Tumgik
#hataları yeniden değerlendirmek
trcoffeebyefe · 10 months
Text
Kendini Affet!
Yaptığınız hatalardan dolayı kendinizi hala suçlu buluyor musunuz? #kendiniaffet #duygularıanlamak #hatalarıtelefietmek #hatalardandersçıkarmak #negatifolmamak #eğiticipodcast #türkçepodcast
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoşgeldiniz. Hayatınızda gerçekleşmiş olan kötü olaylar için eğer sürekli olarak kendinizi suçluyorsanız farkına dahi varmadan kendinize zarar veriyor olabilirsiniz. Bugün kendinizi niçin affetmeniz gerektiğini detaylıca konuşacağız. İsterseniz buyrun hemen yayına geçelim. Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bilgilikus · 5 months
Text
Kendine Olan Güveni Artırmanın Yolları Özgüven Nasıl Kazanılır?
Tumblr media
Özgüvenin Önemi Özgüven, kişinin kendine güven duyması ve kendi yeteneklerine inanması anlamına gelir. Özgüven, bireyin başarıya ulaşmasında önemli bir faktördür çünkü kişinin kendine olan inancı, motivasyonunu artırır ve hedeflerine odaklanmasını sağlar. Aynı zamanda, özgüven sahibi olmak kişinin ilişkilerinde daha etkin ve kararlı olmasına yardımcı olur.
Güven Eksikliğinin Belirtileri
Güven eksikliği olan kişiler genellikle kendilerini yetersiz hissederler ve başarısızlık korkusuyla hareket ederler. İşte güven eksikliği olan bireylerde sıkça görülen bazı belirtiler: 1. Sürekli şüphe duyma ve kararsızlık. 2. Başkalarının onayına ihtiyaç duyma ve sürekli olarak kendini karşılaştırma. 3. Risk almaktan kaçınma ve yeni deneyimlere kapalı olma. 4. Eleştirilere aşırı duyarlılık ve kişisel hataları abartma. 5. Sosyal etkileşimlerde çekingenlik ve kendini ifade etme güçlüğü.
Kendine Olan Güveni Artırmanın Önemi
Kendine olan güveni artırmak, bireyin hayatta daha mutlu ve başarılı olmasını sağlar. İşte kendine olan güveni artırmanın önemi: 1. Motivasyonu olumlu yönde etkiler ve kişiye daha yüksek hedefler koymasını sağlar. 2. Bireyin kendini daha iyi ifade etmesini ve başkalarıyla daha rahat iletişim kurmasını sağlar. 3. Başarıya ulaşma olasılığını artırır çünkü kişi kendi yeteneklerine güvendiği için daha büyük riskler alabilir. 4. Kararlılık ve inanç, zorluklarla başa çıkma becerisini geliştirir. 5. İyi bir özsaygı ve kendini sevme duygusu oluşmasına yardımcı olur.
Kendine Olan Güveni Artırma Yolları
1. Yetenek ve İlgi Alanlarını Keşfetmek: Kendi beceri ve ilgi alanlarını belirlemek, kişinin kendine olan güvenini artırır. Bu nedenle, yeteneklerini fark etmek ve bu yönde kendini geliştirmek önemlidir. 2. Başarılarını Hatırlamak: Daha önce elde edilen başarıları hatırlamak ve bunları sık sık gözden geçirmek, kişiye kendi potansiyelini hatırlatır ve güven duygusunu artırır. 3. Korkularla Yüzleşmek: Kendine güveni artırmak için korkularla yüzleşmek önemlidir. Korkuyla yüzleşmek, bireyin daha cesur olmasını sağlar ve daha fazla özgüven kazanmasına yardımcı olur. 4. Olumlu İçsel Konuşma: Kendine olumlu şekilde konuşmak, özgüveni artırır. Olumsuz düşünceleri tersine çevirerek, başarıya odaklanmak önemlidir. 5. Kendini Kabul Etme: Kendini olduğu gibi kabul etmek ve kusurlarıyla barışmak, özgüvenin artmasını sağlar. Herkesin kendine özgü yetenekleri ve nitelikleri olduğunu kabul etmek önemlidir.
Kendine Olan Güveni Güçlendirme Yöntemleri
1. Hedef Belirlemek: Kendine hedefler koymak, kişiye motivasyon ve odaklanma sağlar. Küçük adımlarla başlayarak, her adımın tamamlanması kişinin kendine olan güvenini artırır. 2. Zorluklarla Başa Çıkma Pratiği: Zorluklarla yüzleşmek, kişinin gücünü ve yeteneklerini keşfetmesine yardımcı olur. Bunun için yeni deneyimlere açık olmalı ve çeşitli zorluklarla karşılaşmaktan korkmamak gerekmektedir. 3. Destek Almak: Kendine güveni artırmak için çevreden destek almak önemlidir. Aile, arkadaşlar veya bir mentor tarafından desteklenmek, kişinin kendi kapasitesine olan güvenini artırabilir. 4. Beden Dilini İyileştirmek: Güvenli bir beden diline sahip olmak, özgüveni artırır. Dik durmak, göz teması kurmak ve gülümsemek, kişinin kendine olan güvenini yansıtır. 5. Kendini Sürekli Geliştirmek: Sürekli olarak kendini geliştirmek, yeni beceriler öğrenmek ve yetenekleri geliştirmek, özgüvenin artmasına yardımcı olur. Eğitimlere katılmak veya hobilerle ilgilenmek gibi aktiviteler kişiyi daha iyi hissettirir.
Özgüveni Artırmak İçin Yapılması Gerekenler
1. Kişisel Olumlu İnançları Geliştirmek: Kendi yeteneklerine inanmak, kişinin özgüvenini artırır. Pozitif bir iç ses geliştirerek, başarıya olan inancınızı güçlendirebilirsiniz. 2. Negatif Düşünceleri Değiştirmek: Negatif düşünceler kendine olan güveni olumsuz etkiler. Olumsuz düşünceleri fark etmek ve bunları pozitif ifadelerle değiştirmek önemlidir. 3. Başarısızlık Kavramını Yeniden Değerlendirmek: Başarısızlık, özgüveni sarsabilir. Ancak başarısızlıkların da deneyimlerden ders çıkarmanın bir yolu olduğunu kabul etmek önemlidir. Başarısızlıklar kişinin gelişimi için fırsatlar sunar. 4. Kendine Değer Vermek: Kendini sevmek ve değer vermek, özgüveni artırır. Kendinize zaman ayırmak, ihtiyaçlarınızı karşılamak ve kendinizi takdir etmek önemlidir. 5. Pozitif Çevre Edinmek: Pozitif, destekleyici bir çevrede bulunmak, özgüveni güçlendirir. Olumsuz insanlar veya ortamlardan uzak durmak, kendinize olan güveninizi korumanızı sağlar.
Kendime Güven Nasıl Kazanırım?
