonra kalkıyorum o acının yanından, misafir çok oturmaz diye. Geçiyorum bir aynanın karşısına. Kendime bakıyorum. İnan bana, bazen aynaya bakmaktan bile korkuyorum. Ama bu beni pes ettirecek bir güce sahip değil, biliyorum.
En çokta bu yüzden orada olmaya devam ediyorum. Kendime bakıyorum. Susmak bilmeyen iç sesimi dinliyorum. Biliyor musun? Arada haklı da konuşuyor😂
Karşıma geçmiş "sen neleri neleri yendin be, bunları mı yenemeyeceksin?" diyor. Ben de şaşırıyorum valla. Gerçek mi söylüyor, teselli mi ediyor belli değil. Durup durup tekrar ediyor. Sanki hep düşerim diye yanımda bekliyor. "Bunu da yeneceksin, biliyorsun değil mi?" diyor. Kaçırma gözlerini, daha çok bak. Susma, daha çok konuş. Kaybetmekten korkma, kazanmak için daha çok çabala.
Çünkü kaybetmek kazanmanın başlangıcıdır unutma. Bazı savaşlar kaybederek kazanılır bunu sakın aklından çıkarma diyor. Belki de bana en iyi gücü bu veriyor. Belki de bu yüzden bu kadar güçlüyüm. Sizin için de aynısı olur mu bilmiyorum. Ama eğer sizde böyle hissedersiniz, zamanı ya da mekanı umursamadan geçin bir köşeye. Kendinizi dinleyin. Susmak bilmeyen o iç sese bir gün izin verin. Bırakın konuşsun. Belki o zaman sizin için de bir başlangıç olur. Belki hiç beklemediğiniz anda hiç beklemediğiniz o şey gerçek olur...
NOT: Umarım şuan kendini kötü hissedenlere söylediklerim iyi gelmiştir...
Ve umarım, dediklerimi uygulayan birileri olur.
Ne olursa olsun, pes etmeyip ayakta kalan, bir gün elbet kazanır.
Yenileceğinizi bile bile girdiğiniz savaşlardan gururla ve galibiyetle çıkmanız dileğiyle...
Umut edin, mutlu kalın...💙
ÖZEL NOT⬇
Bende sizi çok seviyorummm...💙
20 notes · View notes
seyyahe-iavare · 4 years
Text
Dualarınız ve güzel dilekleriniz için gerçekten çok teşekkür ediyorum samimiyetinizi seviyorum o yüzden burdayım. Benim o paylaşımım bir amaç taşıyordu bazen insan bu bitek benim başıma gelip deyip üzüyor kendini. İstedim ki birileri yalnız kendisinin başına gelmediğini hissetsin. Bir de dışardan bakılınca çok ışıltılı, gıpta edilecek hayatlar görüyoruz ama içi öyle olmaya biliyor malum sosyal medya ya yapay mutluluklar ya da aşırı ajite edilmiş üzüntülerin mekanı oldu bunlardan sıyrılıp hayatta herşey var ne salt mutluluk mümkün ne de salt acı demek istedim🌺
18 notes · View notes
biicmimar · 5 years
Photo
Tumblr media
Güzel tasarımlar ile gözümüz, gönlümüz açılsın. 😍 Terrazzo ile oluşturulmuş şık bi'mekan. Artık çok sık rastladığım bu malzemeyi oldukça seviyorum. Gördükçede paylaşmadan geçemeyeceğim. 😊 Birazcık bu mekanı inceleyecek olursak... Zemin ile masaların aynı malzemeden olması mekan içinde parça bütün ilişkisini sağlamış. Tatlı pembe tonu ile oluşturulan oturma alanları ve bölücü paneller ortama sıcaklık katmış. Ve mekanın geneline hakim olan koyu ton ile şık bir hava hakim olmuş. Ve aydınlatma elemanı olarak tek büyük bir parça seçmek yerine küçük toplu elemanlar seçmek ortamda ışıltı etkisi oluşturmuş. . . . . . . . . . #interior #interiordesign #architecture #interiorinspo #interiorinspiration #interiors #style #inspo #inspiration #decor #theworldofinteriors #dekorasyon #luxury #tasarım #home #homedecor #interiordesigner #design #homedesign #içmimari #elledecor #decoration #decorlovers #art #sanat #interiordecorating #quote #shopthepost #icmimarlık #icmimar https://www.instagram.com/p/B1e0GJWn9i8/?igshid=1n1nx5llu66vl
25 notes · View notes
kayip-yillar · 5 years
Text
Tumblr media
ADLİ TIP UZMANININ İBRETLİK RÜYASI
Benim başım açık, tesettürlü bir insan değilim. Ama şükür imanım var. Namazımı kılıyor, orucumu tutuyorum şükür. Rabbim kabul etsin. Tesettürlü insanları seviyorum, imrenerek bakıyorum ama henüz nefsim hazır değil. Sürekli erteliyorum. Bunda geçirdiğim çocukluğumun büyük etkisi var.
