Tumgik
#epey eski sayılır bu tabi
bunudaburayayazdim · 3 months
Text
İki Kule
Olaylar 528 yılında başlıyor. Galata Kulesi tüm heybetiyle yavaş yavaş İstanbul'un en güzel kızı olan Kız Kulesi karşısında yükselmeye başlamış. Günümüze gelen bu büyük aşk da daha bu sırada başlamış.
Tabi bu büyük aşk, sanılandan da imkansızmış. Aradaki mesafe kavuşmalarını adeta yasak kılmış. Bir gün Galata Kulesi Hezarfen ile mektuplarını yollamak istemiş bu güzeller güzeli kıza.
Hezarfen kabul etmiş etmesine ancak aksilik bu ya rüzgar denizin yakın arkadaşıymış, alıp kaçırmış bütün mektupları denizin derin ceplerine. Kız Kulesi görmüş elbet Rüzgar ile Deniz'in oyununu, kuşlar ile şarkılar söylemiş Galata Kulesi'ne.
Bir akşam vakti, etrafta kimse yokken ansızın kaybolmuş iki kule, tek gecelik bir kaçamak, bir çocuğun doğuşuna sebep olur.
Ancak minareler baskın gelir ve çocuğu uzaklara, Lizbon'a kaçırırlar. Kimse anlamasın, bulmasın diye de adını değiştirip Belem Kulesi yaparlar. Yazıktır ki kaderi değişmez, tıpkı anne ve babası gibi bir hapishane olarak kullanılır bir dönem Belem Kulesi ve sayısız ruhu hapseder içine.
Bu aşkı reddedenler için ise en büyük kanıtı Sunay Akın şu cümlelerle sunar:
Belem Kulesi görünüş olarak aynı babası olan Galata Kulesi'ne benzer ve kayalıklar üzerinde kuruludur, tıpkı annesi Kız Kulesi gibi.
11 notes · View notes
devrimcikadinlar · 6 years
Photo
Tumblr media
Yüksekdağ: Şu an seçimle iktidarda kalacağına inanan bir iktidar yok karşımızda
Cezaevinde tutulan Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın Özgürüz'e verdiği röportaj:
Eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ #ÖZGÜRÜZ’e gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Yüksekdağ,yılbaşında bağlama, erbane ve bendir çalacağını söyledi.
Halkların Demokratik Partisi eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ avukatları aracılığı ile tutuklu bulunduğu Kandıra F Tipi Kapalı Cezaevi’nden #ÖZGÜRÜZ’ün sorularını yanıtladı. Yüksekdağ gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunurken adeta bizi de cezaevi koğuşunda kısa bir gezintiye çıkardı. Yüksekdağ’a, Yılbaşı kutlamalarının yanı sıra cezaevinde geçirdiği 24 saati, Man Adası belgeleri, Zarrab Davası, cezaevi koşullarını, HDP kongresi ve olası erken seçim iddialarını sorduk.
-Tutuklu bir milletvekilisiniz. Seçmenlerinizden uzak bir şekilde 1 yılı aşkın bir süredir cezaevinde tutuluorsunuz, vekilliğiniz düşürüldü. Figen Yüksekdağ cezaevinde 1 gününü nasıl geçiriyor?
“Oldukça yoğun ve hızlı geçiyor” dediğimde “nasıl yani?” diyorlar genellikle. Cezaevi ile yoğunluk ve hız kavramlarını yan yana getirmek alışıldık bir algı değil genellikle. Hapishaneler, insanların zamanın ağırlığı altında ezildiği mekânlar olarak tanınıyor ve yaşanıyor. Hoş zaten hapsedenler de insanlar ezilsin, ceza çeksin istiyor. Bu amaç ve sonuç, bazı insanlar için geçerli değil tabi. Ben de kıyısından, köşesinden insanlar grubuna giriyorum.
Devrimci, sosyalist, yurtsever kimliğinden dolayı hayatta paylarına düşen zamanın en kıymetli bölümünü cezaevlerinde geçiren binlerce tutuklu ve hükümlü var. Gazeteciler, insan hakları savunucuları, basit bir sosyal medya paylaşımında bulunanlar, hatta tek görevleri bütün bu kesimleri hukuki alanda savunmak olan avukatlar var hapiste. Bütün bunları düşünüp kendimle kıyasladığımda 14 aylık tutukluluk göz açıp kapatma zamanı sayılır. Kişisel olarak dönüp baktığımda “ne kadar da yattım” diyemiyorum bu yüzden.