Kendine güven kazanmak için aşağıdaki adımları izleyebilirsiniz: 1. Kendinizi tanıyın ve yeteneklerinizi keşfedin. 2. Hedefler belirleyin ve bu hedeflere doğru adımlar atın. 3. Korkularınızla yüzleşmeye cesaret edin ve risk almaktan korkmayın. 4. Kendi başarılarınızı hatırlayın ve bunları sık sık gözden geçirin. 5. Kendinizi s��rekli olarak geliştirin ve yeni deneyimlere açık olun. 6. Negatif düşünceleri pozitif ifadelere dönüştürün ve kendinize olumlu şekilde konuşun. 7. Kendinizi olumsuz etkileyen insanlardan uzak durun ve pozitif bir çevre oluşturun. 8. Başarısızlıkları dersler olarak değerlendirin ve kendinize şans verin. 9. Beden dilinizi geliştirin ve güvenli bir duruş sergileyin. 10. Kendinize değer verin ve kendinizi sevin. Bu adımları takip ederek, zamanla kendinize olan güveninizi artırabilirsiniz. Unutmayın, kendine olan güven sürekli bir çalışma gerektirir ve zamana ihtiyaç duyar. Read the full article
0 notes
drakifakca · 3 years
Photo
Tumblr media
Çorum Valisi Mustafa Çiftçi, İskilipli Atıf Hoca’nın vefatının 95. yılında kabri başında anılmasıyla ilgili kendisine yöneltilen eleştirilere cevap verdi. Kamuoyunun dikkatine !.. 4 Şubat Perşembe günü şehadetinin 95. yılında kabri başında dua ettiğimiz ve fatiha okuduğumuz, akabince İskilip Ulu Camii’nde ruhuha okunan mevlid-i şerif ve hatmi şerifleri dualadığımız İskilipli Muhammed Atıf Efendi’yi bir kez daha rahmetle yâd ediyorum... 1876-1926 yıllarında yaşayan ilim, aksiyon ve dava adamı M. Atıf Efendi’yi geçen yıl da (2020) Valiliğimiz, Çorum Belediye Başkanlığımız, Hitit Üniversitemiz ve Atıf-Der işbirliğiyle anmış ve bilimsel bir sempozyumda ilmi, içtimai ve siyasi yönleriyle ele almıştık. Gayemiz İskilipli M. Atıf Efendiyi tartışmalı alandan ilmi alana çekmek, eserleri ve hayatıyla değerlendirmek, nihai hükmü aziz milletimizin vicdanına bırakmaktı. Bu yıl da düzenlemeyi düşündüğümüz sempozyumu pandemi nedeniyle gerçekleştiremedik, onun yerine bu yıl Atıf-Der’in organize ettiği şekliyle sade bir kabir ziyareti ve mevlid programıyla sınırlı tuttuk... Tarih bir övgü ve sövgü kitabı değildir, tarih ibret alınmak içindir. Geçmişimizden ders çıkarmak, yapılan hataları tekrar etmemek, geçmişte yaşanan acıları yeniden yaşamamak için tarihten ders almamız gerekir. Biz de tam bu gerekçelerle geçen yıl sempozyum düzenledik, bu yılki anma etkinliğine katıldık... 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra şehit edilen Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu bu millet hiç unutmadı ve itibarları iade edildi, devlet töreniyle anıt mezarlarına nakli gerçekleştirildi. Yassıada Mahkemelerinin verdiği idam kararları milletimizin vicdanını yıllarca kanattı, adalet duygusunu örseledi. Şükürler olsun ki, aradan yıllar geçtikten sonra bu yanlış, devlet adına düzeltildi, milletin adamları şimdi huzur içinde ebedi istirahatgahlarında zalimlerle hesaplaşacakları günü bekliyorlar. Düşünce dünyamızın yıldızlarından Merhum Nurettin Topçu’nun ifadesiyle, M. Atıf Efendi gibi Esad Erbili ve Müftü Ali Rıza Efendi de millete gözdağı vermek ve sindirmek için zulmen idam edilmişlerdir. Bu manada İskilipli Atıf Efendi yine merhum Necip https://www.instagram.com/p/CLENsW0hfQODAaH336DYtdJ-OoHdGPm3pqEuAs0/?igshid=gtb8dkkp8rg6
