Tumgik
#değil mi güzel ruhlu dostlar
zaruriyet · 7 years
Quote
Kaybetmeye alıştıkça daha çok özgürleşiyor insan.
Ahmet Ümit / Beyoğlu'nun En Güzel Abisi
14 notes · View notes
313-silistrevi · 4 years
Text
İSLÂM’IN KÖPRÜSÜ VE NAMAZDAN SONRAKİ ESASI. _ Z E K Â T _
ZEKÂT NEDİR?
Zekât, İslâmî ölçülere göre zengin sayılan bütün Müslümanların, verilmesi uygun olan kişilere ve yerlere her yıl belli oranda vermeleri gereken malî bir ibadettir.
Kur‘ân-ı Kerim'in birçok yerinde Cenâb-ı Hak, “namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin” buyurarak namazla zekâtı birlikte zikretmiştir. Bu da İslâm'da zekâtın, aynen namaz gibi mühim bir ibâdet olduğunun bir nişânesi/göstergesidir..
Zekât lûgatte temizlik, artma-üreme ve bereket mânâlarınadır. Zekâtı verilen malın temizleneceği, üreyeyip bereketleneceği Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklanmıştır:
“(Resûlüm!) Onların mallarından sadaka (ve zekât) al ki, kendilerini onunla arındırıp, tertemiz edesin. (Yani günah kirlerinden temizlenmelerine ve hasenâtlarının bereketlenmesine, muhlisler derecesine terfî edilmelerine sebep olasın).”
Fıkıh lisânında ise zekât, “Bir malın, şerîat tarafından tayin edilen miktarını, Müslüman zenginin seneden seneye, zekât alabilecek sekiz sınıftan birine temlik etmesi; yani, hiçbir menfaat ve istifâde alâkası olmamak üzere ona vermesi” demektir.
Zekât, farz bir ibâdet olduğundan bunun edâsında riyâ söz konusu olmaz. Bilakis başkalarına iyi bir örnek olma durumu da vardır. Ayrıca kişi, başkalarının sû-i zannından da kurtulmuş olur. Bu bakımdan alenî olarak verilmesi efdâldir.
Nâfile sadakalarda ise böyle değildir. Onları gizlice verip gösteriş ihtimâlinden kaçınmak lâzımdır...
Yüce dinimiz, hiçbir zaman kişinin kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu kimselerin temel ihtiyaçlarını bir kenara bırakıp, başkalarının yardımına koş dememiştir.
Bu itibarla temel ihtiyaç malları yani zâtî eşyalar; mesken, meskeni olmayanların mesken için aldıkları arsalar, ev eşyaları, binek vasıtası zekâta mevzû teşkil etmez. Bunların dışında kalan ve iktisadî değer taşıyan bütün menkul ve gayri menkul mallar, nakit (altın-gümüş-para) ve her türlü kazanç ve gelirler ise zekâta tâbi olur..
O bakımdan Müslümanlar, zekât mükellefiyetini bir angarya bir külfet gibi değil; bir borcun ödenmesi, hak sahibine hakkının iâde edilmesi olarak îfa eder; bu hâlis niyetle ibâdet neşvesi içerisinde yerine getirir. Zekâtın, malında-servetinde bir eksilmeye sebep olmayacağını, bilakis malının-mülkünün temizlenip bereketlenerek artacağını bilir.
“Zekât, islâm'ın köprüsüdür”
Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) namazı dînin direği olarak bildirdiği gibi, zekâtı da “kantaratu'l-İslâm” yani İslâm'ın köprüsü olarak vasıflandırmış..
Allâh'ın emrini yerine getirmek maksadıyla sırf onun rızâsı için verilen zekât, mükellefin bir taraftan malını temizlediği gibi, öbür taraftan da nefsini cimrîlik illetinden/hastalığından tezkiye eder, temizler.
Dînimizce, alan el olmak yerine veren el olmak matluptur; çünkü veren el, alan elden üstündür.
