Tumgik
#ruhum memur
istanbulite · 9 months
Text
apparently I like my job *very* structured. Clocking in & out times NEVER changes. +uniforms 👌 never ping me abt work after work UNLESS emergency
7 notes · View notes
operasyon · 2 years
Text
Tumblr media
Blogda 2020'ye kadar baktım. Kitap alıntısı yaptım mı diye göremedim. Ben de kitabıın sayfasını buldum. Yakup Kadri, Hüküm Gecesi romanında işgalin ülkede yarattığı sosyal tahribatı bu şekilde tarif eder.
Bu günlere hiç benzemiyordur herhalde?
-----
Bir işgal karşısında ben ancak kendi tavrımı düşünebilirim. Diyelim ABD silahlı unsurları atom bombası atarız tehdidiyle ülkemizi işgal ettiler. Çok fazla kan dökmeye bile gerek kalmadı. İleri gelen, en cesur bir kaç bin kişiyi öldürmeleri yetti ülkeyi teslim almalarına.
İşgal de uzadı diyelim. On yıl geçmiş olsun. Halkın çoğunluğu artık işgali kanıksamış, düşmanla mücadeleden vazgeçmiş olsun. Halkın azımsanmayacak bir kısmı da işgalcilere açıktan destek veriyor olsun. Düşman kuvvetlerin temsilcisi de Johnny walker (halihazırda içki markası) adında bir general olsun.
Artık bu adam resmi yönetici olarak her işe karışıyor doğal olarak. Çünkü hayat akmaya devam ediyor. İşçiler zam alacaksa bu belirliyor. Hangi memur nereye atanacak bu Johnny denen adam belirliyor vs vs... Kısaca her şeyden sorumlu bir işgal kuvvetleri komutanlığı var. Sonuçta bir adamla gelip işgal etmediler. Kendi askerleri kendi memurları filanda var burda.
Şimdi şöyle bir durum var: Komşunla kavga bile etsen bu adamların atadığı yargıçlar yargılıyor seni. Bu adamların marketlerinden yeyip içiyorsun. Kendi mağzaları var. Bu adamların dükkanlarından giyiniyorsun. Patronu abdli olan adamların iş yerlerinde çalışıyorsun. Öğretmeni abd askeri olan bir okulda okuyor çocukların.
Ne yapacaksın?
Kendi tavrımdan eminim. Elimden geldiği kadar savaşırım işgal kuvvetleriyle. Zafer ihtimali yakın görünmüyorsa, sonuç.ta bende aynı toplumda yaşamak zorundayım. Zorunlu olarak ilişkim olabilir ama aklımdan bir an bile çıkarmam. Çocuğum işgal kuvvetlerinin açtığı okulda okuyor. Ben işgal kuvvetlerinin mahkemesinde, hukuken tanımamdığım, yasal saymadığım bir mahkemede yargılanırım. Zarar etmesini istediğim bir işgaliciden oluşan bir patronun emrinde çalıştığımı unutmam, ruhum ezilir sabır altında.
Toplum ne yapar?
Bütün hainleri, işgalin destekçilerini filan ayırsak, geri kalan toplum ne yapar?
Onların ne yapacağını 1920'leri yaşamadan görebiliyorum. Bol bol yalvarırlar. Hatta işleri güçleri işgal kuvvetlerine yalvarmak olur. Daha çok zam için yalvarırlar. Çocukları daha iyi okulda okusun diye yalvarırlar. İşgal kuvvetleri kendilerine daha çok özgürlük tanısın diye yalvarırlar. Mahkemede bir abd vatandaşıyla eşit olabilmek için yalvarırlar. İşgal mağzalarında ürünler daha ucuz satılsın diye yalvarırlar. Adalet için yalvarırlar. Kendilerine saygı sevgi şefkat gösterilsin diye yalvarırlar.
Artık o kadar kanıksamışlardır ki, onların işgal kuvveti olduğunu, hiç bir kurala, yasaya tabi olmadan silah zoruyla ülkelerini ele geçirdiklerini unutmuş olurlar.
İnsan, onurlu insan düşmanına yalvarır mı?
Dilenci bir topluluğa kim saygı duyar. Düşman bile saygı duymaz.
İşte öyle bir toplum da benim midemi bulandırır.
Allahtan işgal altında değiliz de böyle şeyleri düşünmek zorunda kalmıyoruz.
0 notes
birkalembirdunya · 4 years
Text
Selamun aleyküm
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
En son hayatımı güncellememin üzerinden üç ay geçmiş. 8 aydır köydeyim. Bütün düzenim bozulmuş durumda. Tonlarca salça yaptık. Hani domates toplarsın ve ellerine yeşil yeşil girer ya resmen o renk ellerimin çiziklerine nüfüz etmiş durumda. Ama genel olarak bakarsak mutluyum. Bazen kırılsam da.
