Tumgik
#bağırsak hareketleri
Text
<b>Kabızlığa iyi gelen bitkiler</b>, Tıbbi ve Aromatik Özellikleri
Kabızlığa iyi gelen bitkiler, Tıbbi ve Aromatik Özellikleri
Tumblr media
#AntiInflamatuarBitkiler, #BağırsakHareketleri, #BağırsakSağlığı, #BitkiselÇözümler, #BitkiselDestek, #DoğalÇözümler, #KabızlığaIyiGelenBitkiler, #KabızlıkTedavisi, #LifIçeriği, #SindirimDüzenleyiciler, #SindirimSağlığı https://is.gd/5YZmOL https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/blog/kabizliga-iyi-gelen-bitkiler-tibbi-ve-aromatik-ozellikleri/
Kabızlığa iyi gelen bitkiler, sindirim sisteminin düzensizliğiyle başa çıkmak için doğal ve etkili çözümler sunan önemli bir grup bitkiyi içerir. Kabızlık, bağırsak hareketlerinin yavaşlaması ve dışkının sıkılaşması sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Bu durumun hafifletilmesi ve sindirim sisteminin düzenlenmesi amacıyla kullanılan bitkiler, özellikle anti-inflamatuar, spazm giderici ve sindirimi destekleyici özellikleriyle bilinir. Papatya, keten tohumu, maydanoz, zencefil, kişniş, nane, ahududu yaprağı, ısırgan otu, aloe vera ve zeytinyağı gibi bitkiler, doğal çözümler olarak kabızlık sorununa alternatif yaklaşımlar sunmaktadır. Bu paragraf, kabızlığın doğal yollarla giderilmesine yardımcı olabilecek bu bitkilerin önemini vurgulamaktadır.
Kabızlık, sindirim sisteminin düzensiz çalışması sonucu dışkının sıkılaşması ve bağırsak hareketlerinin zorlaşması durumunu ifade eder. Kabızlığa iyi gelen bitkiler, bu rahatsızlığın hafifletilmesine yardımcı olabilecek doğal çözümler sunar.
Papatya: (Matricaria chamomilla), anti-inflamatuar ve spazm giderici özelliklere sahiptir. Bağırsak kaslarını rahatlatarak sindirim sisteminin düzenli çalışmasına destek olabilir.
Keten Tohumu:  (Linum usitatissimum), lif içeriği ile bağırsak hareketlerini teşvik edebilir. Aynı zamanda bağırsaklarda su emilimini artırarak dışkının yumuşamasına yardımcı olabilir.
Maydanoz: (Petroselinum crispum), doğal bir idrar söktürücüdür ve böylece vücuttan fazla su atılmasına yardımcı olur. Bu, dışkının daha yumuşak olmasına katkı sağlayabilir.
Zencefil: (Zingiber officinale), sindirim sistemini uyarabilir ve bağırsak hareketlerini hızlandırabilir. Aynı zamanda anti-inflamatuar etkileri ile sindirim sistemi rahatsızlıklarını hafifletebilir.
Kişniş: (Coriandrum sativum), sindirim sistemi spazmlarını rahatlatıcı etkileri ile kabızlığı hafifletebilir. Aynı zamanda bağırsak hareketlerini artırarak sindirimi kolaylaştırabilir.
Nane: (Mentha piperita), sindirim sistemi kaslarını rahatlatarak bağırsak hareketlerini düzenleyebilir. Karın ağrısını hafifletebilir ve sindirimi kolaylaştırabilir.
Ahududu Yaprağı: (Rubus idaeus), bağırsak hareketlerini düzenleyerek kabızlığı hafifletebilir. Lif içeriği de sindirimi kolaylaştırmaya yardımcı olabilir.
Isırgan Otu: (Urtica dioica), sindirim sistemi üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Düzenli kullanımda bağırsak sağlığını destekleyebilir.
Aloe Vera: Sindirim sistemi hareketlerini düzenleyebilir ve bağırsak hareketlerini kolaylaştırabilir. Ancak dikkatli kullanılmalı ve uzman görüşü alınmalıdır.
Zeytinyağı: Zeytinyağı, bağırsakların düzenli çalışmasına katkı sağlayabilir. Özellikle aç karnına tüketildiğinde etkili olabilir.
Karnıyarıkotu (Plantago Ovata): Kabızlığa iyi gelen en etkili bitkilerden biridir. Psyllium Husk, suyla temas ettiğinde jel haline gelir ve bu da bağırsak hareketlerini kolaylaştırır. Psyllium Husk, toz veya kapsül şeklinde alınabilir.
Sinameki (Cassia Angustifolia): Senna, bağırsak hareketlerini hızlandıran ve kabızlığa iyi gelen bir bitkidir. Senna, toz veya kapsül şeklinde alınabilir.
Bu bitkilerin, kabızlığa iyi geldiğine dair bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. Ancak, bu bitkilerin uzun süreli kullanımı, bazı yan etkilere neden olabilir. Bu nedenle, bu bitkileri kullanmadan önce mutlaka bir uzmana danışılmalıdır.
Kabızlığa iyi gelen bitkilerin yanı sıra, kabızlığı önlemek içinde bazı şeyler yapılabilir. 
Bol su içmek
Lif bakımından zengin yiyecekler yemek
Düzenli egzersiz yapmak
Stresi azaltmak
Kabızlık, genellikle geçici bir durumdur. Ancak, kabızlığın uzun süre devam etmesi, bazı sağlık sorunlarına neden olabilir. Bu nedenle, kabızlığı önlemek veya tedavi etmek için, yukarıdaki önerileri uygulamak önemlidir.
Uyarılar: Her bitkinin etkisi bireysel olarak değişebilir ve uzun süreli veya aşırı kullanım yan etkilere yol açabilir. Kabızlık problemi kronikleşirse mutlaka bir sağlık profesyoneli ile görüşülmelidir.
Referanslar: *Balakrishnan A, et al. (2012). Medicinal benefits of coriander (Coriandrum Sativum L). Spatula DD, 2(4), 251-261. *Khodadadi S, et al. (2015). Aloe vera: A potential herb and its medicinal importance. J Chem Pharmaceut Res, 7(3), 321-327.
0 notes
bilaldemirkr · 2 months
Text
İftar Sonrası Hareket ve Spor Önerileri 2024
New Post has been published on https://bilaldemirkr.com.tr/iftar-sonrasi-hareket-ve-spor-onerileri-2024/
İftar Sonrası Hareket ve Spor Önerileri 2024
İftar sonrası hareket önerileri ve spor egzersizleri hakkında bilgi edinin. Sindirimi kolaylaştıran hareketler, kardiyo antrenmanları için ideal zaman ve esneklik egzersizleri. Su tüketiminin önemi!İftar, oruç tutanlar için günün en özel ve beklenen anıdır. Ancak iftardan sonra vücudu hareketlendirmek ve spor yapmak da oldukça önemlidir. İftar sonrasında yapılan uygun egzersizler sindirimi kolaylaştırabilir, enerji seviyesini yükseltebilir ve genel olarak vücudu rahatlatabilir. Bu blog yazısında, iftar sonrası hareket ve spor önerilerine değineceğiz. İftar sonrası hazırlık egzersizlerinden, sindirimi kolaylaştıran hareketlere, kardiyo antrenmanları için en ideal zaman belirlemeye, esneklik ve yoga egzersizlerine, iftar sonrası su tüketiminin önemine ve etkisine kadar birçok konuya değineceğiz. İftar sonrası kendinizi daha enerjik ve canlı hissetmek istiyorsanız, bu önerilere göz atmayı unutmayın!
İftar Sonrası Hazırlık Egzersizleri
İftar sonrası hareket etmek, sindirimi kolaylaştırmak, vücuda dinçlik ve enerji kazandırmak için oldukça önemlidir. Özellikle iftardan sonra hemen yatmaktan kaçınarak, sindirimi kolaylaştırmak için yapılabilecek egzersizler vardır. İftar sonrası hazırlık egzersizleri, vücudu aktive ederek sindirimi kolaylaştırmak ve metabolizmayı hızlandırmak için oldukça etkilidir.
İftar sonrasında yapılabilecek egzersizler arasında yürüyüş, hafif koşu, tempolu yürüyüş, pilates ve hafif kardiyo egzersizleri bulunmaktadır. Metabolizmanın hızlanması için yapılan bu egzersizler, sindirimi kolaylaştırarak rahat bir uyku çekmenize yardımcı olacaktır.
Bununla birlikte esneme hareketleri de sindirimi hızlandırarak vücudu rahatlatır. Yoga egzersizleri ise hem zihinsel hem de bedensel olarak gevşemenize yardımcı olur. İftar sonrası yapılacak yoga hareketleri ile sindirim sistemi rahatlamakta ve vücutta oluşabilecek ağrı ve şişkinlikler azalmaktadır.
İftar sonrası hazırlık egzersizleri ile vücudu hareketlendirmek, sindirimi kolaylaştırmak ve metabolizmayı hızlandırmak hem kilo kontrolü hem de genel sağlık açısından önemlidir. Bu egzersizler sayesinde iftar sonrası daha rahat bir uyku çekebilirsiniz.
Sindirimi Kolaylaştıran Hareketler
İftar sonrası sindirimi kolaylaştıran hareketler, sindirim sistemini rahatlatarak vücudu dinlendirmeye yardımcı olabilir. Bu nedenle iftar sonrası yapılabilecek hafif egzersizler, sindirimi hızlandırarak rahatlamanızı sağlayabilir.
Bu hareketler arasında yarım saatlik yürüyüş oldukça etkili olabilir. Yemek sonrası yapılan yürüyüşler sindirimi kolaylaştırır, sindirim sistemi üzerindeki baskıyı azaltır ve vücutta oluşabilecek ağrıları önler. Bu nedenle yemek sonrası yapacağınız yürüyüşler sindiriminizi kolaylaştırabilir.
Ayrıca, egzersiz topuyla yapılan egzersizler de sindirim sistemini harekete geçirerek sindirimi kolaylaştırabilir. Bu egzersizler sırasında yapılan hafif bükülme hareketleri, mide ve bağırsak hareketliliğini artırarak sindirimi hızlandırabilir.
Yoga hareketleri de sindirimi kolaylaştırabilir. Özellikle sindirim sistemini harekete geçiren pozisyonlardan oluşan yoga egzersizleri, sindirim sistemini rahatlatabilir ve sindirimi hızlandırabilir.
Egzersiz Hareketi Egzersiz Süresi Yürüyüş 30 dakika Egzersiz Topu 15-20 dakika Yoga 20-30 dakika
İftar sonrası sindirimi kolaylaştıran bu hareketleri düzenli olarak yaparak sindirim sisteminizi rahatlatabilir, vücudunuzun dinlenmesine yardımcı olabilirsiniz.
Kardiyo Antrenmanları İçin En İdeal Zaman
Kardiyo antrenmanları için en ideal zaman, genellikle sabah saatleridir. Sabah kardiyo egzersizleri, vücudunuzu güne hazırlamak ve metabolizmanızı hızlandırmak için harika bir yoldur. Sabahları kardiyo yapmak, gün boyunca daha enerjik ve zinde olmanızı sağlar. Ayrıca, sabah kardiyo egzersizleri yapmak, gün içindeki diğer işlerinizi yapmak için zaman bulmanıza yardımcı olabilir.
Ancak, kardiyo antrenmanları için en ideal zaman kişisel tercihlere bağlı olarak değişebilir. Örneğin, bazı insanlar öğleden sonra kardiyo yapmayı tercih edebilir çünkü bu onların enerji seviyelerinin daha yüksek olduğu bir zamandır. Önemli olan, kardiyo antrenmanlarını düzenli bir şekilde yapmak ve vücudunuza en uygun zamanı bulmaktır.
Kardiyo egzersizlerini zamanınıza göre planlarken, dikkate almanız gereken bir diğer faktör ise yemek yeme sürecidir. Kardiyo antrenmanları için en ideal zaman, iftar sonrası olabilir. İftar sonrası kısa bir süre bekleyerek ve hafif bir atıştırmalık tükettikten sonra yapılan kardiyo egzersizleri, sindirim sisteminizin çalışmasına yardımcı olabilir. Ancak, kişisel deneyimlerinizi göz önünde bulundurarak, kendi vücudunuza en uygun zamanı belirlemelisiniz.
Kardiyo antrenmanları için en ideal zamanı belirlerken, haftanın farklı günlerinde farklı zamanlarda egzersiz yapmayı deneyebilir ve vücudunuzun nasıl tepki verdiğini gözlemleyebilirsiniz. Unutmayın, kardiyo antrenmanlarının verimli olabilmesi için düzenli ve sürekli bir şekilde yapılması önemlidir.
Esneklik ve Yoga Egzersiz Önerileri
Esneklik ve yoga egzersizleri, hem bedensel hem de zihinsel sağlığımız için oldukça önemlidir. Esneklik egzersizleri, vücudun hareket açıklığını artırırken, yoga ise stresi azaltmaya yardımcı olur. Bu nedenle, iftar sonrası yapabileceğiniz esneklik ve yoga hareketleri sizin için hem fiziksel hem de zihinsel rahatlama sağlayabilir.
Birinci egzersiz olarak esneklik egzersizleri için temel bir hareket olan bükülme egzersizi yapabilirsiniz. Bu hareket, sırt ve omuz kaslarınızı esnetirken aynı zamanda nefes alışverişinize odaklanmanızı sağlar. Ikinci olarak, yoga pozu olan balasana (çocuk pozu) egzersizi ile bel ve sırt kaslarını rahatlatabilir, stresinizi azaltabilirsiniz.
Ayrıca, esneklik ve yoga egzersizleri için düzenli bir pratik yapmak, vücudunuzun daha esnek olmasına ve zihinsel olarak daha dengeli hissetmenize yardımcı olacaktır. Bu nedenle, iftar sonrası yapacağınız bu egzersizlerin sağlığınıza önemli faydaları olacaktır.
İftar Sonrası Su Tüketiminin Önemi ve Etkisi
İftar sonrası su tüketiminin önemi, Ramazan ayında vücudun ihtiyaç duyduğu sıvıyı karşılamak ve sindirimi kolaylaştırmak için oldukça büyüktür. İftar sofralarında genellikle ağır ve yağlı yemekler tüketildiği için su tüketimi sindirim için oldukça önemlidir.
İftar sonrası yeterli miktarda su içmek, vücudu susuz bırakmadan oruç boyunca oluşan sıvı kaybını telafi etmek açısından oldukça önemlidir. Ayrıca su içmek, sindirimi kolaylaştırarak mide sağlığını da korur. Sindirimi kolaylaştıran su, hazımsızlık ve mide yanmalarının önlenmesine yardımcı olur.
İftar sonrası su tüketimi aynı zamanda vücudu temizler ve toksinlerin atılmasına yardımcı olur. Toksik maddelerin vücuttan atılması, vücudun sağlıklı ve dengeli çalışmasını sağlar. Bu nedenle iftar sonrası yeterli su tüketmek, genel vücut sağlığı için oldukça önemlidir.
Su tüketiminin etkisi ise vücudun düzenli çalışmasını sağlamak ve sindirim sisteminin sorunsuz bir şekilde çalışmasını desteklemektir. Dolayısıyla, iftar sonrasında yeterli su içmek hem vücudun sıvı dengesini sağlar hem de sindirim sistemini destekler.
Sık Sorulan Sorular
İftar sonrası hangi saatlerde spor yapılabilir?
İftar sonrası en uygun saatler, iftardan 1-2 saat sonra veya teravih namazından sonra olabilir. Vücudun sindirim sistemine verdiği yükü hafifletmek ve enerji seviyesini artırmak için bu saatler tercih edilebilir.
İftar sonrası hangi tür egzersizler yapılabilir?
İftar sonrası hafif tempolu yürüyüş, koşu, bisiklet sürme veya yoga gibi düşük yoğunluklu egzersizler tercih edilebilir. Ağır egzersizlerden kaçınılmalıdır.
İftar sonrası ne tür besinler tüketilmelidir?
İftar sonrası hafif ve sindirimi kolay besinler tercih edilmelidir. Bol su, sebze, meyve, protein ve kompleks karbonhidrat içeren bir beslenme düzeni uygundur.
İftar sonrası spor yaparken nelere dikkat edilmelidir?
Spor yaparken yeterli miktarda su içilmeli, ağır ve yağlı yemeklerden kaçınılmalı, vücudun sinyalleri dinlenmeli ve egzersiz sonrası esneme hareketleri yapılmalıdır.
