Tumgik
bunudaburayayazdim · 3 days
Text
Yorgunum. Anlatamadığım, anlayamadığım, çözüm bulamadığım bir yorgunluk. Şunu yazmaya başlamak bile o kadar içimden gelmedi ki. Ruhumdan dışarı bir zehir kusuyormuşum da bu çok ayıp bir şeymiş gibi sanki. Zayıf olmak, bunu göstermek suçmuş gibi sanki... Neden buraya yazıyorum onu da bilmiyorum açıkçası. Bir yerlerde dursun istiyorum galiba içten içe, dönüp baktığımda gülüp geçebileyim diye mi yoksa dönüp bakmaya sebebim olsun diye mi hiçbir fikrim yok. Oturduğum yerde göğsüm nasıl kendi içine çöküyorsa, sahilin dibinde de, dağın tepesinde de aynı şey oluyor. Tek olmam ya da bir arkadaş grubuyla olmam da bir etken değil, değiştirmiyor.
Aman bilmiyorum, biraz da buraya saçmalayasım gelmiş herhalde. Bırakalım kendi haline, düzelirse düzelir, düzelmezse de yapacak bir şey yok yani, üstüne düşündükçe çözülmüyor. Haydi öperler
3 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 1 month
Text
Bazı yorgunluklar diye başlamak geldi bir an içimden bu yazıya. Yine nereye varacağını düşünmeden kelimeleri sıraladığım birkaç cümlelik bir şeymişcesine. Biraz da öyle aslında, sadece birkaç cümlede bırakmak istemiyorum.
Bazı yorgunluklar demiştim, yorulduğuna değen cinsten, insana gerçekten o huzuru, mutluluğu veren yorgunluklar. İçsel tatminin yaşandığı, sunulandan ziyade içten gelen bir mutluluğun dışa yansımasıyla ortaya çıkan yorgunluklar. Bir dostla içilen bir kahve, uzun süredir beklenen bir filmin vizyona girmesi, kendine ödül tadında gittiğin bir tiyatro oyunu, belki sadece birkaç sayfa kitap okumak.. Her biri tek başına ufak olan ama ulaşmak için aslında planlama gerektiren, çaba sarf ettiren ve en nihayetinde o doygunlukla değdiğini hisseden bazı yorgunluklar. Bugün de o türden bazı yorgunluklar var üstümde. Ruhumun yorgunlukları da bazı bazı, ancak onları ayrıştırabileceğimi sanmıyorum. Özellikle şu sıralarda..
Bazı yorgunluklar var bunu okuyan sevgili arkadaşım. Her saniyesinde ömrünü bir kez daha çalıyor. Geçmesi için kendinle kavgalar ettiğin ve her kavgayı bir kez daha kaybettiğin yorgunluklar bunlar, biliyorsun. Geceler tam da bu kavgaların saatleri, bu kavgayı ayıracak hiçbir şey yok. Last Man Standing tadında kavgalar ve çoğu zaman tek yumrukta nakavt, şanslıysan iyi geceler, değilsen bol şans, yiyeceğin daha çok yumruk var demektir.
Edebiyat parçalarken çok mu saçmalıyorum diye düşünüyorum bazen. Olabilir. Gel gelelim bunları bir anlam ifade etmesi için de yazmıyorum. İçimden geldiğinde yazabilmem için açtığım bir yere döküyorum zihnimi. Çünkü canım öyle istedi. Bazı yorgunluklar diye bitirelim güzel arkadaşım, değecek bazı yorgunluklara :)
14 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 2 months
Text
Biz çok itaatkar bi toplumuz düşününce. Bunu tee geçen sene mayıs ayı civarı da söylemiştim galiba. Kafa olarak birey olamamış, hala tebaa olarak hareket eden insanlar grubu olarak kalmışız. Kaç şehri etkileyen bir depremin üstünden 2 kış geçti, yapılan saygısızlıklar, tutulmayan sözler, kaybedilen canlar derken kimse sorumluluk almadı, kimse hesap da sormadı. Maden faciası oldu, bölgeye onay veren adamı belediye başkan adayı yaptılar, itiraz etmedik, daha doğrusu yeterince etmedik.
Biz olaylar sıcakken dijital tepkilerimizi koyup, bunu gerçek hayata iletmeyecek bir sanal tebaa olmuşuz maalesef. Gezi Parkı'nın algılarla bastırılması bizim de zihnen bastırılmamıza sebep olmuş da biz bunu kendimize yedirememişiz.
Atatürk'ü dilimize pelesenk etmişiz ama anlamaya hiç çalışmamışız. Belirli günlerde attığımız hikayelerle kurtardığımız Cumhuriyetimiz bir tarikatten diğerine el değiştirirken #TarikatlerKapatılsın etiketiyle onları da kovduğumuzu sanmışız.
Özetle biz çok şey sanmışız, en çok da kendimizi bir şey, bir birey sanmışız ama olmak için asla çabalamamışız.
14 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 3 months
Text
İki Kule
Olaylar 528 yılında başlıyor. Galata Kulesi tüm heybetiyle yavaş yavaş İstanbul'un en güzel kızı olan Kız Kulesi karşısında yükselmeye başlamış. Günümüze gelen bu büyük aşk da daha bu sırada başlamış.