Babam ordu mensubu idi. O dönemde namaz kılanı, eşi kapalı olanı ordudan atıyorlardı. Zavallı annem babam atılmasın diye ağlaya ağlaya açıldı. Hiç unutamıyorum açıldığı günü. Öyle çok gözyaşı döktü ki babam :
_ Üzülme hanım, şurada emekliliğime ne kaldı. Örtünürsün, beraber hacca gideriz derdi. Hem sen evdesin bak namazların geçmiyor. Birde beni düşün derdi. Zavallı babam kılamadığı kaza namazlarını kılmadan ne kadar yorgun olursa olsun yatmazdı.
Eve misafir gelince ihbar olur diye onların yanında kılamaz tek tek yatak odasına gidip kapıyı kitletip öyle kılarlardı. Evdeki seccade ve tesbihler bile suç unsuru sayılırdı. İyice saklar, bize de tembih ederlerdi çıkarmayalım diye. Namaz kıldığımızı kimseye söylemememizi isterlerdi.
Ama zavallı annem emekliliği göremedi. Açıldıktan sonra öyle üzüldü ki mide kanserinden kısa sürede aramızdan ayrıldı.
Ben okudum, adli tıp çalışanı oldum. Bu ne demek biliyor musunuz. Her gün cesetler gelir, biz bunları otopsi yaparız. Neler gördüm hayal bile edemezsiniz.
Bir gece okuyup yattım. Rüyamda çok tatlı bir teyze gördüm. Teyze bana :
_Kızım, yarın beni sana getirecekler. Sakın beni erkeklere gösterme olur mu yavrum dedi. Uyandım sabah ezanı okunuyordu. Saat 5.30 du. Namazımı kıldım.
İşe gittim otopsi yapılmak için dört ceset gelmişti. Açtım baktım bir tanesi O tatlı teyze. Arkadaşlara rüyamı anlattım. Teyzenin ölüm saati tam 5.30 yani benim rüyayı gördüğüm saat. Teyzenin yüzünden nur damlıyordu adeta. Kıyamıyorduk ama mecburduk.
Arkadaşlarım anlayışla karşıladı. Otopsiye erkek arkadaşlar girmedi. Otopsi hiç bir erkek görmeden bitti şükür.
Teyzenin oğlu cesedi almaya geldi. Ben oğluna :
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, dediğimde ummadığım bir tepki ile karşılaştım.
Bana ne dese beğenirsiniz:
_Bırakın bu safsataları. Annemde sizin gibi örümcek kafalıydı. Cennette, cehennemde bu dünyada, dedim anlatamadım yıllardır. Öldü bitti işte gerisi yok. Sizin gibi örümcek kafalılar yüzünden bu ülke geri kalıyor. Okumuş, aydın açık bir insan nasıl bunlara inanır anlamıyorum. Ülke ne hale geldi. Yakında irtica gelecek İran gibi olacağız. Hep sizin yüzünüzden dedi. Çok sinirlenmiştim.
Rüyamı anlatmak istedim ama sesim çıkmadı.
Demek ki karşımda kalbi mühürlenmiş bir günahkar duruyordu..