- kardeşim ziraat mühendisliğini kazandı. Hepimizi şoka uğratarak. Sonuçlar açıklandı sisteme girmeye çalışıyoruz. Kardeşim dışarıda telefonlarımızı açmıyor. Kesin dedik kazanamadı ve cevap vermiyor. Annem ben zaten başından biliyordum kazanamayacağını diyerek hayıflanırken bir baktık kazanmış. Şükürler olsun.
- üç aydır yaptığı her hareketiyle bizi güldüren. Mutsuzken mutsuzluğumu unuttuğum biri var. Canım teyzem seni çok seviyorum. Sanırım herkes tarafından çok sevildiğini o da hissediyor. Yadeyse en küçük şeye bile bu kadar abartarak ağlaması normal değil 😂
- artık mezunum. Öğretmenim. KPSS nasıl geçti sorusuna gelecek okursak. Bildiğimiz üzere yılın başında çalışmayı bırakmıştım, babam şehir dışına göndermeyeceği için. Sınavada Sıfır kaygıyla girdim. Ama mükemmel tarih yapıyorum bu kadar kolay olamaz diye triplere girdim. Sınav sonrasında yarısını yanlış yaptığımı gördüm. Kaybedecek neyim vardiki zaten.
- aa babam bana araba aldı biliyor musunuz. Opel astra.
- hayatımda ilk defa kalbimin acıdığını hissettim. Böyle ruhum daralır gibi. Farklı bir his. Böyle atak gibi bir şey ya. İyi oluyorum. Sonra tekrar ediyor. Değişik.
- kayısı ağacının altına halı attık. Ve orası bizim kuran kursumuz oldu. 10 tane öğrencim var. En büyüğü 45, en küçüğü 4 yaşında. 4 ü ile kurana geçtik ve kuran okuyoruz diğer dört yaşında olan üçü ile hala Elif be diye saymadan ileri gidemedik. 😂
- Bizim köyümüze Urfa’dan çalışmaya geliyorlar aileleriyle. Ve bizde onları tarlada çalışmak İçin işçi olarak alıyoruz. Bazen düşünüyorum da bir memurdan daha rahatlar. Yani şu şekilde aylık beş bin TL maaşları var. Sekiz ay bizim köyümüzde kalıyorlar. Ev, elektrik, su aklınıza gelecek her türlü masrafı patronları ödüyor. Yani bir kuruş harcamıyorlar. Bütün kazandıkları kar olarak kalıyor. Bazen diyorum kendime memur olmak İçin neden bu kadar çabalıyoruz. Onlardan vatanından ayrı atanınca bizde. Neyse... linç yemek istemiyorum.
- Asımın nesli okuma grubunda görev aldım. Bir grubun koordinatörüyüm. İnşallah hakkıyla yerine getirebilirim.
Öyle işte ya hayat akıp gidiyor.
43 notes · View notes
uchamayanbalon-blog · 7 years
Text
ÖZLEMENİN ANATOMİSİ
Özlemenin anatomisi olsa; kılcal damarlarına kadar, hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan, karanlığın ortasında elime tutuşturulan kağıt ve kalemle çizebileceğime inandığım saatlerdeydim tam olarak.. Tam o saatlerde camın önündeki boşluğa bıraktığım, içindeki tükenince her şey gibi soğuyan bardağımı, camımdaki yağmur damlalarının bıraktığı lekeleri görmemeyi denedim. Gökyüzü oldukça bulutlu, hava oldukça serindi. Özlemek oldukça zirvede bu gece.
Herkes özler elbet. Beni korkutan şey; bir hedefi, bir amacı, bir hayali ve bir boşluğu özlemek. Boşluğun tanımı oldukça ağır. İnsan zihni göremediği şeyleri de tartar elbet. Boşluk kelimesi zihnimizde kara bir delik oluştururken hissedilen sızı mantık boyutunun kapılarını zorlayarak içeri adımını atıyor ya… İşte tam o ağırlık. Mantık ve his mutlu bir beraberliğe yol alırken ortaya çıkan sonuç ellerimizde… Hayır hayır tam olarak ellerimiz o sonucun altında kalıyor.. Özlemek oldukça zirvede bu gece..
İşte tam bu geceye sıcak bir kahve yakışır, yüreğe dokunan bir şarkı.. Hoş, gerçi yürek öylesine kabarmıştır ki radyoda ne çalarsa Çalsın dokunur yüreğe. O da ne biçim yürekmiş.. Kendini azaplara atmadan bir büyüğüne danışmayı bile denemiyormuş. Müstehak böylesine derler ya neyse.. Bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekirse, bahsi geçen yürek beldesi malum anayasanın malum fıkrasınca tamı tamına 21 yıl önce pek saygı değer kalp ve beyin koalisyonunca yönetilen ruh şehrine bağlanmış olduğu için demeseler daha iyi olur. Gerçi bahsi geçen yönetimde kimin kimi yönettiği henüz muamma. Ama olsundu.. Filler tepişir olan anatominin bütününe olur. Özlemekte oldukça zirvede bu gece..