İftar sonrası uygun spor kıyafetleri nasıl olmalıdır?
Spor yaparken rahat ve nefes alabilen kıyafetler tercih edilmelidir. Ayrıca baş, boyun ve gözleri güneş ışınlarından koruyan şapka, şemsiye veya güneş gözlüğü kullanılabilir.
İftar sonrası spor yapmanın faydaları nelerdir?
İftar sonrası spor yapmak, sindirim sistemini harekete geçirir, vücutta biriken toksinlerin atılmasını sağlar, enerji seviyesini yükseltir ve stresi azaltır.
İftar sonrası spor yapmak kilo vermeye yardımcı olur mu?
Eğer dengeli bir beslenme programı takip edilirse ve düzenli olarak spor yapılırsa, iftar sonrası spor yapmak kilo vermeye yardımcı olabilir. Ancak bu konuda uzman bir diyetisyen veya antrenörden destek almak önemlidir.
"@context": "https://schema.org", "@type": "FAQPage", "mainEntity": [ "@type": "Question", "name": "İftar sonrası hangi saatlerde spor yapılabilir?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İftar sonrası en uygun saatler, iftardan 1-2 saat sonra veya teravih namazından sonra olabilir. Vücudun sindirim sistemine verdiği yükü hafifletmek ve enerji seviyesini artırmak için bu saatler tercih edilebilir." , "@type": "Question", "name": "İftar sonrası hangi tür egzersizler yapılabilir?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İftar sonrası hafif tempolu yürüyüş, koşu, bisiklet sürme veya yoga gibi düşük yoğunluklu egzersizler tercih edilebilir. Ağır egzersizlerden kaçınılmalıdır." , "@type": "Question", "name": "İftar sonrası ne tür besinler tüketilmelidir?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İftar sonrası hafif ve sindirimi kolay besinler tercih edilmelidir. Bol su, sebze, meyve, protein ve kompleks karbonhidrat içeren bir beslenme düzeni uygundur." , "@type": "Question", "name": "İftar sonrası spor yaparken nelere dikkat edilmelidir?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "Spor yaparken yeterli miktarda su içilmeli, ağır ve yağlı yemeklerden kaçınılmalı, vücudun sinyalleri dinlenmeli ve egzersiz sonrası esneme hareketleri yapılmalıdır." , "@type": "Question", "name": "İftar sonrası uygun spor kıyafetleri nasıl olmalıdır?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "Spor yaparken rahat ve nefes alabilen kıyafetler tercih edilmelidir. Ayrıca baş, boyun ve gözleri güneş ışınlarından koruyan şapka, şemsiye veya güneş gözlüğü kullanılabilir." , "@type": "Question", "name": "İftar sonrası spor yapmanın faydaları nelerdir?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "İftar sonrası spor yapmak, sindirim sistemini harekete geçirir, vücutta biriken toksinlerin atılmasını sağlar, enerji seviyesini yükseltir ve stresi azaltır." , "@type": "Question", "name": "İftar sonrası spor yapmak kilo vermeye yardımcı olur mu?", "acceptedAnswer": "@type": "Answer", "text": "Eğer dengeli bir beslenme programı takip edilirse ve düzenli olarak spor yapılırsa, iftar sonrası spor yapmak kilo vermeye yardımcı olabilir. Ancak bu konuda uzman bir diyetisyen veya antrenörden destek almak önemlidir." ]
0 notes
falancaportal · 3 months
Text
Gebelikte 21. hafta gelişimi - 21 Haftalık Gebelikte bilinmesi gerekenler
New Post has been published on https://renklihobi.com/gebelikte-21-hafta-gelisimi-21-haftalik-gebelikte-bilinmesi-gerekenler/
Gebelikte 21. hafta gelişimi - 21 Haftalık Gebelikte bilinmesi gerekenler
Gebelikte 21. hafta, anne adayları için heyecan verici bir dönemdir. Bebeğin gelişimi hızla devam etmekte ve artık anne karnında daha belirgin bir şekilde hissedilmektedir. 21 haftalık gebelikte bilinmesi gerekenler hakkında doğru bilgilere sahip olmak, anne adaylarının bu süreci daha rahat ve sağlıklı bir şekilde geçirmelerine yardımcı olabilir.
Ana Noktalar
Gebelikte 21. Hafta Gelişimi
Bebek ve Anne Sağlığı
Beslenme ve Egzersiz
Riskler ve İpuçları
Psikolojik Destek ve Hazırlıklar
Gebelikte 21. Hafta Gelişimi
Gebelikte 21. haftaya gelindiğinde bebeğin gelişimi hızla devam etmektedir. Bu haftada bebeğin bazı önemli gelişmeleri gerçekleşir.
Bebeğin Gelişimi
21. haftada bebeğin cildi daha kalınlaşmaya başlar ve kıllarının oluşumu devam eder. Ayrıca bebeğin vücudu yağ dokusuyla kaplanmaya başlar ve bu da cildin daha yumuşak ve pürüzsüz bir görünüm kazanmasını sağlar.
Anne Adayının Değişimleri
21. haftada anne adayı bebeğin hareketlerini daha net bir şekilde hissetmeye başlar. Bu dönemde rahim büyümeye devam eder ve anne adayındaki mide-bağırsak sorunları artabilir. Bu nedenle dengeli beslenmeye ve düzenli egzersiz yapmaya dikkat etmek önemlidir.
Önemli Noktalar
Beslenme: Gebelikte 21. haftada beslenmeye dikkat etmek bebeğin sağlıklı gelişimi için önemlidir. Yeterli protein, vitamin ve mineral alımına özen gösterilmelidir.
Egzersiz: Düzenli egzersiz yapmak hem anne adayının hem de bebeğin sağlığı için faydalıdır. Yürüyüş, prenatal yoga gibi aktiviteler tercih edilebilir.
Doktor Kontrolleri: 21. haftada düzenli olarak doktor kontrollerine devam etmek, bebeğin gelişimini takip etmek ve olası riskleri önceden tespit etmek açısından önemlidir.
Gebelikte 21. hafta, bebeğin ve anne adayının sağlığı açısından birçok önemli değişimin yaşandığı bir dönemdir. Bu nedenle annenin ve bebeğin sağlığına dikkat etmek ve gereken önlemleri almak büyük bir önem taşır.
Anne Adayları İçin 21. Haftalık Gebelikte Önemli Bilgiler
Hamilelik sürecinin 21. haftasına geldiğinizde, bebeğiniz hızla büyümeye devam ediyor ve vücudunuzda birçok değişiklik meydana geliyor. Bu dönemde bilmeniz gereken bazı önemli bilgiler bulunmaktadır.
Bebeğin Gelişimi
21. haftada bebeğin cildi hala kırışık olsa da, yağ bezleri gelişmeye başlayarak cildi düzleşmeye başlar. Bebeğin hareketleri daha da belirginleşir ve siz bu hareketleri daha sık hissedebilirsiniz. Bebeğin kulakları da iyice gelişmeye başlar ve dışarıdaki seslere tepki vermeye başlar.
Anne Adayının Vücudundaki Değişiklikler
21. haftada rahminiz göbek düzeyinize ulaşmış olabilir ve bu da bel ağrılarına sebep olabilir. Ayrıca, cildinizdeki renk değişiklikleri ve çatlaklar da bu dönemde artabilir. Dengeli beslenmeye ve bol su içmeye devam etmeniz önemlidir.
21. Hafta Gebelikte Beslenme
Gebelik sürecinde sağlıklı beslenmek oldukça önemlidir. Bu dönemde bebeğinizin kemik gelişimi için kalsiyum ve D vitamini içeren besinlere ağırlık verebilirsiniz. Ayrıca, demir ve protein açısından zengin besinler tüketmeye devam etmelisiniz. Günlük olarak en az 8 bardak su içmeyi unutmamalısınız.
21. Hafta Gebelikte Doktor Ziyareti
21. haftada doktorunuzun randevusu önemlidir. Bu ziyarette bebeğinizin gelişimi kontrol edilecek ve gerekli tetkikler yapılacaktır. Doktorunuzun önerilerine dikkat etmeli ve gerekli tahlil ve ultrason testlerini yaptırmalısınız.
Gelişim Değişiklikler Beslenme Doktor Ziyareti Hareketli Rahmin yükselmesi Kalsiyum ve D vitamini Kontrol ve testler
Gebelikte 21. Haftada Bebeğin ve Anne Adayının Sağlığı
Gebelikte 21. haftaya gelindiğinde bebeğin gelişimi hızla devam etmektedir. Bu dönemde bebeğin boyu yaklaşık 26 cm, ağırlığı ise 360 gram civarındadır. Artık bebeğin kemikleri sertleşmeye başlamış ve cildi altında yağ depolanmaya başlamıştır. Bebeğin kasları da gelişmekte ve hareketleri daha belirgin hale gelmektedir. Cildi henüz kırış kırış değildir, ancak daha fazla yağ depolanması ile birlikte cilt kırışıklıkları da azalacaktır. Bebeğin beyni gelişmeye devam ederken, sinir sistemi de daha da kompleks hale gelmektedir.
Anne Adayının Beslenmesi:
Gebelikte 21. haftada anne adayının beslenmesi oldukça önemlidir. Bebeğin kemik gelişimi için bol miktarda kalsiyum alınmalı, demir eksikliği riski için ise demir takviyeleri kullanılmalıdır. Protein, folik asit ve diğer temel besin maddeleri de düzenli olarak alınmalıdır. Aynı zamanda bol su tüketmek de anne ve bebek için oldukça faydalıdır.
Anne Adayının Sağlığı:
Gebelikte 21. haftada anne adayının da sağlığına özen göstermesi gerekmektedir. Düzenli olarak doktor kontrolleri yapılmalı, gerekli olan tahliller ve ultrason kontrolleri düzenli olarak yaptırılmalıdır. Ayrıca egzersiz yapmak da anne adayının sağlığı ve bebeğin gelişimi için oldukça faydalıdır. Dengeli beslenmek, stresten uzak durmak ve uyku düzenine dikkat etmek de anne adayının sağlığını korumak için oldukça önemlidir.
Unutulmaması gereken en önemli noktalar;
– Düzenli doktor kontrolleri – Dengeli beslenme – Sağlıklı yaşam alışkanlıkları
Sıkça Sorulan Sorular
21. haftada bebeğimin büyüklüğü ne kadar olmalı?
Normal bir gebelikte 21. haftada bebeğin yaklaşık olarak 27-28 cm uzunluğunda ve 360-430 gram ağırlığında olması beklenir.
21. haftada hangi besinleri tüketmeliyim?
21. haftada bebeğinizin gelişimi için demir, kalsiyum, protein, folik asit ve omega-3 içeren besinleri tüketmeye özen göstermelisiniz.
21. haftada hangi egzersizleri yapabilirim?
21. haftada yürüyüş, yüzme, hamile yogası gibi düşük etkili ve hamilelik için uygun egzersizleri tercih edebilirsiniz.
0 notes
univethayvanhastanesi · 9 months
Text
Kedilerde Kabızlık: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri
cKabızlık, kedilerde sıkça rastlanan bir sindirim sorunudur ve ciddi rahatsızlıklara yol açar. Bu yazıda, kedilerde kabızlığın nedenlerini, belirtilerini ve nasıl tedavi edilebileceğini anlatacağız. Ayrıca kabız kedilere yardımcı olabilecek bazı doğal çözümleri de inceleyeceğiz.
Kedilerde Kabızlık Nedenleri
Kedilerde kabızlığın birçok nedeni vardır. İşte bazı yaygın nedenler:
Yetersiz Su Tüketimi: Kedinizin yeterince su içmemesi sindirim sistemini yavaşlatır ve kabızlığa yol açar.
Yetersiz Lif İçeriği: Kedinizin diyeti yetersiz lif içeriyorsa, bağırsak hareketleri zorlaşır.
Farklı Bir Diyet: Aniden farklı bir diyetle beslenmeye başlamak, sindirim sistemi üzerinde olumsuz etkilere yol açar.
Tüy Yutma: Kediler tüy yutma nedeniyle kabızlık yaşayabilirler. Tüy yumağı oluşturabilirler.
Bağırsak Tıkanıklığı: Bağırsaklarda bir tıkanıklık olması durumunda, dışkı geçişi engellenir.
İlaçlar: Bazı ilaçlar kabızlığa yol açar.
Kedilerde Kabızlık Belirtileri
Kedinizin kabızlık yaşadığını gösteren belirtiler şunlardır:
Dışkıda Zorlanma: Kediniz tuvalette zorlanıyorsa veya dışkı yapmak için uzun süre uğraşıyorsa, bu kabızlık işaretlerinden biridir.
Dışkı Sertliği: Dışkı sert ve kuru görünüyorsa, kabızlık işaretidir.
Az Dışkı: Kediniz normalden daha az sıklıkta dışkı yapıyorsa veya dışkı miktarı azalmışsa, bu bir sorunun göstergesidir.
Huzursuzluk: Kediniz kabızlık nedeniyle huzursuzsa veya tuvaleti kullanmaktan kaçınıyorsa, bu kabızlık belirtisi sayılmaktadır.
Kedilerde Kabızlık Nasıl Geçer?
Kabızlık tedavisinde kullanılan bazı yöntemler aşağıdaki gibidir:
Su İçirmek: Kedinizin yeterince su içmesini sağlamak sindirim sistemini düzenlemeye yardımcı olur. Kedinizin su kabını temiz ve taze tutun.
Yüksek Lifli Diyet: Kedinizin diyetine daha fazla lif eklemek sindirim sistemini hızlandırır. Veterineriniz, kedinizin ihtiyaçlarına uygun bir diyet önerecektir.
Laksatifler: Veterinerinizin önerdiği laksatifleri kullanmak, kabızlığı hafifletecektir.
Lavman: Şiddetli kabız vakalarında, veteriner hekiminiz kedinizin bağırsaklarına su veya lavman uygulayarak dışkıyı yumuşatacaktır.
Kedilerde Kabızlık Tehlikeli midir?
Kedilerde kabızlık, 48-72 saatten uzun sürerse veya aşağıdaki belirtilerden herhangi biri varsa veteriner hekime görünmeniz önemlidir:
Ağrılı dışkılama
Kanlı dışkı
İştahsızlık
Halsizlik
Kilo kaybı
Kabızlık, altta yatan bir sağlık sorununun belirtisidir.
Sonuç olarak, kedilerde kabızlık ciddi bir sağlık sorunu olabilir. Bu nedenle belirtiler görüldüğünde veterinerinizle iletişime geçmek önemlidir. Ayrıca, kedilerinize düzenli veteriner kontrolleri ve dengeli bir diyet sağlayarak kabızlık riskini azaltabilirsiniz.