Akşam eve gittiğimde çok üzgündüm. Bu teyzenim kabirde ilk gecesiydi. Ardından okuyacak kimsesi yoktu. Abdest alıp Yasin'i şerif okudum yattım.
Teyze o gece rüyama bir kez daha girdi. Rüyamda teyzeyi ve annemi kol kola Kabe de gezerken gördüm. Bana teşekkür etti. Allah bir değil bin kere razı olsun kızım senden dedi bana. Annemde çok mutlu görünüyordu.
Rabbim hepimize hayırlı ömür, hayırlı ölüm nasip etsin.
AMİN...
22 notes · View notes
sahicikten · 5 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Sakız Adası’nda Ne Yokmuş Bir Bakıp Döndük…
 Bir ay boyunca Yunanistan’ın Sakız Adası’ndaki tüm otelleri, pansiyonları internette gezdim.  Benim bu gezim sırasında ada neredeyse tam doluluğa ulaştı. Ekonomik olsun, sempatik olsun, kasabaya yakın olsun derken yan adaya bakmak durumunda kalacaktım. Booking.com üzerinden hala Türkiye’deki otellere rezervasyon yapamıyoruz ama yurtdışındakilere yapabiliyoruz. Tabii Türkiye’de vpn’i açıp olayı hallettiğimizi kimse bilmiyor! Neyse, beş gece için üç ayrı yerde konaklama rezervasyonu yaparak kendi rekorumu kırdım. Seviyorum ben farklı yerlerde kalmayı, daha eğlenceli oluyor, tatil uzunmuş gibi geliyor.
Çeşme ile Sakız Adası arasında sefer yapan üç firma var. İster arabayla ister yaya olarak adaya geçebilirsiniz. Gidiş dönüş kişi başı 25 avro. Biletinizi internetten satın alabiliyorsunuz. Sabah akşam sefer var. Biz hafta arası, akşam 19:00 seferiyle adaya geçmeyi tercih ettik. Gümrükte sıra beklemeden yağ gibi süzüldük adaya. Ohh bee, özlemişim adaları. En son Samos Adası’na gitmiştim, üzerinden iki sene geçti.
İlk gece Sakız’ın merkezinde kaldık. İstanbul’dan sabah on bir uçağı ile yola çıkmıştık, biraz yorgunluk vardı, limandan yürüyerek pansiyona ulaşmak iyi geldi. İlk girdiğim anda kalacağım mekânı sevmeye bayılıyorum. Gezi çok mutlu başlıyor. Burada da öyle oldu. Frourio Apartments! Bir gece kalacağız ama olsun. Oda şık; iki farklı kahve makinesi, kahve, çamaşır makinesi var. Bizde de ıslak eşyalar! İstanbul’dan sağanakla havalandığımız için bavullar yağmurun altında beklemiş. Neyse, ıslak eşyaları asıp hızla ada kafasına geçmek üzere sokaklara çıkıyoruz.
Adaya gelmeden önce yemek yenecek mekânları da çalışmıştım. Nokta atış Hodzas’a gittik. Merkezden yukarı biraz yürüyorsunuz ama değiyor. Ufak bir bahçe, ağaçlar altında masalar. Gece saat on buçuk falan. Tüm masalar dolu, Yunanlar akşam yemeğine o saatlerde ancak başlıyor. Geleneksel yemeklerin, özellikle et yemeklerinin ağırlıkta olduğu bir menüsü var restoranın. Yunanistan’da her şeyin dev porsiyon geldiğini unutmuşuz. Hatırladık! Yemekten önce tatlı isteğimize “Şimdi mi?” cevabını aldık, şaşırsalar da getirdiler. Yemek sonrasında tekrar getirdiler, herkese ikrammış… Her restoranda mutlaka, çubuk dondurma da olsa, bir tatlı ikram ediliyor.