Kahverengi ahşaptan yapılma, naftalin kokan dolapların birine oyun oynamak için girip sonrasında orada unutulmuş hissi esti az önce penceremden. Üşüdüğümü sanıp bir kat daha ceket giymeye yeltendim. Zihnimdeki kalabalık neyse ki kalabalık.. Ne kadar kalabalık o kadar ikna edici söz dinlemeyen zihnim için.. O kalabalığında bir gideri oluyor elbet, enerji, oksijen, karın tokluğu, sırt pekliği.. İş başvurusu yapılabiliyor mu acaba? Zihinlerde çalışacak sabah sekiz akşam beş memur aranıyor. Peki ne iş yapacağız sayın yetkili? Arada bağlı olduğunuz zihne giren fikirlere muhalefet olup ayaklanmanız, bir taraftar ruhuyla sloganlar atmanız yeterli sayın işsiz iş arayan.. Maaş ve yemek tartışıladursun.. Özlemek oldukça zirvede bu gece..
Halbuki durup dururken kanatlanıyor ruhum. Önce karanlığı deliyor, yıldızlara kanıyor.. Işığı görünce üzülüyor.. Sonra alışıp ışıkla dans ediyor.. Sonra yine karanlık. Gelen kalmıyor. Kalan olmuyor. Olan sızlatıyor.. Olmayan… Öldürmüyor.. Ölümden daha karanlık bir kelime üretilemedi sanırım. Takılmamak gerek. Zirvelerden yuvarlamak gerek özlemi. Ama kıyamıyor insan. Keşke insan olmasaydık. Bir kuş olabilirdik belki.. O zaman da ufka özlem duyardık. İnsan avutamıyor kendini. Ayın bile güneşe özlem duyduğu bu evrende.. Ateşin suya, suyun ateşe hasret kaldığı bu evrende.. İnsan kendini neyle, nasıl avutur?
youtube
1 note · View note
tembelyazar · 5 years
Text
Bizim Çete
#BizimÇete
Biz üç kişiydik. Metin, Olcay ve ben, Murat…
Olayların bu boyuta geleceğini ve toplumda bu şekilde bir karşılık bulacağını hiçbirimiz tahmin etmemiştik. Başta sadece hak arayan, haksızın karşısında duran ve güçlünün haklı olmadığını kanıtlamaya çalışan masum çocuklardık.
İstanbul’un Büyükçekmece semtinde doğan, büyüyen ve çocukluğundan beri arkadaş olan kader ortaklarıydık. Çocukluk hayallerimiz, umutlu düşlerimiz ve geleceğe dair planlarımız vardı. Fakat hayat bizi bambaşka bir boyuta taşıyordu.  
Size başımızdan geçen tüm olayları en ince ayrıntısına kadar Murat olarak ben anlatacağım.
Biz 90 kuşağının çocuklarıyız. Sokakta oynayan, dizlerini kanatan, salçalı ekmek yiyen ve tüm gün eve girmeyen nesiliz. Bizden sonraki nesil bilgisayar oyunlarıyla evlerine kapandı ve bizden daha beter şekilde yetiştiler.
Gezi direnişini saymazsak bizim kuşağın elle tutulur hiçbir toplumsal yansıması olmamıştır. Faşist darbe sonrasında dizayn edilen, asosyal, apolitik ve bencil bir nesiliz. 80 darbesi sonrasında emperyalistlerin ve yurtiçindeki işbirlikçilerinin özenle işlediği bizim nesil her şeye boyun eğmiş ve toplumdan kopuk şekilde yetiştirilmiştir.
Bize şu okullarda okuyun denildi. Bizde o okullarda okuyabilmek için yarış atları gibi çalıştırıldık. Şu mesleklerde çalışın denildi bizde birbirimizin kuyruklarına basarak, birbirimizin kuyusunu kazarak o işlere yerleşmeye çalıştık. Aşka, sevgiye ve barışa dair hiçbir şey öğretilmedi bize…
Kendi çıkarlarını ön planda tutan, zafere giden yolda her şeyi mubah gören robot insanlar haline getirildik. Ne 68 kuşağı gibi başkaldırabildik ne de sistemin çarkına çomak sokabildik. Geçmişte darağacına gönderilen sadece üç kişi değildi. Onlarla birlikte umutlarımız, kavgamız ve direnişimiz de öldürülmüştü.
