Tumgik
#kendi sesimden
ozgur-ce · 2 months
Text
Kayboldum,
Bul beni... 🧡
281 notes · View notes
mesut-sems · 9 months
Text
Bir gün kızsan bana, alsan başını, yüz bin yıllık yere gitsen, dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?
Hz.Mevlana
102 notes · View notes
limonnlu · 8 months
Text
Şimdi konuşmuyorum, seneler sonra da konuşmayacağım.Hiçbir zaman kırıldığım insanların karşılarına geçip intikam almayacağım, düştüklerinde iyi olmuş bile demeyeceğim. Benim kelimelerim sesimden çıkıp kimseye çarpmayacak, keşke bunun anlamını biraz olsun bilseydiniz, hiçbir yere sığmayan şeyleri içime nasıl tıka basa sığdırdığımı anlasaydınız. Her zaman bana kendimi yetersiz gibi hissettiren başarısız olduğumu söyleyen iğrenç biriymişim gibi davranan insanlar sanki ailem değil gibi sevginin ne demek olduğunu unuttuğum için kendime bile sevgiyle bakamıyorum ve birini gerçekten sevemeyeceğimi sevilmeyeceğimi düşünüyorum bu hakkı kendimde görmüyorum. Yada beni kim karşılıksız çıkarsız sevebilir diye düşünüyorum hep çünkü ben hayatımda hiç çıkarsız sevgi görmedim. Kendi kendimi geliştirdim hayatım boyunca hep bi umut ışığı aradım ama hala o ışığımı bulamadım sanki git gide kendi ışığımı da kaybediyormuşum gibi hissediyorum.
43 notes · View notes
gizemliyizkankaaa · 4 months
Text
Hasta olduğum için sesim değişti kendi sesimden korktum amk jdjd
13 notes · View notes
senaysl7 · 2 years
Text
Tumblr media
sanatı değil, sanatçıyı öldürdüler
iblislerin ateş kusan gözlerini betimlediğim;
şiirler yazdım, resimler çizdim.
dur yapma dediler,
parmaklarım kalemi inatla daha sıkı kavradı.
önce parmaklarım kalem kavrıyor diye parmaklarımı kestiler.
durmadım, şarkılar mırıldandım, şiirler okudum.
sus konuşma dediler,
inatla daha çok bağırdım.
sonra sesimden sanat akıyor diye ağzıma prangalar geçirdiler.
etrafa bakındım, renklere taptım.
yum gözlerini, seyretme dediler,
inatla daha çok köşeye gözlerimi değdirdim.
gözlerimi kör ettiler.
rüzgarın sesini dinledim sanki bir cennet melodisi gibi.
dinleme dediler, inatla daha çok odaklandım
ve kulaklarımı sağır ettiler.
kapalı göz kapaklarımda hayal ederim sanatı dedim kendi içimden,
düşledim sanatın her türlüsünü zifiri karanlık cehennemden.
düşünme dediler, şimdi zihnimi yok edecekler ve sanat öldü sanacaklar.
sanatı değil beni,
sanatçıyı öldürecekler.
40 notes · View notes
isimisi-yok · 3 months
Text
Ben 5-6 yaşlarımda annemin ağlamasını ,
7-8 Yaşlarında kendi sesimden kaçmayı ,
9-10 yaşlarımda polis sren seslerini,
11-12 Yaşlarımda acıdan attığım çığlıkları,
13-14 yaşlarımda yaşarken ölmenin ne demek olduğunu ,
15-16 insanlardan kaçmayı ,
17'mde ÖLMEYİ ÖĞRENİM ...
5 notes · View notes
bir-kucuk-kar-tanesi · 10 months
Text
Şarkı söylemeyi çok sevip kendi sesimden nefret etmem ne kadar normal
16 notes · View notes
ozgur-ce · 25 days
Text
♡♡♡
Aşık olmak anlık bir şey. Birden her şeyin çok parlak göründüğü, birden en pastel renklerin bile ısınmaya başladığı... Birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an bu. İnsan karar vererek aşık olmaz. Sadece bir bakarsın, olmuş....
♡♡♡
Bir bakarsın, bitmiş... Bir varmış, bir yokmuş!
Sizce peki?
220 notes · View notes
ilayyd · 4 months
Text
Evde kendi sesimden başka bir ses duyamayınca yalnızlaştım ben. Sonrasında kendi sesimi bile unuttum.
5 notes · View notes
soguk-ruh · 2 years
Text
Susarım yine ben birtanem, sen merak etme. Ses tonumu unutana kadar susarım, senin için. Sessizliğin içinde ses arayan ben kendi sesimden bile vazgeçerim. Bencilliğime ver, sen bunu.
70 notes · View notes
lunaxzfan · 5 months
Text
Bugün sınıfta bir bağırdım Allah affetsin ben bile korktum kendi sesimden sus pus oldular arada böyle olmak lazım maalesef ki
4 notes · View notes
biredebi · 1 year
Text
Geldi, oturdu karşıma. Gözlerinde öfke ve heyecan karışık bir şekilde sordu; “ Sen ne yapmaya çalışıyorsun? “ Hiçbir şey söyleyemedim. Kalakaldım öylece. Sadece bir hafta önce bana aşkla gülümseyen masmavi gözleri, öfkeden siyaha bürünmüştü sanki. O tutamadığım elleri bir yumruk olmuş, sıkmaktan kıpkırmızı olmuştu. “ Bir şey söyle “ dedi bana. “ Öyle bir şey söyle ki yaptığın şeyi unutayım hemen. Söyle! Ben ne yapmadım da o yaptığına mani olamadım. Ben ne yaptım da seni bu hale getirdim. Tanıdığım adam bu değil. Benim tanıdığım adam kalbini avuçlarıma bırakırdı. Ağzından dökülen her kelam benim için çıkardı. Ben ne yaptım da bu adam susuyor şimdi? “ 
Yanımda yarı öfkeli, yarı sevgili otururken; ne yaptığımı idrak ettim. Yaptığım şeyin bir izahı yok elbet. Çocukluk desen o da değil. Lakin benim sevdiğim kadına değil başka bir erkek kendi öz babası dahi el kaldırıyorsa, bunun cezasını misli ile öder! 
Dün yanıma vardığında yüzünün sağ yanı kızarmıştı. Gözlerinden yanaklarına akıyordu gözyaşları. O güzel, bana aşkla bakan bir çift göz, üzüntüsünü bir şelale gibi atıyordu göğsüme. Ne olduğunu sorduğum da hıçkıra-hıçkıra “ Babam benim seninle birlikte olduğumu öğrenmiş. Önce tokat attı sonra da kemeriyle dövdü “ dedi. O son kelimeyi söylediğinde ki pişmanlık, göğsüme gözyaşları ile kendini bırakışı beni öyle etkiledi ki; ne yapacağımı şaşırdım bir süre. Ağla dedim sevdiğime; yalnızca bana ağla. Ama meraklanma seni ağlatan da ağlar nasıl olsa. Bir süre ağladıktan sonra rahatlattım sevdiğimi. Sildim gözünden akan yaşı, kondurdum en güzel öpücüğümü dudaklarına. Gel dedim. Yürüyelim biraz el-ele. Görsün bütün şehir bizim aşkımızı, bizim sevdamızı. Önce utandı elbet. Ama sonra bıraktı kendini kollarıma. Sığındı belki de aşkımıza. 
Leyla teyzenin dün altın günü varmış. Mahallenin bütün kadınları ondaymış. Balkonlarının önünden geçtik el-ele. Önce “ Aşkınız daim olsun gençler “ dedi, ardından hemen babasına yetiştirdi. Daha köşeyi dönmeden ufaklıklar koştu “ Ağabey, ablayı babası eve çağırıyor. Sizi biliyorlar. Kaçın! “ dediler. O an elimi bir sıkışı vardı ben işte o an, tam da o an; kendimi gerçek bir erkek, gerçek bir aşık gibi hissettim. “ Korkma” dedim. “ Ya herro ya merro. Bundan sonra başımıza ne gelecekse beraber gelecek. Bende seninle geliyorum “. Ellerimizi hiç ayırmadan evinin önüne kadar geldik. Babası camda bekliyor elbet. “ Ayrılın Laaan!!! “ diye bağırdı bizi görünce. “ Gel ulan aşağı “ diye bağırdım. Mahalle inledi sesimden. “ Bu kızı artık üzemeyeceksin. Üzersen karşında beni bulursun. Adamsan bırak kemeri in aşağı görelim bakalım hangimiz daha delikanlı “ diye inlettim sokağı.