Gün gün her şeyi yazacak kadar sabrım yok. Aklımda kalanları bir nefeste anlatayım. Sakız Adası adı üstünde damla sakızı ağaçlarıyla kaplı, damla sakızı üretiminin yapıldığı bir ada. Tarihi üzücü; Cenevizliler’den sonra Osmanlı’nın egemenliğine giriyor. 1822 yılındaki ayaklanmalar sırasında Osmanlı büyük bir katliam yapıyor. 1881’de de deprem felaketi yaşanıyor, evlerin çoğu yıkılıyor. Buna rağmen hâlâ kasabalar, köyler orijinalliğini koruyor. Ahh köyler çok güzel! Mesta, Pirgi, Olimpi ortaçağdan kalma... Binalar muhteşem. Çok azı otel, pansiyon. Genelinde ada halkı yaşıyor. Gündüzleri koyları dolaşıp, akşamüstleri de köyleri dolaştık. Herkese aynısını tavsiye ediyorum. Gündüz sıcağında gezilmez oralar, hem de tıs pıs olur. Akşam ışıkları yanmaya başlayınca ortam şenleniyor.
Gelmeden önce, Sakız’da bir şey yok gitmeyin diyenler oldu. İyi ki, “bakalım ne yokmuş” diye merak edip geldik. Kendi halinde, sakin, doğası doğa, koyları şahane, yemekleri lezzetli… Daha ne isteyeyim ki? Bir de şezlong parası diye tepenize dikilen kimse yok. Şezlonga istiyorsan bir kahve içmen yeterli. İstemiyorsan da sahilin her yeri senin, ser havlunu otur. Nasıl bıkmışız bizdeki yamyamlıktan, soygundan, kalabalıktan… Çocukluğumdaki Ege sahillerine gelmiş gibi hissettim kendimi. Yine bir ohh bee…
İki gece adanın Kampos veya Kambos denilen bölgesinde kaldık. Ne acayip yerdi. Cenevizlilerin inşa ettiği malikâneler ve yüksek taş duvarlar arasında dolaşıyorsunuz. Bu duvarlar bahçelerdeki narenciye ağaçlarını sert rüzgârlardan korumak içinmiş. Sert rüzgârları iki gece de gördük! Adanın hiçbir yerinde rüzgâr yoksa bile burada esiyor hatta gece uyutmuyor. Daracık sokaklardan arabayla giderken çağ karmaşası yaşıyor insan. Evet, araba kiralamak şart! Yoksa adayı gezmeye imkan yok.
Mavra Voliaaaa… Adanın en özel plajı. Siyah volkanik taşları var. Şezlong şemsiye yasak. Bence uzaylı bir plaj! Şnorkelle deniz dibini seyrederken çağın değil de bu sefer atmosferin dışına çıktım. Derin, siyah, berrak... Karşı tepeye doğru yürürseniz yanda bir plaj daha var. İki plaj arasında durup manzarayı seyredin.
Adada doksan iki plaj varmış. Tabii ki çok azını görebildik ama en güzelleriydi sanırım. Adanın genelde güneyinde dolaştık, köylerin ve sakız ağaçlarının olduğu daha turistik bölüm güneyi zaten. Kuzeye doğru ada ıssızlaşıyor ve sarplaşıyor. Turistik dediysem, ağustos ayı olmasına rağmen öff dedirten bir kalabalık isteseniz de yok. Eğlence, bar, eller havaya arıyorsanız yok.
Kuzeyde sayılabilecek Lagkada’aya gittik, siz de gidin mutlaka. Bir balıkçı köyü. Nostos’da yemek yiyin. Nasıl diyeyim, Cunda’nın en eski hallerini hatırlattı bana. Yok, daha güzel sanırım. Lagkada’da giderken, Oz Bay’e uğrayın. Adanın tek beach bar havasında mekanı olabilir. Küçük bir koy, plajda yastıklar falan… Giriş parası var mı diye korkmayın, yok! Agios Isıdoros kilisesini seyrederek yüzün.
Ada tatilinde müzeye mi gelinir deyip Sakız Müzesi’nin kıyısından dönmeyin. Modern bir binada, serin serin hem adanın hem de damla sakızının hikâyesini öğrenin.