Sistemin, sistematik şekilde yetiştirdiği bizler de kabuklarımıza çekildik. Sessiz sedasız şekilde evlerimizde büyüdük. Gözümüzün önünde yaşanan haksızlıklara, hukuksuzluklara ses çıkartamadık. Bana dokunmayan yılan bin değil iki bin yıl yaşasın diyecek kadar aymaz ve toplumdan uzak kaldık.
Büyük şirketlerin müşterileri haline getirildik. Markaların bağımlıları ve sistemin devam etmesi için çalışan modern köleler haline sokulduk ve hiçbir zaman bundan dolayı şikayet edemedik. Tek amacımız yeni çıkan ürünlere sahip olabilmek ve daha rahat yaşamak oldu. Sistemin ezdiği, bir köşeye attığı, çürüttüğü ve öldürdüğü kişiler için hiçbir şey yapmadık. Hatta kendimizi onlardan daha akıllı bularak, içten içe kendimizle gurur duyduk.
Bu sistem bizim utanç duygumuzu, onurumuzu ve insanlık bilincimizi elimizden aldı. İki ayaklı hayvanlar haline geldik. Güç ve para karşısında salyalarını akıtan, rahat ve konfor uğruna her şeyimizi hiçe sayan pisliklere dönüştük.
Oysa ne güzel başlayan bir hayatın çocuklarıydık. Üçümüz de geleceğe ümitle bakıyor ve sistemin bizi kullanmaması için elimizden geleni yapıyorduk. Ne kadar bilincimiz gelişmemiş olsa da daha çocuk yaşlarda bu şekilde yaşanmayacağını ve farklı bir dünyanın olabileceğini hayal ediyorduk.
Olcay mesela, benim can kardeşim. Benim için dünyayı yerinden oynatabilir, herkesin karşısında durabilirdi. Doğulu bir ailenin Batıda yetişen çocuğuydu. Esmer teni, alnını kaplayan saçları ve çarpık bacaklarıyla onurlu, namuslu ve dürüst bir hayat sürmek istiyordu.
Okulla pek arası yoktu. Ailesinin isteği üzerine okuyordu. En büyük hayali ise futbolcu olabilmekti. Hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremedi. Tıpkı Metin gibi, tıpkı benim gibi…
Metin mesela, benim kan kardeşim. Hayata mağlup olarak başlamıştı. Daha doğar doğmaz ne annesi ne de babası tarafından istenmemişti. Yurt dışına giden anne babası kısa bir süre sonra ayrılmışlar ve bir daha ülkeye dönmemişlerdi. Metin babaanne ve dede elinde büyümüştü. En büyük hayali avukat olmaktı. Pepe haliyle hiç yakışmazdı ona avukatlık. Ama hayaller işte, hiçbir zaman sınır tanımayan ve gerçekle bağı olmayan düşlerdi.
Ben mesela, ne olacağına ve hayatın neresinde duracağına bir türlü karar verememiş olan ben, etliye sütlüye karışmayan memur bir ailenin ikinci çocuğuydum.
Tek kurtuluşu okumak olan bizler ne okuyabildik ne de başkalarının yapabildiği gibi hayata tutunabildik. Ailemizin tüm çabalarına rağmen okullarımızı yarıda bırakmak zorunda kaldık. Toplumun bir köşesine gönderildik ve o köşede ölmeye terkedileceğimizi biliyorduk. Fakat ölmeden önce bir şeyler yapmak ve en azından ormandaki yangını söndürmek için bir damla su taşıyan karıncanın azmiyle hayata tutunmak istedik.
Biz kötü insanlar değildik. Kendimiz için hiçbir şey istemedik. Her şey insanların daha iyi bir toplumda yaşaması ve insana yakışır bir hayat sürmeleri içindi.
Her ne kadar asalak gibi yetiştirilmiş olsak da bizler bu toplumun çocuklarıyız. Bu halkın ürünleriyiz. Hiçbir zaman toplumumuzu ve memleketimizi hor görmedik. Kimsenin sırtına binmedik ve kimseyi kendi çıkarlarımız için kullanmadık. Bizler, yürekleri geniş, akılları keskin ve vicdanları rahat üç kişiyiz.
Her ne kadar çete kelimesi bize iğreti gelse de üç kişinin oluşturduğu, suç işleyen ve kanunlara karşı gelen bir gruptuk. Ama hiçbir zaman kendi çıkarımız ve kazancımız için suç işlemedik. Hiçbir masumun canını yakmadık, hiçbir yoksula el kaldırmadık, hiçbir şekilde kendimizi düşünmedik. Bizim tüm cürümlerimiz toplum yararınaydı. İnsanlarımız içindi. Kaybeden, ezilen ve aşağılanan insanların hakkını koruyamayan devlete karşıydı bizim tüm suçlarımız.