Tabi bu büyük aşk, sanılandan da imkansızmış. Aradaki mesafe kavuşmalarını adeta yasak kılmış. Bir gün Galata Kulesi Hezarfen ile mektuplarını yollamak istemiş bu güzeller güzeli kıza.
Hezarfen kabul etmiş etmesine ancak aksilik bu ya rüzgar denizin yakın arkadaşıymış, alıp kaçırmış bütün mektupları denizin derin ceplerine. Kız Kulesi görmüş elbet Rüzgar ile Deniz'in oyununu, kuşlar ile şarkılar söylemiş Galata Kulesi'ne.
Bir akşam vakti, etrafta kimse yokken ansızın kaybolmuş iki kule, tek gecelik bir kaçamak, bir çocuğun doğuşuna sebep olur.
Ancak minareler baskın gelir ve çocuğu uzaklara, Lizbon'a kaçırırlar. Kimse anlamasın, bulmasın diye de adını değiştirip Belem Kulesi yaparlar. Yazıktır ki kaderi değişmez, tıpkı anne ve babası gibi bir hapishane olarak kullanılır bir dönem Belem Kulesi ve sayısız ruhu hapseder içine.
Bu aşkı reddedenler için ise en büyük kanıtı Sunay Akın şu cümlelerle sunar:
Belem Kulesi görünüş olarak aynı babası olan Galata Kulesi'ne benzer ve kayalıklar üzerinde kuruludur, tıpkı annesi Kız Kulesi gibi.
11 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 3 months
Text
I... I don't know. Who am i, why this person, among billions of possibilities, why me? Am i an artist? A teacher? A student? A wreck? For V, it was simple:
You wear a mask for so long, you forget who you were beneath it.
So what do i do now? How does this journey continues? Or does it end there? How will i ever find myself if i can't recognize who i am looking for? So many questions, so many... It wasn't always like that, i mean things were good, i was happy, i guess. Sometimes i still feel that, for a short period or if i'm lucky for a day. But with all darkness catching up, i'm exhausted as hell and my will to fight back is no longer there. I'm surviving but does that count as living? Or am i just wasting oxygen for nothing. From a guy who enjoys to help people, make them smile, to this creature whom i do not know, not anymore...
11 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 3 months
Text
Brels ve Kahve hakkında
Eveet, merhaba merhaba ve merhaba sevgili arkadaşım. Şu an bu satırlara başladım, ne hakkında yazacağımı bilmiyorum o yüzden başlıkta da "Şimdilik başlıksız" yazıyor. Belki kalır, bilmiyorum bi sevdim gibi ama değişebilir. İyi olmak üzerine, depresif düşünceler üzerine, bazen evrene serzenişlerle ve farklı dışavurumlarla burada seninle çok konuştuk, seni de bu konuda fazlasıyla darladım gibi hissediyorum. O yüzden bugün biraz konu değiştirelim, biraz bu düşüncelerden, bu ülkeden, bu gezegenden uzaklaşalım istiyorum. Zihnimdeki uçsuz bucaksız uzaydaki Pandoria Galaksisinde, ufacık bir yıldız sisteminde misafir edeceğim seni bugün eğer sıkılıp erkenden gitmeyi seçmezsen.
Kalmayı seçtiğini görmek mutluluk vericii. Sen koltuğuna otur, geminin kumandası zaten yapay zekada. Ben de kahveleri hazırlayıp müziği koyayım, çok da acele etmeden, uzayın güzelliğini kaçırmadan devam edelim yolumuza. Yalnız dikkat et kahve biraz fazla sıcak, yakmasın.
Burayı inşa etmek epey zamanımı aldı, hala bitmiş değil aslında. Yer yer eklemeler yapıyorum, birkaç yaşam formu eklemeyi düşünüyorum şuradaki galaksiye. Şu sağdakinde yakında bir süpernova yaşanacak ama umarım sağlam kurtulurlar, oradakileri geliştirmeyi biraz unutmuş olabilirim çünkü, heheh. Neyse, geçelim hemen, ben şu gemiyi hızlandırayım..
Tumblr media
İştee başyapıtım, Pandoria Galaksisi.. Her seferinde biraz daha aşık oluyorum bu manzaraya, kaostan doğan bu güzelliği şans eseri ortaya çıkardım. Normalde bu kadar canlı bir tonda olmayacaktı, kıvamını tutturayım derken fazla koydum malzemeyi.. İyi ki de öyle olmuş tabi, insanlardan sıkıldığımda burası bana çok güzel bir sığınak oluyor. Hadi gel yavaşça gezegene inelim.
Tumblr media
Bu yıldız sistemine Sandrow adını vermişti yerlileri hemen hemen 350 yıl kadar önce. En azından bu gezegendekiler tabi heheh. Gelelim gezegenimizeee. Çok sevdiğim bir öyküsü var buranın. Bundan yaklaşık 2700-2800 yıl önce bu gezegen savaş yeriydi bildiğin. Mükemmel ötesi bir cehalet vardı gezegende. O kısım pek anlatılmaya değer bir şey değil, saçma taht savaşları işte, koltuk sevdalıları, yapacak bir şey yok.