0 notes
Link
0 notes
hamilelikte · 1 year
Text
Hamilelikte çatlak kremi kullanma zamanı oldukça önemlidir. Çünkü hamilelikte çatlak kremi kullanımı, çatlakların oluşmasını önlemeye yardımcı olur. Bu ürünlerin içeriğinde A vitamini, E vitamini, gliserin, hyaluronik asit, kakao yağı, shea yağı gibi doğal bileşenler yer alır. Bu bileşenler cildin elastikiyetini arttırır ve çatlakların oluşmasının önüne geçer. Hamilelik, kadınların hayatlarında özel bir dönemdir. Ancak bu dönemde vücutta çeşitli değişiklikler ortaya çıkar. Bağırsak hareketleri, şişen ayaklar, göbek, kalçalar ve göğüslerde artan hacim, hormonal değişiklikler gibi birçok faktör hamilelikte çatlakların oluşmasına neden olabilir. Hamilelikte Çatlak Kremi Kullanma Zamanı Eğer hamilesiniz ve çatlak oluşumuna karşı önlem almak istiyorsanız hamilelikte çatlak kremi kullanma zamanı özellikle son 3 ay içerisinde başlamalısınız. Çünkü bu dönemde bebek büyümesi hızlanır ve vücutta çatlak oluşumu daha olası hale gelir. Hamilelik boyunca kadınların vücutları hormonel değişimler yaşadığından, ciltleri de bu süreçten oldukça etkilenir. Bu etkilerin en yaygın olanı ise çatlaklardır. Çatlaklar, deride meydana gelen tahribatlar sonucu ortaya çıkar ve genellikle bebek kilosunun artışıyla birlikte görülür. Bu nedenle, hamilelikte çatlak kremi kullanma zamanı oldukça önemlidir. hamilelikte catlak kremi kullanma zamani Çatlak kremi, hamilelikteki ciltteki elastikiyet kaybını önlemeye yardımcı olur ve cildi nemlendirir. Bu sayede cilt, bebek büyüdükçe genişlemeye ve gerilmeye daha az yatkın hale gelir. Ancak, çatlak kremlerinin etkisi bireysel olarak değişebilir ve her kadında farklı sonuçlar verebilir. Bu nedenle, çatlak kremi kullanmadan önce doktorunuzla konuşmanızı öneririz. Hamilelikte çatlak kremi kullanma zamanı genellikle gebeliğin ilk üç ayından itibaren başlar. Bu süreçte cildi hızla genişleyen kadınlar, çatlak kremini günde en az bir kez ciltlerine uygulamalıdır. Böylece, cilt elastikiyetini korur ve çatlakların oluşumunu önler. Ayrıca, Hamilelikte Karın Ovalamak Zararlı Mı? başlıklı yazımızı da okumanızı öneririz. Unutmayın, her kadının cilt tipi farklıdır ve çatlak kremi kullanımının sonuçları her kadında farklı olabilir. Bu nedenle, çatlak kremi kullanmadan önce doktorunuzla konuşmanızı öneririz. Gebelikte sağlıklı ve mutlu bir dönem geçirmenizi dileriz. Hamilelikte Çatlak Kremi Nasıl Kullanılır? Hamilelik dönemi, kadınların yaşayabileceği en özel ve güzel süreçlerden biridir. Ancak, bu süreçte annelerin karşılaşabileceği bazı sorunlar da bulunmaktadır. Bu sorunlardan en sık rastlananı, hamilelikte meydana gelen çatlaklardır. Çatlaklardan korunmak için hamilelikte çatlak kremi kullanımı oldukça önemlidir. Hamileyken kullanılan çatlak kremleri ve özellikleri şu şekildedir: Mandelik asit içerikli kremler: Cildi besler ve onarır. Vitamin E içerikli kremler: Cildi nemlendirir ve onarır. Shea yağı içerikli kremler: Cildi nemlendirir ve esnekliğini artırır. Hamilelikte çatlak kremi kullanımı, cildinizi nemlendirerek esnekliğini korumanıza yardımcı olur. Ancak, çatlak kremi kullanmak için bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor: Hamilelikte çatlak kremi kullanırken, doğal ve organik içerikli ürünleri tercih etmek en doğru seçim olacaktır. Böylece bebeğinizin sağlığına zararlı kimyasal maddelerle temas etmekten kaçınmış olursunuz. Çatlak kremini kullanmadan önce, cildinizi mutlaka temizlemelisiniz. Bu sayede krem cildinize daha iyi nüfus edebilir. Çatlak kremi uygularken, cildinize masaj yaparak sürmeniz daha etkili olacaktır. Bu sayede kan dolaşımı artarak cildiniz daha sağlıklı görünecektir. Hamilelikte çatlaklardan korunmak için doktorunuzun da önerilerine dikkat etmeniz gerekiyor. Böylece, sağlıklı bir hamilelik süreci geçirirken, bebek bekleyen annelerin hem kendilerini hem de bebeklerini korumasına yardımcı olabilirsiniz. Hamilelikte Çatlak Kremi Önerileri Hamilelikte Catlak Kremi Onerileri Hamilelik dönemi kadınların bedenlerinde birçok değişiklik yaşanır ve özellikle de cilt yapıları bu süreçten
etkilenir. Hamilelikte alınan kilolar, hormonal değişiklikler gibi nedenlerle birçok kadının karşı karşıya kaldığı durumlardan biri de çatlaklardır. Çatlakların oluşmasını tamamen önlemek mümkün olmasa da, en aza indirgemek için kullanabileceğiniz çatlak kremi önerileri mevcuttur. 1. Mustela Maternite Stretch Marks Double Action Çatlak Kremi: Bu krem içerisindeki Hyalüronik Asit ve Elastoregulator kompleksi sayesinde cildin esnekliğini arttırır. Özellikle de hamileliğin son dönemi için idealdir. 2. Weleda Hamilelik Çatlaklarını Önleyici Bakım Kremi: Doğal içerikli Weleda ürünleri, hassas ciltlerde oluşabilecek irritasyonları da en aza indirir. Hammileliğin ilk aylarından itibaren kullanabileceğiniz bu krem, cildin esnekliğini arttırır ve çatlak oluşumunu önler. 3. Sebamed Anti-Stretch Mark Çatlak Kremi: Bu krem, cildin nem seviyesini korur ve elastikiyetini arttırır. İçerisindeki meyve asitleri sayesinde cildin yenilenmesini hızlandırır ve çatlak oluşumunu engeller. Bu ürünlerin yanı sıra çatlak önleyici kremlerin etkisini arttırmak için, düzenli olarak kullanılması önemlidir. Hamilelik dönemi boyunca sabah ve akşam olmak üzere günde en az iki kez uygulanması idealdir. Cilt tipine göre tercih edilebilecek çatlak kremleri ile en güzel bebek bekleyişinize hazırlık yapabilirsiniz. Hamilelikte Çatlak Kremi Nerelere Sürülür? Hamilelikte çoğu kadının en büyük sorunlarından birisi çatlaklardır. Bu da hamilelik sürecinin bir parçasıdır. Hamilelikte çatlaklar genellikle karın, kalça, göğüs ve uyluklar gibi birkaç bölgede görülür. Hamilelikte çatlakları önlemenin en iyi yolu, hamilelikte çatlak kremi sürülmesidir. Hamilelikte çatlak kremi, önemli besleyici maddeler içerir ve kuruluğu önler. Bununla birlikte, bu kremi sürmek için hamilelikte çatlak kremi sürme yerleri hakkında biraz bilgi sahibi olmanız gerekir. Çatlaklar birçok farklı bölgede ortaya çıkabilir, bu nedenle, hamilelikte çatlak kremi sürme yerleri, çatlakların nerede daha muhtemel olabileceğiyle ilgilidir. Çatlakların büyük olasılıkla oluştuğu yerler: Karın Uyluklar Göğüsler Kalçalar Çatlakların büyük olasılıkla oluştuğu yerler nedeniyle, hamilelikte çatlak kremi bu bölgelere düzenli olarak sürülmelidir. İyi bir hamilelikte çatlak kremi, cildi nemlendirerek kuruluğun önüne geçer. Hatta hamilelikte çatlak kremi sürmek, rahatlama bile sağlayabilir. Hamilelikte çatlak kremi sürerken, cildinizin nemli olması önemlidir. Bunun yanı sıra, hamilelikte çatlak kremi sürerken, bazı masaj teknikleri de uygulanabilir. Bu, kremi daha iyi emilmesine yardımcı olacak ve cildinizi daha doğal bir şekilde besleyecektir. Hamileyken Karına Çatlak Kremi Sürmek Bebeğe Zarar Verir Mi? Hamileyken Karina Catlak Kremi Surmek Birçok doktor, hamilelerin bu kremleri kullanmasında sakınca olmadığını ifade etmektedir. Özellikle dışarıdan uygulanan ilaçların bebeğe geçme olasılığı oldukça düşüktür. Ancak yine de kullanmadan önce doktorunuza danışmanızda fayda vardır. Çatlak kremlerinin içerisinde kullanılan maddelerin çoğunluğu doğal maddelerdir. Bu nedenle bebeğe herhangi bir etkisi bulunmaz. Ancak bazı kremlerin içeriğinde zararlı maddeler de olabilir. Bu nedenle hamilelerin, kullandıkları kremlerin içeriğine dikkat etmeleri gerekir. Her ne kadar kullanımına doktorlar izin veriyor olsa da yine de gereğinden fazla kullanılmamalıdır. Hamilelik döneminde meydana gelen çatlak izlerinden kurtulmak mümkün değildir ancak kremlerin düzenli kullanımı sayesinde çatlakların görünümü azaltılabilir. Özellikle hamileyken karına çatlak kremi sürmek, ciltte nemlendirici ve besleyici etkisi sağlayarak çatlakların sürece zarar vermesini engeller.
0 notes
opdrkenansimsek · 1 year
Text
Boyun Fıtığı - Belirtileri - Tedavisi
Tumblr media
İçindekilerBoyun Fıtığı, Belirtileri ve Tedavi Seçenekleri Boyun Fıtığı için Ağrı Yönetimi Boyun Fıtığı Nasıl Oluşur Boyun Fıtığı için Risk faktörleri Boyun Fıtığı ciddi olduğunda Boyun Fıtığı Belirtileri ve Semptomları Sinir kökü ile Boyun Fıtığı Belirtileri Boyun Fıtığı daha az yaygın belirti ve Semptomları Boyun Fıtığı Nedenleri  Boyun Fıtığı Tanısı Boyun fıtığı için konservatif tedaviler Etkinlik Değişikliği Boyun fıtığı İlaçsız tedavisi Boyun fıtığında Fizyoterapi Boyun fıtığında Enjeksiyonlar Boyun fıtığında diğer Cerrahi Olmayan Tedaviler Boyun fıtığında Anterior servikal diskektomi ve omurga füzyonu (ACDF) Boyun fıtığında Servikal yapay disk replasmanı Boyun Fıtığında Posterior servikal diskektomi Boyun Fıtığı Ameliyat sonrası bakım ve iyileşme Boyun Fıtığı, Belirtileri ve Tedavi Seçenekleri Servikal fıtıklaşmış bir disk birçok farklı ağrı tipine neden olabilir veya hiç semptom göstermez. Ağrı, boyun, kol ve/veya eldeki ağrıdan, aynı bölgelere yayılan elektrik benzeri ağrıya kadar değişebilir. Bazen kol veya el uyuşması veya zayıflığı da mevcut olabilir. Servikal fıtıklaşmış bir disk bir çeşit travma veya boyun yaralanmasından kaynaklanabilirken, semptomlar genellikle kendiliğinden başlar. Servikal fıtıklaşmış disk ağrısı ve ilgili belirtiler genellikle bir kolda veya diğerinde hissedilir. Semptomlar, hangi diskin fıtıklaştığına ve hangi sinir kökünün sıkıştığına veya iltihaplandığına bağlı olarak değişebilir. Nadiren, ağrı, karıncalanma, uyuşma ve/veya zayıflık, omurilik etkilenirse vücudun her iki koluna veya altına girebilir. Bağırsak ve/veya mesane kontrolü kaybı da nadirdir, ancak olası sonuçlardır. Boyun Fıtığı için Ağrı Yönetimi Servikal fıtıklaşmış bir diskten boyun ve / veya kol ağrısı kısa ömürlü olabilir ve sadece birkaç gün sürebilir veya kronik hale gelebilir ve aylar veya daha uzun sürebilir. Ağrının gelip gitmesi veya belirli aktiviteler sırasında özellikle kötü alevlenmeler olması yaygındır. Boyun ve/veya kol ağrısı fıtıklaşmış bir diskten kaynaklandığında, diskin kendisi iyileşemese bile semptomlar genellikle 4-6 ay içinde tamamen düzelir.1 Servikal fıtıklaşmış disk ağrısı vakalarının çoğu, reçetesiz ağrı kesici ilaçlar, boynu güçlendirmek ve germek için fizik tedavi, buz veya ısı paketleri ve/veya ağrı azalıncaya kadar ağrılı hareketleri önlemek için aktivite modifikasyonları gibi cerrahi olmayan tedavilerle başarılı bir şekilde yönetilebilir. Bazen, ağrıyı sakinleştirmek ve rehabilitasyonu ilerletmek için oral steroidler veya X-ışını rehberliği ve kontrastı kullanan epidural veya seçici sinir kökü enjeksiyonu gerekebilir. Boyun Fıtığı Nasıl Oluşur Servikal omurgada 6 intervertebral disk vardır. Her servikal disk, vertebra gövdelerini yumuşatmak ve yükleri boyundan ve kafadan yukarıdan dağıtmaya yardımcı olmak için bitişik vertebralar arasında (biri üstte ve biri altta) bulunur. Bir diskin 2 temel bileşeni vardır. - Annulus fibrosus. Bu sağlam dış tabaka, diski yumuşak iç tabakasını koruyacak kadar güçlü kılan eşmerkezli kollajen liflerinden yapılmıştır. Annulus fibrosus, omurganın ağır yükleriyle başa çıkmaya ve şokları emmeye yardımcı olur. - Nucleus pulposus. Bu jel benzeri iç mekan, mukoprotein jeli içinde asılı ve halka fibrosus içinde korunan gevşek bir lif ağıdır. Nucleus pulposus, hareketler için ek yastıklama ve esneklik sağlar. Fıtıklaşmış bir disk, enflamatuar proteinler içeren çekirdek pulposus diskten ve yakındaki bir sinir köküne sızdığında tipik olarak en fazla ağrıya neden olur. Daha az yaygın olarak, fıtıklaşmış bir disk omuriliğe sızabilir. Boyun Fıtığı için Risk faktörleri Fıtıklaşmış bir disk geliştirme riski yaşla birlikte artma eğilimindedir. Bazı tahminler, servikal fıtıklaşmış bir diskin en çok 30 ila 50 yaşları arasında geliştiğini göstermektedir. Yetişkin popülasyonda servikal fıtıklaşmış disklerin görülme oranının %0.5 ile %2 arasında olduğu tahmin edilmektedir. bununla birlikte, birçok servikal fıtıklaşmış disk vakası teşhis edilmeyebilir ve tahminler popülasyona göre değişebilir. Boyun Fıtığı ciddi olduğunda Nadiren, servikal fıtıklaşmış bir diskin belirti ve semptomları, sonunda kendi başına stabilize etmek ve çözmek yerine yavaş yavaş daha kötü hissedebilir. Servikal sinir kökü sıkışırsa veya iltihaplanırsa, kolda karıncalanma, uyuşma ve/veya zayıflık ilerleyebilir. Benzer şekilde, omurilik servikal fıtıklaşmış bir disk tarafından sıkıştırılırsa veya iltihaplanırsa, yürüme, koordinasyon ve/veya azalmış mesane veya bağırsak kontrolü ile ilgili sorunlar mevcut olabilir. Bu tür nörolojik defisitler, kötüleşmelerini veya kalıcı olmalarını önlemek için acil tıbbi müdahale gerektirir. Servikal disk fıtıklaştığında, yumuşak iç malzemesi ve enflamatuar proteinleri koruyucu dış tabakaya ve muhtemelen vertebral kolona sızmaya başlar. Fıtıklaşmış bir disk genellikle yakındaki bir sinir kökünü iltihaplayarak veya sıkıştırarak boyun ve/veya kolda keskin veya şok benzeri bir ağrıya neden olur. Omurilik gibi yakındaki diğer yapılar da iltihaplı ve ağrılı hale gelebilir. Boyun Fıtığı Belirtileri ve Semptomları Servikal fıtıklaşmış diskin bazı yaygın belirtileri ve semptomları şunlardır: - Boyun ağrısı. Bu ağrı genellikle boynun arkasına veya yanına doğru hissedilir. Dokunulduğunda hassas hissedilen hafif bir ağrıdan keskin veya yanan bir ağrıya kadar değişebilir. - Radiküler ağrı. Bu ağrı, boyundaki sıkışan bir sinirden omuz, kol, el ve/veya parmaklardan yayılabilir. Bazen sıcak veya elektrik çarpması gibi hissedebilir. - Servikal radikülopati. Sıkışan bir sinir veya