Hafta sonu ve her gün 14:00-18:00 arası adanın merkezindeki dükkânlar kapalı. Sadece birkaç turistik dükkân açık, alış verişi son ana bırakırsanız ancak bizim gibi açık bulduklarınızdan hızlıca birkaç şey alırsınız; damla sakızlı, lokumlar, kahveler, sakızlar… Ben bergamotlu lokum aldım ama olsun. My Market adanın en büyük marketi. Market gezmeyi sevenler olarak sık sık ziyaret ettik. Şu birayı denesek mi, şu ne ki diye diye dolaşanlar kategorisindeyiz. My Market de pazar günleri kapalı. Küçük marketler de büyük su 1 avro, My Market’te 0,20 avro. Bu da bilgi olarak dursun. Adanın Fresh Chios Beer denilen yerel birası var. Uzo içmekten onu içmeyi unutuyordum. Dönmeden hemen önce içmek büyük kayıp oldu. Nefismiş.
Adanın sapa koylarından biri Agios Giannis. O koyda bir manastır, manastırın bahçesinde de bir restoran var; Aparanto Galazio. Manzara müthiş. Az bilinen bir kaçış noktası gibi… Diğer restoranlara göre azıcık pahalı ama mekân ohhh beee…
Bir lezzetli öğlen yemeği önerisi de Lithi diye bir sahilde Galera restoran. Fava, cacık, kalamar dolması, kabak dolması, 2 şişe ufak Retsina  (beyaz şarap); hesap 27 avro.
Son iki gece Agia Fotini’de tam denizin kenarında Iro Apartments’ta kaldık. Sabah yüzünü denizde yıkayacağın, karanlıkta suya girebileceğin cinsten. Ehh biz de öyle yaptık. Agia Fotini konaklamak için çok uygun bir koy. Merkeze çok uzak değil, iki restoranı, bir barı (fazla heveslenmeyin), bir küçük marketi var. Deniz çakıllı ve çok berrak.  
Adadan dönüşümüz de hızlı ve sorunsuz oldu. Zaten tekne hareket ediyor ve yarım saat sonra Çeşme’de iniyorsunuz.
Her detayı yazarsam çok ohh bee var. İlk fırsatta adaya gidip kendi ohh bee’nizi yaşamanız dileğiyle…
2 notes · View notes
nurayguzet · 5 years
Text
ARAYIŞ
İnsan ruhu yolda hep.
Yolumuz zaman.
Rotamızı farklı limanlara çevirsek bile, bitmeyen ve değişmeyen yegane şey arayışımız oluyor.
Bazen bir sevgiliye ulaşmak istiyoruz,
Bazen yeni bir çehre ile avunmak,
İçimizde fırtınalar esiyor, tutunacak bir dal
Her şey bitiyor gibi, yeni bir başlangıç
Yorgunuz, soğuk bir bira
Derdimiz var, bir kaç sigara..
Daima bir arayışımız oluyor. Pansuman niyetine bazı yaralarımıza.
  Geçmiş gelecek gibi gri alanlar bırakmıyor insanın zihninde. Belki de tam bu nedenle oradaki kavga hiç bitmiyor. Keşke’ler, İyiki’ler, öfkeler, gözyaşları yeniden değerlendirilecek onlarca opsiyon sunan ham veriler. Yaşadığımız her deneyim birer veri olarak beynimizde işleniyor. Ara sıra içine huzursuzluk, yüreğine gam, bazen de anlamsız bir neşe olarak hissettiğin tüm bu durumlar. İşlenmiş tecrübelerinden ibaret. Çocuklar gibi öğreniyoruz duygularımızı, ilk deneyimimize göre değerlendiriyoruz çoğunu. İşte kendimize yenildiğimiz noktadır burası. Bundan sonraki senaryo çok da iç açıcı olmayabiliyor. Çokça kırılıyor ve kırıyoruz belki. En nihayetinde zaman zaman kayboluyoruz hepimiz, en neşeli olanımız dahil.
  Ben bugün bir farkındalık ile mutlu oldum. Anlattığım tüm bu olumsuz senaryolara rağmen, 27 yaşında ilk kez şefkatli olabilmeyi öğrenmişim kendime karşı. Bir terminalde yalnız çay içerken, içimde bir şölen yaşanmaktaydı.