Şimdi, siz kendi vicdanınızı bu şekilde rahatlatıyorsunuz,  siz cezalandırılması gereken azılı suçlularsınız diyebilirsiniz. Her şeyi kabul ediyoruz. Ancak en azılı suçluların bile dinlenmeye ve işledikleri suçlara karşı savunmalarını yapmaya hakkı olduğuna inanıyoruz. Ancak bizi yargılayacak hiçbir kanunu ve mahkemeyi tanımıyoruz. Biliyoruz ki bugün en bağımsız mahkemeler ve yargıçlar bile yukarıdan emir almadan hareket edemiyor, karar veremiyorlar. Bizi toplum vicdanının yargılamasını temenni ediyoruz.
Bunları yazarken ki en büyük amacımız da yıllardır bizi yakalayamayan ve işlenen suçları açığa çıkartamayan devlet yetkililerine karşı kendimizi anlatmaktır.
Bu yarışı bizler kazandık. Bizler sizin sisteminizden daha akıllıyız demek için bunları kaleme aldık. Adi suçlular yakalanmamak için elinden geleni yaparlar. Ancak adil suçlular bir gün yakalanacaklarını bilir ve yakalanmadıkları takdirde kendilerini yakalatacakları ipuçlarını bırakırlar.
O kadar ipucu bırakmamıza ve gelin bizi yakalayın dememize rağmen liyakat sahibi olmayan emniyet, adil olamayan hukuk ve bizden aptal olan sistem bizi yakalayamadı.
Bu mücadelenin başka bir yolu yok muydu diye soracak olursanız, emin olun ki yoktu. Biz kendimizi hayatın bizi götüreceği yöne doğru bıraktık ve bir de baktık ki olduğumuz yerdeyiz. Ama bu yola girmeden önce başka yolları da denedik.
Liseden sonra yani Bizim Çete’nin kurulmasından tam üç yıl önce üçümüz de üniversite sınavlarına girdik.
Olcay ailesinin isteği üzerine özel bir üniversiteye kaydını yaptırdı. Bugünkü kadar çok olmayan, dershaneden bozma, tamamen ticarethane olan özel üniversitelerin birinde kamu yönetimi okumaya başladı.
Metin girdiği sınavda sadece barajı geçmeyi başardı. Avukatlık hayalleri suya düşmüştü. O da açık öğretim fakültesinin işletme bölümüne kayıt yaptırdı. Kayıt bürosundan çıkarken ki sevinci hala gözümün önündedir.
-          Oğlum diplomada açık öğretim yazmıyormuş ki… Anadolu Üniversitesi yazıyormuş…
Metin o diplomayı hiç göremedi. Bizim gibi…
Ben ise İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünü kazanmıştım. Laleli’deki Edebiyat fakültesine birkaç ay düzenli olarak gitmiş ve daha ilk yılın ikinci yarısından itibaren okulu asmaya başlamıştım. Çünkü bu bölümlerin ve eğitimlerin bize katacağı hiçbir şey olmadığını düşünüyordum.
İstanbul Üniversitesi o zamanlar prestijli bir okuldu. İlk gün o kasvetli binanın içinde ruhum daralmış ve kendimi kutu gibi olan fakültenin bahçesine atmıştım. Hergelen Meydanında oturmuş okulda olmama rağmen tuvalete gitmeden sigara içebilmenin keyfini çıkarmıştım.
İstanbul Üniversitesi’nin geleneğinde sol görüş hakimdi. Birden fazla öğrenci grubu ve sol örgüt bulunuyordu. Okula gelen ilk öğrencileri bu fraksiyonlar kapmak için birbiriyle yarışıyordu. Fakat ilk günden bu grupların tamamen içinin boş olduğunu görmüştüm.
Hepsi dağınık ve birbirine düşman gibi bakan öğrencilerden oluşuyordu. Oysa hepsinin amacı aynıydı. Fakat gittikleri yollar farklıydı. Birleşemiyorlar ve birleşemedikleri için de aktifleşemiyorlardı. İdeolojileri yaymak için konuşma yapan çocukların hiçbir teorik ve pratik bilgileri yoktu. Açıkçası hepsi baba parasıyla siyasetçilik oynuyor ve bu oyunu da kötü oynuyorlardı.
Ama ben de aralarına katıldım. Hatta onlarla birlikte Amerika’nın Irak’ı işgal girişiminde bulunmasını protesto etmek için Amerikan konsolosluğu önündeki eylemlere bile katıldım.
Bu tür öğrenci gruplarının, siyasi oluşumların toplumda hiçbir yansıması olmadığını görmek uzun sürmedi. Bu grupların kendilerine bile faydaları yoktu ki topluma bir yararları dokunsundu. Tamamen popüler kültürün ürünüydüler. Aynı sloganlar, temelsiz düşünceler ve yaptırımsız uygulamalar ile okul günlerini geçiren öğrenci gruplarıydılar.