“Bir yılımın konuşmaya da anlatmaya da değmeyeceğini hissediyorum”
Bizimle ilgili asıl mesele siyaset yapma özgürlüğünün ve halk iradesinin şahsımızda tutsak edilmesi. Hiçbir haksız tutuklama kabul edilemez ama bu tutuklamanın hapsetmenin ötesinde bir durum. İfade ve muhalefet hakkının temelden katledilmesi hareketi daha çok. Bizim tek derdimiz, esaslı gündemimiz de bu. Bu nedenle “cezaevini anlat” dediklerinde kendi adıma biraz da ar ediyorum, daralıyorum doğrusu. Daha bugün bir siyasi tutsaktan mektup aldım. Kendini tanıtırken 25 yıldır mahpus olduğunu hikâyesinin alelade bir parçası gibi söylüyordu. 22 yıldır yatanlar var. 27 yıldır mahpus yatıp dışarı çıktığında neler yapacağını anlatan insanlar var mesela. Bazen bu kadar uzun zaman içinde fizik kanunlarını atlatarak boyut değiştirmiş olabileceklerini düşünüyorum. Yani benim bir günümün de bir yılımın da konuşmaya anlatmaya değmeyeceğini hissediyorum. Sizin sorunuzda sorun yok aslında ama memleket sorunlu. Dünyanın pek çok ülkesinde suçu ne olursa olsun, 30 yıl hapis yatan insan vardır. Varsa o ülke sosyolojik, patolojik, politik, psikolojik ve bilmem kaç açıdan incelenir. Türkiye’de meşru bir suç tanımı ve kanıtı olmayan insanlar 30 yıl hapsediliyor; yetmiyor cezaevlerinin insanlık dışı koşulları, baskısı, işkencesi karşısında yaşam mücadelesi veriyor. Ve yine dünyanın çok az ülkesinde seçilmiş halk temsilcileri, görevlileri siyaset yapmak yerine, cezaevinde nasıl geçirdiklerini anlatmak zorunda bırakılıyor.
“Kitap okuyorum, spor ve el işi yapıyorum”
Nereden nereye geldik. Ama bir siyasetçiye soru sorduğunuzu dikkate alırsak sonucu tahmin etmeniz gerekirdi. Bu arada kısaca günümü nasıl geçirdiğimi özetleyeyim: Mahpusun birinci ödevi okumak, bende bolca onu yapıyorum. İkinci değişmez spor. Bunu da ihmal etmiyorum. Siyasi kadınlarla bir arada olunca akşam sabah siyaset konuşuyorum. Bazen daha kapsamlı tartışmalar da yapıyorum.  Ayrıca yazı çalışmaları var.  Mesajlar, talep edilen bazı yazılar ve benzeri… Ama sık gerekli olduğu için günlük faaliyetimde kayda değer yer tutmuyor. Başkaca çalışmalar için not alıyorum. Görüş trafiği de günlük etkinliklerden biri aslında. Avukat, aile derken, az yer tutmuyor. Günün bir kısmında da el işi yapıyorum.  Ya da müzikle uğraşıyorum. Ve o gün çabuk bitiyor. Şair “haftalar ellerimde ufalanıyor” demiş ya, biz burada günü ucundan tutar tutmaz kayıp gidiyor. Hapishane özdeyişine dönüşmüş bir laf vardır: “mahpuslukta günler çabuk, yıllar ağır geçer” diyor. Belki de daha yılları saymadığımdan günlerle ilgili böyle peşin konuşuyorum. Sonuçta zaman algısı ne olursa olsun, hayat ve mücadele her mekanda her türlü devam ediyor.
” Yeni yıl yeni zaman bizlerin elinde ve eyleminde doğacaktır”
-Siyasi gündemin hareketliliği ile boğuştuğumuz bugünlerde gündeme ilişkin sorularımız elbette olacak. Ama bunlara geçmeden önce biraz daha günlük yaşamınıza ilişkin merakları gidermek adına bir kaç sorumuz olacak. Öncelikle yılbaşı yaklaşıyor. Klasik siyasetçiler yeni yıl mesajları verirler. Sizin yeni yıl mesajınız ve yeni yıl programınız nedir? Cezaevinde ne yapacaksınız?
Cezaevinden ilettiğimiz için en orijinal yeni yıl mesajı bizimkidir herhalde. Klasik kulvarında bir baş öne geçmiş sayılırız böylece ama ben yine de siyasetçilerin cezaevlerinden yeni yıl mesajı vermek zorunda kalmadığı bir yıl diliyorum. Gazetecilerin, avukatların, insan hakları savunucularının dışarıda kendi işini yaptığı, siyasi tutsakların özgür olduğu, içerisi ve dışarısıyla Türkiye’nin hapislikten kurtulduğu bir yıl olsun. Yoksulların, emekçilerin, işçilerin, iyilerin evine, sokağına güzellik ve sevinç getirsin.  Kadınlara yaşam ve özgürlük gücü versin ki her gün cenazelerimizi saymayalım, yanmayalım. Halkın çocukları ekonomide, işsizlik ve güvencesizlik, siyasette ölüm ve zulüm istatistiklerinin rakamı olmasın. İnanıyorum ki 2018 içte- dışta iktidarın yükselttiği savaş, şiddet, OHAL politikalarına karşı daha fazla birleştiğimiz, umudu ve yeni çıkış olanaklarını büyüttüğümüz bir yıl olacak. Karanlık ne kadar yaygın olsa da bunun ışığını görüyorum. Ama yılı yenileyecek olan bizleriz, bunu unutmamak gerekir.  Halkların ve insanlığın yenilik ve durumu değiştirme enerjisi olmadan, her yıl bir takvim döngüsünden ibarettir ve eskinin devamıdır. Yeni yıl yeni zaman bizlerin elinde ve eyleminde doğacaktır.