Bazı mekanların ruhları insanı kendi ruhuna yabancılaştırıyor. Hastaneler, adliyeler, terminaller... Bu farkındalık ruhumun ruhuma en yabancı olduğu bu yerde bulmuştu beni. İç sesimin en hakkını veren tonlamasıyla. Teşekkür ederim hayat.
 Terminallerde her şey biraz öylesine yaşanır. Bir çay içersin, öylesine. Tadı falan da yoktur mesela çoğu terminal çayının. Bayat bir çayla bayat bir huzur vaad eder belki ya da sadece zaman öldürdüğünün bilincinde çaycı. Çaban takdir edilmeyecekse, çabalamazsın. Çaycı bunu iyi biliyor belli ki. 
 Bir de vedalaşmalar var bu mekanın doğasında. Bazen çok içten, bazen onlar da öylesine. Gitme diyemediğine sarılıyor belki şuradaki adam, öylesine. Kısacası hüzünlü işte. Sizi bilmem ama ben zaman zaman seviyorum hüznü. En çok kahkahalar ile huzurlu olsam da, hüznün de insanı besleyen bir tarafı olduğunu inkar etmek zor.
 Hüzün de huzur bulmak da mümkün, bir gece öylesine sahile gidip denk gelen mehtapla huzur bulmak da. Hangisi daha sıcak bir his verdiyse o taraftır sizin tarafınız. 
 Mesela karşılaşmalar daha çok ısıtır içimi, planlı buluşmalardan ise. Ortak bir şeyler barındırır. Aynı mekanı seviyoruzdur, aynı çayı içiyoruzdur, belki aynı masaya oturmuşuzdur herhangi bir zaman. Benim içimi ısıtan sıcacık hisler bunlar, benim tarafım hayatımın tesadüf hali. 
 Hepimiz yolculuğumuza yoldaş arıyoruz nihayetinde. Kimimiz varış noktasına dek, kimimiz belli duraklara. İşin güzel kısmı yol ayrımına gelindiğinde sarılıp yürünen yola, yoldaşlığa minnettarca veda edebilmekte. İçimizde ve etrafımızda huzur arayan, huzur vermeye odaklanan insan olma gayesi ile doldukça sizin tarafınız hep aydınlık olacaktır.
  Arayışına anlam katan,
İçinde, etrafında, insanında, mekanında, duyduğunda ve baktığında huzur gören insan olmanızı dilerim bu kez de. 
İçinizdeki sesi tanımlayın, arayışınızın adı anlamı o seste. Tanımlanan her şey ile baş etmesi daha kolay arkadaşlar. Yalnız yürümediğimiz yollarımız ve bol kahkahalarımız olsun.
4 notes · View notes
gracekellyyy-blog1 · 5 years
Text
İSTANBUL’UN 5 SEMT VE 5 LEZZETİ
İstanbul'un bir sürede olsa tarihi yansıtan mimarisini seviyorum. İllüzyondan sıyrılıp gerçeğe giriş yapıyormuşuz gibi.İstanbul hem besliyor, hem enerjimi alıyor sanki. İstanbul'u İstanbul yapan özellik. Her an size hitap eden sokak lezzetiyle karşılaşıyorsunuz. İlk durağımız Sultanahmet Meydanı'ydı. Meşhur Sultanahmet Köftesi'ni yiyecektik. Mekana girdiğimizde oldukça kalabalıktı. Tarihi bina 3 katlıydı. Yerli, turist herkes vardı. Biz Melike'yle 1 porsiyon köfte söyledik. O sırada mekanın resmini çekerken yan masadaki tatlı hanımefendiler kendilerini çektiğimizi düşündüler. Tatlı bir şekilde şakalaştık. Biz ise ödevimiz için mekanın resmini çektiğimizi belirttik. Gelin isterseniz bizimle çekilin dediler.Beraber resim çekilip güzel bir anı kaydettik. Bu arada onlarda emekli öğretmenlermiş. Köftemiz geldi. Yanında acı sos da vardı. Köfte