Neyse neyse, bu savaş tabi iyice kontrolden çıkınca dedim ki buna bir müdahale etmek gerek. Ben oluşturmadım mı lan burayı oldum bi'. Gittim gezegene, dedim ki ya siz bu savaşı bitirirsiniz, ya da ben tüm silahlarınızı yok ederim, galaksiye karşı savunmasız kalırsınız. Yapman guzum, savaşman guzum dedim. Başta bi' sallamadılar tabi ama nükleer silahları bir anda kaybolunca biraz daha ılımlı hâl almaya başladılar. Tam olarak her şey o noktada değişti işte.
Çünkü zorunlu olarak yaptıkları dinleme, aynı yerde bulunma olayı onları karşı düşünceyi de anlama, dinleme yetisini kattı yavaş yavaş. Tabi epey uzun ve sancılı oldu bu süreç. 200-250 yıl falan neredeyse. Sonrasında o uzun soluklu barış dönemi başladı, o zamandan beri durumlar daha iyi gezegende. Şimdi birazdan halka karışırız, daha iyi anlarsın demek istediğimi.
Tumblr media
Eee şöyle bir dolaş bakalım, biraz halka karış, dedikodularını dinle, bir şeyler alacak olursan benim hesabıma yazdır ben hallederim hehe. Merak etme, uzay gemisinin etki alanındasın, çeviri gibi derdin olmayacak, orası teknolojinin derdi. Ben tam burada bekliyorum, söz karışmayacağım gezintine, salça olmak da yok.
Eveet, gezip tozman bittiysee, ooo bakıyorum da Brelslerden de kapmışsın hemen görünce. Aramızda kalsın kahve yanında çok iyi gidiyor ama burada kahve içmek ölüm cezası sebebi. Sebebini yolda anlatırım. Atla atla gidelim hemen..
Tumblr media
Aaay ay, öyle işte sevgili arkadaşım. Biraz farklı bir yer gör, kafamız dağılsın istedim. Umarım senin için keyifli bir yolculuk olmuştur. Brelsleri kahveyle denemeyi unutma, bir de buzdolabında tutma, çok kötü kokuyor öyle olunca, acı tecrübe edildi... Kendine çok dikkat et lütfen, bir sonraki yolcuğumuz için şimdiden sabırsızlanıyoruum, hadi baybaay!
21 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 4 months
Text
Sevgili Evren Vol. 2
İlk mektubun üstünden epey geçti sanırım. Tam olarak ne kadar hatırlamıyorum, bakmadım açıkçası ancak senden de pek bir dönüş aldığım söylenemez. O yüzden bu mektubumu da biraz ortaya bir yere yolluyorum ki, her neredeysen, ya da hala oralardaysan sana ulaşabilsin. Ben biraz tembelleştim seninle son konuşmamızdan bu yana. Ya da sana karşı yaptığım bu monologlardan bu yana diyelim, daha doğru olacak. İş anlamında bir üşengeçlik değil bu, onu bir şekilde hallediyorum ama yaşamaya dair bir üşengeçliğim var. Hedefsizlik mi, yorgunluk mu yoksa sadece isteksizlikten mi ibaret bilmiyorum.. Neden bu mektup için bu kadar bekledim onu da bilmiyorum. Bilmediğim çok şey var ancak ben bu bilinmezliği kabul ediyorum en azından. Bu da bir adım sayılır sanırım, saçma olacak belki ama bunu da bilmiyorum. Bunca zaman sonra yıl biterken mi aklıma düştün acaba? Yoksa sen de gizliden gizliye Noel Baba'lık mı yapıyorsun? Dur söyleme, öyleyse sürprizi kaçar, spoilerları hiç sevmem biliyorsun. Bu parça benden sana gelsin, biraz da bana gelsin. Arada ihtiyaç duyduğum hatırlatmaları barındırıyor tek başına bir şiir.
Oralarda bir yerde misin bilmiyorum, herhangi bir zaman diliminde oldun mu ya da sana hiç ihtiyaç duydum mu onu da bilmiyorum ama birine sesleniyormuşcasına konuşmak kendi içinde konuşmaktan bir tık daha rahatlatıcı. O yüzden sevgili evren, varlığını umursamadan bu mektupları saçma aralıklarla yollamaya devam edeceğim muhtemelen. Sen de eğer oralardaysan okursun, değilsen çok da mühim bir şey kaçırmıyorsun zaten. Gecenin ikisi olmuş, ben burada bir şeyler saçmalıyorum ve bu postu gören kişi şu an diyor ki "oha deliye bak hala devam ediyor." Tabi tdk tınısıyla okumuyor muhtemelen ve biraz argo da barındırıyor olabilir ama olsun. Bu kafayı kolay da kırmadık, boşuna da. Biraz işe yarasın bunca delilik. Nazım Bey'in de zamanında söylediği gibi:
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, Yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin, Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, Yaşamak yani ağır bastığından.
11 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 5 months
Text
İyi Olmanın Formülü ve Maskeli Balo
Bu yazıyı nerede paylaşırım ya da paylaşır mıyım bilmiyorum. Biraz rastgele bir karalama olacak çünkü. Selamsız sabahsız girdiğim, kendime dahi yabancı bir yazı olacak biraz. Palyaço şiirinde de dediği gibi;
Biraz birazdım her şeyden dün biraz sinirlenmiştim mesela yarın bir kadını seveceğim biraz biraz biraz kör oldum bugünlerde
Nasılsın sorusuna en içten gelmeyen "iyiyim"leri sıraladığım zaman dilimindeyim sanırım 25 yıllık sürecin bilincinde olduğum kısmını düşündüğümde. İyiyim ama ne anlamda iyiyim, kime göre iyiyim, nedir iyi olmanın gereklilikleri, var mıdır bir formülü?