“İlk kez bir programda bağlama çalacağım”
Cezaevinde yeni yıl programına gelince, benim için gerçekten yeni bir yıl dönümü olacak. Zira iki defadır tek başıma giriyordum yeni yıla. Geçen yıl tecritte, ondan önce de Cizre-Botan hattında küçücük bir otel odasında karın kapattığı yollar açılsın da Cizre’ye ulaşalım diye beklerken girmiştim yeni yıla. Bu yılbaşı daha iyiceyim, üç kişi olacağız en azından. Program yapma işi de bana kaldı. Pek orijinal fikirlerim yok. Şarkı- türkü söyler, sessiz sinema oynarız. Soyut ve zor kitap adları sorup kavga çıkarırız belki. Bir de 12’den sonra pencereleri açıp göremediğimiz arkadaşlara, yoldaşlara avaz avaz türkü söyleriz. Bakın bu da yeni bir şey, geçen yıl birbirimizin sesini bile duyamıyorduk. Ayrıca yılbaşı akşamı ben ilk kez bir programda bağlama çalacağım.  Bütün kaçış yolları tutulduğu ve başka seçenekleri olmadığı için dinleyecekler ve benim çalarken özgüvenim daha yüksek olacak.  Bağlama performansını sadece “mahkum” olanların dinleyebileceğine dair bir hissiyat var içimde ama yine de yeni yıla umutla bakıyorum. İkinci enstrüman alabilirsek erbane ya da bendir de çalacağım; olmadı karavana tencerelerine leğenlere müracaat. Maksat neşeye muhabbete vesile olsun. Ama her durumda aklımız, hevesimiz dışarıya akacak. Üçümüz Sebahat başkan, Aysel başkan ve ben şimdiden yeni yılınızı kutluyoruz.
“İktidar beni zorla yazar yapacak”
-HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve diğer tutuklu vekillerin tutukluluk sürecini anlatan kitapları var. Figen Yüksekdağ imzalı bir kitap görecek miyiz?
Henüz bir kitap çalışması yok. Ama yazmam konusunda epeyce beklenti ve basınç var. Böyle giderse iktidar beni de zorla yazar yapacak. Aslında yayın alanına uzak değilim. Üç yıl gazetecilik, editörlük yaptım, ayrıca epey kağıt çiziktirdi kalemim ama kitap yazmak ayrı bir olay. Benim için kitap yazma düşüncesi kıvamına ve zamanına gelmedi sanırım. Bu nedenle sorunuza “pek yakında” cevabını veremiyorum. Ama etrafta bu kadar basınç ve burnumun ucunda her gün Sebahat başkanın “ne zaman başlayacaksın kitaba” sorguları olduğu müddetçe “pek uzakta” deme şansım da yok galiba.
-Özgürlüğünüze kavuştuğunuzda ilk yapacağınız şey ne olur?
İnsanlara sarılmak olur. Dostlara, yoldaşlara, kadınlara, özlediklerime sarılırım. Bunu öylesine söylemiyorum, bizi ayırmak koparmak amacına ettiler bu kadar zulmü, haksızlığı. Çıkınca daha çok sarılırsam zulüm edenlerin bütün amaçları boşa düşecek, bizi daha fazla kenetleyecek gibi hissediyorum. Bir de sarılmayı bu kadar özleyeceğimi tahmin etmezdim. Dışarıdayken kitle etkinliklerinde, kadın buluşmalarında 500 kişiye sarıldığım oluyor, konuşmaya çıkacak mecali zor buluyordum. Şimdi hiç yorulmadan 5 bin kişiye bile sarılabilirim. Enerjimizin kaynağı sevgi ve bağlılığımızın gücü bu duyguda çünkü. Sonrası bildiğiniz şeyler; her yerde her pozisyonda mücadeleye devam.
-Man adası belgeleri ve Zarrab davası Türkiye’nin gündemine oturmuş durumda. Siz de takip ediyorsunuzdur. Zarrab davası ve Man adası belgeleri Türkiye siyasetini nasıl etkiler?
Tabii Türkiye’de siyaset gündemi hızlı değişiyor. Yolsuzluk ve adaletsizlik gündeminin üstünü de siyasi zor ve medya tekeli yönetimiyle küllediler şimdilik. Önemli olan bizim için, halklarımız için bu gündemin unutulmaması, örtülmemesi. Yolsuzluk, hırsızlık, belgeleri ve davaları dış politikadaki kirli hesaplaşma ve planların değil, iç politikada hesaplaşma ve mücadele konusudur. Eğer yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, haksız para kazanma çarkına müdahale güçlü ve sürekli olmazsa ahlaki çöküntünün altında herkes kalır. Türkiye’ye konuşan siyasetçinin hapiste, çalan, yolsuzluk yapan siyasetçinin sınırsız özgürlükte olduğu bir deli gömleği giydiriliyor.