0 notes
Photo
Tumblr media
Kadınlar “Hayır” derse!  Önümüzde, sayısız anayasal suç işlenerek, de facto değiştirilmiş bir rejimin, müstehcen karakterini bir “milli irade” incir yaprağıyla örterek de jure hale getirmeyi amaçlayan bir referandum; yaklaşık 100 yıl önce kaybettiği ayrıcalıkları yeniden eline geçirdikten sonra asla kaybetmemeye kararlı bir tabakanın siyasi iktidarı var. Bu tabakanın liderliğinde siyasal İslam’ın iktidara yürüyüşü, yine bu tabaka tarafından günlük yaşamın dincileştirilerek devletin işgal edilmesi, toplumsal artı değerin bölüşüm devrelerinin üzerine asalak bir rantiye sınıf olarak yapışma süreci engellenemedi. Bu süreç ilerledikçe demokratik, ilerici, sol muhalefet hatta “liberal duyarlılıklar” zayıfladı. Şimdi referanduma gidilirken, ülke hızla ekonomik bir krizin içine düşüyor. Devlet ve yargı düzeni, kitle–medya kontrol araçları askeri rejimlerde bile görülmeyen bir ceberrutluk ve keyfilik düzeyine ulaştı, dış politikada sonuçsuz askeri maceralar, basın susturulduğundan dolayı sinsice tırmanıyor. Daha da derinlere batmadan, daha da önemlisi batmayı önleyebilmek için önce, George Orwell’in “O kadar derine battık ki, apaçık olanı yeniden vurgulamak her akıllı insanın ilk görevidir” uyarısına uymak gerekiyor. Referandumun sonucu “evet” çıkarsa “Siyasal İslam”ın totaliter bir dinci rejim kurma projesi kısa sürede tamamlanacaktır. Saray’ın, AKP’nin, Siyasal İslam’ın mahalle-cami tabanının, ellerindeki her türlü olanağı kullanmasına karşın yine de referandumdan “Hayır” çıkması halinde nasıl davranacaklarını tam olarak kestirmek olanaklı değil. Ancak, AKP’nin ve Siyasal İslam’ın, iktidarlarının çöküşüyle sonuçlanacak bir yola girmeyi kabul edeceklerin, düşünmek saflık olur. Haziran seçimlerinden sonra yaşananları, terör saldırılarında ölenleri, Numan Kurtulmuş’un tehditlerini anımsamak yeter. Kısacası ülke halklarını son derecede tehlikeli bir dönem bekliyor. Ancak, kadınlar “Hayır” derse her şey değişebilir! Bu gidişe direnmeye olanak verebilecek yollar üzerinde düşünürken, kimi tepkilere hedef olmak pahasına bazı gerçekleri yeniden vurgulamak gerekiyor: Ülkeyi bu noktaya AKP yönetimleri, onun ilerleyişini, demokratikleşme, kimlik siyaseti, aslı astarı olmayan “açılım” fantezileriyle meşrulaştırarak, yolunu açan YAE’ci liberal entelijansiya; hep aynı hataları tekrarlayıp farklı sonuç almayı uman CHP’nin öngörüsüzlüğü getirdi. Geride bıraktığımız 15 yılı, özellikle Gezi sonrası dönemi, “sol” da değerlendiremedi. “Gezi Olayı” fırsatını kaçıran, Kürt siyasi hareketine de benzer bir eleştiriyi, özellikle haziran seçimlerini izleyen döneme ilişkin olarak yöneltmek gerekiyor. Referandumdan sonra kendini en zor koşullar içinde bulacak olanların başında özel olarak kadınlar, LGBTİ bireyler, korunmasız çocuklar ve sol- işçi hareketi geliyor. Kapitalist sınıfın da mülkiyet hakkının Saray’ın iki dudağı arasında kalmaya devam etmesi de ayrı bir sorun. Şimdi bir taraftan referandumdan “Hayır” çıkması için çalışırken, diğer taraftan “referandum sonrasına” hazırlanmak