İndi aşağı babası. Kapıda belirdiği anda daha sıkı yapıştı elime. Sağ elimin tersiyle çıkarttım tokadı babasına. Yere yığıldı oracıkta. Zaten sinirden şişenin yarısını görmüş. Ayakta duramıyordu. Bende o özgüvenle vurunca uzattım adamı yere iki seksen. Ve kendimi durduramadım sonra. Yerde yatan o adama öyle bir giriştim ki ayıramadı beni kimseler. Bir sağdan bir soldan giriştim bir güzel. Ne burnu kaldı, ne ağzı. Bir yandan yumruk atıyorum, bir yandan da kan fışkırıyor vurduğum yerden. Güzelim babasını öyle görünce dayanamadı elbet. Tuttu omzumdan, çevirdi gözlerimi gözlerine. Dur!!! Yeter!!! diye haykırdı suratıma. Öldürecektim az kalsın adamı. Evet ölmedi hala yaşıyor ama komaya sokmuşum adamı. Yüzünde ki tüm kemikler kırılmış. Bir ara yerden kalkmaya meyletmişti, o arada da parmaklarını kırmıştım. Yerde yediği darbelerden kaburgasında çatlak, omurgasında zedelenme olmuş. Aşk insanı bu kadar kör edebiliyor işte. Aşkın uğruna adam bile öldürmeye teşebbüs edebiliyorsun.
Babası hastane de, o aşkının yanında bir cevap bekledi benden. Ağzımdan tek bir cümle dökülebildi: “ Benimle evlenir misin? “
11 notes · View notes
sessizlikiste34 · 1 year
Text
Sen sevmezsen bu şehir de sevmez beni..
Kırık ve kanlı bir aynada unuttum sûretimi.. Yoruldum incinmiş ruhumun gürültüsünden.. Söyler misin? Bakmasınlar bana öyle. Ne olmuş ürküyorsam artık kendi sesimden bile? Bir insan sessizse yaraları vardır bilmiyorlar mı? Sessizliğini besleyen öfkeleri vardır. Hem oyuncaklarım da kırıktı benim. Annem eskiciye sattı sonrasında çocukluğumu. Söyle, bakmasınlar bana öyle.. Anlasınlar ne zaman bir yaprak kımıldasa içimde kaç rüzgarın kırıldığını, çekmecedeki bütün hapların bile bazen ölmeye yetmediğini.. Gerçi beni üzen bu değil, anlamasalar da olur ama bakmasınlar öyle.
Bu sessizliğimle gelen yaralarım ve bütün o öfkem bana tek başıma bir kaç kişi olmayı öğretti. Öğretti de onlar mı çok biliyor gerçeği, yoksa ben mi yanılıyorum hâlâ? Pardon.. Pardon şimdi hatırladım.. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman görüyordu gerçeği değil mi? Çünkü gözler kördü.. Bense diyorum ki atın evinizde ne kadar Küçük Prens varsa.. Ne yüreğinizle bakacağınız bir gerçek kaldı geriye, ne de gerçekleri görecek bir yüreğiniz. Hem saat üç oldu mu sevinçten yerinizde duramadığınız kalp sahibiniz de saat dörtte gelmedi hiçbir zaman. Beşte de gelmedi, yedide de.. Bu benim kendimi yiyip yiyip bitirdiğim, uğruna ölüp ölüp dirildiğim felsefe, uçan kuşun umrunda değil biliyorum.. Senin de umrunda olmasın zaten.. Zirâ beni üzen bu da değil.Meğer ne çok sahipsiz bırakmışım kendimi. Hiç kimsenin duvarı yalnızlık geçirmez değil ki.. Beni bu duvarlarla yalnız bırakma istedim.. Bitiyor çünkü güzel olan her şey bir gün. Ama her şey güzel bitmiyor. Bu yüzden diyorum sesini çivilemeliydim gökyüzüme resmini değil. Beni asıl üzen bu... Bu gece birbirimizi sevebilirdik. Sen sevseydin bu şehir de severdi beni.. Bu duvarlar da.. Beni asıl üzen bu.
Söyler misin şimdi?
Bakmasınlar bana öyle.