“Deniz Gezmiş’in parkasını çekiştiriyorlar”
Savaşla, Efrin’i işgal planlarıyla kiri pası kanla örtme taktiği yine merkezde. İnanılmaz bir yalan ve manipülasyon siyaseti işliyor. AKP/ Saray iktidarının tek gerçeği elinde tuttuğu güç ve otorite aygıtları, gerisinin hepsi yalan illüzyon. Filistin-Kudüs meselesinde yarattıkları yalan, algı- siyaset tarihindeki ibretlik bir süreç. İsrail devletinin tarihten bugüne varlığını borçlu olduğu bir devlet ve iktidar, bugün Filistin’in hamisi, Kudüs’ün bekçisi kesildi. Halen yürürlükte olan anlaşmaların, gizli açık işbirliklerini, ortaklıklarını, aldıkları madalyaları, sattıkları davaları dizsek buradan Kudüs’e yol olur. ABD’yle yaşadıkları konjektürel gerilim ve çıkar uyuşmazlığından bir antiemperyalizm hikayesi yazacak kadar da aymazlar. Amerikan projesi bir iktidar, proje denetiminden biraz çıkınca ne kadar inandırıcı olabilirse o kadar inandırıcılar. Deniz Gezmiş’in parkasını çekiştiriyorlar, ama antiemperyalizmde sembol ve kararlı bir duruş oluşturmanın, kıyısından geçemezler. En fazlasından devrimcilerin parkası etrafından dönerler bugün olduğu gibi. Deniz gibi Filistin’de savaşan, mazlum bir halkın topraklarında enternasyonal mücadele değerlerini ve mezarlarını bırakan Türk ve Kürt direnişçilerinin samimiyet ve adanmışlığına yaklaşamazlar. Sonuçta bugün siyaset gerçek gündemlerle ve gerçek bir güçle müdahale görevi, demokrasi özgürlük ve barış dinamiklerinin omuzlarındadır. Savaşa, şiddete, OHAL’e, yolsuzluk ve yalana karşı mücadele kulvarında ortaklaşmak siyasi gündem ve gelişmelere yeni bir yön verir.
-Olası seçimde AKP tek başına iktidar olabilir mi?
AKP tek başına iktidarı verili koşullarda zor gördüğü için baskı rejimini bu kadar güçlendiriyor. Ayrıca tek adam- tek parti yöntemini güvenceye almaları için yüzde 50’den fazlasına ihtiyaçları var. Referandumda bir tık fazlayı bile yoğun baskı, YSK yolsuzluğu ve ellerindeki süper güçle elde ettikleri düşünülürse bugün gerçek bir çoğunluğa dayanamayacakları ortada. Aslında şu an seçimle iktidarda kalacağına inanan bir iktidar yok karşımızda. Zorla demokratik seçim kriterlerini çiğneyerek, kendine göre çarpıtarak, hile yolsuzluk mekanizmalarını işleterek iktidarda kalmaya kilitlenmiş bir siyaset var. Bu nedenle önemli olan muhalefet güçlerinin nerede kalacağı. Hayati bir kavşakta yine muhalefette mi kalınacak? Artık hoşnutsuzluk, umutsuzluk ve pasif eleştiri halinin ötesine geçip kazanmaya odaklanmak tek geçerli yol. Bunun içinde seçimi beklemeden demokrasiyi kazanma mücadelesini büyütmeliyiz.
-Partinizi kongre süreci yaklaşıyor. #Özgürüz aracılığı ile iletmek istediğiniz mesaj var mıdır?
Başarılı bir kongre süreci olacağına eminim. Her bir parti üye ve yönetimiz büyük sorumluluklar alarak, ağır baskı ve kuşatma saldırılarına rağmen partimizi dimdik ayakta tutmayı başardı. Kongremizle birlikte bu iradenin daha ileriye taşınacağına inanıyorum. Bunun somut işaretleri il ve ilçe kongrelerimizde görülmektedir. Sizlerin aracılığı ile şimdiye kadar partimize emek vermiş olan ve yeni dönemde emek verme iradesini gösterecek olan tüm yoldaşlarıma sevgi ve selamlarımı iletmek isterim.