gerekiyor. CHP’nin, solun, hatta Kürt hareketinin geçmiş deneyleriyle, andaki durumuna bakınca iyimser olmak zor. Buna karşılık Siyasal İslam, projesini ilerletebilmek için devletin olanaklarını kullanarak hem kendi tabanını konsolide etmeye devam ediyor, hem de şoven milliyetçiliği yedeğine alarak cepheyi genişletmiş görünüyor. Mevzi savaşından, manevra savaşına geçerken Siyasal İslam’ı AKP liderliğinde bugüne getiren “pasif devrim”, mevzi savaşları, moleküler dönüştürme süreci, darbe fiyaskosundan sonra (Haziran seçimlerini izleyen dönemden de başlatabiliriz.) doğrudan saldırılarla yerini manevra savaşı sürecine bırakmaya başlamıştı. Referandumdan sonra AKP’nin bu süreci “iç savaşı” bile göze alan bir kararlılıkla hızlandıracağını düşünüyorum. Direnişin olasılıkları üzerinde düşünürken, bu “pasif devrim” sürecinin başarısını hazırlayan koşulları da iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu “pasif devrim” sürecine bakınca, mevzi savaşının, trasformismo (kendinden olmayan entelektüelleri yanına çekerek, ya da en azından tarafsızlaştırarak kârcı tarafı zayıflatmak) taktiklerinin, bölmek – birleştirmek diyalektiğinin AKP liderliğindeki Siyasal İslam tarafında başarıyla yönetilmiş olduğunu görüyoruz. Siyasal İslam; ilk aşamada, demokrasi, kimlik, “darbeciler” söylemiyle, trasformismo ile yanına çektiği liberallerin “katı laiklik”, “askeri vesayet” saçmalıklarının yardımıyla, karşı tarafın saflarını böldü (“yararlı salaklar”, Kürt açılımı dönemi), kendi saflarını genişletti. Bu dönemde Siyasal İslam, liberal entelijansiyanın, ABD ve AB emperyalizminin katkılarıyla “Cemaat” ile işbirliğini güçlendirdi, yetişkin ve modern görünüşlü kadro eksiğini kapattı. Siyasal İslam, referandumla birlikte, gereksinimi olan yasal zemini yarattıktan, rejimi de facto değiştirmeye başladıktan sonra, projesinin ilerlemesini yavaşlatacak “safraları” (önce liberalleri, Kürt açılımını; devletin şiddet araçlarını ve yargıyı felç ettikten sonra da “Cemaat”i) attı. Siyasal İslam, OHAL ile devleti temizleyerek “birleştirirken”, şoven milliyetçilikle saflarını ve “savaş hazinesini” güçlendirdi. Şimdilerde, “Cemaat”in kimi unsurlarının da, gücünü kanıtlamış olan iradeye biat ederek, referandum sonrasında, yeniden iktidar koridorlarına alınma umuduyla yaltaklanmaya başladığını görüyoruz. Bir siyasi hareketin, muhalefette ya da iktidarda, güçlenerek ilerleyebilmesi açısından bölmek – birleştirmek diyalektiğini yönetebilmesi büyük öneme sahiptir. Bu diyalektiği yönetebilmek için de öncelikle belirgin bir projeye, buna uygun bir söyleme, bu söylemi üretecek entelektüellere, hatalarından dersler çıkarabilen bir liderliğe sahip olmak gerekiyor. Egemen ideolojisi ve yönetici seçkinleriyle birlikte dejenere olan siyasal düzenin, aniden tüm partileriyle birlikte iflas etmesi, Siyasal İslam’ın “değişim” “demokrasi”, “ötekini tanımak/anlamak” söylemiyle ortaya çıkmasını kolaylaştırdı. Buna karşılık CHP, Siyasal İslam’a karşı “eski”yi savunmaktan öteye geçemedi. Ne CHP’nin ne de genel olarak muhalefetin saflarında halkın kaygılarına, taleplerine cevap verebilecek yeni bir değişim projesi, buna uygun bir söylem üretilemedi. Dolayısıyla