Nereden finanse edildikleri, kim tarafından yönlendirildikleri ve neye hizmet ettikleri belli değildi. Kalabalık olmanın iyi olacağını düşünüyorlar ve herkesi yanlarına çekmek için uğraşıyorlardı. Ancak mücadelede kalabalıkların hiçbir önemi yoktu. Önemli olan nitelikli olabilmekti. O nitelikte bu gruplarda asla bulunmuyordu.
Devrimci olabilmek, devrim mücadelesi vermek, sosyalizmi Türkiye’ye taşımak bir yana bu gruplarda yer alan çoğu kişi güzel kızlarla yatmak, yakışıklı erkekleri ayarlamak veya sosyal çevre edinmek için bir araya gelmişti. Hepsinin cebinde baba parasıyla alınmış Amerikan sigaraları, marka kıyafetleri ve emperyalistlerin ürettiği teknolojik cihazları vardı.
Velhasılıkelam bu gruplar bizim aradığımız mücadeleden yoksun ve bize uymayan topluluklardı. Bunların politikaları pasif ve hiçbir şekilde sonuç odaklı değildi. Bağıran bağırdığıyla kalıyor ve hiçbir zaman sonuca ulaşamıyorlardı.
Bizim sonuç odaklı, toplumda karşılık bulan ve pragmatik bir mücadeleye ihtiyacımız vardı. O gün ne solcular, ne sağcılar, ne de muhafazakârlar bu isteğimizi karşılamıyordu. Hepsi sistemin içindeydi ve sistemin izin verdiği kadar, sistemin istediği şekilde seslerini çıkartabiliyorlardı. Biz ise sistemin dışında ve daha çarpıcı bir şekilde mücadelemizi sürdürmek istiyorduk.
Bu isteğimiz ise ‘Bizim Çete’ ile mümkün olacağa benziyordu. Hiçbir siyasi görüşe ve hiçbir sisteme bağlı olmadan, tamamen adaletle hüküm veren ve devletin sağlayamadığı toplumsal adaleti sağlayabilen bir oluşum kendiliğinden ortaya çıkıyordu.
Herhangi bir yol haritamız, kuruluş manifestomuz ve teorik bir altyapımız yoktu. Direkt olarak hayatın içinde, pratik bir şekilde kendiliğinden ortaya çıkan bir oluşumdu Bizim Çete.
Bugün Bizim Çete hakkında söylenenleri duydukça, insanların bize karşı olan sempatisini ve kucaklayışını gördükçe yaptığımızın ne kadar doğru olduğunu anlıyoruz.
Tamam, kabul ediyoruz yöntemlerimiz bazıları için kabul edilemez, onaylanamaz ve hoş görülemez. Ancak bunu yapmaktan başka bir yolumuz yoktu. Adaletin yok olduğu, zayıfın ezildiği ve mazlumun horlandığı bu toplumda öldürmekten, kaba kuvvetten ve cezalandırmaktan başka çaremiz yoktu.
Bu işin günahını ve cezasını çekmeyi biz kabul ediyoruz. En başından beri yaptıklarımızın bedelini ödemeyi kabullenmiştik. Ancak ödeyeceğimiz bu bedel sayesinde biliyorduk ki yarınlarımız daha adil olacak, gençlerimiz bizim yaşadığımız olayları yaşamayacak ve daha özgür bir ortamda, daha hakkaniyetli ve daha insanca yaşayacaktı. Bunun için değerdi.
Bugün arkamıza dönüp baktığımızda ne kadar doğru bir karar verdiğimizi daha iyi anlıyoruz. Sistemin içinde yok olup gitmektense sisteme burada olduğumuzu ve bizden sonra da adil insanların bu toplum içinden çıkacağını göstermiş olduk.
Adaletin olmadığı yerde adil insanlar kendi adaletlerini uygularlar. Bizlerde sadece bunu yaptık. Kendi adaletimizi kendimiz sağladık. Bunu yaparken de hiçbir çıkar gözetmedik. Ve yaptıklarımızdan dolayı asla pişman olmadık.
Bu çete her ne kadar Bizim Çete olsa da aslında bu çete sizin çeteniz. Sizin içinizdeki adalet duygusunu ortaya çıkartan ve toplumun vicdanını rahatlatan bir çete…
Gelin şimdi size her şeyi baştan anlatayım ve sonunda sizin çeteniz olacak Bizim Çete’nin nasıl ortaya çıktığını göstereyim…
0 notes
utopianatolia · 6 years
Text
Kitaplar...