Röportaj: Zübeyde Sarı & Fatih Yeşilçınar
Özgürüz 27 Aralık 2017
9 notes · View notes
Text
Samsun’da bir kınalı
18.02.2022 Cuma
Samsun
Samsun da bir gün başlamıştı o an. Uyandı Gani. Yüzünü yıkadı, ustünü değiştirdi, dişlerini fırçaladı, ütülü gömleği yoktu gömleğini ütüledi. Sabahın erken saatlerinde yola çıkmak için kapıya elini attı baktı ki anahtarı üzerinde değil döndü anahtarını yanına aldı ve çıktı. Bir adım attı bir sonraki adımını attı. Ganinin Samsunda Selahiye mahallesinde bir evi vardı. Aslında o evi yıkık harabe bir halde iken satın almıştı. Sonra kendi dekoru ile koyu yeşil bir boya çekti evine merdivenlerini tazeledi içeriyi ahşap döşemelerle süslendirdi. Tahta pazar kasalarından tabureler ve raflar yaptı. Birkaç gaz lambası ile odasına ışık verdi. Bir şömine yaptı evine. Birkaç tomruğu giydirerek baza haline getirdi üzerine bir mekan yatağı koyarak kendine yatak yaptırdı. Eskilerden kalma iki müzik çalar vardı elinde. Biri sadece fm sistemini kullanan manuel ayarlı 3 bant alıcısı olan eski bezli radyolardandı. Diğeri ise biraz daha yeni model olan kasetçalar radyo idi. Bir de pikap ı vardı elinde. Ha sayılır mı bilmem bir de wolkmen kullanıyordu 90 lı yılların popüler müzik aletlerinden. Bir arabası vardı Gani nin 1970 lerin amerikan model hayaleti. Biraz pahalı bir araçtı. Ama değerdi o araç için. Ona kızım derdi. Kapıdan çıkmadan dut ağaçlarının ayrılmış dallarından yapılmış askılığı. İç duvardalrında çam ağaçlarının yüz yapraklarından kaplama vardı. Oturduğu yere karakol sokak diyorlardı. Gani o mahalleyi seviyordu az çok. Çünkü komşuları ile arası çok iyiydi. Gani arabasının yanına geldi. Kontağı çevirdi kapıyı açtı. Sonra marşa bastı. Aracı çalışır vaziyette bir müddet bekletti ve devam etmeye başladı. Hayaleti çok seviyordu. Çarşıya iniyordu Gani saat daha sabah 6 yı gösteriyordu. Birazcık açtı Gani. Bu saatte paça iyi giderdi üstüne bir de köfte. Hiç beklemedi Gani zaten bekleyecek vakti yoktu. Çifte hamamlar caddesine girdi zaten adından ötürü paçaçı diye bir lokanta vardı üzerinde girdi içeriye. Selamını verdi ustaya. "Abim az paça sonra porsiyon köfte rica edeceğim sizden" diyerek seslendi. Çorbasını içti hemen ardından geldi porsiyon köfte, köftesini yedikten sonra. Baktı etrafına, Usta tekti daha."Abim iki çay alda biraz sohbet edelim da" dedi. Usta gülümsedi"Olur valla yeğen"dedi. Çayları aldı iki büyük bardakta. Geldi Gani nin yanına. Gani: -        Abim ismini bağışlarmısın bana Usta: -        Ali yeğenim -        Ali abi bende Gani. Şu ara cadde de ileride köşede satılık bi dükkan var mış. iki katlı kimindir bilirmisin. -        Valla yeğen adı çamur amma kendi mülaim bi Arif ağa var yaşca da epey var. Onundur derler bende tam bilmem şahsen ama nerde sorsan gösterirler. -        Bu gün konuşacağım abi. Oda açacağımda. -        Ne odası? -        Abi ben mühendisim unkaphanı varya ilerde orda bürom var. Ama burayı açacağım fakiri fukarayı doyuruyom bir hayır duasını alayım diye. Oda dediğim aslında çay ocağı. İki katlı ya üç kişi ayarlayıp birini ocağa bırakacağım ikisi garson işte. Diyecem kendi paranızı çıkarın yeter bana. Gerisi fazla kazanç olur. Yukarıdaki odayıda dedim ya gençlere ayarlıyacam ben gençlerden para istemyorum. Sokakta gezip harama bakacaklarına oturup beni sevaba soksunlar. Onlara hocalar getirip sohbetler verdireceğim. Yeri gelecek ben konuşacağım. Bu vatanın evlatlarıyız biz onlarda öyle. Neticede bir sıkıntısı olan varsa bilirim en azından yardım ederim hiç olmazsa. -        Yeğen sen kimsin? Nerelisin niye yapıyon bunu yanlış anlamada sen manyak mısın? -        (küçük bir tebessüm ile) dayı ben hayrına yapacağım bunları. 