Bazen de böyle şeyler takılır işte aklıma. Hoş, bunu okuyorsan biliyorsundur zaten, eğer okuyorsan ya da. Bazen de gidip bir geyiğin neden boynuzlu bir şekilde evrildiğine kafa yormaya çalışabilirim. Şimdi bu aklıma gelince yazıya ara verip gidip araştırdım biraz. 17 milyon yıl öncesine ait bir fosilde bu boynuz yapısının bir örneği bulunmuş. Bulunmuş en eski örneğiymiş daha doğrusu. Ufak ve iki daldan ibaretmiş. Yani bir çift keçi boynuzu gibi bir yerde düşününce. Zaman içinde boyutunun büyümesi ve boynuzların dallanıp budaklanması ortaya çıkmış. Neyse ne anlatıyordum ben? Heh, iyi olmanın gereklilikleri, eğer varsa formülü.. Her şeyi ülkeye yıktığımız bu süreçte tek sorun orada mı emin değilim. Kabul çok sebebi ülkeden kaynaklı. Ekonomi başta olmak üzere bir çok konuda darlanmamızın, rahatsız, huzursuz, uzak hissetmemizin, kendimizden uzaklaşmamızın sebebi bu ülke ve bu konuda bir şey yapmamakta ısrarcı uyuşmuş bir halk ama sadece bunu suçlu göstererek, kendimizi aklayarak iyi olabilsek çoktan olmuştuk diye düşünüyorum. Ben artık sıkıldım bahanelerin arkasına sığınıp farklı maskelerle etrafta gezmekten. Saçma sosyal oyunları oynamak adına olmadığım bir ruh halini yansıtmaya çalışmak çok yorucu bir şey. Bunu belki sen de yapıyorsun, yaptığının ne kadar saçma olduğunu ve karşındakinin de muhtemelen senin gibi hissettiğini bilmene rağmen. Çünkü toplum böyle bir şey, birbirine iyi olduğunu kanıtlamaya çalışan, kanıtlamak istemeyeni öteleyen insan topluluğu. Neticede kim toplumdan soyutlanmak ister, di mi? Özellikle de beraber mutlu görünen bir topluluk olarak bir imaj yansıtıyorken. Sorun içine girip irdelemeye başladığında ortaya çıkıyor ve fark ediyorsun ki toplu bir maskeli balo gibi toplumla bütünleşmek. Bak bu benzetme başlığı bulmama da yardımcı oldu. İyi olmadığını söylemek ayıp bir şeymiş gibi bize çocukluktan beri dayatan ne kadar insan varsa karşıma alıp uzun uzun anlatmak istiyorum bunun ne kadar sorunlu ve toksik bir davranış, düşünce biçimi olduğunu. İyi olmamak da en az iyi olmak kadar normal ve hayatın parçası olarak kabul edilmesi gereken bir şey. İnsanlar iyi olmamanın sonsuz bir olay olduğunu düşünüyor sanırım, o yüzden bu maskeler, bu gerçeği öteleme isteği. Onu kabullendikten sonra karanlığın onu çekip alacağını düşünüyor olsa gerek. İyi olan her şey bu evrenden sökülüp alınacakmış ve asla gelmeyecekmiş gibi. Güzel haber, böyle bir şey yok. Hayatın boyunca iyi olacaksın, kötü olacaksın, bazen hissiz olacaksın ve bunlar hayatının belirli dönemlerinde tekrarlayacak farklı sürelerle. Önemli olan bunların varlığını reddetmeyip, kabul ederek altında yatan sebepleri keşfedebilmek ve gelişebilmek. "Bazen iyi olmamak da iyidir." dediğim zaman salak bir kült lideri gibi görünüyor olabilirim. Belki de salakça bir cümledir bilmiyorum ama şunu biliyorum. İyi olmamayı lanetlemek, gizlemek mutluluğu getirmiyor. O yüzden üstteki cümleyi bir kez daha okumanı istiyorum. Üstüne düşündüğümde biraz da zihnim Mark Manson'ın Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı kitabındaki şu kısımdan arakladı sanırım bu cümleyi özetlemeye çalışırken:
Daha pozitif bir deneyimi arzu etmenin kendisi negatif bir deneyimdir. Ve paradoksal olarak, insanın negatif deneyimini kabul etmesinin kendisi pozitif bir deneyimdir.