4 notes · View notes
musfika-hanim · 9 months
Text
* değişik şeyler iç döküş falan
sofrada yemek yiyoruz herkesin bir modu, enerjisi düşük milletin dilan polat gibi engini yok ki enerjiiii diyince enerji alıp getirsin :) dedim noluyo ya bir mutlu olun ne bu böyle. sonra ailenin (annem, babam ve kardeşlerim de dahil) en mutlu kişisi ben seçildim büyük kızçe tarafından. valla en düzenli hayata sahip ve mutlu olan annem diyo. valla çok mutluyum dedim. kız kardeşim de o polyannacılıktır diyo. yooo dedim ben hayatımda hiç depresyona girmedim, sağlık raporu almaya gittiğimde psikolog "siz kendinizi mutlu gösteriyorsunuz öyle değilsiniz bence" dediğinde ona verdiğim cevaplar yüzüne soğuk su çarpılmış gibi oldu ve elindeki evraka sağlıklıdır imzasını attı. insanların hayata umutla, sevinçle bakması o kadar yabancı ki dünyaya ve yine insanlara; karşılarında böyle kimseleri gördüklerinde farklı irdelemelere giriyorlar. neyse işte sonra herkes mutsuzluk sebeplerini anlattı, kızlar yeni mezun oldu atanma beklentileri ve ülkenin genel ekonomik sıkıntı arzeden hali, kardeşlerin bazı sıkıntılarından mütevellit mutsuzlukları vs vs. mutsuz olursam sizin mutsuzluğunuzdandır dedim, ben sevdiklerimin mutsuzluklarından etkilenirim siz de mutlu olun lütfen..
*dört senede bir sağlık raporu yenilenem gereken bir durum var. bundan önceki sağlık kurulu raporu alımında psikolog yediyüz soruluk testin sonucu ve benden almış olduğu algıya karşın yukarıda bahsettiğim cümleyi söylemişti rapor sonucunu almaya gittiğimde. psikolojik rahatsızlığım olduğunu ima etti. bende ona yaşadığım acı olaydan, kaybımdan bahsettim. yaşadığım bu uzun sürecin başından bugüne kadar tek ilaç kullanmadım, sakinleştirici almadım, kimsenin hayatına kendi ailem dahil ruhsal yük olmadım. gönüllü vakıf çalışanıyım, insanların hayatlarına dokunmaya, onlara iyi gelmeye çalışıyorum. halime şükrediyorum. siz psikologsunuz eğer ben yalan söylüyor ve gerçekten rahatsızsam benim mimiklerimden, sesimden, kullandığım cümlenin akışından, içeriğinden anlarsınız. eğer hastaysam imzalamazsınız dedim. adam yüzüme baktı, hiçbir şey demedi ya da diyemedi bilemiyorum olumlu imza attı. mutlu olmak, şükretmek, ümitvar olmak, karamsarlıktan sıyrılmış olmak günümüz dünyasına ters.. Allah ruhumuzu korusun.
5 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
YARATILIŞ BÖLÜM 3-)
gılgamış'ta da yaratılış çamurdan
sıtkı okuyordu, sürekli. bir ara eline gılgamış destanı geçti. daha önce okumuştu. fakat yaratılış açısından hiç incelememişti. "okuyalım bakalım" dedi kendi kendine. 
birden karşısında aruru belirdi sıtkı'nın. bulunmaz fırsattı. "ey yüce aruru," dedi sıtkı, "bir inceleme yapıyorum, tüm tanrılara soruyorum, insanı nasıl yarattınız diye?" aruru, hazırlıklıydı. marduk'tan bilgi almıştı. karşısındakinin kül yutmayacağını biliyordu.
"en iyisi doğruyu anlatmak," dedi ve başladı konuşmaya: "büyük gök tanrısı anu -ki, kendisini ben yarattım- uruk halkının ah ve figanlarını dinlemişti. beni çağırdı. 'sen,' dedi, 'beni yarattın, şimdi de fikrimi yarat.' bunu duyar duymaz, anu'nun fikrini kalbimde yarattım. ellerimi yıkadım. bir parça çamur koparıp yazıya attım. ve bu yazıda, kahraman engidu'yu yarattım. çamurdan yarattığım engidu, demir gibi serttir. bütün gövdesi kıllardan simsiyahtır. kadın gibi uzun saçları vardır."