sinir kökü iltihabı da omuz, kol, el ve/veya parmaklara yayılan uyuşma ve/veya zayıflığa neden olabilir. Radiküler ağrı da bazı durumlarda radikülopatiye eşlik edebilir. - Semptomlar belirli kafa pozisyonları veya aktiviteleri ile kötüleşir. Fıtıklaşmış bir diskin ağrısı, spor yaparken veya ağır bir ağırlık kaldırırken olduğu gibi aktiviteler sırasında alevlenme ve daha kötü hissetme eğilimindedir. Böyle bir tarafı da Burma ya da başı öne eğerek belli baş pozisyonları da ağrı daha da kötüye gidebilir. - Boyun sertliği. Servikal fıtıklaşmış bir diskten gelen ağrı ve iltihaplanma, belirli boyun hareketlerini kısıtlayabilir ve hareket aralığını azaltabilir. Spesifik ağrı paternleri ve nörolojik defisitler büyük ölçüde fıtıklaşmış diskin lokalizasyonu ile belirlenir. Sinir kökü ile Boyun Fıtığı Belirtileri Servikal disk herniasyonu için tipik ağrı alanları. Semptomlar hangi sinir kökünün sıkıştığına bağlı olarak değişir. Servikal omurga, C1 ile C7 arasında etiketlenmiş, üst üste yığılmış 7 vertebra içerir. İntervertebral diskler bitişik vertebral cisimler arasında bulunur. Örneğin, C5-C6 diski C5 ve C6 vertebraları arasında oturur. C5-C6 disk herniasyonu varsa, bir C6 sinir kökünü sıkıştırabilir. Servikal fıtıklaşmış bir diskin neden olduğu belirti ve semptomlar, hangi sinir kökünün sıkıştırıldığına bağlı olarak değişebilir. Mesela: - C4-C5 (C5 sinir kökü): ağrı, karıncalanma ve/veya uyuşma omuza yayılabilir. Zayıflık omuzda (deltoid kas) ve diğer kaslarda da hissedilebilir. - C5-C6 (C6 sinir kökü): elin başparmak tarafında ağrı, karıncalanma ve/veya uyuşma hissedilebilir. Zayıflık, bisepslerde (önkolların önündeki kaslar) ve önkollardaki bilek ekstansör kaslarında da görülebilir. C5-C6 diski fıtık için en yaygın olanlardan biridir.1 - C6-C7 (C7 sinir kökü): ağrı, karıncalanma ve/veya uyuşma el ve orta parmağa yayılabilir. Zayıflık, trisepslerde (üst kolun arkasındaki kaslar), parmak ekstansörlerinde ve diğer kaslarda da hissedilebilir. C6-C7 diski genellikle servikal omurgada f��tıklaşma olasılığı en yüksek olarak kabul edilir.1 - C7-T1 (C8 sinir kökü): dış önkolda ve elin pembemsi tarafında ağrı, karıncalanma ve/veya uyuşma hissedilebilir. Zayıflık, parmak fleksörlerinde (grip) ve diğer kaslarda da görülebilir. Bunlar servikal disk herniasyonu ile ilişkili tipik ağrı kalıplarıdır, ancak mutlak değildir. Bazı insanlar diğerlerinden farklı olarak kablolanır ve bu nedenle kol ağrısı ve diğer semptomları farklı olacaktır. Boyun Fıtığı daha az yaygın belirti ve Semptomları Omurilik servikal fıtıklaşmış bir disk tarafından sıkıştırılırsa veya iltihaplanırsa, belirti ve semptomlar şunları içerebilir: - Her iki kolda ve/veya her iki bacakta ağrı, karıncalanma, uyuşma ve/veya zayıflık - Koordinasyon veya yürüme ile ilgili sorunlar - Mesane ve/veya bağırsak kontrolünde zorluk Bu belirtilerden veya semptomlardan herhangi biri acil tıbbi müdahale gerektirir. Servikal fıtıklaşmış bir disk için doğru bir teşhis koymak, hangi sinir kökünün sıkıştırılabileceği gibi altta yatan ağrı mekanizmalarını anlamaya yardımcı olabilir. Doğru tanı, en etkili tedaviyi elde etmede de önemli bir rol oynar. Boyun Fıtığı Nedenleri Servikal fıtıklaşmış diskin yaygın nedenleri şunlardır: - Zamanla disk dejenerasyonu. Bir disk yaşlandıkça, doğal olarak hidrasyonu kaybeder ve daha az esnek ve dayanıklı hale gelir. Daha düşük su içeriğine sahip bir diskte çatlaklar ve yırtılma olasılığı daha yüksektir. - Travma. Omurga üzerinde doğrudan bir etki, bir diskin yırtılmasına veya fıtıklaşmasına neden olabilir. Bağ dokusu bozuklukları veya omurgadaki diğer anormallikler gibi fıtıklaşmış disklerin diğer daha az yaygın nedenleri de mümkündür.  Boyun Fıtığı Tanısı Servikal fıtıklaşmış bir disk için doğru bir teşhis almak tipik olarak 3 aşamalı bir süreci içerir: - Hasta geçmişi. Hastanın tıbbi geçmişi, herhangi bir kronik durum, geçmiş yaralanmalar veya sırt veya boyun ağrısı öyküsü de dahil olmak üzere gözden geçirilir. Mevcut belirtiler hakkında bilgi de toplanmıştır. - Fiziksel muayene. Boyun, herhangi bir şişlik, hassasiyet veya ağrı bölgesi için palpe edilebilir (hissedilebilir). Doktor ayrıca boynun hareket aralığını ve refleksler, uyuşma ve/veya zayıflık gibi kollardaki nörolojik defisit belirtilerini de kontrol eder. - Görüntüleme çalışması. Görüntüleme tetkiki bir disk düzleştirmek için veya normal konumu dışında hareket başladı olup olmadığını gösterir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) taraması, yumuşak dokuların yüksek kaliteli görünümü nedeniyle fıtıklaşmış bir diski görüntülemek için tercih edilen yöntemdir. Bir MRG bir seçenek değilse, BT veya BT miyelogramı da düşünülebilir. Birçok durumda, hastanın öyküsü ve tedaviye başlamak için fizik muayene sırasında yeterli bilgi toplanabilir, bu nedenle görüntüleme çalışması her zaman hemen talep edilmez. Bununla birlikte, servikal fıtıklaşmış bir diski ağrı nedeni olarak teşhis etmek için tipik olarak hasta öyküsünü, fizik muayeneyi, görüntüleme çalışmasını ve X-ışını güdümlü, kontrastlı tanı enjeksiyonunu karşılaştırmayı gerektirir. Boyun fıtığı için konservatif tedaviler Servikal fıtıklaşmış bir diskten gelen ağrı genellikle cerrahi olmayan tedavilerle yönetilebilir. İlk tedaviler, boynun gücünü, esnekliğini ve duruşunu iyileştirmek için kısa bir dinlenme süresi, ağrı kesici ilaçlar ve fizik tedavi içerebilir. Etkinlik Değişikliği Servikal fıtıklaşmış bir disk, ilk geliştiğinde veya aktivite sırasında olduğu gibi aralıklı alevlenmeler sırasında tipik olarak en acı vericidir. Boyun ağrısı şiddetli ise ve/veya kol veya elin içine yayılırsa, kısa bir dinlenme süresi ve/veya aktivite modifikasyonu önerilir. Bazı örnekler şunları içerebilir: - Fiziksel emek veya spor yapmak gibi yorucu aktivitelerden kaçınmak - Başınızı bir tarafa çevirmek gibi ağrıyı şiddetlendiren belirli hareketlerden kaçınmak - Uyku pozisyonlarını değiştirmek, örneğin yastığı değiştirmek ve/veya yan veya karın yerine sırt üstü uyumak gibi Dinlenme, servikal fıtıklaşmış bir diskin daha az ağrılı hale gelmesine yardımcı olma eğilimindedir. Ağrı azaldıkça, aktivite seviyeleri tekrar artabilir. Boyun fıtığı İlaçsız tedavisi Steroidal olmayan anti-enflamatuar ilaçlar (Nsaıd’ler) vücuttaki iltihaplanmayı azaltmaya yardımcı olur. Fıtıklaşmış bir diskin neden olduğu en kötü ağrılardan bazıları sinir köklerinin ve diğer dokuların iltihaplanmasından kaynaklanır. Reçetesiz satılan Nsaıd’ler (Advil, Aleve, Motrin) genellikle önerilen ilk ilaçlardır. Reçetesiz satılan ilaçlar yeterli ağrı kesici sağlamazsa, bir doktor diğer ağrı kesicileri kısa süreli olarak reçete edebilir. Bazı örnekler reçeteli güç Nsaıd’leri, kas gevşeticilerveya oral steroidleri içerir. Tehlikeli yan etkiler için daha yüksek bir risk nedeniyle, reçeteli ağrı kesici ilaçlar, özellikle kötü alevlenmeler sırasında veya bir veya iki hafta boyunca sadece kısa süreli olarak kullanılır. Boyun fıtığında Fizyoterapi Boynun güçlendirilmesi ve gerilmesi ağrıya karşı daha dirençli olmasına yardımcı olabilir. Çene tucks gibi bazı egzersizler,baş ve boynun daha iyi duruş sağlamasına yardımcı olabilir. Zayıflamış boyun kaslarının ileri baş ve boyun ağrısına yol açma olasılığı dahayüksektir . Bunun yerine, kafa omuzların hemen üstündeki kulaklarla nötr bir hizada tutulduğunda, servikal omurga ve disklerine daha az stres uygulanır. Bir fizyoterapist veya başka bir sağlık uzmanı, hastanın özel ihtiyaçlarını karşılamak için bir fizik tedavi programı tasarlayabilir. Örneğin, ağrıyı azaltmak veya belirli kasları hedeflemek için bazı egzersizlerin veya gerilmelerin değiştirilmesi gerekebilir. Zamanla, çoğu hasta uzun vadede boyun gücünü ve esnekliğini korumak için evde boyun egzersizlerine ve gerilmelere devam edebilir. Boyun fıtığında Enjeksiyonlar Oral ilaçlar ve fizik tedavi servikal fıtıklaşmış disk için yeterli ağrı kesici sağlamazsa, terapötik enjeksiyonlar düşünülebilir. Boyun ağrısı için çoğu enjeksiyon, iğnenin omurgaya tam olarak yerleştirilmesini görselleştirmek için Floroskopi (X-ışını rehberliği) ve kontrast boya kullanılarak yapılır. Servikal fıtıklaşmış disk için bir enjeksiyonun amacı, ilacı, sinir kökleri, kan damarları veya omurilik gibi omurga içindeki kritik yapılara zarar vermeden doğrudan olması gereken yere yerleştirmektir. Servikal fıtıklaşmış diskler için iki yaygın enjeksiyon şunları içerir: - Servikal epidural steroid enjeksiyonu. Enflamasyonu azaltmak için epidural boşluğa (spinal kanalın dış tabakası) bir steroid solüsyonu enjekte edilir. Bu enjeksiyon, fıtıklaşmış diskler için kullanılan en yaygın olanıdır. - Seçici sinir kökü enjeksiyonu. İntervertebral foramenden çıkarken spinal sinirin yakınında bir steroid çözeltisi ve anestetik enjekte edilir. Bu enjeksiyon ayrıca hangi sinir kökünün ağrıya neden olabileceğini teşhis etmek için kullanılır. Birçok kişi servikal fıtıklaşmış bir disk için enjeksiyonlardan en azından bir miktar ağrı kesici yaşadığını bildirmiştir. Nadir fakat ciddi komplikasyonlar mümkündür, bu nedenle potansiyel faydalar ve riskler hakkında bir doktora danışmanız önerilir. Boyun fıtığında diğer Cerrahi Olmayan Tedaviler Diğer birçok tedavi, servikal fıtıklaşmış bir diskten biraz rahatlama sağlayabilir: - Buz veya ısı terapisi. Bir seferde 15 veya 20 dakika buz uygulamak, iltihaplanmayı azaltmaya ve ağrıyı hafifletmeye yardımcı olabilir. Bazı insanlar bir seferde 15 veya 20 dakika boyunca ısı uygulamasının da rahatlama sağladığını görebilirler. Buz veya ısı uygulayarak olsun, cilt hasarı riskini azaltmak için uygulamalar arasında 2 saat bekleyin. - Servikal traksiyon. Mekanik bir cihaz kafaya bağlanır ve servikal omurgayı hafifçe yukarı kaldırmak ve germek için kullanılır. Amaç, diskler ve sinir kökleri üzerindeki baskıyı azaltmaktır. Bazı insanlar çekiş sırasında ağrı kesici yaşarlar, ancak diğerleri yoktur. Traksiyon rahatlama sağlıyorsa, bazı hastalar tedaviyi kendi başlarına gerçekleştirmek için bir ev cihazı tercih edebilir. - Masaj terapisi. Hafif bir masaj, kasları gevşetmeye, kan akışını arttırmaya ve gevşemeyi teşvik etmeye yardımcı olarak biraz rahatlama sağlayabilir. Bir masaj ağrıyı kötüleştirirse, hemen durun. Servikal fıtıklaşmış disk ağrısı için diğer tedaviler de mevcuttur ve transkutanöz elektriksel sinir stimülasyonu (TENS) tedavisi, akupunktur, dikkatli meditasyon ve diğerleri de dahil olmak üzere bazı insanlar için rahatlama sağlayabilir. En fazla rahatlama sağlayan tedavilerin kombinasyonunu bulmadan önce bazı deneme yanılma gerekebilir. Nörolojik defisitler kötüleşmeye devam ederse—artan kol uyuşması veya zayıflık gibi—cerrahi düşünülebilir. Servikal fıtıklaşmış bir disk nedeniyle kol ağrısının çoğu atağı, cerrahi olmayan tedavi ve ağrı yönetimi ile birkaç haftadan birkaç aya kadar bir süre içinde çözülecektir. Bununla birlikte, ağrı 6 ila 12 haftadan uzun sürerse veya ağrı ve sakatlık şiddetli ve cerrahi olmayan tedavilere yanıt vermiyorsa, omurga ameliyatı makul bir seçenek olabilir. Servikal fıtıklaşmış disk için ameliyatın amacı hasarlı diski çıkarmak ve sinir kökü ve/veya omuriliğin dekompresyonunu sağlamaktır. Bu prosedür yayılan ağrıyı hafifletebilir ve karıncalanma, uyuşma ve/veya kola giren zayıflık gibi nörolojik eksikliklerin ilerlemesini önleyebilir. Servikal fıtıklaşmış disk için ameliyat türleri Servikal fıtıklaşmış disk için daha yaygın cerrahi tiplerden bazıları şunlardır: Boyun fıtığında Anterior servikal diskektomi ve omurga füzyonu (ACDF) ACDF cerrahisi, servikal fıtıklaşmış bir diski tedavi etmek için omurga cerrahları arasında en yaygın yöntemdir. Bu ameliyatta, disk boynun önündeki küçük bir inç insizyondan çıkarılır. Diski çıkardıktan sonra, bitişik vertebraların sonunda bir araya gelmesi ve kaynaşması için disk alanının kendisi ayarlanır. Daha fazla Stabilite ve muhtemelen daha iyi bir füzyon başarı oranı için greftin önüne bir plaka eklenebilir. Boyun fıtığında Servikal yapay disk replasmanı Bir ACDF cerrahisinde olduğu gibi, yapay bir disk replasman ameliyatı, etkilenen diskin boynun önündeki küçük bir insizyondan çıkarılmasını içerir. Bitişik vertebraları kaynaştırmak yerine, bitişik vertebralar arasındaki disk boşluğuna yapay bir disk implante edilir. Yapay diskin amacı, orijinal diskin şeklini ve işlevini taklit etmektir. https://youtu.be/cVxeFZcUbtc Boyun Fıtığında Posterior servikal diskektomi Bu ameliyat posterior (arkadan) lomber diskektomiye benzer. Bu, sinir foramenine (sinirin spinal kanaldan çıkmak için geçtiği tünel) lateral olarak fıtıklaşan servikal diskler için makul bir yaklaşım olabilir. Bu posterior yaklaşım anterior yaklaşımdan daha zordur, çünkü bu alanda kanamaya neden olabilecek birçok damar vardır ve kanama ameliyat sırasında görselleştirmeyi sınırlar. Bu yaklaşım aynı zamanda omuriliğin daha fazla manipülasyonunu gerektirir ve daha yüksek bir komplikasyon riski oluşturur. Herhangi bir büyük ameliyatın olası riskleri ve komplikasyonları olmasına rağmen, deneyimli bir omurga cerrahı ile servikal disk cerrahisinden kaynaklanan ciddi komplikasyonlar nadirdir. En yaygın iki ameliyat, ACDF ve yapay disk replasmanı, sıkıştırılmış bir sinir kökünden kaynaklanan yayılan ağrıyı ve karıncalanmayı azaltmak açısından olumlu sonuçlara sahip güvenilir ameliyatlar olarak kabul edilir. Boyun Fıtığı Ameliyat sonrası bakım ve iyileşme Boyun Fıtığı veya yapay disk replasmanı gibi servikal omurgadaki anterior cerrahi için iyileşme, posterior prosedürlerden daha hızlı ve daha az ağrılı olma eğilimindedir. Anterior cerrahi, boynun arkasındaki daha kalın kasları kesmek yerine boynun önündeki küçük bir insizyonla yapılır. Bu nedenle, hasta genellikle aynı gün veya anterior ameliyattan sonra hastanede bir gece kaldıktan sonra eve gidebilir. Posterior servikal omurga ameliyatından sonra hastanede kalış süresi birkaç gün daha uzun olabilir. Ameliyattan önce kol ağrısı varsa, genellikle işlemden sonra oldukça hızlı bir şekilde geçer. Boyun ağrısı, özellikle prosedürün yapıldığı bölgede veya yakınında daha uzun sürebilir. Koldaki herhangi bir uyuşma veya zayıflık haftalar, aylar veya daha uzun sürebilir. Fıtıklaşmış diskin neden olduğu sinir kökü hasarının ciddiyetine bağlı olarak, bazı kol ağrısı, halsizlik ve/veya uyuşma ameliyattan sonra kalıcı olarak kalabilir. Ameliyat sonrası, çoğu omurga cerrahı bir boyun korsesi reçete eder, ancak brace tipi ve kullanım süresi değişkendir. Read the full article