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ, HARCANACAĞI YERLER
Kur‘ân-ı Kerim, zekâtın verilebileceği kimseleri hususî bir biçimde sıralayıp, sonra da nerelere harcanabileceğini şöyle ifade eder:
“Zekâtlar, Allah'tan bir farz olarak fakirlere, yoksullara, üzerinde çalışanlara (zekât toplamak üzere vazifeli memurlara), kalbleri te'lif olacak olanlara (İslâm'a ısındırılmak istenenlere) verilir; âzât edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda ve yolcu olanlar için sarf edilir.” 
Görüldüğü üzere âyet-i kerimede, zekâtın verileceği insanlar ve sarf edilebileceği/harcanacağı yerler sekiz sınıf olarak belirtilmiştir:
1. Fakirler: Nisap miktarından az bir mala sahip olan ve mevcut malı ihtiyacına kifâyet etmeyenlerdir. Yani normal ölçülerde geliri giderini karşılamayan kimseler.
2. Miskinler: Fakirden daha aşağı derecede olup hiçbir şeye sahip olmayan yoksullar.
3. Âmil: Ülû’l-emr tarafından zekât, sadaka ve öşürleri toplamak üzere vazifelendirilen memurdur.
4. Müellefe-i kulûb: Kalbleri İslâm’a ısındırılmak istenenler.
5. Borçlular: Borç altında olup da, ödeme imkanı bulunmayan kimseler.
6. Yolcu: Yolda kalan kimse, yani memleketinde malı-mülkü olsa bile, gurbette parasız kalmış kimseler.
7. Köle: Hür / özgür olmayan kimse.
8. Fî sebîlillah: Allah yolunda demektir.
“FÎ SEBÎLİLLAH” KAVRAMININ ÇERÇEVESİ
“Fî sebîlillah’dan murad; gâzilerdir, mücâhitlerdir, nöbet bekleyenlerdir. Hac yolcularıdır, dini imtisal edenler, yani hayatlarının her alanında dinî kriterleri örnek alıp ona uymaya çalışan âbitler-zâhitler, dindarlardır. Keza, cihad eden orduyu techiz etmektir. Bu bakımdan, mücâhitlerin ihtiyacı olan her türlü eşya; yiyecek-içecek, giyecek, yakacak, barınak vebenzeri, 
‘Onlara (düşmanlarınıza) karşı kuvvet hazırlayın’ âyetinin muhtevâsı içindedir.”
“Fî sebîlillah” (Allah yolunda) ifadesi bazı âyetlerde umumî bir şekilde geldiği halde, bazılarında “cihâd” ile beraber zikredilmektedir. “Allah yolunda mal ve canla cihâd” emirlerinin muharebe-mücadele masraflarını karşılamayı ve her çeşit cihad ihtiyacının temini gâyesiyle yapılacak harcamaları ifâde ettiği açıktır.
"Fî sebîlillah” kavramını; Allah yolundaki her türlü hizmeti, hayır işlerini, iyi ve güzel şeyleri içine alacak şekilde geniş olarak tefsir etmek mümkündür.Âlimler  “fî sebîlillah” manâsını genişletip
a) Kendilerini hayra-iyiliğe vakfedenler,
b) Dinî ilimleri tahsil eden talebeler,
mânâlarını da dâhil etmişlerdir.İslâm’ın yayılması, Müslümanların yükselmesi için hangi sınıf daha lüzumlu ise, zekât vermekte de ona öncelik tanınması gerekir. Meselâ; harp zamanında, harbe iştirak eden İslâm mücâhit ve gâzilerine zekât vermeyi tercih etmek daha uygundur.
Ancak, harbin uzun zaman kesilmesi; yahut harbin, İslâm'ın yükselmesi gayesinden uzaklaşması halinde, zekâtı, diğer bir sınıfa meselâ; ilim öğrenmek ve öğretmek için kendilerini bu yola vakfetmiş olan kimselere veya bunların ihtiyaçları için kullanılmak üzere vermek, elbette ki daha münasip olacaktır. 