3 yıldır burdayım ben 3 yıldır buranın insanıyla geçindim bir. İkincisi benim dedem derki ocağın tüter her bir şekilde tütsün, amma o ocakta misafirin olmazsa o tüten duman boşadır. Benim kaç yıldır ocağım tütmektedir dayı ama hep bana olmaz bu iş. Bana ihtiyacı olan çok insan var. O gençler pırıl pırıl. Onlara biz destek olmazsak kim olacak. -        Valla yeğenim gine sen bilirsin ama. Ben deyim akıl işi değil senin yaptığın. Hepsi bi yana çamurun mekanı şimdi yok yoksul ocağı olacak ha. Vay anasını. Derken telefon çalar arayan Arif abi. Gani müsade ister -        Müsadenle Ali dayı. Ben iznini istiyeyim. -        Müsaade senin yeğen gine gel. Arif abi: -        Evaldım alacan mı dükkânı. -        Alacağım Arif amca nereye geleyim? -        Ben dükkânın önündeyüm evladım birazdan geçeceğim kahve haneye. -        Geldim amca hemen. Gani Arif amcanın yanına gider. Gittiği yer çıktığı çorbacının arkasındaki sokakta bir boş dükkandır. -        Evladım gel bir daha bak istersen. -        Olur dayı da gerek yok sen buraya ne kadar istiyon. Ben direk işi bitirip gitmek istiyom. -        Evladım benim parayla pek işim olmaz bu yaz bi oğlan everecem. Düğün masraflarını bilirsin az çok. Bir de ev istemiş gelin kızımız neyse. Uzun lafın kısası 200'e anlaşalım. -        Dayı uzatmaya gerek yok gel sen hele seninle bi yere oturalım orda konuşalım. Ayak üstü de olmaz şimdi. -        Olur evladım gel şurda ileride çay ocağı var geçek. Gani biner hayalete Arif amcayı bekler. Arif amca yavaş yavaş adımlar atarak gelir biner arabaya. Gani marşa basar ve çalıştırır yeniden aracını. Sonnra bir kere daha basar gaza. İleride Arif dayının söylediği yere sürer aracını. -        Dayı iyi dedin fiyatı ne senin zararın da ne de benim kârımda. -        Oldu diyon yani yeğen bu iş. -        Oldu emmi oldu. -        Hayırlı olsun o zaman yeğen. -        Dayı parayı akşam elinde bil. Şimdi notere gidelim satış için belgeler falan var ya halledelim senle. -        Olur yeğen o da olur hele çayını iç. Gani ordan kalkınca Arif amca ile notere gider sonra tapuya akşama kadar bi koşturma yaşarlar. Akşam bankaya gider parasını çeker 200 bin TL aslında iyi bir paradır. Bu para tabi Gani nin kendi memleketine göre iyi bir paradır. Samsun için ise çok az bir değere sahiptir. Ne satan zarar eder ne alan kar. Parayı teslim eder. Gidip tapuyu devir ederler. Ve saat daha öğleden sonra 4 tür.  Arif mca ya dönüp der ki. -        Emmi bi kebap nasıl gider şimdi? -        Valla yeğen sen demesen ben diyecedim hayırlı olsun ne zaman yiyoz diye. -        Hadi emmi gel ��u ilerde var bi tane. Geçerler sahil kıyısındaki kebapçıya. İkiside bir buçuk porsiyon kebep yerler. Sonra elinde dükkânın tapu kayıtları yla gani bakar etrafa. Çamur sorar. -        Evlat sen bu dükkânı aldın iyi hoş ta ne yapacan. Emmi bilinmi evvelden aş evleri vardı memleketin yok yoksul gelip karnını doyurur işsize iş aşsıza aş verirdi. İşte böyle bi hayıra vesile oldun sen. -        Valla evladım ben memlekette ne olsa inanırım şimdi demek aş evi ha. -        He emmi aş evi. -        Neyse hayırlı uğurlu olsun tekrardan. Güle güle kullan dükkânı. -        Eyvallah emmi. Eyvallah. Gani arabasına biner dayıyıda alır dükkânının ilerisinde dayının evi vardır. Oraya bırakır dayıyı. Sonra dükkâna döner saat 5 buçuk olmuştur. Bakr bi etrafa. Hayal eder dükkânı. Merdivenin altında kazanı kuracaktır. Yerler savan kazanın atlı yüksek muşamba olacaktır. Duvarları açık kahverengiyle boyayıp camii duvarlıklarından döşeyecektir duvarlara. Sonra duvara un kapanhanından aldığı duvar halılarını asacaktır köşeli köşeli. On oniki tane sedir alacaktır motifli halıyastık ve minderler alacaktır dükkâna. Sedirlerim üstüne serecektir bu yastık ve minderleri. Tam ortasına soba kuracaktır. Sobanın üstünde bir güğüm olacaktır her daim. Masaları ahşap eski masalar olacaktır. Yeni pek bişey kullanmayacaktır Gani. Çünkü o eskiyi sever. Üst kata gelince üst kat ta halı olacaktır. Yerler zaten parkedir. O halıya ayakkabısız basılacaktır kapının üzerine bir tane baş eğdirecek kadar tahta çakacaktır. Kapı yeşil boyalı olacaktır. Üst