0 notes
backlinkci · 2 years
Text
Elleri ve Ayakları Etkileyen Sendrom: Polinöropati
Elleri ve Ayakları Etkileyen Sendrom: Polinöropati
Ellerinizde ve ayaklarınızda özellikle geceleri ortaya çıkan yanma, üşüme, uyuşma ve hatta kramp gibi şikayetleriniz varsa, sinir liflerindeki bir soruna bağlı olarak oluşan polinöropati sendromundan şüphelenebilirsiniz. Polinöropati, çok sayıda periferik sinirin çeşitli nedenlerle hasarlanması sonucu ortaya çıkan ve yaş ilerledikçe görülme sıklığı artan bir tablo.  Periferik sinir sistemi, beyin ve omurilik gibi merkezi sinir sistemi haricinde, uzuvlarımıza ve organlarımıza uyarıları taşıyan sinir ağının adı. Bu sistem; her birinin kendine ait fonksiyonu olan üç çeşit sinir lifinden oluşuyor. Duyusal lifler dokunma ve ağrı gibi duyuların merkezi sinir sistemine iletimini sağlarken, motor lifler merkezden gelen uyarıları kaslarımıza ileterek hareketimizi sağlıyor. Otonom lifler ise kan basıncı, bağırsak hareketleri gibi doku ve organların fonksiyonlarını düzenliyor. Polinöropatinin periferik sinirleri etkileyen durumlardan en sık rastlanılanı olduğunu ve ilk olarak en uzun sinirleri etkilediğini söylüyor. Bu nedenle de belirtiler başlangıçta ayaklarda görülüyor. Polinöropatide etkilenen sinir lifine göre belirtiler farklılaşıyor. En sık görülen belirtiler; el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma veya üşüme ile saplanıcı, keskin ağrılar, denge ve koordinasyon kaybı, özellikle ayaklarda güçsüzlük oluyor. Kramplar da yaşanabiliyor. Otonom liflerde etkilenme olduğunda da kabızlık, ishal atakları, idrar kesesinin kontrolünde zorluk, empotans (sertleşme sorunu), kalp ritminde değişiklikler, ortostatik hipotansiyon (ayağa kalkıncı oluşan düşük tansiyon), terlemede azalma ve ısı değişikliklerini algılamada zorluk görülebiliyor. Diyabet hastaları ilk sırada Belirtiler ilk olarak ayaklarda, özellikle ayak tabanı ve parmak uçlarında başlıyor. Polinöropati ilerledikçe ellere ve bacağa doğru yayılıyor. Belirtiler genellikle sürekli oluyor fakat dalgalanma gösterebiliyor, özellikle akşam saatlerinde artış gösteriyor. Akut polinöropatiler enfeksiyöz ve toksik nedenlerle ortaya çıkarken, kronik polinöropatiler daha sık görülüyor.Görülme sıklığı 1000’de 24 ila 80 arasında değişiyor ve yaş ilerledikçe görülme sıklığı artıyor. Elli beş yaş ve üzerinde her 10 kişiden birinde farklı düzeyde polinöropati olduğu düşünülüyor. Uzun süredir şeker hastası olanların yaklaşık yarısında da polinöropati görülebiliyor. İlerlemesi önlenebilir Polinöropatinin tanısı erken konulursa sinir hasarına sebep olan etken saptanıp kontrol altına alınabiliyor ve böylece sinir hasarının ilerlemesi önlenip, oluşabilecek diğer belirtilerden korunmuş olunuyor. Polinöropatinin varlığı EMG (elektromiyografi) tetkiki ile saptanıyor. EMG bize hangi periferik sinirlerin ve hangi liflerinin etkilendiğini, sinirin gövdesinde mi yoksa etrafını saran ve sinirin hızlı iletmesini sağlayan kılıfta mı hasar olduğunun bilgisini veriyor. EMG bulgularına göre akut bir süreç mi yoksa kronik bir polinöropati mi anlaşılmaya çalışılıyor. Yine EMG ve klinik bulgular eşliğinde genetik geçişli olup olmadığı tespit edilmeye çalışılıyor. Polinöropati tanısı konulduktan sonra ise buna sebep olabilecek hastalıklar araştırılıyor. Bunun için öncelikle kan tetkikleri yapılıyor. Eğer gerek görülürse elektroforez, akciğer grafisi, batın ultrasonu, tümör belirteçleri gibi daha ileri tetkikler isteniliyor. Nedenleri Polinöropatide en sık görülen neden diyabet yani şeker hastalığı. Ayrıca hipotiroidi, alkol kullanımı, kemoterapi ilaçları, kanser, enfeksiyonlar, karaciğer veya böbrek yetmezliği,vitamin B1 veya B12 eksikliği, ağır metal zehirlenmeleri gibi çok çeşitli sebepler görülebiliyor. Nedene bağlı tedavi Uzun soluklu ilaç tedavisi
0 notes
obeziteameliyati · 4 years
Text
Gastrik Bypass Ameliyatı Nedir?
Mide küçültme tüp mide operasyonunun bir diğer adı da tüp mide gastrik bypass ameliyatıdır. Obezite sorunu olan hastaların diyetle egzersiz uygulamalarına rağmen sonuç alamadığı durumda zorunlu olarak uygulanan bir tedavi yöntemidir. Mide küçültme ameliyatı midenin yaklaşık olarak %80 - %85 gibi bir kısmının cerrahi operasyon uygulanarak alınmasıdır. Ameliyattan sonra mide ve bağırsak sistemi açlık ve tokluk kontrolü sağlamaya başlar ve bu da hormonlar üzerinde büyük bir etki oluşturur. Midenin operasyon ile küçültülmesi hastanın daha az yemesini ve daha fazla kalori alacağı için doğal yollarla kilo vermesini sağlar. Dolayısıyla başlangıçta hızla gelişen kilo verme sonucunda hasta obeziteden kurtulur.
Gastrik Bypass Ameliyatının Sonuçları
Mide küçültme yani gastrik bypass operasyonu sonrasında hasta doğal yollarla kilo vermeye başlar ve dolayısıyla hastada diyabetik yani metabolik hastalıklar hızla iyileşmeye başlar. Mide küçültme operasyonundan sonra metabolizma doğal biçimine dönüşeceği için kilo verme kendiliğinden oluşur. Gastrik bypass ameliyatından sonra hasta kilo vermeye başlamadan kan şekeri düzeyi normale döner, diyabet için kullanılan ilaçlar bırakılır. Gastrik bypass ameliyatı ile mide küçültme ameliyatı arasında büyük farklılıklar yoktur. Hatta çok benzerlikler bulunur. Bunlar;
Kısa sürede hastanın hızla kilo vermesi
Cerrahi yöntemle küçülen mide metabolik bozukluklar hızlı düzelir
Bağırsak sistemi operasyonla yapılan değişikliğe cidden etkilenmez ve doğal bağırsak hareketleri geri gerçekleşir
Tüp Mide Ameliyatı ile Gastrik Bypass Ameliyatı Arasındaki Farklar
Günümüzde obezite tedavileri içinde en fazla tercih edilen tüp mide operasyonudur. Gastrik bypass operasyonu açık veya kapalı olmak üzere 2 farklı teknikle gerçekleştirilir. Bu nedenle 2 aşamalı bir operasyondur. Karın bölgesinden delik açılır. Medikal cerrahi cihazlarla içeri girilir. Önce küçük bir mide oluşturulur. Küçük mide oluşumundan sonra diğer midenin bir kısmı alınır ve vücuttan çıkartılır. Ardından gastrit baypas ameliyatının ikinci aşaması ince bağırsaklar kısmına geçilir. İnce bağırsaklar yaklaşık olarak 55 - 60 santimetre kısaltılır ve yemek borusuna bypass edilir. Yani mideye bağlanır. Her iki operasyon durumunda da hasta hızla kilo vermeye devam eder ve dolayısıyla obezite sorunu ortadan kalkar.
1 note · View note
hariomyogamerkezi · 5 years
Text
YOGA VE İŞTAH KONTROLÜ / AYŞE MERVE KOCA
İÇİNDEKİLER
1.     GİRİŞ
2.     İŞTAHIN FİZYOLOJİK MEKANİZMASI
3.     AYURVEDA VE İŞTAH KONTROLÜ
4.     YOGA VE İŞTAH KONTROLÜ
5.     GÜNEŞ’TEN  BESLENEBİLİR MİYİM?
6.     PRANAYAMA İLE BESLENEBİLİR MİYİM?
7.     MANİPURA ÇAKRA İŞTAHIMI ETKİLER Mİ?
8.     YEME BOZUKLUKLARINDA YOGANIN TERAPÖTİK ETKİSİ
9.     ASANALAR İLE İŞTAH KONTROLÜ MÜMKÜN MÜ?
10.  KAYNAKÇA
1. GİRİŞ
        İlk girdiğim yoga dersinden itibaren hissettiğim şeyler; yoganın bedeni iyileştirici bir tarafı olduğuydu. Pratiklerime devam ettikçe daha spritüel ve zihin boyutu ile tanıştım. Bu tanışma bana başka kapılar araladı. Mesleğimden dolayı yoganın beslenmemde yarattığı değişiklikleri gözlemleme imkanı budum. Diyetisyen olmama rağmen zaman zaman yeme atakları geçiriyor ve bazı besinlere karşı duygusal bir açlık hissediyordum. Ne kadar yediğimi fark etmeden sadece tüketmek istediğim dönemlerden geçiyordum. Hayatımdaki boşlukları beslenerek mi doldurmaya çalışıyordum.
     Aldığım bir  psikodiyet eğitiminden sonra bunu daha da fazla fark edip bunun üzerine çalışmaya karar verdim. Yoga ise en büyük yardımcım oldu. Hafif aç olarak girdiğim yoga derslerinden sonra kendimi doymuş hissediyordum. Aslında dengeleniyordum. Dengesiz yeme ataklarım giderek azalmıştı. Esasında yoganın da nihai hedefi olan beden ve zihin birliği dolayısı ile evrensel bilince ulaşmak bende iştah kontrolü sağlamıştı. Tez konumun ortaya çıkışı tam olarak böyle oldu.
    Bu konu ile ilgili okuduğum kitaplar prananın da bedende besin etkisi yarattığı idi. Buna bir de bilimsel çalışmaların desteğini görünce aldığım her nefesi farklı bir özenle solumaya başladım. Umarım bu çalışma bu konuda zorluk çeken tüm insanlara şifa verir.
2. İŞTAHIN FİZYOLOJİK MEKANİZMASI
      Açlık - tokluk mekanizması beyin-hipofiz-mide-pankreas vb. gibi organların rol aldığı kısmen karmaşık bir olgudur. Açlık; kişinin gereksinimi olduğu besini alma isteği, tokluk; doyma hissi ile besin alımının sonlandırılmasıdır. İştah ise kişinin şiddetli besin alma eğilimidir. Açlık tamamen fizyolojik bir olguyken, iştah  psikolojiden etkilenir. Vücutta açlık ve tokluk merkezi hipotalamustadır. Vücut sıcaklığı mekanizmasını, sempatik sinir sistemini ve hipofizin çalışmasını denetler. Susama, acıkma hislerinin merkezi olup vücut ısısını ve kan basıncını ayarlar. Hipotalamus sindirim sisteminden ve yağ dokusundan salgılanan bazı hormonal mesajları alır. Bu hormonlar leptin ve ghrelindir. Ghrelin  “ acıktım, hadi yemek yiyelim” der. Leptin ise “ bu kadar yemek yeter, doydum” der. Bu hormon birbirine zıt çalışarak hipotalamusa mesajlar iletirler ve biz de aç veya tok oluğumuza karar veririz. Bunun yanında bazı organların da açlık-tokluk mekanizmasında önemli rolleri vardır. Bunlardan en önemlisi pankreastır, çünkü kan şekerini dengeleyen insülin-glukagon gibi aynı zamanda  iştahı etkileyen hormonların üretimini gerçekleştirir. Vücutta hiçbir organ veya hormon yalnız çalışmaz mutlaka iş birliği yaptığı veya ters yönlü çalıştığı bir hormon veya organ vardır. Bedende ki bu denge bizi sağlıklı kılar. İştahta ghrelin-leptin hormonlarının kontrolü altındadır. Yapılan çalışmalarda obez bireylerde leptin eksikliği saptanırken, ghrelin salınımında problemlere rastlanılmıştır. Kişi ne kadar yemek yerse yesin hipotalamus bu mesajı almazsa maalesef  dinmeyen bir açlık ortaya çıkmaktadır. Yapılan bazı çalışmalar obez bireylerin tedavilerine fiziksel aktivite eklendiğinde vücut ghrelin seviyelerinde düşüş gözlenmiştir. İştahın tüm bu fizyolojik yönlerinin yanında psikolojik tarafında besin alımlarında çok etkilidir. Yoga ile iştahın hem fizyolojik hem de psikolojik dengelenmesini sağladığımıza inanıyorum.
3. AYURVEDA VE İŞTAH KONTROLÜ
 “ Doshaları dengede olanın, iştahı iyi olur. Bedeni, zihni ve duyguları mutlulukla dolu olan kişi sağlıklıdır”  Sushrita Samhita – Antik Ayurvedik Metinler
     Ayurveda, memleketi Hindistan olan ve orada yaygın olarak uygulanan holistik bir tıp sistemidir. Ayurveda sözcüğü “yaşam bilimi” anlamına gelen Sanskrit dilinde bir sözcüktür. Ayu  “yaşam” Veda ise “ bilgi” anlamına gelmektedir. Ayurveda ilk olarak dünyadaki en eski yazılı eser olan Veda’larda kaydedilmiştir. Bu şifa sistemi 5.000 yıldan uzun süredir Hindistan’da günlük hayatta uygulanmaktadır.
    Ayurveda insan yapısını 3 beden tipine (dosha) ayırır;
1.    Eter ve hava unsurları; vatadenilen bedenin hava prensibi.
2.    Ateş ve su unsurları; pitta  denilen bedenin ateş prensibi.
3.    Toprak ve su unsurları; kapha denilen bedenin su prensibi.
   Bu üç beden tipi (vata\pitta\kapha), beden, zihin ve bilincin tüm biyolojik, psikolojik ve fizyopatolojik işlevlerini yönetir.
      Tridosha’lar doğal dürtülerin ortaya çıkmasından ve kişisel besin tercihlerimizden sorumludurlar. Tüm doshaların bedende dengeli olması ideal sağlığı getirir. Besinlerle bedenimizde doshalarımızı dengelememiz mümkündür. Buna iştahta dahil çünkü kişinin fizilsel ve duyusal bedeni ne kadar dengeli ise yaptığı besin seçimleri de dengeli oluyor.
4. YOGA VE İŞTAH KONTROLÜ
         Modern insan gün içinde bir çok stres faktörü ile baş etmek zorunda kalmaktadır. (trafik-iş-ekomomik sıkıntı vb) Kişide artan stres ilk olarak endokrin sistemini etkilemektedir. Stres durumunda kortizon hormonunun salınımı artarken, kortizon artışı pankreasın insülin salınımını uyarmaktadır. Artan insülin ise kan şekerinde ani düşüşlere, dalgalanmalara, yeme ataklarına, tatlı krizlerine vb neden olmaktadır. Yoga bize bu stresi bir kenara bırakma, bırakabilme imkanı sunmaktadır. Yoga da deneyimlediğim yegana şeylerden biri de ne kadar sinirli, ne kadar gergin olursam olayım, ders bittiğinde tüm stresten arınabilmektir. Yoğun bir iş tempom varken başladığım yogaya genelde akşam iş çıkışı aç karna gelirdim ve ders sonunda o inanılmaz açlık hissinden eser kalmazdı. Bu da bana sağlıklı seçimler yapabilmek için duru bir zihin verirdi. Sağlıklı gıda seçimleri zihin satvikken daha kolay yapılıyor ve seçtiğin gıdalarda aynı saflık-hafiflikte oluyor.