241) Hans Kohn - Türk Milliyetçiliği
Garplılaşma.k hakkındaki. seri hareket ve tedbirlere ve halk arasındaki islam ananelerinin tahribine muhalif bulunuyordu. Mesela 1924 ilk kanununda Nureddin paşa Bursada Mebus intihap. olundu. Bu adam Türk dervişliğinin ve Sünni mezhebinin köşe 'taşı idi. Hükümet intihabi feshetti. Fakat Nureddin paşa yine intihap edildi. Bu Muhalefet 1925 senesi ilkbaharında rnüsellah bir teşkilat şeklini alıyor. Ve Kürt milli hareketi. ile *Türk hocalarının dini gayeleri ve kuvvetli derviş' .nizamlarile birleşiyordu. Bu hareket, •Ankaranin merkeziyetçi've hür düşünen meyillerile Cumhuriyetcilik taraftarı milliyetçiliğIne karşı müteveccelh bulunuyordu. Kürdistanın serazatlığı seven kabileleri arasında milliyetçiliği tahrik edenlerin • birincisi Bedirhan idi. Onun oğlu Mithat bey 1902 serıesiiide Misırda ve daha sonra Cenevrede,,1908 deri sonra da istanbuida genç Türklerin muhalefetine kadar ilk Kürt gazetesini neşretmiştir. Ayni senede ilk siyasi Kürt cemiyeti tesis olunrnus ve iptidai Kürt mektepleri açılmıştır. Fakat genç Türkler bu hareketi derhal ezmeğe muvaffak olmuşlardır.. 1919 da Bedirhanın iki büyük oğlu tarafından Kürdistanm istiklalini istihdaf• eden bir teşebbüs çabuk hitama ermiş gibiydi. Fakat bu defa da Kürtler Türkiyedeki din taraftarları= kuvvetleriyle birleşmişlerdir. Hükümet şiddetli. tedbirler aldı. Ve kısmen orduyu seferber eyledi ve Şark vilavetlerinde örfi. idare ilan olundu. 
Muntazam seri posta münakaleleri tesis edileceğine ve Türkiye'nin Afganistan'a. zabit ve muallim göndereceğine muvafakat olunuyordu. Muahede-nin ikinci, maddesi şöyle idi: «Akil; devletler, şark milletlerinin kurtuluşunu tanır ve hudutsuz harfi-yetleriyle müstakil olmak haklarını ve istedikleri gibi kendilerini idare etmeği tasdik ederler..› 'üçüncü Üçünce madde dahi Büyük Afganistan devleti bu fırsatla T.ürkiyenin asırlardanberi islima reh-berlik ettiğini ve büyük fetin bayrağını yükselttiğini ve bu bapta muktadabih olduğunu tasdik ve şehadet eder.> 
mütareke...1 2 
Fransızlar, Türkiye ile anlasmağa doğru bir vaziyet gösterdi. Bu cephe değiştirilmesine kısmen Yunanistandaki siyasi ihtilâl sebep oluyordu: Yunanistanda Alman taraftarı olan kral Konstantin 1920 senesi ilk Wanurıunda Venizelos'un yerine geçmişti.Diğer taraftan, Fransada(American Standard Oil) kumpanyasının artan nüfuzu da sebep oluyordu. Bu kumpanya Paris bankalarında, ve matbuatında sermayesi olan(British Shell)kumpanyasına karşı açtığı mücadelede(Bank de Paris) ve (Bank Pays-Bas) nın- ve (Le Matin) gibi gündelik gazetelerin müzaheretini kazanmış ve bu suretle kat'i bir nüfuz tatbiki vaziyetinde kalmıştı. Türkiyeye yardım etmek American Standard Oil kumparıyasının menfaati iktizasandandı; çünkü bu kumpanya Bağdad demir. yolunun bir kısmını murakabe ediyordu. Musul havalisi hakkında dileklerde bulunuyordu. Bu suretle 1921 martında ve ayni senenin 20 ilk teşrininde Fransız hükümeti ile Fransız-Türk itilâfı husule gelmiş olup, bununla Fransız hükümeti: Ankara hükümetini tanıyor  ve- ona Kilikya'yı • iade ediyor ve Fransada kalacak olan Iskende-run havalisi için .resmi lisan olarak türkçeyi ve hususi bir idareyi vadediyordu. 
1913 de mektebe devam mecburi ve parasız kılındı, 1913 - 14 senelerinde 200,777 çocuk ve 41,293 kız resmi ilk mekteplere devam ediyordu. 1518 talebe Darülmuallimlerde vardı. 69 orta mektepte 10,671 talebe, onbir tâli mektepde (idadi mektepleri) 6202 talebe vardı. Şu devlet mek-teplerine iraveten ecnebiler ve bilhassa misyo-nerler tarafından tesis edilmiş olan hususi mek-tepler de vardı. Umumi harb, Türkiye hükümetine, bu mek-tepleri milli devletin kontrolu altına koymak hususunda çok arzu ettiği fırsatı verdi. İlk teşrin 1914 ve eylül 1915 kanunları, Türkiyede bulunan ecnebi mektep ve müessese ve ..hastanelerini devlet rnurakıbesi altına koydu.Türk-çe lisan mecburi kılındı.Tedrisat tamamen devlet mekteplerindeki gibi tedris olunaeakti. Muallimlerin devlet imtihanlarını geçirmesi matlup idi.