bu arada güzeldi. Bize biraz pişmemiş gibi geldi. Tek küçük olumsuz noktası buydu. Sonra Sultanahmet Köftecisi'nde ayrılıp Vefa Bozacısı'na geçtik.Hayatımda ilk defa boza içicektim. Vefa semti bana sanki 80’ ler dönemindeki mahalle kültürünü yansıttı. Vefa bozamı içtim, maalesef beğenemedim. Salep gibi düşündüm. Ama tadı ekşiydi. Sonra yanımdaki yaşlı teyze, leblebi koyarak içileceğini önerdi. Bu sefer öyle denedim. Maalesef yine değişen bir şey olamadı. Çünkü sevemedim. Bu arada Vefa semtinin sirkesi de meşhurmuş. Boza dükkanında sirkede satılıyormuş. Daha sonra buradan ayrılıp Sevda Gazozcu'sundan gazoz oldum. Burada hep yerli üretim gazoz var. Aynı zamanda otantik ve nostaljik bir mekan. Zaten direk giriş yaptığınızda pikapta eski, nostaljik şarkılar çalıyor. Ayrıca mekan görselliği ile de ön planda. Burada ayrıl��p metroya doğru yürüdük. Metroya bindik. İstiklal Meydanı'nda indik. 3. durağımız Cihangir'deki Asri Turşucu'suydu. Bu turşucu dükkanının kökeni çok eskiye dayanıyor. Aynı zamanda meşhur Neşeli Günler filmindeki turşucu dükkanı burasıymış. Turşucuya girdik ve turşu bardağı istedik. Turşuları gerçekten güzeldi. Dayanamadım, 2. sini aldım. Bu arada vlog da turşu suyu içerken ki videolarımı silmişim. Asri turşucusundan ayrıldık. Melike ile Cihangir'den Karaköy'e indik. Bu sefer ki 4. durağımız Karaköy Güllüoğlu'ydu. Lezzetli baklavalarını yemek için sabırsızlanıyordum.Çok işlekti burası.Hemen siparişimizi söyledik.Birer dilim baklava yedik. Fiyatlarından dolayı. Bir tanesi bizi kesmedi. Yanında çayımız. Biraz şekerimiz düşmüştü, iyi geldi doğrusu. Bu arada yorgunluktan dolayı maalesef dış mekanı çekemedik. Buradan ayrılıp Karaköy'den Eminönü'ne doğru yürümeye başladık. Son durağımızdı. Meşhur balık ekmeğini yiyecektik. Bizim tercih ettiğimiz yer Eski Galata Köprüsünde ki balıkçı dükkanı oldu. Çünkü bize cazip öğrenci indirimi yaptılar ve yanında çay ikramı sundular. Bide dayanamadık.Gün batımı vardı. Hemen ânı resmettik. Balık ekmekler geldi. Tabi biz vlog işini unutup direk yemeye odaklandık. İşte benim 5 lezzetim. Size de tavsiye ederim.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
Text
#Gökyüzündeki özgürlük yeryüzündeki mahkumluk
Çok klasik olacak ama kuş olsam ne olurdu ki bende özgür olurdum kanatlarımı istediğim kadar çırpar istediğim yere konardım kimse bir kuşa neden buraya kondun demez ya rahat olurdum sadece uçardım sadece uçmak - özgürce - gökyüzü belkide bu yüzden kuşların evidir * özgürlüğün mekanı yeryüzü gibi hapsetmez karanlığa * onu da seviyorum sonuçta yeryüzü beni hapsetmeseydi beni mahkum etmeseydi karanlığa bilmezdim gokyüzü özgürlük yeryüzü mahkumluk ...
Binlerce kez teşekkür ederim sana yeryüzü sen olmasaydın bilemezdim asıl özgürlüğü gökyüzünde bulurum sen olmasaydın gökyüzünün aydınlığını göremezdim veee sen olmasaydın bi mahkumdan özgür olmaya çalışmazdım binlerce kez teşekkür ederim sana :)
1 note · View note