         Günlük hayatın stresi ile aldığımız nefes genel de göğüs nefesidir. Kısa ve yetersiz. Göğüs nefesi vücuda ihtiyacı olan yeterli oksijeni veremez, dolayısı ile sindirim ve dolaşım sistemi bu durumdan olumsuz etkilenir. Vücudu temizleyen oksijen yeterli alınmadığında dokular ve sistemler zamanla zarar görür. Aynı zamanda oksijen vücutta enerji üretimi için elzemdir. Ne kadar doğru nefes alıp verirsek, metabolizmamız ve sindirimimiz o kadar iyi olur. Bedenimize aldığımız tüm besinler eğer enerji olarak kullanılmazlar ise yağ olarak bedende depolanırlar. Uyku apnesi olan kişiler bedenlerine yeterli oksijeni alamadıkları için vücut yağ dokuları artar, metabolizmaları yavaşlar. Nefesin ne denli önemli olduğunu en iyi kişilerde görmekteyiz. Bununla birlikte kişi doğru nefes alamadığında kan akışı, dolayısı organ işlevleri olumsuz etkilenir. Prana her anlamda her organımıza yaşam dağıtmaktadır.
   5.  GÜNEŞ’TEN BESLENEBİLİR MİYİM ?
    İştah insanoğlunun hayatta kalması için belirli ölçülerde gerekli bir duygudur. Fiziksel ve duygusal nedenlerle artıp-azalabilir. Bu ikisi arasındaki ayrımı yapabilmek onu kabul edip, yol almamızı sağlar. İştahın temelinde insanın beslenme dürtüsü yatar. Peki gıdalardan başka bizi besleyecek şeyler var mıdır?  Bunun için ağaçları ve doğayı izlemek bana yanıt olabilecek bazı fikirler verdi. Güneş ; tüm gezegeniz ve galaksiyi besleyen bir enerjiye sahip. Beni de dolaylı olarak besinlerle besliyor, peki yüzümü- bedenimi güneşe dönüp ondan tıpkı bir ağaç gibi beslenebilir miyim? Kesinlikle evet, artık biliniyor ki güneş vücudumuzda bazı vitaminleri aktive ederek bizi besliyor. D vitamini ve dolayısı ile güneş iştah ve obezite tedavisinde artık sıklık ile kullanılmaya başlanıyor.
     Yüzyıllar önce yaşamış toplumlar güneşi tanımlarken “ Altın Tohum” benzetmesini yapmışlardır. Tohum hayat kaynağıdır ve tükenmez bir enerji barındırır, tıpkı güneş gibi. Tohum bizi besler, güneş tüm yaşamı.
    Dolayısı ile güneşten beslenebileceğimizi bilmek, doğa ile bağımızı hatırlamak çoğu iştah ataklarına fayda sağlayabilir. Doğada hiçbir şey fazla değildir. Her şey olması gerektiği gibi mükemmel bir nizamda seyreder. İnsan ne kadar bu nizamdan uzaklaşırsa kendi dengesi-düzeni alt üst olur. Bir kez de acıktığımızda güneşe dönelim yüzümüzü.
6. PRANAYAMA VE İŞTAH KONTROLÜ
        Pranayama doğru nefes alma tekniğidir ve yoganın temellerinden birini oluşturur. Prana; yaşam enerjisi, ayama; uzatmak anlamına gelir. Kısaca yaşam enerjisini vücuda alarak vücudu canlandırma olarak tanımlanabilir.
        Pranayama teknikleri ile doğru nefes alıp vererek vücuda yaşam enerjisi alır ve vayular ile dağıtırız. Pranayama çalışmaları doğru nefes alıp verirken zihni sakinleştirerek, odaklanmayı da sağlar.
          Kapal Bhati en önemli pranamaya çeşitlerindendir. Uygulama sırasında  karın bölgesi kasları hareketlenir, bağırsak hareketleri artar dolayısı ile sindirim hızlanır ve kolaylaşır. Bu pranayama tekniğinde alış pasif veriş aktiftir, karın kasları kullanılarak yapılır dolayısı ile karın bölgesindeki depolarımız olan yağlar kullanılır ve bölgesel bir yağ yakımından söz edilebilir. Karın bölgesindeki bu ateş bizim iştah kontrolümüzde de rol oynar çünkü, yeni bir enerji yerine vücudumuzu depoladığımız enerji kaynaklarını kullanmaya teşvik ederiz.
          Anulom(a)  Vilom(a) veya Nadi Shodhana olarakta bilinen pranayama çeşidi de iştah kontrolünde önemlidir. Vedik bilgilere göre yogada beden ikiye ayrılır. Bedenin sağ tarafı güneşi, erilliği, Shiva enerjisini, sol tarafı ise ayı, dişilliği, Shakti enerjisini temsil eder. Aynı zamanda süptil bedenle Shiva ve Shakti enerjisi belirli kanallarla akar. Bu kanallar İda ve Pingala kanallarıdır. Omurganın süptil karşılığı olan Shusumna’nın sağ ve solunda bulunan bu kanallardan yaşam enerjisinin sorunsuz ilerlemesi enerjinin Shusumna’dan akmasını ve kişinin ideal sağlığına ulaşmasını sağlar. Bu temsiliyet burun delikleri içinde geçerlidir. Her iki burun deliğinden, belirli sayılarla alınan-verilen-tutulan prana bedeni dengeye getirir ve merkezler. Bununla beraber vücut dolaşımı iyileşir, metabolizma canlanır, hormon salınımları dengelenir, sindirim kolaylaşır. Kişi fiziken ve mental olarak dengeyi bulduğu için iştah atakları göstermez, yeterli ve dengeli besin seçimleri yapabilir.
         Bhastrika (körük nefesi) adlı pranayama Svatmarama’ya göre kötü karmadan arınmaya yardımcı olur. Bu pranayama tekniği Kapal Bhati ile benzerlik gösterir, farkı ise nefes alışın ve erişin aktif olmasıdır. Bu da karın kaslarını Kapal Bhati’ye göre iki kat fazla çalıştırır. Bu uygulama için beden ısısını arttırarak, iç organlardaki yağlanmayı ortadan kaldırdığı söylenir. Aktif bir pranayama oluşu ile karın egzersizi olarak ta görülebilir (Hatha Yoga Pradipika) ve vücuda canlılık enerji verir. Kişinin enerjisini yükselterek onun metabolik işlevlerini kolaylaştırır, beden stresi azalır ve dolayısı ile iştah dengelenir.
         “ Siyah erkek arı gibi güçlü bir ses çıkararak nefes alınır ve verilirken de siyah dişi arı gibi yumuşak bir ses çıkarılır. Bunu yaparak yogilerin efendisi olunur ve zihin bir tür esrime hâlini alır” Svatmarama, Hatha Yoga Pradipika
       Bhramari, Türkçede “arı vızıldaması” olarak adlandırılan pranayama çeşididir. Bora Ercan’nın yorumu ile çevirdiği “ Hatha Yoga Pradipika” adlı eserde, bu pratiğin zihnini zor toplayan kişilerde meditatif bir etki yarattığından bahsetmektedir. Kendi çıkarımlarıma göre sesini duyduğum nefese odaklanmak çok daha kolay, tıpkı ezberimde olan bir şarkının sözlerini istemsiz takip etmek gibi. İnsan nefesini ne kadar fazla duyuları ile hissederse takip etmesi kolaylaşıyor.
        Nasıl ki stres nefes alışımızı değiştiriyor ise bizde doğru nefes ile stresi ortadan kaldıra biliriz. Asanaların temeli nefestir. Düzenli yoga pratikleri ile doğru solunumu bedenimize hatırlatabiliriz. Hatırlamalıyız çünkü hepimiz doğduğumuzda en sağlıklı solunumu yapıyorduk.
     Sitali ve sitkari paranayama çalışmaları bedeni serinletir ve su ihtiyacını karşılar. Bu teknik meditatif bir zihin ile yapılırsa iştah kontrolü ve ağırlık dengesine katkı sağlar. Vücuda giren oksijen miktarı arttığı için doğal olarak metabolizmamız hızlanır ve canlanır.
7. MANİPURA ÇAKRA İŞTAHIMI ETKİLER Mİ?
“Sonsuzluğun saf gücü göbek deliğinizdedir. Onu ne satın alabilir ne de satabilirsiniz ve bende onu size veremem. Fakat size bu konuda yöntemsel bir bilgi verebilirim, böylece onu kabullenirsiniz, bu sayede de o, hayatınızda sizin yararınıza çalışmaya başlar.”
Yogi Bhajan
Bedende bulunduğu bölge; göbek deliğidir ve alt üçgenin son ve üçüncü çakrasıdır. Kişide kararlılık yeteneğini besler. Rengi sarıdır ve bir diğer ismi de “Solar Plexus” tur. Elementi ateştir, sindirim ateşinin yandığı tüm organlar bu bölgededir. Gölge duyguları açgözlülük, öfke ve hırstır.
“Göbek merkezinin enerjisi güçlü olan bir insanın eylemleri üzerinde de denetimi vardır. Göbek deliğindeki ateşin, tüm eski alışkanlıkları ve davranış tarzlarını yakıp kül etmek ve onlardan arınmak için kullanılabileceği söylenir. Sigarayı bırakmaya çalışan ya da rejim yapmak isteyen bir kişinin 3. Çakra enerjisini uyarması ve bu enerjiyi hayatına daha fazla sokması çok yararlı olacaktır.”
Gurmukh
Mani’nin kelime anlamı; cevher, kıymetli taş. Pura’nın anlamı ise; şehir anlamına gelir. Maniupra; cevherlerin şehri anlamına gelir. Bedende bulunduğu bölge de bedeni besleyen ve yaşamsal bir çok organları (cevherleri) barındırır. İlk yaşamsal besinlerimizi aldığımız göbek kordonu da tam olarak bu bölgeye tekabül eder. Ve aynı zamanda güneşin besleyiciliği ve tüm yaşamsallığı var ettiğini ve tıpkı ağaçlar gibi bizi de ısıtıp besleyebileceğini gerçeğini artık batı bilimi de kabul ediyor. Bu bölgeye verilen bir diğer ismin “Solar Plexus” olmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum.
“Nefes alışverişleri üzerinde gerçekten kararlı bir şekilde çalışan insanları yemeğe karşı duyulan arzunun daha az yönettiğini gördüm. Sanki, üçüncü çakranızın daha doğal bir şekilde işlemesine izin verirseniz, mideniz size yanlış yemek mesajları göndermekten vazgeçiyor gibidir. Çoğu kez, nefes için yemek için olandan daha fazla açlık duyuyorsunuzdur. Sadece nefes ile yaşayan ve “Breatharians (Britaryen)” denilen yogiler hakkında anlatılan efsanelere değinilir.”
Yogaya başladığım ilk günlerde hissettiğim şey; dengeydi. Bu dengeyi en somut olarak iştahımda hissettim. Bazen aç olmasam da sırf önüme çıktı diye o gıdayı tüketebiliyordum. Özellikle evde yalnız kaldığım akşamlarda bu daha fazla olurdu. Zihnim boşluğu-yalnızlığı sanki bir dilim kek ile dolduracağını sanıyordu. O dönemde akşam derslerinden sonra bu tür hisleri beslemediğimi fark ettim. Bunu fark etmem beni bu tezi yazmaya itti.
“Uzun ve derin bir şekilde nefes alıp verebilirseniz, yemek hakkındaki seçimleriniz de değişecektir.”
Bu dönemde yaptığım gıda tercihleri de daha dengeli olmaya başladı. Sağlıklı besinlerden zengin bir hayatım olsa dahi bazı dönemler patates kızartmasına hayır diyemediğim çok zaman olmuştur. Özellikler yoga ve pranayama çalıştığım günler beslenmemin daha dengeli olduğunu keşfettim. Yoga ve doğru nefes merkezlenmemi ve hayatımdaki dengeyi kurmamda en büyük yardımcım olmaya devam ediyor..
Beslenme uzmanı olmamın verdiği bir deneyimi yogada öğrendiğim bir bilgi ile sentezlediğimde bu kadim bilgeliğe olan hayranlığım perçinlendi. Danışanlarımla yaptığım görüşmelerde her zaman duygularının beslenme alışkanlıklarının - iştahlarını nasıl etkilediğini sorarım.
Ve genelde insanlar ikiye ayrılır; birincisi sinirli-öfkeli olduğunda iştahı açılanlar. İkincisi ise; rahat ve mutlu olduğunda iştahı açılanlar. Bu iki iştaha sahip kişilerin ortak noktaları dışarıya vuramadığı bastırılmış öfke ve mutluluk. Bu iki duyguyu dengeleyecek ve özgür bırakacak tekniklerin  iştah üzerine etkilerinin olduğuna inanıyorum. Fark ettiğim bağlantılar zamanla zihnimi açtı. Bunlardan bir kaçı öfke ve sinir üçüncü çakranın gölge duyguları. Bunun nedeni ise sanıyorum bu çakranın bulunduğu bölgelerdeki organların işlevleri. Bu bölgede inanılmaz önemli salgı bezleri bulunuyor. Bunların en önemlileri böbrek üstü bezleri ve salgıladığı kortizon hormonu. Kan şekerinin üzerine o kadar fazla etkisi var ki stres ve öfke durumunda salgısının artıp bizi tıkanırcasına yemek yediren bir hormon. Tüm bu bağlantılar iştah ve üçüncü çakra bağlantısını kuvvetlendiriyor.
8.  YEME BOZUKLUKLARINDA YOGANIN TERAPÖTİK ETKİSİ
       Bilimsel olarak tanımlanmış yeme bozukluklarından biri olan “Binge Eating Disorder” (Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu) sendromuna sahip bireylerde yapılan çalışma yoga ve iştah kontörlü ilişkisine çok iyi bir örnek. Çalışmada sendromlu 50 kişi rastgele seçilmiş. İlk 25 kişiye haftada 60 dk paranayama, hatha yoga pratiği yaptırıldı. Kontrol grubuna ise hiçbir müdahalede bulunulmadır. 12 Haftanın sonunda kişilerin ilerlemesi onaylı bazı puanlama sistemleri ile ölçüldü. Bu ölçütler Tıkanırcasına Yeme Ölçeğini ve Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketini (IPAQ) içermektedir. İkincil sonuçlar beden kitle indeksi , kalça ve bel ölçüleridir.Yoga grubu için kanama yemekte kendiliğinden bildirilen azalma ve fiziksel aktivitedeki artış istatistiksel olarak anlamlıydı. Beden kitle indeksi ve bel-kalça oranında küçük ancak istatistiksel olarak anlamlı düşüşler elde edilmiştir. Kontrol grubu hiçbir ölçütte önemli bir gelişme göstermemiştir. Çalışmanın sonunda, “Grup veya ev tabanlı yoga programları, tıkanırcasına yeme bozukluğu  tedavisi için potansiyel olarak etkilidir.” Yorumu yapılmıştır.
      Bir başka çalışmada ise diyetisyen ve doktor desteğinin yanında yoga pratiği yapan yeme bozukluğu hastalarının Yeme Bozukluğu Muayenesi (EDE) puanlarında sadece diyetisyen ve doktor desteğine göre ciddi bir düşüş gözlenmiş ve çalışmayı yapanlar tarafından yoganın yeme bozuklukları tedavisinde umut olacağı yorumu yapılmıştır.
    Yoga ile dengeye ulaşan sadece iştahımız değil elbette fakat iştah üzerindeki olumlu etkileri belki sonraki tüm tedavilerde hem hastaların hem de tedavi uygulayıcılarının uyguladıkları bir yöntem olur.