O yüzden eğer iyi değilsen, bunu söylemekten çekinmemelisin ve sana dediğimi önce ben yapmalıyım sanırım. Uzun bir süredir taşıdığım bu iyiyim maskesi ağırlık yapıyor çünkü, fazla büküldü sırtımız tüm bu sahtelikte. Biraz yüklerimizi atalım. Bizi yoran insanlarla iletişimi kesmek, kesemiyorsak da mümkün mertebe mesafeli kalarak kendimizi koruyalım ya. Herkesin canı kendine tatlı olmalı biraz, onu koruyup kollamadıktan sonra neden yaşıyoruz neticede? Ortalama 60-70 yıl yaşadığımız bu hayatta, o kadar zamanımıza değmeyecek şeyleri önemseyip, dert edinip kendimize eziyet ediyoruz ki.. Biraz da yapı meselesi sanırım bu, insan bir anda bırakamıyor her şeyi. Daha doğrusu bırakmıyor, bir bağımlılık gibi çünkü bunlar artık insanın vücudunda ve her bağımlılık gibi bırakmaya çalışma süreci acılı, sancılı oluyor. İyi olmanın formülü demiştik yazının başında, epey konuştum yine biliyorum, üzgünüm. Epeydir yazamamıştım böyle, onun karışıklığı sanırım. Merak etme bir şarkı bırakacağım sana yine başlangıca. Sadece bunu sen şu an öğreniyor olacaksın ama şşhh, aramızda. Neyse neyse. İyi olmanın formülü..
İyi olmanın formülü sanırım iyi olmadığını kabul etmek, bunu değiştirmek için ne yapabileceğini düşünmek ve bu doğrultuda hareket etmekten ibaret. Çok kısa bir formül gibi duruyor ama çok sabır isteyen adımlar maalesef ki. Kendine hak ettiğin değeri göstereceğine ve bunu korumak için elinden geleni yapacağına söz vermeni istiyorum tam şu an, burada. Bana değil, kendine vermelisin bu sözü. Unutma, önemli olan sensin! Seni çok tuttum biliyorum. Teşekkür ederim vaktini ayırdığın ve benim gibi bir delinin saçmalarını okuduğun, düşüncelerini benimle paylaştığın için. İyi olduğumuz kadar, iyi olamadığımız günlerin de uğruna, kendine çok dikkat et!
36 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 6 months
Text
Bir şeyler söylemek, paylaşmak için en zorlu günlerden biri bugün sanırım. 85 yıl önce bugün gözlerini kapatmış mavi gözlü devi anmak, onun fikirlerini anlamak ve bunu onunla paylaşabilmek dönüp baktıkça, bu ülkenin kuruluşunu araştırdıkça daha da kursağa takılan bir his oluyor.
"Keşke tarihlerden 10 Kasım 1938 olsa, saat 9.00 olsa ama hiç 5 geçmese." gibi absürt bir düşünceyle de yazmıyorum zaten bu yazdıklarımı, bunu okuyan kesim biliyor en azından. Bu güzel ülke için hayatını vermiş, gençliğini bu uğurda gözünü kırpmadan harcamış, ölüm tehditleri altında halkını aydınlatmaya, hakları için savaşmaya çağırmış mükemmel bir kalbin aramızdan çok erken ayrılışını anıyoruz bugün. Mustafa Kemal Atatürk'ün, ülkesi uğruna feda ettiklerini, bize miras bıraktığı fikirlerini anıyoruz, anlamaya çalışıyoruz.
Çok açıkça da belirtmek istiyorum, bu yazının altına salak salak "ataputçular, tapmayın şu adama eğvevğ" gibi 1.5 IQ yorumlar yazmayı düşünen varsa yazmasın, artık size laf anlatmakla uğraşamam, direkt yorumunuzu siber suçlara bildiririm, sonrasında o cevizden ufak beyninizle 15 kez daha düşünürsünüz yorum yapmadan önce.
Konudan saptık biraz ama düşmem gereken bir nottu gibi hissettim bunu. Bugünü yas ile geçirmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz üzgünüz, böyle bir liderin daha uzun süre bizimle kalamaması, bizim onu ve fikirlerini anlayamamamız, anlatamamamız ve daha nicesi için. Ama eğer bu güzel insanı gerçekten anmak istiyorsak, günümüzü kendimize, bu ülkeye, bu gezegene nasıl faydalı hale getirebiliriz bunu düşünerek, bununla ilgili bir şeyler yaparak geçirmeliyiz. Siz ve sizden sonraki nesil kendini "kul" sıfatıyla görmesin, gelişsin ve geliştirsin diye altın tepside sunulmuş bu önemli fırsatı, yılda bir atacağımız Atatürk görselli hikayeleri atıp altındaki ideolojileri unutarak çöpe atmamalıyız.
Şimdi buradan hikaye atanlar da üstüne alınacak tabi son cümlemle ama yazının başında dediğim gibi benim yazılarımı bilenler zaten oradaki hitap ettiğim kitlenin içi boş kutlamalar yapan, sadece sosyal medyadan ibaret ilgi maymunları olduğunu biliyor. Hikayelerinizi yine atın, bu güzel adamın yokluğunu bir gün değil her gün anın ama sadece anma ile bırakmayın, uğruna öldüğü bu ideali yaşatmak için de çabalayın sevgili arkadaşlar.
10 Kasım, bizim en büyük matem günümüz, en büyük adımları attığımız, onu gururlandırdığımız gün olsun. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, onun ideallerinin yolunda, gözlerimizde gurur dolu bir ışıltıyla analım, ziyaret ettiğimizde başımız dik kalsın, gururla bakalım.
Saygı, sevgi ve özlemle...
27 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 6 months
Text
Tumblr media
Bu fotoğraf için küçük bir hikaye yazıyorum hemen. Yağmurlu bir sonbahar akşamıydı. Her zamanki gibi işten eve dönüyordu. İşte yaşananlar kafasını o kadar çok kurcalamıştı ki her gün yanından geçerken selam verdiği büfedeki yaşlı adamı bile unutmuştu. Hızlı hızlı yürürken bir anda kafasında büyük bir ıslaklık hissetti. Yağmur yağmurdu, o zaman bu düşündüğü şey miydi? Yavaşça elini kafasına götürdü ve kafasındaki ıslak yere dokundu. Ne yazık ki düşündüğü şey olmuştu. Gökyüzüne bakarak "Lanet olsun, beni mi buldunuz martılar!" diye bağırdı. Ve bir anda gökyüzünün, denizin ve kuşların oluşturduğu o resmi gördü. Na kadar da güzeldi. Belki de o martı ona bu iyiliği yapmasaydı fark edemeyecekti. Biraz durmaya ve bu güzel manzarayı izlemeye karar verdi.
Havanın kasvetli griliği ruhuna anlamadığı bir şekilde iyi geliyordu. Ara sokaklardan evine gitmek yerine yolunu biraz uzatıp deniz kenarından gitme kararı aldı ve ağır adımlarla, belki de yıllar sonra ilk defa manzaranın tadını çıkararak yürümeye başladı. İyice karararak fırtınanın geldiğini belirten bulutlar insanları evlerine kaçırmıştı ve bu da işine gelmişti. İnsanların gürültülerinden kaçabildiği böyle güzel bir manzarayı kolay kolay bulamazdı, o da biliyordu. O yüzden her adımının tadını çıkarıyordu. Birkaç saniye sonra ilk damla eline düştü, onu yüzlerce ufak damla takip etti ama aldırmadan ağır ağır yürümeye devam etti yağmur hızlanırken. "Tüm ihtiyacım bu" diye geçirdi içinden ama biraz erken konuşmuştu. Kafasını çevirdiğinde elinde şemsiyeyle kendisine koşan birini gördü. Yağmurun vücudunda bıraktığı hafif üşüme hissini sıcak bir hisle kaplayan bu yüz, tanımadığı bir yüzdü. Şaşırdı, burada yaşayan herkesi tanıdığını sanıyordu. O düşüncelerine dalmış bir şekilde kadının yüz hatlarını ezberlerken, kadın yarı gülümser bir şekilde hızlı adımlarla kendisine yaklaşıp şemsiyeyi ikisinin üzerine gelecek şekilde konumlandırmıştı. İkisi de gülümsediklerinin de, dakikalardır yağmurun altında konuşmadan birbirlerine baktıklarının da farkında değildi. O yağmurlu günde, bir rota değişikliği iki hayatın rotasını değiştirmeyi başarmıştı.
14 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 6 months
Text
100. Yıl kutlamaları yaparken, bu Cumhuriyetin evlatları buruk bir kutlama yapacak içten içe. Bağıra bağıra söylediğimiz her marşta, içten içe bileceğiz bu ülkeyi kuran ideolojiyi terk ettiğimizi. Sadece sosyal medyada pr amaçlı paylaşan ya da direkt reddedenleri dahil etmiyorum bu gruba. Onlar zaten bu ideolojiden kopuk. Ama biz de savunamadık. Sustuk, bastırıldık, görmezden geldik. Bu halk göz göre göre uyutulurken, onları hor görerek, üstten bakarak, kazanıp onları yükseltebileceğimizi düşündük. Onların bunu anlamayacağını düşünecek kadar da kibirliydik belki de, bilemiyorum.. O bayrakları sallarken, direne direne bu güne gelmiş ama halk tarafından anlaşılamamış tüm reform ve altında yatan fikirler de olacak aklınızda, biliyorum. Çok olumsuz konuşuyor da olabilirim, biraz da öyle olduğumdan. Ancak bu demek değil ki her şey için çok geç. Anlaşmalarla parçalanmış bir ülkeyi kurtarmış bir liderin ülkesinde, kaybettiğimiz nice savaştan sonra böyle kolay pes edeceksek, ne bu Cumhuriyetin evlatları, ne de o güzel Ata'nın seslendiği cesur gençlik olabilmişiz demektir. Bu noktada kutlayacak yüzümüz olursa, kutlayalım tabii. Her savaş kazanılamaz ama halk isterse, er ya da güç kendini özgürleştirebilir. Tebaa düşüncesinden koparmak gerekiyor sadece, onlara üstten bakarak değil, neden öyle hissettiklerini anlayıp, ona göre çözümler üreterek. Bu güzel cumhuriyetin 100. Yılı, hepimize kutlu olsun arkadaşlar! Bu kadar iç dökmenin üstüne Gazi Atatürk'ün bize seslenişini de unutmayalım ve öyle bitirelim bu metni. Atatürk'ün ve fikirlerinin izinde kalmanız dileğimle!
Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız bile beni takip edeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu size anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği amaca, bizim yüksek idealimize, durmadan yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle mutlu olacağız.
Mustafa Kemal ATATÜRK 1 Nisan 1937 - Ankara Halkevi
66 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 6 months
Text
@hasiksir in sorusu üzerine bugünkü başlığımız;
Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?
Şimdi efendim, bundan yıllar yıllar önce, Ötüken soyadına sahip bir doktor varmış. Doktor Ötüken diye de ün salmış zaten kendisi. Bu doktor diğerlerinden farklı olarak hastalarına haplar, şuruplar değil, sağlıklı tarifler verirmiş. Tabi gel zaman, git zaman bu ün iyice yayılmış, birileri demiş ki "Doktor bey iyi güzel ama, gel bunları kalıcı hale getirelim, sen ünlen, herkes sağlıklı beslensin." Doktor tabi sevinçten havalara uçmuş. Planlar yapılmış, ambalajlar basılmış. Tam ilk tarif kitabı çıkacak, Dıj Güçler hooop devreye girmiş. Demişler ki "Doktor Ötüken diye marka olmaz, çok Türkçü bu, senin marka adını Dr. Oetker yapalım, marka hakkı sende kalsın, tarif kitabı değil direkt ürün satalım." Doktor bakmış ki çare yok, yoksa kendi kaybolacak. Bari insanlar sağlıklı beslensin, ben unutulsam da olur diyip kabul etmiş. O günden sonra da tarifleri böyle ürünlerin arkalarına yazılmaya başlamış. O meşhur replikteki baba da öyle pasta yapmayı bu doktorumuz sayesinde öğrenmiş. Sonuç olarak doktor zengin, dıj güçler mutlu, toplum besili. Mutlu son diyebiliriz.
34 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 7 months
Text
Kendime söylediğim yalanlara inanacak seviyeye ne zaman gerilerim acaba.. İnsan kendini kandıramayınca hayat çok tatsız.
16 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 8 months
Text
Tavşan Kanı
Günlerden bir gün rizede bir kahvede muhabbet ediliyormuş. Adamın biri, elinde tüfekle içeri girmiş. Demiş "bana bi çay!" tabi orada açık çay içilmiyor direk demli geliyo herkese. Neyse kahve ahalisi de merak etmiş tabi tüfeği görünce demişler nereden geliyorsun? Adam demiş "Ava gitmiştim, ayı vurdum, az kalsın beni öldürüyordu" falan palavrayı basmış. Çay gelmiş demiş ben bunun daha demlisini yaptım, çok daha güzel oluyor. Kahveci kıl olmuş tabi adama. Adam çayını içip gitmiş, ertesi gün yine elinde tüfek, üstü başı kan gelmiş ve yine çay istemiş. Çay gelmiş, demiş bugün tavşan vurdum, benim demlediğim çay tıpkı o kan gibi kıpkırmızı olur demiş. Kahveci yine sinirlenmiş demiş ki "sen demle o zaman ula!" Adam kabul etmiş, ertesi güne kendi demlediği çayı getireceğini söyleyip gitmiş.
Ertesi gün olay yayılmış kahvede boş yer yok adamı bekliyorlar. Adam gelmiş elinde demlikle, bardak istemiş. Bardak gelmiş koymuş hakikaten de kan gibi kıpkırmızıymış, kahveci bozulmuş tabii. Karambolde bardağı alıp aynı demi vermeye çalışmış, olmamış. En son onun çayından bir yudum almak istemiş geri püskürmüş. Meğer çay değil kanmış adamın demliğindeki. Demiş yalancı herif bu mu çay bu bildiğin kan, tavşan kanı gibi diyor bir de bize!
Tabi adam pert, koşa koşa kaçmış kahveden, o bardak da karambolde birine çay olarak gidince tavşan kanı bana geldi diye isyan etmiş. Kahveci hemen almış tabi değiştirmiş çay vermiş adama, o gün herkes içtiği çayın kan olup olmadığına bakmış, tavşan kanı olup olmadığını sormuşlar, üzerinden biraz zaman geçmiş, günlerden bir gün kahvecinin boşluğuna gelmiş "Kan kırmızısı çaylaar!" diye bağırmış. Ondan sonra dalga geçmişler bir süre falan ama o dem de hoşlarına gitmiş, kaçan adamla dalga geçmek için de "abi benim çay tavşan kanı olsun" falan demişler hep. Öyle öyle geçen zaman içinde kalıp olarak dilimizde yerini almış.