Bunların ihtiyaçları ise; binadır, binanın arsasıdır, inşaatın her türlü malzemesidir; yiyecek-içecek,yakacak-yatacak... kısacası, ülke ve insanlık yararına okuyup yetişmeleri için lüzum eden her şeydir.
Binâenaleyh, Kur'ân ilmini okuyanlar ve okutanlar “fi sebîllllah” kavramının umumi mânâsına hakkıyla dâhil oldukları gibi, hususi mânâsı olan “mücâhitler” sınıfına da dahildirler.
Dolayısiyle cihadın zamanımızdaki şekline en güzel surette katılmış oluyorlar. Şu halde, zekât ve fıtreyi; ya bizzat onlara veya vekâleten onların her türlü ihtiyaçlarında kullanılmak üzere, bu hizmetlerle alâkadar olanlara vermek en uygun olan yoldur...
_Zekât, fidye ve fitre kimlere verilir, kimlere verilmez?_
Zekât, fidye ve fitre, bir nevi din kardeşine yardımdır, destektir.Bu itibarla kişi, zekâtını da, fidye ve fitresini de önce yakınlarına vermesi gerekir.
Ancak bu hususta kesin hükümler vardır. Çok yakını olanlara zekât veremez. Çünkü bu kadar yakını olan insana zekâtıyla değil kendi nafakasıyla yardım etmesi, kendi ailesinin bir ferdi olarak bakması gerekir.
Bunlara ilim lisanında usûl (üst soy) ve fürû‘ (alt soy) denilir.
_Zekât, fidye ve fitre verilebilecek yakınlar_
• Başka aileye karışmış kız kardeşler, 
• Ayrı hayat kurmuş erkek kardeşler, bunların çocukları, yani kişinin yeğenleri. 
• Amcalar, dayılar, onların çocukları. 
• Halalar, teyzeler, bunların da çocukları... 
• ... ve sonra ihtiyaç sahibi konu-komşu ve dostlar, tanıdıklar, muhitin münasipleri.
_Zekât, fidye ve fitre verilemeyecek olan yakınlar.._
Bunlar usûl (üst soy) ve fürû‘ (alt soy) olmak üzere iki sınıftır: 
• Usûl (üst soy) ; ana-baba, dede-nine dir... 
• Fürû (alt soy) ‘ da, oğul-kız ve bunların çocukları, yâni kişinin torunları dir... 
Bunlara zekât, fidye ve fitre verilmez. Şayet ihtiyaç sahibi iseler, zekâtla değil öz nafakayla desteklenip korunmaları gerekir. 
Zekât, oruç fidyesi ve fıtır sadakasının verilecek olduğu insan, veren kişinin bakmakla yükümlü olmadığı yoksul Müslümanlardan olmalıdır.
Ayrıca kendisi zekât, fıtır sadakası ve oruç fidyesi vermek durumunda olan bir kimse, bunlardan doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanamaz, alamaz.
Bu sebeple bir kimse zekâtını, fidyesini, fıtır sadakasını -yukarıda da belirtildiği üzere- kendi usûl ve fürûuna veremez. Yine bir kimse hanımına zekât, fidye ve fitresini veremeyeceği gibi, hanımı da kocasına bunları veremez.
Yine anlatıldığı üzere bunların dışındaki kardeş, teyze-dayı, amca-hala ve onların çocukları; gelin, damat, kayınpeder ve kayınvalide gibi akrabalar şayet zengin değillerse kendilerine zekât, fidye ve fitre verilebilir...
_Zekât, fidye ve fitre verilip verilemeyeceği sıkça sorulan bir soru?_
- “Kayınvalide ile kayınpedere zekât, fitre verilir mi?” 