kattaki lavabonun sevivesi inecek hatta şadırvandaki abdesthane kadar olacaktır çünkü orda namaz kılınacak namaz kılınması için de abdest alınacaktır. Üst katın pencereleri sürgü pencere olacaktır. O pencerelere eski babaannesinin evinden kalma perdeleri asacaktır. Üst katta sedir duvarı kaplayacaktır. Orda bir ocak olacaktır. Orda bir ocak olacaktırki her kesin karnı doysun. O ocak sönmeyecektir. Orada sürekli gençler, yaşlılar, yaşıtlar sohbet edecektir. Sonra orada da bir adet soba olacaktır. Ama bu fırınlı soba olacaktır. Şimdiden görmüştür milleti. Etrafına gelenlerin kimler olacağını. Bakmıştır sağına soluna. Gençler toplanmış kendisinin elinde müzekkin nüfus ve marifet name. Gençler sokakta uyuşturucu kullanmıyordur. Gençler odada ocakta edeb öğrenip ahlak kazanıyordur. Sonra evsizler vardır orda onlar ocağa her geldiklerinde evi gibi sahip çıkıyordur. Etrafına gençlerin aileleri gelip teşekkürler ediyordur. "ipe sapa gelmez oğlum hoca oldu Allah senden razı olsun. Bir tek oğlum vardı o da ne dediğimi tutar ne ettiğime meğil ederdi Allah senden razı olsun evladım." Diyen insanları görmüştür şimdiden. Artık bir yerden başlamak lazımdır. Bu gün esas iş yerine gitmemiştir daha. Bi görünmek lazımdır dükkân küser yoksa Ganiye. Kapıyı kilitler arabasına biner ve hayal dolu bakışları devam ederek un kapanına doğru yol alır. Bürodan içeri girince Mehmet, Veli bilgisayar başında projenin tamamlanması için uğraşıyorlardır. Melek ise kahvesini almış o da bilgisayarın başına gidiyordur. Selamın aleyküm der herkese Mehmet ile Veli selamını alıp biraz tebessüm ederek bakarlar Gani ye. Merakla sorar Gani: -        Hayır, olsun beyler n'oldu? Melek: -        Abi sana söyleyecektik bizim geçen ayki projenin hak edilişi biraz tahminimizden fazla geldi. İlk defa oldu biz de anlamadık -        Olur, Melek olmıycak bi şey değildiki. Hem o kadar uğraştık o proje için biliyorsun. Mehmet bir hışımla atlar artık dayanamaz: -        Abi esas mevzuyu söylemedi Melek bombayı duymadın sen. Bekle oooooo, abi hani şu dronu aldık ya -        Ee. -        Abi samsunun fotogrametrik haritasını istemişler. Ve tahmin et bu gün ilk firma olarak neresi arandı. -        Şaka yapma Mehmet valla yorgunum sinirimi senden çıkarmayım. -        İnanmıyo ya. Abi ben ciddiyim hem de öyle bi şey oldu ki inanmazsın. -        N'oldu Mehmet hadi söyle inanacağım. -        Abii ihalenin fiyat aralığı belli. 2 milyonla 3 milyon arası. -        Abicim canım benim güldük eğlendik bitti uzatma. -        Abi niye inanmıyosun ya. Ben ciddiyim! Ama sen dur (bilgisayardan proje ihalesini açar Mehmet ve Gani nin yüzüne bakar.) bak abi bana inanmıyorsan buna inanırsın. Gani projeyi inceler bakar şöyle bi. Ekibe döner. Ekipte hiç konuşmayan biri vardır Veli. O işin olmayacağını anlamış olsa ki susuyordur. Gani Veli ye sorar. -        Veli sen niye susuyon. Veli baştan bildiği için orda şov yapma sırası gelmiştir kendisine. -        Beyler bu istenilen haritanın ölçeği 1/10 000 ila 1/5 000 arası yani bu da demek oluyorki. Yerden 3,5 km ile 5km arası uçuş bizim dronumuz yerden en fazla 1,5km yükseğe çıkar yani neticede bizim bu projeyi yapabilmemiz imkânsız değil biz ölçeği önce büyük alır sonra küçültürüz fakat bu en az bizm 3 ayımızı alır. Projenin hak edilişi bize iyi yansımaz. Alıycanız işin özeti bu. -        Veli aslında yapılır ya ben şu numarayı bi arayayım. Bakalım süre bakımından ne kadar istiyorlar. Beyler bu tür şeyler bir anda karar verilecek şeyler değil hem Amasyanın haritasını çıkarırken az mı çile çektik Allah aşkına bi düşünün. Yok, uçuş izni yok hava tahmin raporları ben ömrümde bu kadar çile çekmedim. Hepsi bitti bir de yazılım hataları çıktı. Öyle çektiğimiz çileye değmediği sürece uğraşmam ben rezil iş beyler. Hem o kadar da paraya ihtiyacımız yok olsa belki. -        Ee abi sen şu alacağın dükkân var dı onu ne yaptın. -        O iş