9. ASANALAR ILE IŞTAH KONTROLÜ MÜMKÜN MÜ?
     Asananın anlamını sorduğumuz da sevgili Hocam Bora Ercan; olmak, duruş hali ve Türkçe’deki “Esen” kelimesi ile bağlantısından bahsetmişti. Esen ile Asan kelimelerinin aslında akraba  olduklarını öğrendiğimde, bu duruş şekillerinin sadece “duruş” olmadığını, her birinin farklı şifaları olduğunu anlamaya başlamıştım. Bedenimiz evimiz ve hep güzel tutmak isteyeceğimiz bu eve iyi bakmalıyız diye düşündüm. Asanalar da bedenimizi yani evimizi sağlıklı tutmak için gerekli beden duruşlarıdır. Her asananın belirli bir çok hissi vardır. Bu hisler ile iştahımızı kontrol etmemiz mümkün mü? Bu konuda acemi olduğumu biliyorum sadece kendi deneyimlerimi paylaşmak ve belki sizin de benzer hisler besleyip beslemediğinizi anlamanıza olanak sağlarım.
     Kesinlikle nefeste gıdalar kadar bedeni besler ve canlandırır. Nefes alma ve verme dengesinin tüm asanalar boyunca gözetilmesi iştah dengemiz için kritiktir. Özellikle karın nefesini (diyafram) kullanmamız, iştah kontrolümüzü ve duygusal açlığı yönetmemizde bize yardımcı olacaktır. Karın bölgesinin genişlediği asanalar, örneğin; setu badha sarvangasana pozunda karna alıp verilen nefesi gözlemlemek ve ujjicay nefesi kullanmak bizim iştah dengemizi sağlamamıza yardım edecektir.
    Güneşin tüm canlılığı beslediği aşikar, asanalarımız da ise karın nefesinin kullanıldığı farkındalıklı  “Güneşe Selam (Surya Namaskar)” serileri ile bedenimizi beslememiz mümkün. Bu asanaları mümkünse günün ilk ışıkları ile yapmak doğanın döngüsüyle olan bağımızı kuvvetlendirir ve dengeye gelmemizi kolaylaştırır. Fakat modern hayatta bu mümkün olmaya biliyor. Eğer günün diğer saatlerinde yapıyorsak iki kaşın arasında güneşi hayal ederek, onu selamlamamız etkili olacaktır.
     Karın güçlendiren asanaların iştah üzerine etkili olduklarını hissettim. Kesin ve bilimsel bir kanıt değil elbette bu bir deneyim. Örneğin; navasana gibi karın güçlendiren asanaları çalıştığım günlerde iştahımın ve gıda seçimlerimin dengeli olduğunu keşfettim. Bu karın merkezli asanaları çalışırken iki kaşına arasında güneş hayal edebilir ve hissedebilirsiniz. Güneş ve tüm karın asanaları bedeni ısıtır.
10.  SEKANS – Y1\Y2  - 60 DAKİKA
Ø  Pranayama; Anolom Vilom (5 tur)
Ø  Pwanmuktasana
Ø  Marjariasana (Kedi-Inek) (Pranayı omurgada gezdirme)
Ø  Surya Namaskar(alnın ortasında güneşi imgeleyerek) 2 tur
Ø  Tadasana ile karın ve postür ilişkisini fark etmek. (5 nefes)
Ø  Uttanasana
Ø  Adho Mukha Svanasana (5 nefes)
Ø  Tadasana (2 nefes)
Ø  Vrikasana (5 nefes) (2 tur)
Ø  Uttanpadasana (çift bacak doksanda 5 nefes)
Ø  Apasana (2 nefes)
Ø  Navasana (5 nefes ) (iki tekrar)
Ø  Balasana (2 nefes)
Ø  Sarvangasana (7 nefes)
Ø  Balık (4 nefes)
Ø  Masa Pozu
Ø  Phalakasana (3 nefes)
Ø  Bhujangasana veya Sfenks (3 nefes)
Ø  Virasana
Ø  Balasana(2 nefes)
Ø  Dhanurasana ( 4 nefes)
Ø  Yüz üstü uzan (2 nefes) ağızdan “Haaaa” ile nefes bırak
Ø  Sukhasana (3 nefes)
Ø  Parivrtta Sukhasana (3 nefes) (her iki taraf için de 3’er nefes)
Ø  Paschimottanasana (5 nefes)
Ø  Baddha Konasana (5 nefes)
Ø  Shavasana
KAYNAKÇA
1.    Bora ERCAN,  “Hatha Yoga Pradipika - Svatmarama” 3.Basım Okyanus Yayıncılık
2.    Vasant LAD, “Ayurveda”  Çev; Nur YENER, Okyanus Yayıncılık
3.    Bora ERCAN, “Surya’dan Patanjali’ye Yoga 1.Kitap” 3.Baskı  Paloma Yayıncılık
4.    Bora ERCAN, “Buda’dan Hatha Yoga’ya 2.Kitap”  1.Basım  Paloma Yayıncılık
5.    Gurmukh Kaur Khalsa ve Cathryn MICHON   “Insanın 8 Yeteneği”  1.Basım Panama Yayıncılık
6.    Shane McIvera,, Paul O’Halloranb, Michael McGartlandc,“Yoga as a treatment for binge eating disorder: A preliminary study” Elsevier  Complementary Therapies in Medicine (2009) 17, 196—202

7.    Dianne Neumark-Sztainer, “Yoga and eating disorders: is there a place for yoga in the prevention and treatment of eating disorders and disordered eating behaviours?” Advances in Eating Disorders: Theory, Research and Practice 2013
3 notes · View notes
Text
Keçiboynuzu Özü Faydaları Nelerdir?
Keçiboynuzu Özü Faydaları Nelerdir?
Tumblr media
#Alerji, #BağırsakTemizliği, #BağışıklıkSistemi, #Besin, #CiltBakımı, #Demir, #DoğalTedavi, #Kalsiyum, #Keçiboynuzu, #KeçiboynuzuÖzü, #Lif, #Mineraller, #MükemmelBesin, #NefesDarlığı, #Potasyum, #Sağlık, #ŞifalıBitki, #Sigara, #SoğukSıkım, #TıbbiBitkiler, #TıbbiVeAromatikBitkiler, #Vitaminler https://is.gd/PMBZJR https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/blog/keciboynuzu-ozu-faydalari-nelerdir/
Keçiboynuzu özü faydaları, özellikle bağışıklık sistemini güçlendirmesi ve sigara içenler için balgam söktürücü olması gibi sağlık yönünden önemli etkilere sahiptir. Ayrıca, bu özün dişleri güçlendirdiği ve beyazlattığı da bilinmektedir. Keçiboynuzu özü, bağırsakları temizler ve cilt bakımında kullanılabilir. Keçiboynuzu özü özellikle kış aylarında; soğuk algınlığına, nefes darlığına karşı çok fayda sağlayan bir besindir. Özellikle soğuk sıkım keçiboynuzu özü bu açıdan daha faydalıdır.
Keçiboynuzu sağlık açısından oldukça ileri düzeyde bir meyvedir ve bilinen hiç bir yan etkisi yoktur. Yoğun bir lif kaynağıdır ve içerisinde ki etken maddeler; kalp-damar-beyin dostu maddelerdir. Ayrıca; bilinen en önemli özelliği astım, alerji, nefes darlığı, öksürük gibi sağlık sorunlarına inanılmaz faydalar sağlamasıdır. Özellikle sigara içenler için bulunmaz bir nimettir.
Keçiboynuzu özü ise bu etkilerin yoğunlaşmış halini ihtiva eden bir üründür. Özellikle tercih ederken mutlaka ve mutlaka soğuk press keçiboynuzu özü tercih edilmelidir. Isıl işlem görmüş hiç bir ekstre, doğalı kadar etki etmeyecektir. Keçiboynuzu özü toz şeklinde de temin edilebilir ve aynı etkileri gösterir.
Keçiboynuzunun ve Keçiboynuzu Özü Faydaları
• Kalsiyum bakımından süte nazaran  % 300 kat daha zengindir. • Özellikle çocukların bedensel ve zihinsel gelişimini büyük oranda desteklemektedir. Kemik sistemine büyük yararlar sağlamaktadır. Kemik erimesi ve kansızlık gibi sorunları önleyebilmektedir. Keçiboynuzu, özellikle bronşit sorunları, astım ve alerji gibi rahatsızlıkları önlemek için muhakkak çocuklarda alışkanlık haline getirilmedir. • Bağışıklık sistemini güçlendirerek, soğuk algınlığı, grip gibi hastalıkları önler • Sigara kullananlar için yukarıda belirttiğimiz gibi güçlü bir balgam söktürücüdür. • Keçiboynuzu ve keçiboynuzu özü mucizevi bir besindir.  İçeriğindeki gallik asidin pek çok fonksiyonu vardır. Ayrıca, karaciğeri yenilemekte, vücuttan ağır metallerin ve rasyasyonun atılmasına büyük oranda etki etmektedir. • Diş ve diş etlerinin güçlenmesine yardımcı olmakta ve tüketildiği vakit dişleri beyazlatmaktadır. • En etkili özelliklerinden birisi mükemmel bir bağırsak temizleyicisi olmasıdır. Düzenli tüketildiğinde, içeriğindeki yoğun lif sayesinde bağırsak hareketleri artar ve vücudu temizler. • Keçiboynuzunda ve keçiboynuzu özü içinde yağ, kafein, gluten ve kolesterol bulunmaz. Keçiboynuzu özü cinsel gücü arttıran bir besindir.
Keçiboynuzunun ve Keçiboynuzu Özü’nün İçindeki Mineral ve Vitaminler Neler?
Mineral olarak  Kalsiyum, Demir, Potasyum, Magnezyum, Fosfor, Çinko, Mangan, Sodyum bulunmakta,  Vitamin olarak ise A,D,E,B2,B3 vitaminlerini ihtiva etmektedir. Ayrıca gallik asit ve diğer fonksiyonel etken maddeleri içermektedir. Lif kaynağı olarak zengindir.
Keçiboynuzu Özü Nasıl Kullanılır? Keçiboynuzu Özü Fiyatı Ne kadar?
Keçiboynuzu özü, aç karnına yenirse tok tutar ve kilo vermek amacıyla kullanılabilir. Tok karnına tüketilirse kilo aldırıcı özelliği bulunur. Başkaca kullanım şekli yoksa, sabah ve akşamları birer çay kaşığı veya birer tatlı kaşığı tüketilebilir. Sütle birlikte de tüketilebilir. Ayrıca; şeker yerine tatlılara, keklere konur. Güzel bir dolgu malzemesidir. Aynı anda hem tatlandırıcı hem de kakao yerine kullanılabilir. Keçiboynuzu özü ile yapılan pasta ve keklerde genel olarak kakao ve şeker konmaz.
Eğer şeker sorununuz varsa özünü değil direk keçiboynuzunu tüketebilirsiniz. Lifli olduğu için insülin dalgalanması yaratmaz ayrıca tatlı isteğini bastırmaktadır.
Bizler mümkünse keçiboynuzunu en doğal yani meyve halinde tüketmenizi öneririz bu şekilde daha çok fayda içereceğini düşünüyoruz. Keçiboynuzu özü yetişkinler için uygun bir besindir. Uygun miktarlarda güvenilir bir besindir.
0 notes
bilgime · 2 years
Text
Kabızlık Nedir, Nedenleri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
0 notes
falancaportal · 3 months
Text
Gebelikte 30. hafta gelişimi - 30 Haftalık Gebelikte bilinmesi gerekenler
New Post has been published on https://renklihobi.com/gebelikte-30-hafta-gelisimi-30-haftalik-gebelikte-bilinmesi-gerekenler/
Gebelikte 30. hafta gelişimi - 30 Haftalık Gebelikte bilinmesi gerekenler
30 haftalık gebelik döneminde bebeğin gelişimi hızla devam ederken, annenin vücudu da önemli değişiklikler yaşamaktadır. Bu süreçte, hem anne adayının hem de bebeğin sağlığı için bilinmesi gereken bazı önemli detaylar bulunmaktadır. Bu makalede, 30 haftalık gebelikte nelere dikkat edilmesi gerektiği hakkında detaylı bilgiler bulabilirsiniz.
Ana Noktalar
Bebeğin gelişimi ve kilo artışı
Annenin vücudundaki değişiklikler
Beslenme ve egzersiz önerileri
Tıbbi kontrollerin önemi
Doğum için hazırlık süreci
Gebelikte 30. Hafta Gelişimi
Gebelikte 30. hafta, bebeğin gelişimi ve annenin yaşadığı değişiklikler açısından oldukça önemlidir. Bebeğin vücut fonksiyonları giderek olgunlaşırken, annenin de fiziksel ve duygusal olarak pek çok değişiklikle başa çıkması gerekebilir.
Bebeğin Gelişimi
30. haftada bebeğin gelişimi hızla devam etmektedir:
Kilo Artışı: Bebek, bu haftada hızla kilo almaya devam eder ve yaklaşık olarak 1,3 kg’a ulaşabilir.
Organ Olgunlaşması: Bebeğin akciğerleri ve sindirim sistemi, gelişmeye devam eder ve olgunlaşmaya başlar.
Hareketlilik: Bebeğin hareketleri daha belirgin hale gelir ve anne bu dönemde daha fazla tekme ve hareket hissedebilir.
Annenin Değişen Durumu
Annenin de 30. haftada bazı belirgin değişiklikleri olabilir:
Kabızlık ve Hazımsızlık: Rahmin büyümesiyle birlikte mide ve bağırsak baskılanabilir ve bu da kabızlık ve hazımsızlık sorunlarına yol açabilir.
Bel ve Sırt Ağrıları: Artan ağırlık nedeniyle bel ve sırt ağrıları sıkça yaşanabilir.
Ödem: Vücutta su tutulması sonucu eller, ayaklar ve yüzde ödem oluşabilir.
Gebelikte 30. hafta, bebeğin ve annenin sağlığı açısından kritik bir süreçtir. Bu dönemde düzenli doktor kontrolleri ve sağl��klı beslenme önemlidir. Ayrıca, annenin dinlenmeye ve stresten uzak durmaya özen göstermesi gerekmektedir.
30 Haftalık Gebelikte Bilinmesi Gerekenler
Gebelik süreci her haftanın önemi ve farklılığı ile birlikte ilerler. Bu nedenle 30 haftalık gebelik döneminde bilinmesi gereken bazı önemli detaylar bulunmaktadır.
Gebelikte Sağlık Durumu
Gebelikte 30. hafta, bebeğin ve annenin sağlık durumunu yakından etkileyen bir dönemdir. Bu dönemde annenin düzenli olarak sağlık kontrollerine devam etmesi, kan değerlerini kontrol ettirmesi ve gerekli olan takviyeleri alması son derece önemlidir.
Bebeğin Gelişimi
30 haftalık gebelikte bebeğin büyüme ve gelişimi hızla devam etmektedir. Bebeğin organları neredeyse tamamen gelişmiş durumdadır ancak akciğerlerin olgunlaşması için daha fazla zaman gerekmektedir. Bu dönemde bebeğin hareketleri daha belirgin hale gelir ve anneler bu hareketleri düzenli olarak hissetmeye başlar.
Doğum ve Emzirme Hazırlığı
30 haftalık gebelikte doğuma ve emzirmeye hazırlık süreci başlamalıdır. Doğum planları yapılmalı, doğum sonrası bakım konusunda bilgi alınmalı ve emzirme teknikleri öğrenilmelidir. Ayrıca bebeğin ihtiyaç duyacağı ekipman ve malzemelerin temini de bu dönemde gerçekleştirilmelidir.
Özetle
Gebelik sürecinin 30. haftası, anne adayları için oldukça önemlidir. Sağlık, bebeğin gelişimi, doğum ve emzirme hazırlıkları konularında bilinçli bir şekilde hareket etmek, bu dönemin sağlıklı ve sorunsuz geçmesini sağlayacaktır.
Sıkça Sorulan Sorular
30. haftada bebeğin gelişimi nasıl olmalıdır?
30. haftalık gebelikte bebeğin boyu yaklaşık 38 cm ve ağırlığı 1.3 kg olmalıdır. Akciğerlerinin gelişimi devam ederken, beyin ve vücut proporsiyonları da giderek daha dengeli hale gelmelidir.
30. haftalık gebelikte nelere dikkat etmeliyim?
30. haftalık gebelikte aşırı fiziksel aktiviteden kaçınmak, düzenli olarak doktor kontrolüne gitmek, dengeli beslenmek ve yeterli su tüketmek önemlidir.
30. haftalık gebelikte oluşabilecek riskler nelerdir?
30. haftalık gebelikte erken doğum riski artmaktadır. Ayrıca preeklampsi, gestasyonel diyabet gibi sorunlara karşı da dikkatli olunmalıdır.
0 notes
dakikamagazin · 2 years
Link
Anal fissürün belirtileri nelerdir? Anal fissür neden olur?
0 notes
comeupcomtr · 2 years
Text
Her Gün Düzenli Yürüyüş Yapmanın Faydaları
Tumblr media
Günlük hayatınızda ne sıklıkta hareket ettiğinizi hiç düşündünüz mü? Artık gideceğimiz her yere toplu taşıma ya da araçla ulaşıyor, en yakın yere dahi yürümeye çekiniyoruz. İş hayatımızda uzun saatler aynı sandalyede oturuyor ve gün içinde hareketsiz kalıyoruz. Hal böyle olunca, önemli sağlık sorunlarına dönüşebilecek hareketsizlik temelli hastalıklar da kapımızı çalıyor. Peki uzmanlar bu konuda ne öneriyor? Uzmanlara göre gün içinde düzenli olarak yapılan ve 30-45 dakika süren tempolu yürüyüşler, kişinin hastalıklara yakalanma riskini düşürüyor ve yaşam süresini uzatıyor.
Sağlık açısından oldukça faydalı olan yürüyüş, kilo vermek isteyenler tarafından da sıkça tercih edilen bir aktivite. Bunun en önemli sebebi ise yürüyüş yapmanın basit ve maliyetsiz olması. Her gün düzenli olarak yürüyüş yapmanın diğer faydalarını merak ediyorsanız, aşağıdaki yazımızı sizin için derledik.
Zihinsel Stresi Azaltıyor
Uzmanlar düzenli yürüyüş yapmanın zihinsel sağlığı olumlu yönde etkilediği konusunda hemfikir. Endorfin seviyesini yüksek tutan düzenli yürüyüşler, zihinsel stresi de azaltıyor. Depresyonun hafif ve orta derece belirtilerini azaltmaya yardımcı olan bu yürüyüşler sayesinde majör depresyon düzensizliği çeken hastaların da depresyon semptomları azalıyor.
Kalp Hastalığı Riskini Azaltıyor
Kalp sağlığı için oldukça yararlı olan düzenli yürüyüşler vücudumuzda oksijen dolaşımını artırıyor. Aynı zamanda yüksek tansiyonu ve kolesterol seviyesini düşürüyor. Kan dolaşımını artırdığı için de kalp hastalıklarının önlenmesine katkıda bulunuyor.
Kalp Krizi Riskini Düşürüyor
Gün içinde atılan 10 bin adım ile kolesterol dengesini düzenlemek mümkün. Trigliserid olarak adlandırılan kandaki yağ seviyesi yalnızca adım atarak düşürülebiliyor. Düzenli yürüyüşler damarları koruyan, HDL olarak adlandırılan koruyucu kolesterolü yükseltmenin de en iyi yolu. Damar sertliğini önleyebilen ve kolesterol değerlerini dengeleyen düzenli yürüyüşler, diyabet ve tansiyon değerlerinde de düşme sağlıyor. Bütün bu olumlu etkiler göz önünde bulundurulduğunda düzenli yürüyüşün kalp krizi gelişme riskini önemli bir oranda azaltabildiğini söyleyebiliriz.
Diyabeti Geciktiriyor
Gün içinde atılan 10 bin adım sayesinde insülin direnci kırılıp, diyabetin gelişme riski azaltılabiliyor. İnsülin direncinin kırılmasıyla birlikte kan şekeri düzene giriyor. Bu durum ailesel diyabet hastalığı olan kişilerde diyabetin ortaya çıkmasını geciktirdiği gibi diyabet hastalığı olanlarda ilaç ve insülin ihtiyacını azaltabiliyor.
Kansere Karşı Koruyor
Düzenli yürüyüşler vücudun bağışıklık sistemini güçlendirerek, kansere yakalanma riskini de azaltmış oluyor. Örneğin kilo verme ve östrojen hormon seviyesindeki düzenleme sayesinde rahim ve meme kanseri riski düşüyor. Aynı şekilde bağırsak hareketleri düzenlenip hızlandığı için bağırsak kanseri riski azalıyor.
Kilo Vermeye Katkı Sağlıyor
Çağımızın en önemli sağlık sorunlarından biri olan obezite ile savaşmak için en iyi yol, düzenli yürüyüş. Kilo vermek için kalori yakmak şart. Bu sebeple uygulanan diyetin yanı sıra gün içinde 10 bin adım atarak fazladan 500 kalori daha yakmak mümkün.
Depresyona İyi Geliyor
Düzenli yürüyüşler beynimizde endorfin ve seratonin gibi maddeler salgılatıyor ve bu sayede zihinsel stresi azaltıyor. Depresyonda kullanılan ilaçların çoğu beyindeki bu maddelerin seviyesini arttırarak etki gösterir. Düzenli yürüyüşler ilaç kullanmaksızın depresyon belirtilerini belirgin şekilde azaltırken, kişinin dikkat ve konsantrasyon yeteneğini artırıyor.
Alzheimer Riskini Düşürüyor
Düzenli yürüyüşler beyin sağlığının güçlenmesine katkı sağlayarak erken bunama ve Alzheimer gibi hastalıkların gelişme riskini azaltıyor. Uzmanlar bunun sebebini ise düzenli spor sayesinde beyindeki algılama işlevinin güçlenmesi ve yaşlanmaya bağlı gelişen sinir hücreleri arasındaki bağlantı kaybının azalması olarak açıklıyor.
Uykuya Dalmayı Kolaylaştırıyor
Kaliteli bir uyku vücudumuz için çok önemli. Fakat günümüzde insanların maruz kaldığı uzun çalışma saatleri, gürültü kirliliği, stres gibi çeşitli sebeplerden dolayı uykusuzluk problemi de yaygın hale geldi. Ancak şunu bilmeliyiz ki her uykusuzluk problemi yaşadığımızda ilaca başvurmamak gerekiyor. Çünkü yapılan araştırmalarda gün içinde yapılan düzenli yürüyüşlerin, uykuya dalmayı kolaylaştırdığı ve uyku kalitesini artırdığı gözlenmiş. Uyku öncesinde yapılacak yürüyüşler ise vücuttaki enerjiyi artırdığı için uykuya dalışı geciktirebiliyor. Bu sebeple yürüyüşlerinizi uyku öncesi yapmamakta fayda var.
Osteoporozdan Koruyor
Gün içinde atılan 10 bin adım, kas ve eklemlerin güçlenmesini sağlıyor. Kemik yapısını güçlendiren ve kemiklerde kalınlaşmayı sağlayan düzenli yürüyüşler, bu sayede osteoporozun önlenmesine de yardımcı oluyor.
Bağışıklık Sistemini Güçlendiriyor
Düzenli yürüyüşün en önemli faydalarından biri ise hiç şüphesiz bağışıklık sistemini güçlendirmesi. Gün içinde atılan 10 bin adım sayesinde NEDEN HEP 10 B ADIM hızlanan metabolizma ve kan akımıyla beraber, bağışıklıktan sorumlu hücreler bütün vücuda dağılıyor. Güçlü bir bağışıklık sisteminin bize katkısı ise, vücudun virüs ve bakterilerle daha kolay savaşmasını sağlamak. Güçlenen bağışıklık sistemi sayesinde birçok hastalığa yakalanma riski azalırken, vücuttaki kronik gezici ağrılar hafifliyor.
0 notes
hamilelikte · 1 year
Text
20. gebelik haftasında anne, hamileliğinin beşinci ayına girdi. O zamandan beri çok şey değişti ve her gün yeni bir şey keşfediyor ve öğreniyor. Gebeliğin erken döneminde daha yoğun olan belirtiler, bazı kadınlarda devam etse de artık daha kalıcı olma eğilimindedir. Bu hafta kramplar, mide bulantısı ve kabızlık sık görülür. Ayrıca bu hafta hamileler kaygı göstermeye başlar. Bu nedenle anne adaylarının stres seviyelerini azaltmaları ve hem kendileri hem de çocukları için faydalı aktivitelerde bulunmaları gerekmektedir. Bu hamilelik haftasıyla ilgili tüm ayrıntılar için aşağıda daha fazla bilgi edinin. Yazımızı okumaya devam edin ve yazının sonuna yorumlarınızı bırakmayı unutmayın. 20 Haftalık Hamilelik Kaç Aylık? 20 haftalık hamileyim ve annem 5 aylık hamile. Üçüncü üç aylık dönemin sonuna yaklaşıyorsunuz ve üçüncü üç aylık döneme (veya 7 ay) girmek için yaklaşık bir buçuk ayınız var. 20. gebelik haftası bebek yaklaşık 22 cm boyunda ve ortalama 190 ila 230 gr ağırlığındadır. Hamileliğin 20. Haftasında Kadının Vücudundaki Değişiklikler Hamileliğin Haftasında Kadın Ortalama olarak, 20. haftada bir kadın yaklaşık 6 kilo alabilir. Bu hafta rahminiz hamilelik öncesine göre üç kat daha büyük olacak. Gebeliğin 20. haftasından sonra rahim haftada ortalama 1 cm büyür. Göbek yükselecek ve fetüsün hareketlerini hissetmeyi kolaylaştıracaktır. Bu nedenle çocuğun hareketleri sıklıkla kaburgalarda spazmlara ve hafif ağrılara neden olur. Yorgunluk bu hafta daha belirgin hale gelebilir. Midedeki ağırlık ve hormonal değişiklikler dahil olmak üzere birçok faktör söz konusudur. Hemoroid ve kabızlık da hamileliğin 20. haftasında nadir değildir. Bu nedenle, bu durumların neden olduğu riskleri ve rahatsızlıkları azaltmak için lif alımını artırmak ve sıvı alımına dikkat etmek gibi ekstra önlemler almak önemlidir. Ek olarak, hafif aktivite vücudun güçlenmesine yardımcı olacaktır. Hamilelik sırasında pilates, yoga, meditasyon ve hatta dans, anneler için harika egzersiz seçenekleridir. Hamilelik bedensel değişikliklerle doludur ve bazı farklılıklar olabilir. Her hamilelik benzersizdir ve fiziksel ve duygusal değişiklikler farklıdır, ancak bunlardan bazıları şunlardır: Terlemek Anneler, havanın çok sıcak olmadığı veya egzersiz yapmadıkları günlerde bile daha fazla terlediklerini fark edebilirler. Bu nedenle, bu gebelik haftası dehidrasyon riskinden kaçınmak için sıvı alımını sürdürmek önemlidir. Bacak ve ayakların şişmesi Annelerin ortak şikayeti ayaklarda ve alt bacaklarda şişliktir. Günün sonunda ayaklarda ve bacaklarda sıklıkla ağrıya neden olabilecek şişlikler oluşur. Dar giysilerden, bilekleri lastikli pantolonlardan ve dar ayakkabılardan kaçınmak da şişmeyi önlemeye yardımcı olabilir. İdrar yolu enfeksiyonları Kadınlar hamilelik sırasında idrar yolu enfeksiyonu geliştirme riski daha yüksektir ve ayrıca enfeksiyonlara daha yatkındır. Bu nedenle yeterli sıvı alımını sağlamak, idrar retansiyonundan kaçınmak, hijyeni sağlamak, sabun ve sentetik külotlardan kaçınmak gebeler için çok önemli koruyucu önlemlerdir. Konvülsiyonlar Hamilelikte kramplarım oluyor, bu normal. Ağrı genellikle hafif ila orta şiddettedir ve uzun sürmez. Aksi halde doktorunuzu bu konuda bilgilendirmelisiniz. Bu, genişlemiş bir rahim gibi birkaç normal faktör nedeniyle olabilir. Alan genişledikçe, onu destekleyen bağlar gerilir. Bu ağrı ve rahatsızlığa neden olur. Ayrıca zamanla rahim karın boşluğunda giderek daha fazla yer kaplar. Bu, bağırsaklar gibi diğer organları dışarı iter ve küçülmeye başlar. Kabızlığa yatkınlığınız varsa, anneniz yavaş bağırsak geçişinden dolayı bağırsak krampları yaşıyorsa iyi olur. İdeal olarak, ne yediğinize dikkat edin ve lif açısından zengin yiyecekler yiyin. 20. Gebelik Haftasında Bebeğin Görünümü Bebeğiniz tamamen ilkel kayganlıkla kaplı olduğu için iyi korunur. Hamileliğin 20. haftasında bebeğinizin gelişimi tüm hızıyla devam ediyor. Çocuğunuzun beyni, duyumlarla ilişkili sinir merkezleriyle birlikte çalışır.
Yavaş yavaş, fetüs dünyaya hakim olur ve seslere ve hatta amniyotik sıvının tadına duyarlı hale gelir. Çocuğun vücudunda oluşan bir diğer organ da diyaframdır. Hıçkırık hala olgunlaşmamış ve gelişmekte olan bir mekanizma olduğu için bebeğiniz hamilelik sırasında hıçkırık geçirebilir. Bebek hıçkırıkları anne karnında bile hissedilebilir. Bu nedenle, anneler bazı küçük spazmları fark edebilir. 20. Gebelik Haftasında Ultrason Önemli Mi? Gebelik Haftasında Ultrason Önemli Mi Evet. Ultrason hamilelik boyunca önemlidir. Tıbbi tavsiyelere göre, çocuğun anne karnındaki gelişimini izlemek için ultrason yapılmalıdır. 20. gebelik haftasında, genellikle bir ultrason yapılır. Analizler, rahmin nasıl oluştuğunu ve büyüdüğünü, ayrıca hamilelik süresini ve çocuğun cinsiyetini gösterir. Ancak anne bebeğin cinsiyetini öğrenmek istese de çocuğun pozisyonu uygun olmayabilir. Bu nedenle bebeğin cinsiyetini öğrenene kadar bir süre beklemeniz gerekebilir. Hamilelik, kadın vücudunun yeni ihtiyaçlara ve sınırlamalara uyum sağlamak için dikkat etmesi gereken bir dönemdir. Ancak bunun yanı sıra, bu bir keşifler ve yeni duygular aşamasıdır. 20. gebelik haftasında düzenli kontroller ve sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürmek, hem anne hem de bebek için sakin ve sağlıklı bir ay geçirmek için şarttır. 20. Gebelik Haftasında Bebeğin Boyu ve Ağırlığı 20 gebelik haftası bebeğin boyu ve kilosu bu hafta anne adaylarının ve babaların en çok merak ettiği konulardan biri. 20. haftada anne karnındaki bir bebeğin yaklaşık 280-300 gram ağırlığında ve yaklaşık 17-20 cm boyunda olması beklenir, yani 20 haftalık gebelikte bebeğiniz iri bir patates büyüklüğündedir. Bu değerler ortalama değerlerdir ancak çocuktan çocuğa farklılık gösterebilir. Çocuğunuzun büyüme ve gelişme ile ilgili sorunları varsa, doktor gerekli tavsiye ve bilgileri sağlayacaktır. Bu nedenle anne baba adaylarının çocuklarının kilosu veya boyu konusunda endişelenmelerine gerek yoktur. 20 Haftalık Gebelikte Bebek Hareketleri Nelerdir? 20. gebelik haftasında bebeğin hareketleri anneler tarafından sıklıkla hissedilebilir. Bazı durumlarda özellikle obezite ile birlikte bu hareketlerin anne tarafından tanınması gecikebilir. Fizik muayene sırasında doktor bir sorun görmediği sürece bu hareketlerin hissedilmesinde gecikme olması normaldir. Kural olarak, ilk hamileliğini yaşayan anneler bebeğin hareketlerini hissetmeye başlar. Bu, önceki hamilelikleri olan diğer annelere kıyasla birkaç hafta içinde eşleşir. Üçüncü trimesterde bebeğin anne karnındaki alanı sınırlı olduğu için ikinci trimesterin son dönemi bebeğin en aktif olduğu dönemdir. Bu süreç 20. haftada başlar ve bu haftadan itibaren bebeğiniz kollarını, bacaklarını ve ellerini sık sık hareket ettirir. Bebekler dokunma duyularının tadını çıkarırlar ve çevredeki dokulara ve göbek kordonuna elleriyle dokunabilirler. 20 haftalık hamileyseniz detaylı ultrason, rutin muayene veya tetkikler için bir kadın doğum uzmanı-jinekologdan randevu alabilirsiniz. Doktorunuzun tavsiyelerini dinleyerek ve kendinize hakim olarak hamileliğinizi sağlıklı bir şekilde tamamlayabilecek ve bebeğinizi kucağınızda taşıyabileceksiniz.
0 notes