- Eğer zekât alabilecek derecede fakir ve muhtaç durumda iseler verilebilir. Şer'an bir mâni yoktur. Bunlar zekât verilmeyecek kadar yakından sayılmazlar...
- Damat ' a verilir mi?..
- Onlara da verilebilir. Şayet ihtiyaç sahibi iseler, bunlar öncelik hakkına da sahiptirler. Oğluna kızına veremese de, damadına, gelinine verebilir. Çünkü gelin, zekât verilmeyeceklerden değildir. Damat da öyle...
Ancak bunlar hassas ve ince ruhlu kimseler ise, dikkatli olmak, veriş şeklini çok iyi ayarlamak gerekir. Belki de bu hikmetinden olacak ki; zekâtı verirken, benim zekâtım, fitrem gibi isimlerle ifade etme şartı yoktur.
Öyle olunca, alanların zekât, fidye ya da fitre olduğunu bilmelerine gerek yoktur. Verenin niyeti ve bir de zekâtı, fitreyi emreden Rabbimiz'in (c.c.) bilmesi kâfidir... Başka bilene ihtiyaç yoktur. Bu bakımdan Bayram harçlığı adıyla da intikal ettirmek mümkündür. Yeter ki rahatsızlık olmasın.
Yine kişi, eğer babası ölmüş ise üvey anneye, büluğ çağına erişip evden ayrılmış ise üvey çocuklara ve üvey babaya da, fakir olmaları halinde zekât verebilir. Çünkü bunlarla zekâtı veren söz konusu kişi arsında usûl (üst soy) ve fürû (alt soy) ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs ahlâken değilse de, hukuken bunlara bakmakla yükümlü değildir. 
Ve kezâ fakir olmak şartıyla, yukarıda da belirttiğimiz gibi geline, kardeşe, hala-amca, dayı-teyze gibi akrabaya, damada, kayınvalideye, kayınpedere, kayınbiradere, üvey evlada da zekât verilebilir. Eğer sâlih iseler, yakın akrabaya vermek, daha çok sevap olur. Sâlih akraba yoksa, başka sâlih kimseleri tercih etmelidir.
Görüldüğü üzere zekât, büyük bir yardım müessesesidir. Bununla İslâm'a ve Müslümanlara büyük çapta hizmetler edilebilir. Yeter ki bu kaynak verilmesi gereken yerlere verilebilsin; çorak arazilere değil de, münbit muhitlere akıtılabilsin. Bu açıdan bakınca, hemen aklımıza ihtiyaç sahibi talebelerin-öğrencilerin kaldığı, okuyup barındıkları yerler, yurtlar gelmektedir...
Hâsılı; zekât ve fitremizle pek çok sosyal yaralarımızı sarabilir, oldukça büyük hizmetlere vesile olabiliriz. Özellikle öğrencilerle meşgul olanlar, zekâtın nasıl ve nerelere harcanacağını bilen hizmet ehli şuurlu mü’minlerdir.
O halde verdiklerimiz “damlaya damlaya göl olmalı”, böyle barajlarda toplanmalı, talebenin ihtiyaçlarını teminde kullanılmalıdır. Bunun lüzum ve ehemmiyetini unutmamak, bu hizmeti gözardı etmemek gerekir.
❗ “Ey iman edenler! Bizim Size Kazandıklarımızın iyi olanından ve size yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendiniz göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın...”❗
❗Âyette geçen “kazandığınız şeyler”den maksat, ticaret malları'dır, onların zekâtı söz konusudur. “Size yerden çıkardığımız şeyler”den murad ise tarım ürünleri'dir..❗
_Cenab-ı Mevla yapmış olduğumuz- yapacağımız ibadetleri namazları-oruçları-hayr-u hasenat'ımızı-zekat-fitre lerimizi eksikleri hataları ve kusurları ile dergâh-ı izzetin de kabul buyursun İnşaAllah..
_
0 notes