Eve yardıma gelen ablamız, bebekle ilgili açtığı sohbetin ikinci cümlesinde, doğum yapmama çok az kaldığını bildiği hâlde, "Hııı bizim bilmem kimin çocuğu doğumda öldü" diye başladı. Eski ben olsam uğraşmamak için "Hmm, çok acı" der geçerdim. O anda ise içimden bir anda "Niye kendimi tutacağım ya" dedim, kibar falan kalamadım ve şöyle bir silkelenip "Tamam da bunu bana neden söylüyorsunuz şimdi? Normal mi bunu bana anlatmanız?" deyip tersleyiverdim kadını. Karşılığı eh, ah, kem, küm...
Yüzyıllardır söylerim ki niyetleriniz beni hiç ilgilendirmiyor. Cehaletiniz de. Öğ re ne cek si niz.
Abime anlatırken "Kabalaştım" falan diyorum, abim de diyor ki "Kabalığı o yapıyor, alttan alan niye sen olasın?" E doğru. Ay muhatap olma, ay şimdi ne anlatabilirsin ki diye diye herkes her istediğini söyleyebilecek mi böyle? Yooook efendim, sustukça bunları normalleştiriyorsanız kalbiniz kırıla parçalana duyarlılaşacaksınız. Yeter.
birinci sınıflar için hayat bilgisi dersi kitabını inceliyorum. rezalet. yedi yaşındasın diye de bu kadar salak yerine konmazsın be kardeşim. öz bakım becerileri diye bir bölüm var. el yıkamayı diş fırçalamayı öğretiyor. diş fırçalamayı aşama aşama belirtmiş, her aşamanın yanına gülen ve üzgün surat çizmiş. o aşamayı yapınca gülen emojiye tik atıyon işte. aşama 1: macunun kapağını açtım mı? çocuk şey mi dicek "hıııı-hııı, eveeeet, açtıııımm". aç bi zahmet zaten bu ne saçma sapan bi kitap ya.
Otobüste ter kokan bi kadın vardı erken inmesine sevindim.
Normalde aktarma yapmama gerek yok, kendi durağımdan itibaren evime yürüyebilirim...ama hava çok soğuktu, tekrar otobüse binmeyi tercih ettim,o da trafiğe takıldı amk.....
Eve geldim,evde adını vermeyecegim fakat eşyalarımı saklayarak bana şaka yaptığını zanneden bi şahıs -hem de yaşı bi hayli ileri- boş boş konuşuyor.Her söylediğine "hııı, hımmm" diye cevap versem de onu dinlemek istemediğimi anlamazdan geliyor:((( Odama kaçtım.
PC'nin başına oturdum,fanfic olarak başlayan bi fikri romana dönüştürmeye karar verdim.Üşendim ve boş boş ekrana baktım. Sonra ekrana, benim 2021 senesinde AtUz'a hatta alfer'e düşündüğüm konseptleri kullanarak prim yapabileceğini düşünen birinin gönderileri düştü. Dedektif memoli gibi keçileri saymaya başladım...yoksa keçileri sayan selena müstesna mıydı? Her neyseeeee
Dükkâna 11.30′da geldim. Bir kahve söyledim kendime. Sonra:
- Hakkı, beni arayan oldu mu?
- Hayır!
- Mektup var mı?
- Yok!
- Öyleyse pardesümün astarı sökülmüş, onu dikiver, olmaz mı? Jak!
- Efendim.
- Nasılsın, diyecektim.
- İyiyim reis, ya sen
- Ben de
- Biliyor musun, T.İ.P. 15 milletvekilliğini garantiliyor.
- Hııı...
- Kış geldi desene.
- Geldi ya, bak, yün kazağımı bile giydim.
Sonra Alevci, postacı girdi kapıdan. Ama şişman postacı değil. Jak’a bir mektup uzattı. Jak da bana uzattı. Nicedir beklediğim açık mavi renkli zarf. Hemen yukarı çıktım. Zarfı açtım. Önce iki tane yaprak düştü elime. Sonra cümleler... Ne Fenerbahçe kaldı aklımda, ne de başkaca bir şey. Hayat, önümüzde duran, yaşamaya hazırlandığımız korkunç bir güzellik olsa gerek. Tam üç defa okudum mektubunu. Ve hemen yazmaya koyuldum işte.
Ve laterna dönüyor: “Seni seviyorum aşk kelimesi”. Sen, aşk kelimesi, bir sen kaldın sevmediğim gençliğimden arta kalan dirilik. Artık yaşıyorum seni. Seni O’na gönderiyorum. Ve sen boy atıyorsun orada. Artık kızmıyorum, artık terslenmiyorum kimseye. O kadar yıpranmıştın ki, o kadar saymamışlardı ki seni... Ama yeniden geçtin şimdi elime. Belki de son olacak bu. Belki de ilk defa yerleşiyorum yerine. Belki de yazıp yazabileceğim tek şiir bu. Belki ilk olarak anlaşıldın, sen, aşk kelimesi.
Lokantaları iyi mi temizliyorlar ne? Yollar neden bu kadar güzel? İçkiler niye hiç dokunmuyor? Neden müzeleri, mezarlıkları, tarih kitaplarını sevmiyorum? Birine “merhaba!” derken neden daha içtenlikliyim. Neden şarkılar güzel. Doğa neden böylesine görkemli.
Köşe başları sarı sarı kestane kokuyor. Bütün kiliselerde düğün var. Herkes pazarlık elbiselerini giymiş. Sanki bir tören hazırlanıyor.
Korkuyor musun Alevci? Seni bu kadar çok sevmemden korkuyor musun? Biliyor musun ki, sana çattığım zamanlar; Cengiz’li, Metin’li olduğumuz günler, şimdi yaşadığım mevsimin ilk günleriydi. Yani, seni gördüğüm gün saklamıştım seni. Nerde olursan ol, nereye gidersen git, saklıyordum. Kurtulamıyordun benden. Susuyordum, susmanın kelimeleşmesini bekliyordum. Olmayan olmazdı. Sevgi dediğimiz şey, o iki kişinin hayatından bağımsız bir varlık gibiydi. İsterse o iki kişiyi kapsardı. Bunda korkunç bir dialektik vardı. Sonra “her şey”, “bir tek şey” haline dönüşürdü. Sentez buydu. Yalanlar, yapaylıklar yaşıyamazdı bu ülkede, bu “bir tek şey” adlı ülkede.
Ben böyle bir ülkedeyim Alevci.
Sen de anlat bana ülkeni. Söyle, belki anlaşılmamıştır diye bir daha söyle.
Yağmur durdu. Dünyanın her yerinde Bach çalıyor. İnsanın kendisi olmasındaki uyum çalıyor. O kadar yol yürüdüm ki sana varmak için. Seni o kadar çok özlemiştim ki... Tam otuz yedi yıl.
Seninle sevginin tarihini yazdım. Sıra bize gelince, bir devrim yaptığımızı anlıyalım.
“Belki de bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi”