Tumgik
#emirler
myliste · 2 years
Photo
Tumblr media
Her şehri birbirinden güzel #Anadolu 03 | Afyon #afyon #afyonkarahisar #afyongezifirsatlari #şuhut #afyongezilecekyerler #çay #afyondan #dinar #başmakçı #sandıklı #bolvadin #dazkırı #çobanlar #ihsaniye #hocalar #emirler #emirdağ #sultandağı https://www.instagram.com/p/Cg6Qo6QMNNk/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
guroscanner · 7 months
Text
Tumblr media
zadr deftones amv
32 notes · View notes
thorfinnn · 8 months
Text
annemle kardeşim güzel bi kız görünce direkt bana gelip övüyolar kızı alttan alttan mesaj veriyolar
11 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 17 days
Text
İRAN MI DEDİNİZ?
Madde madde anlatacağım. Sonuna kadar dikkatli okuyun.
1) Türkiye'deki İran, İran'dan daha tehlikelidir. Türkiye'deki İrancı ekip, İran'ın ajandasını uygulamaya hemen hazırdır. İran bürokrasisinden ve istihbaratından gelen emirle hemen uygulamaya geçerler. İran'ın gece yaptığı havai fişek gösterisinde İrancı kadro hareketliydi. Türkiye'de İrancılık bir "kuluçka operasyonu" ile oluştu. İşte bu konu çok önemli. Dikkat buyurun...
2) 1979'da Humeyni, İslami devrim yaptı ve İslam Cumhuriyetini kurdu. Kurmakla yetinmedi, İslam'ı kullanarak Müslüman ülkelere yayılmak istedi. İlk hedef, Humeyni devriminden etkilenen Müslüman ülkelerdeki İslami kesimlerdi. Buralarda "kuluçka" oluşturacaktı. Operasyon başlattı.
3) Türkiye'de de İran kliği oluşturabilecek İslami oluşumları tespit ettiler. Bunlar, bazı dernek, vakıf ve siyasi oluşumlardı. İran'ın amacı Humeyni ve İran hayranlığı üzerinden "İran hücreleri" oluşturmaktı. Bu, Derin İran operasyonuydu. Bunlar üzerinden operasyon yapacaktı.
4) İran, Türkiye'de kuluçkaya yatacak en iyi siyasi oluşum olarak Erbakan Hoca'nın Milli Görüş Hareketini tespit etti. Burada hiç çıkmayacak derecede, etkili bir kuluçka operasyonu yaptı ve kısmen başarılı oldu. Bazı dernek, vakıf ve STK'ları saymıyorum bile. Hepsi arşivimde. Devam...
5) Derin İran, Humeyni'nin başlattığı İslami atmosferle tüm Müslüman ülkelerde bu "kuluçka operasyonunu" yaptı. İran'ın amacı ne İslam, ne Müslümandı. İran adına propaganda ve hizmet yapacak "klikler, hücreler, ekipler" oluşturmaktı. Dikkatli okuyun.
6) Maalesef Erbakan Hoca'nın hareketi, İran'ın kuluçka merkezi oldu. İran ve Humeyni ekipleri, kendilerini Milli Görüş Hareketine "yazılım ve virüs" olarak işledi. Yani kalıcı olarak sızdı. Yazılım ve virüs, kalıcı operasyon yapma işlemidir. Yani bünyeye fikir olarak sağlam işledi. Kalıcı sekilde. Çoğu, İran'ın yazılımı ile hareket ettiğini bile bilmiyor.
7) Bunlar hala İran'ın derdinin İslam ve Müslüman olduğunu sanıyorlar. İran'ın tek derdi devletinin çıkarlarıdır. Humeyni'ye İslam sosu katılarak kurdurulan rejimle, dertlerinin Müslümanlar olduğunu göstererek sinsi operasyon başlattılar. Sonra kuluçka faaliyetini hızlandırdılar.
8) İran'ın Türkiye'deki kuluçka ekipleriyle 2 amacı var:
Bir, gerektiğinde Türkiye'de İran çıkarına propaganda yaptırmak.
İki, bu kuluçkaları kullanarak Türkiye'yi İran çıkarları doğrultusunda pasifize etmek, önüne set koymak. Yani gerektiğinde kuluçkalar, Türkiye aleyhine kullanılabiliyor. Kafasında beyni olan rahatlıkla görebilir. En önemli yere geldik.
9) 28 Şubat döneminde Erbakan Hoca samimi şekilde İslam birliği kurmak isterken İran, sinsi şekilde Erbakan Hoca ve Milli Görüşü "aşırı, yersiz hareketlere ve eylemlere" teşvik ederek başka şeylere sebep olmuştur. Bunu sinsice yaptılar. Sünni Türkiye liderliğinde olan İslam birliğini İran ister mi? Bu, uzun bir konu. Kazmayı daha derine vurayım.
10) İran, o İslam birliği projesinde "Humeynicilik ve İrancılığı" yaymak için büyük fırsat buldu. Bunu başarılı sekilde yaptı da. Zaten bu fırsat olmazsa İran, o İslam birliğine çelme takar, tökez olur. Buna izin vermez. Tarihe bakın yeter. Derin İran ve "İran istihbaratını" tanımıyorsunuz bile. Herkesin akledemediği bir mesele de şudur.
11) İran, binlerce yıllık "devlet geleneğine" sahiptir. Bu sebeple hafife alınmayacak bir "devlet aklı" vardır. Bodoslama hiçbir yere dalmaz. Ne İsrail'e ne de başka bir yere bodoslama dalmaz. Takiyye ve senaryoda iyidir. Zaten İran sinemasının kaliteli olması bu sebepledir. İran, gaza gelmez, gaz verir. İslam söylemi aldatmacadır, strateji gereğidir. Daha önemlisi şu.
12) İran'ın direkt İsrail'e savaş açması demek Ortadoğu merkezli büyük dünya savaşının başlaması demek. İran devlet aklı, bu savaşı başlatan taraf olmak istemez. Bunu Türkiye'nin yapması için Türkiye'deki İran'ı hareketli tutuyor. Hatta bunun için olaylar tezgahlamaya da hazır.
13) İran, kuluçkaları aracılığı ile Türkiye'nin İsrail'e karşı "aşırı bir eylem ve harekette" bulunmasını istiyor. Türk devlet aklı bu tuzağa düşer mi? Kışkırtmalara rağmen düşmez. Düşmez fakat İran istihbaratının halkı manipüle ettiğini görüyor. İran gaza gelmiyor. Bol gaza getiriyor. Türkiye Ortadoğu merkezli büyük savaşı başlatan taraf olmak istemiyor. Yapmaz da. Ölçüyü biliyor.
14) Şunu ayırt edelim. Türkiye, yönetim olarak çıkarı için İran ile ticari, stratejik anlaşmalar yapabilir. Yapıyor da. Bu, İrancılık ve Humeynicilik değildir. İrancılık ve Humeynicilik apayrı bir olaydır. İyi anlayın. İrancı ve Humeynici, İran ve İran istihbaratının ajandasını uygular. Uygulaması için onlara bu yazılım önceden atıldı. İran ajandası uygulayanlar fazlasıyla mevcut.
15) Devletin, Erbakan Hoca ve Milli Görüş hareketi üzerinden İran istihbaratını ve hareketlerini takip edip kontrol ettiği süreçler de oldu. Unutmayın, bir insan ortalama 20 denklem üzerinden düşünür ve yaşar. Devlet "binlerce" denklemin içinde hareket edip ayakta kalmaya çalışır. Denklemler karmakarışık ve zordur. Gelelim bir başka en önemli konuya.
16) Peki İran'ın asıl gücü ne?
Bugün İran bölgede ve dünyada "20 tane Şii örgütün" lideridir. Bu örgütlerin kimi silahlı, kimi de sivildir. Bu örgütler direkt Derin İran'a bağlıdır. İran kontrolünde eylem ve faaliyet yaparlar. İran'dan gelecek emirle her türlü eylemi yapmaya hazırdırlar. Akla hayale gelmeyen her şeyi yapabilirler. İran'ı tehdit edene, İran'dan önce onlar saldırır.
17) Bunlarda Şiilik İslam'ın önündedir. Pakistan ve Afganistan'dan Fas'a kadar, Yemen'den Avrupa'ya kadar var olan Şii örgüt ve yapıları bilmeden İran'ın neler yaptığını ve yapabileceğini anlayamazsınız. İran, dünyada Şii nüfus olan her yerde örgüt kurmuştur. Bir ahtapot gibidir. Bunları her yönden donatmıştır. Bunlar sadece silahlı değil, sivil yapılardır da.
18) Bu silahlı, sivil örgütleri daha sonra tek tek anlatırım. Arşivimi açarım bir gün. Derin ve sağlam bir ağ ile birbirine bağlıdırlar. İran, bu örgütler ile birçok yerde farklı şekillerde savaş ve mücadeleye giriyor. Direkt kendi savaşa girmiyor. Bu örgütleri kullanıyor. Husiler, Hizbullah en bilineni. En basiti.
19) Bu sivil, silahlı örgütlerle neler yaptığını, yapabileceğini daha sonra detaylı anlatacağım. Bu yapıları gerektiğinde farklı güçlere hizmet edecek şekilde konumlandırabiliyor. Bu arada şunu bir yere not edin. Derin İran, Türkiye'de Ahmedinejat'la sağlam iletişimde olan yeni siyasi bir hareketi kullanmak istiyor. Yönlendirme de yapıyor. Devam edelim...
20) İran, Humeyni devriminden sonra Şiiliği derin hücreler kurmak için kullandı. İran, Şii temelli Humeyni devrimiyle dünyadaki tüm Şiilerin lideri oldu. Tüm Müslüman ülkelerde belli oranda Şii nüfus var. İran, Şii olan her yerde derin hücresini kurdu. Şiilik, Derin İran için kullanışlı araç oldu.
Beş ciltlik bir kitap konusu olan o cümleyi kurarak konuyu bitireyim: "İran'da Şiiliği kazıyınca altından Pers milliyetçiliği çıkar."
Selam ile...
-- Mustafa Güldağı --
36 notes · View notes
1worldiklim · 8 months
Text
Tumblr media
BİR FOTOGRAFIN HİKAYESİ
Büyük Taarruz'da düşman yenilmişti fakat hala tam olarak kaybetmiş değildi. Yunan ordu komutanı Trikupis ordusunun başındaydı ve geriye çekilip yeni bir savunma hattı kurmanın peşindeydi. Başarması halinde düşmanı Anadolu'dan atma fırsatı kaçacaktı.
Atatürk bu nedenle Yunan ordusunun kalanını imha etmek istiyordu. Böylece düşman tamamen dağılacak ve denize dökülecekti.
29/30 Ağustos gecesi saat 2 sularında Atatürk'ün kapısı çaldı.
3* Kapıyı çalan Tevfik Bey'in elinde bazı raporlar vardı. Atatürk uyanır uyanmaz Tevfik Bey'i içeri aldı. Raporlara göz attı. Rapordaki haritayı görür görmez yataktan fırladı.
Derhal üniformasın�� giydi ve İsmet Paşa ile Fevzi Paşa'yı çağırdı. Karargah karışmıştı.
Rapordaki haritaya göre bir Yunan birliği farkında olmadan Türk ordusuna doğru yaklaşıyordu. Atatürk bu birliğin çevrilip imha edilmesi için bazı emirler yazdırdı. Fakat aklını kurcalayan bir durum vardı.
Emirleri yazdırdıktan sonra fikrini değiştirip bizzat cepheye gitmeye karar verdi. Kafasını kurcalayan konuyu bizzat çözecekti. Fevzi Paşa kuzeydeki birliklerin başına geçecek, İsmet Paşa da merkezde kalıp genel durumu yönetecekti.
Gece vakti yola çıkan Atatürk, sabahın ilk ışıklarıyla birinci ordu merkezine vardı. Ordu komutanına yaklaşan Yunan birliği hakkında bilgi verdi. Daha sonra esir Yunan askerlerinin getirilmesini istedi.
Başkomutan sabahın köründe cephede esir askerleri sorguluyordu.
Atatürk esirlere bazı sorular soruyor ve kafasını kurcalayan konuyla ilgili cevap arıyordu. Bir kaç esir sorgulandıktan sonra sıra bir kurmay subaya geldi. Onun verdiği bir cevap sayesinde Atatürk'ün kafasındaki taşlar yerine oturdu. Şüpheleri boşuna değildi.
Haritada tespit edilen Yunan birliğinin başında Yunan ordu komutanı Trikupis ve İkinci Kolordu Komutanı Digenis vardı. Atatürk, aklını kurcalayan sorunun cevabını almış, Yunan subay istemeyerek de olsa büyük bir sırrı ifşa etmişti.
Atatürk istediği bilgiyi alır almaz emirler vermeye başladı. Yunan ordusu çevrilecek, imha edilecek ve Trikupis ile Digenis esir alınacaktı. Böylece Yunan ordusu tamamen çökertilecek, düşman denize dökülecekti.
Yunan subay olan biteni anladığında oracıkta bayıldı.
Atatürk, bu kritik muharebeyi uzaktan takip edemezdi. Derhal savaşın yaşanacağı bölgeye doğru hareket etti. Hakim bir tepeye yerleşerek takip etmeye başladı. Yunan ordusu çembere alınıyor, imha taarruzu için şartlar oluşuyordu.
Fakat Atatürk, bulunduğu tepeden savaşı tam olarak gözlemleyemeyeceğini anladı. Ateş hattına girmeye karar verdi. Nurettin Paşa bunun riskli olacağını söyledi. Fakat Atatürk kabul etmedi. İsterse kendisinin burada kalabileceğini söyleyerek yola koyuldu.
Nurettin Paşa haksız sayılmazdı. Bir başkomutanın bu şekilde ateş hattına girmesi kolay görülecek iş değildi. Oldukça riskliydi. Öyle ki, Atatürk ateş hattında ilerlerken düşman mermileri sağa sola düşüyordu.
Atatürk o kadar ilerlemişti ki düşmanla çarpışan avcı hattının bölgesine girmişti. 11. Tümen Komutanı Derviş Bey durumu öğrenince bir askerle haber gönderdi ve geri dönmelerini istedi. Atatürk "Sen bu atı ona götür, binsin de o buraya gelsin" diye emir verdi.
Derviş Bey kısa süre sonra bölgeye geldi. Atatürk "Biz buradayken topçuların geride kalması olmaz, onları bizim önümüze geçirmek lazım" dedi.
Fakat bu durumda avcı hattı ile topçu hattı bir araya gelecekti ki bu askeri açıdan riskli bir durumdu.
Derviş Bey "Paşam, şimdi de avcı hattı ile topçu hattı bir araya geldi. Bu oldu mu?" diye sordu. Atatürk'ün yapmaya çalıştığı şeyi anladı. Emri vermesini beklemeden kendisi söyledi:
"Paşam, emrederseniz, avcı hattını da ileri sürelim".
Atatürk güldü ve "Derhal" dedi.
Avcı hattına ileri emrini verecek telefon bağlantısı yoktu. Bu nedenle Derviş Bey atına atlayıp yola koyulmak istedi. Atatürk'ün yanında bulunan yaveri Salih Bey, bunun bir komutan için tehlikeli olacağını söyledi. Derviş Bey "Baksana emri kim veriyor" diyerek yola koyuldu.
Gün boyu yapılan taarruzla düşman iyiden iyiye köşeye sıkışmıştı. Atatürk de hemen bölgede harekatı izliyordu. Öğleden sonra düşman bir tepenin önünde sıkıştı.
Yunan ordusu bulunduğu yerden neyi var neyi yoksa Türk ordusunun üzerine yağdırıyordu.
Atatürk artık yapılacak şeyin göğüs göğüse çarpışma olduğunu anlamıştı. Bunun için Türk askerinin süngü hücumuna kalkması gerekiyordu. Fakat Yunan ordusunda makineli tüfekler vardı.
Yani mehmetçik makineli tüfeklere doğru süngüyle koşmak zorundaydı.
Atatürk doğru anın gün batımı olduğunu saptadı. Gökyüzünün karardığı bir dakikada taarruz emrini verdi ve Türk süngüleri düşman dolu sırtlara saldırmaya başladı. Batan güneşin son ışıklarının yansıdığı süngüler adeta bir alev gibi Yunan mevzilerine yağmaya başladı.
Kısa süre sonra Türk ordusu Yunan birliklerinin arasına daldı. Kanlı bir çarpışmadan sonra Yunan ordusu dağıldı. Artık bir ordu kalmamıştı. Bozgun halinde kaçışan bir sürüyü andırıyorlardı.
Artık sıra Fevzi Paşa'nın süvarilerindeydi. Kaçanlar süvarilere yem oluyordu.
Atatürk sabah olduğunda Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile savaşın yaşandığı yerin yakınında bir araya gelip konuştu. Yapılacak iş belliydi. Dağılan Yunan ordusu İzmir'e kadar aralıksız takip edilecekti.
"Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri" emri verildi.
Yunan ordusu tüm gücüyle kaçıyor, Türk askeri kovalıyordu. Kısa süre sonra Trikupis ve Digenis esir düştü. Yunan Başkomutan Hacıanesti, olaydan habersiz şekilde Trikupis'i başkomutan vekili tayin etmişti.
Tayin haberini Trikupis'e esir çadırında bizzat Atatürk verdi.
Atatürk'ün emri doğrultusunda düşmanı kovalayan Türk askeri, Yunan ordusuna toparlanma imkanı tanımadı. Kovalamaca 9 Eylül'e kadar sürdü. O gün, dağılan Yunan ordusu İzmir'de denize döküldü.
İşgal bitmişti. Türkler kazanmıştı.
Bu büyük zaferden iki yıl sonra, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Dumlupınar'a gitti. Savaş alanını gezdi. Bu esnada Esat Nedim Tengizman deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdi.
Atatürk'ün gözlerine, süngü taarruzuna kalkıp şehit düşen askerlerin hüznü çökmüştü.
"Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum."
42 notes · View notes
ikraa123 · 5 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1. GÜN -Günlük hedefe eksi birle ulaşıldı. -Köyde yaşamanın bir takım zorlukları yaşandı. -Annemin km lerce uzakta olmasına rağmen verdiği emirler yerine getirildi. -Günün rengi maviii seçildi. 🪼🐳
32 notes · View notes
aykoza · 7 months
Text
ee kızlar tanışıldı mı sarrafoğluların emirle
17 notes · View notes
ayten-ali · 3 months
Text
Tumblr media
MİRAÇ'TA Peygamber Efendimiz Hz MUHAMMEDE ﷺ Ümmetine Ulaştırmak Üzere Üç Önemli Hediye Verildi:
1.Beş Vakit Namaz.
2.Bakara Suresinin Son İki Ayeti.
3.Ümmetinden ALLAH'A Ortak Koşmayanların Affedilip Cennete Gireceği Müjdesi. Bu Üç Hediye, Kıyamete Kadar Gelecek Her Mümine Verilmiş En Büyük Hediyelerdir. Bu Hediyeler Kısaca, İman, Namaz Ve Niyazdır. Bunların Bu Gecede İkram Edilmesinin Özel Bir Manası Mardır. Onlar Olmadan Manevî Mi'rac, Yüce ALLAH'A Yakınlık Olmaz. Ayrıca Bunların Yanında Mirac’ta, Şu Emirler Peygamber EFENDİMİZ’E ﷺ Bildirilmiştir:
1- ALLAH’TAN Başkasına Kulluk Etmemek,
2- Ana Ve Babaya İyi Davranmak,
3- Hısıma, Yoksula, Yolda Kalmışa Hakkını Vermek,
4- Cimri Ve Müsrif Olmamak,
5- Evladını Yoksulluk Korkusu İle Oldürmemek,
6- Fuhuş Ve Zinaya Yaklaşmamak,
7- Cana Kıymamak,
8- Yetim Malı Yememek,
9- Ahdi (Verilen Sözü) Yerine Getirmek,
10- Ölçü Ve Tartıda Hile Yapmamak,
11- Hakkında Bilgi Sahibi Olunmayan Şeyin Ardına Düşmemek,
12- Yeryüzünde Gurur Ve Kibirle Yürümemek, Büyüklük Taslamamak.
Mübarek Üç Aylar, Recebi Şerıf Ayı, Ve Leyle-i Miraç RABBİMİZİN Koyduğu Sınırların Korumamıza, Emrettiklerini Yerine Getirtip, Nehy Ettiklerinden Sakınmamıza Vesile Olsun İNŞALLAH. Hayırlı Huzurlu Akşamlar, Nurlu Kandiller #MiraçKandilinizMübarekOlsun
18 notes · View notes
bir-kucuk-kar-tanesi · 10 months
Text
Siz böyle devam edin çocuğunuza emirler cezalar vermeye.. Azarlamaya, susturmaya...
Devam edin hiç sıkıntı değil sadece büyüyünce o çocuktan hakkını savunmasını kendini öne çıkarması yada özgüvenli olmasını beklemeyin..
Sadece küçük bir not:)
28 notes · View notes
Text
Tumblr media
Yüce dağ başları dumanlı dumanlı Irmaklar yorgun ağır İnsanlar yapayalnız Nedir üstümüzdeki bu karanlık bulut Irgatın akşamlara kadar düşündüğü nedir Yabancı bandıralar bayraklar emirler Ne maviliklerde ferahlık ne toprakta güven yurda ölüm tüccarları kurulmuş Bu vatan bu millet bu bayrak Satılmaz diyenden hesap sorulmuş Yollar fabrikalar tarlalar Bir hançer altında amansız Dağ taş haber bekler hürriyetten Nedir bu toprakların bitmeyen çilesi
Tumblr media
Nedir nedir nedir Bu gün karanlıkta apansız Bir çığlık yükseldi memleketten Ben bayraksız hürriyettsiz neylerim dedi Kınalı keklikler uçtu düz ovalardan tabur tabur Yabancı bu memlekette işin ne Yerin altında damar damar madenlerimiz var Bizi bekler Götürüp top dökemezsin Dağlarımız ırmaklarımız bize göredir Tarlalarımız bize kadar Ekemezsin Bizim bu toprak için Bu topraklarda dökülecek kanlarımız var Elini kolunu sallayarak bu memlekette Giremezsin çıkamazsın Biliriz yağmaya geldin yabancı Senin bu memlekette işin ne
Tumblr media
Biliyorum bir gün karanlıkta Kesecekler yolumuzu Ya siz çocuklar Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri Çocuklar bizim dediğimiz Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır Mal değil mülk değil istediğimiz Size namuslu bir dünya bırakmaktır
Tumblr media
/ Vedat Türkali 1919 - 29 Ağustos 2016 Aramızdan ayrılışının 6. yılında saygıyla..
103 notes · View notes
fikret-i · 1 year
Text
Kadir Gecesi Ramazan içerisinde gizlidir. Niçin? Çünkü her Ramazan gecesi kadir derecesinde bilinsin ve ihya edilsin diye.
Kadir suresi 3. Ayetinde belirtildiği gibi “Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.” Bu gece, savabın bire otuzbin yazıldığı gece karlılığı daha da artırmak için rivayetlerde de belirtildiği üzere Fatiha, İhlas, Kafirun, Zilzal, Ayetelkürsi, Yasin, Mülk, Fetih, Rahman, Fetih, Hucurat gibi sevabı bol sureleri okumak gerekir. Kadir suresi 5. Ayetinde bildirildiği gibi “O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.” Vakit kısa Kuran’ı bütün okumaya zamanımız yetmez.
Duhan suresi 4. Ayetinde de belirtildiği üzere “Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir.” Bu gece, diğer kadir gecesine kadarki önümüzdeki bir yıllık hayat programımızın takdir edildiği gecedir.
Peki Ramazan’ın 27. Gecesi Kadir gecesi midir?
Peygamberimiz (asm) bazı işaretlerde bulunmuşlardır. “Kadir Gecesi'ni ramazanın son on beşinde, özellikle son on günde ve özellikle tek gecelerde arayınız.”
Süfyan b. Uyeyne gibi bazı alimler Übeyyu'bnü Ka'b gibi bazı sahabelere istinaden bu gecenin 27. Gece olduğu kanısına varmışlar.
Said Nursi Hazretlerinin dediği gibi “bir kısım müçtehidler bu geceye Leyle-i Kadr'i tahsis etmişler. Hakikî olmasa da, madem ümmet o geceye o nazarla bakıyor, inşâallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur.” Allah Rahim-i Mutlaktır. Merhameti boldur ümmetini boş çevirmez elbet.
Ve bu gece duaların makbul olduğu, kabul gördüğü gece.
Duamızın makbuliyetini nasıl daha da artırırız peki?
Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Yani mantık çerçevesinde Güneş benim olsun Ay benim olsun gibi değil.
Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.
Hem hadîste ve Kur'anda gelen me'sur dualarla dua etmek.
Allahım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af ve âfiyet istiyorum. (en-Nevevî, el-Ezkâr, 74; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:517-Hadis)
Eyyüb a.s duası: ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı.” (Enbiya, 21/83)
Yunus a.s duası: «Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum!»” (el-Enbiyâ, 87)
Yusuf a.s duası: (Ey Rabbim!) Beni müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!” (Yusuf Suresi 101)
Hem hulûs(samimi) ve huşu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhâssa sabah namazından sonra; hem mevâki'-i mübarekede(mübarek mekanlar), hususan mescidlerde; hem Cum'ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede(üç aylar), hususan leyali-i meşhurede(mübarek gecelerde); hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde(Kadir Gecesi) dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me'muldür.
Duaların kabul olma ihtimalinin en nihayet noktası bu gece yapılan dualar.
Allah gecemizi hakkıyla idrak etmemizi nasip eylesin inşallah.
34 notes · View notes
visalvakti · 1 year
Text
İ T İ K A F ....🕋
🧕 HANIMLAR NASIL ITIKAF YAPAR*   
☝🏻 Ramazan'in son on gününde ibadete yoğunlaşmak.
 ☝🏻 Sevap kazanmak.
☝🏻 ve Kadir gecesine rastlamak arzusuyla,
☝🏻 erkeklere olduğu gibi, hanımlara da Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmek müstehaptır*
🌷      🌘 Bu gecelerde, teheccüt namazı için kişinin ailesini uyandırması müstehaptır*._      Aişe radiyallâhu anhâ anlatıyor;
🌷      Peygamber Efendimiz Ramazan'in son on günü girdiğinde, daha gayretli olur, gecelerini ihya eder, ➖Buhari 2017○Müslim 1169➖     'iman ederek ve sevabını umarak, kadir gecesini ibadetle geçirenin, geçmiş günahları bağışlanır  buyurmuştur.
🌹    🧕 Hanımların itikâfa girmesi nasıl olur
🌷      🌘🌙 Bu geceden itibaren bizlerde evlerimizde gece ve gündüz bir saatte olsa  Teravih namazı kılarken teheccüt namazı kılarken mukabele okuduğumuzda veya ve geçireceğimiz her vakti itikafa niyet ederek bu son 10 günün feyzinden bereketinden rahmetinden nasibimizi almaya çalışarak bu sevaba nail olalım Ramazan ı şerifin bizde şikayetçi değilde razı olduğu bir şekilde bitirelim İnşeAllah*
🌷*Rabbim amele muvaffak kılsın sevip razı olduğu kullarının zümresine ilhak eylesin Amiiin*🌷*Rabbim İtikafın sevabınıda başta Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam sahabe i Kiram Meşayıhımız ve ölmüşlerimize ikram eylesin Amiiin*🌷
🕌🕌🕌🕌 ITIKAF*🕌🕌🕌🕌
İtikâf İçin Niyet
***Bu günlerde ister vakit namazı kılmak için bir camiye girelim,
* ister bir mescide girelim,
* ister iman ve Kur’ân dersi tezekkür ettiğimiz, içinde cemaatle vakit namazı kılınan
**Allah için vakfedilmiş bir mabed hükmünde bulunan külliyemize girelim…
**Dış kapının eşiğinden adımımızı atarken dilimizde şu niyet olmalı:
👉🏻“Niyet ettim Allah rızası için şu vaktin namazını kılıncaya kadar/ veya bir ders süresi kadar/veya bir gece/ veya bir gün/ veya şu kadar süre itikâf yapmaya.”
👉🏻Niyetten anlaşılacağı gibi, itikâfı parçalı yapmak mümkündür.
✋Yani on günün tamamında değil de, bu günler içinde parça parça yapılabilir
☝🏻 Bu yüzden itikâfa niyet ederken eğer parçalı yapacaksak süre belirlemeyi unutmayalım*.
✋Parçalı yaptığımızda son on günde birden fazla itikâfa girme fırsatı da bulmuş oluyoruz?Hanımla evlerinin bir odasında itikâfa girebilecekleri gibi,
🔰ders yaptıkları külliyenin odalarını itikâf için de kullanabilirler.
*Kadir Gecesini Aramak*
🕋Ramazanın son on günü içerisinde itikâfın sünnet-i müekkede olmasının bir hikmeti,
👉🏻Kadir Gecesi’ni aramak ve ihya etmektir.
☝🏻Çünkü Kur’ân’ın bildirdiği gibi, bin aydan daha hayırlı olması hasebiyle Kadir Gecesi, gecelerin en faziletlisidir.
*İtikâfın bu geceye rastlamasının feyiz ve sevabı hesapsızdır*.
✋İtikâfta kaza veya nafile namaz kılınabilir,
☝🏻Allah zikredilebilir, tespih çekilebilir,
🔰dinî veya imanî dersler yapılabilir,
😢tövbe istiğfar yapılabilir.
🕋 Yani bu süre -tabir caizse- Allah ile baş başa bulunduğumuz zamandır.
**Muhtevayı buna göre doldurabiliriz.
**Malayani şeyler yapmamak yeterlidir.İtikâfın şart ve rükünleri şunlardır:
1. Niyet yapılmalıdır.
2. Gündüzü oruçlu olmalıdır.
3. İtikâf bir mescitte veya mescit hükmünde bir mabette yapılmalıdır.
4. İtikâfa niyet eden Müslüman olmalı ve dinî emirler hususunda mükellef bulunmalıdır.
*İtikafta Süre*
👉🏻**Hanefîlerden İmam Ebû Yusuf’a ve Malikîlere göre itikâfın en az süresi “bir gün”dür.
👉🏻**Hanefîlerden İmam Muhammed ile Hanbelîlere göre itikâfın en az süresi, kişiye bağlı olarak “bir andır”.
👉🏻* Şafiîlere göre ise itikâfın en az süresi “tesbih çekme” süresi kadar bir zamandır.
☝🏻Demek oluyor ki bir Müslüman, Ramazanın son on günü içerisinde bir mescide vakit namazı kılmak için girerken aynı zamanda
👉🏻“vakit namazı kılma süresince” itikâfa niyet etse, namazı kılıp camiden çıkarken itikâf yapmış olarak çıkar.
23 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 11 months
Text
Tumblr media
Delik Sahibinin Kahramanlığı
Allah için samimiyet, amelin gizliliği, emre itaat konusunda bizlere ders mahiyetinde bir kıssa..
Müslümanlar, gazvelerden birinde bir kaleyi kuşattılar ve bu durum Müslümanlara ağır gelmeye başladı. Hristiyanlar tarafından atılanlar nedeniyle Müslümanlar yara aldılar. Bunun üzerine Müslümanların komutanı Mesleme b. Abdülmelik şöyle dedi:
─ Duvarda var olan delikten (bu, kale içinde bulunan pisliklerin ve atıkların atıldığı bir delik ya da kale duvarlarının altında su akan dar bir geçit) kim girebilir? Kim bunu yapar ve şehit olursa o, cenneti kazanır. Şayet şehit olmaz da kurtulursa kale kapısına gitsin ve kapıyı açsın.
Bunun üzerine yüzü maskeli bir adam ortaya çıkarak “Ben o delikten girebilirim!” dedi. Ardından o delikten girdi, tekbir getirdi ve savaştı. Müslümanlar onun sesini duydular. Adam, kale kapısına varıncaya kadar savaşmaya devam etti ve kapıyı açtı. Tekbir seslerini duyan Müslümanlar kapıya doğru yöneldiler, içeri girdiler ve ardından da kaleyi fethettiler. Böylelikle savaş bu adamın eliyle Müslümanlarca kazanılmış oldu. Ancak bu adamın kim olduğu bilinemedi. Fakat Mesleme ödüllendirmek için o adamın kim olduğunu öğrenmek istedi ve bu amaçla savaş sonrasında ordu içerisinde “Delik sahibi nerededir? Kimdir delikten giren?” diye sordu.
Ancak bu soruya cevap veren kimse olmadı. Bu çağrı defalarca tekrarlanmasına rağmen hiçbir kimse çıkmadı. Sonunda Mesleme şu çağrıyı yaptı:
─ Geldiği zaman yanıma alınması için kapımdaki adama emir verdim. Zira onun üzerinde benim hakkım vardır. Yani emre itaat hakkım vardır. Gece veya gündüz istediği bir vakitte yanına gelmesi için yemin verdi.
Bunun üzerine bir gece vakti kapıya bir adam gelerek emirle görüşmek için izin isteyince kapıda bulunan adam “Delikten giren adam sen misin?” dedi.
Adam “Onun hakkında bilgi vereceğim!” dedi. Ardından da Mesleme’nin yanına varınca ona:
─ Delikten giren adamın üç şartı var. Birincisi, Halife’ye göndereceğin mektuba onun ismini yazmayacaksın. İkincisi, onun kim olduğunu sormayacaksın. Üçüncüsü, onu bir işe emir olarak görevlendirmeyeceksin.
Bunun üzerine Mesleme “Tamam, söylediklerini kabul ediyorum!” deyince adam utanarak ve çekinerek “O delikten giren adam benim. Ey Mesleme, Allah’tan kork, beni sıkıntıya soktun! Beni sıkıntıya soktun!..” dedi. Ardından da hızlı bir şekilde uzaklaştı ve kim olduğu bilinmedi. Bunun üzerine Mesleme, kılmış olduğu her namazın ardından şöyle dua etti:
─ Allah’ım! Kıyamet günü, beni, delik sahibi olan adamla birlikte kıl!..
............
The Hero of the Holekeeper
A story that serves as a lesson to us about sincerity for Allah, secrecy of deeds, and obedience to orders.
The Muslims besieged a fortress in one of the battles, and this situation began to weigh heavily on the Muslims. The Muslims were injured because of those thrown by the Christians. Thereupon, the commander of the Muslims, Maslama b. Abdulmalik said:
─ Who can enter through the hole in the wall (this is a hole in the castle where the dirt and waste is thrown, or a narrow passage with water flowing under the castle walls)? Whoever does this and becomes a martyr wins Paradise. If he is not a martyr but survives, let him go to the castle gate and open the gate.
Thereupon, a masked man appeared and said, “I can go through that hole!” said. Then he entered through that hole, uttered takbir and fought. Muslims heard his voice. The man continued to fight until he reached the castle gate and opened the gate. Hearing the sound of takbir, the Muslims headed towards the door, entered and then conquered the castle. Thus, the war was won by the Muslims at the hands of this man. However, it was not known who this man was. But Maslama wanted to know who that man was in order to reward him, and for this purpose, after the war in the army, "Where is the owner of the hole? Who is it that goes through the hole?” asked.
However, no one answered this question. Although this call was repeated many times, no one came out. Finally, Mesleme made the following call:
─ I ordered the man at my door to be taken with me when he arrived. Because I have a right over it. So I have the right to obey orders. He made an oath to come to her whenever he wanted, day or night.
Thereupon, a man came to the door at night and asked for permission to meet with the emir, and the man at the door said, "Are you the man who went through the hole?" said.
The man said, “I will tell you about him!” said. Then, when he reached Maslama, he said to him:
─ The man who goes through the hole has three conditions. First, you will not write his name in the letter you send to the Caliph. Second, you won't be asking who he is. Third, you will not assign him as an order to work.
Then Maslama said, “Okay, I accept what you say!” When he said that, the man shyly and timidly said, “I am the man who went through that hole. O Maslama, fear Allah, you have put me in trouble! You got me in trouble!..” He then quickly walked away and his identity is unknown. Thereupon, Maslama prayed as follows after each prayer he offered:
─ My God! On the Day of Resurrection, make me with the man who has a hole!..
..........
بطل مالك الحفرة
قصة تعطينا درسًا عن الإخلاص لله وسرية الأعمال وطاعة الأوامر.
حاصر المسلمون حصنًا في إحدى المعارك ، وبدأ هذا الوضع يلقي بثقله على المسلمين. أصيب المسلمون بسبب من رماهم النصارى. عندئذ أمر أمير المسلمين مسلمة ب. قال عبد الملك:
─ من يستطيع الدخول من خلال الفتحة الموجودة في الجدار (هذه حفرة في القلعة حيث يتم إلقاء الأوساخ والفضلات ، أو ممر ضيق تتدفق المياه تحت أسوار القلعة)؟ ومن فعل هذا واستشهد يربح الجنة. إذا لم يكن شهيدًا لكنه نجا ، دعه يذهب إلى بوابة القلعة ويفتح البوابة.
عندئذ ، ظهر رجل ملثم وقال ، "يمكنني المرور عبر تلك الحفرة!" قال. ثم دخل من تلك الحفرة ، وكبر وحارب. سمع المسلمون صوته. استمر الرجل في القتال حتى وصل إلى بوابة القلعة وفتح البوابة. عند سماع صوت التكبير اتجه المسلمون نحو الباب ودخلوا القلعة ثم فتحوها. وهكذا انتصر المسلمون في الحرب على يد هذا الرجل. ومع ذلك ، لم يكن معروفًا من هو هذا الرجل. لكن مسلمة أراد أن يعرف من هو ذلك الرجل لكي يكافئه ، ولهذا الغرض بعد الحرب في الجيش "أين صاحب الحفرة؟ من الذي يمر عبر الفتحة؟ " طلبت.
ومع ذلك ، لم يجب أحد على هذا السؤال. على الرغم من تكرار هذه المكالمة عدة مرات ، لم يخرج أحد. أخيرًا ، أجرى Mesleme الدعوة التالية:
أمرت بأخذ الرجل عند بابي معي عند وصوله. لأن لي الحق في ذلك. لذلك لدي الحق في إطاعة الأوامر. أقسم أن يأتي إليها متى شاء نهارا أو ليلا.
عندها جاء رجل إلى الباب ليلاً وطلب الإذن للقاء الأمير ، فقال الرجل عند الباب: "هل أنت الرجل الذي دخل الحفرة؟" قال.
قال الرجل: سأخبرك عنه! قال. ثم لما بلغ مسلمة قال له:
الرجل الذي يمر عبر الحفرة له ثلاثة شروط. أولاً ، لن تكتب اسمه في الرسالة التي ترسلها إلى الخليفة. ثانيًا ، لن تسأل من هو. ثالثًا ، لن تقوم بتعيينه كأمر للعمل.
ثم قال مسلمة ، "حسنًا ، أنا أقبل ما تقوله!" عندما قال ذلك ، قال الرجل بخجل وخجول ، "أنا الرجل الذي دخل تلك الحفرة. يا مسلمة ، اتق الله ، لقد أوقعتني في مأزق! لقد أوقعتني في مشكلة! .. " ثم غادر بسرعة وهويته مجهولة. عندها صلى مسلم على النحو التالي بعد كل صلاة:
يا إلهي! يوم القيامة اجعلني مع الرجل الذي به حفرة! ..
31 notes · View notes
filyokusu · 1 year
Text
gülümsediğim/ şükrettiğim şeyler listesi 5nisan`23
tahtabavull podcasti dinledim, bir tanesini dinleyince duramadım, gece boyu birkaç tane dinledim baya iyi hissettirdi
sabah sınavım çok kötü geçti ama olsun önemli değil dedim. lineer cebirden 100 almışım hehe.
sınıf grubunda birine yazmak istemediğim için sunumu tek başıma yapacaktım ama i. bugün de bunun için arayıp bana grup ödevi ayarlamış oldu. aramasına da sevindim, iyi insanlar iyi ki var.
anneannemgilde iftar açtık, bulaşıkları yıkarken bahçeye bakan pencereden erik ağacını düşündüm. çocukluğum aklıma geldi ve şükrettim dedem ve anneannemin varlığına.sonra dedemle fotoğraf çekinirken dedem beni öptü fotoğrafın tatlılığıııııı :&
emirle soba çayı içerken gs maçı izledik delirdik. soba çayı <3
ve akşam annem karakavuk yerken ona insanların ineklerin rızkını yenemesi o otları yememesi gerektiğini söyleyip annemle tartıştı. çok tatlıydı. ineklerin de her şeyini yeme anne. :D
eve dönerken arabayı bırakıp abim emir ve ben yürüyerek eve geldik. yol bomboştu ve hava çok güzeldi. bugün de bunlara sevindim.
ankara.
23 notes · View notes
demircizademehmet · 9 months
Text
Sarıkamış Faciasını Şahidi Anlatıyor
Dünya Savaşı’nın üzerinden tam 100 yıl geçti. 600 yıllık bir çınarın gövdesinin paramparça edildiği bu büyük harpte, nice insanımız, evinden binlerce kilometre ötede can verdi. Niceleri anasından, babasından, eşinden ve çok sevdiği çocuklarından ayrılmak zorunda kaldı… Kimisi vatan uğrunda şehit oldu, kimisi esir düştü… Büyük savaşta Osmanlı’nın başına gelenler birçok eserde anlatılmışsa da, yaşanan felaketler dillendirilmişse de, dedelerimizin acıları ne yazık ki unutuldu.  Şimdi toprağa gömülüp giden o acılar hatırlanmayı bekliyor…
İrfanoğlu İsmail’in Esaret Hatırları
Dedelerimizin askerlik hatıraları maalesef gerektiği gibi kayıt altına alınmadı. Buna rağmen bir gayret var ki, takdire şayan… Sarıkamış cephesinde Ruslara esir düşen Molla İsmail Efendi’nin hatıraları oğlu Ahmed Rıza İrfanoğlu’nun kalemiyle yeniden hayat buldu. 14 yaşına kadar babasının dizinin dibinde harp ve esaret hatıralarını dinleyen Ahmed Rıza İrfanoğlu’nun “Allahüekber Dağları’ndan Sibirya’ya” isimli hatırat kitabı meraklılarını bekliyor.
Sarıkamış’ın kışından, Rus’un süngüsünden, Sibirya’daki 5,5 yıl süren esaretten kurtulan Molla İsmail, memleketi Rize’ye döndükten sonra yıllarca imamlık yapmış, 28 Ocak 1961 tarihinde de vefat etmiş. “Kirpiklerimi birbirine vurmazdım bile! O derecede dikkatle dinlerdim.” diyen oğul Ahmed Rıza, babasının hatıralarının yazılamaması hususunda şunları söylüyor: “1961 yılında ölümünden önce, hatıralarını yazdırmak için köyümüzde yazıcı aradığını duydum. Ben o zaman uzaklarda idim. Onun o niyetini, o zaman hafife aldığımı itiraf ederim. Sonra pişman oldum, hatıralarının yazılamayışına! Bir yandan da kendimi teselli ediyordum. Çünkü babamın esaret hatıraları aklımdaydı. Ve de kendime güveniyordum, onları yazabileceğime!..”
Bu düşüncelerle babası Molla İsmail Efendi’nin harp ve esaret hatıralarını kaleme alan Ahmed Rıza İrfanoğlu, yaşanan acıların, yoklukların, milletin başına gelen faciaların unutulmaması namına kalemi eline almış.
Cihan Harbi’ne Gönüllü Katıldı
1914 senesinin haziranında fitili ateşlenen dünya savaşı Osmanlı için ölüm kalım mücadelesinin de başlangıcı demekti. Memleketin dâhilinde ilan edilen umumi seferberlikle pek çok kişi silahaltına alınmıştı. Silahaltına alınan askerler evvela eğitim için belirli bölgelerde toplanıyordu.  İşte o günlerde Rize’nin köylerinden Beyazsu’da (Palodya) ikamet eden Molla İsmail Efendi, tahsilini İstanbul Beyazıd Medresesi’nde tamamlamıştı. 1914 senesinin Eylül ayında da Osmanlı ordusuna gönüllü olarak katıldı.
Beyazsu Köyü’nden cepheye giden 27 kişi arasında yer alan Molla İsmail Efendi Of – Çaykara üzerinden Gümüşhane- Kelkit yolunu takip ederek Erzincan’a geldi. 22 gün süren bu yolculuktan sonra Erzincan’da başlayan askerî eğitim Molla İsmail Efendi’nin hayatının dönüm noktalarından birini teşkil ediyor. Harp talimlerinin ardından topçu batarya katibi olarak III. Ordu’ya katılan Molla İsmail,  Kasım 1914’te Ruslarla çarpışmak üzere Erzurum’a hareket etti. İlk çarpışmaya Hasankale-Hızardere mevkiinde katıldı, kahramanca vuruştu, pek çok kez ölümün kıyısına yaklaştı. Ancak Sarıkamış’ta verilen elim karar, o büyük hata, birçok Osmanlı askeri gibi Molla İsmail Efendi’nin de hayatını alt üst etti. Muhteris bir emirle yok edilen koca ordudaki binlerce askerin hikâyesi Allahüekber Dağları’nda nihayete erdi. Peki ya sağ kalanlara ne oldu?
26 gün boyunca dağlarda, esir düşmemek için, aç susuz hayatta kalma mücadelesi veren Molla İsmail ve birkaç düzine asker 1915 senesinin ocak ayında Ruslara esir düştü. Böylece İsmail Efendi, 46 günlük bir tren yolculuğundan sonra hayatının 5,5 yılını geçireceği, Asya’nın doğusundaki Rus esaret kampı Vladivostok’a götürüldü. Rus ellerinde geçirdiği sıkıntı ve hasret dolu yılların ardından, Ekim Devrimi’nin getirdiği boşluktan istifade edip memlekete dönmek üzere yola çıkan İsmail Efendi, Stalingrad’da Bolşevik kurşunlarından son anda kurtuldu.
İsmail Efendi, Stalingrad’dan güneye, Hazar Denizi’ne akan Volga suyunun kıyısında da ölümden döner, hayretler içinde kalır: “Hasankale’de, Hızardere’de, bu Rus milletinin askeri ile 5,5 sene evvel süngü muharebesine girdim. Bana bir şey olmadı. Narman’a kadar savaştık, üstümde kan lekesi görmedim. Bardız’ı alırken savaştık. Sarıkamış’ı almak için taarruza kalktık. Ordumuz kırıldı. Bana bir şey olmadı. Allahüekber Dağları’nda başıboş bir ay dolaştık. Kar, kış, soğuk, açlık, bit, tifüs, düşman ve her şeye rağmen sağ kaldım. Sonra esaret, Vladivostok. Bunca işten sonra kaçıp kurtulayım derken, birbirlerini yok etmeye çalışan Rusların iç savaşının ortasında kıl payı ile ölümden kurtulmuştum. Ne talihim varmış hayret! (…) 27 kişilik arkadaş grubundan sadece iki kişi kurtulmuştuk! Her tehlikeli anda, en son dakikada, gizli bir el beni korumuş ve kurtarmıştır. Beni koruyan ve kurtaran gizli elin farkındayım. Bu elin sahibine söz vermiştim, dualarım kabul olmuştu.”
Molla İsmail Efendi’nin Dilinden Sarıkamış Faciası
Her satırı enteresan bilgilerle dolu kitapta Molla İsmail Efendi, Sarıkamış’ın en çok merak edilenlenlerini şöyle anlatıyor:
“22 Aralık 1914 tarihinde kolordu olarak, Bardız Yaylası'ndan Sarıkamış’a doğru, yani dağları aşmak üzere taarruza başladık. O gün ikindi vaktine kadar düzlük araziden ilerledik. Rus’dan hiç ateş yok. Karşımızdaki dağlarda orman var. Akşama kadar ormana ulaşırsak başaracağız kısmen. Rus bizi görüyor. Rus ormanda gizlenmişti. İkindiye doğru askerimiz Rus ateş hattına girmiş oldu. İşte ne oldu ise bu anda oldu. Rus üç taraftan birden ateş etmeğe başladı. Sağdan, soldan ve önden müthiş bir ateş yağmuruna tutulduk. Şaşırıp kaldık. Toparlanıncaya kadar kırıldık. Toparlansak ne olacak sanki! Biz açıktayız. Açıkta yakalandık, Rus siperinde. Biz de ateş etmeye başladık amma, kırıldık, bittik. Açıkta yakalanan asker berbat oldu. Büyük kısmı şehit oldu. Arazide diz boyu kar var. Karın üzerinin kandan kızardığını gördüm. Kısaca fena vaziyette, pusuya düşürüldük. Şehit olmayanların da büyük kısmı yaralandı. Yaralanmayan çok az asker kaldı. Ben de yaralanmayanlar arasında idim. Akşamın geç saatlerine doğru askerimiz yok olmuştu artık.
"O gece müthiş bir don vardı. En küçük yarası olan bile karın üstüne düşmüş, beklemek zorunda. Kimsenin gidebileceği yer yok. Yaralıların hepsi o gece dondu. Sabaha kimse kalmadı.
"Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Ben, o gece yarısına kadar, o yaylanın Kur’an sesi ile inlediğini çok iyi hatırlıyorum. Çünkü o günkü asker Kur’an okumasını biliyordu. Yasin-i Şerif’i bilmese de hemen herkes namaz surelerini biliyordu. Herkes ölmek üzere olduğunu biliyordu. Savaşta ölen ilk başta zaten ölmüştü. Yaralananlara gelince, onlar da gece sabaha sağ çıkamayacaklarını biliyorlardı. Kısaca herkes kendi Kur’an’ını kendisi okuyordu. Yani askerimizin henüz şehit olmayan yarısı Kur’an okuyordu. Bu ne demektir. Mahşer gibi. Ne var ki gece yarısından sonra Kur’an sesleri kesildi. Çünkü yaralıların hepsi öldü. Kolordu şehit oldu. Asker dondu. O manzarayı hatırlamak bile kanımı donduruyor. Üstelik ben o hali gördüm ve yaşadım.
“Sadece Kur’an okunuyor. Ağlamak yok. Çünkü ağlamak demek bir ümit beklemek, bir ışık beklemek demektir. Herkes öleceğini biliyor. Ne bekleyecekler. Niçin ağlasınlar. Nasıl asker silahaltına giderken azığı ile gelme hazırlığına girişmiş idi ise tıpkı onun gibi, şehadet kapısından geçmesi, kayıtsız, şartsız, kesinleşmiş, askerin de Rabbi’nin huzuruna çıkarken, onun kitabından birkaç sure okuma hazırlığı vardı, girişimi vardı. Ağlama yoktu ve ben duymadım. Sadece Kur’an sesi duydum. Ben de Yasin okudum. Gece yarısından sonra ses kesildi. Artık Kolordu’nun sustuğunu ben de anladım!...
“Ben yaralanmamıştım. O düzlükte, o karanlıkta yalnız kaldım. Nereye gidebilirdim. Soğuktan donabilirdim. Aklıma geldi ki yaralıların arasına gireyim. Yaralanmış asker de, bir başka askerin nefesine muhtaç oluyor. Böylece ister istemez yaralılar, sürüne sürüne, karın üstünde öbekleşiyorlar, kümeleniyor. İşte böyle bir yaralılar kümesinin içine girdim. Onların kümesinde, aşağı yukarı, yaralıların altına girdim demektir. Onların vücut sıcakları gece yarısına kadar beni donmaktan korumuştur. Yarı geceden sonra da şehitlerin vücutları soğuyunca, bazı şehitlerin kaputlarını alıp tekrar giyindim. Böylece birkaç kat giysinin içinde sabahı buldum. Kısaca gece ayazı her şeyi dondurdu. Sabah oldu, yerimden doğruldum, karın içinden ayağa kalktım. Elbisem hep kan olmuş. Şehitlerimizin mübarek kanları elbiseme damlamış ve beni de kızartmıştı. Çevreme baktım. Ses yok. Acaba sağ kalan kimse var mı? Yüksek sesle, bağırarak künyemi okudum. Kimse var mı diye bağırdım. 200 adım öteden bir kişi doğruldu karın içinden. Böylece 10 kişi daha karın içinden toplandık. Toplandık amma; acaba biz sağ mıyız, ölü müyüz diye epeyce tereddüt ettik! Bizim taburdan 10 kişi kadar sağ kalmışız! Belki kaybolup da başka yerde kalan olmuştu. Bir türlü, bu maddi âlemde olduğumuza kanaat getiremiyorduk. Çünkü binlerce kişi elbiseyle karın üstünde yatıyor. Belki onlar canlıdır da uyuyorlar! Belki biz şehit olmuşuz da ruhlar âleminden onlara bakıyoruz! Yavaş yavaş bu hayatta olduğumuza inandık.
“Bunları Bizzat Gözlerimle Gördüm”
“Karşıda çamlık var. Çamlığa girip ateş yaktık ısındık. Elbiselerimizi temizledik. Eksiklerimizi, silahımızı, cephanemizi tamamladık. Hadsiz hesapsız silah sahipsiz kalmıştı. Atlar da ölmüştü. Tek tük sağ kalmış at, katır var. Onlar da karın üzerinde yatan arkadaşlarının çevresinde duruyorlar. Her halde onlar da ölümü idrak edememişler, şaşırıp kalmışlar şu insanların işlerine! İnanıyorum ki bu muharebeyi bu atlar idare etmiş olsalardı bu acıklı hale düşmezdik.
“Ey bu söylenenleri dinleyen insanlar! Zannetmeyiniz ki İsmail İrfanoğlu bunları kitap okuyarak bir yerden öğrendi! Zannetmeyiniz ki İrfanoğlu İsmail bu söylediklerini bir başkasından duyup da anlatmıştır. Asla ve haşa! Bunları bizzat gözlerimle gördüm, bizzat ben şahit oldum. Ne var ki ben onları tam göremedim, gördüklerimi de tam anlatamadım. Çünkü görme ve duyma kudretimizi kaybetmiştik!..
“Bizim taburdan 10 kişi sağ kalmıştık. Yani ordumuz kırıldı. Subay da kırıldı. Mekkâre de (at ve katırlar) öldü. Ben onlara da şehit diyorum. Her ne kadar şehitlik rütbesi insan için bir rütbe ise de bizim mekkâremiz de insan sınıfından sayılırdı. Savaş sonrası sağ kalan birkaç at-katırın şaşkınlığını görünce bu kanaate vardım. Yayla sahipsiz kaldı. Silah ve cephane ile her taraf doldu! Silah, cephane var, amma onu tutacak el, kol yok artık. Neye yarar o demir parçaları? Ordu yok oldu.
“Diğer taburlardan da bazı canlılar var tabii. Toplandık. Konuşuyoruz. Yine dedikodu devam ediyor. Kesin olmamakla beraber duyduğumuza göre: Enver Paşa, taarruz başladığında bizimle beraber imiş. Neticeyi görünce kaçmış. 400 atlı birliği varmış. 40 atlı ile kaçmış…
“O muharebede Sarıkamış'ı kurtarmak için uğraşırken 9, 10 ve 11. kolordular cephedeydi. Ben 9. Kolordu'da er idim. Bu kolorduların mevcudu 100 bin civarında olmalıydı. En çok 10 bin kişi kurtulabilmiştir. Yani 90 bin kişi yok olmuştur. Bir ordunun silah ve cephanesi de gitmiştir. Ayrıca geniş bir vatan parçası da düşman eline geçmiştir. Sırf saraya damat olmuş Enver'in kafasızlığından oldu bu felaket. Oysa Rus bizden zayıftı. Öyle ki Rus o zaferinden sonra Erzurum'u işgal etmemiş, Rize ve Trabzon'a girememiştir. Ancak 1916 yılının baharında buralara girebilmiştir.
“Hayatı Ciddiye Almıyorduk!”
“Yapabilecek tek iş var: Şehit yığınlarının arasından, kar içinden çıkıp en yakın ormana sığınmak, her canlının hiç düşünmeden, sevk-i tabii ile yapacağı iş budur. Sağ kalan atlar da öyle yaptılar. Ne yapsınlar, onlar da kader arkadaşımız. Yaktığımız ateş çevresinde atlarla beraber ısınıyoruz…
“Yavaş yavaş şaşkınlığı geride bırakan sağ askerler, toparlanmaya başladık. Gene sohbetler başladı. Çam altlarında manevî meseleler konuşuluyor, kerametler anlatılıyor. Bir asker şöyle anlatıyor: ‘Şehit bir askerin iyi bir tüfeği vardı. Şehit olmuş ama tüfeği elinden bırakmamış. Onun tüfeğini almak istediğim sırada ‘Alma tüfeğimi!’ diye bir ses geldi şehitten, tüfeği almadan korkup kaçtım.’
“Bir yandan kar yağıyor. Yoğun kar, şehitleri örtmeye başladı. Bir daha şehit cesetlerini göremez olduk. Artık karlar eriyince, nisan ayında cesetler meydana çıkacaktır. Rus, cesetlerle ilgilenmiyor. Sağ kalan küçük gruplarla uğraşıyor. Bu maksatla yer yer çatışmalar oluyor. Rus, bu tepeye gelince biz de karşı tepeye geçiyorduk. Artık Rus’u da ciddiye almıyorduk, hayatı ciddiye almadığımız gibi…”
Kaynak: İrfanoğlu İsmail Efendi’nin Esaret Yılları Hatıraları Allahüekber Dağları’ndan Sibirya’ya, Ahmed Rıza İrfanoğlu, Tebliğ Yayınları, İstanbul 2011.
 
Kutu1: “Babamın kitapları ambalaj kağıdı olarak satıldı!”
Babamın hatıralarını belgeleyen bazı kitaplar, mektuplar ve kendi notları köyümüzde, evimizin yanındaki mısır ambarında (nalya) saklanmaktaydı. Bunlar eskimez yazıyla yazılmıştı. 1944-45 yıllarında ortaokul öğrencisiyken nalyada yatıyordum. O zamanlar onları okuyordum. O zamanlar notlarını okumuş, zihnime kazımıştım… O belgeler maalesef yok edildi. Köyümüzdeki okula öğretmen olarak gelen Ali Kafkasyalı, okul çocuklarını eski eserleri toplayıp getirmeleri hususunda teşvik ve tahrik ettiğinden çocuklar bizim ambarın kapısını kırarak içerideki her şeyi okulun önüne getirip meydana döktüler. Ali Kafkasyalı, kendine yarayan her belgeyi alıp götürmüş ve diğer vesikalar da ambalaj kâğıdı olarak bakkallara satılmıştır.
O bakımdan bu hatıralar kitabına bazı belgeleri eklemek mümkün değil!
YEDİKITA
77. Sayı Ocak 2015
9 notes · View notes
mnsrykt · 8 months
Text
"Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bağlanma ve onun peşinden gitmeyi 'Sünnet' olarak isimlendirdiğimiz bir anlayışla ele aldığımızda sakallı Müslüman olmanın Sünnet olmasını sıradan bir görevin ilerisine taşımış oluyoruz. Gerek sakal gerek başka bir Sünnet'e sıradan bir gözle bakmak ne kadar doğrudur? Eğer Sünnet Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bağlı olmanın simgesi ise bizde ona bağlı olmadıkça Allah'ın rızasına eremeyeceksek hangi Sünnet sıradan bir iştir? Başta sakal olmak üzere Sünnet olan bütün emirler, bizim için din dairesinin içinde kalan emirler olarak görülmelidir. Buna göre de sakalın yeri çeneler değil beyinler olacaktır."
15 notes · View notes