muhalefet kendi safların arındırarak (bölerek)- birleştiremiyor; dahası referanduma ve sonrasını içeren sürece, bugüne kadar yaptıklarını yaparak gidiyor. İyimser olmak zor. Ancak, kadınlar, “Hayır” derse, her şey değişebilir! “Onlar ne yaptıklarını biliyorlar…” CHP’nin AKP tabanına hitap ederek onları, “gerçek çıkarları” konusunda “bilgilendirerek” AKP’den koparma politikası hep başarısız oldu, olmaya da mahkum. Çünkü, AKP tabanı, Siyasal İslam’ın hegemonyası altındaki kesim, AKP’ye oy verirken “ne yaptığını biliyor”. O nedenle anlamını yitirmiş bir mecliste sert konuşmalar yapmak, çoktan rafa kalkmış “demokrasi varsayımını” ölçü alarak eleştirmek, kapı kapı dolaşarak anlatmak, bir hegemonyanın ifadesi olan bu “bilme” durumunu değiştiremez. Önce hegemonyayı sarsmak, karşısında bir başka gücün olduğunu pratikte göstermek gerekir. Bu bugün hala başarılabilir! Siyasal İslam, bu olasılıktan korktuğu için, OHAL’e dayanıyor, totaliter bir rejim arzuluyor. Demokratik laik muhalefet ama, özellikle “sol”, direnişin sınıfsal boyutunu da dikkate almıyor. Sürekli sınıf çıkarlarını vurgulamaktan değil, işçi sınıfının, “Gezi” olayında ortaya çıkan, hızlı hareket etme, örgütlenme, sokakta ve sosyal medyada karşıt söylem, eylem üretebilme kapasitesini kanıtlamış yeni kesiminin (orta sınıf proletarya), yanı sıra kadın, LGBT hareketinin (referandumdan sonra özgürlüklerinden en fazla kaybedecek olan kesimlerin) etkin bir biçimde harekete geçirilememesinden söz ediyorum. Bu konjonktürde kadın hareketi ve LGBT hareketinin enerjisi özellikle önemlidir. Bu kesimin içinde orta sınıf proletaryanın unsurlarını büyük ölçüde barındırıyor olması da ayrıca önemlidir. Geçen hafta bu enerji, ABD, Avrupa, Avustralya’da, tüm dünyada 75 ülkede potansiyellerini, Trump’ın kimliğinde erkek egemenliğine karşı gerçekleşen protesto hareketleriyle, meydanları, sokakları, sosyal medyanın tüm olanaklarını kullanarak sergiledi. Tarih bize kadınların mücadelesinin en kritik zamanlarda, toplumun gitmekte olduğu yönünü belirleyebildiğini gösteriyor. Bu bağlamda şu sonuç alıcı protesto eylemlerini anımsayabiliriz: 1789, Paris, Saraya büyük yürüyüş; Mart 1913, Washington, oy hakkı için; 1920, Nijerya, sömürge yönetiminin pazarcı kadınları hedef alan vergilerine karşı; Ağustos, 1956 Güney Afrika, ırkçı kısıtlamalara karşı; Ekim 1975, İzlanda, eşit işe eşit ücret için; Ekim 2016, Polonya, kürtaj hakkı için; Ekim 2016 Arjantin, kadına yönelik şiddete karşı; Kasım 2016 Türkiye, tecavüzcüsüyle evlendirme yasasına karşı. Rosa Lüksemburg, “önce hareket var” diyordu. Gücünü yadsınamayacak biçimde ortaya koyabilen bir hareketlilik yaratmadan, hegemonyanın etki alanındakilere sözle nüfuz etmek mümkün olacak gibi görünmüyor. Bugün, bu konjonktürde, örneğin 8 Mart günü enerjisini sokaklarda, meydanlarda, sosyal medyada, sergileyebilen bir kadın mücadelesi bu haraketliliği başlatabilir, hatta Siyasal İslam baskısı altındaki kadınlar üzerinde özgürleştirici bir etki dahi yapabilir: Aristofanes’in Lizistrata’sından bu yana biliyoruz ki, kadın “hayır” derse, fallus kırılır, yaşam durur. Ergin Yıldızoğlu (BirGün Gazetesi)
13 notes · View notes