10 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 8 months
Text
Ne kadar yorgunum tam olarak kestiremiyorum sanırım. Uzun bir süredir böyle bu. Fiziksel olarak da yansımaya başlayan, çözemediğim sarmalların ruhuma bıraktığı gereksiz bir yük yığınının dışavurumu da diyebiliriz illa edebi bir dille anlatmak gerekirse. Ama işin en kısa özeti, esnaf gibi davranırsak, yorgunum, sadece ne kadar onu bilmiyorum. Bu yazıyı da bir rahatlama ya da içimdekileri dökme amacıyla yazmıyorum, dökemiyorum çünkü zaten. Dökebilsem beni dinleyebilecek çok güzel insanlar tanıyorum, tanımıyor olsaydım bile dinleyebilecek profesyonel insanlar da bulurdum sanırım emin değilim gjdfgjfdj ama konumuz bu değil, konumuz benim kendimi tanımlayamayışım, kendimi anlatamayışım. Ben kimim bunu hala cevaplayamıyor oluşum. Bir sürü imdat yani, böyle anlatabilirim. Yine buraları bomboş satırlarla dolduracağım, bazı meraklı gözler birazına bakacak, bazıları tamamını okuyacak ve bazıları pas geçecek. Pas geçmeyenleri de canını sıkmayıp tatlı bir parça ekleyelim şuraya bir yere
Ben biraz boş konuşmayı seven biriyim. Bir şeyleri anlatırken konudan konuya atlamayı, oradan yepyeni başlıklara geçip sohbetin alanını genişletmeyi yanlışlıkla sürekli başaran biriyim biraz da. Siyaset konuşurken çok alakasız bir şekilde o an aklıma düşen bir hikayeye değinip oradan çok başka yerlere gidebilirim mesela. Tek değilimdir tabi bunu yapan, umarım yani. Tüm bu canlı anlatımlar ve dağınık konular arasında son dönemde beni görenlerden, görmeyenlerden aldığım en sık tepki "yorgun/durgun görünüyorsun/duruyorsun" olmaya başladı. Sanırım ben de biraz kendimi bıraktım bu akışa, enerjik görünecek kadar bile enerjim kalmamış gibi hissediyorum biraz da. Kendi yağımda değil, kendi ruhumda kavruluyorum ve sıcaklığın nereden geldiğini, ocağı kimin açtığını bile göremiyorum. Ben biraz da saçmalamayı ama altı dolu görünen planlar yapmayı severim. İş hayatımın büyük kısmını da bu oluşturur zaten. Sayısız büyük proje, altı dolu ama kağnıdan daha ağır ilerleyen, sürekli farklı şeylerle boğuştuğum sayısız büyük proje. O kadar çeşitli alanlar ki ne iş yaptığımı ben bile bilmiyorum artık. Bir noktada işportacı olup çıkmazsam iyidir herhalde. Şimdi buna da işportacı linci yeriz, olur biter. Mental olarak güzel bir çöküş yaşıyorum sık sık, artık benim için fazla sıradanlaştı bu durum hatta, aldıramıyorum. Gel gelelim fiziksel olarak da yorgunluğa ve genel olarak isteksizliğe de yol açması beni daha da derin bir çukura itiyor gibi hissediyorum. Kendimi dipsiz bir kuyuya atıp orada kendimi unutmaya çalışmışım gibi garip ve saçma bir olay bu biraz. Neyse işte ya, ben yine kendimi anlatamadığım, sadece yorgunum diyip biraz sızlandığım bir şeyler karalamış oldum. Size de bunları okumak kaldı gibi oldu, bu da biraz tatsız oldu tabi böyle. O yüzden bir parça daha bırakayım ki enerjinizi yükseltsin. Ne olursa olsun, olduğunuz kişinin, içine doğduğunuz ve kendinizi içine soktuğunuz durumların bir karışımı olduğunu ve tüm bunlara rağmen hala bu satırları okuyacak kadar direnebilecek birine dönüştüğünüzü unutmayın. Bunu okuyan sevgili arkadaşım, evet sen, sen güçlüsün. Yorgun hissediyor olabilirsin, hedefsiz ve kaybolmuş hissedebilirsin, ki yalnız da değilsin özellikle şu dönemlerde ve biliyorum iyisini ummak fazla pollyannalık. Gel gelelim, kötüye odaklanmak da bize hiçbir şey katmıyor. Umut etmek iyidir, bize enerji ve aradığımız isteği sunar. Sadece her şey gibi onun da fazlası zehirdir, kontrollü kalmak gerek diye düşünüyorum. Ehem, daha fazla yormayayım hiç seni. Lütfen kendine çok dikkat et, seni üzecek insanlar kadar, seninle gülebilmek için uğraşan insanların da var olduğunu, belki bazılarıyla henüz tanışmadığını hatırlaa. Suyunu da içmeyi ihmal etme, havalar hala çok sıcak.. Görüşürüz bir ara yine böyle satırlardaa
12 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 9 months
Text
Bazı yorgunluklar insanın ruhundan geliyormuş
71 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 10 months
Text
youtube
Tiktok vb platformlardaki sapıklara karşı üç maymun oynanırken dün bu filmin yapımcısı gözaltına alındı. Yanıltıcı içerik kullanmaktan hem de.
Arkasını kontrol ederek yürümek zorunda bırakılan insanların ülkesinde, geleceğe dair önemli bir olasılığı bize tekrar hatırlattığı için bir suç işlemiş gibi hareket edildi.
Ben inancı olmayan bir insanım ve şunu içtenlikle söylüyorum ki, umarım bir tanrı vardır ve umarım öbür tarafta sunamadığınız adaletle yargılanırsınız.
Çaldığınız nice gençlikler, yaşamlar, göz göre göre zehirlediğiniz bu cennet ülke... Çok şey söylerdim ama gerek yok. Ne yazacağımı herkes biliyor ve siz bu yazıyı da sebep olarak kullanırsınız.
Kendi ülkesinde azınlık kalmak üzere olanlara selam olsun. Umarım ki tüm bu öngörüler hatalı çıkar ve ben yanıldığımı büyük bir mutlulukla paylaşıp özür dilerim.
O vakte dek, bu ülkede geleceğini çaldığınız her bir can için, sağlayamadığınız güvenlik, eğitim ve yaşam kalitesi için, tedavi için ulaşmaya çalışanlara dilenci gibi davrandığınız için ne içimdeki öfke dinecek, ne sizi affedeceğim.
Umudunuz benim inançsızlığımın haklı çıkması olsun, yoksa yanacağınız çok konu var.
41 notes · View notes