"doğru söylüyor," diye düşündü sıtkı. gılgamış destanı'nı hatırlamıştı. fakat şimdiye kadar çamur meselesi ilgisini çekmemişti. şimdi, herşey kafasında yerli yerine oturuyordu. bereketli toprakların efsanelerinde ilk harç, çamurdu.
önce böcekten, olmayınca çamurdan: 
acaba uzak diyarların tanrıları da insanı çamurdan mı yaratmıştı? "çinliler ilginçtir," diye düşündü sıtkı. "bir de onlara bakalım." kitapları okumaya devam etti. çin efsaneleri bölümünü buldu. tanrı pen-gu'dan bahsediliyordu. "pen-gu" iye seslendi. zümrüdü anka'nın kanadına binerek geldi pen-gu.
"anlat bana yüce pen-gu," diye sordu sıtkı. "sen nasıl yarattın insanı?"
"ben çok kuvvetliydim," dedi pen-gu. "havayı toprak ve yeryüzü olarak ikiye böldüm. sonra öldüm. nefesimden rüzgarlar, sesimden gökgürültüsü, gözlerimden güneş ve ay, vücudumdan dağlar, kanımdan ırmaklar ve denizler, saçlarımdan yıldızlar, terimden de yağmur meydana gelmiş. daha sonra çürüyen bedenimde kaynaşan böceklerden insanlar oluşmuş."
"hah!" diye bağırdı sıtkı. "işte şimdi değişik bir öykü buldum. demek çinliler böcekten geliyorlar."
"daha bitmedi, sabırlı ol," diye seslendi yüce pen-gu, bilge bir tavırla. ve devam etti.
"zamanla gökyüzünün bir bölümü denizlere düşerek insanlığı yok etti. bunun üzerine tanrıça ngüho, yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı."
"hayret," dedi sıtkı. "demek çin tanrıları da insanı çamurdan yaratmışlar." pen-gu'ya teşekkür etti.
tevrattan kur'an'a:
nereye al atmışsa, önüne çamurdan yaratılış çıkmıştı. evet, hepsi birbirinden "kopya çekmiş"ti.
acaba, tevrat ne diyordu? işte bulmuştu, okudu:
"ve allah dedi: 'suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım/ve allah insanı kendi suretinde yarattı, onu allah'ın suretinde yarattı./ve rab allah yerin toprağından adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu./fakat adam için kendisine uygun yardımcı bulunmadı./ve rab allah adam'ın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı./ve rab allah adam'dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adam'a getirdi.."
adem ile havva'nın ilk günahları ve cennetten kovuluşları ile devam eden bu yaratılış öyküsü, hemen hemen aynen kur'an'a geçmişti.
neden çamur?
"neden çamur?" diye düşüdü sıtkı. kimbilir, belki de atalarımız, kendilerine son derece gerekli olan, tüm ihtiyaçlarını karşılayan su ve toprağa özel bir önem vermişlerdi. su ve toprak birlrşince çamur oluyordu. zaten günümüze değin gelen büyük efsaneler, soyut düşünce sistemleri, dicle'nin, fırat'ın, nil'in, indus'un, sulak ve bol çamurlu topraklarından yeşermişti. büyük uygarlıklar yaratan bu topraklar, zengin efsanelere de yataklık etmişti. bin yıllar öncesi insanlarının su ve toprağa olan bu şükran borçlarını anlamamak mümkün değildir.
ortadoğu tanrılarının etimolojik gelişimi:
ortadoğu'da çeşitli dönemlerde yaşayan halkların tanrılarının adları ilginç bir evrim gösterir:
ibraniler'de kah "yehova" kah "elohim" olur. tevrat'taki bu iki tanrı adı yehova ve eloha'nın geçtiği satırlara dayanılarak metin ayrılıkları saptanmış. aramice "elah" kelimesi ile tevrat'taki bu "eloha" kelimesi, incil'de isa'nın ağzından, "eloi, eloi, lama sabachtani" (tanrım, tanrım. beni niçin bıraktın) biçiminde görülür. islam öncesi araplar'da erkek tanrı için kullanılmış olan "ilah" kelimesi de islamiyet'ten sonra ufak bir gramer türetilmesi ile "allah" olur. kur'an'ın bazı surelerinde yer yer "ilah" kelimesine de rastlanır.
12 notes · View notes