halloldu beyler. Şimdi gençleri toplamak kaldı. Bu sokaktaki gençleri etrafıma toplayıp onları sokaktan çekeceğim. O bana yeter. -        Abi bizi ihmal etmede. -        Ekip burdayken gözüm arkada kalmıyor. Size güveniyorum beyler. Zaten işi de biz çıkarıyoruz geri ihaleyi de biz alıyoruz haksız mıyım? -        Orası öyle abi. -        Neyse beyler gün ola hayır ola. Bu arada karnı aç olan var mı? Ekip tamamı el kaldırır. Gani kimseye sormaz ne yiyorsunuz diye. "Hadi beyler kapatıyoruz bu günlük buraya kadar." Ekibi alıp gider bi restorana. Garsona rica eder. Masayı donatır. Millet bayram eder. Akşam çökünce şehre milleti evine bırakır. Sonra kendi yapacak bi şey bulamaz. Lâdik e yola çıkar Gani. Lâdik şehre uzaktır baya bi ama gidecektir o gün. Ladikte biri vardır ziyaret etmesi gereken. Seyyid Ahmed-İ Kebîr Er-Rufâî Hazretleri. O ki rıfai kolunun ilk tanıklarındandır. Kimilerine göre Seyyid Ahmed Rufaî'nin torunu kimilerine göre talebesidir lakin mühim olan o kutlu yolun bir neferidir neferden ziyade bir komutanıdır. Kabre geldiğinde bir selam verir, baş eğip müsaade ister, oturur yanına. Ve konuşur o mezar taşı ile. "Yüzlerce yıl önce açtığınız yoldan kör kütük gitmeye çalışıyorum kusurlarımı bağışlasın rabbim. Ben etrafıma hayırlı bir insan olmak istiyorum pirim. Ben o çocukları sokakta görmek istemiyorum pirim. Ben evlenemiyorum pirim. Yapamıyorum olmuyor. Kimseyi sevemiyorum. Söyle pirim illaki evlat dediğin öyle kanından canından mı olacak? Ben her çocuğa babalık yapamaz mıyım? Mutlu bir yuvadan yana gülmedi yüzüm en azından şu gençler güldüremez mi beni? Bana bilmediğim babalığı yaşatamaz mı? Söyle pirim sen söyle ben mi hata ediyorum boşuna mı çekiyorum bunca cefayı? Pirim ben kimsenin kalbini kırmak istemiyorum. Boşuna mıydı pirim bunca eziyet? Boşunamıydı yıllardır beklemem? Ben kimi beklerdim pirim o kimlere gitti? Pirim ben kimseye bakamam benim verdiğim sözler var. Ben dedim ben senden başkasına bakmam dedim duymadı. Şimdi ne onun bana bakaacak yüzü var ne de benim onu alacak kudretim. Evli olduğu halde ben hala umudumu kesemedim pirim hata bende mi?  Pirim ben bilmem kız nasıl sevilir ben beceremem kız nasıl sevilir. Ben kimseyi üzemem pirim. Bile isteye kimsenin kalbini kıramam. Beni kırdıkları gibi kimseyi kıramam pirim. Yardım et ya Rabbim, himmet eyle pirim." Der. Gani gözyaşı dökerek karanlıkta sağ elini kalbinin üzerine koyar. Sol eli boşlukta sallanır. Bulutların gözüne toz kaçmıştır. Yağmur yağmaya başlar. Yavaş yavaş kalkar Gani. Yağmurda sallanarak yürüyüp arabasına biner. Ganinin arabasında her zaman bir semaver olur, bir de nargilesi. Issız izbe bir yere gitmelidir o gece. Ladik merkeze uzaktır saat 11 olmuştur. Gani samsun ladik arasında bir yer bulup çeker arabasını bir ağacın altında yakar semaverini közlerini atat nargilesinin çayını demler, nargilesini hazırlar. Bir nefes çeker, bir yudum alır çayından. Dertli dertli bakar Ankaraya doğru. Ve gine konuşur kendi halinde"beni yaktın Ankara. Hakkım sana haram olsun. Beni yaktın Ankara. Sevdiğimi benden aldın Ankara. Şimdi ne yurdum kaldı ilerde ne de yuvam kaldı elimde. Beni yaktın Ankara. Beni doğmadan öldürdün Ankara. Şimdi ne sen bana yar olursun, ne de ben sana yaren. Niye be Ayşem? Niye kıydın bana? Ne ah bıraktın heğbende ne cefa hepsini aldın sırtına. Niye be Ayşem niye kıydın bana?" ve gine gözyaşı döker. Gani hem nargile yi içer hem de ardendan sigara yakar. Gani sigarayı bırakamaz bu gidişle. Gani hüzün ve kasveti de bırakamaz bu gidişle. Saat 12 gibi çıkıp kavak belediyesine yola çıkar Gani. Kavak nasıl bir yer pek bilmez fakat yorulmuştur Gani. Bir otel bulup orda geceyi geçirmek için girer ve o gün artık bitmiştir Gani için.[i]
[i] Gani yarınlarını düşünürken birileri onun dününde takılı kalmıştır artık aradaki zaman konuşur Ne Gani konuşur bildiğini ne de ona konuşur bilenler yaptıklarını.
5 notes · View notes