Turan hareketinin müessislerinden biri olan Ziya Gökalp şiirlerinin birinde şöyle yazıyordu: "Kanında daraban edem hislerim mazinin akisle-ridir. ecdadımın şerefli hareketlerini tarihin çürümüş, sararmış tozlu sahifelerinde değil, damarımda kalbimde akan kanda okuyorum.Irkımın şeref ve gururu, kahramanlık timsali Cengiz, Atilam indimde İskender ve Sezar’dan aşağı değildirler. Tarihin tetkikinde esrarengiz ve meçhul bir sima olan Oğuz, benim kalbime daha munistir. O,henüz kalbimde yaşıyor ve bütün şeref  ve azarnetile darnarlarımda,çarpıyor. 
Halide Edip, bu kitabında, yeni nasyonalizm hakkında, Panturanilerin toplantı hitabelerinin bi-rinde• gben dinlerken, ruhum pek derinden hare-kete geliyordu. Ecdadımızın varlığı içinde, yeni Türkiyenin kökleşmesi emellerini, nekadar derinden his ediyordum : Musiki, kanımızın en de-rin. kaynağmdan fışkıriyor, ve beni uzaklara g-tarayordu o kadar ki, bugün de onu işidiyor gibiyim• Eğer biz siyasi gayemizin husulu için . halkı kazanmakta ilham kuvvetini haiz olmak istersek hayatın kaynaklarına kadar inmeği öğrenmek mecburiyetinde olduğumuzu his ediyorum.» 
Ziya Gökalptarafından idare edilen genç Türklerden bazıları mümasili fikirleri idrake başlamışlardı. Bu gibi fikirler, evvela Selânikte doğan Türk milliyetçileri tarafından tesis edilen «Genç kaemler» ismin.deki gazetede yer buldu. Bu gazete, yeni bir lisanın yeni, bir edebiyatın doğuşunu. ve temiz Türk medeniyetini suretle ilan ediyordu : «Usar", Arapça, Acemceden istiare edilmiş olan kelimelerden temizlemek mecburiyetindedir. Bu iki lisanın eski edebiyattan alınmış olan mevzulara ve hadiselere hücum edilmek ve yalnız eski Türk lejand ve ananeleri üzerine müesses yeni bir edebiyat ve 'kültüre teşvik edilmek zaruretin-dedir.»  Tekin Alp 
1911 de akdedilmiş olan dördüncü kongresinde şu programı kabul etti "Her vatandaş ırk ve din farkı olmaksızın mutlak hürriyeti iste-mek hakkına ve müsavi haklarla müsavi vazifelere maliktir. Bütün Osmarlılar kanun müvacehesinde müsavi ve imparatorluğun bütün tebaası münasebet ve ehliyetlerine göre devlet hizmetine kabul edilmek mecburiyetindedir. Onuncu maddesinde de şöyle diyordu: "Osmanlı vahdetini temin ve orduyu takviye etmek maksadile im• paratorluğun bütün tebaası hakkında hidematı askeriyeyi mecburi kılan bir kanun müsaaratın tatbike konulacaktır.„ (11) inci madde dini serbestlyi, 12.nci madde kapitülâsyonlarin ilgasını, (13) üncü madde vilâyetlerin herhangi bir siyasi ve idari muhtariyeti aleyhine rrıüteveccih bulunuyordu
(1368) de de Galatasaray lisesi açildi. Bundaki gaye de sivil memur yetiştirmek idi ve Fransızcaya Irfan lisanı olarak büyük ehemmiyet verildi. İslam  dininden dönenler için olan idam cezası kaldırıldı. Köleliğin ilgası prensip itibarile kabul edildi.İslam olmayanların kabul  edilmiyen yeminli ifadelerine ilaveten vesikaya müstenid şahadetleri kabul olundu. Hattı Hümayunun sekizinci maddesi “İmparatorluğunda yaşıyan her dini cemaat ve zümre, tam bir hürriyet Ile dini ibadet, ve ayinlerini ifa edebilirier. Hiçbir kimse, kendi dinine göre Allahına ibadet etmekten men ve taciz edilemez„ ifadesile bütün. dinler için ayin ve ibadet- serbestisini garanti ediyordu. 
Hakikaten Türklerin tamamen avrupalılaşmak istemesi kendilerine mahsus herhangi eski ve büyük bir medeniyete bağlı olmamalarındandır.  (Yeni ilmi araştırmalar, çok eski zamanlarda Türklerin medeniyettleri olduğunu göstermiştir, )
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes